KEMİKLER MİRASI

Autorstwa Onemacikgoz

252K 18.1K 17.2K

Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa so... Więcej

Manifesto ve Birinci Bölüm: Tecrit
İkinci Bölüm: Sigara
Üçüncü Bölüm: Ejderha
Dördüncü Bölüm: Kargaşa Adamı
Beşinci Bölüm: Sahte Özgürlük
Altıncı Bölüm: Tatlı Düşman
Yedinci Bölüm: Anlaşma
Sekizinci Bölüm: Günahkâr
Dokuzuncu Bölüm: Kırmızı
Onuncu Bölüm: Beyaz Tavşan
On Birinci Bölüm: Küçük Günah
On İkinci Bölüm: İsyanın Tadı
On Üçüncü Bölüm: Madalyon
On Dördüncü Bölüm: Yedi
On Beşinci Bölüm: İki Tür Kötü Adam
On Altıncı Bölüm: İhanet
On Yedinci Bölüm: Kan ya da Altın
On Sekizinci Bölüm: Kanunsuzlar
On Dokunuzcu Bölüm: Bizim Dünyamız
Yirminci Bölüm: Kral ve Kraliçe
Yirmi İkinci Bölüm: Aşık Bir Canavar
Yirmi Üçüncü Bölüm: Cehennem Kapıları
Yirmi Dördüncü Bölüm: Savaş
Yirmi Beşinci Bölüm: Yolun Sonuna Kadar

Yirmi Birinci Bölüm: İntikam

5.8K 589 638
Autorstwa Onemacikgoz




Helloooooo en sevdikleriimmm!

Nabersiniz, ay ne kadar özleşiyoruz bu aralar ya...

MÜKO, EFSO, BEBEKTO BİR BÖLÜMLE GELDİM. KAN DİYORUM, GÜVEN DİYORUM, KRAL VE KRALİÇE DİYORUM AKJDUHASHD

Hatta sizi şimdiden bir sonraki bölüm için uyarıyorum. Beklediğimiz anlar geliyor... Kalbinizin yumoş yumoş olmasına, ateşler alevlerle kavrulmaya hazırlanın. Loganşov olacak çünkü ahahah

Öhöm. Oy sınırımız 400 yorum sınırımız 600 bebeklerim. Beni herrrr zaman desteklediğiniz ve mükemmel dostlar, mükemmel bir ekip olduğumuz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız.

O zamaaan sizi bölüme alıyorum.

Kaskları takalım.

Keyifli sürüşşşlerrrr

Bölüm şarkılarımız:

Marilyn Manson - Killing Strangers

Red Hot Chili Peppers - Otherside

Yirmi Birinci Bölüm

"İntikam"

🐉

Yatağımda tamamen yalnız bir şekilde uyandım. Göğsüme yayılmış kıvırcık saçlar ve bedenime yaslanmış pürüzsüz küçük bir bedene karşı gözlerimi açmadığım için uyanışımın her saniyesinden nefret ettim.

Ebeveynlerimden sonra kayıpların ağırlığı her zamankinden daha çok omuzlarımı aşağıya doğru çekiyordu. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp dağılmış saçlarımı geriye doğru taradım.

Sinner'ın hali, yerde biriken kan, Rebel ve Wren'in gözlerindeki dehşet, onları neredeyse kaybedebileceğim onlarca ihtimal zihnimden silinmiyordu.

Hawk'ı avcumuzun içine alışımız -daha doğrusu Rebel'ın onunla pençelerinin arasındaki bir fare gibi oynayışı- içimde zonklayan, ortalığı hemen şimdi ateşe verme arzusunu yatıştırıyordu. Sadece elimize geçen kozlarla akıllı kararlar verdiğimizde, kısa bir süre içinde yapacaklarımızın Helbarvest'te neleri değiştireceğini zevkle izleyeceğim o anı düşünmek düğüm olmuş sinirlerimi gevşetiyordu.

Koluma baktım ve burnumu uzatıp omzumu kokladım. Tırnaklarının silik kırmızı izleri oradaydı ve hâlâ onun gibi kokuyordum. Tanrım. Duş almam gerekiyordu ama sürekli Rebel gibi kokmak da kulağa harika geliyordu.

Geçen geceyi benim yatağımda, kahrolası kendi evimdeki bize ait olan yatağımızda sonlandırmak için birkaç kişiyi öldürebilirdim. Ama ona haberleri ilettiğimde kısaca başını sallamış ve benden uzaklaşmıştı.

Artık Eş Başkan olarak benim partnerimdi ama zihnindeki kişisel alana henüz davetli değildim. Yalnız kalmak istemesi canımı sıkıyordu. Yine de ona istediğini vermekten başka şansım yoktu. Aksini yapmak istememe ve her parçasında kendi adımın yazdığını biliyor olmama rağmen.

Siktir. Eyaletin en korkutucu adamıydım ama evimizde beni bir hanım evladına çevirmişti. Kısa süre içinde onunla ilk karşılaştığımızda uyandırdığı canavarla yüzleşmesini sağlayacaktım. Sadece zaman... çok kısa bir zaman...

Banyoya yaklaştığımda aşağıdan gelen sesleri duyunca durdum. Yüzümü buruşturup kapıyı araladım. Cherry Bomb şarkısı kulüp evinin koridorlarında yankılanıyordu. Rebel'ın tiz sesi araya karışıyor ve Wren'in kahkahaları onun detone bağırışlarını bölüyordu.

İblislerim usulca bir kenara çekildi. Dudaklarım bir gülümsemeyle gerildi.

Bolin ve Liena onu bu sabah bırakmış olmalıydı. Arkadaşına kavuşmuştu ve yaşananları biraz da olsa unutmuşa benziyordu. Bir daha asla tehlikeye girmeyecekti. İkisi de. Onları korumak için sadece Helbarvest'i değil tüm dünyayı yakardım.

Duşa girmekten vazgeçip merdivenleri indim. Sağa döndüğümde iki haylazın gürültüleri de arttı. Tencere tavanın çınlayışı ve müzikle birlikte kendimi bir kargaşaya hazırladım.

Beklediğim gibi de oldu. Hayatımda gördüğüm en güzel kaostu.

Ön bahçeyi gören pencerelerden, ikisinin neşesini aydınlanmak istercesine güneş ışıkları sızıyordu. Wren kucağında bir karıştırma kabıyla ada tezgahında oturuyordu. Kaşık elindeydi, yüzüne gözüne un bulaşmıştı ve karışım kahkahalarıyla etrafa sıçrıyordu.

Rebel'sa... Rebel'dı. Onun görmeye bayıldığım yanı. Yaşadığı her şeyden ve aramızda geçenlerden önce içinde korumayı başardığı o çılgın, uçuk kadın.

Ocağın önündeydi, tavadaki yağdan dumanlar süzülüyordu ama pek de umursadıkları söylenemezdi.

Üzerinde dolgun kalçalarının hemen altında biten bol bir tişört vardı. Benimkilerden biriydi. Şarkıya eşlik ederken saçlarını bir rock yıldızı gibi kafasını çevirerek sallıyordu. Aletimi sakinleştirmek için dişlerimi sıktım. Ama bu kadın işimi gerçekten zorlaştırıyordu.

Pervaza yaslanıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. Rebel tahta kaşığı mikrofon gibi kullanarak kızıma sokuldu.

"Doğuştan yeteneklisin bebeğim. Sadece iki kere dinledin ve tüm sözleri ezberledin!"

Wren kıkırdayınca burnunu öptü. Yüzüme yayılan kocaman gülümsemeyi çok sonradan fark ettim. Göğsüm sıkışıyordu ama aynı zamanda damarlarıma bir mutluluk pompalanıyordu.

Rebel kollarını havaya kaldırıp salladığında, tüm kıvrımlarını saran ve bir külota daha çok benzeyen dar şortu ortaya çıktı. Bunun beni mahvetmesi gerekirdi ama öyle olmadı. Karnındaki amatör dövmesi ve sakladığı izleri de görmüştüm çünkü.

Gülümsemem soldu. Canımı ne kadar yakarsa yaksın, bana ettiği ihanet ne kadar ağır olursa olsun ona söylediklerimi unutamıyordum. Max hakkında söylediklerimi. Pazımdaki dövmeyi baş parmağımla ovuşturdum. O bebek, Rebel'ın her şeyiydi. Rebel benimdi ve bebeği hiç tanımamış olsam da benim de bir parçamdı. Sözlerim utanç vericiydi.

Rebel, Wren'i kucaklayıp mutfak tezgahına oturttuğunda karşımı tavaya dökmeye başladılar. O sırada da beni fark etti. Ben de Wren için yüzüne giydirdiği maskeyi fark ettim.

Gülümsemesi bir yutkunuşla titredi. Çıplak göğsümü, kollarımdaki dövmeleri ve şortumu yavaşça, takdir ederek süzdü. "Uyanmışsın."

"Sayenizde tüm kasaba uyandı."

Wren gülerek bağırdı. "Pankek yapıyoruz! Gel de yardım et!" Rebel'a döndü ve tek gözünü kırpmaya çalıştı. "Boş boş durmaması gerekiyor değil mi Rebel?"

"Evet, bebeğim. Yemek istiyorsa, yardım etmeli."

Yanlarına yaklaşırken Rebel'a yandan bir bakış attım. "Bir asker yetiştiriyorsun."

Parmağını göğsüme bastırdı. "Sen onu, dünyamızın her yüzünü göstererek büyütüyorsun..." Elini tutup avcunu öptüğümde gözleri irileşti. Bunun bir teşekkür olduğunu biliyordu ama ona dokunmadan duramadığımı da bininci kez itiraf etmiş oluyordum. "Ben de ileride erkeklerin kıçına tekmeyi basması için ona yol gösteriyorum."

"Onun geleceğinde bir erkek yok." Rebel gözlerini devirdiğinde yüzünü buruşturan Wren'e baktım. "Yok. Şimdiden kabullensen iyi olur."

"İstemiyorum zaten..."

"Güzel."

Wren bizi izlerken Rebel'la yan yana kahvaltı hazırladık. Sessizdik ama bu sessizliğin huzur verici bir yanı vardı. Şarkılar değiştikçe mırıldanışını izliyordum. Daraldığında gür saçlarını tepesinde bir topuz yapışını. Alnına ve narin boynuna dökülen asi tutamları. Kalbim hızla çarpıyordu. Aşkla kavruluyordu.

Rebel kahvaltılıkları ada tezgahına götürürken omzumun üstünden hareketlerini takip ettim. Elime ani bir acı yayıldığında tısladım. Tavanın sapını çok dipten tutmuştum. Wren kıkırdayınca tek kaşımı kaldırdım.

"Rebel muhteşem biri," diye fısıldadı.

"Hım..."

"Evleneceksiniz değil mi? Onu kaçırırsan ahmak olduğunu düşünürüm. Hiç öyle olduğunu düşünmemiştim ama bu sefer düşünürüm."

"Wren..." diye mırıldandım.

Kaşlarını çattı. "Ne var? Bizim olsun istiyorum... Başka birisiyle evlenip ailesi olursa..." Kelimelerini seçmeye çalışırken dudaklarını büzdü. "Kalbim kırılır."

Boğazımın asitle dolduğunu hissettim. Başka birisi... Hiçbir sikik yolu yoktu. Rebel'ı başka bir adamla hayal etmeyi denemiyordum bile.

Wren'a bir bakış attım. "Bizim mi?" Dudaklarımı ıslattım. "Peki ya annen?" diye sormaya cesaret ettim.

Altı yaşına yaklaşıyordu henüz kafası karışık bir bebekti bu yüzden ondan böyle bir tepki beklemiyordum. Daha çok erkendi. Kızgın olmak için, sorgulamak için... Ama suratında öfkeye benzer bir şey belirdiğinde panikledim. "İstediği zaman gelebilir sanırım. Ama ben kendimi senin kızınmış gibi hissediyorum. Bu kötü bir şey mi? Babam cennetten bana kızar mı?"

Öksürdüm, vakit kazanmaya çalıştım. Beni babası olarak mı görüyordu? Bu kahrolası şeyi gerçekten itiraf etmiş miydi? Aptalca sırıtmak istememem beni bir pislik yapar mıydı? Sonya'nın asla gelmeyeceğini biliyordum. Kahretsin bunu ona ne zaman söyleyebilecektik, ne kadar süre daha annesine kinlenmesine izin verecektik?

"Hayır Wren. Baban benim dostumdu. Bence sağlam bir ikili olmamız onu mutlu ederdi."

Gülümsedi. "Üçlü. Rebel da var."

Rebel telefonuna bakarak kalçasını tezgâha yasladı. "Riley ve Dez bu gece için bir görüşme ayarlamışlar. Tony Harris. O pislikten nefret ederim ama Don'un tarikatla olan bağlantısını bilmeyen nadir müşterilerinden biri. Tehdit altında olmak hoşuna gitmemiş."

Riley ve Dez, kedi ve köpek gibiydi. Başkan Yardımcıları olarak görevlerini yerine getirirken bile bir rekabet içindeydiler. Dinamik hoşuma gidiyordu. Mücadele ikisini de en iyi olma ispatına itiyordu. Kardeşim meydan okumalara direnemezdi ve Riley ise... gerçekten temasa geçtiğimiz herkese kâbus yaşatıyordu.

Sawyer ve Seth arasındakiler ise... henüz çözemiyordum. Tek kelimeyle garipti. İkisinin de sırları, tarikatla bağlantıları vardı. Ve aynı pozisyonda olmalarına rağmen çok nadir konuşuyorlardı.

Emerson ve Morgan, araya karışmıştı. Çok doğal bir şekilde sürüye uyum sağlamışlardı.

"Don para ve sadakat kaybetmeye başladı. Borçları birikiyor. Tarikat kısa sürede bir ödeme bekleyecektir." Rebel'ın sıktığı çenesini parmaklarımın arasına aldım. "Yakında da en sağlam kanadını kaybedecek."

Başını sallayıp gözlerini kaçırdı. Kararsızlığı yüzünden değildi, kırılmaz bir çelik kadar kararlıydı. Sadece nefretle yanıyordu, ağzını açsa, kafasından geçen düşünceleri paylaşsa kelimeleri de aynı nefretle kavrulmuş olarak çıkacaktı.

"Hadi, açlıktan ölüyorum," diyerek Wren'in tezgahtan inmesine yardım etti.

Wren çişinin geldiğini söyleyip alt kattaki tuvalete koşturduğunda fırsatı değerlendirdim. Rebel ada tezgahına dönükken arkasından yaklaşıp, gövdemi sırtına bastırdım ve kulağına eğildim. "Dün gece..."

"Bir hata olduğu gibi bir saçmalık söylersen suratını yumruklarım."

Göğsümden bir kıkırtı yükseldi ama kendimi durdurdum. Hata mı? Henüz o kadar kafayı yememiştim.

"Kaçtın Rebel. Bu işte yalnız değilsin. Seni konuşman için zorlamak istemiyorum o yüzden bu içine kapanma olayını kısa tut. Söz konusu sensen yeterince sabırlı bir adam değilim."

Omzunun üstünden bana baktı. Parmaklarım omuzlarında ve çıplak kalçasında tembelce dolaşıyordu. "Kaçmadım Logan."

"Eğer kendini hazır hissetmiyorsan izleyebilirsin. Senin için seve seve onun kafasına bir kurşun sıkarım."

"Hayır," dedi alçak bir hırıltıyla, "O benim. Ayrıca o ölüm şekli Konstantin için fazla merhametli."

Hissedip hissetmeyeceği ya da bundan ne anlam çıkaracağı umurumda değildi. Dudaklarımı başının tepesine yaslayıp homurdandım. "Hayatım boyunca pek çok şeyle suçlandım merhametli olmak onlardan biri değildi."

"Belki de," dedi hepimize birer bardak portakal suyu doldururken. Bu hareket bile o kadar aitlik hissi yaratıyordu ki tenimi ısıtıyor kendimi ona daha fazla bastırmama sebep oluyordu, "Bana kıyasla biraz yufka yürekli kalıyorsundur."

Burnumdan güldüm... tabii.

Kapıya bir göz atıp Wren'in adım seslerini dinledim henüz burada değilken... Kalçalarını tutup, poposunu aletime doğru çektiğimde sessizce iç geçirdi, kollarımda gevşiyordu.

"Merhametsiz tatlı bir yalancısın değil mi?" Titreyen parmaklarıyla tezgahın kenarını kavradı. "Bana merhamet etmediğin kesin. Bu yönüne bayılmaksa beni ruh hastası bir bağımlı haline getiriyor..." Bir elimle tezgahın üstündeki eline uzanıp sıktım. "Çünkü bedelini, bedenine ödetmeyi seviyorum. Altımda kıvranman, bana, bu sefer de benim merhametime kalman..."

Seni seviyorum...

Kara kalbime ortasına doğru bir delik açarak sinsice kıvrılmana deli oluyorum...

Kolunu yukarı kaldırdığında boynuma tutundu, başı da göğsüme yaslanmıştı. Tam o sırada Wren paldır küldür mutfağa koşturdu. Rebel'dan ayrıldığımda telaşla boğazını temizledi. Yanakları kıpkırmızıydı.

Dudağım alçak bir ifadeyle kıvrıldığında, "Pislik," diye nefesinin altından mırıldandı.

🐉

"Tanrım! Bu acıtmış olmalı."

"Hayır canım. Bana oldukça rahat hatta keyifli göründü."

Riley; Emerson ve Morgan'ın tartışmalarına burun kıvırdı. "Hayran bakışlarınıza biraz daha devam ederseniz, evde denemeyin diye uyarı geçmek zorunda kalacağım."

Rebel, elindeki kokteyl bardağını arkadaşlarına kaldırıp sahneye doğru omuz silkti. "Bahislere açığım, hepsini yapabilirim."

Kardeşim homurdandı. "Hayır yapamazsın. En iyi ihtimalle boynunu kırarsın."

Bense hırıltımı bastıramadım. "Deneme bile. Seni o direğin yakınlarında görürsem bu mekanın kapanmasına sebep olabilirim."

Rebel gözlerini devirdi. White Rabbit'te sahneye atlayışını ve insanlar ona salyalarını akıtırken kalçalarını sallayışını unutmamıştım. Yani bir striptiz kulübünde sahnedeki o dansçılardan birinin direğine sırf meydan okuma için saldırmak gözünü korkutmazdı.

Dez bana tek kaşını kaldırdı. "Ellerini mekanımdan uzak tut Başkan." Yuvarlak locada yanımda oturan Rebel'a baktı. "Sen de yerinde dur dişi Başkan."

Sawyer kahkahayı bastı. "Dişi mi? Kahrolası beynin hangi çağda yaşıyor senin?"

Seth ilgi ve karanlık bir merakla Sawyer'ın kahkahasına dikkat kesilmişken Dez kıza kaşlarını çattı. "Bu kadar komik olan ne?"

Sarı örgülülerini çekiştirirken utandığını anlamıştım ama nedenini kestiremedim.

Riley kayıtsızca hepimizi aydınlattı. "Kitaplarından birkaçını kurcalama gafletinde bulunmuştum. Süper büyük sikleri olan erkek periler ve ateşli dişi periler falan vardı. Aklın oraya mı gitti hayatım?"

Sawyer tıslayarak bacağına vurduğunda yüzümü buruşturdum. Nasıl haltlar okuyordu böyle?

"Ah, ben bir tanesini okumuştum," dedi Rebel hülyalı hülyalı, "Size söylüyorum, o kitaplar resmen birer hazine. Senden yanayım Saw, hâlâ rüyalarıma giriyorlar."

Dez'in sahibi olduğu striptiz kulübünün mor, kırmızı ve mavi tonlarındaki flaşlı aydınlatmalarına, üç ayrı platforma ayrılan sahneye ve altındaki masalarda etrafa paralar saçan sarhoş kasabalılar ve turistlere göz gezdirirken homurdandım. "Bunu söylememişsin gibi davranacağım."

Işığın düşmediği, yarım bir perdeyle kapatılmış, mekanın en arkasında kalan özel bir bölmedeydik. Ama yine de bakışlar üzerimizdeydi. Turistler üzerimizdeki derileri rahatsızlıkla ve bir parça korkuyla çaktırmayan izliyor; kasabalılarsa verdiğimiz kayıplar için koruyucularına saygı ve sessiz bir merakla bakıyordu.

İki dansçı kalçalarını sallayarak locamızın önüne geldiklerinde Rebel ve Riley sırtlarını dikleştirdiler. Çünkü Dez'e, bana ve Seth'e olan bakışlarını yakalamışlardı.

Bir tanesi beni baştan aşağıya süzdü, "Başkan..." Sonra da Dez'e döndü. "Patron... Bir şeye ihtiyacınız var mı?"

Rebel'ın masada duran eli uyluğuma indi, sertçe sıktığında kadına tek kelime etmesine gerek kalmadı. Ona bakmıyordum çünkü bakışlarındaki ateşle baş edemezdim, dudaklarını yağmalama ihtiyacıyla az sonraki işe odaklanmayı başaramazdım. Ama kadınlar gözlerinde her ne gördüyse yapmacık gülümsemelerle kaçarak uzaklaştılar.

"Çalışanlarıma nazik davranın," diye homurdandı Dez.

Riley bakışlarını kardeşimin yüzüne dikti. "O halde çalışanlarını konumlarımız konusunda aydınlat. Buradaki tek Başkan, Sin değil..."

"Eh ama buradaki tek patron benim."

Riley -Rebel'ın köpekbalığı gülümsemesi adını taktığı şekilde- gülümsedi. "Uzun sürmez."

Kardeşimin burun delikleri genişledi. Herkes öfkeli olduğunu düşünüyor olabilirdi ama ben altında daha derin ve karanlık bir şey olduğunu görebiliyordum.

Rebel'ın uyluğumdaki elini kavradım. "Bölgene işiyorsun Başkan."

Gururla dolduğumu inkâr edemezdim.

"En iyisinden öğrendim," diye yapıştırırken elini çekmeye çalıştı ama bırakmadım.

"Elin orada kalıyor."

Bir fedai yanımıza gelip Tony Harris ve dört korumasının mekana giriş yaptığını haber verdi. Adam eğlence düşkünü bir piç kurusuydu ve bir striptiz kulübünde buluşma gerçekleştirmenin sinirlerini yatıştıracağına karar vermiştim. Sabrım saç teli kadar hassastı, iş birliğini kabul edene kadar üstünlük taslamaya yeltenirse elimden bir kaza çıkabilirdi.

Avcumuza aldığımız diğer müşteriler Don'la olan tüm anlaşmalarını feshediyor, yatırımlarını çekiyor, para akışını durduruyorlardı. İngiliz bir bürokrat olan ve konumu için yaptığı yolsuzluklar dışında bir de mafyanın maşası haline gelen Anthony Harris'den de aynısını isteyecektik, işi aramızda yürütecektik. Elbette karşılığında bir şey bekliyorlardı. Biz de onlara gerçeği veriyorduk. İsimlerinin geçtiği suçlar, tarikatla bağlantıları... Sonra da küçük tatlı tehditlerle süslüyorduk. Hayatlarının nasıl mahvolabileceği gibi mesela... Tony gibi adamların endişeleri daha büyüktü ve tarikattan kurtulacağımız yolu döşerken, ortak olmaktan korkmuyorlardı.

Seth ve Sawyer adamı karşılamak için ayaklandığında Riley de arkalarından gitti. Bu işi onlar halledecekti. Rebel bu konuda ısrarcıydı. Dez Tony'i ofisine yönlendirmek için diğerlerine katılmadan önce duraksadı. Masanın önünde ayakta duruyordu. Çenesi gerilmiş, elleri yumruk halini almıştı.

"Ne oldu?" diye sordum.

Doğrudan Rebel'a baktı. "Carter kim?"

Ani soruyla yanımdaki kadına döndüm, ben de meraklanmıştım ve bunun bir erkek ismini direkt ona sormasıyla alakası yoktu ya da başka sırrı var mı diye içimi yiyip bitiren merakla...

Rebel yüzünü buruşturduğunda bu ismin bir şey çağrıştırmadığını anladım.

Kardeşim daha da gerildi. "Riley'nin Carter diye bir herifle telefonda konuştuğunu duydum..."

Tatlı yalancımın gözleri şaşkınlıkla irileşti. Emerson ve Morgan da yerinde kıpırdandı.

"Bu seni ilgilendirmez Dez," dedi ama sesi güçsüz bir fısıltıdan ibaretti.

"Artık sürünün Başkan Yardımcısı olduğu için evet ilgilendirir. Güçlü bir aileden geldiğini biliyorum ve herhangi bir sürprizle karşılaşmak istemiyorum."

Rebel bu bahaneyi yutmamıştı ben de öyle.

"Onunla telefonda konuştuğunu duydun mu?"

Dez başıyla onayladı. Sertçe.

Kızlar kendi aralarında tedirgin bakışlarla konuştular sonra da Rebel yüzüne sahte bir gülücük kondurdu. "Carter konusunda endişelenme. O... zararsızdır."

"Kim olduğunu söylemedin," diyerek dişlerini sıktı Dez.

"Seni ilgilendirmediğini söyledim." Rebel'ın çıkışması konuyu kapattığına ve tek kelime etmeyeceğine dair bir işaretti.

Kardeşim uzaklaşırken yavaşça güzel kıvırcık saçlara ve endişeli yeşil gözlere döndüm. Bakışlarıma karşılık verdiğinde çenesini kaldırdı. "Deneme bile. Özel hayatını kurcaladığınızı duyarsa Riley'in gazabıyla aranızda durmam."

🐉

Tony ile olan görüşmemiz umduğumdan daha iyi geçmişti. Piç kurusu, aldatılmaktan hoşlanmamıştı. Üstelik bir bürokrat olduğu için önümüzdeki savaşın sıcaklığı geçtikten sonra tarikatla baş etmemiz için de bize destek olacaktı. Karıştırdığı haltların ortaya çıkıp dünyaya rezil olmasındansa ölmeyi tercih ederdi.

Sinner'daki tadilata bakmak için yola koyulduğumuzda kızlarla ayrılmıştık. Cleo ve Cooper tadilatın başında duruyordu, her şeyin doğru düzgün halledilmesini istiyordum.

Motosikletimi kulüp evinin arazisine yönlendirdim, yaklaştıkça birkaç ışığın açık olduğunu görüyordum. Ev genişti, Riley ve Emerson bir odayı paylaşıyor diğer odada Morgan ve Sawyer kalıyordu. En azından onlar bir düzen kurana kadar bu şekilde devam edecekti. Rebel'ın ise... yakın zamanda benim evime temelli taşınmasını umuyordum. Aramızda olan haltlar bile düzelmeden, nerede durduğumuzu bilmeden bunu teklif edemiyordum. Artık ona karşı eskisinden daha temkinliydim. Ama lanet olası yatak odama yerleşmesi uzun sürmeyecekti.

Bekliyordum. Kendini zihinsel olarak üç gün sonrasına hazırlıyordu, ben de zor da olsa mesafemi koruyordum.

Kızların hiçbiri ortak salonda ya da mutfakta değildi. Yukarı kata çıkıp önce sessizce Wren'e baktım. Odasında uyuyordu.

Rebel'ın kaldığı yatak odamın kapısının önünde duraksadım, hafifçe aralıktı. Işık yanıyor, içeriden kargaşa halinde fısıltılar taşıyordu. Kapıyı itip içeriye girdiğimde Morgan ve Emerson'ı yatağın üstünde otururken buldum. Beni görünce gözleri irileşti.

"Gelmişsin Sin," diye bağırdı Emerson.

Sesine yüzümü ekşittim. "Lanet olsun niye bağırıyorsun?"

Sonra onu duydum. Rebel'ın hıçkırığını. Morgan'ın arkamdan fırladığını hayal meyal gördüm çünkü iki adımda banyoda bitmiştim. Rebel havluya sarınmış ıslak saçlarıyla klozetin üstünde oturuyordu.

Kalbim duracak gibi oldu. Ne olmuştu? Kahretsin neden ağlıyordu? Ben yokken başına bir şey mi gelmişti? Kasabanın korumasını beş katına çıkarmıştım, kulağıma değmeden sınırın yanından bile geçemezlerdi...

"Bebeğim..."

Ona yaklaşamadan Riley önümde dikilip beni geri çekilmeye zorladı. "Hayır Sin. Şimdi değil."

"Önümden çekil Riley."

Hırlayışımı buz gibi bakışlarıyla göğüsledi. "Bana bir daha hırlarsan..."

Rebel arkasından yaklaştı. Gözleri kırmızıydı ama suratına sakin bir gülümseme yerleştirdi. Su damlaları gözyaşlarına karışmıştı ve Tanrı aşkına, her geçen gün daha da güzelleşiyordu.

Yüzüne uzanıp dudağının üstüne süzülen bir gözyaşını yakaladım. "Ben yokken bir şey mi oldu, lanet olsun beni aramalıydın..."

Başını iki yana sallayıp yutkundu ama bakışlarını kaçırdı. "Hayır, hayır bir şey olmadı." Boğazını temizledi. Riley'nin elini sırtına koyduğunu görünce gözlerimi kıstım. "Sadece o gece biraz zor geçecek. Tereddüt ettiğimden değil. Tanrım, kesinlikle değil. Bilmiyorum bu garip bir öfke ve beni yiyip bitiriyor."

"Neden sana inanmıyorum Rebel?" diye sordum, sesim beklediğimden daha öfkeli çıkmıştı.

Riley tek kaşını kaldırdı. "Bu senin problemin."

Rebel iç geçirdi. "Riley..." Yeşil gözleri beni buldu. "Bunu çözeceğim. Tek başıma."

"Tamam..." diye fısıldadım. Düşüncelerimden ve mantığımdan aksi yöne doğru kaydığımı biliyordum dün geceden beri dengesiz davranıyordum ama o artık benim bir parçamken, sürünün bir parçasıyken içgüdülerimi bastırmak zordu. "Ama bu gece odama geleceksin. Kız kıza dayanışma olayınız bittiğinde seni yatağımda istiyorum."

Başını sallayıp, beni geçiştirdi. Banyodan çıkarken son bir kez Rebel'a baktım çoktan sırtını dönmüştü. Bir kurt içimi kemiriyordu.

Riley peşimden gelip beni kapıya kadar ittirirken ona dik dik baktım. Kapıyı suratıma çarpmadan önce kolundan tutup dışarıya çektim ve kapıyı arkamızdan çarptım.

"Rebel o imzayı attığında bu sürünün bir parçası, Başkan Yardımcısı olmayı kabul ettin," derken dişlerimi sıktım. "Benim Başkan'ın olduğumu ve düşmanın olmadığımı o kalın kafana sok. Eğer sınırlarımı zorlarsan sana buradaki hayatını zindan ederim Riley ve bu konuda hiçbir halt yapamazsın."

Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Amaçlarımız aynı diye, bu seni diğerlerinden farklı yapmıyor. Hepiniz aynı bokun farklı renklerisiniz. Sürüyü tolere edebilirim, onların bir parçası olabilirim. Görevimi layığıyla yerine getiririm. Ama Rebel'ı her zaman senden koruyacağım." Parmağını göğsüme bastırdığında şakaklarımda kaslar seğiriyordu. "Onu buradan nasıl kovduğunu, kollarımda nasıl ağladığını, nasıl bir kere daha parçalandığını, nasıl ona doğrulttuğun silah yüzünden ödünün patladığını ve nasıl onu incitmek için Max'i kullandığını unutmadım. O görmüyor olabilir ama ben görüyorum."

Hatırlatmaları, göğsümü sivri bir bıçak gibi deşti. Çünkü ben de unutmuyordum ama ikimiz de birbirimizi incitmiştik. Artık ikinci bir şansımız vardı. Olmasaydı da, belki de bundan yıllar sonra dayanamayıp o şansı kendi ellerimle yaratacağımı biliyordum.

Riley'e gülümsedim ve kapının ardındaki kadını gösterircesine elimi kaldırdım. "İçerideki kadını görüyor musun Riley? Kahrolası saçının bir teline bile dokunanı hiç ter dökmeden binlerce yöntemle öldürürüm. Ve emin ol bir gün onunla evleneceğim. Onu karım yapacağım. Sen de lanet olası bir nedime elbisesi giyip, konvoyda yanımızda süreceksin. Düğünümüzde en güzel gülümsemenle tam arkasında duruyor olacaksın."

Riley gözlerini kırpıştırıp hiçbir şey söylemediğinde çekip gittim.

Rebel gece yatağıma gelmedi.

İntikamın bir tadı olsaydı, içi kanla kaplı bir jelibona benzeyeceğine emindim. Çok tatlıydı ama bir şekilde dehşet verici şekilde acıydı.

İki yıldır bu an için bekliyordum. Bu an ve daha nice benzer anlar. Hayallerimdeki vahşet hiç azalmıyordu, gün geçtikçe daha da güçleniyordu. Bu beni hasta bir kadın yapsa bile umurumda değildi. Ben intikamı hak ediyordum. Bebeğim bunu hak ediyordu.

Yıllar içinde -özellikle Damgrave'deyken- pes ettiğim, hayattan umudumu kestiğim olmuştu, kendime acıdığım ve dostlarımın hayatta olmasıyla kendimi avuttuğum bir dönem. Ama tam yanımdaki, ben motosikletimde otururken parmaklarını deri ceketimin sırtında cesaretlendirici dokunuşlarla gezdiren, zifiri karanlıktan daha tehlikeli bir karaktere sahip olan o adam düştüğüm çukurdan çıkmama yardım etmişti. Çarpık yalanlarla, kindar kandırmacalarla başlayan hikayemiz hiç tahmin edemeyeceğim bir partnerliğe evrilmişti.

İnancım, kararlığım ve amaçlarım beni bu noktaya getirmişti ama yolumdaki engelleri teker teker temizleyip önümü açan Logan'dı.

Helbarvest'in dışındaydık. Carltown'ın batı eyalet sınırına yakındık. Issız bir dört yol ağzının yaklaşık dört kilometre uzaklığındaki bir benzinlikteydik. Gece bizi gizliyordu, yağmur bastırmak üzereydi bu yüzden ay ışığını bulutlar örtüyordu.

Birkaç gündür kafamda dolaşan bütün düşünceleri susturmuştum. Ara ara ürpersem de sadece tek bir şeye, tek bir isme odaklanmıştım.

Konstantin Abramov, geçmişimin ve bebeğimin katili eyalet dışına götürülecek bir sevkiyata eskortluk edecekti. Bu onun son sürüşü olacaktı. Gördüğü son yüz benimki olacaktı.

Herkes kendi görevine odaklanırken, gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Kalp atışlarım sanki yeri sarsanlar adımların sertliği ve ritmiyle kulaklarımda yankılanıyordu. Diğerlerinin de duyabileceğini düşünüyordum.

Telefonun çalmasını bekliyordum ve o kadar dalıp gitmiştim ki, Logan'ın bacağımdan kalçama doğru tırmanan elini ancak dikkatimi çekmek için etimi sıktığında fark ettim.

"Hazır mısın?"

Sigarasını dudaklarına götürdü, koyu sarı saçları rüzgârdan dağılmıştı, kirli sakalları uzamış keskin yüz hatlarını kaplıyordu. Gececil hayvanlar gibi alev alev parlayan gözleri bakışlarımı arıyordu. Sigarasını elinden kapıp içime çektim. Ağzıma odaklandı ve alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırdı.

"Hazır olduğumu biliyorsun."

Onun zaafı, yarası ve düşkünlüğü olduğumu biliyordum. Logan Sin Gowan gibi bir adamın, bu hayatta düşkün olduğu tek varlık olduğunuzu çıplak gerçeklerle görebilmek, kemiklerinize kadar canlandıran ve aynı zamanda tutkuyla tüketen bir duyguydu. Günahla kaplanmış, günah tarafından kutsanmış bir kraliçe gibi hissediyordum. Aşkını içinde tutuyordu, gerçekten kendini bıraktığında beni tatlı bir karanlığa çekeceğini biliyordum.

Sigarasını ona geri uzattım. Yeni bir sigara yakabilirdim ama aramızdaki bu aramızdaki bağın ilk sembolü gibi geliyordu.

"Onu yalvarttığını duymak istiyorum," dedi buyurgan ama bir o kadar kaygısız bir şekilde, "Acele etme. Sürü sana bu gece ihtiyaç duyduğun tüm zamanı sağlayacak."

Tek kaşımı imalı bir şekilde kaldırdım. "Karışmayacak mısın? Müdahale etmek için yanıp tutuştuğunu biliyorum."

"Hayır güzelim. En az senin kadar kana susamış olabilirim ama ben akıllı bir adamım. Dolu bir silahın önüne atlamam." O dolu silah ben oluyordum... Göz kırptı. "Onu sana sunacağın, ağzına bir elma kıçına da bir kurdele takacağım. Gerisi senindir."

"Çoğu yetişkin, intikamın bir insanı nasıl mahvedebileceği ile ilgili nutuk çekerdi," diye dilini şaklattı Sawyer tam çaprazımdan. Motosikletinin üstündeydi. Seth ise arkasında duruyordu. Eğer adamı az çok çözmemiş olsaydım sevimli bir yavru köpek gibi etrafında dolandığını söylerdim. Hoşuma gitmese de, sessiz tehditlerim Seth'i Sawyer'dan uzak tutmaya yetmiyordu.

Logan yüzünü buruşturdu. "Saçmalık." Cleo ve Cooper arkasında kıs kıs güldüğünde kolu belime dolandı ve kulağıma eğilerek fısıldadı, avcu karnıma baskı yapıyordu. "Seni tanıyorum. Canını yakanların kanını dökmenin, seni bir kutu çikolata ve bir buket çiçeğin asla yapamayacağı şekilde ışıldatacağını biliyorum. Bu gece sonlandığında zaferle parlayacaksın ve ben de o zaferi, teninin üstünden tadacağım."

Omurgamdan bir ürperti indi. "Bu bir söz mü?"

Boynunu büküp yüzüme baktı. "Bu bir yemin."

Logan'ın telefonu çaldığında bedenim beklentiyle gerildi. Ekran Axel'ın adıyla yanıp sönüyordu. Telefonu kulağına götürdü ve o sırada çenemi tuttu. Telefonu kapatana kadar baş parmağı alt dudağımı çekiştirdi ve gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı.

Belimdeki Glock tabancayı ve kovboy çizmemdeki bıçağı kontrol etti. Bu gece herkes birden fazla silah taşıyordu. Onun üstünde de bir Glock vardı ve aynı zamanda Seth ile ikisinin sırtlarında birer tüfek bulunuyordu. Bana kalırsa erkekler oyuncaklarıyla oynama fırsatı yakalamışlardı ama onlara göre, ne zaman gerekeceğini tahmin edemezmişsiniz.

Logan diğerlerine işaret verdiğinde motosikletlerin gürültüsü benzinliği doldurdu.

"Dikkatli ol," dedi bana kaşlarını çatarak, "Sana yaklaşmalarına izin vermeyeceğim. En azından tek parça halinde."

Sadece başımla onayladığımda, dudakları gerildi. Yüzümü avuçlarının arasına aldığında nadir gördüğüm bir yanını gösteriyordu. Logan, endişeliydi. "Sesini kullan bebeğim tamam mı? Dikkatli olacağını söyle."

Uzanıp onu yanağından öptüğümde gözlerini kırpıştırdı. İkimiz de bir an donup kaldık. İlk defa onu yanağından öpüyordum. "Vurulmamaya çalış," diye fısıldayıp gazı kökledim.

Logan bir süre beni izledi sonra da boğazını temizleyerek motosikletine yöneldi.

"Hadi sürü yapalım şu işi!"

Axel ve Bolin'le aramızda on beş dakikalık bir mesafe vardı. Boynuzlu Yılanları gördüklerinde bize haber vermek için gizlenmişlerdi. Doğruca üstümüze, tuzağımıza geliyorlardı.

Benzinlikten ayrılırken iki grup halinde ayrı yönlere yöneldik. Kızlar, ben ve Seth sağ şeritten yola devam ettik. Logan, Cooper, Cleo, Dez, Fox ve Rico ise oldukları yerde gizlendiler. Bu yol fazla kullanılmıyordu, Boynuzlu Yılanların sevkiyat rotasında tercih etmelerinin sebebi de buydu. Doğruca kucağımıza düşeceklerdi.

Kısa mesafeyi aşarken Emerson bir şarkıyı bağırarak söylemeye başladı. Anılarımız zihnime dolarken vücudum biraz daha rahatladı. Bizim şarkılarımızdan biriydi. These Boots Are Made For Walkin' sözleri motorların bağırtısı arasında dolaştı arkamı dönmesem de Riley'nin bile eşlik ettiğini duydum.

Seth'in en arkadan seslenişine ise kesinlikle şaşırmıştım. "Siz sandığımdan daha çatlaksınız."

Gülümseyişim bir kahkahaya dönüştü.

🐉

Riley ve Seth şeritlerin iki yanına geçip lastik patlatan, neredeyse görünmez yol kapanını kurduklarında asfalta dizdiğimiz motosikletlerden sonuncusunun da farlarını kapattım. Yağmur yağmaya başlamıştı ve etraf hem sakin hem de karanlıktı.

Motosikletlerin önüne tek sıra halinde dizildik. Hepimiz silahlarımızı hazırda beklettik. Seth tüfeği yere, motosikletine dayadığında boynunu kütletti. Kalbim güm güm çarpıyor, yağmurun sesi hızlı soluklarımı bastırıyordu.

Logan, Konstantin benzinliği geçtiğinde onları arkadan sıkıştıracaktı. Hızlanacaklarını ve doğruca bize geleceklerini biliyordum. Sürüş halindeyken çatışmaya girmezlerdi ama tırın içindekiler için aynı şey geçerli değildi.

Biz ise yol kapanından güvenli bir uzaklıkta pusuya yatmıştık. Yılanları iki yönden kıstıracaktık. Kapana gireceklerdi, adrenalin onları körleştirecekti.

Ağzıma metalik bir tat dolduğunda derin bir nefes verdim sonra da telefonum çalmaya başladı.

Şiddetli rüzgârdan Logan'ı zar zor duyuyordum. "Onları size getiriyoruz bebeğim. Gözlerin yolda olsun."

"Sabırsızlanıyorum," derken sesim çatlamıştı. Bir şey daha söyleyemeden telefonu kapattım.

Silahımı yola doğrultarak çizmelerimi zemine sabitledim. Saçlarım yüzüme savruluyor, zihnim uğulduyordu. Bu Helbarvest'i temizlemek adına sadece başlangıç olacaktı, Konstantin sadece bir adımdı... ama benim için, içimdeki kavurucu acının soğuması için sonun başlangıcı olacaktı.

Nefretimi daha önce birkaç kez bağırıp çağırmak ve ağlamak dışında dilediğim gibi dile getirmemiştim. Sözcük ararsam yeterli gelemeyeceğini biliyordum. Konstantin'e karşı beslediğim kinin henüz bir sözlük tanımı yoktu.

Konstantin Abramov bu gece benim ellerimde can verecekti ve sıra Don Viperan'a gelecekti, babam olacak o şerefsiz yılana.

Gelecek ne getirirse getirsin, tarikatla yeni bir mücadeleye soyunacak bile olsak, daha kanlı bir savaş çok yakında bile olsa özgür olacaktım.

Bebeğim özgür olacaktı. Annesinin ona yaşama hakkı vermeyenlerin celladı olduğunu bilecekti.

Karanlık yolda bir ışık huzmesi belirdi. Yaklaştıkça büyüdü ve birkaç parçaya bölündü. Motosikletlerin farları hızla bize doğru yaklaşıyordu.

Sonra ilk silah patlaması uzaklardan yankılandı. Biri diğerini izledi. Tekerler asfaltta sürterek tiz sesler çıkardı.

İrkilmedim. Kılımı bile oynatmadım. Varsın üzerime sürsün, varsın beni ezmeye çalışsın... Geriye bir adım bile atmayacaktım.

"Bu sefer yalnız değilsin," dedi Sawyer.

Riley kendi çizmesiyle benimkini dürttü. "Sakın tereddüt etme, diğerlerini siktir et, arkanı kollayacağız Rebel."

Dostlarıma minnettar bir şekilde gülümsedim. Varlıkları sırtımdaki görünmez yüklerin altına en sağlam kayadan bile sert birer destekti. Konstantin'i bize doğru kovalayan adam da öyle.

Benim canavarım.

Seth'le göz göze geldiğimde hafifçe başını salladı. "Gözler yolda Başkan."

Sırıtarak önüme döndüm.

Artık görebiliyordum. Tır iki şeridin ortasında ilerliyordu, Boynuzlu Yılanların sürüş düzeni bozulmuştu çünkü sürü tırın etrafını sarmış yılanları sıkıştırmıştı. Tırın farlarının önünde altı motosiklet yalpalayarak, gövdeleri birbirine tehlikeli bir şekilde sürterek mesafeyi tekrar açmaya çalışıyordu.

Bir silah daha patladı. Tır sağa sola saptı ve acı bir fren sesiyle yavaşlamaya başladığında yılanları saldırıya tamamen açıkta bıraktı.

Logan için endişelenmek istemiyordum, onun korkutucu bir şekilde işinin ehli olduğu biliyordum. 48'ini gözleri kapalı bile sürebileceğini, o motosikletin üstünde birkaç kişiyi rahatlıkla vurabileceğini biliyordum. Üstelik o kapıdan girersem, vurulduğunu ya da düştüğünü hayal edersem Konstantin'e olan hıncımı bile unutabilirdim.

Tır, kapana birkaç metre kala tamamen durdu. Sürü son sürat yılanların peşindeyken motosikletlerden biri yoldan saptı, metal korkuluklara çarpıp savruldu. Beş kişi kalmışlardı. Ve tuzağımızı fark etseler bile duramayacakları kadar hızlılardı. Eğer dururlarsa, Logan ve diğerleri onları paramparça ederdi.

Küfürler, bağırışlar ve motorların birbirini bastıran kükreyişleri artık daha net duyuluyordu. Sürü aralıklarla ateş ediyor, yılanların enselerine biniyordu. Onlara kaçacak, düşünecek, birbirlerinden ve onlardan uzaklaşacak fırsatı tanımıyorlardı.

Bu bir tuzak olduğu kadar gerçek bir avdı. Konstantin'i avlıyorduk.

Bir Boynuzlu Yılanlar üyesi daha vurulup kontrolünü kaybettiğinde motosikletinden düştü. Adam zeminde yuvarlanırken motosikleti korkuluklara doğru kayarak bir gümlemeyle çarptı. Dez'in Fat Boy'u düşen pislik yüzünden yalpaladı ama hemen toparlanıp sürüye katıldı.

Artık her birini seçebiliyordum. Logan'ın sürünün ortasında hedefine kilitlenmiş ve hırsla, öfkeli bir tanrının hiddetiyle sürüyordu. Hemen önünde... üç kişi kalmış yılanlar ve Konstantin vardı.

Logan kolunu kaldırıp elini yumruk yaptığında sürü yavaşladı.

Konstantin'in yüzünü tam olarak göremiyordum ama aynalarına baktığını sonra da şaşırıp başını arkasına çevirip kontrol ettiğini görebiliyordum.

Kapana yaklaştılar, yaklaştılar, durmadılar.

Silahımı daha sıkı kavradım. Kalbim dönen tekerlere eş bir ritimle güm güm çarpıyordu. Avuçlarım kaşınıyor, alnımdan ter akıyordu.

Yılanlardan biri beşimizi ve kapanı fark ettiğinde aniden frene asıldı. Panikle arka frene yüklenmiş olmalıydı bu yüzden motosikletinden fırladı.

Konstantin ne olduğunu anlamamıştı. Anlasa da artık önemli değildi. Kavrayıp harekete geçeceği saniyeleri çoktan aşmıştı.

Bakışlarımız buluştu. Omurgamda alevler dolaştı. Burnundan soluyordu, öldürmeye niyetli, başına ne halt geleceğini umursamayan bir aptaldı. Bu yüzden beni yıkıp geçmek için gaza yüklendi. Kapanı fark etmişti, umursamıyordu. Orospu çocuğu...

İki motosiklet de kapana girdiğinde, lastikleri gürültüyle patladı. Konstantin hakimiyetini yitirince motosikletle birlikte devrilmeyi reddetti ve kendini yana doğru attı.

Diğer adam ağır çeliğin altında ezilerek, kayarak ve haykırarak ayaklarımızın dibine kadar sürüklendiğinde Seth tereddüt etmeden adamı başından vurdu. Birer birer düşmüşlerdi arkalarında da yılan zehrinden ve kandan izler bırakmışlardı.

Konstantin'in sarı kafasına, Boynuzlu Yılanlar armalı deri ceketine ve toparlanmasına fırsat vermeden onu haklamak için asfaltta omuzlarının üstünde dönerek yuvarlanışına öyle kilitlenmiştim ki, az önce frene basan herifin kapanın korkulukla arasındaki boşluktan hızla geçip gittiğini son anda gördüm.

Riley ve Morgan ateş etseler de pisliği vuramadılar. Gözümün ucuyla Seth'in motosikletine dayadığı tüfeğe atıldığını gördüm ancak Sawyer ondan önce davrandı.

Seth ona bakakaldı. Tüfeği omuzladı, yanağını dipçiğe yasladı ve derin bir nefes aldı. Ateş ettiğinde hafifçe geri sekti ancak kaçan adam sırtına yediği kurşunla yere serildi. Hepsi saniyeler içinde yaşanmıştı. Seth şaşkındı ama biz değildik. Sawyer'ın şefkatli, yumuşak ve kırılgan katmanlarının altında ne olduğunu çok iyi biliyordum.

Konstantin'e döndüm ellerini ve dizlerini yere bastırmış yarık kaşından ve kollarındaki kesiklerden kan damlarken doğrulmaya çalışıyordu. Logan ve diğerleri kapanın önünde durup yürümeye başladılar.

Bir adım diğerini izledi, koştuğumu sanmıyordum ama zaman algım olduğu da söylenemezdi. Titriyordum, dişlerim kamaşıyordu.

Yaklaştıkça, onun alanına girdikçe, kin ve öfkeyle dolu donuk gözlerini bana diktikçe kulaklarım çınlamaya başlıyordu.

Tanrım. Nihayet... nihayet.

Bir mahşer günü hesaplaşması gibiydi, sadece Konstantin ve ben vardık.

Anneni duy Max'im.. İzleme ama beni duy. Seni incitenlere neler yapacağımı duy. Dostumu ve amcamı öldürenlere neler yapacağımı duy.

Konstantin'in tepesinde dikildiğimde çenemi dikleştirdim. Sürü ikimizi bir çemberin ortasına almıştı. Sadece Logan daha yakın duruyordu, gözlerini Konstantin'in hareketlerinden ayırmıyordu. Derin nefesleriyle göğsü inip kalkıyordu.

Konstantin hızla silahına davrandığında onu vurmak için hazırda bekliyordum ama biri benden önce harekete geçti. Konstantin parçalanan parmaklarını tutarak kükrediğinde tek kaşımı kaldırarak Logan'a ters ters baktım. Omuz silkti. Pislik.

Konstantin bağırmayı bıraktı ve kahkaha atmaya başladı. Sesi sinir uçlarımı uyuşturuyordu, beni çileden çıkarıyordu ama sakin kaldım.

"Küçük ejderha büyük bir sürtük olmuş ve kocasına dişlerini geçirmeye karar vermiş..."

Logan'ın hırıltısını buradan bile duymuştum. Dişlerini sıkıyor, Konstantin'i paramparça etmemek, beni çiğneyip geçmemek için tüm gücünü kullanıyordu.

Bense... Konstantin'in bu laflarına ve korkaklığını alayla gizleme yöntemlerine toktum.

"Kocam mı?" diye sinirlerim bozularak güldüm.

Alayım hoşuna gitmedi. Tek elinden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. "Bir hain çıkmamış olsaydın, karnına bir bebek koyduktan kısa bir süre sonra karım olacağını ikimiz de biliyorduk."

Bir daha güldüm. Bu seferki bir kahkahaydı. Sert, zehirli, kan ağlayan bir kahkaha. "Karnıma bir bebek koyduğunda..." Konstantin rengi atarak bana, elimde salladığım silaha odaklandı. Akli dengesinin bozuk olduğunu anlamıştım üstelik kulüp evini bastığında da benimle konuşma şeklinden Max'i, bana yaptıklarını hafife aldığını, bazen unutabilecek kadar önemsemediğini de fark etmiştim.

Sesim alçaldı, tiz bir fısıltıdan ibaretti. "Karnıma bir bebek koyduğunda..."

"Rebel, beni öldürmeyeceksin. Don ve tarikatı karşına alamazsın. Ölürsem, onlarla baş edemezsin."

Onu duymadım. Zihnimde bir çınlama vardı, gözümü kan bürüyordu.

Asfalt, zeminde sürüklenişim, bebeğimin canı için yalvarışım...

"Max..." dedim sessizce. "Adını bile hatırlamıyorsun değil mi?"

Yere yumruk attı. "Başına gelenleri hak ettin, arkana aldığın herife aynı ihaneti etseydin sonuçları değişmezdi. Zayıflar avlanır, hainler kuyularını kendileri kazar. Ve o kahrolası bebek daha doğmamıştı bile!"

Donup kaldım. Sebebi şaşkınlık ya da korku değildi. Karnımda biriken, boğazıma tırmanan ve damarlarımı dolduran alevler yüzündendi. Öfkeden başım dönüyordu. Dez ve Cooper'ın Logan'ı tuttuğunu hayal meyal görüyordum.

Max, Sonya, Blake...

Telefonumu çıkardığımda yola derin bir sessizlik çöktü. Numarayı tuşladım ve hoparlöre aldım. Parmaklarım titriyordu ama yine de başardım.

"Ne var?"

Don Viperan'ın sesi bedenlerin arasında dolaştı. Gözümü bile kırpmadım. Logan kaşlarını çatmıştı. Konstantin ise artık paniklemeye başlıyordu.

"Merhaba baba."

Hatta bir suskunluk çöktü. Bir saniye, iki, üç...

"Seni gördüğüm yerde..."

Tehditlerini kestirip attım. "Konstantin'le birlikteyim. Ona merhaba de."

Yine bir sessizlik.

"Ne yapıyorsun Rebel?" diye mırıldandı Konstantin. Aynı anda Don haykırdı. "Ne yaptın sen? Orada ne sikim oluyor!"

Telefonu salladım Konstantin'den uzaklaşıp yolun sağ şeridine geçtim, telefonu yere koydum ve tekrar Konstantin'e döndüm. "Başkan'ın o hattın diğer ucunda, eğer zamanında telefona yaklaşabilirsen nerede olduğunu söylemene ve seni alması için birilerini yollamasına izin vereceğim."

Konstantin doğrulurken kaç kişi olduğumuzu bana saldırırsa onu kaç kişinin aynı anda vurma ihtimali olduğunu tarttı. Sonra boynunu hafifçe büktü. "Nasıl bir numara çekiyorsun?"

Omuz silktim. "Numara yok. Sadece sizi istediğimiz zaman kıs kıvrak yakalayabileceğimizi, karşınızda savaşı kazanacak bir rakibiniz olduğunu göstermeye çalışıyorum. Ve bunu çoktan yaptım." Gülümsedim ve her anından nefret ettim. "Öyle ya da böyle. İkinizi de öldüreceğim. Ama önce elinizden her şeyi aldığımdan emin olacağım."

Kararsız kaldı bir telefona bir bana baktı. Ama sonra... çenesini kaldırıp, gururlu bir tavır sergilemeye çalışarak telefona döndü. Birkaç adım atmıştı ki, silahımı doğrultup diz kapağının arkasına sıktım.

Bağırarak tek dizinin üstünde düştü. Yan yatıp döndüğünde tükürükler saçarak haykırıyordu. "Siktir git! Seni paramparça edeceğim, senin derini yüzeceğim! Kahrolası sürtük!"

Yanına geçtim ve başımla telefonu işaret ettim. "Hadi. Başkan'ın sabırsız bir adam, onu bekletmek istemezsin."

Konstantin hırladı. Suratıma tükürmeye çalıştı ama başaramadı.

"Sana söyledim Konstantin, gitmene izin vereceğim. Devam et."

Gücünü kanıtlamak için, karşımda ezilmeyeceğini göstermek için ayağa kalkmaya çalıştı ama gerisin geri yere kapaklandı. Yeri birkaç kere yumruklayıp... sürünmeye başladı.

Silahımı doğrultup bu seferde diğer dizine sıktım. Bağıracak takati kalmamıştı. Kan kaybediyor, kanı asfalta oluk oluk akıyordu. "Yalancı orospu..." diye tısladı. "İzin vereceğini söylemiştin..."

Dilimi şaklattım. "Öyle mi dedim? Bir yerlerde zamanında yaklaşabilirsen demiş de olmalıyım. Kaçırdın sanırım."

Kıvranıp dizlerini tutmaya çalışarak ayaklarımın dibinde cenin şeklini aldı. "Ne..."

Ona doğru eğildim. "Asfalta kanını akıttığını, kurtuluşun için süründüğünü görmek istiyorum Konstantin. Tıpkı iki sene önce bana yaptığın gibi. Ama gördüğün üzere ben hâlâ adaletliyim, karşında tek başımayım ve sana bir şans tanıyorum."

Omzuna yaslanarak döndüğünde dişlerini birbirine geçirdi. "Lütfen Rebel..."

Gözlerimi yumdum. Burnumdan derin bir nefes çektim, bir nefes daha sonra da bir tane daha.

"Sürün."

Dirseğinden destek alarak bedenini ileriye taşıdı. Acıdan inliyor, solukları tıkanıyordu.

Silahımı tekrar ateşledim, bu sefer kurşun tam beline isabet etti. Yere yığıldı. Yanağı zemine çarptı. Nefes almaya çalışırken öksürüyor, nefesleri tıkanık hırıltılara dönüyordu.

Ağzını açtı ama sözcükler dökülmedi. Topuklarımın üstüne oturdum ve yüzüne doğru eğildim. Gözlerinden başka hiçbir yerini kıpırdatamıyordu. Ağzı kanla ıslanmıştı.

Acıma yok, merhamet yok, vicdan azabı yok, kalbimde ona karşı hiçbir şey yoktu.

"Boynuzlu Yılanlar benim hep zayıf halka olduğumu, yeterince güçlü olmadığımı söyleyip duruyordu," diye fısıldadım kasları kendiliğinden geriliyor, bedeni zangırdıyordu. Öksürdüğünde yüzüme bulaşan kanı elimin tersiyle sildim. "Tik tak... epey kan kaybediyorsun. Sen beni vurduğunda ve karnımı delik deşik ettiğinde, saatlerce dayanmıştım. Sence sen ne kadar dayanabilirsin?"

Eklemlerinden parçalanmış parmaklarını ileriye doğru uzattı erişebilse telefonu tutabilecek kadar yakındı. Titreyen eli külçe gibi yere düştü. İrileşmiş gözlerini bana dikti.

"Cehennemde çürü."

Konstantin Abramov'un bakışları boşluğa kayarken son nefesini bile veremeden geberdi.

Doğrulduğumda rüzgâr deri ceketime çarpıyor, yoldaki ölüm sessizliğine karşı usulca ıslık çalışıyordu. Yağmur hâlâ hafif hafif çiliyor, intikamımın üzerine damlıyordu.

Yanağımdan bir damla yaş süzüldüğünde parmak uçlarımla sildim. Herkesin kıpırtısız bir şekilde beni izlediğini biliyordum. Başımı geriye atıp bulutlu geceye baktım ve gözlerimi yumdum.

Max, Sonya, Blake...

Rider, Ducky...

Yeterince soluklandığımda, ciğerlerimi yakan amansız öfke biraz dindiğinde telefonu yerden aldım. Don hâlâ bağırıyordu.

"Sıradaki sensin baba."

Telefonu kapattım.

Sırtımda büyük bir sıcaklık hissettim. Sanki az önce ayaklarımın dibindeki ölümle birlikte arafta süzülmeye başlamıştım da o boşluktan beni çekerek hayata döndürmüştü.

Kolunu belime sardığında avcu karnıma yapıştı, ilk öpücük başımın tepesine yerleşti. Kokumu derin derin içine çekti.

Bir yırtıcı yavaşlığıyla önüme geçti, Konstantin'in cesediyle aramda durdu. Bedenini, bedenime bastırıp beni her yönden kuşattı.

Buradayım diyordu, vücudu. Her zaman seninleyim, her hücrendeyim.

Yanaklarımı avuçlarının arasına aldığında başımı sarsmadan ama kesinlikle uysal denemeyecek bir sertlikle tuttu. Logan'ın kararan gözlerine baktım. Uzun süre sadece birbirimizi izledik. Delici kehribar bakışlarında çok fazla kelime can buluyordu ama hiçbirini dile getirmiyordu. Henüz.

Sindirmeme yardımcı oluyordu. Zayıf olmadığımı biliyordu ama bu ölümü giyinmem, kabullenmem, atlatmam gerekiyordu.

Alnını alnıma bastırdığında dudaklarıma karşı konuşmaya başladı. Hiçbir kelimeyi bölmem mümkün değildi. O kadar hızlı ve o kadar tutkulu sayıklıyordu ki, kollarında eriyordum.

"Sen bir kraliçesin. Benim kraliçemsin. Mahşer Sürüsü'nün kraliçesisin."

Dudaklarını alnıma bastırdı. "Sana tapıyorum," dedi bu sefer. Sözleri, tam Başkan yamasının yanından deri ceketini yumruklarımla sıkmama sebep oldu. "Gücüne tapıyorum."

Sadece tek bir cümleyi kullanmıyordu ama her nefesinde aslında o kelimeleri haykırdığını biliyordum.

"Logan..." diye fısıldadım, bir şey söylemek istiyordum ama bedenim o kadar çok duyguyla aynı anda savaşıyordu ki, sözcükleri seçemiyordum.

Yüzümü bırakmadan uzaklaştı, ağzı kötücül bir ifadeyle kıvrıldı ve başını iki yana salladı. "Senin yoluna çıkan herkesi mahvedeceğim. Hepsini önümüzde diz çöktüreceğim. Sonra da bedenimize sıçrayan kanlar kurumadan seni o halde becereceğim. Her. Kahrolası. Seferde. Anlıyor musun Rebel?"

Gülümsedim. "Delisin sen."

"Senin yüzünden."

Gözümün ucuyla Konstantin'in cesedine baktım. Logan; her hareketi, bu kadın bana ait, diye gururla bağırırken kolunu belime sardı ve sürümüze seslendi. "Ne yapacağınızı biliyorsunuz."

Cooper'ın motosikletinden Highway to Hell şarkısı yükselmeye başladı, Axel ve Bolin sevkiyat tırını kapanın diğer tarafına getirdi. Sürü cesetleri taşırken ve tırın üzerine benzin boca ederken kahkahalar atıyordu.

"Gerçekten mi?" diye sordum Logan'a.

Kaygısızlığını, neredeyse ölümlerden sıkılmış ama şeytani bir şekilde bu aşamadan keyif alan ifadesine vurulmamalıydım ancak bu çok uzun zaman önce olmuştu.

"Bu bir zafer. Kutlanması gerek..." Durdu ve bakışlarını benden kaçırdı. "Max'in de dinlediğini biliyorum. Annesinin onun için cehennemden bile geçeceğini görmeli."

Onu öpecektim. Kahrolası aklını başına getirecektim. Ama benden uzaklaştı, kapanmamış bir yaradan, o sözcüklerden kaçıyordu. Kızlar yanıma geldiğinde peşinden gidemedim. Logan, Konstantin'in cesedinin yakasını tuttu ve onu tıra doğru hiçbir ağırlığı yokmuş gibi sürüklemeye başladı.

"Bu insanlar..." diye başladı Emerson.

Riley, "Hayvanlar," derken Morgan da aynı anda, "Vahşiler," dedi.

Birbirlerine bakıp gözlerini devirdiklerinde Sawyer kıkırdadı. "Bence eğlenceliler."

Motosikletlerimizi olay yerinden uzaklaştırdıktan sonra düzeni koruyarak yola dizildik. Hepimiz birer birer indik.

Logan bu mesafeye kadar yola benzinden bir şerit çekmişti. Arkasında resmen bir göl bırakmıştı.

Fox'a bakmadan elini uzattığında adam tereddüt etti. Logan hafifçe boynunu büktü. "Zipponu ver Fox."

Omuzları düştü. "Peki Başkan."

Elbette kendisininkini feda etmeyecekti.

Zippoyu yakıp benzinin üstünde attığında tutuştu. Küçük bir alev parlaması, ıslak zemini yarıp zikzaklar çizerek tıra ulaştı.

Tır yandı yandı ve yandı. Yeri sarsan bir güçle patlarken kızlarla birbirimize tutunup vahşeti izledik. Alevler havayı dövüyor, sürü her patlama sesiyle çılgınlar gibi gülüyor, koyu dumanlar gökyüzüne yükseliyordu.

Don Viperan'ın sevkiyatı, parası, yılanları, sağ kolu alevler arasında kaldı. Bu çok büyük bir darbeydi. Ama henüz bitmemişti. Daha yeni başlıyorduk.

🐉

Ottalane'e döndüğümüzde sabahın erken saatlerindeydik. Yorgunluktan tükenmiştim, motosiklet sürmeye âşık olsam da, birkaç saat boyunca kıçımın yumuşak bir yataktan başka bir şey görmesini istemiyordum.

Kasabanın farklı yerlerinde sürüyle dağılmıştık. Kulüp evinin toprak yoluna girerken ruhumdaki hafifliği tarif edemiyordum. Evet her şey daha yeni başlıyordu, belki de korkmalıydım ama tek hissettiğim tatmindi. Güç ve huzurdu.

Kızlar, Dez ve Seth motosikletlerini garajın önüne park ederken Logan ve ben en baştaydık. O motor çalışır halde gidonları bırakıp bana baktığında, beklememi istediğini anladım.

Diğerleri eve yöneldiğinde kırmızı bebeğimden inip Logan'ın yanına geçtim. Beni baştan aşağıya süzdü, bakışlarında ve yüz ifadesinde bir şey vardı ama tam olarak anlam veremiyordum.

"Sorun ne?"

Dudaklarında şefkatli -evet şefkatli- bir gülümseme seğirdi sonra da başını iki yana salladı. Yumruklarını sıkıp bıraktı ve 48'inden indi. Ne yaptığını takip ederken kaşlarım gittikçe çatılıyordu.

Arkama dolandı elleri kalçama yerleşti ve beni motosikletine doğru ittirdi. "Tamam, yorgunluğuma rağmen, üstümdeki kanla beni becermek istediğine dair sözlerini tutup tutmayacağını görmek istiyorum ama bunu seyirciler eşliğinde yapmayı beklemiyordum."

Kıkırtısını dindirmek için dudaklarını ısırdı. "Beni düşüncelerimden saptırma. Bu konuda hafife alamayacağım bir gücün var."

"O halde ne..."

Tek bacağıma hafifçe vurduğunda ne yapmaya çalıştığını anlayıp anında durdum.

Gözlerim büyüdü ve aval aval suratına baktım.

"O kadar şaşırma. Seni bu eve getirdiğim an başka birinin motosikletine binmene izin vermeden, bir sissybar yaptırıp güzel kıçını da Harley'ime yapıştırmalıydım."

Kelebekler... kahrolası kelebekler ateş soluyarak midemde uçuşuyordu.

"Ya artık istemiyorsam? Sonuçta Eş Başkan'ım, kendime ait mükemmel bir motorum var."

Sözlerim heyecanlı soluklarıma tamamen tezattı.

Beni belimden destekleyerek, avucunu kıçımdan ve bacağımdan geçirerek aşağı doğru kaydırırken; bacağımı Harley'in üstüne atmam için kaldırırken ona direnmedim. "İstediğini biliyorum." Kulağıma yaklaşıp dişlerini kulak meme değdirdi. "En az aletime binmeyi istediğin kadar istiyorsun hem de."

Ürperdim. Yalan değildi.

Motosikletine yerleştiğimde yutkundum. Önüme oturup omzunun üstünden bana bir bakış attığında dizlerim titredi. Ara gaz verdiğinde, Harley altımızda kükrediğinde mesajını aldım. Kollarımı kaslı gövdesine dolayıp göğsümü sırtına bastırdım ve gülümsediğimi görmesin diye yanağımı da kürek kemiklerinin arasına yerleştirdim.

Ona arkasından sarılırken motosikleti döndürdü. Toprak yoldan çıkarken bir eli gidondaydı, diğeriyle karnındaki elimi tutup kalbinin üstüne kadar çekti ve orada yumruğunun içine hapsetti. Kalbi avcuma karşı gümlüyordu.

"Tanrım..." diye iç geçirdiğinde yüzünü görmeye çalışarak kolunun yanından eğildim. Elimi öperken mırıldandı. "Lanet dünyadaki en iyi his."

Ona tüm varlığımla sarıldım. İhtiyacım olduğunu bilmediğim her şeydi.

"Peki nereye gidiyoruz?"

"Senin için bir... hediyem var."

"Hediye mi?"

Düz yola çıktığında çok yavaş ilerliyordu. "Hediye denir mi bilmiyorum ama bunu yapmak zorundaydım. Senin için."

"Logan... neden bir hediye için endişelenmeye başlıyorum?"

Kalçasına değen dizimi tuttu ve hafifçe okşadı. "Endişelenme. Bunu... gerçekten seveceğini düşünüyorum. Umarım seversin."

Gaza yüklendiğinde kısa bir an bedenim arkaya doğru kaydı ona tekrar sıkı sıkı sarıldığımda güldüğünü duyabiliyordum. Hediyesine doğru hızla ilerledi. Hem sabırsız hem de kararsızdı. Sevip sevmeyeceğimden emin değildi.

Logan Sin Gowan'ı tereddüt ettiren şeyin ne olduğunu gerçekten merak ediyordum.

🐉

Vee bölüm sonu canavarı!!!!

Diğer bölüme hazır mısınız!! Hediyeye veee başka şeylere ahahahaah

Kendinize bebek gibi bakın

Kocamaaaan öptüm

Kaçtımmm

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

214K 11.5K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
3.3K 646 41
Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde yaygınlaştı. Artık cinsiyet ya da statü...
67.1K 2.8K 25
Aldatıldığını öğrenen Lavinya Dinçer'in tek hedefi kocası Koray'dan intikam almaktır. Hayatını okulu ve Koray'dan alacağı intikama bağladığı anda git...
339K 25.5K 59
Miae güzel bir düş gördü. Güzel bir anıya benzer... Herkesin hayatta olduğu, mutlu oldukları sıcak bir bahar günüydü. Ruth yaşıyordu. Yıldızlarla do...