GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

90.3K 12.5K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

25. "Acın, Acım"

2.6K 405 224
By DuruMavii

Selam.

Bu bölüm fırtına öncesi sessizlikti ama o sessizliği seveceksiniz :)

Okuyan herkes oy ve yorum bırakırsa çok sevinirim.

Mustafa Ceceli~ Simsiyah
Sermest ~ Yağmur

Keyifle okuyun.


Kafamın içinde arsız bir melodi dönüyordu. Hiç durmadan… Durmadan dönüyordu.

Yağmur aniden ve gürültüyle yağmaya başladığında, dudaklarım, kendisini esir alan dudaklarla birlikte durdu. Birbirimizin dudaklarında nefes nefes dinlenirken, esas dinlenmesi gereken deli gibi atan kalbimdi.

“Bu… İnanılmazdı.” Dudaklarından çıkan kelimeler ağzımın içine yuvarlandı. Nefesini sevmiştim. Beni öperken tenimde dolaşan parmaklarını sevmiştim. Olağanüstü hissettirmiş ve asıl inanılmaz olan buydu. “Lalin...”  Baş ve işaret parmağıyla tuttuğu çenemi yukarı kaldırdığında, dudaklarımızın temasını tamamen kopardı. Bunun hoşuma gittiğini söyleyemezdim. Gözleri gözlerimde dolaşırken, “Bana ne yaptığının farkında mısın?” diye sordu.

Yapamayacağımı sandım ama gülümsemeyi başardım. “Açıklaman gerekecek.”

O da gülümsedi. İşte bu kalbime inen son darbeydi. “Nasıl bir açıklama istersin?” Bakışları yön değiştirerek dudaklarıma kaydı. “Aklımdan bir şeyler var.”

Sözleri beni daha fazla gülümsemeye itmişti ama bakışlarımın masadakilere kaymasıyla yapamadım. Fark ettiğinde başını omzuna çevirdi ama baktığım yere bakmadı.

“Burada olmasını istememiştim.” Elini çenemden ayırdı, saçımı kulağımın arkasına koyarken, “Tutamadım kendimi.” dedi derinden gelen erkeksi sesiyle. “Bil bakalım sebebi kim?”

Yükselen fren sesiyle irkildim. Cihangir sessiz kalmamı işaret ederek cama yaklaştı. Sonra hızla yanıma geldi, elimi tuttu ve bizi odadan çıkardı.

“Cihangir!” diye fısıldadım peşinden basamakları inerken. “Yakalanacağız!”

Merdivenleri tamamladık ama ön kapı yerine arka tarafa ilerledik. “Sakin ol.” Merdivenin altındaki odaya girdiğimiz sol duvardaki giyinme dolabına yöneldi ve kapaklarını açtı. “İşte, çıkışımız.” Askıdaki kıyafetleri yana kaydırdığında karşımızda gizli bir bölme çıktı. “Buradan çık, üç yüz metre ileride bir nehire ulaşacaksın. Seni oradan alacağım.”

“Sen!”

Parmakları kollarımı sardı. Beni kendine çektiğinde dudaklarını bu kez alnıma bastırdı. “Nehrin kenarında benim kızı bekliyor olacağım.”

Sözleri, ılık bir su gibi içimden akarken, başımı salladım. Bölmeden çıktığım gibi ormanın içindeydim. Orman sessiz ve durgun görünüyordu. Başka bir zaman burada yürüyüş yapıp kitap okumayı isterdim ama o zamanlardan birinde değildim. Adımlarımı hızlandırıp Cihangir’in gösterdiği yöne doğru ilerledim. Dudaklarımdaki zonklama hala onun sıcaklığını hatırlatıyordu. Rüya değildi. Beni öpmüştü! Ve ben de onu… Of! Düşünmem gereken daha öncesiydi. Daha önce o odada gördüklerim gerçek bir sorundu. Cihangir’in bir parçası olduğu gerçek bir sorun… Etrafımdaki herkes, tüm sevdiklerim tehlikedeydi. Annem bile…

Ve ben, ne kendimi ne de onları kurtarmanın yolunu bilmiyordum.

Düşünceler beynimi yiyip bitirirken önce nehri sonra da onu gördüm. Düşüncelerin tıpkı nehrin dingin suyuna dönüştü ve bana gülümsemesiyle gülümsedim.

“Merhaba.” dedi arabasının açık camından. “Sizi gideceğiniz yere kadar bırakabilir miyim?”

“Merhaba.” Etrafıma baktıktan sonra düşünüyormuş gibi yaptım. “Sanırım başka bir seçeneğim.”

Arabasına bindiğimde gülümsemesi kaybolmuştu “Tek seçeneğinim.”

Dudaklarımın yanında gezdirdiğim elimle gülüşümü kamufle ederken yola koyulduk. Araba yolculuklarını çok sevdiğimi söyleyemezdim ama ilk kez bitmesini istemiyordum. Konuşmuyorduk ama arada birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. Telefonu sürekli titriyordu. Bir yanının tedirgin olduğunu hissediyordum ama bakışlarımızın buluştuğu noktada o tedirginliğin buharlaşıp uçtuğunu hissedebiliyordum.

Eve yaklaşırken, daima vitesin yanına bıraktığı telefonu çalmaya başladı. Titremiyordu, bu kez sevimsiz bir melodiyle çalıyordu. İstemsizce baktığımda Mert Tunalı ismini gördüm. Onun çağrılarını açık tutuyordu. Sebebini bilmek içime yoğun bir kasvet saldı. Cihangir arabayı sağa çekti. Telefonu alıp aşağı indi. Telefonu kulağına götürdüğünde sesini duymuyordum ama onu görebiliyordum. Giderek öfkelendiğini görebiliyordum. Adımları oradan oraya giderken durdu, gözlerini kapattı ve burnundan sert bir soluk verdi.

Kapattığı telefonu avucunun arasında sıktı. Bir süre olduğu yerde kaldı. Sakinleşmeye çalıştı. Sonra arabaya bindi ve telefonu aldığı yere bırakmasının ardından gaza yüklendi. Konuşmadı ama artık bakmadı da… Başımı ona çevirmeden sadece bakışlarımla yüzünü yokladığımda, gergin ifadesinin yüzünde donup kaldığını gördüm.

Araba binamızın önünde, yaşlı ağacın altında durdu. Ellerine baktım. Direksiyonu sımsıkı tutuyordu. “Seni ararım.” dedi. Tüm söyleyeceği bu muydu?

“Peki.” Elimi kulpa götürdüm. Hayır, bu şekilde yanından ayrılmak istemiyordum. Neden içimdeki sesi dinlememeliydim ki? Ona döndüm. “Nereye gideceğini sormayacağım. Ama… Gitmesen olmaz mı?”

“Beni düşünme.” dedi.

“Seni nasıl düşünmem.” dedim hiç düşünmeden.

Bakışlarıma beklediği karşılığı verdi. “Lalin,” dedi fısıltı halinde. “Sen orada kal.”

“Nerede kalmamı istiyorsun?”

Yaklaştı. Büyük eli suratımı kucakladığında kısa bir an gözlerimi kapattım. “Orda. İçimde temiz kalan tek yerde. Kötü olanı hiç konuşmadan, bilmezden gelerek kal yanımda.”

İçimde temiz kalan tek yerde. Bu cümleye sonsuza kadar ağlayabilirdim.

“Seni karanlığı bırakmamı istiyorsun benden.”

Başını yavaşça iki yana sallarken, dudaklarından mutluluğun erişemediği halsiz bir gülümseme belirdi. “Seni korumama izin vermeni istiyorum.”

“Peki ya…” Tereddütsüzce kaldırdığım elini yanağına koyduğumda kehribar gözleriyle bana daha derinden baktı. “Ben de aynısını yapmaya çalışıyorsam.”

Başıni biraz çevirdiğinde dudakları avucuma düşüverdi. Avucuma uzun bir öpücük bırakırken gözleri kapalıydı. “Şansına küs, bu görev benim.”

“Görev tanımlaması için demokrasi olması gerekmez mi?”

Kirpiklerinin altından bana bakarken çok da masum görünmüyordu ama aşırı yakışıklı görünüyordu. “Üzgünüm güzelim, adaletli bir adam değilim.”

Ona gülümsedim ama gerçeklerden kaçabilmem uzun sürmedi. “Cihangir ben-”

“Sen hiç bir şey yapmadan karşımda dur ve adımı söyle.” Sözlerimi bölen sözcükler bunlardı. “İstediğim başka bir şey yok.”

“Dediğini yapacağım.” Söyleyeceklerimin bu kadar olmadığını biliyordu. “Ama kafamın bir köşesinde seni bu işten sıyırmanın bir yolunu arıyor olacağım.” İtiraz edeceğini tahmin ederek elimi çabuk tuttum. “Üzgünüm kaptan, itaatkar bir kız değilim.”

Gülümsedi ve gülümsedim.

Geri çekilip kulpu bu kez açmak için tuttuğumda parmaklarını kolumda hissettim. Başımı onu çevirmemi takip eden ilk saniye dudaklarını dudaklarımda hissettim. Dudaklarımızın hareket etmediği uzun bir öpücüktü. Her saniyesinde, dudaklarındaki tüm çizgileri dudaklarımda hissettiğim, kokusunun hücrelerime işlediğini hissettiğim uzun bir öpücüktü.

“Biraz daha burada kalırsan ikimiz de gidemeyeceğiz.”

Sesindeki tutku ruhumu okşarken geri çekilmeyi başardım. “İyi geceler.”

Gülümseyen dudakları değil, gözleriydi bu kez. “Bu gece öyle.”

*
Son zamanlarda uyuduğum en huzurlu uykuydu. Bunu yapabildiğim için kendime kızıyordum. Çünkü artık içimizde sonsuz uykuya dalan biri daha vardı. Su. Sınıfa girdiğimde fotoğrafını sırasında bulmuştum. Etrafında onlarca karanfil vardı ve her yeni gelen bir yenisini daha bırakıyordu. Kimse gülümsemiyordu ama oyun arkadaşlarımın yüzünde, sonsuz bir melankoli vardı. Gülümseyebilmem adil değildi.

Yerime geçerken sınıftan içeri Mira girdi. Diğerlerinin aksine yalnızca öfkeli görünüyordu. Doğrudan üzerime gelip yakama yapıştı ve ben ne olduğunu anlamadan “Senin yüzünden!” diye bağırdı. “Su senin yüzünden öldü, değil mi! Cevap ver!”

Onu zorlukla üzerimden alırlarken delirmiş gibi çırpındı ve bağırmaya devam etti. “Bırakın beni! Su’nun ölümünde bu kızın parmağı var, biliyorum!”

Asır sabırsızca kalkıp Mira’nın önünde durdu. “Saçmalamaya son ver Mira. Lalin hiçbir şey yapmadı.”

“Yapmadı mı? Öyle mi? Ona Su ölürken neden peşinden gittiğini sordun mu?”

Tüm gözler üzerime çevrildi. Mira’nın sorusunun artık tüm sınıf merak ediyordu.

“Ben…” Ne söyleyeceğimi bilemedim ama bir şey söylemek zorundaydım. “Ben-”

“Su çantasını tuvalette unutmuştu. Lalin de onu götürdü.” Berika’nın savuması imdadıma yetişirken bakışlarımla ona teşekkür ettim.

“Çok saçma.” dedi Mira’nın yandaşı Mutlu. “Su çantasını neden tuvalette unutsun ki?”

Berika bağırarak “Nereden bilelim!” dedi. “Lalin sadece iyilik yapmak istedi. İyilik yapmak için oradaydı.” Kaldırdığı işaret parmağını Mira, Mutlu ve Helin’e doğru salladı. “Eğer biriniz daha onu suçlarsanız bir sonraki tuvalette unutulan şey siz olursunuz!”

Mira, Berika’ya iğrenerek baktı. “Nereden geldiğimizi o kadar fazla belli ediyorsunuz ki! Defolun gidin okulumuzdan. Kendi çöplüğünüze!”

“Defol git! Belanı benden bulma.”

Mira artık daha öfkeliydi. “Sen mi korkacağım be! Asfalt faresi!”

Mira’nın soz sözleri Berika için bardağı taşıran son nokta oldu. Oturdu yere çıkıp Mira’nın üzerine atladı ve ikisi birlikte yere devrildiğinde onu tokatlamaya başladı. Tüm kızlar çığlık çığlığa geri çekilirken Yekta ile birlikte Berika’yı durdurmaya çalıştık ama onu Mira’nın üzerinden aldığımızda geç kalmıştık. Çünkü Mira’nın dudağı kanıyordu ve müdür olanca öfkesiyle sınıf kapısında belirmişti.

Berika müdür odasında azar işitirken onu yalnız bırakmadık. Mira’nın ailesi okula gelene kadar durum daha kontrol edilebilirdi ama annesi çirkefleşmeye başladığında müdür bir yaptırım uygulamaya karar vererek Berika’ya üç gün uzaklaştırma cezası verdi. Tekrarlanması durumunda ise okuldan süresiz olarak uzaklaştırılacaktı. Berika eşyalarını toplarken, en azından bugün yanında olabilmek için Yekta ve ben de eşyalarımızı toplamaya başladık. Ancak bu çabamız Asır’ın yanımıza gelmesiyle yarım kaldı.

“İzninizle Berika ile ben gitmek istiyorum.” derken anlamadığım bir şekilde mahcuptu.

Berika onun yüzüne bakmadan “İstemez.” dedi. İşte bu daha fazla anlamsızdı.

Asır, Berika’nın çantasını aldı. “Seninle geliyorum.”

Berika’nın gözlerinde sadece öfke yoktu, Asır’a bakarken hayal kırıklığı da vardı. Mira’ya saldırmasının arkasında başka şeyler olduğunu anladım. Zaten ilk dersin teneffüsünde konuşmak istediğini söylemişti ama hemen önce Mira ile kavgası patlak vermişti.

“Hayır!” Berika çantasını geri almaya çalıştı ama neticede Asır bir erkek olarak ondan çok daha güçlüydü. Asır çantayla birlikte sınıftan çıkarken Berika peşinden gitmek zorunda kaldı.

“Bence karışmayalım Yekta.” Peşlerinden gitmek üzere olan Yekta’yı bu sözlerle durdurdum. “Belli ki sorunları var. Halletmeleri gerekiyor.”

“Tamam.” Sırasına geri döndüğünde ben de aynısını yaptım. Berika’nın uzaklaştırılması canımızı sıksa da kendimizi derse vermeye çalıştık. Hayatlarımızda çok fazla şey oluyordu ve bir şekilde bir yerden tutunmak zorundaydık. Devam edebilmenin tek yolu buydu.

İlk dersin teneffüsünde Yekta’ya Cihangir ile aramızdaki son gelişmeleri anlattım. Maalesef orman evinden ve içindeki gördüklerimden bahsedemedim… Gözüm sürekli Cihangir’in boş sırasında dolaşmıştı ama ikinci teneffüs sonu sınıfa girerken, o boşluğun dolduğunu gördüm.

O da beni gördüğünde sırasından kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Gerçekten aklımdan geçen şeyi yapacak mıydı! Hem de herkes bize bakarken…

Karşımda durdu ve “Merhaba.” dedi. Sonra… Eğildi ve kalbim yine deli gibi çarparken yanağımdan öptü. Şaşkın fısıldaşmaları duyabiliyordum ama bundan daha fazlası vardı. Heyecandan ölmek üzereydim. “Aslında bugün okula gelmek istemiyordum.” dedi yeniden doğrulduğunda. “Ama görmem gereken biri vardı.”

Hadi Lalin!  Yüzüne bakmak yerine ağzını aç ve merhaba, de ona… Ancak Yekta arkadan dürttüğünde gerçek bir “Merhaba.” diyebildim. “Ben… Gelmene sevindim.”

“Şimdiki ders beden. Kıyafetlerini al, aşağı inelim.”

“Olur.” Hızla yanından ayrılırken Yekta ile yumruklarını tokuşturarak selamlaştıklarını duydum. Sırama ilerlediğim sırada kimseye bakmıyordum ama Mira da dahil tüm kızların gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Özellikle de Serel’in…  Hızlıca eşofmanlarımı alıp geri döndüm. Kızlarla birlikte kabine girerken ayaklarım geri geri gidiyordu. Çünkü başıma gelecek olanı biliyordum. Mira, Berika tarafından uğradığı saldırının acısını benden çıkarmaya kalkacaktı.

“Gerçekten ummadık taş baş yarıyormuş.” Mira beni yanıltmadı. Yaralı suratı ve kin dolu gözleriyle karşıma dikildi. “Hatırlıyor musun? İlk geldiğinde annenin babamı ayarttığı gibi sen de amcamı mı ayartacaksın, diye sormuştum. İnan ki sadece şakaydı.” Küçümseyen bakışlarını elimdeki eşofmanlarda gezdirdi. “Böyle bir şey yapabileceğine asla ihtimal vermezdim. Anlatsana biraz, amcam pazar malı giyinen bir kızdan nasıl etkilendi?”

Sabır dileyerek bakışlarımı tavana dikerken, “Sen başına da mı darbe aldın?” diye sordum. Sonra tam gözlerine baktım. “Benimle uğraşmaya son ver, Mira. Benimle uğraşarak hiçbir şey elde edemezsin.”

“Haklısın.” dedi kaşlarını düşürerek. “Sen ancak benim kum torbam olursun.”

“Yeter!” Eşofmanlarımı yere attığımda Mira irkilerek geri çekildi.

“Sakin ol.” Serel, bunu söyleyen oydu. Arka tarafta bizi izleyen kızların arasından çıktı ve Mira’yla aramıza girdi. Bana bakarken, “Mira,” dedi. “Bizi yalnız bırakın.”

“Ama benim daha-”

“Mira, kabinlere girin, lütfen.”

Mira istemese de geri döndü ve diğer kızlarla birlikte kabinlere girdi. Serel ile yalnız kaldığımızda bana baktı, baktı. Konuşmaya niyeti yok gibiydi. Başlatmam gerektiğini anladım.

“Ne istiyorsun?”

Sarı ve seyrek kaşlarından biri havaya dikilirken, kollarını birbirine bağladı. “Basmışsın mayına. O kadar da uyarmıştım.”

Kardeşi Açelya’nın fotoğrafını görmeden önce Cihangir’e nasıl yanaştığını hatırladım. “Sen de basmaya az hevesli değilsin sanki.”

Şaşkınlığı yüzünden okudum. “Ne demek istiyorsun?”

“Ne hissettiysem onu söylüyorum, Serel. Niyetin ne senin? Beni uzak tutup-”

“Görmüyor musun? Ben çoktan bastım o mayına!” diye böldü sözlerimi. “Kör müsün? İstedim ki ben yandım, sen de yanma. Ama o kadar aptalsın ki göz göre göre yanıyorsun. Keşke beni de bir uyaran olsaydı.”

Samimi miydi yoksa beni oyunun dışında mı tutmaya çalışıyordu , anlamıyordum. Kendime kulak verdiğimde Serel ile bu konuşmanın ortasında olmaktan duyduğum rahatsızlığı anladım. “Bu kadar yeter. Sen çocuk değilsin, ben de öyle. Bahsettiğin mayına kendi ayağımla basıyorum, Serel. Kendi isteğimle.”

Biraz alay, biraz da acıyla gülümsedi. “Ne diyeyim? İyi patlamalar.”

Yerdeki eşofmanlarımı aldım ve tek kelime daha etmeden kabinlerden birine giyinip öfkeyle üzerimi değiştirdim. Son giren ben olduğum halde ilk çıkan ben olmuştum. Geniş spor salonunun bir köşesinde konuşan Cihangir, Can ve Yekta’nın yanına gittim. Onlar da beni bekliyordu.

“Şimdi söyleyeceklerimi Berika’ya iletin. Asır ile ben konuşacağım.” dedi Cihangir. Keskin bakışlarıyla etrafını kontrol ettikten sonra, “Serel’in babasını Türkiye’ye getirmenin yolunu buldum.” diye söze girdi.

“Nasıl?” diye sordum heyecan ve belki de biraz panikle. Kendini riske atmış olma ihtimalinden korkuyordum.

“Naylon bir şirket kurdum. O şirket üzerinden Can Güney’e ait Güney Holding ile iletişime geçtim. Sonuca gelecek olursam, büyük bir iş anlaşmasının ön görüşmesi için büyük patron Türkiye’ye gelmeye sıcak bakıyor.”

“Harika.” dedi Can.

Yekta da bu fikri beğenmişti ama hala sorulacak sorular vardı. “Ya sonra? Onu nasıl ele geçireceksin?”

Cihangir cevabından önce bana hafifçe gülümsedi. “Özel bir ekip kurdum. Can Güney uçaktan inecek ve naylon şirketimize doğru yola çıkacak ama hiç var olmayan o şirkete hiç ulaşamayacak. Çünkü ekip,  aracını güzergah üzerinde kıskıvrak yakalayacak ve onu haklayacağımız depoya  getirecek.”

“Ama… Bu o kadar da kolay olmamalı. Yani…” Cihangir sadece iki saniyeliğine yanağıma dokunduğunda kuracağım tüm cümleleri unutuverdim.

“Telaşlanmanı gerektirecek bir durum yok, her şey yolunda gidecek.”

Bakışlarımla bundan nasıl emin olduğunu sordum ve o da emin olduğunu söyledi, bakışlarıyla. Beden eğitimi öğretmeninin gelmesiyle dağıldık. Buradaki tek kız arkadaşım Berika olduğu için derse katılma konusunda isteksizdim. Evren beni duymuş olmalı ki hoca kızları tribünlere aldı ve erkekleri de sahaya topladı.

“Önümüzdeki birkaç ders yalnızca erkeklerle ilgileneceğim.  Evet, önümüzdeki ay kolejler arası turnuvalar başlıyor ve benim şahane bir erkek basket takımım var. Kaptan!” Basket topunu fırlattı, Cihangir tuttu. “Sorumluluğun büyük kısmı yine sende. Daha önceki yaptığın gibi, konuştur bakalım yeteneğini.”

Cihangir topu avuçlarının arasında yuvarladı. Aklından geçenleri merak ediyordum. “Galiba bu sene kaptanlık işini başka birine vermen gerekecek hoca.”

“Neden?” diye sordu hoca. “Basketbolu seviyorsun.”

“Yoğunum. Yetişebileceğimi sanmıyorum.”

“Kaptanı olmaman bu takıma haksızlık olur.” Yekta’dan bu sözleri beklemiyordum. “Geçen sene sahaya gömdüğün karşı takımın oyuncularından biriydim. Seni tanımıyorken bile galibiyeti hak ettiğini düşündüm.”

Cihangir… Onu ilk kez, eski okulumun basketbol takımıyla yaptığı turnuvada görmüştüm. Zengin, yetenekli ve yakışıklı çocuk… Onunla konuşmak bile benim için bir ihtimal değilken buraya kadar gelmiştik. Hayat gerçekten ilginç bir yerdi.

“Kızlar.” Hoca bize dönüp sordu. “Siz ne diyorsunuz? Değişsin mi kaptanımız?”

Tüm kızlar hep bir ağızdan “Hayır!” diye bağırırken, Cihangir’in gözleri gözlerimle buluştu. Gülümsedim ve yalnızca dudaklarımı kıpırdattım. “Hayır…”

“Kızları kıracak mısın Cihangir kaptan?”

Cihangir topu sektirmeye başladı. “Kıramayacağım biri var.”

Hoca gülümsedi ve anlamış gibi bir bana bir de Cihangir’e baktı. “Başlayalım o halde!”  Hoca yeniden bize döndüğünde utanarak başımı eğdim. “Kızlar, isteyen burada maçı izleyip tezahüratlara çalışabilir ya da aletlerle çalışabilir.”

Kimse tribünden ayrılmadı. Buna memnun oldum çünkü gitselerdi onları takip etmek zorunda kalırdım ve Cihangir’i izleme hakkını kaybederdim. Kalıp, kimseye çaktırmamaya çalışarak sadece onu izlemek, arada attığı kaçamak bakışları ve gülümsemeleri yakalamak kalbime iyi gelen bir şanstı. O şansa ihtiyacım vardı…

*
Hamburgercide ilk yoğunluğu atlattıktan sonra yemek molasına çıktım. Yemeğimi beklerken Berika’yı aradım. Aramamı bekliyormuş gibi hemen açıp “Lalin!” dediğinde sesi ağlamaklıydı.

“Berika, ne oldu? Anlatır mısın artık?”

İçini çekerken, “Asır ile kavga ettik.” dedi. ”Zaten o malum günden sonra iyi değildik ama bugün ipler tamamen koptu.”

Ağlamaya başlamasıyla benim de canım acıdı. “Neden böyle oldu ki? Asır peşinden gelirken pişman görünüyordu. En azından ben öyle anladım.”

“Zaten pişman ama kalbimi kırdığı için değil. Benimle birlikte olduğu için!”

“Berika bu çok büyük bir itham. Emin misin?”

“Başka bir açıklaması yok. Evet, beni arıyor ve evet, peşimden de geliyor ama hepsi bu kadar. Benimle sevgili olmak için hiçbir şey yapmıyor. Sanki… Sanki önünde kocaman bir sınır çizgisi varmış gibi. Asla o çizgiyi geçmiyor!  Of Lalin, onca derdin içinde birbirimize merhem oluruz demiştim ama… ”

Düşünmeye çalıştım ama aklıma gelen herhangi bir neden yoktu. “Seninle birlikte olarak zaten o çizgiyi geçmedi mi?”

“İşte ben de bunu söylüyorum. Defalarca konuşmaya çalıştım. Sorununu anlamaya, yanında olmaya çalıştım ama işe yaramadı. Daha fazla gururumu hiçe saymayacağım.” Sesi incelerek çatallanırken, “Onu unutacağım.” dedi. “Ne yaşandıysa yaşandı. Artık bitti.”

Keşke şimdi arkadaşıma sarılabilseydim, diye geçirdim içimden. Buna ihtiyacının olduğunu biliyordum ama ne evine gidebiliyordum ne de evime çağırabiliyordum. “Berika, bu gece Yekta da kalabilir misin? Ben de oraya gelirim. Annemin durumunu biliyorsun, onu yalnız bırakmamak için yatıya kalamam ama geç vakte kadar sizinle kalırım.”

Yekta da buluşmak için anlaşarak telefonu kapattık. Akşam saatlerinde Cihangir’den görüntülü bir mesaj aldım. İçeriği annemin tamamen sağlıklı olduğunu söyleyen bir doktor raporuydu. Cihangir haklı çıkmıştı, Mert Tunalı alenen bana yalan söylemişti! Bu yüzden anneme bir şey söylememi istemedi, diye düşündüm. Yalanını annemle paylaşmak için mesainin bitmesini bekleyemedim. Annem o adamın gerçek yüzünü bir an önce görmeliydi! Çıkışıma yarım saat kalmasına rağmen izin alıp koşar adımlarla eve gittim. Annemi evde bulamayınca onu arayıp hemen eve gelmesini söyledim ve sorgulamasına fırsat vermeden telefonu kapattım. Üzerimdeki kızartma kokan iş üniformalarını makineye attıktan sonra banyoya girdim. Kapının sesiyle hızlıca durulanıp çıktım. Üzerimde aceyle giyilmiş pijamalarım ve kafamda havluyla annemin karşına çıkar çıkmaz ona sarıldım.

“Şükürler olsun anne! Şükürler olsun.”

Annem sarılışıma şaşkınlıkla karşılık verirken, “Lalin, ne oldu kızım?” diye sordu. “Neye sevindin bu kadar?”

Geri çekilip ona doya doya baktım. “Anne, Mert Tunalı bana yalan söyledi. Senin hasta olduğunu, beyninde bir tümör olduğunu söyledi ama yalanmış! O adam bir yalancı anne!”

Kolları bedenimden ayrılırken, bakışları aynı hızla gözlerimden düştü. “Ö-öğrendin mi?”

Kafamın için bir sarsıntı hissettim. “Anlamadım?”

“Lalin bak… Kızım biz sadece bize karşı daha yumuşak olmanı istedik. Hastalık fikrine başta sıcak bakmadım ama uygulamada işe yaradı. Bana karşı daha nazik ve-”

Elimi kaldırdığımda sustu. Gözlerimde ve burnumda hissettiğim yanma hissi, anladığım şeyi şiddetle inkar etmem yüzündendi. “Doğru olmadığını söyle. Bunu o adamla birlikte planlamadığını söyle.”

“Lalin, söyledim ya kızım her şey huzurumuz içindi. Çok yakında sana gerçe-”

“Tüm o baş ağrıları, kendinden geçmeler numara mıydı?”

Hiçbir şey söyleyemedi. Hiçbir şey.

Bir süre karşımdaki kadına baktım. Annem sandığım kadına… “Bir anne, göz göre göre çocuğuna nasıl böyle bir acı çektirir?” diye sordum sessizce. “Nasıl yapabildin?”

Kollarını bana uzattığında geri çekilip “Kes şunu!” diye bağırdım. “Yeter anne! Yeter! Bir adam için değiyor mu? Ya ben günlerdir perişan oldum! Kendi derdim yetmezmiş gibi aklımda hep seni tuttum. Nasıl yaparsın ya! Nasıl bana yalan söylersin sen?”

Beni sakinleştirmeye çakışarak koltuğu gösterdi. “Tatlım, bak bunu konuşabiliriz. Gel, oturalım şöyle.”

“Seninle hiçbir şey yapamayacağım!” Gözyaşlarım akıp giderken başımdaki havluyu çıkarıp yere savurdum. Islak saçlarımın kırbaç gibi yüzüme vurması içimdeki acının yanında hiçti. “O adamdan nefret ediyorum! I O adama duyduğun hastalıklı aşktan nefret ediyorum! Dönüştüğün bu… Bu gurursuz kadından nefret ediyorum!”

Elinin bu kez yanağıma inmesine izin vermedim. Havadaki elini titreyen elimle tutarken, gözlerinde öfke dolu yaşlar vardı. “Defol Lalin, akıllanana kadar defol git bu evden!”

Elini hırsla bırakıp geri çekildim. “Ben de tam olarak öyle yapacağım.”

Koşarak odama gittim. Hıçkırıklarımı boğazımdan düğümleyerek okul çantama üniformalarımı ve yedek iş kıyafetlerimi doldurdum. Kabanımı ancak merdivenlerde giyebildim. Son basamağa geldiğimde ise puslanan gözlerim önümü görmeme izin vermedi ve yere kapaklandım. O anda hıçkırıklarım özgür kaldı. Omuzlarım sarsılırken, çantamdan fırlayan kıyafetlerimi toplamaya çalıştım. İçim, evimden kovulmaktan çok annem bu yalana dahil olduğu için acıyordu. Beni bu kadar çabuk gözden çıkarabildiği için…

Çantamı sırtıma taktım. Kabanımın önünü çektim. Sırılsıklam olan yüzümü kabanımın kollarıyla sildim. Apartman kapısını açtım ve karşımda onu buldum.

Yüzüme bakarken, yüzünde bir fırtına başladı. Şakakları gerildi ve çene hattı kaskatı kesildi. Yine de yüzümü ellerinin arasına alıp göğsüne dayarken, “Geldim.” diye fısıldayabildi. “Buradayım.”

Kollarımı ona sıkıca doladım, parmaklarımı sırtına saplarken canımın acısından ölüyordum. “Biliyormuş Cihangir. Annem zaten biliyormuş.” Gözyaşlarım kabanını ıslatırken, “Bunu nasıl yapar!” siye sızlandım. “Nasıl yapar…”

Dudaklarını başıma yasladı. Bekledi. Sonra alnını alnıma yasladı. Gözleri kapalıydı. “Bana gel.”

“Ne?”

“Bana gel.” Parmakları yüzümü severken, “Kimsenin bilmediği küçük bir evim var.” diye fısıldadı. “Gel, evimin bir parçası ol. Evim ol.”

🖤

Cihangir 🖤

Bu ay başka bölüm gelmeyecek. Çünkü Kızıl Gece özleyenlere de düşünmeliyim. Ama önümüzdeki ay yine buradayız.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 78.5K 64
@yakışıklızenginerkeklerdm; Merhaba Kılıçcığım. Canım benim, paran var mı? @kılıçarslan; İban yolla.
914K 64K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
27.5M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...