ZAMANSIZ SEVGİ

By Derunimeyus

779K 29K 7.9K

"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmada... More

Tanıtım
GİRİŞ
1.KÂBUS
2.İLLÜZYON
3.KARA DELİK
4.UMUTSUZLUĞUN ÇATLAKLARINDAN FİLİZLENEN UMUT
5.ZAMANIN ÇATLAYAN BEL KEMİĞİ
6.ÖZGÜRLÜĞÜN ESİRİ
7. DÜŞEN MASKELER
8.MAĞLUBİYETTEN DOĞAN GALİBİYET
9.YALAN TEMELLERE İNŞA EDİLMİŞ ÇÜRÜK BİR HAYAT
10.KARANLIĞA ESİR EDEN YILDIZLAR
11. SARSICI İDDİA
12.AYRILAN YOLLAR
13. AYNI KAN
14.GEÇMİŞİN YANGINI GELECEĞİ TUTUŞTURUR
15.YARALAYAN OLMAK
16.GEÇMİŞE YOLCULUK
17.NEFRETLE SAVAŞAN SEVGİNİN GETİRDİĞİ YIKIM
18.ALTANAVLA, BAŞLANGIÇ VE SON
19.ACIYI KUCAKLAYAN GÖĞE İTİRAF
20.SEÇİLMİŞ
21. BİLİNMEDEN YAPILAN TERCİH
22.ZAMANIN KALBİ
23.KURŞUN
24. İMKANSIZLIKTAN İMKANA
25.AŞKIN ÖNÜNDEKİ GURUR
26. KATİL
27.GÜÇ
28.BİLİNMEZLER ALEMİ
29. ASRAL
30.İHANETİN SIZISI
31.GEÇMİŞİN İZİ;BUGÜN
32.İKİ YÜZLÜLÜĞÜN ACISI
33.GELECEĞİN GÖBEK BAĞI GEÇMİŞ
34.AZRAİLİN KESKİN SOLUĞU
35.YILLARIN GÜNAHI
36.ANNE SÖZÜ
37.SON ŞANS,GÖK'ÜN AFFI
38.GÜÇ BİRLİĞİ, SON SAVAŞ
40. NEFRETİN KIRILMA NOKTASI
41.İLK UYANIŞ-SORGULAMA

39. GERÇEKLEŞEN HAYALLER

2.8K 116 58
By Derunimeyus


Oy veren herkese teşekkür ederim.💜

Keyifli okumalar!

Feel Nothing- The Plot In You


Aldığımız bazı kararlar, her ne kadar iyi niyetimizden olsa da; bazen amacımızın ışığından ayrılarak karanlıkta kalabilirdik.

Amaca giden yol, her zaman iyi niyetin taşlarında ilerlemiyordu.

Bu karanlığa bulaşanlardan biri de Zada'ydı.

Abimdi.

Verdiği güveni benden sökerek, kanata kanata geri almıştı. Açtığı yaralar, hissettirdiği nefret ve öfke...

Şimdi, aldığı güveni bir kez daha geri vermek istiyordu.

Fakat gözüm kapalı bunu kabullenebilecek bir güven de, bende kalmamıştı şimdi.

Ne geride bırakabiliyordum onu, ne de ilerime taşıyabiliyordum.

Ağırca yutkunduğumda, uykusuzluğumdan ve günün yorgunluğundan ağrıyan gözlerimi kapatıp açtım. Parmaklarım rüzgarın uçuşturup durduğu saçlarımı bir kez daha geriye doğru itelerken, bakışlarım kararan havanın ortaya çıkardığı yıldızları izliyordu.

Rigel tesisinin bahçesindeydim, tüm karışıklığıma rağmen.

Ondan uzaklaşmamı söyleyen yanım, ancak bu kadar kaçabilmişti.

Diğer herkes ısrarlarım sonucu kendi hayatlarının akışına geri dönerken; benim için hayat burada, tam şimdi durmuştu.

Zada'ya duyduğum kabarık öfke her ne kadar ağır ağır sönüyor olsa da; kırgınlığım çoktu. Beni korumak için göze aldıkları sonucu, kendi hayatını bütünüyle yok etmenin kıyısından dönmüştü.

İşte öfkemin bütünüyle yok olmadığı asıl nokta buydu. Ondan böyle bir şey yapmasını hiçbir şekilde istemezdim. Şimdiyse kafamda dönüp duran, en başında başka bir yol bulamayacağımız mıydı...

Tüm bunlara gerek kalmadan, güvenimi paramparça etmeden, başka bir yol hiç mi bulamazdık sahiden?

Onunla beraber ilerleyeceğimiz, tüm zorluklara karşı yan yana, güçlerimizi birleştirerek savaşabileceğimiz...

Algan'ı, benden uzak kalmaktan son anda alıkoymuştum zamanında. Aramızdaki bağı koparmaya niyetlenmişti o da ilk başta, başa çıkamadığı anda. Neden ilk çaresizlikte insan pes ederek, gözden çıkarmayı ilk seçenek olarak görüyordu her zaman?

Zada beni korumuştu. 

Ancak aynı zamanda zarar da vermişti.

Onu öldürebilirdim. Ve bu hayatım boyunca taşıyacağım en büyük vicdan azabı olarak kalabilirdi göğsümde.

"Daha ne kadar burada bekleyeceksin?" Duyduğum kısık sesle başımı hızla gerime doğru çevirdim, içsel sorgulamamdan koparak.

Kollarını göğsünde birleştirmiş, sırtı tesisin duvarına yaslı duran Lidya'nın ne zamandan beridir orada durduğunu bilmeyecek kadar kendi iç dünyamın hesaplaşmasına dalmıştım. Kollarını çözerek bana doğru geldiğinde, hemen yanımdaki boşluğa oturdu.

Sorusuna cevaben omzumu silktim yalnızca. Bende bilmiyordum kaç geceyi bu şekilde gündüz edeceğimi.

Rigel tesisinin arka bahçesinde, sessizliğin esir olduğu yerde şimdi ikimizde gecenin göğünü izliyorduk. Kendine doğru çektiği dizlerine kollarını sardığında, derin bir iç çekerek sessizliği bozdum temkinli şekilde.

"Ne kadar oldu?" Sorumla başını bana doğru çevirdiğinde, karmaşık bakışları zihninin bulanıklığını yansıtır gibiydi.

Daha alçak tuttuğum ses tonumla devam ettim. "Onu... Ne zamandan beri seviyorsun?"

Birbirine bastırdığı dudaklarıyla ağırca yutkunduğunda, bakışlarını yüzümden çekerek yeniden gökyüzüne çevirdi ancak bu defa daha bir dalgındı.

Geçen kısa sürenin ardından, fısıldamasını duydum. "Üç yıl..."

Gözlerini kapatarak başını kollarının üzerine eğdiğinde, kısık sesiyle devam etti. "22 yaşındaydım... O zamanlar bizim şehrimizle Vega şehri arasında, onun yüzünden yine bir gerginlik vardı." Sertçe yutkundu bu defa.

Eğdiği başını kaldırdığında, tam karşıya odakladığı gözleri önüne gelen geçmişini izler gibiydi. İsmini dahi anmak istemediği 'onun' sözcüğü, Lila'nın adının yerine gelen bir geçiştirmeydi yalnızca. Lila'nın ölümü, ona ne denli kötülüğü dokunmuş olursa olsun kolay atlatabileceği bir durum değildi. Bunun farkındaydım.

Öldürdüğü ilk kişi, ablasıydı.

"Bir gün, Rigel tesisine normal ziyaretlerimizden birini yaptığımızda, Algan'la beraber askerleri de gelmişti."

Dudaklarında oldukça ufak bir kıvrım ilk kıvılcımını yaktığında, başını dizlerine sardığı kollarının üzerine yaslayarak bana doğru çevirdi bu defa. "İlk orada gördüm onu. On saniye Hera..."

Mırıldandığında, sessizce onu dinlemeye devam ediyordum.

Ay ışığının yansıdığı gözlerinin dolduğunu gördüm. "İnsan yalnızca 10 saniyede, hayatında ilk defa gördüğü birine bu kadar güçlü bir şey hissedebilir mi bilmiyorum... Ama sadece on saniyeydi."

Kapadığı gözlerinden sızan damlalar teninde ıslak bir yol çizmeye başladıklarında, yeniden aralandı bakışları ancak oraya yerleşen duygularının taze neşesi değil; yıllardır katranlaşmış acısıydı.

"O günden sonra da o kadar az bir araya geldik ki... Ama ona bakabildiğim o kısıtlı saniyeler bile paha biçilemezdi benim için."

En tahmin edemeyeceğim kadının, en tahmin edemeyeceğim adama karşı duyduğu hislerin yoğunluğu; şimdi dinlerken dahi tahmin edemeyeceğim kadar büyüktü.

Ve şimdi, sesi dahi çıkmayan Atena'nın düşüncelerinden haberdar değildim. Ancak Vega şehrine dönene dek, yüzündeki ifade durumun hoşuna gitmediğinin somut kanıtı gibiydi.

Lidya'nın sesiyle bakışlarım yeniden onun yüzüne çevrildi. "O bunun farkında bile değildi. Olmasını da istemiyordun zaten gerçi. Karşılıklı olmasa bile sırf benim yüzümden ona bir zarar gelmesinden çok korktum."

Ne diyeceğimi bilemediğimden öylece onu izlerken, sanki benim sözlerime zaten ihtiyaç duymuyormuş gibi bir farkındalıkla yutkunarak mırıldandı.

"Yüzüme bile bakmadı Hera."

İçindeki kırıkları, her bir sözüne yansıtan sesindeki can çekişir tınıyla bakışlarım yüzünde gezindi. Gözlerinde belirgin bir acı vardı. Yıllardır süren ancak şimdi daha da katlanmış gibi bir acı...

"O an, silahın namlusunu ona çevirdiğinde öğrendiği ilk andan beri hem de... Farkındayım aslında. Şimdi bana söylemeye çekiniyorsun, farkındayım." Güler gibi verdi soluğunu. Daha çok kendi kaderinin satırlarına işlenmiş silinmeyecek mürekkebin kelimelerine alay eder gibiydi.

"Hatta Ayperi bile sürekli gözlerini benden kaçırıyor. Çünkü herkes farkında, herkes biliyor. O, yani Atena... Çok rahatsız oldu. O kadar açıktı ki gözlerindeki ifade... Öyle bir rahatsızlıkla baktı ki o ilk saniye yüzüme... Sonra, sanki her yüzüme baktığında bu rahatsızlığını hatırlayacakmış gibi asla bakmadı bir daha."

Gözlerimi yüzünden ayırarak ileriye çevirdim yeniden. Lidya, zeki bir kadındı. Herkesin sustuğu durumun zaten farkındaydı ancak bunu bilmesi şimdi daha çok canının yanmasından başka bir işe yaramamıştı.

"Aslında onu sevmemin asıl sebebi, her durumda, en kritik anda bile sürekli o eksilmeyen tebessümüydü." Ağladığını belli eden sesiyle, kaçamak bakışlarım ara sıra onu yoklarken; dudaklarındaki ufak tebessüme şahit oldum.

"Ne olursa olsun, nerede olursa olsun hatta..." Hafifçe omzunu silkti. "Hani herkesin böyle en gerildiği an olur ya, herkesin yüzünden okunur o siniri... O gün de öyle bir toplantı vardı yine. Her şey pamuk ipliğine bağlıymış gibi, herkes en ufak bir anı bekliyordu sinirini ortaya döküp şehirlerin sağladığı barışı bozmak için. Bütün askerler, yöneticiler diken üstündeydi. Hatta hepsinin kaşları çatıktı, o hariç..."

Şimdi durumu ondan dinlerken, aslında Lidya'nın duyduğu hislerin ne denli saflığı da içinde barındırdığını daha iyi anlıyordum. Seviyordu fakat bunu öyle güzel yapıyordu ki, bir nokta dahi olsa siyahlık barındırmıyordu sevgisinin içinde.

Ablasının ve ailesinin bile kirli ellerinin uzanmasına izin vermemişti hislerine.

"Sinirli değildi, herkesin aksine. Sanki hiçbir şey onun kaşlarının çatılmasına sebep olmaz gibiydi. Yaşayamadığım ama hayalim olarak kalacak o hayatı, onda gördüm. Gülüyordu. Askerlerin gülmesi yasaklayan dünyaya inat eder gibi gülüyordu hem de. Çok da güzel gülüyordu."

Dudaklarındaki tebessüm ağırca yok olduğunda, bir şeyin farkına varmış gibi bakışları ileriye daldı ve onu gülümseten o andan tamamen uzaklaştı.

"Ama bugün, onun gülümsemesini çalan kadın bendim. Kimsenin yapamayacağını ve yapmasını istemediğim şeyi yaptım ben bugün. Hiç gülmedi Hera." Başını iki yana salladığında, parmakları tenindeki ıslaklığı sildi yavaşça.

"Onu sinirlendirdim. O gün, savaş çıkma ihtimaline rağmen rahatsızlık duymayan adamın şimdi en büyük rahatsızlığının sebebi oldum."

Parmaklarım tereddütle havalanırken, birkaç saniyenin ardından omzuna dokundum. Bakışları bana çevrildiğinde, başımı hafifçe yana doğru eğdim.

"Böyle düşünme. Eminim ki sandığın gibi değildir. Atena böyle biri değil hem... Ben eminim Lidya, o başkasının hislerine saygı duymayacak bir adam değil. Belki sebep sandığının aksine başka bir şeydir."

Sözlerim onu biraz olsun toparlamak istediğimdendi ancak ondan farklı düşündüğüm de pek söylenemezdi. Nedenini bilmiyordum fakat Atena, kesinlikle bir anda, onda daha önce şahit olmadığım gergin yanını ortaya çıkarmıştı.

Sahiden çok başka birine bürünmüştü bugün. Romos'la kendi aralarında konuştukları ana uzaktan şahit olduğumda, ilk defa onu bu denli öfkeli görüyordum. Rahatsız olduğu bir durum vardı, evet. Bunu inkar edemezdim ancak bunun sebebini de tamamen Lidya'ya bağlamak istemiyordum.

Ne olursa olsun, ablasının veya ailesinin yaptıklarından sorumlu olan o değildi. Hapsolduğu yerde bile kendi imkanlarıyla karşı çıkmaya çalışmıştı ve tek yaptığı, sevdiği adamı korumaktı.

Bunu anlardım. Lidya'yı, bu durumun çaresizliğinde en iyi ben anlardım.

Çünkü benimde yaptığım buydu yakın bir zamanda. Algan'ı korumak için, ona ihanet etmeyi bile göze almıştım her ne kadar o durumu sonradan öğrenmiş olsa bile. Mecliste onun ardından, üyelere kendimi ona ihanet eder gibi yaptığım konuşma tamamen onu korumak istememden kaynaklıydı.

Ve zamanında, o da beni korumak için benden ayrılmak istemişti.

İnsan, sevdiklerini korumak için çoğu zaman belki de dışarıdan bakıldığından en aptalca hareketi dahi gerçekleştirebiliyordu. Her ne kadar bunu yapmayacak biri olsa bile...

Çünkü söz konusu, kendinden öne koyduğu biri olduğunda; o an mantık yerine tamamen hislerin harekete geçtiğini artık biliyordum. O anki zarar görecek endişesinin çaresizliği, insana her şeyi yaptırabiliyordu.

En yapmayacağı şeyi bile...

Şimdi hemen yanımda oturan Lidya'nın da olanlara sessiz kalmasına, her ne kadar mantıklı olmasa bile, kızamıyordum. Kızamazdım da...

Elini kolunu bağlayan ablasının tehditlerinin korkusu onu susmaya mahkum kılmışken; kim yargılayabilirdi ki böyle bir şey için onu?

Hepimizin en kritik anlarda verdiği yanlış kararlar olurdu bir defa olsa bile. Hayat, tam olarak böyle bir şeydi çünkü.

En kötü kararı bile vermiş olsanız, bir şekilde önünüze sunduğu tercihlerden birini seçmek zorundaydınız.

Ve Lidya'da, kendince o an doğru olanı yapmıştı.

"Zaten hiçbir beklentim ya da umudum yoktu ki. Orada hapsolmuşken, hayata tutunmak için sebebim olması için bile ona ömrüm boyunca minnettar kalacağım. O her ne kadar benden nefret ediyor olsa bile..."

Sözleriyle dilim, hiçbir kelimeyi dışa vurmak adına dönmedi. Diyebilecek tek bir sözüm dahi yoktu. Onu avutmak, boş yere umudunu canlandırmak olurdu belki fakat Lidya zaten her şeyin farkındaydı.

Ağırca oturduğu yerden kalktığında, başımı yukarı doğru kaldırarak ona bakmaya devam ettim büründüğüm sessizliğimle.

"Bugün bana, yıllardır açık kalan hesabımı kapatma fırsatını verdiğin için teşekkür ederim. Lila'yla aramızda hiçbir zaman o kardeşlik denilen bağ oluşmadı aslında. Kan bağı her zaman insanları birbirine bağlamaya yetmiyormuş, bunu bugün daha iyi anladım." Kısa bir an duraksayarak derin bir soluk aldı.

"Çünkü şimdi hiçbir pişmanlık duymuyorum içimde. En ufak kırıntısı bile yok hatta... Sadece, üzerimden büyük bir yük kalktı."

Ellerimi dizlerimin üzerine koyduğumda, sonunda dudaklarım aralandı. "Peki şimdi ne yapacaksın?"

Göğsünde birleştirdiği kollarıyla, dudaklarını büktü bir bilinmezlikle. "Ailemin olduğu şehre geri dönemem. Zaten onların da diğerlerinin de artık sizinle ya da benimle uğraşacak cesaretleri kalmamıştır. İş tamamen savaş boyutundan çıktı, eminim." Kaşlarını yukarı doğru kaldırdı.

"Ben de kendime yeni bir yer bulacağım. Gitmek istiyorum buradan..." Sert bir yutkunuşla sesi daha da düştü.

"Onunla yollarımızın kesişebilme ihtimali olmayan bir yere gideceğim. Daha fazla rahatsız olmasını istemiyorum çünkü. Hem böylesi herkes için daha iyi olacaktır. İşimi de artık özgürce yapabilirim." Dudaklarındaki ufak tebessüm, kendini ne denli zorladığının göstergesiydi aslında.

"Bir üniversitede, bildiklerimi öğrenmek için heveslenen öğrenciler vardır eminim ki başka ülkelerde de."

Başka bir şehir değil, ülke diyordu... Tamamen uzaklaşmaktı niyeti anlaşılan.

"Senin istediğin bu mu sahiden?" Sorumla başını aşağı yukarı salladı yavaş bir hareketle.

"Evet. Benim için de daha iyi olacak. Yeni bir hayat kurmayı, herkesi, her şeyi arkamda bırakmak istiyorum."

Kararını çoktan vermiş olan onu yolundan elbette çevirecek değildim fakat istemediği bir şeyi de sırf başkalarını düşündüğünden kendini zorunlu hissederek yapmasını da istemezdim. Ancak sözlerinde oldukça kararlı görünen Lidya, sahiden de gitmeyi istiyordu.

Bunun üzerine bende başımı salladığımda, dudaklarındaki tebessüm biraz daha genişledi. "Birkaç gün sonra gitmiş olurum. Belki bir daha seni görmek için vaktim olmaz. O yüzden şimdi, yeniden teşekkür ederim. En çokta ilk başta bana inandığın için..."

Oturduğum yerden kalktığımda, karşı karşıya kaldığım onun yüzüne baktım. Dudaklarımda içten bir gülümseme belirdiğinde, kaldırdığım kollarımla buruklaşan tebessümüyle gözlerini kapatıp açarak, ağlamamak adına direndi.

Birkaç adım daha da yaklaşarak sarıldığında, kulağıma fısıltısı doldu. "Umarım gittiğimde, yeniden gülümser. Onu üzen her şeyden nefret ediyorum. Ve şimdi en büyük nefretim kendime. En çok da bu yüzden gitmem gerekiyor."

Sessiz bir iç çekerek ellerimi sırtında gezdirdiğimde, kısa bir sürenin ardından ayrıldık. "Kendine iyi bak Lidya. Asıl, yardımın için benim sana teşekkür etmem gerekiyor."

Yaptığı şey, Hakan'ı dahi şaşkınlığa sürükleyebilecek büyüklükteydi. Bize çok büyük yardımı dokunmuştu. Bugün Zada'yı kurtarabilmemdeki payı oldukça büyüktü, bunun farkındaydım.

Teşekkürümü, başını eğip kaldırarak sessizlik içinde kabul ettiğinde, arkasını dönerek tesisin girişine doğru ilerlemeye başladı. Gözden kaybolana dek onun ardından zihnimdeki düşüncelerle bakarken, içinde bulunduğu durum, içimde bir burukluğa neden oldu.

Böyle olmasını istemezdim.

İstemiyordum bu denli kırıklarıyla gitmesini. Yıllarını o tesiste kendi içinde yok olarak geçirmiş bir kadındı Lidya. Ve bugün, orada, hayatında ilk defa birini öldürmüştü.

Ablasını...

Şimdiyse bununla, hatta tüm geçmişinin acısıyla tamamen bir başına mücadele etmeye çalışıyordu.

Her ne kadar bundan pişmanlık duymadığını dile getirse dahi, böyle bir şeyin yükünü tahmin etmek dahi oldukça zordu. Kendi içinde verdiği savaştan hangi tarafının galip çıkacağı meçhuldü fakat sonuç ne olursa olsun, kendinden eksilenler olacağı açıktı.

"Ona öfkeli değilim aslında."

Ortamın sessizliğinde yankılanan sesle, aniden irkilerek arkama döndüğümde; biraz uzağımda duran Atena'yla göz göze geldim.

Kaşlarım hafifçe çatılırken, yüzüme yansıyan şaşkınlıkla bedenimi tamamen ona doğru çevirdim. "Sen ne zamandan beri buradaydın?" Çatılan kaşlarım bu defa yukarı doğru kalkarken, ona fırsat tanımadan devam ettim.

"Ayrıca geldiğini hiç duymadım bile."

Hayretimi yansıtan sözlerimle dudaklarında keyifsiz bir gülümseme belirdiğinde, duran adımları hareketlilik kazanarak bana doğru ilerlemeye başladı. "Algan'ın komutasında yetişen bir asker olduğumu hatırlatmak isterim."

Kollarımı göğsümde birleştirerek ona bakmayı sürdürürken, ilk duyduğum cümlesini hatırlatmak ister gibi oradan devam ettim bu defa.

"Kızgınlığın kime Atena?" Sorumla, yanıma ulaşan adımları durdu.

Sesli ve oldukça derin bir iç bıraktığında, tek kaşını yukarı doğru kaldırdı. İlk defa yüzünden okunan bir keyifsizlik vardı ve sahiden de gülmüyordu. Onu böyle görmek, karşımda başka biri varmış gibiydi.

"Kendime." Omzunu kaldırıp indirdi tek kelimelik yanıtının hemen ardından. "Kendime çok kızgınım."

Ellerini üzerindeki üniformasının ceplerine yerleştirdiğinde, gözlerini kapatarak başını geriye doğru attı. "Onu sevmiyorum Hera. Üzgünüm bunun için ama hislerine karşılık veremem."

Aralanan gözlerine rağmen, bakışları gökyüzünde gezinmeye devam ediyordu. "Bu yüzden kendime çok kızıyorum." Ademelması ağırca hareketlendi yutkunuşuyla.

"İnsanları kırmaktan nefret ediyorum ve onu kırdığımın da çok net farkındayım. Ama ilk defa birini üzmek zorunda kaldığım için kendime çok kızgınım şimdi."

İşi iyice karmaşıklığa doğru götüren sözleri, zihnimdeki soru işaretlerini arttırırken Atena'nın ifadesine daha çok yerleşen hüzün; elle tutulur gibiydi. Dokunsam, parmaklarım arasında dağılarak bana da geçecekti sanki.

Başını ağırca bana doğru çevirdiğinde, yeniden göz göze kaldık. "Birine aşık olmak bizim için yeryüzündeki en zor şey. Romos'ta, Algan'da zoru başardılar..."

Başını bu defa iki yana salladığında, durumu tahmin eder gibi oldum fakat emin olamıyordum.

Ve bunu duymaya hazır olduğuma da emin değildim karşısındayken, o bu denli üzgünken.

"Ama ben bunu yapabilecek kadar, içimde en ufak bir hissin zerresini bile hissetmiyorum." Bir itirafı açık eder gibi gecenin karanlığına yayıldı fısıltısı.

"O zerreyi bırakmayana kadar içimden almışlarken, birini sevebilmek benim için imkansız olan tek şey. Bunu yapamam. Çünkü hiçbir şey hissetmiyorum ona karşı."

Sesimi bulabilmek adına bir süre bekledim öylece. Dilimin ucundaki kelimeler geriye doğru kaçarken, düşüncemin doğruluğundan emin olmak adına kendimi zorladım.

"Atena..." Mırıldanmamla bakışlarını, ne duyacağını bilir gibi karşısına çevirdiğinde, ağırca yutkundum.

"Sen de, yani hepiniz... Algan gibi..." Aralanan dudaklarımdan dökülen sözcükler doğru düzgün bir cümle oluşturmama dahi müsaade edemiyordu yüzleştiğim gerçekten ötürü.

Ben bunu yaşayanın yalnızca Algan olduğunu düşünürken, üstelik o bunca şeye rağmen bana olan sevgisini içinde diri tutmayı başarmışken; şimdi Atena'dan bunu duymak...

Karşı karşıya kaldığım gerçekle ne yapacağımı, ona ne demem gerektiğini bilmiyordum.

Kuramadığım cümlelere rağmen, ne demek istediğimi anlamış olan Atena başını aşağı yukarı doğru sallayarak beni onayladı. İki yana doğru, hissizliğini yansıtır gibi kıvrılan dudakları bu defa içten değildi.

"Hepimiz o işkencelerden geçtik Hera. Bize öğretilen ilk şey, bir askerin hislerinden tamamen sıyrılması gerektiğiydi. Çünkü hisler, insanın en zayıf noktasıdır. Ve bir askerin ne bir zayıf noktası ne de bir zaafı olmalı..."

Oldukça normal bir şeyden bahseder gibi omzunu silkti. "Şimdi istedikleri oldu işte. Ne bir zaafım var ne de zayıf noktam... Tamamen, hissiz, robotlaşmış bir varlıktan ibaretim. Canlı olduğumun tek belirtisi nefes aldığım olabilir, bundan emin ol."

Kaşları hafifçe çatıldığında, zihnine bir şey düşmüş gibi hafifçe bana doğru döndü. "Hani az önce söyledi ya... Hep gülüyor diye..." Birbirine sıkıca bastırdığı dişleriyle, az önce giden Lidya'nın gittiği yolu işaret ettiğinde, konuşmaların hepsine şahit olduğunu anladım.

Sıktığı dişlerinden dolayı yüz hatları iyice keskinleşirken, kendini konuşmaya zorlar gibi devam etti. "Gülmemin tek sebebi, elimde kalan insanlık hissini biraz olsun yaşatabilmek. Yoksa insan olduğumu unutacağım artık içimdeki hissizlikten."

Bir eli kalbinin üzerine doğru gittiğinde, derin bir nefes aldı. "Kalbim atıyor, nefes alıyorum, yaşıyorum işte... Yaşamak böyle bir şeyse eğer, evet, ben de yaşıyorum. Öyle veya böyle..."

İkisi için de durum o kadar zor ve aşılamaz görünüyordu ki; çaresizlikleri ikisinin de bakışlarından okunuyordu fakat bunun için kimsenin yapabileceği bir şey yoktu.

Asker olabilmek adına hislerini feda etmişlerdi ve tüm bu işkenceden farksız eğitimlerde Algan, kendini iyileştirmeyi başarmıştı bir şekilde. Tutunabilmişti hislerine.

Ancak Atena'nın, bu denli içinde hislerinden sıyrıldığını hiçbir şekilde düşünememiştim. O kadar dışına yansıtmıyordu ki bunu, ona bakan sahiden hayat dolu birini görürdü yalnızca.

Ağırca yutkunduğumda, bu durum onun için oldukça normalmiş gibi bir sakinlik içinde devam etti. "Ben, biri nasıl sevilir bilmiyorum. Birini sevmek nasıl bir his, onu da bilmiyorum. Bilmediği bir şeyin eksikliğini hissetmez insan Hera."

Ortada problem yokmuş gibiydi veya bunu görmezden gelmeyi seçiyordu. Sitemkâr değildi, isyan etmiyordu veya bundan dolayı rahatsızlık da duymuyordu. Siniri, yalnızca kendineydi.

Keyifsiz bir gülüş dudaklarından soluğunu verir gibi seslice döküldüğünde, başını bu defa yere doğru eğerek iki yana salladı. "Hayatım boyunca, kimseye öyle bir sevgi vermedim. Veremeyeceğim de. Çok tuhaf geliyor çünkü böyle bir şeyin olabilme ihtimali bile o kadar uzaktı ki bana... Şimdi de ne yapacağımı bilmiyorum. Onu üzmek istemiyorum ama sanırım, üzülmesinden başka bir yol da yok."

Sesine yansıyan kırıklar, insanın tenine batabilecek kadar somuttu. Üzgündü Atena. Lidya'yı üzdüğü için üzgündü fakat yapabileceği bir şeyin olmadığının o da farkındaydı.

Çünkü hiçbir şey hissetmiyordu.

Hissedemiyordu.

Bu bir insana yapılabilecek en büyük kötülüktü. Hisleri olmadan hayata tutunacak bir sebebin gücüne nasıl inanabilirdi ki insan?

"Onun yerine ben de gidebilirim. Bunu konuşmak istiyorum ama işleri daha fazla çıkmaza sürüklemekten korkuyorum."

Derin bir soluk aldığımda, ellerimle bedenimi sardım. "Bana soracak olursan eğer, konuşmanın onun fikrini değiştireceğini sanmıyorum." Başım omzuma doğru eğildiğinde, düşünceme hak verir gibiydi ifadesi.

"Kararını vermiş bile Atena. Senin de duyduğun gibi, kendine yeni bir hayat kurmak istiyor. Hakkı da..." Dalgınlaştığına şahit olduğum bakışlarıyla, elimin biri yavaşça koluna dokundu. Temasımla bakışları yeniden beni bulduğunda, kendisinin bir suçu olmadığını anlamasını ister gibiydim daha çok.

"Senden değil; ailesinden, buradan kaçıyor." Kısa bir an için durduğumda, görünmez okları kendi üzerinde tutmaya devam eden Atena'yla, sözlerimi sürdürdüm. "Lila'yı öldürdü. Ve burada durmak, ona, bunu hatırlatmaktan başka bir şey yapmayacak. Bu kararı almasındaki en büyük sebebin sen olduğunu düşünmüyorum."

Ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilemeyen bir kararsızlık içinde başını aşağı yukarı doğru salladığı esnada parmaklarını saçları arasından geçirerek yutkundu.

"Sanırım... Birimizin gitmesi en iyisi olacak."

Her şey normalmiş gibi davranmasının sebebi, asıl ifadesini maskelemesinden mi yoksa hislerinin körelmekten öte tamamen yok oluşundan mı kaynaklıydı ayırt edemiyordum fakat tavırları oldukça sakindi. Her şey yolundaymış gibi davranıyordu.

"Benim de artık işimin başına dönmem gerekiyor. Gece nöbetini devralmam lazım." Başımı sallayarak onu onayladığımda, hareket etmeden önce dudakları genişçe iki yana doğru kıvrıldı.

Ve ben o an anladım ki, aslında Atena içinden geldiği için değil; alışkanlık haline getirdiği için gülüyordu.

Sıradan bir olaya dönüşmüştü bu köreltilen hisleriyle artık. Tıpkı nefes almak, su içmek gibi...

"Bir şeye ihtiyacın olursa araman yeterli, sabaha kadar uyumuyor olacağım zaten."

Kendimi tebessüm etmeye zorlayarak kısık sesli bir teşekkür mırıldandığımda, göz kırparak ağır adımlarla yanımdan uzaklaşmaya başladı.

Şimdi yeniden yalnız kalmışken, kafamdaki karmaşıklığa ses vermeye çalıştım. Fakat işin içinden çıkmak fazlasıyla zordu. 

Onu yıllardır seven ve sırf bu nedenle esir kaldığı yerde yaşama tutunmaya çalışan kadın; bir diğer yandan da uğruna hislerini feda ettiği mesleğinin getirisi, tamamen hissiz bir adam.

İkisini bir araya getirebilecek hiçbir şey kalmamıştı ortada.

Ortak bir yolları yoktu.

Daha fazla soğuk havada durmamak adına adımlarımı harekete geçirdiğimde, tesisin giriş kapısına doğru ilerledim. Artık burada durmam da Vega tesisinden askerlerin girişi de soruna neden olmuyordu. Ayperi'nin emri neticesinde, durumu açıklayarak bildirmesi üzerine kısa süreli sağlanan barışla şimdi en azından Zada'nın durumu hakkında bilgi edinebiliyordum.

Ameliyattan çıkmıştı. Ayperi'nin de dediği gibi önemli bir durum yoktu, yalnızca birkaç gün hareketleri kısıtlanacaktı. Lutyan'ın silahından çıkan zehirli kurşunun sıyırması, durumu tehlikeli bir halden çıkarmıştı.

Nöbetçi askerlere kısa bir baş selamı vererek büyük kapıdan içeri girdiğimde, saatin ilerlemesinden olsa gerek etrafa bir sakinlik çökmüştü.

Henüz uyutulmaya devam eden Zada'dan dolayı şimdi yanına gidemeyecektim. Bu nedenle burada kalmam adına verdikleri odaya ilerlemeye devam ettim. İçeri girdiğimde, sessizlik tamamen ablukası altına almıştı dört duvarı.

Ortadaki oldukça geniş duran yatağa ilerleyerek oturduğumda, derin bir soluk çektim içime. Yorgundum, fazlasıyla hem de... Ancak uyumak imkansızlıklar dahilinde oldukça uzaktı gözlerime.

Ne yapmam gerektiğiyle ilgili, gelecek hakkında devamlı düşünüyor olmanın verdiği zihinsel bir yorgunluktu bu daha çok.

Bundan sonrasında fiziksel mücadele her ne kadar bitmiş olsa da, devamında gelecek olanın hukuksal olarak peşimizi bırakmayacağından emindim. Şimdi gözler tamamen Vega şehrine çevrilmişti. Yani Algan'ın üzerine...

Ellerimi oturduğum yatağın üzerine yaslayarak karşımdaki duvarı izlerken, tıklatılan kapıyla gözlerimi kapatıp açtım. Parmaklarım alnımı bulurken, oturduğum yerden kalkarak kapının açılmasını sağladım. Kilit yalnızca kişiye verilen kart ve şifreyle açıldığından, panele bana verilen şifreyi girerek kapının açılmasını sağladım.

Kapının gerisindeki Pera Ayas'la göz göze geldiğimizde, olduğum yerde duraksadım kısa bir an için.

"Anne." Mırıldanmasıyla kendimi toparlayarak silkelendiğimde, aramızdaki mesafeyi kapatarak daha da yaklaştım.

"Pera. Sen nasıl geldin buraya?" Şaşkınlığımın izlerini hissettiren sesimle bakışları sağına doğru çevrilirken, başımı onun baktığı tarafa yönelttim bende.

Bunun üzerine görüş açıma giren Hakan'la kaşlarım hafifçe yukarı doğru havalandı. Kollarını göğsünde birleştirmiş olan Hakan, hafifçe omzunu silkti. "Yanına gelmek istiyordu, bende getirdim." Ardından işaret parmağıyla kendini gösterdi yukarı doğru kalkan tek kaşıyla. "Dayısı olarak."

Sesli bir iç çekerek bakışlarımı onun üzerinden çektiğimde, karşımdaki Pera'nın koluna dolandı parmaklarım. Ancak ben konuşamadan onun sesi doldu kulaklarıma. "Kızdın mı habersiz geldim diye?" Oldukça kısık çıkan tereddüt dolu sesiyle, bu defa açıkça yüzüme yansıyan şaşkınlık oldukça okunurdu eminim ki.

Hâlâ benden çekiniyor oluşu karşısında onunla aramızdaki bağı tam olarak güçlendiremediğimi ve içimdeki hislere ayna tutamadığımı o an anladım.

"Hayır." Başımı iki yana sallayarak kolundaki parmaklarımı sıkılaştırdığımda, içeri doğru gelmesi adına yönlendirdim bedenini.

"Tabii ki hayır Pera. Neden kızayım?" Odanın içine yönlendirmemle içeri girdiğinde, dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Sen burada bekle..." Kısılan gözlerimle başımı koridorda duran Hakan'a çevirdim kısa bir an için.

"Ben de dayınla konuşup geleceğim hemen." İmalı şekilde vurguladığım kelime Hakan'ın yüzündeki sırıtmayı genişletirken, karşımda duran Pera Ayas'ın da dudakları anında iki yana kıvrıldı.

Tepkimden çekindiğinden olsa gerek fazlasıyla rahatlamış duruyordu ancak anlayamadığım konu; neden Algan'a karşı bu denli kolay ve bariz şekilde bir sınır koymuyorken, bana karşı kendi içinde set kurduğuydu.

Derin bir soluk bırakarak kolunu sıvazlayan parmaklarımı ondan çektiğimde, hızlı adımlarla odadan dışarı çıktım. Ardımdan kapanan kapıyla koridorda bekleyen Hakan'ın yanına ilerlediğimde, tam karşısında dikilen bedenimle başını aşağı doğru eğmek zorunda kaldı.

"Buyurun Hera Hanım, başlayın bakalım." Fakat henüz dudaklarımı dahi aralayamadan havalanan işaret parmağıyla devam etti uyarır gibi keyifle.

"Ama baştan anlaşalım fazla üzerime gelme çünkü restoranda silinecek yer çokmuş diyorlar, öyle duydum." Alaylı tınıdaki sesiyle, kısılan gözlerim yüzünde gezindi.

"Gücün hakkında bana söylemediğin şeyler vardı. Seni orada gördüm Hakan. Hepimiz gördük hatta. Sanki sen değil de başka biri duruyordu karşımda o an." Sözlerimle ifadesi ciddiyetin somutluğuna büründü yavaşça ve alaylı halinden sıyrıldı.

İçine çektiği derin solukla göğsü yükselirken, arkasındaki duvara yaslandı. "Bunu sana anlatsam ne değişecekti ki? Ayrıca her detayın bir yeri bir zamanı oluyor. Bilsen de değişen bir şey olmayacaktı. Ama..." Diyerek kısa bir an için duraksadığında, işaret parmağını burnumun hemen ucuna dokundurup geri çekti.

"Madem soruyorsun, o halde yanıtlayayım. Sadıkların arasında Hakan değil Tuğra'yım. Ayrıca evet, seviye olarak Kayra'dan daha yetkili bir konumdayım. Gücümün bir sınırı yok Hera." Önemsiz bir detaymış gibi omzunu silkti. "Varsa da henüz ben bilmiyorum. Onu da bir dahaki sefer görürüz artık."

Rahat tavrını hayretler içinde izlerken, kendi gücünün sınırını bilmiyor oluşu, içinde bulunduğum hayreti daha da kazarak derinleştirdi. Oradaki hali zaten sınırı sanıyordum oysaki...

"Hâlâ tanıdığın Hakan'ım. Bana şöyle bakma lütfen. Senin de gücünün bir uç noktası henüz yok ve sürekli gelişiyorsun Hera. Birbirimize yabancılık duymamıza gerek yok."

Başımı iki yana sallayarak sertçe yutkunduğumda, gözlerimi kapatıp açarak bedenimin hareketlerini tutukluktan kurtarmaya çalıştım. Ona yabancılaştığım bir durum söz konusu dahi olamazdı. Hakan, ne olursa olsun, kim olursa olsun, benim henüz on yedili yaşlarımda tanıdığım o adam olarak kalacaktı.

Bana, beni düşüren hayatta ilk yardım elini uzatandı o.

"Öyle bir şey yok. Şaşırdım ben sadece. Ayrıca o nereden çıktı öyle?" Asılan yüzümle bakışlarımı ondan çektiğimde, aniden duvardan doğrularak elini saçlarıma uzatması bir oldu.

Gözlerim anında irileşirken, hızla geriye doğru çekilmeye çalıştım. "Bana bak Hakan sakın! Sakın bak üzerinde denerim o gücümün bilmediğin sınırlarını ona göre."

Uyarı dolu tehdidimle alay dolu bir gülüş döküldü dudaklarından ve hiç acımadan saçlarımı karıştırdı. Elimle eline vurarak uzaklaştırmaya çalışırken, bu halim onu daha da keyiflendirmiş olacak ki kaçtıkça üzerime üzerime geliyordu.

Kaç yaşına gelmiştik ama şu huylarından bir türlü vazgeçmek bilmiyordu. "Git başımdan diyorum! Kızım içeride benim, bozma saçımı. Rezil etme beni!" Sözlerimle bu defa gür kahkahası koridorda yankılandı birden.

"Oy sen kızına rezil olacaksın diye mi korktun? Ya senin kızın mı var? Daha kendin bebeksin sen tipsiz."

Kaşlarım aniden derin şekilde çatılırken, eline bu defa hiç acımadan sertçe vurdum. "Rahat dur iki dakika. Ayrıca sensin tipsiz! Ve yine ayrıca, bebek değilim ben. Boyum kadar çocuğum var içeride oğlum benim."

Kaşlarını yukarı doğru kaldırdığında, gözleri alayla parıldıyordu. "Bak bak bak... Laflara bak. Dün ki ergen anne olmuş vay anasını halimize bak."

Bu defa dudakları kıvrılan ben olurken, elini ittirerek dağılan saçlarımı düzelttim ağır hareketlerle. "Evet. Ve sen de hâlâ tek tabancasın. Dayı değil de Hakan dede olmuşsun haberin yok."

Şimdi kaşları çatılan o olurken, aniden rolleri değişmiş olmamız sonucunda, damarına basılan oydu. Bunun üzerine huysuzca baktı yüzüme. "Ne dedesi kızım? Genciz daha." Parmaklarını saçlarından geçirdiği sırada, düşünür gibi yandan bir bakış attı oldukça ters şekilde.

"Vardır bizim de bir alıcımız herhalde. Yani..." Kısa bir duraksamanın ardından, kendi kendini ikna etmek ister gibi hızla devam etti.

"Vardır tabii. Olur illa. Nedir yani evlilik dediğin. Birde çocuk, çok mu zor bir şey sanki?" Düzelttiğim saçlarımla onun hesaplaşmasını keyifle izlerken, dudaklarımı büktüm hafifçe bilmiyormuş gibi.

Bakışları yeniden hızla beni bulduğunda, aklına bir şey düşmüş gibi şiddetli bir parlamayla yanıp söndü gözleri. İşaret parmağını tehditkarca suratıma doğru sallamasıyla kısılan gözlerimle yüzüne baktım. "Bana bak, sakın ikinci çocuğu da yapayım deme. Sana yetişemeden futbol takımı kurma, zamanı geri sarar önce ben evlenirim sırf inat olsun diye."

Kollarımı göğsümde birleştirerek daha çok sinirini bozmak istercesine güldüğümde, pek de güvenmeyen ifadesiyle bakıyordu hâlâ. Başımla koridordu işaret ettim onu dikkate almıyormuş gibi. "Hadi hadi, işine. Yerler silinecek daha."

Kısılan gözleriyle geri geri yürümeye başladığında, iki parmağını önce kendi gözüne ardından bana doğru işaret etti. "Sakın... İkinci çocuk yok."

Başımı onu takmadığımı belli eder bir tavırla aşağı yukarı salladığımda, aniden durmasıyla irkildim. Bana doğru koşacağını anladığım an yersiz bir heyecanla geriye dönerek koşmaya niyetlenmiştim ki, birden gerimde, oldukça yakınımda duran bedene çarpmam gecikmedi.

Oldukça sert şekilde durmak zorunda kaldığımda, birkaç adım geriye doğru sendeledim. Parmaklarım refleksle acısını hissettiğim burnuma uzandığında, saniyeler önce çarptığım adamın sesi doldu kulaklarıma.

"Kusura bakmayın. Siz öyle birden koşunca tahmin edemedim bana çarpacağınızı." Tanımadığım adamın telaşlı sesiyle parmaklarımı sızlayan burnumdan çekerek, karşımdaki adama doğru kaldırdım eğdiğim başımı. O ise hafifçe çatılan kaşlarıyla yüzümü inceliyordu tam o sırada.

"Yok. Sorun yok. Asıl siz kusura bakmayın benim sakarlığım."

"İyi misiniz?" Sorusuyla başımı hızla aşağı yukarı doğru salladığım esnada, olaya şahit olan Hakan ağır adımlarla yanımıza doğru geldi ancak sessizdi.

"İyiyim, tekrar kusura bakmayın." Mahcup sesimle, benim aksime çarpmamdan etkilenmemiş duran adam yeniden konuşacaktı ki; gerimden duyulan bu defa tanıdık sesle başımı omuzumdan geriye doğru çevirdim.

"Hera."

Koridordan bu tarafa doğru ilerleyen Algan, çatılan kaşlarıyla bir bana birde karşımdaki adama bakarken; gözleri en sonunda benim üzerime sabitlenerek inceler tavırla oyalandı.

"Bende nerede kaldı kaos diyordum..." Mırıldanan Hakan'a uyarıcı bir bakış attığımda, dudağını aşağı doğru bükerek omzunu silkti ancak o alttan alttan sırıtışını, onu tanıyan herkes elbette çok iyi anlardı.

Adımları yanıma yaklaşan Algan'ın, üzerimde gezinen bakışları fazlasıyla kontrolcüydü. "Güzelim. Bir sorun mu var?"

Sesinde, üstü kapalı bir ima sezinler gibi oldum o an. Fakat bunun üzerinde durmayarak, burada olmasının verdiği beklenmeyen heyecanımla genişçe gülümsedim. "Algan. Bir sorun yok da... Senin işin yok muydu? Beklemiyordum."

Benim aksime dudaklarında oldukça ufak bir tebessüm filizlendi. Gözü devamlı gerimde durmaya devam eden adama kayıyordu. "Bir uğrayayım dedim nöbeti devralmadan."

Aten, Romos ve birkaç asker daha Algan'la beraber bugün gece nöbetindeydiler. Son olanlardan sonra, özellikle Algan tedbir açısından nöbet işini arttırarak güvenliği geliştirmek adına uğraşıyordu Vega şehrinde.

"Algan Egina..." Arkamdaki adamın seslenişinin ardından, bu defa gözlerim ikisi arasında mekik dokumaya başladı.

Algan'ın aksine onu gördüğüne memnun şekilde gülüyordu fakat nedenini çözemediğim bir durumdan olsa gerek, Algan'ın bundan hoşnut olmadığı hissi vardı içimde.

Onu tanıyordum. Kesinlikle rahatsız olduğu bir şey vardı.

"Demek bahsettikleri Hera Ertekin sensin o halde." Tek kaşını yukarı doğru kaldırdığında, Algan'ın yüzünde dolanan bakışlarını bana çevirdi tanımadığım adam.

Anlamsızlığın soru işaretleriyle dolu gözlerim onunla kesişirken kısa bir duraksamanın ardından dudaklarım aralandı takıldığım noktayla. "Kimin bahsettiği?"

Sorumla, hemen bir adım gerimde duran Algan'a oldukça manidar bir bakış attı bu defa. "Algan'ın olmadığı kesin..."

İmalı mırıldanmasıyla kaşlarım hafifçe yukarı doğru havalanırken, bir eli belimi bulan Algan'ın ne denli gerildiğini oldukça açık şekilde hissettim o an.

Adamı tanıyordu ve kesinlikle büyük bir rahatsızlık duyuyordu.

"Her neyse..." Diyerek aralarındaki çözemediğim sessiz bakışmayı bozan adam yeniden bana döndü. "Sizinle sonunda tanışabildiğime memnun oldum Hera Hanım. Uzun zamandır isminiz yaşadığım şehirde dolanıyordu. Nihayet tanışabildik."

Bana doğru uzattığı eliyle dudakları iki yana doğru ağırca kıvrıldı. "Capella şehrinin yönetici komutanı, Arman Egina."

Uzattığı elini tuttuğumda, Algan'ın belimde duran eli fark edilir şekilde baskısını arttırdı.

Karşımdaki adam, yeniden ona kısa bir bakış attığında; gözlerindeki manidarlık kıvrılan dudağının kenarlarında belirdi bu defa.

Fakat ben, her şeyden bağımsız, az önce dile getirdiği soy ismini idrak etmeye çalışıyordum daha çok.

Egina demişti.

Arman Egina.

Hemen ardımdaki Algan'a dönmemek adına kendimi güçlükle tutarken, nihayet ayrılan ellerimizle adam konuya açıklık getirmek ister gibi vurgulu ve kendinden oldukça emin şekilde devam etti.

"Algan'ın kardeşiyim."

Çatılmak için direnen kaşlarımı güçlükle düz tutarken, ifademe şaşkınlığımın yansımaması adına kendimi durdurdum.

Biraz uzağımızda duran Hakan yumruk yaptığı elini dudaklarının üzerine yaslayarak kaşlarını yukarı doğru kaldırdığında, ağırca yutkunarak kesik bir soluk bıraktım.

Büyük bir tepki vermemem gerektiğini, adamın devamını getirdiği sözleri ve üstünlük içinde beklentiye girdiği tavırlarından anlamam yeterli olmuştu.

Tek kaşı yukarı doğru havalanırken, daha önce görmediğim fakat kendi şehrine ait olduğunu düşündüğüm üzerindeki üniformasının ceplerine yerleştirdi ellerini. "Sanırım Algan bundan bahsetmemiş olmalı." Başını ağırca yana doğru eğdiğinde, gözleri Algan'ın yüzünde sabitlendi.

Fakat oradaki ince alay, görülmeyecek gibi de değildi.

"Sevgiline bahsetmedin mi yoksa benden kardeşim?"

Yumruk yaptığım parmaklarımı kapatıp geri açtığımda, konuşacağını anladığım ve bir adım öne doğru hareketlenecek olan Algan'a fırsat tanımadan hızla araya girdim.

"Bahsetti."

Başını yana doğru çeviren Algan'ın verdiği sert soluk saçlarımın arasına karıştı. Karşısındaki adamın kışkırtıcı bakışları üzerindeyken kendisini zorlukla tuttuğunun farkındaydım. Ortamdaki gerginliğin ipi, kopmaya o kadar yakındı ki; henüz yeni bir savaşı atlatmışken, bir başka gerginliği daha kaldırmaya gücüm kalmamıştı.

Fakat bundan daha çok, bunu yapmamdaki asıl sebep; kendi sorunlarımızı artık kendi içimizde çözümlemek istediğimdendi.

Ne olursa olsun, konu ne denli büyük olursa olsun; etrafımızda bir adımlık dahi boşluktan yararlanmak isteyenlerin verdiği zararların bedelini yeterince ödemiştik hepimiz. Ve bu bedel hiçbir zaman basit olmamıştı. 

Hem Zada'yı hem de Algan'ı kaybetmenin eşiğinden dönmüşken ve bedelini de onların canıyla ödemenin kıyısından geçmişken, bir kez daha aynı şeyleri yaşayacak gücü kendimde bulamıyordum artık.

Sırf bu yüzden, içimdeki yakıcı hissi kontrol altında tutmaya çalışarak dışıma yansıyan sakinliğimle hafifçe gülümsedim.

"Sadece, ben de sizi daha önce görmemiştim. Şimdi tanışmış olduk." Normal tınıda çıkarmayı başardığım sözlerimle, yandan bir bakışla kontrol ettiğim Hakan sıraladığım yalanların farkındaydı.

 Adamın göremeyeceği bir noktadan, dudaklarını bükmüş başını aşağı yukarı doğru sallıyordu beni onaylar şekilde. Demek ki yalan söylediğim belli olmuyordu. Bu iyiye işaretti. Onaylamasına bakılırsa, doğru yoldaydım.

Karşımdaki adam, beklediği tepkiyi alamadığını belli eden bakışlarını nihayet zorlukla yerinde duran Algan'dan çekebildiğinde; gözleri yüzüme çevrildi ancak o an, Algan'dan etkilendiğimden miydi bilmiyordum fakat ona karşı benim de içimde rahatsızlık verici bir his oluştu.

Emindim. Algan, bana bundan bahsetmediyse, kesinlikle bir nedeni vardı.

Ya da böylesi bir belayı üzerimize bulaştırmak istememişti.

Hissettiğim rahatsızlığın yersiz olmadığından da emindim. Karşımdaki adamın sözleri de, bunu tasdikler nitelikteydi. "Bahsetti demek." Diyerek tek kaşını yukarı doğru kaldırdığında, başını eğip kaldırdı. "Güzel..."

Fakat sözlerinin aksine, sesindeki memnuniyetsizlik hissedilirdi en açık haliyle. "O halde, sonra görüşürüz. Zada'yı ziyaret etmek için gelmiştim."

Uzun bir sürenin ardından sesini duyduğum Algan'ın, tüm gerginliğini ve duyduğu memnuniyetsizliği yansıtan sesi; Arman'dan daha fazlaydı. "Görüşürüz tabii... Bizzat ilgileneceğim seninle."

Kesinlikle, ilgilenecekti. Ancak iyi niyetin zerresi yoktu ne ifadesinde ne de sesinde.

Bakışlarımı yanımızdan geçip giden adamdan çektiğimde, uzaklaşmasıyla birkaç adım öne doğru adımlayarak belimdeki elinin çekilmesine neden oldum. Karşısına geçtiğim Algan, gözlerini koridorda kaybolan adamın ardından nihayet çekebildiğinde; başını çevirmesiyle göz göze kaldık.

Tek kaşım sorgularcasına yukarı doğru havalanırken, sessizliğimle bir eli yüzünü buldu ve ağırca sıvazladı. O sırada sessizliği bölen Hakan'ın sesi oldu.

"Ben gideyim. Malum iş güç, yerler silinecek daha... Hadi eyvallah." Kısılan gözlerimle kaçarcasına yürümeye başlayan Hakan'ın gözden kayboluşunu izledim.

"Özür dilerim..." Yalnızca ikimizin kaldığı koridorda, Algan'ın sesini duydum bu defa.

Benden kaçırdığı bakışlarıyla sesli bir soluk bırakarak devam etti. "Ve teşekkür ederim."

Hareketlenen ademelmasından yutkunuşuna şahit olurken, karşımda zor bir durumun içine düştüğünün farkındaydım. Ve şimdiki sessizliği, daha çok kendi içinde kelimelerini toparlamaya çalıştığından kaynaklanıyor gibiydi.

"Söylemediysen, bir sebebin vardır diye düşünüyorum." Sesimi duymasıyla kaçırdığı elaları nihayet yüzüme dönebildi.

"Beni yanıltma Algan."

Başını hızla iki yana salladı. "Öyle değil... Yani sandığın gibi bir şey yok. Öz kardeş değiliz bile."

Gözlerini kapatarak bir elini bu defa ensesine attığında, başını yana doğru eğdi. "Babamın ikinci eşi, Atalante'nin oğlu. Babalarımız da aynı değil. Sadece babam kendi soy adını vermek isteyince işte, resmi olarak kardeş görünüyoruz kimlik üzerinde."

Kaşlarım hafifçe çatılırken, yüzünde can bulan yorgunluğu bugün yaşanılanlardan sonra bir de sabaha dek nöbet tutacağı gerçeğiyle yüzleşmemi sağladı. Konu elbette oldukça önemliydi. Fakat şimdi sırası değildi.

"Tamam..." Dudaklarımı ıslatarak başımı salladım hafifçe. "Sonra konuşuruz. Sana iyi nöbetler."

Arkamı döneceğim sırada aniden elimi bulan eliyle parmaklarını parmaklarım arasından geçirdi. Duraksayan adımlarımla bedenimin kendine doğru dönmesini sağlarken, sorgulayan bakışlarım karşısında başını iki yana salladı.

"Böyle yapma Hera. Konuşalım."

Kaşlarım yukarı doğru havalanırken, anlamsızca baktım yüzüne. "Bir şey yapmıyorum ki. Ben de onu söylüyorum zaten, konuşalım ama sonra."

Yeniden başını iki yana salladığında, sertçe yutkundu. "Sinirlendin söylemediğim için. Haklısın da ama en azından bana arkanı dönüp gitme. Konuşalım bari öyle git."

Güler gibi verdiğim soluğumla kendimi durdurmaya çalışarak gün yüzüne çıkmaya başlayan sinirimi durdurdum.

"Hayatım... Sinirlenmedim. Sadece sonra konuşuruz dedim. Sinirlensem, konuşalım demezdim."

Gözleri yüzümü dikkatle incelerken, inanmayan bakışlarıyla bu defa kaşlarım hızla çatıldı. Elimi çekmek için hamle yaptığımda, sıkılaştırdığı parmaklarıyla buna da izin vermedi.

"Algan..." Uyarır tınıda çıkan sesimle, gözlerim kısıldı. "Bak sinirlenmedim ama şuan sinirlenmeye başlıyorum artık. Daha uygun bir zamanda konuşuruz diyorum."

Dilini damağına vurarak beni reddetmesiyle, sabır dolu bir soluk çektim. "Sen tam olarak ne olsun istiyorsun? Ne istiyorsun, söyle onu yapayım da için rahat etsin bari. Hayır sanki her şeye çok tepki gösterip sinirlenen bir insanım..."

Bağırıp çağırmamı ister gibi damarıma basmaya meyilli Algan'ın tuhaf tavırları karşısında ne yapacağımı bilemezken, kendisi de ne yapacağını bilemiyor gibiydi aslında.

Bir an için, durumun benimle bir ilgisi olmadığını düşünür gibi oldum. Ve o an, bu düşüncemin doğruluğunu kanıtlar gibi daha da garipleşen hareketleriyle sessizliğini sürdürdü.

Gözlerim daha da kısıldığında, inceler bakışlarım yüzünde gezinmeye başladı. Uzakta duran adımlarım ona doğru yaklaşırken, parmaklarının tutuşu daha da sıkılaştı gitmemden korkar gibi. Bu hamlesiyle daha da bir emin oldum.

Gitmemi istemiyordu fakat durum benimle ilgili değildi.

Az önceki karşılaşma şimdi onu da içten içe dağıtmıştı anladığım kadarıyla.

"Sorun ne?" Mırıldanmamla gözlerini yeniden benden kaçırdı.

Temkinli şekilde boştaki parmaklarımı koluna sardığımda, bir kez daha sertçe yutkundu. Tavırlarıyla ortada bir sorun olduğundan artık kesin olarak emindim ancak ne olduğuna dair en ufak bir fikrim dahi yoktu.

"Uzun süredir yoktu ortalarda, bir an görünce öyle sinirlerim bozuldu sadece. Sorun yok." Düşük bir tınıda kendi ağzının içinde mırıldanmasıyla başım yana doğru eğildi.

"Algan..." İnanmadığımı belli eden sesimle sert bir soluk bıraktığında, dalgınlaştığını fark ettiğim gözlerini kapatıp açarak başını hafifçe iki yana doğru salladı silkelenmek ister gibi.

"Özür dilerim." Aynı şeyi yinelemesiyle yüzüne bakmaya devam etmem üzerine konuşmayacağını anladım. Bu yüzden sözü devralarak üstüne gitmemeyi tercih ettim daha fazla.

"Eminim ki bunun arkasında özür dilemeni gerektirmeyecek bir sebep var. Söylemiyorsun, ama canın bir şeye sıkıldı." Eğilmediğinden dolayı ona yetişebilmek adına ayaklarımın üzerinde yükselerek dudaklarımı yanağına bastırdığımda, sıyrıldığı dalgınlığıyla hareketim karşısında bir eli belimi bularak destek oldu ve başını bana doğru eğdi.

"Ne zaman anlatmak istersen buradayım. Benden yana takılıp daha çok canını sıkacağın bir durum yok."

"Teşekkür ederim." Yine aynı kelimeleri tekrarladığında, derin bir çekerek yavaşça geriye doğru adımladım.

Her ne kadar istemese de parmaklarımızı ayırdığımda, ellerim yüzünü kavradı sakinlik içinde.

"Kimse yüzünden aramız bozulsun istemiyorum. Beni anlıyorsun değil mi?"

Gözlerini kapatarak alnını alnıma yasladı. Az önce yaşanılanları her ne kadar henüz sindiremediğim doğru olsa da; Algan'ın da etkisinden çıkamadığı bir gerçekti.

Böyle bir durumdan hiçbir şekilde haberim yoktu.

Fakat hissettiğim tek şey, kendi içinde atlatamadığı bir şeyle yeniden yüzleşir gibi olduğuydu.

Üzerine gitmiyor oluşumun sebebi ise bundandı şimdi. Onu zorlamak istemiyordum. Özellikle böyle bir günün sonrasında, yaşanılan onca zorluktan sonra bunu yapamazdım. Onun çoktan göz ardı ettiği ancak benim etkisinden çıkamadığım ve elbette her şeyden şuan daha önemli olan bir konuysa; daha yeni arka arkaya ameliyat oluşuydu.

Onu kaybetmenin eşiğinden dönmüşken, diğer her şey gözümde önemini yitirmeye başlamıştı artık. Birde Zada'nın son affından sonra, ne yaşanırsa yaşansın çoğu şeyin konuşularak, birbirimizi kırmaya gerek kalmadan halledilebileceği inancı gelişmişti zihnimde.

"Anlıyorum." Kısık sesi kulağıma dolduğunda, başımı onaylarcasına salladım.

"Çok yorgun görünüyorsun. Nöbetinin başlamasına ne kadar var?" Konuyu başka bir yöne çekerek değiştirmemle, bu isteğime uyum sağlayarak sessizce iç geçirdi.

Muhtemelen daha büyük bir tepki göstermeni bekliyordu ancak bunu her ne kadar bir an için yapacak olsam da yapmamıştım. Ne yeri ne de zamanıydı şimdi tüm bunların.

"Henüz birkaç saatim daha var devralmak için." Dudaklarını alnımın üzerinde hissederken, kısa süren temasının ardından geri çekildi. Ancak sıcaklığını hâlâ tenimin üzerinde hissediyordum.

"Biraz seninle vakit geçiririz diye gelmiştim. Bundan sonra önümüzdeki günler daha yoğun geçecek gibi." Parmakları saçlarımı geriye doğru yavaşça çektiğinde, sıkıntılı bir soluk bıraktı. "Yalnız kalmak için pek zamanımız olmayacak sanırım."

Dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı sözleriyle. "Sorun değil. Sen iyi ol da..."

"Ben iyi olurum. Önemli olan benim için her zaman sensin." Gülümsemem daha da genişledi sesiyle. Az önceki beklenmedik karşılaşmanın üzerinde bıraktığı etkiyi biraz olsun kırmak adına zihnini dağıtmaktı amacım.

"Biraz uyusaydın bari." Gözlerine bakarak konuşmamla, tek kaşı yukarı doğru havalandı bu defa. 

"Sen de geleceksen neden olmasın?"

Başım yana doğru eğildiğinde, birbirine bastırdığım dudaklarımı aralayarak gerimde kalan odayı işaret ettim.

"Evet demeyi isterdim ama bugün hakkımı kızımızdan yana kullanacağım. Şansına küs."

Şaşırmayan ifadesiyle Pera'nın burada olduğundan haberinin olduğunu anladım. Çünkü saatlerdir ben buradayken, o da Algan'ın yanında, Vega tesisindeydi.

Yanıtımla belimde duran elini geri çekmeden yüzüme doğru eğildiğinde, güler gibi oldu bir an için. "Sanırım yılın en genç anne babası olduk. Pera'yla aramızdaki yaş farkına bakılırsa..."

Sözleri dalgınlıkla başımı sallamama neden olurken, asıl üzerinde durmam gereken bir diğer önemli konunun da kilidini açmıştı aslında tam şimdi. 

"Neden bana karşı böyle sence Algan? Ben... Bilmiyorum, gelecekte ne kadar değiştim ama yine de kendimden çok mu uzaklaştım, bunu düşünüyorum."

Aniden konuya girmemle, anlamadığını belirten bir ifade oluştu yüzünde o an. "O ne demek?"

Bu defa sıkıntılı bir soluk veren taraf ben olurken, kapısı kapalı odadan aldığım bakışlarım yüzüne çevrildi yeniden. "Fark etmişsindir. Pera Ayas... Sana karşı davrandığı gibi değil bana. Sana daha rahat yaklaşıyor ama benimle konuşmak bile onu çok geriyor. Sanki aramızdaki görünmez engeller var bana tam anlamıyla ulaşabilmesi için."

Sesimin duyulmaması için oldukça düşük bir tınıda konuşurken, karşımdaki Algan'ın kaşları yukarı doğru havalandı.

"Bunu ben mi yaptım, emin olamıyorum. Ben galiba..." Söyleyip söylememekte emin olamadığım cümlenin devamında gelecek kelimeler, beklentiyle yüzüme bakan Algan'ın bakışları altında durumu her ne kadar benim adıma daha da zorlaştırıyor olsa da, yutkunarak devam ettim iyice alçalan sesimle.

"İyi bir anne olamadım kızımıza."

Kaşları arasındaki çukur daha da derinleştiğinde, durumun farkında olmadığını o an anladım. Çünkü sahici bir anlamsızlık yer edinmişti elalarında.

"Hera..." Ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi anlamaya çalışırken, bir eli yüzümü buldu. "Sana bunu düşündüren Pera'nın davranışları mı?"

Araladığım dudaklarımla, konuşmama fırsat tanımadan devam etti hızla. "Güzelim, ilk andan beri durumu anında kabullenmen mümkün değil ki... O kadar yaşanan şeyden sonra, birde daha biz böyleyken... Yani, aramızdaki ilişkiyi ilerletmemişken bir kızımızın olduğunu öğrendiğin anda annelik iç güdünün aniden ortaya çıkmasını elbette bekleyemezsin. Hem, neredeyse yaşlarınız aynı. Normal değil mi sence de?"

Anlayışlı çıkan sesi, durumun sandığımın aksi olduğunu belirtmek ister gibiydi ancak göremediği şeyler vardı.

"Öyle değil. Bahsettiğim şey benim durumu kabullenmem değil. İlk geldiğinde sana sarıldı Algan. Benden çok uzak duruyor. İlk geldiği kişi ben değildim. Sendin. İlk iletişim kurduğu da sendin. Ayrıca..." Duraksayarak yüzüne baktığımda, kaşlarım hafifçe çatıldı.

"Sen de hemen kabullendin, şaşırmadın bile onu ilk gördüğünde. Hatta anladın buraya geldiğinde onun kızımız olduğunu. Ama ben anlayamadım, bahsettiğim şey bu."

Sözlerimle kaşları yukarı doğru kalktığında, sanki gizli tuttuğu bir şeyin tam da üzerine basmışım gibi anında yutkundu. Hafifçe boğazını temizlediğinde, kısılan gözlerimle onun değişen tavırlarını izliyordum.

"Ne? Ne oldu?" Sorgulayıcı sesimle başını iki yana salladı.

"Bence oralara hiç girmeyelim."

Kaşlarım daha da çatıldığında, omuzunda duran elimi hafifçe sıkarak baskı uyguladım. "O ne demek? Ne var yine bilmediğim?"

Omzunu silkti. "Bir şey yok."

Açık açık kaçıyordu. "Algan... Bir şey var, bana söylemiyorsun."

"Benim nöbete gitmem lazım."

Hayretle ona bakarken, hareketleneceğini anladığımda diğer elimi de omuzuna koyarak durmasını sağladım. "Kaçıyorsun resmen."

Sahte bir şaşkınlıkla baktı o da yüzüme bu defa. "Ne münasebet? Daha neler..."

"Söylemeden bir adım bile gidemezsin."

"Neyi?" Bilmezlikten gelmeye başlamasıyla, kesinlikle emin olmuştum.

Kaçıyordu.

"Beni zorlama Algan. Bir şey var."

"Yok."

"Var."

"Yok."

"Var diyorsam vardır! Söylesene!" Çileden çıkmaya yakın sesim aniden yükseldiğinde, gözlerini gözlerimden kaçırdı.

Anında işaret parmağımı yüzüne doğru tutarak gözlerini gösterdim. "Bak! Bak gözlerini kaçırıyorsun işte. Söyleyeceksin."

Israrım karşısında, tavırlarıyla daha da şüphe çektiğinin farkında bile değildi oysaki. "Sakin olur musun?" Dilini damağına ardı ardına vurduğunda, kınar gibi baktı bir de sanki yersiz bir kuşku duyuyormuşum gibi.

"Gelme üzerime benim. Yorgunum ben." Mırıldanarak gözlerini kaçırmaya devam ettiğinde, bu defa vicdanıma oynamaya başladı fakat elbette yememiştim.

"Algan..." Uyarır tınıda çıkan sesimle, kaçışı olmadığını anladığında ağırca yutkundu.

"Yanlış anlayacaksın... Söyleyemem." İnce bir telaş hem sesine hem de yüzüne yansırken, aralanan dudaklarım geri kapandı ne diyeceğimi bilemediğimden.

O da sessiz kaldığında, gözlerimi kapatarak derin bir soluk aldım. Yeniden araladığım gözlerim direkt yolunu bilir gibi elalarıyla kesiştiğinde, yeniden kaçırdı bakışlarını.

İlk defa bana karşı böyle bir tavrını görüyordum. Kıvranıyordu karşımda. Ve kaçmak için en ufak bir anı bekliyordu. Öyle ki yardım bekleyen bakışları bir umut boş koridorda gezinirken, dişlediğim dudağımı serbest bıraktım.

"Anlamam. Yanlış anlayacağım bir şey yapmazsın. Biliyorum. O yüzden söyle. Sen böyle sustukça ben daha çok yanlış anlamaya başlıyorum çünkü artık."

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi tereddütle kaçırdığı gözlerini yeniden yüzüme çevirdi. "Ben... Yani daha önce... Aslında öyle değil de yani... Yok." Diyerek başını hızla iki yana salladığında, elmacık kemiğinin üzerine yayılmaya başlayan beyaz tenindeki kızarıklık, çatılan kaşlarımın ağırca düzelmesine neden oldu.

Kısılan gözlerimle bir kızaran tenine birde yüzüne bakarken, hızla devam etti. "Yok söyleyemeyeceğim. Cidden söyleyemem şu an bunu."

"Utanıyor musun sen?" Kısık tuttuğum sesimle, silkelenerek kendini toparlamaya çalışırken geriye doğru gitmek istedi fakat omuzlarında baskı kuran ellerimin engeline takıldı.

Aslında ufak bir güçle kaçabilirdi fakat yine de bunu yapmıyordu.

Derin bir soluk bıraktığında, boynuna doğru yayılmaya başlayan kızarıklığı takip etti gözlerim. "Bu kadar utanacağın şey ne Algan?"

Giderek daha da şüphelenen halimle, sorum karşısında bir anda irkildi. "Ne? Hayır tabii ki! Öyle bir şey değil. Öyle şeyler düşünmedim." Aceleyle kendini açıklamaya çalışması karşısında, başım yana doğru eğildi.

Kendini ele verdiğinin bile farkında değildi henüz.

Bir düşüncesi vardı ancak bunun nasıl bir şey olduğunu anlayamadım tam olarak.

"Nasıl şeyler?" Mırıldanmamla kaşları çatıldı.

 Üzerinde imayla kurduğum baskı karşısında, anında yutkundu. 

"Hera... Bak uğraşıyorsun benimle, fark etmedim sanma. Anlıyorum ama öyle bir adam değilim. Masumum ben. Bozma beni, aklıma olmayacak şeyleri sokma şu an. İnan hiç sırası değil güzelim."

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda, parmağım kızaran yanağının üzerinde gezindi hafifçe. Gülüp daha çok bozulmasına neden olmamak adına kendimi tutarak konuştum. "Sustukça yanlış düşünmeye itiyorsun beni."

"Benim..." Derin bir soluk bırakarak sakinleşmeye çalıştı. "Benim bütün geleceğim senin üzerine kurulu." Aniden dile getirdiği kelimelerle sessizleşerek konuşması adına fırsat tanıdım.

"Hayal kuran bir adam değildim. Hiçbir zaman da olmadım. Benim için hayaller insanı oyalamaktan başka bir şey değildi. Sadece gerçekleşecek ihtimaller üzerine düşünür, buna göre hayatıma yön çizerim. Bu her zaman böyleydi benim için. Hayatımda hayallere yer yoktu."

Gözleri hafifçe kısıldığında, telaşlı haline rağmen dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı o an düşündüğü şeyden olsa gerek. "Ama bir gün... Bir şey oldu. Yıllardır en nefret ettiğim şey, sadece bir gecede o kadar değiştirdi ki düşüncelerimi bir anda. Hayatımda, ilk defa bir hayal kurdum o gün. Sonra onun peşinden gittim. Gerçekleşmesi çok düşük bir ihtimaldi benim için o zamanlar ama aslında bir şeyi de öğrendim."

Beklenti dolu halimle, merak içinde onu dinlerken; ağırca yutkunarak sonunda gözlerini gözlerime sabitleyerek kaçırmadan devam etti. "Hayaller aslında insanı oyalamıyormuş. Tam aksine, yaşatan bir şeymiş. O gece, senin karşına çıktıktan iki hafta sonraydı. Bir rüya gördüm. Daha ismimi yeni öğrenmiştin hatta benden korkuyordun, o kadar umutsuzluğa kapılmıştım ki..."

Dudaklarındaki tebessüm ağırca kayboldu. "Bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama o gün beni bir daha görmek istemediğini söyledikten sonra çok düşündüm ben. Görevimi devretmekti niyetim. O kadar kararlıydım ki Hera... O günün sabahında yapacağım ilk iş, koruma görevini devretmek olacaktı."

Yeni öğrendiğim gerçekle yüzünde kaldı bakışlarım şaşkınlığın yayılmaya başladığı gölgelerle. Onu bölmemek adına tek bir kelime dahi etmezken, sıkıca birbirine bastırdığı dişlerini serbest bıraktı.

"Tamamen pes etmiştim. Hayatımda kendimi daha çok umutsuz hissettiğim bir gece oldu mu hatırlamıyorum bile. Kendimi ilk defa, öyle bir kötü hissetmiştim ki seni üzdüğümü düşündüm. Ama ben bunları düşünürken, sadece bir rüyayla tüm fikrim bir anda değişti. Sabah kalktığımda, kendime çok kızdım böyle bir şeyi düşündüğüm için. En ufak zorlukta senden vazgeçeceksem eğer, zaten o zamanlar onlarca zorlukla baş eden senin yanında nasıl olacağımı sorguladım. Amacım beraber bir şeylerin üstesinden gelmekken, böyle gidemezdim."

"Ne gördün o gece rüyanda?" Sonunda bulduğum sesimle fısıltıdan ibaret kelimelerim ona ulaştığında, az önceki ruh halinden hızla sıyrıldı şaşıracağım bir şekilde.

Duygu değişimine yetişemezken, parmaklarını aceleyle saçları arasından geçirdi. Parıldayan elalarını şaşkınlıkla izlerken, gülümsemesi daha da genişledi ve elmacık kemiğinin üzerine yayılan kızarıklık yine belirginleşti dikkatimi çekecek kadar.

"Daha aramızda hiçbir şey yoktu ama bir aile kurduğumuzu görmüştüm. Yemin ederim o gece her şey o kadar değişti ki benim için... Kucağında, kollarının arasında küçük bir kız çocuğu uyuyordu." İçi içine sığmıyormuş gibi derin bir nefes aldı.

"O an, o kadar gerçekçiydi benim için her şey. Hatta bunun bir hayal değil gerçek olduğunu bile düşündüm ilk uyandığımda. O zamanlar da gördüğüm tek şey kabuslarımdı halbuki. Devamlı annemle ilgili şeyler görüyordum, uyuyamıyordum bile doğru düzgün. Ama o günden sonra yine o his için uyumayı bile vakit kaybı olarak gören ben, kendimi yine o rüyayı görmek için uyumak isterken buldum."

Dudaklarını beklemediğim bir anda yanağımın üzerine bastırarak geri çekildi yavaşça. "Ben bir hayal kurdum seninle. O hayalin peşinden gittim bir umut yıllarca. Sonra sen geldin, hayalimi gerçeğe dönüştürdün."

Az önceki halinden sıyrılarak sözlerinin gerçekliğe kavuşmuş olmasının verdiği bir huzurla, heyecanlı telaşı sakinliğe büründü.

"Bana hayatımda kurduğum ilk ve tek hayali verdin Hera. Seninle kurmayı istediğim o aileyi verdin bana."

Sürdürdüğüm sessizliğimle parmakları tenimi daha sıkı kavrayarak yüzümde hafif bir baskıyla gezinirken, güler gibi bıraktı soluğunu bu defa. "Ben yıllardır bunun isteğini kafamda yaşadığım için, kızımızı daha ilk gördüğüm anda tanıdım." Baş parmağı gözümün hemen altında ağırca dolaştı.

"Sana çok benziyor ayrıca. En büyük ikinci hayalim de buydu. Sana benzeyen bir kız çocuğu..."

Dudaklarındaki kıvrım daha da genişlerken, tek kaşı yukarı doğru kalktı. "O yüzden, onu kabullenmek zor değildi benim için. Ama hâlâ hayal gibi geliyor bunun gerçekleşmiş olması. Doğruyu söylemek gerekirse, o günün gelmesini ne kadar büyük bir heyecanla beklediğimi tahmin bile edemezsin."

Gözlerini parıldatan heyecanı yeniden can bularak sesinde de kendini belli etti. Dudaklarımda ufak bir gülümseme meydana geldi karşımdaki haliyle.

Onu daha önce bu kadar içi içine sığmayacak bir heyecanla görmemiştim.

"Ben ikimiz için de hep düşünürken buluyorum kendimi. Şimdi bütün hayallerimde sadece sen varsın. Çünkü 27 yaşımda, 17'min aklına bile gelmeyecek şeyleri yaşıyorum seninle. Hayal kurmam gereken asıl yaşlarımda benim için hayat her zaman sadece siyahla beyazdan ibaretti. Her şey net ve keskin olmak zorundaydı."

Dudaklarını bu defa başımın üzerine bastırdığında, içine çektiği derin solukla gözlerimi kapattım. "Ama şimdi benim için birçok renk var. Sen hayatıma girdiğinden beri, her şeyin ilkini ama hep de en güzelini yaşıyorum. Bunu bana sen yaşattırıyorsun. Seninle bilmediğim şeyleri keşfetmek, denemek, bunları tecrübe edinmek çok güzel hissettiriyor bana Hera. Bu yüzden her gerçekleştiremediğim şeyin hayalini seninle kurma cesaretim var şimdi."

Kapattığım gözlerimi aralayarak başımı yukarı doğru kaldırdığımda, yeniden göz göze kaldık. 

Benim de düşünmeye dahi korktuğum hayallerim vardı. Ancak şimdi çoğu şeyi özgürce, korkmadan düşünerek üzerine geleceğe dair düşler kurabiliyorsam; bunlar onun sayesindeydi.

Kendi ailemden aldığım hasarın etkisi üzerimde büyük bir yıkım bırakmış olsa bile, ona duyduğum güven, kendimden bile daha fazlaydı.

Bu yüzdendi onunla bir aile kuracak olmanın beni şimdi en ufak bir şüphe ya da sorgulamaya itmemesi.

Çünkü onun ne denli harika bir baba olacağından, emindim. Şimdi Pera Ayas'a bakılırsa, öyle de olmuştu.

Eksik kaldığım yerden daima tamamlıyor, dağılan yerlerimden yeniden onarıyordu. Ve hiçbir zaman bundan gocunmuyordu bir kere bile olsa.

Yanımda olmasa bile, varlığının üzerimde bıraktığı o güven etkisi o kadar büyüktü ki; ne kadar uzağımda olursa olsun her şeyi yapabilecek o cesareti, aramıza giren mesafelerde dahi kendini hissettiriyordu.

Algan tam olarak böyle bir adamdı.

Keşke değil, iyi ki dedirtecek biriydi.

Bu zamana kadar yaşadığımız en kötü halimize bile, iyi ki diyebiliyorsam şimdi; dilimden dökülen ona karşı her zaman bir şükürse eğer ve en ufak bir pişmanlığın zerresi dahi kalbimde yoksa şimdi, onun sayesindeydi.

Babamın ardından dökülen keşkelerimi, kızımıza söyletmeyeceğinden emindim.

Pera Ayas, onun gibi bir babası olduğu için çok şanslı bir çocuk olarak yetişecekti. Yanında her zaman güvendiği, yokluğundan huzur bulacak kadar nefret etmediği, varlığından güven duygusunu alabilecek ve bu yüzden de kimsenin sevgisinin muhtaçlığından kendini eksiltmeyecek bir kadın olacaktı.

En ufak sendelemesinde dahi elini uzatacak, onu tutabilecek biri olacaktı hayatında daima.

Bazı kız çocuklarının, hayatlarındaki ilk ve en büyük yaraları babası olurdu. Sonrasında da sendeledikleri yerden tek başına doğrulmayı öğrenirlerdi. Tek başına mücadele etmeyi, tek başına acılarını yaşamayı ve tanıştıkları dünyanın açtığı yaraları sırtlanmayı öğrenirlerdi. Ancak her şeyi, kendi başlarına öğrenirlerdi.

Ancak Pera Ayas, tüm bunları tek başına yapmak zorunda değildi.

Onun, sevgisini yalnızca sözde değil, davranışlarında da gösteren bir babası vardı. Sarılan, ne güzel bir sözünden ne de bir bakışından onu mahrum bırakmayan bir babası...

Algan böyle bir adamdı işte tam olarak.

Kendi çocukluğunda görmediği sevgiyi bahane ederek, bunun ardına sığınmayacak kadar cesurdu.

Verdiği en ufak sevginin bedelini, insanın canını yaka yaka geri ödetmiyordu.

Hayır, o tam aksine; canını yakacak olsam bile canımı yakmaya kıyamayan bir adamdı.

"Güzelim..." Sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak kendime geldiğimde, gözlerimi hızla kapatıp açtım art arda.

Başını ağırca yana doğru eğdiğinde, gözlerime baktı bir süre. "Ne düşünüyordun da gözlerin doldu yine?"

Sorusuyla omzumu silkerek gülümsediğimde, hafifçe yükselerek kollarımı boynuna sardım. Beklemeden belimden destek vererek diğer elini de sırtıma sardığında, yavaşça yutkundum boğazımda düğümlenenlere rağmen.

"Sen çok güzel bir baba olacaksın kızımıza Algan. Bundan eminim."

Kısık sesli gülüşü kulaklarımdan içeri dolduğunda, başını boynuma doğru eğerek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Ben de senden eminim. Her zaman emindim zaten. Şimdiki zamanla geleceği kıyaslayıp kendini boşuna üzüyorsun. Biliyorum ben seni Hera. Eğer ona yetemeyeceğini bir an bile olsun düşünseydin, böyle bir karar almazdık. Hatta ben bile buna olumlu bakmazdım. Ama biliyorum güzelim."

Sırtımdaki eli saçlarıma uzandığında, bu defa orada gezinmeye başladı parmakları. "Eminim ki ikimiz de kendimizi bu konuda yeterli gördüğümüz o yere, gelecekte bir gün geleceğiz. En doğru kararı alacağımızdan şüphem yok."

Sözleriyle az önceki hissin verdiği o acizliğin gri bulutları üzerimden yavaşça dağılmaya başladı. Her anda durumun en kötüsünü düşünmemeyi bende bir gün öğrenecektim. Umarım...

"Kendini kötü hissedeceğin bir durum yok. Söz konusu bile olamaz. Bak, her şey yoluna girmeye başladı bile yavaşta olsa."

Başımı aşağı yukarı doğru salladım bozmadığım sessizliğimle. Konuşursam, düşüncelerimin verdiği his yüzünden sesimin titreyeceğinden emindim. Bu yüzden, onu da daha fazla kendi buhranıma sokmamak adına sessiz kaldım.

Derin bir soluk bıraktığında, aniden kapalı odanın gerisinden duyulan sesle ikimiz de geriye doğru çekilerek o tarafa baktık.

"Aşk olsun. Beni buraya kilitleyip bensiz sevgi paylaşımı mı yapıyorsunuz? Siz gelecekte hiç böyle değilsiniz şimdiden haberiniz olsun. Hatta babam, nereye gitseniz peşinizden ağlayarak geldiğimi de anlatmıştı bir ara. Gerçi... Biraz sitemliydi sesi sanki belli etmese bile ama olsun, yani benden memnuniyetsiz gibi de değildi sağ olsun. Değilsin, değil mi baba?"

Pera Ayas'ın sesiyle, Algan'ın kaşları yukarı doğru havalanırken bakışlarını kapalı kapıdan çekmeden mırıldandı benim duyabileceğim bir tınıda.

"Gelecek yetmemiş, geçmişte bile bizi rahat bırakmamayı kafasına koymuş." Ağırca gözlerini bana doğru çevirdiğinde, oldukça ciddi ve düşünceli bir şekilde devam etti.

"Kızımızın Romoslarla çok fazla vakit geçirmiş olma olasılığı sence kaçtır?"

Kendimi tutamayarak güldüğümde, başımı iki yana sallayarak ona baktım. Ancak o son derece ciddi görünüyordu. "Bence doğduğu ilk andan itibaren bizimkilerden tamamen izole etmeliyiz."

"Ama ben burada kaldım." Pera Ayas'ın yeniden duyulan sesiyle geriye doğru çekildiğimde, gerimden beni takip eden Algan'ın mırıldanması devam ediyordu.

"Abinle Hakan'dan da emin değilim. Zada daha bu saatten sonra iki dakika yalnız bırakmak bizi ama Hakan şimdiden dayı triplerine girmiş. Tesisteyken sürekli kızımızı yanına çekip arkamdan konuşuyordu. Bence kesinlikle uzak diyarlara gitmeliyiz."

Sözlerine güldüğümde, ciddi halini bozmamla kendi kendine ağzının içinde söylenmeye başladı bu defa. "Gerçi nereye gitsek adam peşimizden gelir. O Hakan'ın zaman koruyuculuğunu sırf bunun için bile kullanacağından eminim."

Şifreyi girmemle kapı açıldığında, kapının hemen önünde dikilen Pera'yla karşı karşıya kaldık. Kollarını göğsünde birleştirmiş, büktüğü dudaklarıyla bir bana birde hemen gerimdeki Algan'a baktı.

"Siz benden kaçıyorsunuz. Anladım ben."

"Al bak işte." Diyerek söylenen Algan'a başımı geriye doğru atarak baktığımda, gözleri Pera'nın üzerindeydi.

"Hep o Hakan doldurdu seni değil mi?" Kısılan gözleriyle ona bakarken, Pera Ayas başını yana doğru eğerek ellerini arkasında birleştirdi.

"Yalan söylememem gerektiği için buna evet diyorum. Ama sadece o değil..." Mırıldanmasıyla Algan başını ağırca aşağı yukarı doğru salladı bu defa.

Parmakları çenemi kavrayarak başımı önüme doğru çevirdiğinde, devam etti. "Bak kızımızın yüzüne, işte gerçekler. Romoslar peşimizi bırakmamaya devam ediyor değil mi gelecekte bile?"

Pera Ayas gözlerini kaçırarak, anında arkasını döndüğünde odanın içine doğru ilerledi. O sırada Algan ise haklı çıkmanın verdiği sahte bir acıyla konuştu. "Biliyordum işte. Bize rahat olduğu nerede görülmüş zaten... Sürgün edeceğim hepsini."

Gülmemle çenemi kavrayan parmaklarını boynuma doğru indirdiğinde, başını gerimden yüzüme eğdi. Aşağıdan alttan alttan ona bakarken, oldukça kısık çıkan sesini duydum. "Sen gülmeye devam et bebeğim ama sana acı bir haberim var. Biz bu gidişle bu çocuğu biraz zor yaparız."

İrileşen gözlerimle bileğinden tutarak elini üzerimden aceleyle çektiğimde, bu defa gülen o oldu. Ondan uzaklaştığımda ters bakışlarım karşısında dudağındaki tebessüm sırıtmaya evrildi ancak daha fazla bakmayarak Pera Ayas'ın yanına doğru ilerledim.

"Ben bir şey söyleyeceğim size."

Pera'nın sesiyle bakışlarım ikisini bulduğunda, Algan gözlerini açıp kapattı yatağa oturduğu sırada. "Söyle güzelim."

Oldukça rahat bir tavırdaydı ancak onun seviyesine henüz erişebilmiş değildim.

Pera Ayas bir elini saçlarına doğru götürerek, bakışları benim üzerimde olan Algan'dan gözlerini kaçırdı. Bunun üzerine kollarımı göğsümde birleştirerek başımı iki yana salladığımda, gözleri üzerimden çekilmeyen Algan dudağını hafifçe bükerek sırıttı ve omzunu silkti oturduğu yatakta ellerini geriye doğru yaslayarak.

"Şimdi, şöyle ki..." Duraksayan Pera Ayas saçlarıyla oynarken, gözleri üzerimde gezinmeye devam eden Algan'la kaşlarım çatıldı. Başımla Pera'yı işaret ettiğimde, yeniden omzunu silkti çocuk gibi.

Sessizce, sabır dolu bir soluk bıraktığım sırada; Pera sonunda tek seferde söylemeye karar vermiş olacak ki daha fazla kıvranmadan konuştu hızla. "Sen kendi zamanına döndüğünde bende bir gün uğrasam olur mu diye sordu?"

Pera'nın mırıldanmasıyla bakışlarım onu bulduğunda, sorgularcasına baktım yüzüne. "Kim sordu ki?"

Fakat durumdan oldukça uzak kalan Algan'ın aklı, buradan soyutlanmış gibiydi.

Sorumla gözlerini bana çeviren Pera, dişlerini alt dudağına geçirerek başıyla Algan'ı gösterdi. İşaretiyle oturan Algan'ı kontrol ettiğimde, şuan az önce düşündüğüm durumun tersinin yaşanıyor oluşu karşısında kısa bir an afalladım.

Algan'dan çekiniyordu.

Ancak Algan'ın keyfi şuan gayet yerinde görünüyordu.

Başımı hafifçe yukarı kaldırarak dilimi damağıma vurduğumda, gözlerimi açıp kapattım sorun olmadığını belli etmek adına. Verdiğim işaretle devam etmeden önce derin bir nefes alarak bakışlarını Algan'la aramızda kısa bir an gezdirdi.

"Kayra sordu."

Yanıtıyla dudaklarım ağırca iki yana doğru kıvrıldığında, Algan'ın sırıtması da dudaklarından ışık hızıyla yarışır şekilde kayboldu. "Kim?"

Aniden çatılan kaşlarıyla doğrulduğunda, yatakta değil de diken üzerinde oturuyor gibiydi şuan daha çok. Pera Ayas gözlerini ondan kaçırdığında, Algan kendini toparlayarak boğazını temizledi hafifçe ve çatık kaşlarını düzeltti.

"Kayra... Hani ben onun zamanına gittim ya bugün..."

Algan başını iki yana sallayarak dikkat kesildi. "Eee... Yani?"

Yukarı doğru kalkan tek kaşımla gözlerimi ona sabitlediğimde, başını yana doğru eğerek dilini yanağına vurup geri çekti.

Hayretle onu izlerken, Pera Ayas devam etti. "İşte o da diyor ki, bende 'iadeyi ziyaret' yapayım."

"Ne?" Kaşları çatılan Algan, anlamsızlıkla onun yüzüne bakarken hafifçe yüzünü buruşturdu. "Ne yapacakmış?"

Pera Ayas yardım isteyen bakışlarını bana çevirdiğinde, Algan sert bir soluk bırakarak yana doğru çevirdiği başıyla ağzının içinde mırıldandı. "Herifin dili bile anlaşılmıyor ki..."

Gülmemek için parmaklarımı dudaklarımın üzerine yasladım. "Yani, kısacası Pera'yla, onun zamanına gitmek istiyormuş."

"Pardon?" Kaşlarını anladığının doğru olduğundan emin olmak ister gibi kaldırdığında, Pera aniden yükseldi eliyle onu işaret ederek.

"Bak hep böyle yapıyorsun adı geçtiğinde işte! Şuan seninle yaşlarımız yakın, hayır diyemezsin."

"Pardon?" Diyerek yeniden tekrarlayan Algan, hızla devam etti. "Yaşlarımızın yakın olması, baban olduğum gerçeğini değiştirmiyorum hanımefendi. Ayrıca yaş konusu açılmışken, aranızda yüzyıllar var farkındaysan."

Bu defa bedenimi tamamen ona çevirerek odaklandığımda, sahiden bunu söylediğinden emin olmak istedim o an.

"Gerçekten mi?"

Sorumla ne oldu dercesine bana bakarak başını iki yana salladığında, kaşları çatılan Pera Ayas eline fırsat geçmiş gibi araya girdi.

"O zaman sen de annemin dedesi oluyorsun." Onun gibi kaşları çatılan Algan hızla bakışlarını yüzüne çevirdiğinde, Pera Ayas anında ellerini havaya kaldırdı irileşen gözleriyle.

"Gerçekleri söylüyorum. Kendin açtın konuyu bir kere! Şimdi bana hiç söylenme."

"Bir şey söyler misin hayatım?" Topu bana atan Algan'la başımı ağırca iki yana salladığımda, dudaklarımdaki gülümsemeyle Pera'ya döndüm.

"Kayra gelebilir." Benim onayımla hayretle yüzüme baktı.

"Ne demek o ya? Ben sana bunu mu söyle dedim güzelim şimdi?" Algan yeniden Pera'ya dönerek kısılan gözleriyle işaret parmağını ona doğru salladı.

"Bak geleceğe gittiğin zaman bunun onayını aldığını bize hatırlatacaksın, bizde hayır diyemeyeceğiz değil mi? Kime çektin kızım sen? Ne bu bize uyguladığın strateji?" Ardından kendini yatakta geriye doğru attığında, yarı uzanır halde tavana bakarak söylendi.

"Baba olmak ne kadar zor bir şeymiş..." Hafifçe başını kaldırdığında, kendisine büktüğü dudaklarıyla bakan Pera'yla göz göze geldi yeniden.

"Doğduğun ilk andan itibaren çok uzak diyarlara gideceğiz kesinlikle. Emin oldum artık."

Başını bana doğru çeviren Pera, yanıma doğru geldiğinde başını omzuma yaslayarak Algan'ı işaret etti. "Anne... Bir şey söyle..."

Fakat bana kalmadan Algan yeniden konuştu. "Evet annesi, bir şey söyle. Söyle de ben kalp krizi geçireyim burada. Dayanmıyor kalbim daha bu yaşta."

Algan'ın abartılı tavırlarıyla sesli bir soluk bıraktığımda, parmaklarım Pera'nın kumral saçlarında gezinmeye başladı ağırca. "Anlaşılan birileri daha on sekiz yaşımdayken peşimden koştuğu günleri çabuk unutmuş kızım. Ama kendisine hatırlatalım istersen beraber."

İmalı sesimle başını yatağa geri yaslayan Algan, birleştirdiği ellerini karnının üzerine koydu. Tavanı izleyen gözleri kısılırken, yeniden benimle ve Pera'yla buluştu.

"Üzerime oynuyorsunuz. Ama benim gözüm o Kayra'yı hiç tutmadı."

"O zamanda aynı şeyi söylemiştin, hiç değişmemişsin." Pera hayretle mırıldanırken, kısa bir duraksamanın ardından devam etti.

"Ayrıca Hakan dayım da bugün senin için aynı şeyi söyledi."

Kurduğu cümle, aniden Algan'ın doğrulmasına neden oldu o an. Pera ağzından kaçırmış gibi tereddütle dudaklarını dişleyerek bana daha çok yaklaştığında, gözlerim Algan'ın üzerindeydi.

Yeniden oturur konuma geçtiğinde, kısılan elaları bu defa oldukça tehlikeli bir parıltıyla yanıp söndü.

"Bir sonraki savaş belli oldu." Mırıldanmasıyla kendimi daha fazla tutamayarak sesli şekilde gülmem, bakışlarının hedefinde kalmama neden oldu.

Asılan yüzüyle ellerini yatağa yasladı. "İyi... Madem annen izin verdi, gelsin."

Pera Ayas'ın yüzünde sonunda bir gülümseme meydana gelirken, gözlerini bana çeviren Algan imayla mırıldandı. "Hakan'la görüşeceğiz ama senin hesabını da çok ayrı keseceğim, haberin olsun sevgilim."

Gözlerimi devirerek bakışlarımı üzerinden çektiğimde, Pera kollarını belime sardı. "Geri dönmeme çok az kaldı."

Aniden dile getirdiği sözleri, birden odadaki havayı değiştirdi o an.

Sertçe yutkunduğumda, hafifçe omzunu silkti. "Ben yine size gelmiş olacağım ama siz beni özler misiniz bilmem..."

Muzip bir tavırla konuştuğunda, içimde bir rahatsızlık oluştu kısa bir an için. Henüz ona yeni alışıyorken, döneceği gerçeğini atlamıştım. Elbette geri dönmesi gerekecekti...

O, söylediği gibi zaten yine bizimle buluşacaktı fakat biz, şimdi, onsuz kalmış olacaktık bu zamanda.

İçime yayılmaya başlayan boşluk duygusunun rahatsızlığıyla huzursuz bir soluk döküldü dudaklarım arasından. Kaçırdığım gözlerim Algan'la buluştuğunda, onun da az önceki halinden sıyrılarak, şimdi benim gibi bir hissin pençesine düştüğünü anlamam uzun sürmedi.

Benden aldığı bakışları, dudaklarında kendini zorladığını belli eden bir tebessümle Pera'ya çevrildi. "Ne zaman döneceksin?"

Sorusuyla kısa bir düşünerek durduğunda, geçen birkaç saniyenin ardından yanıtladı. "Aslında bugün Hakan ve Kayra'yla bunu konuştuk. Sanırım yarın, artık dönmem gerekiyor. Yoksa burada daha fazla durmam, boyutlara zarar vermeye başlayacak. Sınırları çok bile zorladım sayılır hatta..."

"Yarın mı?" Sesimle başını onaylarcasına salladığında, sanki onun burada daha fazla kalmasını sağlayabilecekmiş gibi gözlerim Algan'ı buldu bir kez daha.

Yalnızca bakışlarımdan bile düşündüğüm şeyi anlarken, elinde değilmiş gibi hafifçe başını iki yana salladı dalgınlaşan elalarıyla.

Yutkunarak bakışlarını benden çektiğinde, bileğindeki saati kontrol etti. Gülümsemeye çalışarak yeniden bize çevirdi gözlerini. "Nöbeti devralmak için hâlâ biraz daha zamanım var."

Elini oturduğu yatağın üzerine hafifçe vurduğunda, dudaklarındaki tebessüm biraz daha genişledi. "Küçük bir aile saadeti için yeterli bence."

Benden ayrılan Pera yatağa doğru koşarak kendini attığında, onun bu haline gülen Algan yatak başlığına yaslanarak kolunu Pera'ya sıkıca sardı ve göğsüne doğru çekti. Dudaklarını kızımızın saçlarına bastırarak geri çekildiğinde, bu hallerini dudaklarımdaki tebessümle izliyordum.

Başını Algan'ın göğsünden kaldıran Pera Ayas'ın gözleri beni buldu. "Anne?"

Seslenişiyle göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözerek onlara doğru ilerledim. Algan'ın sol tarafındaki boşluğa geçtiğimde, kolunu beklemeden omzuma sararak benim de başımı göğsüne yaslamamı sağladı.

Pera elini uzatarak parmaklarını parmaklarım arasından geçirdiğinde, gözlerim yüzünde gezindi. Ona her baktığımda, sanki bir aynadan kendimin on dokuzlu yaşlarındaki halini seyrediyormuş gibi hissediyordum.

Parmaklarım hareketlenerek elinin üzerinde gezinirken, başını hafifçe bana doğru eğerek başıma yaslayan Algan'ın gözleri de Pera'nın yüzündeydi tıpkı benim gibi.

Elimi elinden çekerek yüzüne doğru uzattığımda, yanağını kavramamla gözlerini kapatarak başını daha çok Algan'ın göğsüne yasladı.

O an kendimi daha fazla tutamadığımda, devamlı kapatıp açtığım gözlerim de dayanamayarak hızla doldu. Önündeki engelleri yıkılan gözyaşlarım, ağır bir yavaşlıkla kendilerini özgür bıraktıklarında; şakağımdan damlayan yaşlar, Algan'ın üniformasına değdi bir bir.

Bir süre sonra, artık bunu hissetmiş olacak ki omuzumda duran elinin baskısı biraz daha arttı ve sessiz desteğini hissettirmek ister gibi tenimde gezindi yavaşça. Dudaklarının kısa süreli temasını saçlarımın arasında hissederken, yeniden geri çekilerek başını başıma yasladı.

Nasıl anne olunur, bir aile nasıl kurulur bilmiyordum belki de. Doğru...

Ancak nasıl anne olunmayacağını, çok iyi biliyordum.

Ve bir ailenin çürük temeller üzerine kurulmayacağını da...

Benim ailemde, yalanlar olmayacaktı.

Geride bıraktığım çocuklarım olmayacaktı benim. Veya aralarında tercih yapacağım...

Birini, diğerinden daha çok sevmeyecektim. Çünkü biliyordum ki, sevgi paylaştıkça azalan bir şey değildi. Ve benim sevgim, kendi canımdan olana yetmeyecek kadar cimri de değildi.

Artık biliyordum.

Şimdi, tam buradayken biliyordum bunu.

Algan'a duyduğum sevgiye ortak olan kızımızla, benden bir şey eksilmemişti. Aksine, daha da artmıştı içimdeki hisler.

Algan'ın omzumda duran parmakları, yüzüme bakmıyor olmasına rağmen gözlerimin altına doğru ulaştığında, orada oluşan ıslaklığı temizledi yavaşça. O sildikçe yenisinin aktığı yaşlarımı bıkmadan silmeye devam etti sessizce.

Bana minnettardı ona bir aile verdiğim için fakat asıl minnet duyan bendim.

Bana, bu kadar güzel sevildiğim ve sevdiğim bir aile verdiği için; ona ömrümün sonuna kadar hiç durmadan teşekkür etsem, yine de az kalırdı bana yaşattığı ve yaşatacağı her an için.

Çünkü onunla her anımda, bir güzellik vardı mutlaka.

Geçmişimin enkazı üzerine çiçekler ekmişti.

Hiç usanmadan bir bir ekmeye de devam ediyordu hâlâ.

Benim hayatıma renk getiren, asıl oydu.

Mezarlığa dönen ölü topraklarım, onun çiçekleriyle şimdi rengarenkti.


---------

Bazen, bazı satırları yazmak çok zor geliyor.

Bugün, buraya yazmak istediğim tek şey; hepimiz geleceğin anne ve babalarıyız. 

Biliyorum ve çok eminim ki çoğumuz aynı şeyleri yaşadık, aynı yollardan geçtik veya geçiyoruz. Tek söylemek istediğim yalnız değilsiniz. Ne olursa olsun, yalnız değilsiniz. 

Burada her zaman sizinle aynı satırlarda, aynı hisleri paylaşmak adına bekliyor olacağım. :)

Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın. 💜

Continue Reading

You'll Also Like

12K 1.2K 18
Yanlış zamanda doğru kişi
172K 8.4K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
105K 6.3K 35
Odanın zemininde uyanık kalırsın Kapının altından gölgeler görüyorsun Kafanda dönüp duran aynı his Babacığın tekrar şehirden ayrılırken Ve tekrar...
13.1K 686 19
Son senesinde bir koleje burs kazanan İzem ile okulun sıkıntılı öğrencisi Deniz' in sorunlu ilişkisi