GİRİFT

By 1yazarnur

272 48 132

Bütün düğümlerin en az bir noktasında keşfedilmeyi bekleyen minik bir boşluk vardır. Düğümler, rastgelişlerle... More

1. Bölüm: Hayatım Nefes Alsın Deriz
2. Bölüm: Hayatına İyiliği Öğret
3. Bölüm: Eve Dönmek Her Zaman Eve Dönmek Değildir
4. Bölüm: Ölmeden Yaşıyor Olmayı Kaybetmek
5. Bölüm: Üç Nokta
7. Bölüm: En Güzel Ödül Ve En Güçlü Ceza

6. Bölüm: Sonuna Kadar

23 3 11
By 1yazarnur

BÖLÜM-6:

"kızı bayılttın mı lan? ne konuşması yaptın, allah aşkına nasıl tanıttın bizi söyle? ya da söyleme kanka, dur şu an hiç hazır değilim. fuhuş çetesiyiz bile demiş olabilirsin sus o yüzden." bankta uyuyakalmıştım ve ayaz hiç rahatsız etmeden beni kucağına almasına rağmen hafif bir sarsıntıyla tekrar uyanmıştım.

 yalnız insanlar sessizliğin insanlarıdır. en ufak ses ve tenlerine değen hafif bir meltem dahi onlar için bir uyarıcıdır. fazlasıyla hissedilesidir.

"boş yapmayı kes ve uyu botan. birazdan ben uyuyacağım sen uyanıp nöbet bekleyeceksin." kucağındaki beni dikkatlice uzun koltuğa yatıran ayaz biraz sonra üzerimi ne olduğunu bilmediğim bir şeyle örtmüştü. hemen ardından konuştu.

"kısa kaldı bu, üşür." dedi üzerimi örttüğü şeyi kast ederek

"bunu da al, üşümesin." üzerime örtülen bir başka şeyle duruma anca aymıştım. anında gözlerimi açarak konuştum

"saçmalamayın, siz üşüyeceksiniz. ben iyiyim, alın lütfen." dedim ceketlerini iki elimle onlara uzatırken. tek kaşını kaldırmış 'sen ne iş' bakışlarıyla bana bakan ayaz cevap verdi

"sen uyumuyor muydun yürüyen edebiyat? o kadar taşıdık, yorulduk boşuna mıydı?"

"taşıdık yorulduk derken? sendelemedin bile yalancı. ayrıca ben mi dedim sana gel beni taşı diye?" yüzündeki sırıtışla konuştu

"e uyanıkmışsın ve taşıma da dememişsin ama."

"ben de uyanığım beni de taşısana ayaz, böyle bir hizmetin varlığından habersizdim de bugüne kadar." diyerek bana destek atmak suretiyle botan girdi bu sefer araya. ayazın bozulan yüzü botana döndü

"rahmetli seyit onbaşıya danış sen bunu kardeşim. mermi diye düşman gemisine seni fırlatsın da vatana millete bir hayrın dokunsun en azından."

"ilk epri girişimin olduğu için acıyorum ve bir şey söylemiyorum. yazık, komik olduğunu düşünebilmek herkesin hakkı." botanın umursamaz yüzüne bakarken mimiklerine gülmemek elimde değildi. komik olmaya çalışmazken bile komik birisiydi. kalbinin güzelliği yüzünden, bakışlarından yansıyordu etrafa ve hira denilen kız her kimse çok şanslıydı. ama sanki şu an için bakışlarında sinirle karışık bir hüzün de vardı botanın. ayaz da sanki benimle aynı şeyi düşünmüş gibi botanı zorlamaya, konuşturmaya başladı

"seni döverim botan, kaçtır gözüme batıyorsun zaten." ayaz sinirle botana çıkışırken botan da karşılık verdi

"sıkıyorsa döv lan, kaç gün oldu ben seni dövmeyeli, aşerdin herhalde sen?"

"bak oğlum!" dedi ayaz ortam iyice gerilirken

"aşermek maşermek siktirtme belanı. sen beni hayatında ne zaman dövmüşsün de bir de anlatıyorsun lan? rüyalarını anlatıp durma siktirgit!"

"gel şurada hatırlatayım ben sana nerede dövmüşüm, nasıl dövmüşüm, gel lan!"

ben şaka yaptıklarını düşünürken gerçekten birbirlerinin üzerlerine yürümeye başlayan ikiliyi iki elimdeki ceketlerini tam ortalarında tutup kaldırarak böldüm

"ceketleriniz elimde kaldı" diyerek minik bir sırıtış gönderdim onlara. ikisinin de bakışları aynı anda bana dönerken çektiğim dikkatten faydalanıp yönümü botana dönerek konuştum. uzun boyuna karşılık başımı göklere kaldırmam gerekti tabi biraz. ayazın sinirlerini atmasını sağlama görevi bitmişti. bunun bir tık fazlası botana kendisini dövdürmek olurdu. bu şekilde botan sinirlerini atar diye düşündü fakat botanın sinirlerini değil üzüntüsünü atması gerekliydi ruhundan ve bedeninden. tam da bu yüzden şimdi ben devreye girip üzüntüsünü meydana çıkarmalı, ona iyi gelmeliydim.

"neden üzgünsün?" diye sordum gözlerini muhatap alarak

bu soruyu beklemediğini, şaşırdığını minik bir oynayışla belli eden gözleriyle konuştu

"üzgün olduğumu nereden..." dedi ve saniyelik duraksamanın ardından pes ederek devam etti. ayazın neler olduğunu anlamaya çalışan dikkatli bakışları da o an bizi izlemekteydi

"nereden anladın?"

"üzülmenin nasıl yaşandığını, nasıl kamufle edildiğini, nasıl başa çıkmaya çalışıldığını bakışlardan bile anlayacak kadar çok üzüldüm diyelim." diyerek verdiğim cevabın arkasına ayaz botana birkaç adım yaklaşarak kendi sorusunu yöneltti

"haklı yani, sen üzgün kardeşim?" gözlerinden akan üzüntülerle cevap verdi botan

"hayatta çok üzüldüğüm an oldu, canım çok sıkıldı ama bu kadar ağırlaştığımı hatırlamıyorum. beynimin bu kadar yandığını, zihnimde dolaşan anıların kalbimi yaktığını. canımın sızladığını hiç hatırlamıyorum." ayaz korkuyla kardeşim dediği adamın omzuna dokunduğunda onun yükünü ne olduğunu bilmese dahi o omuzlardan söküp kendi sırtına bindirmek istediği çok belliydi

"ne olduğunu anlatacak mısın? seni taşımaktansa dertlerini omuzlamayı tercih ederim kardeşim" diyerek bu fikrimde beni yanıltmadı

botan iç çekerek arkasındaki koltuğa yayılmacı bir pozisyonda oturduğunda ayaz onun yanına ben ise tam karşılarına olacak şekilde oturmuştuk

"annemi gördüm rüyamda" diyerek anlatmaya başladı botanın dağılmış yüzü, gözleri, ruhu, birden bire her şeyi. o böyle anlatmaya başlayınca annesinin benim bütün ailem gibi rüyalarda yaşamaya başladığını anladım

"'buna hakkın yok güzel yavrum, bırak. buna hakkın yok bir tanem, hakkın yok.' dedi sürekli aynı cümleyi tekrarlayarak" dedi ve konuşmasına devam etti botan

"böyle duyunca anlamsız geliyor ama ben ne demek istediğini çok iyi anladım." çatık kaşlarıyla sordu ayaz

"ne demek istedi?" 

"başımızda bu kadar bela varken hirayı daha fazla yanımda tutup onu da riske atamam. bunu anlatmak istedi. rahat bırak kızı, huzurunu bozma demek istedi." diye açıkladı botan. ayazın bozulan üzgün bakışları hiç tereddüt etmeden konuştu

"benim yüzümden. benim olaylarım yüzünden aslında sürekli hepiniz bir belanın içindesiniz. sadece hira değil, sen..." dedi botana 

ve yüzüme bile bakmadan beni kast ederek "o" dedi

"ben sizin hayatınızdayken hepiniz tehlikedesiniz. bu durumda bırakması gereken kişi sen değilsin, benim. bırakılması gereken kişi de hira değil, yine benim."

botan iki elini sinirle saçlarına daldırdığında hışımla cevap verdi

"senin sik kadar olan beynine laf anlatmak zor ama ben yine de deneyeyim. benim babam asker, kıdemli asker hem de. bir bakıyoruz dağda, bir bakıyoruz kaçırılmış, ülke değiştirmiş, ölümden dönmüş, bir bakıyoruz kurtulmuş ama evimiz kurşunlanmış, yüzlerce binlerce tehdit mesajları. aklının alamayacağı bir risk. ve sağ olsun benim gibi korkak da değil. korkunç adamları birebir muhatap alıp kişisel düşmanı yapabilecek meziyette bir komutan. anlıyor musun ayaz? benim hayatım baştan sonra risk. sadece seninle ilgili bir mesele değil bu." dedi ve sitemle konuşmasına devam etti

"senin meselen, benim meselem diye ayrıştığımızı da bilmiyordum. öğrendiğim iyi oldu. kendi meselelerimi kendime saklarım bundan sonra. benim diye sahiplendiğin olayda babamla alıp seni hayatımızın merkezine koymamışız gibi, babam seni kendi oğlundan, benden farksız görmüyormuş gibi düşünmeye devam et sen de ama rica ediyorum kendi kendine düşün. bireyseliz ya bundan sonra (!)" ayaz mahçup bakışlarıyla cevap verdi

"konuyu saptırma. eviniz neden kurşunlandı, hatırla. bahsettiğin tehditler kime geliyor abi, kim için geliyor bi düşünsene. baban zaten anlattığın onca şeyle savaşırken, omzunda koca bir devletin yükü varken az mı geldi bunlar da bir de beni sırtlansın botan? acımıyor musun hiç kendine, babana, hiraya, hayatına acımıyor musun hiç?" diye sordu ve botanın "siktirgit" bakışlarına rağmen konuşmasına devam etti

"bunu kimseye, en çok da bana yapma. başınıza bir halt gelirse ben iyi olur muyum sence? bir namludan çıkan kurşunla ölmek, kalbinde onlarca ölmüş insan taşımaktan, kendin her nefessiz kaldığında onları en azından orada yaşıyor tutmaya çalışmaktan çok daha kolay. bitirelim kardeşim. bitirelim ve bir daha kimse kimseyi görmesin. zor evet ama alışırız. artık çocuk değiliz ve-" hışımla araya giren botan zaten titreyerek konuşan ayazın sesini bölmüüştü

"artık çocuk değiliz ve hayatımdan siktirgit botan. sana kardeşim diyorum ama fazla kapılma bu sözlerime. mevzubahis kendi vicdanım olunca kardeş mardeş tanımam. babanın nerede olduğunu bilmediğin günler evinde tek başına korkudan kafayı ye, en azından anneni rüyanda görebilmek için sürekli uyumaya çalış, uyuyamayınca kafanı duvarlara vur parçala. ben bunları tanımam. eski yalnız aptal günlerine geri dön tanımam, umrumda olmaz. büyüdün artık kendi yalnızlığında boğulurken bile nefes almasını öğren, seni kimse zorla yaşatmaz bu dünyada. söyle. bunları getir devamında sözlerinin. sonra nereye siktirip gitmek istiyorsan git. tutan yok." dedi ve aklına yeni gelmiş bir şeyi daha ekledi bu konuşmasının üzerine

"ha bu arada, beni son beş saatte senin on beş senede tanıyamadığın kadar tanıyan bu kız" dedi işaret parmağı beni gösterirken 

"istediği taktirde benimle kalacak. kendi kendine boş mavallar okuma ebrayı koruyacağım, saklayacağım falan diye. sende o yüreğin birazı bile yok. korkak piçin tekisin sen. ne aşk ne arkadaş... hiçbirine kalbin yok senin. hayata kalbin yok. çekil köşene ağlayarak ölümü bekle o yüzden. senin gibilere de ancak bu yakışır zaten. bana da bir daha kardeşim deme, benim senin gibi bir kardeşim yok." botanın bu sözlerine kelimenin tam anlamıyla nefesim durmuştu. kurduğu her bir cümle boğazına batan seslerle vücut bulmuş botanın da, gözlerini kapatmış yumruğunu sıkmış bu şekil yok olmayı dileyen ayazın da benden bir farkı yoktu.

biri oturduğu yerin soluna bakarken diğeri sağına bakmakla meşguldü. gözlerini sakince ve yavaşça açan ayaz bakış yönünü değiştirmeden sordu

"sinirini attın mı bari botiş, gerçi oturduğundan beri 'beynini siktiğimin beyinsizi' diye tıslıyorsun. atmaman imkansız ama yetmediyse geçir bi yumruk. ruhuma geçirdiklerinin yanında bir etki etmese de sinirlerin yatışır?" çatık kaşları durulan ve yüzü hafif gevşeyen botan anında konuştu. o da konuşurken yönünü ayaza dönmemişti. 

"bunun için saçmalıyorsun di mi sabahtan beri. gitmek istesen gidiyorum demeden, izini, anını, sesini bile bırakmadan siktirip gidersin. istesen, başarabilsen çoktan gitmiştin hatta. sırf sana sövüp sayayım, sinirimi atayım diye sikimsonik sikimsonik konuşuyorsun di mi?"

"paslanmışsın botan çoker, bi yumruk bile geçiremedin..." dedi ayaz onu onaylamadan onaylarken. sinirle güldü botan

"seni dövmek bile stresimi attıramaz şu an bana, boşa sıkma yani laflarını da, canımı da." 

"sen çok güzel bir insansın." dedim botana, gözünün önünde olan şeyleri görmesi gerekliydi. hafif tebessümü tüm yüzüne yayılırken konuştu

"iki güzel, akıllı insan olarak ayazı adam etmeyi teklif ediyorum o zaman. valla ben tek başıma çabalamaktan yoruldum ebra bi el at." ayaz çapkın sırıtışıyla şarkı mırıldanmaya devam ediyordu

"kafayı yormam, sonuna bakmam, ben adam olmammm" ikimiz de o taraflı olmazken botana sordum

"ayrılmayı düşünüyorsun di mi?" onaylar şekilde gözlerini yumduğunda bir soru daha gönderdim peşine

"senin için zor olmayacak mı?"

"çok zor olacak" diye yanıtladı botan

"hira için de zor olacak?" diye sordum soru eki kullanmadan. içi kan ağlayarak cevap verdi bu sefer botan

"çok üzülecek, çok kızacak, benden nefret edecek biliyorum. ama elimden bir şey gelmiyor ebra. düşünme yetimi kaybettim, düşünemiyorum." gözlerinin içindeki kırgınlık bana kendimi hatırlatırken konuştum

"tüm bunları ona da anlatman gerekmez mi sence? en az senin kadar o da etkileniyor ve etkilenmeye de devam edecek tüm bu olanlardan. bu kararın neticesini biraz da onun belirlemesi gerekmez mi? buna hakkı yok mu? karar verme hakkının %50'si de ona ait değil mi..." sorularımla sağlıklı düşünmesine yardımcı olmaya çalıştım. 

"bilmiyorum ebra. o senin kadar güçlü değil. belki tüm olanların üzerine bu son olayı da anlattığımda benden önce o ayrılmak isteyecek. bilmiyorum ne nasıl olmalı, kahretsin ki bilmiyorum." anında aklıma gelen ilk cevabı verdim

"aşk gücün üstünde bi güçtür. başlı başına bir güçlü olma hali. onun neyi tercih edeceğini, kimi seçeceğini bilmemiz için önce sormamız, sorman gerekir bence. diğer türlü çok pişman olabilirsin. hem bu onun hakkı, kendi aşkının kaderini belirlemek onun en doğal hakkı. eğer o aşkın gücünü elinde tutmak isterse sen ne yaparsan yap ayrılmaya ikna edemezsin zaten. ama en azından sormayı deneyebilirsin. belki aşkın açacağı görünmez bir kapı vardır. o kapıyı görmek için tek değil, iki çift göz gerekiyordur; bilemeyiz." aşk hakkında söylemlerimi dikkatle dinleyen ayaza direkt olarak bakmamak için müthiş bir çaba sarf ediyordum. o ise gözlerini bir an olsun benden çekmedi

botan derin bir of çekerek konuştu bu sefer

"haklısın. hatta çok haklısın. biraz daha düşünüp karar vereceğim ne yapmam gerektiğine. çok teşekkür ederim ebra, iyi ki varsın." gülümsedim. iyi ki var olduğumu bir türlü kabul edemediğim için sadece gülümsedim

"demek kız seninle kalıyor ha çoker?" diye araya atıldı ayaz ve ekledi

"ben de korkakmışım, tövbe haşa sana kardeşim demeyecekmişim. ne ağır, terbiyesiz laflar bunlar..." umursamaz bir tavırla cevap verdi botan

"hak ettin."

"canım acıdı ama." diyerek şirince botanın yanına kıvrıldı ayaz. dosttan da öte abi kardeş gibilerdi. 

"benim daha çok acıdı şerefsiz ibne. bilmiyorsun sanki." diyerek kızdı botan bu sefer. ayaz şirinliğini daha fazla sürdüremedi bu durumda ve

"tamam be ağlama gitmiyoruz bi yere. ne nazlı çıktın sen de iyi tamam."

"özür dilemeyi öğretmiştim sana ayazcığım, şimdi tam sırası öğrettiğim gibi özrünü dile bakayım abinden."

"özür dileyeyim?" diye botanı yineledi ayaz

"aynen. özür dile." sonunda yönlerini birbirlerine döndüklerinde ayaz uzunca kardeşinin gözlerine baktı. oradaki kırgınlığı gördü. alsın onları kendi kırgınlığı yapsın istedi belki de, bakışları o derece bir derinlikteydi.

özür dilemedi ama daha güzelini yaptı

ensesinden yakaladığı botanı gövdesine getirip sarıldı. sımsıkı sardı kardeşini "ben mi seni bırakacakmışım, siktir oradan aptal" diye fısıldarken

tuttuğu göz yaşları artık usulca gözlerinden firar eden botan konuştu

"küfür etmesene kızın yanında salak" dedi ağlayan sesi beni kast ederek

"ibneliğimden şerefsizliğime bir şey bırakmadın oğlum, o da duyacağını duydu. kasma" boğulur gibi çıkan sesi cevap verdi botanın

"kasmıyorum." ayaz bu sefer sırtını sıvazladı kardeşinin

"kasıyorsun."

"kasmıyorum..." derken ağlaması şiddetlenmişti artık botanın. içine attığı her şeyi göz yaşlarıyla çıkarmaya başlamıştı. ayaz amacına ulaşırken botanın rahat ağlayabilmesi için bir müzik açtı bu sefer arkadan

botanın sırtını sıvazlamaya devam ederken konuştu ayaz

"yanındayım kardeşim, sonuna kadar."

"yanımda ol kardeşim, sonuna kadar" diyerek cevapladı onu botan da

ben onların bu hallerini içim gider bir gülümsemeyle izlerken hareket halindeki minibüs durdu. dışarıdan şoför tarafından kapısı açıldığında saatler sonra yüzüme vuran güneşle havanın aydınlandığını anlamıştım. önüme baktığımda gördüğüm büyük ev, onların evi olmalıydı. eve gelmiştik, evime değil

bir yandan botana sarılan ayaz öbür yandan bana dönerek konuştu

"yeni evini görmeye hazır mısın?" sesindeki sıcaklık sayesinde gülümseyerek sordum

"benim evimi mi?" gülümsemesini bozmadan cevap verdi

"bir süreliğine evet. senin, benim, botanın; bizim evimizi." verdiği güven duygusu bana 'hazırsın' diyordu. 'söyle ebra, bu zamana kadar evim olarak hissettiğim bir yer olmadı ama evimizi görmeye hazırım de' diyordu içimdeki başka bir sesse

yeni hayatımı görmeye hazırdım

biraz olsun kalabalık hissetmeye, bir şeyleri sevebilmeye ve hayatın bütün getireceklerine şu an için hazırdım

uzun bir yolda bana iyi davranacağını sezdiğim bu evi tanımaya ben ebra, hazırdım

...












Continue Reading

You'll Also Like

684K 26.6K 74
Lilly found an egg on a hiking trip. Nothing abnormal on that, right? Except the egg was four times bigger than supposedly the biggest egg in the wor...
628K 33.3K 50
𝐒𝐜𝐞𝐧𝐭 𝐎𝐟 𝐋𝐨𝐯𝐞〢𝐁𝐲 𝐥𝐨𝐯𝐞 𝐭𝐡𝐞 𝐬𝐞𝐫𝐢𝐞𝐬 〈𝐛𝐨𝐨𝐤 1〉 𝑶𝒑𝒑𝒐𝒔𝒊𝒕𝒆𝒔 𝒂𝒓𝒆 𝒇𝒂𝒕𝒆𝒅 𝒕𝒐 𝒂𝒕𝒕𝒓𝒂𝒄𝒕 ☆|| 𝑺𝒕𝒆𝒍𝒍𝒂 𝑴�...
1.9M 141K 63
"ရှင်သန်ခြင်းနဲ့သေဆုံးခြင်းကြား အလွှာပါးပါးလေးကိုဖြတ်ကျော်ခါနီးမှာမှ ငါမောင့်ကိုစွန့်လွှတ်တတ်ဖို့ သင်ယူနိုင်ခဲ့တယ်၊ လူတွေက သံသရာမှာ ရေစက်ရယ်၊ဝဋ်ကြွေး...
236K 16.3K 19
#2 IN HIS SERIES 𝐕𝐢𝐤𝐫𝐚𝐦 𝐒𝐢𝐧𝐠𝐡 𝐑𝐚𝐭𝐡𝐨𝐫𝐞 The elder son of the Rathore family and the future King of Rajasthan, he was cold, arrogant...