Ya Deliler Haklıysa?

eyllbooks tarafından

455 37 96

Her insanın doğru veya yanlışları vardır, ben hep yanlış olandım. Daha Fazla

1. Bölüm 'Yabancı'
2. Bölüm 'Nazlı Aydemir'
3. Bölüm 'Yaşam çizgisi'

4. Bölüm 'Göz göze.'

18 5 2
eyllbooks tarafından

Kısa hikâyeleri hep çok severdin. Sen bizi upuzun bir hikâye olarak hatırla.

Hayat bu muydu? Normal insanların hayatlarından bahsediyorum. Hep böyle hayatlarına birileri mi eklenirdi? Normal bir insan olmadığım ne kadar da belliydi.

Aslında sanki bu aralar normal gibiydim. Benim de hayatıma yeni kişiler eklenmişti. Ne kadar hayatımda kalırlardı? Orasını da zaman bize gösterecekti. Bundan memnundum aslında bakarsak. Yıllarca yalnızlığa mahkûm kalmış biri olarak arkadaşlarımın olması biraz garip, birazda hoş bir şeydi. Gerçekten böyle bir duygu muydu arkadaşlık?

Eve doğru yürürken her zamanki gibi kendi içimdeki sorular ile cebelleşiyordum. Bu duygu hiçbir zaman değişmez miydi? Ne kadar normal bir insan olsam da bu duygu içimde bir yerlerde yaşayacaktı. Buna adım kadar emindim.

Evimin olduğu sokak çok dar bir sokaktı. Ama asla korkutucu değildi, aksine her yerde çiçekler ve ağaçlar vardı. Sanki ormanın içindeymişiz gibi. Evlerin alt kısmında küçük ama tatlı bir pastane vardı. Sezen teyze onu tek başına işletiyordu. Çok tatlı bir kadındı, bana her zaman bir teyze sıcaklığı ile yaklaşmıştı. Buraya dayımla taşındığımızdan itibaren o buradaydı. Ve dükkanının önünden geçerken sürekli bir bahane ile bana bir şeyler ikram ederdi.

Bugün dükkânın önünden geçerken dükkânın kapalı olduğunu fark etmiştim. Genelde en işlek saatleri bu zamanlar olduğu için biraz şaşırsam da sonrasında takmamıştım. Sonuçta kadında 7/24 çalışamazdı deyip kendimi avuttum.

Eve geldiğimde her zaman yaptığım şeyleri yapmıştım. Üstümü değişmiş. Yemek yemiş ve yarına olan ödevlerimi yapıp sonunda biraz ara vermek için yatağıma oturmuştum. O sırada dayımdan mesaj geldiğini görmüştüm. Bugün şirkette işinin çıktığını ve geç geleceğini söylüyordu. Şaşırmıştım çünkü dayım böyle şeyleri genelde bana daha erken haber vermeye çalışırdı. O söylemese bile sekreteri beni mutlaka arardı. Unutmuşlardı herhalde. Artık nasıl bir toplantı ise.

Kalan zamanımı uyuyarak geçirmek istiyordum ki camımdan gelen bir ses ile irkilmem bir olmuştu. Neler oluyordu? Herhalde bir kuş çarpmıştı diye kendimi avuturken aynı ses tekrar gelince camı açtım ve gördüğüm manzara ile büyükçe bir şok yaşadım.

Gülse, Berk ve tanımadığım bir adam. Aşağıda bekliyorlardı ve tam benim camıma doğru bakıyorlardı.

Gülse'nin elinde 3-4 tane kozalak vardı. Büyük ihtimalle camımdan bu yüzden ses geliyordu. Gülse'nin tam kenarındaki Berk ise tam olarak her zamanki yüzündeki gülümsemesi ile bana bakıyordu. Gülse ile Berk'in nereden tanıştığına anlam verememiştim.

Yanlarında duran adamı ise daha önce hiç görmediğime emindim. Arabaya yaslanmış sigarasını içiyordu. Bir ara kafasını kaldırmıştı ama yüzünü çok görebildiğim söylenemezdi. Tam burada ne yapacaklarını soracaktım ki Gülse konuşmaya başladı.

'Dışarı çıkıyoruz ve sende geliyorsun.'  Dediğinde gelemeyeceğimi gayet iyi biliyordu. Dayım asla gecenin bu saatlerinde dışarıya çıkmama izin vermezdi. Ki bende çıkmazdım.

'Dayım bu saatlerde dışarı çıkmama sıcak bakmıyor Gülse biliyorsun.' Dediğimde yabancı adam bana doğru dönmüştü. Sonra da Gülse'ye anlamaz gözler ile bakmaya başlamıştı.

'Dayını ben hallettim sen merak etme sadece sen eksiksin Nazlı. Hadi hazırlan ve gel buraya hemen.' Dediğinde evet demekten başka bir şansım kalmamıştı. Hızlıca hazırlanıp aşağıya inmiştim.

Herkes arabaya oturmuştu. Arabayı o tanımadığım yabancı adam kullanıyordu. Arabaya bindiğimde ilk fark ettiğim şey Berk'in uyuyor olmasıydı. Gerçekten çok uykucu bir insandı bunu biliyordum ama bir insan bu kadar hızlı uyuyamazdı. Şaka gibiydi gerçekten.

Arabaya bindiğimde kimse ağzını bile açmamıştı. Gülse arka koltukta yayılmış telefonu ile uğraşıyordu. Onu dürttüğümde dahi bana bakmamıştı. Nereye gidiyorduk biz? Her şey fazla hızlı yaşanıyordu kesinlikle.

Kısa bir süre sonra Gülse'de yorulmuş olacak ki biraz dinlenmek için telefonunu bıraktı. Gülse asla tam olarak uyumazdı, kaç kez uyku ilaçları denemişti ama nafile. Resmen hayatını dinlenerek geçiriyordu. Garip bir kızdı.

Bende biraz dinlenmek için uyumayı deneyecektim ki yabancı adam radyoyu açtı. Bu adam bana inat mı çalışıyordu?

Bazıları acı sever.

Bazıları bela çeker,

Bıçağın kestiği yeri.

Yara izlerini sever.

Radyoya baktıktan sonra dikiz aynasına doğru döndüm ve onun masmavi gözleri ile karşılaştım. Tam olarak bana doğru dikmişti okyanus gibi olan gözlerini.

Ben sana nasıl uyduysam

Aşkın yalanmış, aşkın yalanmış

Kollarında uyumuştum.

Hepsi rüyaymış, hepsi rüyaymış.

Radyonun sesini biraz kısıp yola odaklandığında konuşmaya başladım.

'Kaç dakikamız kaldı?' dediğimde cevap vermek için biraz bekledi.

'Az kaldı...' dediğinde iyice delirmek üzereydi. Ben bunu sormamıştım ki!

'Peki, kaç dakika kaldı.' Diye sorduğumda bu sefer meraklı gözler ile ona bakmaya başlamıştım.

'Az kaldı işte.' Dediğinde bu iş iyice sarpa sarmıştı.

'Ben onu mu soruyorum? Kaç dakika kaldı!' dediğimde bu sefer oflayıp pufladı. Sanki ne demiştim?

'Sen küçük kız çocukları gibi saniyede bir ne kadar yolumuz kaldı diye sormazsan daha kısa gelecek yol emin ol.' Dediğinde benim bağırmalarımın aksine fazlasıyla sakin bir tepki vermişti.

Moralim bozulmuştu ve arkama yaslanıp yolu izlemeye başlamıştım. Tam olarak 1 dakika sonra tekrar konuşmaya başlamıştı.

'Sen sorduğun zaman 8 dakika 23 saniyemiz vardı. Ama sanırım şu anda 6 dakikadan az kaldı.' Dediğinde kırmızı ışıkta durmuştu ve arkasını dönmüştü.

'Lütfen artık küçük kızlar gibi davranma ve çık şu depresif tavırdan.' Dediğinde ona doğru döndüm. Küçük kız çocuğu mu? Oydu be küçük kız çocuğu. En baş benimle inatlaşmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı oysaki!

Tam olarak yabancı adamın söylediği süre de güzel bir dağ evine gelmiştik. Gerçekten fazlasıyla büyüktü. Acaba burası kimin eviydi? Nazlı daha bu odun herifin kim olduğunu bilmiyorsun, evi mi dert ettin gerçekten!

Yabancı adam hızlı adımlar ile arabadan indiğinde bagaj kısmına doğru ilerledi. Birkaç parça eşya alıp bana doğru döndü.

'Yardım edecek misin? Şu iki deli uyurken bunları içeri bırakıp gelelim bence.' Dediğinde arabadan inip yanına doğru ilerledim. Bir piknik sepeti ve küçük bir valiz alıp eve doğru ilerledim o da tam arkamdan geldi.

'Sence de artık zamanı gelmedi mi?' diye sorduğumda her şeyi bırakıp bana doğru döndü.

'Neyin zamanı gelmedi mi?' dediğinde gerçekten anlamamış olmasına şaşırmıştım.

Ona doğru döndüm ve elimdekileri yere doğru bıraktım.

'Kimsin sen?' dediğimde şaşırmışa benziyordu. Böyle bir soru sormamı beklemiyordu.

'Bunun ne önemi var?' dedi. Şaşırmasının aksine cevabını hazırlamış gibi çat diye cevap vermişti. Gerçekten bunun ne önemi vardı. Ama olsun merak ediyordum.

'Soruya soruyla karşılık verilmez, adın ne senin?' dediğimde yüzünde bir mimik bile oynamamıştı.

'Bu bence seni hiç ilgilendirmez. Öyle değil mi?' dediğinde ümidimi kesmiştim. Eşyaları geri elime yüklenip ona bakmadan yürümeye devam ettim. Ama ayak seslerinden arkamdan geldiğini anlayabiliyordum.

'Seni nüfusuma almak gibi güzel planlarım vardı. Hepsini suya düşürdün' dediğimde ona doğru döndüm. Yüzü benimleyken ilk defa gülmüştü. Bu iyi bir şey miydi? Yoksa tekrardan laf mı sokacaktı?

'Alp Tekinoğlu derler genelde ve hala nüfusuna almak gibi planların varsa memnuniyetle bekliyor olacağım yabancı hanımefendi. Sizin isminiz nedir? Belki ben de sizi nüfusuma almak gibi delilikler yapabilirim. Delilerde haksız değillermiş, öyle değil mi?' dediğinde cevapları üstümde bir şok etkisi yaratmıştı. Bu adam böyle kibar olabiliyor muydu ya?

Alp Tekinoğlu... isminiz güzelmiş yabancı beyefendi.

'Nazlı Aydemir.' Deyip kısa kestim.

'Soyadlarımız hiç yakışmıyor. Bence beni nüfusuna alma işini bir tekrar düşün Nazlı Aydemir.' Dediğinde gülmeye başlamıştım.

'Bunu düşüneceğim Alp Tekinoğlu.' Dediğimde yürümeye devam ettik.

Evin önüne geldiğimizde hızlıca kapıyı açtı ve gerçekten evin içi de dışı kadar güzel ve gösterişliydi.

'Sen istiyorsan salona geçip oturabilirsin. Hemen sağ tarafta. Bende bizim çocukları uyandırıp geliyorum hemen.' Dediğinde kafamı salladım ve o son kez bana gülüp arkasını dönüp gitti.

Alp'in dediği tarafa doğru yürürken evde en ilgimi çeken şey tablolardı. Bir sürü aile fotoğrafı ve Alp'in küçüklüğü olduğunu tahmin ettiğim fotoğraflar vardı.

Salona geldiğimde tablolar devam ediyordu. Koltukların kenarlarında bir sürü çerçeveli fotoğraf vardı. Tekinoğlu ailesi birbirine fazlasıyla değer veriyordu. Bu çok belliydi.

Salon baya büyüktü. Dayımın eski evindeki salona benziyordu hatta. Güzel ve rahat koltukları kocaman bir televizyon ve onun hemen altında içinde odunlar olan ama yanmayan bir şömine vardı. İstemsizce fotoğraflara bakınırken bir tanesi fazlasıyla ilgimi çekmişti.

Ufak bir kız çocuğu ve elinde de küçük bir çiçek vardı. Onun hemen yanına ise kıza bakan ve ona gülümseyen bir erkek çocuk duruyordu. Fotoğraf ilk bakışta çok hoşuma gitse de biraz daha detaylı bakınca ufak tefek detaylar fark etmiştim.

Kızın gözleri aynı oğlanınki gibi masmaviydi. Saçları koyu kahverengi hatta siyah denilebilirdi. Buraya kadar her şey fazlasıyla normaldi. Kızın üstünde masmavi bir elbise vardı.

Bu resimde tuhafıma giden detay kızın yüzüne kırmızı bir kalem ile çarpı çizilmeseydi. Bu ne anlama geliyor olabilirdi ki?

Kafamı kaldırdığımda salonun başında onları görmüştüm.

Alp, Gülse ve Berk.

Berk ve Gülse yeni uyanmalarına rağmen gözleri hiç uykulu gibi değildi. Gülse'ye çok şaşırmamıştım ama Berk beni şaşırtmıştı dürüst olmak gerekirse.

Üçü de bana bakıyordu.

Ama aralarından birinin bakışında büyük bir kırgınlık sezmiştim.

Alp bana kırgın bir şekilde bakıyordu. İstemeden yine kötü bir şey mi yapmıştım?

.

10 yıl önce / İstanbul

Mavi ablamın tekrardan eve gelişinden tam 10 gün geçmişti. Ve neredeyse herkeste bir gariplik vardı. En başta Mavi ablam olmak üzere. Sanki, bazen kendisine geliyor bazen ise başka biri oluveriyordu onu artık tanıyamayacak duruma gelmiştim.

Bu süreçte Gülse hiç yanıma uğramamıştı. Zaten genelde dışarıya da çıkmıyordum. Evde kalmak benim için en iyisiydi. Ya da ben öyle olduğunu düşünüyordum.

Bazen düşünüyorum, acaba normal çocuklar gibi olsam ne olurdu? Her sabah alarm ile uyanıp annem ve babamla aynı sofrada kahvaltı yapsam mesela. Sonrasında ailecek gezsek ve hep birbirimize gülsek.

Acaba hep birlikte olsaydık hayatım nasıl olurdu?

Onlarsız hayatın nasıl bir yer olduğunu tatmıştım. Biraz da onlarla birlikte olmanın nasıl bir şey olduğunu tatsam, olmaz mıydı? İmkânsız mıydı?

İmkânsız diye bir şey olmadığını babam bana öğretmişti oysa...

Dayım bana onların yokluğunu hissettirmemek için her şeyi yapıyordu. Ama nafileydi yaptığı birçok şey.

Bana Mavi ablam iyi geliyordu. Ama sanırım artık o da yoktu, onu da kaybetmiştim.

Oysaki bilerek hiçbir şey yapmıyordum. Yanlışlarım benim kendi doğrularımdı...

Dayım ile Mavi ablamın arası ben bildim bileli iyi olmamıştı. Özellikle de... Mavi ablam annesini kaybettikten sonra. Tüm aile yıkılmıştı o sıralar daha 5 yaşındaydım ama her şey dün gibi aklımda. Aslında onların da yuvası yıkılmıştı... hatta paramparça olmuştu. Aynı kalpleri gibi.

Hayatta böyle, kalbimiz bir kez paramparça olduktan sonra ne kadar olay yaşarsak yaşayalım düzelmiyor... o yara bantları bir kalp kırıklığını sarabilecek kadar güçlü değil.

Bugünü odamda geçirmeyi tercih etmiştim. Son on gündür olduğu gibi. Herkes çok garipleşmişti. Buna dayımda dahildi. Eskisi gibi davranmıyordu. Bu en başlarda çok hoşuma gitmişti aslında.

Mavi ablam ile dayımın baba kız olmalarına rağmen hiçbir zaman sağlıklı bir ilişkileri olmamıştı. Çünkü Mavi ablam aynı annesi gibiydi. Dayımda onların tam tersiydi. Ailemizin üzerinde kara bulutlar hep dolaşıyordu zaten.

Mavi ablamın annesi Mergül teyze öldükten sonra dayımı çok zor kendine getirmiştik. Dayım ile Mergül teyze birbirlerini çok severek evlenmişlerdi. Ve aşkları fazlasıyla belli oluyordu. Ama Mavi ablam doğduktan sonra herşey tam tersine dönmüştü. O büyük ve güçlü aşkları eskisi gibi olmamıştı. Dayım hep işkolik bir adamdı ve Mergül teyze bundan hep şikâyetçiydi zaten. Mavi ablam doğduktan sonra tüm işler ona kaldığı için de dahada zorlanmıştı. En sonunda da Mavi ablam 10 yaşındayken büyük bir kavga etmişlerdi. Ve Mergül teyze tam o gün kendi hayatını sona erdirdi.

Dayım hep kendisini suçlardı. Mavi ablama hiçbir şey çaktırmamaya çalışsalar da o aslında her şeyi herkesten daha iyi biliyordu.

O günden sonra Mavi ablam hep güldü. İçindeki haykırışlarını kimseye göstermedi. Biz onu sadece gülerken gördük.

Ama son 10 gün içerisinde sürekli farklı duygu değişimleri yaşıyordu. Bunu fark etmemek mümkün değildi.

Kapımın çalışını duyduğumda evin çalışanlarından birinin odaya dalması bir oldu.

'Nazlı, dayın ve Mavi ablan seni yemeğe bekliyor.' Şaşırmıştım çünkü her gün bir bahane ile yemekten kaçıp sonra herkes uyuduktan sonra bir şeyler atıştırıyordum. Bu sefer daha bahane bulamamıştım. Aşağıya inmek zorundaydım.

Hızlı adımlar ile ayağıma terliklerimi geçirip aşağıya indim. Evde her günün aksine bir sessizlik hakimdi. Salonda genelde hep açık olan futbol kanalları bu sefer açık değildi. Bu beni şaşırtmıştı ama daha da şaşırtan şey yemek masasına geldiğimde masanın başında oturmuş olan dayımdı.

Fazlasıyla yorgun gözüküyordu. Günlerdir uyumuyor gibiydi.  Göz altları şişmiş ve morarmıştı. Etrafa biraz göz gezdirdikten sonra Mavi ablamın henüz gelmediğini fark etmiştim.

Hızlıca her zaman oturduğum koltuğa oturdum ve ellerimi masanın altında birleştirdim. Acaba Mavi ablam gelmeyecek mi diye düşünürken bir ses durmama yetti.

'Selam ailem!' Bağırarak gelince biraz korkmadım değildi. Ama bunu ne ona ne de dayıma çaktırmamaya çalışıyordum.

Dayım, Mavi ablamı gördüğünde kafasını kaldırıp ona baktı. Sanki aralarında bakışlarıyla kısa bir diyalog geçirmiş gibi bir halleri vardı. Mavi ablam hemen önümdeki sandalyeye oturdu ve dayıma doğru döndü.

'Eee ne var yemekte? Gerçekten kurt gibi açım.' Dedikten sonra bana doğru döndü.

'Şu an bu kızı bile yiyebilirim!' Dedikten sonra bana doğru döndü ve yüzünde garip bir gülümseme ile doldurdu. Gerçekten korkutucuydu.

Hiç konuşmadım. Belki de konuşacak bir şeyim olmadığı içindi. Sustum sustum ve sustum. Her zamanki gibi.

Kısa bir süre sonra evdeki çalışanlar masaya yemeklerimizi getirmeye başladılar. Kimse konuşmuyordu, herkes simsiyah giyinmişti. Sanki biri için yas tutuyor gibilerdi. Birine bir şey mi olmuştu?

Yemeklerimizi yerken dayım normalde şirkette olan komik olaylardan bahsederdi. Ama o bile suspustu. Mavi ablam sadece geldiğinde konuşmuştu. Onun dışında sabahtan beri ağzında bir şarkı mırıldanıyordu.

Ne mırıldandığını anlayamamıştım. Bir an önce bu yemeğin bitmesini ve masadan ayrılmak istiyordum. Ama masadan benden önce ayrılan biri oldu.

'Ben doydum, sizlere afiyet olsun hanımlar beyler.' Mavi ablamın tabağına baktığımda hiçbir şey yemediğini görmüştüm. Az önce çok açım diye sayıklayan o değil miydi?

Bu evde daha kaç gün kalmam gerektiğini bilmiyordum. Ama günler geçtikçe sanki burada yaşamak daha zor oluyordu. Bunu hissediyordum. Annem ve babam acaba beni buradan ne zaman alacaklardı? Bence artık zamanı gelmişti.

Neredesiniz?

.

.

.

.

.

BENİMMMMMMMMMM FAVORİ BÖLÜMÜM İLE KARŞINIZDAYIM. UMARIM ÇOK BEĞENEREK VE SEVEREK OKUMUŞSUNUZDUR. KENDİNİZE ÇOK İYİ BAKIN

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

133K 6.6K 47
ငယ်ငယ်ကတည်းက ရင့်ကျက်ပြီး အတန်းခေါင်းဆောင်အမြဲလုပ်ရတဲ့ ကောင်လေး ကျော်နေမင်း ခြူခြာလွန်းလို့ ကျော်နေမင်းက ပိုးဟပ်ဖြူလို့ နာမည်ပေးခံရတဲ့ ကောင်မလေး နေခြ...
140K 6.2K 55
ငယ်ငယ်ကတည်းကတစ်ယောက်နှင့်တစ်ယောက်မတည့်တဲ့ကောင်လေးနှစ်ယောက်ကအလှလေးတစ်ယောက်ကိုအပြိုင်အဆိုင်လိုက်ကြရာက မိဘတွေရဲ့အတင်းအကြပ်စီစဉ်ပေးမှုကြောင့်တစ်ယောက်အပေါ...
130K 1.6K 51
Well i mean its just imagines of walker sooooo Also request are open so if you want one just let me know!
157K 2.7K 48
just read