GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

99K 13.3K 7.5K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

24. "Başım Fena Halde Dertte"

2.6K 407 272
By DuruMavii

Selam.


Kalbinizi ısıtacak, ılık bir bölüm...

Madrigal~ Yoksun

Lütfen oy ve yorum bırakmayı unutmayın, olur mu?

Keyifle okuyun.

🎭

Gözyaşım akıyordu. Kulağımda, öteki gözyaşı dökenlerin acı dolu sesi vardı. Başımda bir örtüyle, öylece ayakta dikiliyor, içimi söken bu seremoninin bitmesini bekliyordum.

Su ve ailesinin cenaze törenlerinin bitmesini bekliyordum.

Yağmur yağıyordu. Damlalar artık son küreklerin atıldığı toprağa düşerken, aynı sınıfta olduğum akranlarımla gözgöze geliyordum. Her birinin hıçkırıklarını duyuyordum; bir kesimin dışında...

Yekta, Berika, Can, Asır ve ben... Biz, sessizce ağlayanlardandık.

Cihangir yoktu. Cihangir yine yoktu!

Başımdaki örtüyü çekip alırken sessizce Asır'a yaklaştım. Ağlamıyordu ama gözleri kıpkırmızıydı. "Cihangir'in nerede olduğunu biliyor musun?"

Başını salladı. "Hayır."

"Ulaşmayı denedin mi? Olanlardan haberi var mı?"

"Bilmiyorum. Telefonu kapalı."

İçimdeki acı Cihangir'in yokluğuyla öfkeye evriliyordu. En yanımızda olmasa gereken zamanda yoktu ve nerede olduğunu bile bilmiyorduk.

"Yönettiği holdingin adı ne?" Ölen üvey babasına ait holdingi yönettiğini biliyordum. Orada olmasa bile, belki onunla konuşmamı sağlayacak birini bulabilirdim.

"Canay Holding."

"Ben gidiyorum." dedim Yekta ve Berika'nın da duyabileceği şekilde. "Kendinize dikkat edin. Akşam görüşürüz."

Arkamdan seslendiklerini, nereye gittiğimi sorduklarını duyduysam da sessiz kalıp adımlarımı hızlandırdım. Akşam her zaman buluştuğumuz beyaz evde toplanacaktık. Buna cenazeye gelirken karar vermiştik. Çünkü Su'nun öldüğü günden beri kimse kimseyle konuşmamıştı. Bazıları haberi komşulardan bazıları ise televizyondan öğrenmişti.

Ben ise yaşamıştım. Gözlerimin önünde olmuştu her şey... Su ve ailesi ölürken, yanıbaşınaydım. Elimden gelen hiçbir şey olmamıştı. Sarılmış dizlerim ve kulağımda günlerce kalacak bir uğultuyla hastanede kendime gelmiştim. Polise ne ifade verdiğimi bile bilmiyordum.

Bulduğum ilk taksiye atlayıp, Canay Holdinge gitmek istediğimi söyledim. Başka seçeneğim yoktu. Bir kişi daha eksilmiştik. Tehlikedeydik. Onu bulmak zorundaydım.

Taksinin ücretini ödedikten sonra beni getirdiği yerden indim. Başımı yukarı kaldırdığımda gördüğüm kocaman bir bina ve Tunalı Holding yazısı oldu. Kapıdaki güvenlik tarafından danışmaya yönlendirildiğimde bana geliş sebebimi sordular.

"Cihangir Tunalı." dedim yalnızca.

Danışmadaki kadın hiç düşünmedi. "Cihangir Bey şu anda şirkette yok. Bir notunuz varsa kendi-"

"Hayır, hayır bir notum yok. Kimi görebilirim? Burada beni onunla görüştürebilecek biri var mı?"

Kadın şaşırarak önündeki dosyayı kontrol etti. "Mert Bey burada ama randevunuz yoksa görüşme sağlayamazsınız."

Mert Tunalı... Cihangir üzerine basa basa ondan uzak durmamı söylemişti ama içimden bir ses Cihangir'in nerede olduğunu bildiği söylüyordu.

"Mert Bey'i arayıp Lalin geldi, der misiniz?"

Kadın bana inceleyen gözlerle baktı. Belki biraz da küçümseyici... Bu umrumda değildi. "Kendisi önemli bir toplantı için burada ama sizin için asistanıyla görüşeceğim."

Mert'in asistanını arayıp benim adımı verdikten sonra bir süre bekledi. O sürenin sonunda aldığı cevap onu birkez daha şaşırttı. "Kendisi sizi bekliyorlar Lalin Hanım. Yedinci kat."

"Sağolun." Asansörü es geçip merdivenlere yöneldim. Asistanı olduğunu sarışın kadın beni karşılayıp toplantı odasına götürdü ve Mert'in beni içeride beklediği söyledi. İçeri girdim. Büyük toplantı masasının başında tek başına oturuyordu. Beni gördüğünde dudaklarının arasındaki elektronik sigarayla birlikte gülümsedi.

Yaklaşmadım. Masanın diğer ucunda beklerken mecburen, "Merhaba." dedim.

"Merhaba." En yakınındaki koltuğu işaret etti. "Neden oturmuyorsun?"

"Ben buraya..."

"Cihangir'i sormak için geldin." diyerek cümlemi noktaladı. "Ben de başka bir sebepten geldiğini düşünmemiştim." Parmakları siyah takım elbisesinin beyaz gömleğine dokunurken, elektronik sigarasından bir nefes çekti. "Aranızdaki şey... Sanırım tahmin ettiğimden daha ileri boyutta."

"Buraya ilişkim hakkında konuşmak için gelmedim."

"Yani bir ilişkiniz olduğunu kabul ediyorsun?"

Bu konunun üzerinde durma sebebinin altında ne vardı? İrdeleyecek durumda değildim. Ağlamaktan gözlerim acıyordu ve günlerin getirdiği uykusuzluk beni halsiz bırakmıştı. "Cihangir ile konuşmalıyım." dedim nazik olmaya gayret ederek. "Lütfen."

Ayağa kalktı. Şimdi dudaklarında bir memnuniyet gülümsemesi vardı. Yanıma gelirken, gerildiğimi hissettim ama yerimden ayrılmadım.

"Nazik kızlara bayılırım." Karşımda durduğunda söylediği ilk şey bu olmuştu. "Ve sen şu an ziyadesiyle naziksin."

Gözlerimi, şehrin birçok ayrıntısını gözler önüne döken bütün cama diktim ve işime yarayacak bir şey söylemesini bekledim.

"Bu nezaketine kayıtsız kalamayacağım. Lütfen otur." Telefonunu çıkardığında heyecanlanarak dediğini yaptım ve koltuklardan birine oturdum. Telefonu kulağına götürdü. Çok geçmeden, "Hakan." diye hitap etti telefonun diğer ucundaki kişiye. "Telefonu Cihangir'e götür. Ona de ki," Göz ucuyla bana bakıp gülümsedi. "Burada onunla konuşmak isteyen genç bir hanım var. İsmi Lalin." Telefonu kapattıktan sonra yerine oturdu ve "Ne içmek istersin?" diye sordu.

"Bir şey içemeyeceğim. Cihangir arayacak mı?"

"Maalesef. Bizim işlerde telefon kullanmak katiyen yasak ama senin için bu konuşmayı ayarlayacağım. Adamım Cihangir'e haber vermek üzeredir."

"Ne işi?" diye sordum kendimi tutamayarak. "Bu holdingle ilgili mi?"

Dudaklarındaki gülümseme bu sefer küçümseyiciydi. "Ah, hayır tatlım. Ben böyle küçük işlerle zaman kaybetmem. Burasıyla nedense Cihangir ilgileniyor. Üvey babasından kaldığı için elden çıkarmak istemedi ama sağolsun, benim işlerimde de epey işime yarıyor."

Sormaktan korkuyordum ama Cihangir de bir parçasıydı ve en çok bu yüzden öğrenmek istiyordum. "Siz ne iş yapıyorsunuz?"

Varlığını yeni fark ettiğim içki kadehine uzandı. Arkasına yaslanırken, "Önemli işler." dedi. "Henüz anlayamayacağın kadar önemli işler yapıyorum, küçük hanım."

"Cihangir bu önemli işlerinizin neresinde, öğrenebilir miyim?"

Aramızdaki sessiz bakışma uzayıp giderken masaya bıraktığı telefonu çaldı. Arayan kişi az önce konuştuğu Hakan'dı ama telefonuna yeltenmedi. "Sana, aç hadi."

Telefona tereddütle uzandım. Kulağı götürdüğümde ise içimdeki acı donakaldı. Çünkü onun sesiydi. Emin olmak ister gibi "Lalin," demişti. "Sen misin?"

Görmeyeceğini bildiğim halde başımı salladım. "Benim."

Sert bir nefes verdiğini duydum. Rahatlamış gibi değil, köşeye sıkışmış gibi... "Bana iyi olduğunu söyle."

Şu an burada olduğum için bana kızgın olduğunu bilirken, sesindeki endişe ağlamaya direnen yanıma darbe indiriyordu. "Ben iyiyim. Ama..."

"Ne oldu?"

Ayağa kalktım. Mert'e arkama döndüm ve kirpiklerimi sıkıca birbirine bastırırken, "Su'yu kaybettik." dedim "Ailesini de..."

Sessizlik... Bir süre sadece nefes alışverişlerini duydum, düzensizdi. "Bu gece orada olacağım."

Gözlerimi yeniden açtığımda kıpkırmızı olduğunu biliyordum. "Aynı yerde olacağız." dedim sessizce. "Seni bekleyeceğiz." İçimi çektim. "Bekleyeceğim."

İçini çektiğini duydum. "Geleceğim Lalin."

Telefon kapandı. Geri dönüp aldığım yere bırakırken "Teşekkür ederim." dedim ve ona bakmadan kapıya yöneldim.

"Beklemene değmeyecek."

Sözleriyle durdum ama bir kez daha ona dönmedim.

"İleride üvey amcan olacak, karanlık bir adamı beklemen değmeyecek Lalin. Seni temin ederim."

Ona vermek istediğim bazı cevaplar vardı, hak ettiği gibi... Ama bundan daha önemli ve kötü bir durumun içindeydim. Bu yüzden söyleyeceklerimi içime hapsettim ve holdingden ayrıldım. Patlamanın olduğu günden beri işe gitmiyordum. Bana verilen izin bitmiş değildi. Doğruca eve gittim. Önce mutfağa girip kahvaltıdan kalan bulaşıkları yıkadım. Ne yemek yapacağımı düşünürken buzluktaki kurban bayramından kalan bir parça et buldum. Çözdürüp patatesli yemeğini yaptıktan sonra yanına biraz da pilav pişirdim. Dün astığım çamaşırları toplayıp katladım ve yerlerine yerleştirdim. Son olarak evin tozunu alıp uzun uzun süpürdüm. Anneme hiç iş kalsın istemiyordum. Birlikte olduğumuz vakitleri birbirimize zaman ayırarak geçirelim istiyordum. O ise patlamanın olduğu gün yanımdaydı, sonraki gün de öyle ama sonra yeniden iş çıkışı evde geçirdiği kısacık vakitten sonra soluğu evli sevgilisinin yanında alıyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu...

Kapının çalınmasıyla daldığım düşünce denizinden çıktım. "Benim." diyen sesinden annem olduğunu anladım ama kapıyı açtığımda karşımda alışık olduğum annem yoktu.

Saçlarını sarıya boyatıp kestirmişti. Yüzünde ağır bir makyaj vardı ve her zaman kısa ve açık renk, sedefli ojelere boyadığı tırnakları şimdi uzun ve bordo renkteydi.

"Anne..."

Gülümseyerek içeri girdikten sonra etrafında döndü. "Şaşırdın değil mi? Nasıl olmuşum!"

"Şey..." Yeni saçları anneme yakışmıştı ama ben onunla aynı renk saçlara sahip olmayı her zaman sevmiştim. "Güzel olmuş anne. Umarım hep gülerken kullanırsın ama..."

"Ama?"

"Boya zararlı değil mi? Yani..."

"Ne için zararlı olsun ki tatlım?" Hala söylemeyi düşünmüyordu. Günler olmuştu. Yine de onu bekleyecektim.

"Aaa anladım. İlk kez boyattığım için alerji yapabileceğini söylüyorsun. Merak etme, kuaförüm önce küçük bir bölgeye ters yaptı."

"Kuaförün mü?" Hayatım boyunca onun yalnızca arefe günlerinde kuaföre gittiğini hatırlıyordum. Şimdi ise düzenli gittiği bir kuaför vardı ve tabii ki bu Mert Tunalı sayesindeydi!

Havadaki yemek kokusunu içine çekerek "Imm..." diye iç geçirdi. "Yemek mi yaptın sen? Harika kokuyor ama evde bir şey yoktu ki..." Bedenini yan çevirerek "Sayende." diye mırıldandı.

Duymamış gibi yaptım ama çok iyi duymuştum. Ne kastettiğini biliyordum. Sevgilisi sayesinde istediği yere gidip istediğini giyebilirdi ama ne olursa olsun benim yaşadığım eve o adamdan gelecek tek lokmayı sokamazdı. Bunu iyi biliyordu. Her ay kirayı ödemeye kalktığı sırada ev sahibi benim çoktan ödediğimi söylediğinde yeniden ve yeniden hatırladığını biliyordum.

"Sen üzerini değiştir, ben de masayı hazırlayayım. Ağabeyim gelecek mi?"

Topuklu ayakkabılarını çıkarırken, "Hayır." dedi. "Sanırım müstakbel gelinimle barışmışlar."

"Müstakbel gelinim mi? Oğlun istediği olanakları sağlayamadığı için ondan ayrılan kıza böyle mi diyorsu anne?"

Çoktan odasına girmişti. Kırgınca başımı sallayarak mutfağa yöneldim ve masayı hazırladım. Niyetim yemekte anneme gece çıkacağımı söylemekti ama o benden önce davrandı. Hızlıca yemeğini yedi, yeni kıyafetlerini giydi ve evden ayrıldı. Yeni düzenimize öyle ya da böyle alışmış olsam da hala acıtıyordu. Pencereyi açıp annemin apartmandan heyecanla çıkan adımlarını izledim. Lüks araca binip uzaklaşırken, yalnızca görüntüsüyle değil, kalbiyle de benim annemden çok uzakta olduğunu biliyordum.

*

Beyaz eve gitmeden önce Berika ve Yekta ile çocukluğumuzdan beri gittiğimiz parkta buluşup dertleştik. Aslında çoğunlukla konuşan bendim. Sordukça sormuşlar, içimi dökmem için ellerinden geleni yapmışlardı. Sonunda ise beni ağlatmayı başarmışlardı. Aslında bu kez gözyaşlarımın verdiği yalnızca acı değildi; bir parça rahatlamıştım da... Annemin durumuna ise onlar da en az benim kadar üzülseler de Cihangir'den gelecek araştırma sonucunu beklemeden aksiyon almamamı öğütlemişlerdi.

Sonunda beyaz eve herkesten önce gelmiştik ve bahçedeki çardakta diğerlerini beklerken dertleşmemize bu kez Berika'nın penceresinden devam ediyorduk. Yekta onun bir şeyler sakladığını anlamıştı; hep anlardı. Berika ise ne kadar istese de utandığı için ona anlatamıyordu.

"Öyle olsun." dedi en sonunda Yekta. "Demek aramıza sırlar girmeye başladı. Vay be... Siz yakında gruptan da dışlarsınız beni." İmalı imalı mavi gözleriyle ikimize de baktı. Oysa bulunduğumuz site insanların yazın kullandığı evleri olduğu için oldukça karanlıktı. "Gruba da yazmıyorsunuz ne zamandır. Özelden konuşuyorsunuzdur."

"Saçmalama Yekta. Olur mu öyle şey?"

"Valla oluyormuş Lalincim. Görmüyor musun? Berika Hanım'ın ağzını bıçak açmıyor. Geçen bizim kafede buluştuğunuzu arkadaş görüp bana söylemese hiç haberim olmayacak." Elini Berika'nın omzuna atıp, "O arkadaşın seni Lalin'in omzunda ağlarken gördüğünü de söylemiş miydim?"

"Evet!" dedi Berika sitemle. "Üç kez söyledin Yekta, üç!"

Berika'nın gözleri doldu. Kollarını birbirine kavuşturup başını eğdiğinde söyleyeceğini anladım. "Söyleyeceğim." dedi beni yanıltmayarak. "Ama beni yargılama."

Yekta "Söz." dedi.

Berika derin bir nefes eşliğinde "Biz Asır ile birlikte olduk." diye itiraf etti.

Yekta'nın gözleri büyüdü. Yutkunurken duyduğu itiraftan emin olmak istedi. Emin olduğunda ise... "Berika senin ağzına sıçayım."

"Yargılamayacaktın." Berika gözyaşlarını silerken bakışları arkamda bir noktaya takılıp kaldı. "Sessiz olun, geliyorlar." Ayağa kalktığında anında Yekta'ya döndü ve işaret parmağını kaldırdı. "Sakın ağzını açayım, deme."

"Açmam. Seninle burdan çıktığımızda görüşeceğiz."

Gelen Asır ve Can'dı. İçeri geçtik. Ayrı koltuklara dağıldık. Bir süre kimsenin ağzını bıçak açmadı. Çünkü Su'nun burada her zaman oturduğu koltuk boştu. O koltuğa en fazla bakan Can'dı. Baktıkça dişlerini sıkıyordu.

Kimsenin elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Su artık yoktu ve sıradakinin kim olduğunu henüz bilmiyorduk.

"Yapılabilecek bir şeyler olmalı." Asır başını koltuğa yasladı. Her birimiz kadar uykusuz ve üzgündü. "Bir şeyler olmalı."

Bahçenin sürgülü kapısından gelen ses ile hepimiz başımızı o tarafa çevirdik. Gelen ev sahibi Cihangir'di. İçeri girip kapıyı arkasından kapatırken bize baktı. Olanları bizden daha sonra öğrenmişti. Hala şokta olabilirdi ama ona bakarak bir kanıya varmak imkansızdı.

"Neredesin sen!" Asır sakinlikten uzak bir şekilde ayağa kalktı. "Biz burada geberiyoruz, sen nerdesin abi!"

Cihangir, parmaklarının yarısını örten deri eldivenlerini çıkarırken, "Otur." dedi, sakince. "Günlerdir Türkiye'yle bağlantım yoktu."

Asır zorunlulukla kendini koltuğa bıraktı. Cihangir ağır adımlarla yanımıza gelip, boş olan tekli koltuğa geçti. Tıpkı bizim yaptığımız gibi orta sehpanın üzerinde yanan kalın mumlara gözlerini dikti. Beresi bu kez yoktu ve kısacık siyah saçları gözler önündeydi. İyi görünüyordu; içini şimdilik bilmiyordum.

"Neden oldu?"

Can zorlukla yutkundu. "İkinci turun ilk görevi ona geldi. Dayanamamış. Ailesine olanları anlatmaya gidiyormuş."

"Neden engel olmadınız?"

Bu soruya cevap vermesi gereken tek kişi bendim. "Çalıştım." dedim, cılız çıkan sesimle. "Onu takip ettim ama... Yetişemedim. Her şey çok hızlı oldu."

"Çok hızlı oldu." diye onayladı Asır. "Maskeli herif Su'nun ailesine her şeyi anlatacağını nasıl bu kadar çabuk öğrendi. Vücudumuzdaki çiplerin ses kaydetmediğini biliyoruz."

"Bilmiyorum." Hatırlamaya çalıştım ama Su ile geçirdiğim son anlar çok sarsıcıydı. "Tuvalette kimse yoktu."

"Koridorunda kimse yoktu." Cihangir başını kaldırdı ve bakışlarımızı buluşturdu. "Kabinleri kontrol ettin mi?"

"Hayır, o karışıklıkta aklıma gelmedi. Ben... Su'nun adresini aldım, bir taksiye atladım ve yaşadığınız siteye gittim. Güvenlik girişinde takıldım ama uzun sürmedi. Onları atlatmayı başarmıştım. O an da..."

Cihangir başını salladı. "Yapabileceğin her şeyi yapmışsın. Benim de size anlatmam gerekenler var."

"Dinliyoruz." dedi Yekta. "Bir şeyler öğrenebildin mi?"

"Açelya'nın babasının yurtdışında olduğunu öğrendim. Aynı ülkede değildik ama yerini tespit ettiğimde yakınına gittim. Çok yakınına... Oradaki şirketinin lokasyonunu tespit ettim. Sonra bir hacker tuttum, asistanının bilgisayarına sızması için..."

"Neden asistanı?" diye sordu Berika. "Neden kendisi değil?"

"Hiçbir iş adamı seyahatini kendisi ayarlamaz." cevabı kafalarımızı karıştırdı. "Bilin bakalım Açelya'nın babası Can Güney, iki Kasım Gecesi neredeymiş?"

Şaşkındık. Dudaklarımız aralandı ama konuşamadık.

"Ani bir ayarlama ile Türkiye'ye gelmiş ve bir gün sonra da geri dönmüş. Sonraki geliş tarihi, depoda uyandığımız gün ile eşleşiyor. O günün ertesi de yine geri dönmüş."

Berika panik halinde ayağa fırladı. "O mu bize bunu yapan! Serel'in babası mı! Ama... Biz ona ne yaptık ki..."

Berika'yı sakinleştirmek için yanına gittim ama ben de ondan farklı durumda değildim. Sesimi güçlü tutmaya gayret ederek, "Nasıl çözeceğiz?" diye sordum. "Bir plan gerekli."

Cihangir'in bakışlarından, bir planı olduğunu anladım. "Gerçeği tek bir kişiden öğrenebiliriz."

"Londra'ya mı gideceğiz?" Can bize bakıp "Pasaport ve vizeleri olduğunu sanmıyorum." dedi.

"Yok zaten." diye karşılık verdi Yekta. "Bence planı yapmadan önce bunu Cihangir de düşünmüştür."

Cihangir, "Düşündüm." diye onayladı. "Yurtdışına gitmeyeceğiz. Can Güney'i Türkiye'ye çekeceğiz." Güçlü parmaklarını birbirine kenetlerken, irislerinden karanlık bir ifade geçti. "Sonra da tepesine bineceğiz. Onun için güzel bir karşılama hazırladım. Onu bizi hapsettiği gibi bir depoya hapsedeceğim. Daha eski, daha izbe..."

Sessizlik. Cihangir'in planını hazmetmeye çalışırken, içten içe korkuyorduk. Çünkü o adamın bize yapabileceklerini biliyorduk. Ailelerimize yapabileceklerini biliyorduk.

"Canı elimizdeyken içimizden kimseye zarar veremez. Bu oyuna artık dur, deme vakti geldi."

"Geldi." Asır'ın uzun, ince ama kemikli yüzü buz kesti. Aynı karanlık ifade onun kumral gözlerinde de vardı. "Haklısın. Öyle ya da böyle, bu saçma şeyi artık bitirmeliyiz."

"Ya başaramazsak." Berika'nın gözleri dolu dolu oldu. "Ya niyetimizi anlarda bize de Su'ya yaptığını..." Ağzından fırlayan korkulu hıçkırığı avucuyla bastırdı. "Ya şu an bizi duyuyorsa! Sonuçta Su'yu duymuştu. Olanları ailesine anlatacağını biliyordu!"

"Burası arandı." dedi Cihangir. "Her buluşmamızdan önce arandığı gibi... Şu noktadan sonra tek yapmanız sakin olup beklemek. Uzun sürmeyecek. Can Güney'i üç gün içinde ülkesine getirmenin bir yolunu bulacağım."

Sessizlik. Cihangir'in attığı taşlar kafalarımızda oturmamıştı ve hala, hala korkuyorduk.

"Polisler bir şey buldu mu?"

Asır, Cihangir'in sorusuna başını sallayarak yanıt verdi önce. "Araştırılıyor. Bir şey bulunmayacağını tahmin edersin."

"O adam, nasıl bu kadar güçlü?" Yekta'nın beyaz suratı öfkeden kızarırken, olduğu yerde zor durduğunu görüyordum. Onu tanıyordum, pek az sinirlendiğine şahit olmuştum. "Nasıl bu kadar güveniyor kendine?"

"Sadece Türkiye'nın en zengin adamlarından değil." cevabını verdi Can. "Çalıştığı ülkelerde de başı çekiyor. Elinin kolunun uzanmadığı yer yok. Sana şunu söyleyeyim, okulda gördüğün tüm o concon tipler var ya..." Eliyle kendisini gösterdi. "Hatta bizleri de dahil edeyim; hepimizin babası Serel'in babasıyla iş yapmak için çıldırıyor."

Berika kendini sertçe oturduğu yere bıraktı, gözleri boşluktaydı. "Bu kadar güçlü bir adam neden çocuğu yaşından bizlerle uğraşıyor. Üstelik..." Getirecek kötü bir kelime bulamayınca gözleri kapattı.

"Tüm bu soruların cevabını, onu depoya kapattığımız zaman öğreneceğiz." dedi Cihangir. Haklıydı ama yine de kini ve hırsı beni korkutuyordu. "Çok yakında..."

Evlere dağılma vaktimiz geldiğinde Asır bizi bırakmak için ayaklandı. Cihangir de öyle... Bunu fark ettiklerinde birbirlerine baktılar. "Ben bırakayım." dedi Asır. "Berika ile bir şeyler içeceğiz."

Berika'nın bakışlarından, bu plandan haberi olmadığını anladım.

"Yekta ve Lalin de yakınlarda oturuyor zaten. Onları bıraktıktan sonra Berika ile otururuz."

"Evet." Asır'ı onaylamam Cihangir'in kaşlarını çattı ama taşıdığım bilinmezliğe daha fazla tahammül edemiyordum. Kapıdan çıkarken kimseye bakmadım. "Okulda görüşürüz."

Asır söylediği gibi önce Yekta'yı sonra da beni bıraktı. Arabadan inerken her şeye rağmen heyecanlı olan Berika'nın kulağına sakin olmasını fısıldamıştım ama bir işe yaramayacağını biliyordum. Onları uğurladıktan sonra evimizin ışığının yandığını gördüm. Annem ya da ağabeyim hala uyumamıştı. Apartmanın kapısını açmak için uzattığım elim, başkası tarafından tutulduğunda çığlık attım.

"Korkma."

Başımı kaldırdığımda kalbim korkuyla atıyordu. Ağzım hala açıktı. Onu beklemiyordum.

Kapının topuz kulpunda üst üste duran ellerimize baktı, gecenin karanlığında parıldayan ela gözleriyle. "Neden benimle gelmedin?"

Bakışlarımı kaçırdım. "Asır zaten bu tarafa gelecekti."

Eli elimden ayrıldı. Rahatlayamadım çünkü eli şimdi de çenemdeydi. Çenemi kendine çevirerek, bakışlarımızı isteğim dışında yeniden buluşturduğunda "Bana kızgınsın." dedi.

Tabii ki sana kızgınım. "Hayır."

"İnkar etmen gerçeği değiştirmez. Neden kızdırdım seni?"

Sorusuyla gözlerim büyüdü. "Neden mi?" diye sorarken sesim de yükselmişti. Bir adım geri çekilerek çenemdeki elinden kurtuldum. "Gerçekten soruyor musun?" İki adım yaklaştım ve dibine kadar girdiğimde, beni başım yukarı onunki ise aşağıdaydı. "Yoksun." dedim gözlerine bakarak. "Ne zaman sana ihtiyacım olsa, yoksun. Nerede olduğunu da bilmiyorum. İyi olup olmadığını bile bilmiyorum."

Bir şey söylemeyişi kelimeleri ağzıma daha fazla doldurdu. "Ben... Bunu istiyor muyum? Bilmiyorum." Başımı eğip iki yana salladım. "Her şey zaten çok karmaşık. Ben... Tüm bu karmaşanın ortasında seni düşünürken yoruluyorum."

Başını daha fazla eğdi. Alnının sıcaklığını alnımda hissettim. "Beni mi düşünüyorsun?"

İnkar etmekten çok uzaktaydım. Tüm bu yaşananlar beni daha cesur hale getirmişti. Yine de onun karşısında... Her şey daha zordu işte.

"Ben seni düşünüyorum." dedi beni beklemeden. "Aklımda olmadığın tek an yok." Alnını alnıma bıraktığında gözlerim kapanıverdi. Ilık nefesi burnuma vuruyordu ve bu çok heyecan vericiydi. "...ve senin aksine, seni düşünmek bana huzur veriyor."

"Cihangir, senden saklayamam." diye fısıldadım. "Ben terapi merkezinden anneni görmeye gittim. Çünkü seni ondan dinlemek istedim. Bunu yaptığım için özür dilerim. Hakkım olmadı-"

Parmağını dudaklarımda hissettiğimde titreyerek gözlerimi açtım. Bana bakıyordu ve kızgın görünmüyordu.

Yine de "Kızdın mı?" diye sordum aynı kısık sesle.

"Hayır." Geri çekildi ve ciddiyetle baktı. "Beni mi öğrenmek istiyorsun?"

Başımı salladım. Aynı anda elimi tuttu ve bizi arabasına doğru götürmeye başladı. Nereye gittiğimizi sormadım. Nereye gidiyorsa onunla gidecektim. Bunu ben istemiştim. Arabasına bindik. Yol aldığımız süre boyunca hiç konuşmadık. Hızlı sayılırdı. Yarım saatin ardından ormanlık alana girdik. Bir süre de orman yolundan ilerledik. Ağaçların seyreldiği noktada bir çiftlik evi görüş açımıza girdi. Etrafında çok sayıda büyük araç ve koruma vardı. Cihangir aracı korumalar tarafından görünmeyecek bir noktaya park ettikten sonra "Burada bekle." dedi. "Geleceğim.

Araçtan indi. Korumaların yanına gitti. Çok geçmeden korumalar birer birer dağıldı. Cihangir tüm arabaların uzaklaştığına emin olduktan sonra yanıma geldi ve benim için kapıyı açtı. İndim. Arkasından onunla birlikte yürümeye başladığımda nihayet onu öğreneceğim için dehşet dolu son birkaç günden sonra iyi hissediyordum.

Kapıya ulaştığımızda durdu. Kapıyı açmak yerine bana döndü. "İçeri girdikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Gördüklerin hoşuna gitmeyecek." Bakışları yüzümde dönüp dolaşırken, başını kaldırmasıyla çenesinin köşeleri belirginleşti. "Benden uzaklaşmak isteyeceksin."

"Bunu asla yapmam!"

Verdiğim ani tepki onu gülümsetti. Gülümsetti!

"Emin misin?" dedi, eğdiğim bakışlarımı yakalamaya çalışarak. "Geri dönüşü olmayacak, Lalin."

"Eminim. Hadi, girelim içeri."

Sözlerimin onu temin etmediğini görebiliyordum. Buna rağmen attığı adımın devamını getirmek için geri dönüp kapıyı açtı. İçine girdiğim ev, az eşyalarla dekore edilmiş lüks bir dubleksti. İçeri girdikten sonra birkaç basamakla inilen salon deri koltuklarla döşenmişti. Solda ise yukarı çıkan dar ve kıvrımlı merdiven vardı. Cihangir o merdivene yöneldiğinde peşinden gittim. Birlikte çıktığımız üst katta kare bir koridorun barındırdığı üç kapalı kapı vardı. Cihangir birinin kapısını açtı ama içeri girmedi. Bakmadı bile...

Bakması gerekenin ben olduğumu anladım. Küçük adımlarla o kapıdan geçtiğimde yalnızca iki adım atabildim. Bu zamana kadar yalnızca ekrandan gördüğüm şeylere bakarken nutkum tutuldu. Ancak sonra odada tek başına duran uzun masaya yaklaşabildim. Üzerinde çanta çanta para ve uyuşturucu vardı.

Para ve uyuşturucu!

"Cihangir... Tüm bunlarlarla senin alakan-"

"Var." Bana döndü. Bedenini kapıya yaslayıp ruhsuz gözlerle baktı. "Önündeki kara paraları ben akladım. Uyuşturucuyu da ben satıyorum ve tüm bu gördüklerin, hiçbir şey."

Gözlerim doldu, boşalamadı. "İnanmıyorum. Sen..."

Böyle bir şey yapamazsın, diyebilir misin Lalin? Gerçekten onu bu kadar iyi tanıyor musun?

"Bir dakika. Bir dakika." Ona arkamı döndüm. Avuçlarımı gözyaşlarımın yaktığı gözlerime bastırdım ve derin bir nefes aldım. Yeniden ona döndüğümde daha iyi falan değildim. "O yaptırıyor, değil mi? Mert Tunalı yaptırıyor tüm bu pis işleri." Koşan adımlarla yanına gittim. "Ne ile tehdit ediyor seni?" Dümdüz bakışları sessizce gözlerimde dururken, "Ne ile!" diye sordum tekrar. "Söylemek zorundasın. Beni buraya getirdiysen, bana tüm bunları gösterdiysen-"

"Ne fark eder?" Sadece dudakları kıpırdamıştı. "Sonuçta yapıyorum. Sonuçta pisliği benim ellerimde."

Ellerine baktım. Ellerini tuttum. "Annen mi? Annen ile mi tehdit ediyor?"

Bir şey söylemedi. Ben anladım. Anladığım için dolu gözlerim hızla boşaldı. "Onu buradan götürebilirsin. Sizi bulamayacakları bir yere gidebilirsiniz."

"Yapmadığımı mı sanıyorsun? İki yıl boyunca annemle kaçıp durduk. Neden yirmi bir yaşında hala lise son sınıfta olduğumu sanıyorsun?"

"Sizi buldu mu?"

"Her defasında."

"Sonra?" diye sordum korkarak. "Sonra ne oldu?"

"Annemin hastalığını öğrendik. Onu daha fazla kaçıramazdım. Üstelik..." Öfkeli bir iç çekti. "Cüneyt Tunalı annemle yeniden evlendi. Hastalığını kullanarak tüm mal varlığını devraldı."

Tüm düğümler birer birer çözülüyordu. Çözülen her bir düğümde derin bir yara vardı. Birlikte, birbirine tutunan ellerimize baktık.

"Annen için yapıyorsun. "

Bunu duymak hoşuna gitmedi. "Annem öldüğünde kurtulacağım."

"Bu kadar umutsuz olmaya hakkın var mı?"

Parmaklarımı, eldiveninin açıkta bıraktığı esmer parmaklarında gezdirişimi izliyordu. "Yeterince umutsuz olsaydım, şu an yanımda olmazdın."

Sessizce ağlamaya devam ederken, dudaklarımla gülümsedim. "Bir yolunu bulacağız."

Birdenbire kollarımı kavradı. Sırtımı duvara yasladığında bedenlerimiz arasında hiç boşluk yoktu. "Bulmak zorundasın."

"Ciha-"

"Bulmak zorundasın." dedi yeniden. "Artık her ortadan kaybolduğumda nerede olduğumu anlayacaksın. Dünya'nın bir yerinde itin birinin yasadışı işini yürüttüğümü bileceksin. Birilerini zehirlediğimi, birilerinin canını yaktığımı bileceksin. Ama yine de..." Ellerinden biri usulca belime inerken, diğeri yukarı doğru ağır bir yolculuğa çıktı. "Yine de benimle olmanın bir yolunu bulmak zorundasın." Parmakları sıkıca ensemi sararken, gözlerini gördüğüm yakınlık nefesimi kesti. "Çünkü başın hiç olmadığı kadar dertte. Çünkü sana aşık oldum."

Sözleri kalbime hiç sönmeyecek bir ateş bırakırken, başını eğdi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Tüm düşünceler gökyüzündeki bir yıldız gibi kafamın içinden kayıp gitti ve kalbim, Cihangir'inkiyle yarışıyordu!

Dudakları bire süre dudaklarımda hareketsizce bekledi. Benden karşılık beklemeden, ılık ve etli dudaklarını hissetmeme izin verdi. Teninden süzülen toprak kokusunu alabiliyordum; hiç bu kadar yoğun ve çekici olmamıştı.

Yüzümü görebileceği kadar uzaklaştı. Gözlerimde istekle bir şeyler arayışını görebiliyordum.

"Sanırım..." İncecik sesim aramızda yankılandı. "Son zamanlardaki en favori derdim bu olacak." Gülümsedim. Gülümsemem, yeni bir öpücüğün fitilini ateşledi.

Dudaklarını yeniden benimle buluşturduğunda, ona istediği karşılığı verdim. Dudağımı dudaklarının arasına alıp yumuşak ama baskın bir güçle öpmeye başladı. Kolları bedenime dolandı ve öpüşü derinleştikçe beni daha sıkı sardı. Ona vermeye çalıştığım karşılığı, yavaşlayarak karşıladı. Yaptığı gibi dudağını dudaklarımın arasına aldım. İçimden onu durdurak bilmeyecek bir aceleyle öpmek geliyordu ama nasıl yapacağımı bilmemek beni tereddüt ettiriyordu. Dilini hissettiğimde tamamen durdum. Hissettiğim tek şey yoğun bir kalp çarpıntısıydı. Dili usulca ağzımın içine sızdı ve dudaklarımı emerek öptü. Daha güçlü, daha sert ve daha ıslak... İçimde yüzlerce kelebek kanat çırparken, kendimi dizginlemeyi bıraktım ve o kötü çocukla öpüştüm.

Haklıydı. Başım fena halde dertteydi.

🖤

Eridik miiii

Siz yine de böyle adamlardan uzak durun, bu sadece bir kitap. Anne tavsiyesidir!!!

Kesitler instagramda açtığım Bizimkiler 🍀 isimli kanaldan geliyor.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

101K 10.5K 35
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
481K 28.7K 31
ablasına yazacakken yanlışlıkla dünyaca ünlü boksöre yazan Ahu 💋💋
751K 10.8K 6
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
43.7K 569 6
"Defne, ne olursa olsun kalbim senin için atmaya devam edecek." Dedi. Zaman durdu. Bir şey dememe izin vermeden sıcak dudaklarını dudaklarımla bulu...