KARANLIK

By sudegudek

2.7K 1K 715

Avucumdasın siyah inci... More

SAHTE YÜZLER (1. BÖLÜM)
ANLAŞMAZLIKLAR (2.BÖLÜM)
ACI HAYKIRIŞ (3.BÖLÜM)
YABANCI HİSLER (4.BÖLÜM)
ZORUNLULUKLAR (5.BÖLÜM)
GÜÇSÜZLÜK (6.BÖLÜM)
BENİMSİN (7.BÖLÜM)
GEÇMİŞİN FİLİZLERİ (8.BÖLÜM)
YAKINLIK (10.BÖLÜM)
UÇURUM (11.BÖLÜM)
YARALAR (12.BÖLÜM)
OYUN (13.BÖLÜM)
KIYAMET (14.BÖLÜM)
YANLIŞ KARARLAR (15.BÖLÜM)

ACI (9.BÖLÜM)

168 80 29
By sudegudek



ARKADAŞLAR MERHABALAR YENİ BÖLÜMLE KARŞINIZDAYIM KEYİFLİ OKUMALAR ❤️

YORUM ATMAYI VE BEĞENMEYİ UNUTMAYIN HEPİNİZİ SEVİYORUM 🫶







ÇOCUKLUK

Sabahın güneşiyle gözlerimi mutlu bir şekilde araladım. Bugün en sevdiğim arkadaşımın doğum günüydü ve ben bu günün gelmesini bir yıl önceden beri sayıyordum. Bizim binanın hemen yanında en yakın arkadaşım Mert oturuyordu. Ailesi onu çok seviyor ve çok değer veriyordu. Beni de çok seviyorlardı, kendi kızları gibi.

Mert'i hiç kıskanmamıştım, ailesi var diye sadece özeniyordum. Annesi Mehtap abla bana kendi kızı gibi davranıyordu ve bu çok hoşuma gidiyordu.

Hemen ayağa kalkıp Mehtap ablayla yeni aldığımız kıyafetleri giydim. Daha 14 yaşındaydım ve bütün süslü püslü elbiseleri çok seviyordum.

Büyük ihtimalle babam evde değildi. Eğer evde olsaydı, beni zorla uyandırırdı. Babamı çok seviyordum. Kızlar babalarını çok severdi, tıpkı benim gibi. Ama babam beni hiç sevmiyor gibi geliyordu bana.

Üstümü giydikten sonra uzun saçlarımı topladım ve hemen odadan çıktım. Kocaman evde kimse yoktu.

Kahvaltı yapmayı bile düşünmeden evden çıktım ve Mertlere doğru gitmeye başladım.

Mertlerin kapısının önüne geldiğimde kapıya sertçe vurdum. Mert bugün 15 yaşına giriyordu ve ben Mert'ten daha çok mutluydum.

Kapı açıldığında Mehtap abla kocaman gülümseyerek "Hoşgeldin İncilaycım" dedi.

Bende kocaman gülümseyerek hızlıca içeriye girdim ve Mehtap ablaya sarıldım.

"Mert evde mi?" dedim neşeli bir şekilde.

"Evet, kızım, odasında," dedi.

Hemen Mert'in odasına doğru koştum ve içeriye girdim. Mert oturmuş ağlıyordu. Şaşırdım ve hemen yanına oturdum.

"Mert, niye ağlıyorsun?" dedim üzgünce. Mert üzülünce ben de üzülüyordum.

"Bugün benim doğum günüm," dedi ve bir kere daha hıçkırdı.

"Ee bu çok güzel bir şey," dedim neşelendirmek için, ama Mert hala ağlıyordu.

"İnci, yaşlanıyorum ben ya, hemen ölürsem," dedi, yine hıçkırmıştı.

Küçücük kollarımla Mert'e sarılarak, "Hayır Mert, biz büyütüyoruz, daha yaşlanmamıza çok var. Hem büyünce hep beraber olacağız," dedim.

Mert benden ayrılarak, "Beni hiç bırakma, olur mu? Benim bir tane arkadaşım var, o da sensin," dedi.

Mert'i çok seviyordum, hatta büyünce onunla evlenecektim, hem de çok tatlıydı.

"Büyüyeceğiz ve evleneceğiz," dedim kocaman gülümseyerek.

"Evet, kaç yaşında evlenelim?" dedi Mert merakla.

"Bilmiyorum, kaç yaşında evlenilir ki?" dedim, elim çeneme gitmişti ve düşünmeye başlamıştım.

"Buldum!" diye bağırdı Mert.

"Ne buldun?" dedim heyecanla ve Mert'in gözlerine bakıyordum.

"25 yaşında evlenelim mi?" dedi heyecanla Mert bana.

"Tamam, 25 yaşında evlenelim," dedim ben de aynı heyecanla ona bakıyordum.

"Yaşasın, o zaman hemen büyüyelim," dedi ve kollarımın arasına girdi.

Mert'i hep yanımda istiyordum. Annem olmadığı gibi babam da olmasaydı, Mert'le kalmak isterdim. Ama babam bana hiç izin vermediği için kalamıyordum.

Kapı açıldığında Mehtap ablaya döndük, ikimize "Evet, çifte kumrular, gelin bakalım, arkadaşlarınız geldi" dedi.

Hemen Mert'e dönüp "Çifte kumru ne?" dedim. Mert'le gülmeye başladık.

"Bizim adımız artık çifte kumru," dedi Mert. Ben de "Tamam," dedim ve hemen ayağa kalktık.

Salona geçtiğimizde Kader, Mustafa ve Mert'in birçok arkadaşı vardı. Kader bizi gördüğünde kocaman ikimize de sarıldı. Kader'in annesi de gelmişti, herkes buradaydı.

Masanın üstünde M şeklinde pasta vardı ve 15 tane mum vardı. Mehtap abla mumları yakarak Mert'i yanımdan alıp sandalyeye oturttu. Ben de küçük adımlarla Mert'in yanına oturdum.

"Dilek tutmayı unutmayın ve üfleyin," dedi Mehtap abla.

Mert'le birbirimize baktık ve ikimiz de sessizce "25" dedik ve mumları üfledik.

Mumlar sönerken hepimiz alkışlamaya başladık. Mutluluktan uçuyordum, hep Mert'le olacaktım.


GÜNÜMÜZ

Bütün duyguların hislerini yaşadım; acıyı, mutluluğu ve hüzünlüğü. Ama bu duyguyu bilmiyordum. Tesadüflere inanmazdım, hiçbir zaman da inanmadım.

Çocukluğumda yaşadığım anlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Gerçekten tesadüf müydü bu olanlar?

Yok olmak istiyordum. Bedenim gerildikçe geriliyordu. Havanın soğuk olmasından dolayı saçlarımı uçuran rüzgar beni alıp götürseydi keşke.

Sadece birbirimize bakıyoruz, hiçbir şey demiyoruz. 5 dakika geçmiş miydi bilmiyorum, ama bütün çocukluğum gözümün önünden geçmişti bile.

Karşımda çocukluk aşkım Mert duruyordu, yanımda da mecburi şekilde yanından kaldığım Emir vardı.

Dudaklarım aralandı ve sessizce "25" dedim. Evet, 25 yaşındayım ve o burdaydı. Dileğimiz gerçekleşmiş miydi?

Mert, dediğimi anlamış olacak ki tebessüm ederek bana bakıyordu. Ona doğru adım atmak istiyordum, ama yapamıyordum.

"Beni duyuyor musun?" Emirin sesi kulaklarıma dolunca gözlerimi ona çevirdim.

"Kim o?" dedi, tekrar bir cevap bekliyormuş gibi bana bakıyordu.

"İki dakika bekler misin? Emir geleceğim," dedim.

Emir yanından ayrılarak Mert'e doğru gidiyordum. Attığım her adım bedenime sızı şekilden geri dönüyordu.

"Inci," dedi. Tekrar Mert'e gözlerine baktığımda hala o küçük Mert vardı karşımda.

"Mert," dedim, ama konuşamıyoruz. İkimiz de şok içinde birbirimize bakıyorduk.

Tam bir şey diyeceğim, sıra da elimi tutan kişiye döndüm ve emir çatık kaşlarıyla karşımda duran Mert'e bakıyordu.

Mert'e baktığımda o da aynı şekilde Emire bakıyordu. Aralarındaki elektrik beni her an çarpabilirdi ve kendimi toplayarak "Emir benim sevgilim" dedim ve Emire döndüm. "Mert de çocukluk arkadaşım" dedim, Mert'e dönerek.

Mert, sevgilim olduğunu duyunca kaşları daha çok çatıldı ve gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. "Memnun oldum" dedi, Emire bakarak. Emir de kafasını sallayarak yanıt verdi.

"Burada mı okuyorsun?" dedi Mert meraklı bir şekilde. "Evet," dedim, hafif tebessüm ederek. "Büyük tesadüf değil mi?" dedi Mert bana bakarak. Dedim anlamıştım, ama Emir sadece öylece bakıyordu.

"Evet, öyle" dedim.

Hemen buradan ayrılıp eve gitmek istiyordum, yoksa ellerimde olan eller biraz daha sıkarsa moraracaktı.

"Biz gidelim, Emir" dedim Emire.

"Sonra görüşürüz, Mert."

Mert kafasını sallayarak "Görüşürüz" dedi ve yanından ayrıldık.

Düşüneceklerimin arasından sıyrılmaya çalışıyordum, ama işe yaramıyordu ve ben Mert'le tekrar tekrar karşılaşacaktım. Yine bir çıkmaza girmiştim, hayat bildiğin benimle kumar oynuyordu.

"Sen iyi misin?" dedi Emir, daha fazla sessizliğime dayanamayarak.

"İyiyim, neden kötü olayım ki?" dedim, Emir'in yüzüne bakarak.

"Pek öyle gözükmüyor, ona aşık gibi bakıyordun" dedi.

Emir bu cümleyi öyle bir şekilde demişti ki, sanki canı yanmıştı bunu söylerken, ama kondurtmuyordum.

"Çocukluk aşkım," dedim itiraf ederek.

Dediğim cümleden sonra Emir ağzının içinde bir şey söylediği için onu anlamamıştım, ama pek de umrumda değildi. Hem ben Mert'e aşık bir şekilde mi bakıyordum, bu kadar belli mi etmiştim zaten. Mert'e aşık mıydım, onu da bilmiyordum.

Arabaya binip eve çoktan gelmiştik. Kafamdaki düşüncelere bana zaman kavramını unutturuyordu, o yüzden ne ara geldiğimizi de pek anlamamıştım.

Arabadan inip eve girdim. Bedenim üşüyordu ve ateşim çıkmaya başlamıştı. Daha fazla ayakta durmaya pek mecalim olmadığı için hemen ısınmak istiyordum. Emir de arkamdan geliyordu.

Hiç beklemediğim bir anda kolumu tutup beni duvara doğru yasladı ve kendiyle duvar arasına aldı. Beni neden böyle bir şey yapmıştı anlamamıştım, ama gözlerine baktığımda öfkeden başka bir şey görmüyordum.

"Ne yapıyorsun be?" dedim, şaşkınlığımı gizleyemeyerek.

"Benim sevgilimsen, başkasına aşık gibi bakamazsın," dedi.

Ne diyordu ya, ne saçmalamaya başladı yine. Sahte kıskançlıkları çok saçma şeylerdi.

"Neyden bahsediyorsun? Hem, sana ne? Kime nasıl bakmışım seni ilgilendirir mi?" dedim.

Sesim yüksek çıkmıştı, zaten her yerim ağrıyor, bir de bunla uğraşamazdım.

"Sanane mi? Sen benim kim olduğumu unuttun sanırım. İncilay hatırlatmak istemiyordum. İnan bana, eğer hatırlatırsam, ne başkasına bakabilirsin, ne de evden çıkabilirsin," dedim.

Resmen söylemiyor, yüzüme sertçe tokat atıyordu sözleriyle. Ellerimi göğsüne koyarak geriye doğru ittim.

"Saçma sapan konuşup durma, boş kıskançlıklarını da bir kenara bırak. Biz evcilik oynamıyoruz, amacından şaşma," dedi, ciddi bir ses tonuyla.

Emir bunu diyeceğimi beklemediği için hafifte olsa şaşırmıştı, hatta gözünde öyle bir şey görmüştüm ki yaptığını o da yeni anlamış gibi geriledi. Hasta mıydı, neydi bu? Ruh hastası.

Hiç ona bakmadan odama çıktım ve yatağa uzandım. Sıkılıyordum, uyumak istiyordum ama gözlerimi kapattığımda Mert'in gözleri önümde seriliyordu.

Eskiden birbirimize söz vermiştik, 25 yaşında evleneceğiz diye. Dileğimiz bizi tam 25 yaşından sonra karşı karşıya çıkarmıştı. Tesadüf değildi, bu kaderdi.

Eğer Emir olmasaydı, ben Mert'le hiçbir zaman karşılaşmayacaktım. Emire de bol teşekkürlerimi sunardım, ama o daha ne yaptığının bile farkında değildi.

Düşüncelerimin arasında kaybolurken saate baktığımda çoktan akşam olmuştu. Hep şaşırıyordum, bu kadar az düşünüp bu kadar fazla zaman nasıl geçmişti anlamıyordum.

Düşüncelerimden sıyrılıp kapının tok sesi kulaklarımı doldurdu ve kapıya dönerek "Gir" dedim.

İçeriye giren Emir olmuştu, ama biraz fazla içmiş olmalı ki ayakta durmak için zorlanıyordu. Ama onun bu halini pek umursamıyordum, o yüzden yattığım yerden kalkmadım.

Yatağın hemen yanına oturarak "Neden bana bunu yapıyorsun?" dedi.

Dediği cümleler birbirine girerken ne dediğini zor anlamıştım. Ne yapıyordum ki ona? Ne yapmıştım ona? Asıl o bana yapıyordu.

"Ne yapıyorum?" dedim, gözlerimi kısmış, onu izliyordum. Saçı başı dağılmış, gözleri kısık, üzerindeki siyah gömleğin birkaç düğmesi açılmış şekilde gayet hoş duruyordu.

Cevap vermeden yanımda doğru uzandı. Şaşırmıştım, bunu beklemiyordum. İşte hem kendi yatağı vardı, niye burada yatıyordu ki?

"Ne yapıyorsun, kendi yatağın yok mu?" dedim, bedenimi biraz daha doğrularak.

"Var zaten, bu yatakta benim," dedi, gözlerini kapatmıştı, başı döndüğünden emindim.

Doğru diyordu, bu evde hiçbir şey benim değildi. Yanından kalmaya yeltendiğimde bileğimden tutarak beni kendi üzerine çekti.

Şu anda tam kasıklarının üzerinde oturmuş bedenim, ona yapışık bir şekilde duruyordu. Kalbim değişik bir şekilde çarpmaya başlamıştı.

Alkol kokusu geliyordu, ama kendi kokusu bu alkol kokusunu bastırıyordu. Bu kokuyu bir şişeye koysalar, yalan yok, kullanırdım.

"Kendine gel Emir, ne yapıyorsun?" dedim tekrar, ama beni dinlemiyor, elini yavaşça belimde doğru götürüyordu.

"Biraz kalalım mı böyle?" dedi.

Gözlerimi devirerek, sarhoş olduğu için ne desem anlamayacağı için böyle kalmaya karar verdim. Gözlerimi kapatarak, beni esir alan adamın kollarında yatıyordum.

"Başkasına aşık olma," dedi Emir, ama bunu uykuya gitmeden hemen önce söylemişti.

Neden böyle bir şey dediğini bilmiyordum, ama merakta etmiyordum. Sarhoş işte, saçmalıyor.

Hemen üzerimden kalkarak odadan çıktım ve sola indim. Saat oldukça geç olmuştu, sabah olmaya başlıyordu bile.

Bugün büyük bir gündü, babamın düğününü mahvedeceğim bir gün ve her şeyden kurtulacağım bir gün. O yüzden kendimi ödüllendirmek için mutfağa girdim ve kendime pasta yapmak için hazırlık yapmaya başladım.

Hızlıca dolaptan malzemeleri alarak çikolatalı bir pasta yapacaktım. Duvarda asılı duran önlüğü alarak koydum ve başladım.

Pastanın kekini fırına atıp soslarını yapmaya başladım.

Keki fırından çıkarıp sosu üzerine döktüm ve aralarına şanti sürdüm. Yemek için sabırsızlanıyordum.

Pastaya baktığımda erimiş çikolatalı başta gibi duruyordu ve üstü çok boş duruyordu.

Sosu poşetle doldurup istemeden de olsa üzerine krem şantiye 25 yazdım ve pasta tekrar baktığımda çok hoş duruyordu.

Niye böyle bir şey yapmıştım ama hoşuma gitmişti. Mutfaktan çıkıp camdan dışarıya baktığımda hava çoktan aydınlanmıştı. Odama gidip üzerimi değiştirmem gerekiyordu ama Emir oradaydı, zor olacaktı.

Odaya girdiğimde Emir hala derin derin uyuyordu. Dolabımın olduğu yere girdim ve dolaptan siyah boğazlı ince bir kazak aldım ve üzerime geçirdim. Altımda deri siyah pantolon giydim. Hava soğuk olduğu için deri siyah ceketi elime alarak odadan çıktım.

Yatağa tekrar baktığımda gözlerini açmaya çalışıyordu ama hiç ona dönmeden aynanın karşısında oturup saçlarımı serbest bıraktım, kahküllerimi düzeltip aynadan kendime baktım.

Ve aynadan bakarken yatağımın üzerine oturan Emir'i gördüm, o da bana bakıyordu.

"Günaydın," dedim gülümseyerek.

"Ben niye buradayım?" dedi etrafına bakarak.

"Hatırlamıyor musun?" dedim. Oyun oynayacaktım, madem hatırlamıyor, uğraşalım bakalım.

"Neyi?" dedi, gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

"Önce gelip bana ilan-ı aşk yaptım ve beni yatağa atıp se-"

"Sus, tamam sus," dedi. Lafımı bitirmeme izin vermemişti.

"Unutman üzücü," dedim, dudaklarımı büzerek.

"Hayır ya, öyle bir şey olmadı. Olsa unutmam," dedi ve göz kırptı. Şimdi ise o benimle oynuyordu.

Kaşlarımı havaya kaldırıp kafamı sağa sola salladım. "Kahvaltı yapalım," dedim.

"Tamam," dedi ve odadan çıktı.

Aynaya tekrar baktığımda yüzümdeki anlamsız gülümsemeyi gördüm ve hemen yüzümdeki gülüşü sildim, ardından ayağa kalktım.

Salona indiğimde Ahmet'in geldiğini gördüm ve hemen önünde benim yaptığım pasta vardı. Şok içinde gidip hızlıca yarısını yediği pastayı aldım.

"Ne yapıyorsun ya?" diye söylendi, ama ağzı dolu olduğu için komik gözüküyordu.

"Öküz müsün, niye benim yaptığım pastayı yiyorsun? Şuraya bak, hepsini yemişsin!" dedim sinirle.

"Sen mi yaptın? Şaşırdım şimdi. He, ayrıca güzeldi, yedim. Yemiyim mi? Hem niye 25 yazıyordu pastanın üstünde, ne alaka?" dedi merakla Ahmet.

"Sanane Ahmet, sanane. Zaten hepsini yemişsin, of!" dedim. Utanmasam ağlayacaktım.

"Tamam be, yemeyiz," dedi ve kollarını göğsünde birleştirerek küstüm havası veriyordu.

Küserse küssün, banane der gibi mutfağa girdim ve pastayı dolaba bıraktım. Tekrar salona döndüğümde Emir gelmiş, Ahmet'i azarlıyordu.

"Ne bağırıyorsunuz bana sabah sabah, kafayı mı yediniz?" dedim Ahmet'e.

"Kızın pastasını niye yiyorsun, Ahmet?" dedi Emir.

Saçma sapan bir şekilde ciddi ciddi tartışıyorlardı.

"Ya saçmalamayın, tamam ben şakasına Ahmet'e kızdım, abartmayın. Hem açım, ben kahvaltı nerede?" dedim Emir'e dönerek.

"Sevilla bugün izinli, istersen dışarda kahvaltı yapalım," dedi Emir.

Bana uyardı, severdim dışarda yemek yemeyi.

"Olur," dedim ve masanın üzerinde duran sigaradan alarak yaktım. Duman içime nüfus ederken kendime ancak gelebiliyordum.

"Ahmet, hadi sende gel," dedi Ahmet'le dalga geçer gibi.

"Zaten geleceğim," dedi gülümseyerek.

"Kumacım," dedim kahkaha atarak.

"Hadi kalkın, çıkalım, bugün fazlasıyla işimiz var," dedi Emir bana göz kırparak.

Bugün büyük bir gündü, heyecanlı olacaktı.

Üçümüz de evden çıkıp arabaya gelmiştik.

"Ben sürmek istiyorum," dedim Emir'e bakarak.

Emir fazla ısrar etmeden yan koltuğa geçti. Ahmet yaşayacaklarından haberdar olduğu için korka korka arkaya oturmuştu, ben de şoför koltuğuna oturdum.

Kemerimi takıp arabayı çalıştırdım ve hızlıca gaza yüklenip direksiyonu sertçe kırdım. Lastiklerden gelen sesle birlikte evin oradan çıktık.

"Al işte, daha yola bile çıkmadık," dedi Ahmet endişe içinde.
"Sakin ol," dedim gülümseyerek.

Sabah olduğu için yolda çok az araba vardı, olanları da solluyordum zaten. Emir yola bakmak yerine beni hayran bir şekilde izliyordu. Ahmet'e arada kaçamak bakışlar atıp önüme dönüyordum. Korkudan ölmek üzereydi.

Solumdaki aynaya baktığımda birinin bana selektör attığını gördüm.

Yarış istiyordu. Ahmet de bunu farketmiş olacak ki "Eceline mi susadı?" dedi endişeyle.

"Susamış," dedim ve hemen direksiyonu sola kırıp arkadaki arabanın önüne geçtim.

Sağa geçtiğinde tekrar önüne kırdım ve önüne geçmesini engelledim.

Elimi camdan çıkarıp geç hareketi yaptım ve yanından geçti. Aramızda fazla mesafe açmadan hızla gaza yüklendim ve arabanın tam dibine girdim.

Eğer frene basmaya kalksa arabaya girecektik. Önümdeki araba gaza yüklendikçe ben de gaza yükleniyordum.

Korktuğuna emindim. "Tamam, hadi bırak eğlenmeyi de gidelim," dedi Emir, ama onu dinlemedim.

Hemen arabanın sağına geçip arabanın içine doğru orta parmağımla hareket çektim ve hızla aramıza mesafe açarak yanından ayrıldım.

Yüzümde oluşan tebessümle Emire baktım ve o da bana gülümsüyordu.

"Ölmedik değil mi?" dedi. Ahmet arkadan seslenmişti, ama onu pek umursamadım.

Emirin navigasyondan açtığı yere gelmiştim. Üçümüz de indiğimizde Emirin telefonu çaldı ve önümüzden yürümeye başladı. Ahmet'e dönerek, "Çok korktun mu?" dedim gülümseyerek.

"Manyak gibi araba kullanıyorsun, şu zamana kadar senin gibisine rastlamadım," dedi Ahmet şaşkınlıkla, hala bana bakıyordu.

"Daha hiçbir şey görmedin canım," dedim ve göz kırparak önüme döndüm.

Geldiğimiz mekan doğa havası veriyordu, nezih bir o kadar da doğal duruyordu. Hoşuma gitmişti, insanların arasından geçerek Emirin oturduğu masaya oturduk.

"Ne yemek istersin?" dedi Emir, bana bakıyordu.

"Kahvaltı işte, özellikle bir şey seçmem gerekmiyor."

"Tamam o zaman," dedi ve eliyle garsonu çağırdı.

Garson yanımıza gelip, "Hoşgeldiniz Emir Bey, nasıl yardımcı olabilirim?" dedi.

Herkes emri tanıyordu, saçma sapan bir şekilde geriliyordum. Neydi bu? Çakırlar, çakma mafyalar, başka bir şey değil.

Emir garsondan 3 kişilik kahvaltı istedi ve yarım saat geçmeden kahvaltımız geldi. Ben çoktan yemeye başlamıştım.

"Her şey hazır mı Ahmet?" dedi emir, Ahmet'e dönerek.

"Hazır Çakır, ama çok riskli," dedi Ahmet.

"Yaptığımız hangi işte risk yok," dedi emir alaycı bir gülümsemeyle.

"Akşam bizimkiler önden gidip çevreyi saracak, biz de ondan sonra devreye gireceğiz," dedi Ahmet, ama pek zevk almıyordu bu olaydan.

"Tamam, sen önden gidersin, biz İncilay'la arkadan gireceğiz."

"Tamam Çakır, bir de Bengü geliyor," dedi Ahmet, elini ağzıma getirerek.

Bengü kimdi acaba?

"Ne işi var burada?" dedi Emir. Gerilmişti hatta bayağı sinirlenmişti.

"Çocuklar tutamıyor onu, evde ne yapalım yani? Tuturdu, abimin yanına gideceğim, orada kalacağım diye."

Demek ki kardeşiydi. Şaşırmıştım, bir kardeşi olacağını hiç düşünmemiştim. Hatta Emir o kadar yalnızdı ki, bir ağaç kabuğundan çıktığını falan düşünüyordum.

"Gelsin bakalım, ben onu geri göndermesini bilirim," demişti Emir, ama bayağı sinirliydi. Neden kardeşiyle yaşamak istemiyordu?

Önümüzdeki masada kahvaltılıklar bitmek üzereydi ve ben daha fazla karnımı şişirmemek için daha fazla yemedim. Masada ki sigaradan bir dal alıp yaktım.

"Çok sigara içiyorsun," dedi Emir bana dönerek.

"Az bile," dedim, ama yüzüm bayağı ifadesizdi.

Herkes kahvaltısını yapmıştı. Ahmet'e baktığımda, yan masada oturan kızı kesiyordu. Masanın altından ayağımla Ahmet'in ayağına vurarak onu dürttüm.

"Vay çakal," dedim, kahkaha atarak. Emir gülüşümü duyunca hemen bana döndü.

"Ne oluyor?" dedi Emir, şaşırarak.

"Ahmet bey çapkınlık peşinde," dedim, gülümseyerek.

"Ahmet, ben sana daha güzellerini bulurum. Bırak şu çakma sarıyı."

"Bulur musun gerçekten? Ben de artık aşk yaşamak istiyorum," dedi, şikayet eder şekilde.

"Şartlarım var ama hallederiz," dedim, göz kırparak.

"Hadi kalkalım, hazırlanmamız lazım. Malum, düğüne gideceğiz," dedi Emir. Onu çok sık gülerken görmüyordum, ama çok güzel oluyordu gülünce.

Ahmet ayağa kalkarak kasaya doğru ilerledi. Emirle ben de kalkıp arabaya geçtik. Bu sefer Emir, bir şey demeden şoför koltuğuna geçti, ben de yanında oturdum. Ahmet de gelip arkaya oturdu.

"Ben iyice sizin çocuğunuz gibi arkada oturuyorum arkadaş ya," dedi, sitem eder gibi.

Hiçbir şey dememiştik, birbirimize bakıp hemen önümüze döndük. Bir an aklıma, Emir'in bir çocuğumun olduğunu düşündüm. Saçma sapan düşünecekler, beynimde tekrar ediyordu. Kafamdakilerden kurtulup bugün ne yapacağımı planlıyordum.

Çoktan evin önüne gelmiştik.

"Sana göstereceklerim var," dedi Emir bana dönerek.

"Ne onlar?" dedi merakla.

Arabadan indiğinde ben de peşinden indim. Eve girdiğimizde hiç fark etmediğimiz bir kapıdan girdik ve bodrum olduğunu düşündüğüm merdivenlerden aşağıya iniyorduk.

İndiğimizde şok içinde etrafa bakıyordum. Her yer, duvarlar dahil, demirden yapılmıştı. Biraz daha ilerlediğimizde kocaman kasa kapısı gibi bir yerin önünde durmuştuk. Kenarda sayılar vardı, ama Emir sayılara basmadan yukarda duran kameraya baktı ve kapı ağır ağır açılmaya başladı.

"Hazır mısın?" dedi Emir gülümseyerek.

Değildim, hatta hiç değil. Ne çıkacağından korkuyordum.

Kapı açıldığında içerde duvarlarda asılı olan silahlar vardı. Ve bir iki tane değil, sayamadığım kadar kurşun geçirmez yelekler, bıçaklar, her şey vardı burada. Burası suç aletleriyle doluydu, hatta burası başlı başına suçtu.

"Bunlar ne?" dedim. Ağzımdan şaşkınlıkla çıkmıştı ve gözlerim biraz daha açılırsa yerinden çıkacaklardı.

Emir, odanın içindeki masanın başına oturdu ve oturduğu yere yayıldı.

"Benim kızlarım," dedi, ellerini açmış etrafı gösteriyordu ve silahlara bakarken gözlerinde ışıltı gördüm.

"Suç," dedim sessizce.

"Kim suçsuz ki?" dedi, hala gülüyordu.

"Beni neden buraya götürdün?" dedim merakla ve gözlerimi silahlardan alıp emire baktım.

"Babanın düğününe hangi silahla sıkacağımızı seç diye," dedi ama hiç inandırıcı değildi. Saçma sapan bir şey yüzünden beni böyle büyük bir sırra ortak etmesi çok saçmaydı.

Onu umursamadan gözüme bir silah takıldı. Beni al diye bana bakıyordu. Büyüktü ve taramalı olduğuna emindim.

"Benim de en sevdiğim o," dedi ve silahı alarak bana doğrulttu, ama korkmuyordum çünkü hiçbir silahın boş yere asılıyken içinde kurşun olmazdı.

Silahı yerine bırakıp beni çıkardı ve salona doğru çıktık.

"Git, üzerine rahat şeyler giy, gece uzun," dedi ve göz kırptı.

Salondan ayrılıp odama çıktım. Emir çok mutlu gözüküyordu, ama günün sonunda onun da canını yakacaktım.

Dolaptan siyah gömlek alıp altıma da siyah çorap ve siyah kısa etek giydim. Emir bana rahat şeyler giy demişti. Onun rahatı ne olduğunu bilmiyordum, ama benim rahatım buydu.

Gömleğimin birkaç düğmesini açarak göğüs dekoltesi verdim. Üzerime giydiğim uzun kaban bedenimi saklıyordu. Kabanın iplerini de önden bağladım.

Aynanın karşısına geçip saçlarımı at kuyruğu yaptım, kahküllerimi düzelterek kendime baktım. Tam bir suçlu gibi gözüküyordum, ama bir şey eksikti.

Masanın çekmecesinde daha önce gördüğüm Sinay camlı gözlüğü de takarak her şeyimi tamamladım.

Odadan çıkıp salona doğru indim. Emir koltukta oturmuş, telefonla ilgileniyordu. Saate baktığımda ne ara bu kadar zaman geçtiğini yine anlamamıştım. Düğüne birkaç saat kalmıştı.

Ahmet mutfaktan çıkıp beni gördüğünde ıslık çaldı ve yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.

"Tam bir serseri," dedi Ahmet, Emir'e dönerek. Emir de beni görünce baştan aşağı süzdü.

Orta parmağımla gözlüğü biraz aşağıya çekip Emir'e göz kırptım.

"Sen çık, Ahmet geliyoruz," dedi Emir, ama Ahmet'e değil bana bakıyordu.

Ahmet kapıdan çıkıp dışarıya gitti ve Emir'le baş başa kaldık.

Ayağa kalkıp yanıma geldi. "Çatışmaya giderken mi?" dedi, ama bana değil kendine soruyordu.

"Anlamadım," dedim, gözlüğümün içinden ona bakarken.

Emir geriye doğru gidip masanın üstündeki çelik yeleği alarak bana verdi, ama ben bunu nasıl giyeceğimi bilmiyordum.

"Nasıl giymem lazım bunu, yardım etsene," dedim. Emir bana dönerek kafasını olumluca salladı.

Biraz oynamaktan fayda vardı. Kabanımın ipini yavaşça açtım ve üzerimden çıkardım.

"İyi ki rahat giyindik," dedi Emir. Gözleri koşa olan eteğime takıldı.

"Benim rahatım bu," dedim ve devam ettim. "Gömleği çıkarmam gerekiyor mu?" dedim ve alaycı bir şekilde güldüm.

"Evet," dedi, ama cevap verdiğinin farkında bile değildi. Aklını alıyordum ve çok hoşuma gidiyordu.

"Peki öyleyse," diyerek gömleğimin düğmelerini yavaş yavaş açtım ve belirgin olan göğsümü kapatan tel sütyenim kalmıştı.

Emirin gözlerinde öyle bir karanlık gördüm ki, kendini yiyip bitiriyor olabilirdi. Gözlerini göğsümden çekmiyor, sadece oraya bakıyordu.

"Eee," dedim. Beni duyduğunu yeni anlamış gibi bana baktı ve elimdeki çelik gömleği üzerime geçirdi. Bakışlarının aksine ellerini o kadar kibar kullanıyordu ki tenime temas etmiyordu ve ben buna çok şaşırmıştım.

Gömleği giyip kabanı tekrar üzerime alıp arkamı döndüm. O da peşimden geliyordu.

Dışarıya çıktığımızda Ahmet bize bakarak "İki saat oldu," dedi. Ben Ahmet'i tanıdığımdan beri hiç beklemeyi sevmiyordu.

"Sen İncilay'ın arabasını al, biz arkandan geleceğiz," dedi Emir, Ahmet'e dönerek.

Ahmet kafasını olumluca sallayıp benim arabama bindi ve uzaklaştı. Biz de Emir'le arabaya binip hızlıca yola çıktık.

"Ne yapacağız tam olarak?" dedim Emire dönerek.

"Rastgele sıkacağız, kimseye zarar vermeden. Bir sevmediğin biri olursa yaralayabilirsin," dedi gülümseyerek.

Evet, sevmediğim birini yaralamayacaktım ama öldürecektim.

Düğünün olduğu yere gelmiştik. Doğanın içinde yapıyorlardı düğünü. Bu da çöm işimde yaramıştı. Üstten bakıyorduk onlara ve ağaçların sıklığından dolayı kolay fark edilmiyorduk.

Elime kocaman bir silah vermişlerdi. Silahın dürbünüyle salona bakıyordum. Herkes mutluydu, ama henüz babam yoktu. Ortalıkta dürbünüm hemen önünde kader vardı. O kadar güzel gözüküyordu ki hiç şaşırmamıştım, ama ondan o kadar nefret ediyordum ki şu an canı benim ellerimdeydi ve kendimi zor tutuyordum.

Parmağım tetiğe gideceği sırada "Sakin ol, daha başlamadık," dedi emir. Yüzümü kaldırıp ona baktığımda o da bana bakıyordu.

Hiçbir şey demeden tekrar döndüm ve salona giren babamı ve Güler'i gördüm. Ciddi ciddi evleniyorlardı. Gözümü dürbünden çekip emire baktım.

"Hadi ama, dayanamıyorum ben," dedim.

Emir ve adamları rastgele ateş edeceklerdi, ama onlar bunu yaparken ben kurbanlarımı avlayacaktım.

"Başlıyoruz," dedi ve silah sesleri duydu. Hemen dürbünden bakıp babamın bacağına sıktım. Acı içinde yere yığılınca gözüm kaçmaya çalışan Hasan'ı gördüm.

Ona da ufak bir zarar versem hiçbir şey olmazdı. Tam dürbünüme denk gelince onun omzuna sıktım ve yüzümde acımasız bir gülümseme oldu.

"Hadi gidiyoruz!" diye bağırdığında, hemen kalktım. Yere baktığımda tabanca gördüm ve onu aldım. Birisi gerimizde az kalsın kanıt bırakıyordu. Tabancayı alıp eteğimin arasına sıkıştırdım.

Koşar adımlarla arabaya bindik ve hızlıca olay yerinden uzaklaştık. Anlamadığım bir şekilde kahkaha atmaya başladım.

"Neye gülüyorsun?" dedi Emir, ama o da gülüyordu.

"Bir daha yaparız, olur mu?" dedim gülümseyerek.

Yapamayacaktık.

"Tamam," dedi Emir ve kafasını sağa sola sallayarak önüne döndü.

"Durdur arabayı!" diye bağırdım. Emir ne olduğunu anlamadan frene yüklendi ve arabayı durdurdu.

İşte şimdi oyun bitmişti. Babamın intikamını almıştım, şimdi ise sıra Emir'deydi.

"Ne oldu?" dedi Emir, meraklı bir o kadar da endişeli gözüküyordu.

Hiçbir şey demeden arabadan indik. Çok güzel bir yerde durmuştu, bomboş bir araziydi ve bu çok işime yarardı.

Peşimden Emir de indi ve bana doğru arkamdan geliyordu. Arkamı hiç dönmeden arazinin ortasına geldim, belimdeki silahı çıkarıp ona döndüm ve silahı ona çevirdim.

Bu hareketim beklemiyor olacak ki, şok içinde bana bakıyordu ve anlayamıyordu.

"Baban annemi öldürdü," dedim. Gözlerimdeki öfke artık taşmıştı ve ikimizi de yakıyordu.

"Ne?" dedi Emir, ama hala bana bakıyordu, öyle bir inanmıyordu ki bu olanlara, beklemiyordu.

"BABAN ANNEMİ ÖLDÜRDÜ!" dedim, bağırarak. Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki kendi bedenim bile kendinden ürkmüştü.

"Bende seni öldüreceğim," dedim ve birkaç adım yanına doğru gittim.

"Ben bilmiyorum," dedi Emir. Gözlerindeki endişe yok olmuş gibiydi, sanki bir anda anlamamıştım, korkması gerekiyordu.

"Biliyorsun, biliyorsun, bana yalan söyleme!" diye bağırdım.

"Sus," dedi Emir ve bana daha da yaklaştı, kafasını silahın namlusuna dayadı.

Salak mıydı, bu ne yapıyordu? Neyse, en azından işimi kolaylaştırırdı.

Annemi öldüren adamın oğlunu öldürecektim ve içim artık rahatlayacaktı.

Ve bir mermi silahtan çıktı. Acıydı,

acı bir tadı vardı.



BÖLÜMÜN SONUNDAN HEPİNİZE MERHABALAR GÜZEL BİR BÖLÜM OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

BİR DAHA Kİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE 👋

Continue Reading

You'll Also Like

97K 6.1K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.6M 66.7K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
339K 20.9K 43
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
2.6M 83.4K 60
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...