HAYAT ANLATILMAZ

By kitapseverizaskom

708 143 1.1K

"Söylesene, hayatımı nasıl anlatabilirim ? Anlatmak zor. Hayatımı sadece sana yaşayarak gösterebilmem mümkün... More

1. Sıkıldım artık
2. İçimde kalmasın
3. Bu kadarını da beklemiyordum
4. Bu tam olarak ne ?
5. Kaçmak istiyorum
6. Söz veriyorum
7. Böyle olmamalı
8. Nasıl olur ?
9. Hissediyorum
10. Acıyor
11. Aklımdasın
13. Hiss et
14. Alışmıştım artık
15. Sarsıldım

12. Kırgındı

42 10 160
By kitapseverizaskom

Elsevər Rəhimov - Sən olmayan
gecələr
M. Lisa - Araba
Doja Cat - Streets
Lotusx - Nerdesin

Nisan'ın anlatımıyla :

Bu gün iki yıl sonra beni hiç arayıp sormayan, yüzünü, sesini neredeyse, her şeyini unutmaya başladığım annemi gördüğüm o gündü. Bu gün birnevi yeniden doğduğum o gündü.

Şu an kadar mutluydum ki, içim içime sığmıyordu. Yol üzerinde gördüğüm bir çok şeye tekme atıyordum. Yetmiyordu içimdeki sevinç çığlıklarını havaya doğru bırakıyordum. Tekmelediğim taş siyah bir BMW'ye çarptığında kaşlarımı çattım çünkü bu onun arabasıydı ! Her ne kadar da benden nefret etmesini istesem de, etmiyordu ! Buralarda olmalıydı. Yaptığım role inanmışmıydı bilmiyorum ama onda
hasarlar bıraktığıma emindim.

Ama arsızca ona hiç bir şey yapmamışım gibi yanına gidemezdim değil mi ? Bu doğru değildi.

Dudaklarımdan bir kez daha mutluluk dolu bir çığlık çıktı. Teşekkür ederim Demirbilek.

Birinin "Nisan," diye bağırdığını duyduğumda dudaklarımda büyük bir gülümseme belirdi. Melih'in sesine benziyordu. Hepsini o kadar çok özlemiştim ki. Ancak olmazdı, onlardan iyilikleri için uzak durmalıydım.

Etrafı incelediğimde yavru kediyi bıraktığım veterinerin tam önünde olduğumu gördüm. Kapıya doğru baktığımda bir kaç saniye sonra içeriden Melih çıktı. Veterinerin içerisi dışarıdan gözükmüyordu ama içeriden gözüküyor gibiydi. Çünkü ben onu görememiştim.

Hızla yanıma yanaştığında gözlerindeki o korkuyu görmek yutkunmama sebep oldu. Bir şey mi olmuştu ?

Kolumdan tutarak beni veterinerin içerisine doğru çekiştirdi. Kapıdan içeriye doğru savrulunca şaşırmıştım çünkü Melih hep kontrolcü ve temkinli biri olmuştu. Böyle davranmasının bir sebebi olmalıydı. Yine de tahammül edemeyeceğim bir davranış sergilediği gerçeğini değiştirmiyordu.

Gözlerindeki ifade değişmişti, artık gözlerinde sadece saf öfke vardı.

Ona çıkışacakken beni sinirli sesiyle bölerek "Mutlu musun şimdi ?" dedi. Eliyle yerdeki adamı göstererek "Ona verdiğin zararı ben artık sayamıyorum. Yaraları olan adamı, yaraları kabuklanmadan tekrar yaralıyorsun ! Yeter, gideceksen temelli git, seninleyken de, sensizken de acı çekiyor !" demesi gözlerimin büyümesine sebep oldu.

Dedikleri sonuna kadar doğruydu ama şu an o kadar umrumda değildi ki. Umrumda olan tek şey yerde bilinçsizce oturan o adamdı.

Yanına tükenmiş adımlarımla yürüyüp yere çöktüm. Kafası kanıyordu, sol eli ise kalbinin üzerindeydi. Elini göğüsünün üzerinden çekerek iki elimle büyük elini sardım, eli hâlâ sıcacıktı.

Ona bakarken "Melih," dedim ama sesim çok kısık çıkmıştı, ben bile zar zor duymuştum.

"Melih !" dediğimde amacım sesimin biraz yüksek çıkmasıydı, ancak ben resmen ismini haykırmıştım.

Gözlerindeki ifade yerini koruyordu. Umursamamaya çalışarak "Ona ne oldu ?" dedim. Sessiz kaldı, dışarı çıkarak bir arama yaptı.

Arhan'a baktığımda yine aynı pişmanlığı yaşıyordum. Varlığım da, yokluğum da gerçekten zarardı.

Diğer odadan içeriye bir kadın girdi. "Daha demin iyiydi, ne oldu ?" dediğinde üzgün gözlerle bizi izliyordu. Kafamı dolu gözlerimle iki yana sallayarak "Bilmiyorum," diyebildim.

Arhan'ın elini bırakarak ayağa kalktım. Melih'te içeriye girmişti. Gözlerini bana değdirmeden "Yardım et de onu arabaya taşıyalım," dedi.

Bir şey diyemediğim için sessizce Arhan'ın koltuk altlarından tuttuğumda Melih'te bacaklarından tuttu. Kadın ise kapıyı açarak Melih'e "Bana haber ver oğlum," dedi. Melih derin bir nefes vererek "Tamam, teyze," dedi.

Arhan'ı arabanın arkasına oturttuğumuzda gerçekten korkuyordum, artık ona fiziksel zararlar da veriyordum.

Bende yanına oturduğumda araba bir kaç saniye içerisinde hızla yola çıktı. Bir kaç dakika boyunca düz bir yolda giden araba aniden derin viraj aldı.

Arhan'ın kafası omzuma bir çuval misali düştü, kafasını omzumdan çekmedim, öylece bekledim. Teni git gide soğuyordu.

Arada Melih aynadan bizi kontrol ediyordu, bir kaç kez yanlışlıkla göz göze gelmiştik ama saniyesinde utandığım için gözlerimi kaçırmıştım.

Hastanenin önünde durduğumuzda Melih'le Arhan'ı arabadan çıkarıp hastanenin içerisine doğru süreklemeye başlamıştık. Bir hemşire Arhan için sedye getirdiğinde başımıza toplanan bir kaç kişinin yardımıyla da onu sedyeye uzatmayı başarabilmiştik.

Melih sedyenin arkasından yürürken ben hâlâ aynı yerdeydim, tek bir adım dahi atmamıştım.

Hayatım da böyleydi, onlardan uzak durmaya çalışarken kendimi yine aynı başlagıç noktasında, yani onların yanında bulmuştum.

Dudaklarımda samimi olmayan bir tebessüm belirdi. Bu tebessümün sebebi beceriksizliğimden kaynaklanıyordu.

Yanağımdan bir yaş süzülürken dışarı doğru yürüdüm. Bir banka otururken hissizdim. Ne yapacağımı
bilemez bir haldeydim, gerçekten yıpranmıştım.

Malikanenin bahçesinde gördüğüm o adam ve kahverengi gözleri aklıma geldiğinden gözlerimden akan yaşlar hızlanmıştı. Ağlamak umrumda bile değildi, zayıflık göstericisiyse de ben zaten zayıf ve hasarlı biriydim.

Bir bina düşünün, ilk kez bina depremle karşılaştığında hafif bir sarsıntı geçirdi ama bir yerinde bile hasar oluşmamıştı.

Ancak iki ve üçüncü seferler farklıydı, sarsıntının büyüklüğü artmıştı ve binada büyük hasarlar bırakmıştı. Bina sakinleri artık o binada yaşamaktan korkuyordu çünkü bir sarsıntı daha yaşarlarsa bina tamamen çökecekti.

Ne de olsa insan yuvam dediği yerin güvenli ve korunaklı olmasını isterdi değil mi ?

Bende aynı bu bina gibiydim, hasarlarla doluydum ama yine de bir şekilde ayaklarımın üzerindeydim. Şu an düşünüyordum acaba çökersem hayatımda bir değişiklik olur muydu ?

Yanıma biri oturduğunda kafamı sağ tarafa doğru çevirdim, yanıma çok yaşlı bir dede oturmuştu. Seksenlerindeymiş gibi gözüküyordu.

Onu incelemeye başladım, üzerinde hastalara giydirilen o kıyafetlerden vardı. Yüzünde ise bir çok kırışıklık mevcuttu. Saçlarının hepsi dökülmüş olmalıydı ki, kafasında siyah bir bere vardı.

Benim ona baktığım gibi o da bana bakıyordu. İstemsizce dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi, çünkü bana tatlı bir dede izlenimi vermişti.

Beni incelemeye devam ederken üzgündü.

"Ne oldu sana kızım ? Neden bu kadar kötü gözüküyorsun ?"

Gözlerimdeki yaşları hızlıca sildim ve dudaklarıma bir gülümseme kondurmaya çalıştım. Yine sahte bir gülümsemeydi, sadece rol yapıyordum.

"Bir şey yok dedeciğim. Baksana bana, ne kadar iyiyim, o kadar iyiyim ki, sevinçten ağlıyorum."

Rol yaparken şu anki halimle dalga da geçmedim demem.

Dede gerçek olmayan bir kahkaha attı.
"Bir şey olmuş, anlatabilirsin istersen. Ne demişler, derdini bölüşen derman bulurmuş."

Dedeye hiç istemesem de yandan bir bakış attım. "Dedem ya, ben böyle şeylere hiç inanmıyorum, sadece yığınlarla dolu cümlelermiş gibi geliyorlar."

"Sen konuyu kaynatma bakayım, anlat da kurtul."

Yemedi.

"Peki ama birazını anlatacağım, tamam mı ?"

Dede kafasını olumlu anlamda salladı.

"Anlatmaya başlıyorum," derken derin bir nefes aldım.

"Dede, iki yıl önce annemler ben ve kardeşimi nedenini bilmediğimiz şekilde İstanbul'a gönderdi. Aslında varlıklı bir aileyiz, neden ayrı bir eve yollamadılar, onu da bilmiyorum. Kalacağımız yer babamın en yakın arkadaşının oğlunun eviydi. Bu gün ise o kişi benim yüzümden hem psikolojik, hem de fiziksel zarar gördü. Şu an da hastanede zaten. Yani, kısacası tamamen zararım, dedecan."

"Kızım, sen kendini zarar olarak görebilirsin ama onun seni nasıl gördüğü daha önemli."

"İşte dedem, ben sana söyleyeyim, bana bela falan okuyordur, ne olacak."

Dede gözlerini kıstı ama cevap vermedi, ben devam ettim.

"Dede, ben onlara zarar vermemek için malikaneyi terk ettim, benden nefret etsin diye gururunu kırdım. Ancak o benden nefret etmek yerine beni arayıp bulmaya çalışmış. Bir nebze de olsun başarılı oldu. Geri dönüş yolunda benim geçtiğim bir veterinerin önünde buldum, o ve arkadaşını. Ben ilk onun arabasından beni aradığını fark ettim. Bunu anladığımda içimde anlatamaycağım büyüklükte bir sevinç ortaya çıktı. Lakin arkadaşının beni içeri doğru sürüklemesiyle yerde yatan o baygın halini gördüm. İçimdeki o büyük sevinç bir anda yok oldu. Şimdi sen söyle dede, zarar ve yıkımdan başka neyim ben ?"

"Eğer o seni zarar olarak görse neden senin için çabalasın ? Bunu düşündün mü hiç ? Belli ki, o seni kurtuluşu olarak görüyor."

Ne ?

Derince yutkundum.

Bu olamazdı. Olamazdı değil mi ?

"Dede, bu dediğinize ihtimal veremiyorum, o benden hep emanetim diye bahseder. Ben buna bağlıyorum."

"Kızım, gerçekler bunlarla sınırlı değildir. Sadece kendi düşüncelerine dikkat etmeyi değil, etrafına da dikkat etmeyi öğrenmelisin."

Dediklerinden bir şey de anlayamıyordum ki.

"Dede, ne demek istediğini biraz daha açar mısın ?"

Dede dudaklarını aralamıştı ki, Melih'in bana karşı kullandığı sert sesiyle dudaklarını geri yumdu.

Melih elini bana uzatarak sert bir sesle "Kalk, Arhan'a refakatçi olman gerekecek," dedi. Kafamı salladım ve elini tutmadan ayağa kalktım.

Arhan'ın refakatçisi olurum ama Melih'in elini tutmam.

Dedeye son kez bakarak gülümsedim, o da bana gülümsedi.

Melih az önce tutmadığım elini cebine koyarak dededen biraz uzaklaştı. Bir ağacın altında durduğumuzda gözleriyle üzerimdeki kanlı, hafif çamurlu giysileri gösterdi.

"Arabanın anathtarını sana vereceğim, ama kaza falan yapma, tamam mı ?Sana bir şey olursa Arhan uyanınca neden izin verdin diye başımın etini yer. Üzerini değiştir, karnını doyur, sağ salim git ve gel. Anlaşıldı mı ?"

Normalde onunla laf dalaşına girerdim ama gerçekten uzatmak istemediğim için elimi ona doğru uzattım. O da araba anahtarını avucumun içerisine bıraktı.

Arabasını tanıyordum, beyaz bir Mercedes'di. Etrafa dikkat ettiğimde güneş vurmayan bir yere park etmişti. Oraya doğru yürüyüp arabaya bindim.
Şu an nerede olduğumuzu bilmediğim için navigasyonu çalıştırdım. Navigasyonda malikaneyi işaretlediğimde gördüğüm mesafeyle ağzım açık kaldı. Ciddiyim, açık kaldı.

6 saatlik bir mesafeden bahsediyordu !

Ben farkında olmadan nasıl bu kadar uzaklaşa bilmiştim ki ?

Neyse. Yapmışım işte bir çılgınlık, şaşırınca bir şey değişmeyecekti.

5 saat sonra...

Evet, çok şükür ki, şu an o lanet malikanenin tam önündeydim. Açıkcası yorulmuştum, iki gün boyunca aralıksız uyuyabilirdim ama tekrar gitmem gerekiyordu.

Hava da akşam olmak üzereydi. Güneşin batmasına sayılı dakikalar vardı. Kalıp izlemek isterdim ancak yapamazdım, zamanım oldukça kısıtlıydı.

Eve girip merdivenleri tırmanarak odama doğru adımladım. Banyoya girince üzerimdekileri çıkarmak için hiç beklemedim. Hepsini çıkarıp kirli sepetine fırlattım.

Suyu açınca soğuk olmasını umursamadan duşakabinin içerisine girdim ve kapısını kapattım. Soğuk su bedenimi uyuşturunca gözlerimi yumdum, su yavaş yavaş ısınıyordu.

Hızlıca bir duş aldım, bornozumu giyip banyodan çıktım.

Üzerime Calvin Klein marka bir eşofman takımı geçirdim. İçindeki crop beyazdı ama eşofmanın kendisi tamamen siyahtı. Hastanede Arhan'ın refakatçisi olacağım için rahat olmam gerekiyordu. Saçlarımı hızlıca kurulayıp taradım. Parfümümü sıktım, kipriklerime ise sadece maskara uyguladım.

Bir çanta alarak Arhan'ın odasına yöneldim. Arhan'ın dolabını açtığımda gördüklerimle şaşırdım. Çünkü benden çok kıyafeti vardı. Rahat olan giysileri çantaya tıkıştırdım, Melih içinde koydum ve çantayı kapatarak odadan çıktım.

Tekrar odama girdiğimde kendim için de küçük kişisel eşyalarımın olduğu bir çanta aldım. Benim çantalarımın içi hep dolu olurdu, kombinime hangisi uyuyorsa onu alıp içine bakmadan dışarı çıkardım.

Yatağıma hüzünlü gözlerle son kez bakarak veda ettim, şu beş saat beni gerçekten bitirecekti.

Sızlanmanın bir faydası yoktu, geç olmadan yola çıkmalıydım.

5 saat sonra...

Bu yolculuk beni saatlerce koşmaktan beter etmişti.

Uzun bir süre arabalardan uzak duracağım.

Sırtımdaki çantayla biraz kampa gider biri görüntüsü veriyor gibiydim ama olsun, gram umrumda değil.

Lobide biraz etrafa bakındığımda kenarda duvarın yanında duran Melih'i gördüm. Somurtarak yeri izliyordu.

Ona doğru yürüdüğümde kafasını kaldırarak bana baktı. Gözlerinin içinden bir kaç mutluluk kıvılcımı geçti ama hızlıca yok oldular.

"İyi misin ?"

Omuz silktim. "Sence ? Sence nasıl görünüyorum ?"

"Ruhsal olarak yıkılmışsın ancak yine de, omuzların dik olduğu için yıkılmaz ve güçlü görünüyorsun," dediğinde Melih yürümeye başladı.

"Melih, ben hiç bir zaman kendimi güçlü hissedemedim ki. Mecbur bırakıldım sadece," derken bende onun peşine takılmıştım.

"İster öyle olsun ister böyle, sen başarıp başaramadıklarınla en güçlüsüsün."

Dudaklarımda samimi bir gülümseme belirdi, iyi hissettirmişti bu cümle.

Aile toplardı, aile gibi gördüğün insanlar toplardı. Bundan hiç şüphem olmadı, olmayacak.

Onun arkasında olduğum için yüzümdeki gülümsemeyi görmemişti. İyiydi aslında.

Bir odanın önünde durduğunda ben de durdum. Bir cümle kuracakken beni hızlıca böldü. Kafasıyla kapıyı işaret etti, "Hadi içeri gir, bu it seni aradı kaç saat boyunca. Uyandı hastanede de seni bulamayınca sinir krizi geçirdi, kendine yine zarar vermeye başladı. Sakinleştirici verdiler, uyuyor," dedi.

Kafamı sallamakla yetindim ve sırtımdaki çantayı ona uzattım. Çantayı bir şey söylemeden aldığında içini karıştırmaya başlamıştı.

Çantayla işi bitmiş olmalıydı ki, "Söylemeden geçmeyeyim, o sana aşık," dedi.

Bu söylediğine kaşlarımı çattım ve hiç düşünmeden karnına bir yumruk geçirdim.

Yüzünü buruşturarak bana baktı. "Sizde tam karı koca olacak tip var ulan ! Yeter, nedir benim sizden bu çektiğim ! Şamar oğlanı yaptınız lan beni."

"Melih, bir tanesinin de o yakışıklı suratında patlamasını istemiyorsan sesini kes !"

"Arhan bana nasıl aşık olsun ? O benden nefret ediyor !"

"Nefret etmese sana aşık olmasına evetsin yani ?" dediğinde yumruğum suratına doğru yol almıştı ki, benden kaçmayı başardı.

"Ben aldım cevabımı," dediğinde pişkin pişkin sırıtarak cebinden telefonunu çıkardı.

Benden kaçarkenki son cümlesini duymuştum. "Arzu güzelim, sana süprizim var," demişti.

Lanet olası herif !

O uzaklaştığı için bende Arhan'ın kaldığı odaya girdim. Koluna bir serum takılıydı ve uyuyordu.

Odanın içerisindeki tabureyi yatağın yanına getirdim ve yatağının yanında oturdum.

Suratını incelediğimde yüzü buruşuktu, arada kafasını iki yana sallıyordu.
Kabus mu görüyorsun ?
Bir yaş yanağından aşağı doğru süzülünce iç çektim. Çünkü gerçekten de kabus görüyordu.

Umarım seni böyle yaralayan anını tekrardan görmüyorsundur Demirbilek.

Kafasına sardıkları sargının üzerine kahverengi tutamlarından bir kaçı düşmüştü. Alnında ter damlacıkları oluşmuştu, terliyordu ama oda o kadar da sıcak değildi.

Terlemesi kesinlikle normal olamazdı.

Kahverengi saçlarını kenara çekmek için elimi yüzüne doğru yaklaştırdım. Parmağımla saçını alnından çekerken bir yandan da terlemiş alnını siliyordum.

Dokunuşlarımla yüz kasları rahatlıyor gibi görünüyordu. Aslında işim bitmişti ama elim hâlâ yüzünde oyalanıyordu.

Bunu yapmaya devam ediyorum çünkü onun yanında olduğumu, yalnız olmadığını bilmesini istiyorum.

O benim için büyüklü küçüklü bir çok şey yapmıştı, bu yaptığım, yalnızlığını paylaşmam hiç bir şeydi, gerçekten.

Elim yanağına doğru indiğinde yüzü tekrar acıyla kasılmaya başlamıştı. Elmacık kemiğini baş parmağımla okşamaya başladığımda gözünden bir damla yaş parmağıma doğru inmişti.

O yaşı sildim.

Sağ eli yumruk olmuştu, çok sıktığı için damarları belirginleşmişti. Boşta olan diğer elimi onun yumruk olmuş elinin üzerine bıraktım.

Ne görüyorsun böyle ?

Belki yanlıştı ama ona dokunmak beni asla rahatsız etmiyordu. Aksine ona dokunmak beni güvende hissettiriyordu.

Sıktığı yumruğu biraz gevşediği için parmaklarını aralayıp elimi parmaklarının arasından geçirerek ellerimizi bir bütün yapmıştım.

Yüz kasları tekrardan düz bir hal aldığında parmaklarım çenesinde dolaşmaya başlamıştı. Teni büyüleyiciydi, insanda sürekli dokunmak isteği yaratıyordu.

Başparmağım biraz yukarı çıkınca artık alt dudağına temas ediyordu. Derince yutkundum çünkü bu kontrolüm dışı oluvermişti. Dudağının kenarı kıvrıldığında kendine geldiğini biliyordum, aklınca benimle oyun oynuyordu.

Oynasın, ben de onunla oynarım. Bakalım yapacağım şeylere ne kadar dayanabilecek.

Ona dokunmak beni rahatsız etmiyordu ne de olsa, onu biraz çıldırtırsam bir şey olmazdı bence.

Demin sadece alt dudağına temas eden parmağım şimdi onu çıldırtacak yavaşlıkta dudaklarında geziniyordu.

Az önce birleştirdiğim ellerimizi elimi çekerek ayırdım. Giydiği şey kısa kollu olduğu için kolları açıktaydı. Dudaklarımda engel olamadığım sinsi bir gülümseme ortaya çıktı.

İşaret parmağım bileğinin üzerinde dururken "Burası ve," parmağım kolunda düz bir çizgi boyunca ilerleyerek kalbinin üzerinde durdu, "Burası," elimi kalbine yasladım, kalp atışlarını hissedebiliyordum.

Dudaklarının çok yakınında durduğumda nefesim dudaklarına doğru vuruyordu. "Belki sen farkedemiyorsun ama ben fark edebiliyorum. Sen çoktan bana tutuldun, öyle bir tutuldun ki, kalbinde ve damarlarında her şeyimle sadece ben varım," dediğimde yutkunmuştu, elimin altındaki kalbinin ritimleri hızlanmıştı.

Onu öpebilirdim ama ben sadece emanet diye bahsedilen kişiydim.

Dudaklarını es geçerek dudak kıvrımına uzun bir öpücük kondurdum, yanağına küçük öpücükler bırakırken boynuna doğru iniyordum.

Onu öptüğüme hiç pişman olacağımı sanmıyorum.

Dudaklarım çenesinde durduğunda inler gibi bir ses çıkararak "Ne olur dur, yoksa ben de daha fazla duramayacağım," dedi. Kalbi artık o kadar hızlıydı ki, ritimlerini hiç bir şekilde takip edemiyordum. Bu kadardı, iyi dayanmıştı yine de. Son kez çenesinin altına uzun bir öpücük kondurdum ve geri çekildim.

Ondan uzaklaşıp hızla odasından çıktığımda pencereden odasının içine gözüm sataştı. Gerizekalı herif kolundaki serum ipini çıkarmış arkamdan geliyordu. Kaşlarımı çatarak odanın içine geri girdim, kapının ağzında durduğu için onu hafifçe arkaya doğru iteklemem gerekmişti.

Yüzüne çatık kaşlarımla bakıyordum. "Ne yaptığını sanıyorsun ? Onları kafana göre çıkartıp atamazsın !"

"Sen kafana göre beni öpmeyi biliyorsun ama."

"Seni öptüğüm için oturup sevinçten ağlaman gerekirken yaptığın nankörlüğe bak !

"Ağlarım bir tek senin için, acı çekerim bir tek senin için. Ama beni tam otuz altı kez öptün. Onu kırka tamamlaman gerekiyor."

Onu kaç kez öptüğümü gerçekten de saymışmıydı ? Saydıysa bile ne ara otuz altı kez onu öpmüştüm !

Kaşlarımı alayla yukarı kaldırdım. "Neden kırka tamamlamam gerekiyormuş ?"

"Sorma bunları, sadece öp beni !" dediğinde sesinin tınısı biraz yükselmişti.

"O sesinin tınısına dikkat et ki, sesini kesmeyeyim !"

"Kes sesimi yalvarırım, öyle bir kes ki, ayaklarım göğe varsın, nefesim kesilsin. Sen tarafından susturulmak nasıl bir hazzmış bunu hissedeyim."

"Sen ne dediğinin farkında mısın Demirbilek ?" Ona soyadıyla seslenmem dudaklarının kıvrılmasına sebep oldu.

Gerçekten de soyadını ona ben sevdirtmiştim.

"Hem de hiç olmadığım kadar."

"Seni öpmeyeceğim, otuz altı kez neyine yetmedi ?"

"Yetmedi, yetmez de. Çünkü sen bana dokunuyorsun, bir başkası değil."

Elimle ona kış kış yaptım. "Uzatma Arhan, seni öpmeyeceğim."

Dudaklarındakı gülümseme sırıtışa çevrilirken omuz silkti. "Peki. Öpme ama bir gün elbet kendi isteğinle beni öpeceksin, tıpkı bugün de olduğu gibi."

"Bugün sadece bana oynadığın için ben de sana oynadım, başka bir şey yok !"

Bir şey demedi ama gözlerinden bir çok şey anlaşılıyordu. Gözlerindeki o muziplik sinirlerime dokunuyordu.

"Ciddiyim ben ! Kabus görüp acı çekiyordun. Yalnız olmadığını bil diye yüzüne dokunmaya başladım. Dokunuşlarım seni rahatlattığı için buna devam ettim. Ama bir şeyi de söyleyeyim tenine dokunmak güvende hissettiriyor, sevdim."

Ne dediğimi bir kaç saniye sonra fark ettiğim için gözlerim büyümeye başladı.

Ne ? O son cümlemde neydi öyle ?

Gözlerinde hüzünlü bir ifade oluşmuştu. "Bana dokunmak hoşuna gidiyorsa benden nefret etmiyorsundur değil mi ? Lütfen nefret etme benden çünkü senin nefretini kaldırmak çok zor, yapamıyorum."

"Arhan,"

"Rol yap, istediğin kadar bana zarar ver, gerekiyorsa ruhumu öldür ama benden nefret etme, yalvarırım."

"Sana yaptığım onca kötülük varken üzerine yenisini mi eklememi istiyorsun ? Hayır yapmayacağım, sen kötüsün diye buradayım. Bir kaç gün sonra gerçekten sizi terk edeceğim."

Yine acımasız kadın maskemi takınmam gerekiyordu çünkü benden uzak durmalı ve kendini yakmaması gerekiyordu.

"Terk etsen bile kendime zarar vermeyi umursamayıp ne yapar ne eder seni bulurum ben."

İnadı benimkiyle yarışır cinstendi.

"Ya bulamazsan, ya bu dünyadan yok olursam ? O zaman hiç bir şey yapamazsın."

İkinci kez onu yaralı yerinden vuruyordum. Pişman mıyım peki ?

Evet pişmanım ama buna da mecburum.

Yeşillerine öfkenin karanlığı akın etmişti bu sefer de. "Eğer benim yüzünden kendine bir şey yaparsan ben zaten yok olmuş olurum, benim de bu dünyada bir yerim olmaz. Eğer sana biri zarar verirse o zaman hem onun sonu gelir hem de benim, anladın mı ?"

Neden iki seçenekte de yok oluyorsun Demirbilek ?

"Bak Demirbilek, doğru bildiğin yanlışlar için kendini yok etmemelisin. Heleki benim içinse asla, senden nefret ediyorken benim için kılını kıpırdatman saçmalıktan başka bir şey olmaz !"

"Hayatıma girdiğinden beri benim yanlışım da doğrum da sensin. Ben manipüle edilmeden de senin için yok olmaya razıyım. Yaşıyorken benden nefret etmen beni tüketiyor Nisan."

Gözlerim sıktığı yumruklarında oyalanıyorken "Gerçek bu Arhan, senden nefret ediyorum ve bunu değiştiremezsin," dedim.

Rol yapıyor olsam da bunu yüzüne bakarak söyleyeyecek cesaretim asla yoktu.

Yüzüne bakmazken derin bir nefesi içine çektiğini anladım. Onu tüketiyordum gerçekten de.

Ben bir şey söylemesini bekliyorken o tam aksini yapıp kolumdan tutarak beni çokta sert olmayacak şekilde duvara yasladı. Harika, şimdi duvarla onun arasında kalmıştım.

Gözlerime öfkeyle bakıyordu. "Yeter artık ! Benden nefret ettiğini söyleyip duruyorsun ama bu nefretinin sebebi ne ? Benden neden nefret ediyorsun ?"

"Senden nefret etmemin sebebi yaptığın her şey ! Anladın mı ? Yaptığın her şey !"

Ne güzel de yalan söylüyorum böyle.

Onu göğüsünden iterek kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama nafile. Milim kıpırdamamıştı. Bu sefer de kendim duvarla arasından çıkmayı denedim ama çok yakınımdaydı, vücütlarımız bir birine değiyordu. Duvara yapıştığımdan kımıldayamıyordum.

"Uzak dur benden ! Yeter yakama yapıştığın !"

Bir şey demedi sadece gözlerindeki öfkeyle yüzümü incelemeye devam ediyordu.

Göğüsünü yumruklarken dudaklarımdan çok kısık sesle "Nefret et benden, hakediyorum bunu," diye bir cümle çıkmıştı.

Kısık sesle kurduğum cümleyi duymuş olmalıydı ki ensemden tutarak kafamı göğüsüne yatırdı.

Derin bir iç çekti. Acı çeker gibi "Senden nefret etmeyi deneyemiyorum bile," derken cümlesi çaresizmiş gibi hissettirmişti.

Kollarımı aramızdan çektim ve beline doladım. "Biliyorum, yalnızsın ama benden nefret etmen gerekiyor. Ben istediğim için değil, sadece kendi iyiliğin için benden nefret etmen gerekiyor, Arhan Demirbilek !"

"Senin getirdiğin zarar benim için bir lütufken sen bana benden nefret et diyorsun, bu mümkünsüz bir şey Nisan."

Ben ona sarılıyorken o bana sarılmıyordu, bu da benden nefret etmese bile bana kırgın olduğunu gösteriyordu.

Zaten onu kırmak için onca şeyi söylemiştim. Ama şu an bu bana çok yanlış hissettiriyordu. Bana kırgın olmasına gönlüm el vermiyordu. Benden nefret edemiyorsa kırgın olmasının bir manası yok.

Kafamı göğüsünden kaldırarak belindeki kollarımı çektim ve parmak uçlarımda yükselerek kollarımı bu sefer de boynuna doladım.

Artık daha çok yakındık. Sıcak nefesim yüzüne doğru vuruyordu.

Hadi şunu kırka tamamlayalım bakalım.

Dudaklarımı boynuna bastırdım ve geri çekildim. "Otuz yedi."

Gözlerinin kapalı olmasından yararlanarak göz kapağından öptüm. "Otuz sekiz."

Dudaklarımı bu sefer de çenesine uzunca değdirdiğimde derin bir iç çekmişti. Geri çekilirken "Otuz dokuz," dedim.

Yanında durduğu kolları belime dolanarak beni iyice kendine yakınlaştırmıştı.

Gözlerini açtığında "Tebrik ederim, kazandın," diyerek emaneti olduğumu umursamadan dudaklarımı dudaklarına yavaşca bastırdım. Bunu yapmak hiç yanlış hissettirmiyordu.

Dudaklarım uzunca dudaklarına yaslı kaldığından geri çekildim. Hiç bir tepki vermemesi sanırım beni incitmişti.

Dudaklarımız arasında hâlâ milimlik bir mesafe varken "Ve kırk," dedim.

Boşluğundan yararlanarak duvarla arasından çıkacakken belimde duran kolları buna izin vermemişti.

"Arhan bırak artık ! İstediğini aldı-," derken cümlem yarıda kesilmişti. Cümlemin yarıda kesilmesinin sebepkarı onun dudaklarıydı.

Selamm. Naber ? Bu bölümü yazarken oldukça kötü bir ruh halindeydim. Neyse, uzatmayacağım sorularımı sorup kaçacağım.

İlk olarak bölümün sonu hakkında ne düşünüyorsunuz ? LLFKXOEKCS

Bölümü beğendiniz mi ?

Nisan ile konuşan tatlı dedeyi sevdiniz mi ?

Sizce Nisan hâlâ gitmekte kararlı mı ?

Sorularım bu kadardı. Yeni bölümedek sağlıcakla kalınn. Allah'a emanet olun !

Ben tarafından ÖPÜLDÜNÜZ !❤️‍🔥

Continue Reading

You'll Also Like

202 57 15
Çoban Amrag'ın atıldığı serüven
624 329 100
Sadece şiir ve sözler.
139 96 6
Yasemin: Yanlış insanlar için iyi bir kalbim var Gökhan:insanı en çok yıpratan şey iyi niyetidir
869K 17.1K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...