meets evil | chaelisa

By sooshup

946 117 378

Rosé kasabanın delisinden var olmadığına inandığı vampirler hakkında ilginç bilgiler dinledikten sonra, merak... More

one • savior vampires
two • Allen family
three • little moments
four • blood and tears

five • last dinner

203 19 179
By sooshup

Bölümü biraz bekletmiş olabilirim. Ama bir yks öğrencisi olarak dershane ev ve ders çalışmak arasında bir döngüde olduğum için  sadece arada gelip birkaç kelime yazabiliyorum. Bu yüzden de hemen bitmiyor normal olarak.

Bundan sonra 3 ay kaldığı için yeni bölüm ne zmn gelir bilmiyorum. çünkü hiç vaktim yok neredeyse.
bu yüzden bu bölümü bile gece yazıp bitirdim ve hiç kontrol etmeden atıyorum. yazım hatası tarzı şeyler olabilir, pek dikkat etmedim.

şimdilik iyi okumalar.

geçen bölüm ki gibi rekor yorum bekliyorum ona göre.


İkimizin tek kelime etmeden geçirdiği 10. dakikaydı. Lisa arabayı kullanıyor bense başımı cama dönmüş sadece yola izleyerek, ona göz ucuyla bile bakamıyordum.

Oldukça karamsar ve kafam doluydu. Geçtiğimiz her karanlık yolda, zihnim daha fazla dolup taşıyor ve kalbime yük bindiriyordu. Aksi var gibi Lisa'da bu ölüm sessizliğinde nefes bile almıyordu. Beni düşüncelerimle yalnız bırakmıştı.

Ne yaptığımı bende bilmiyordum. Hemen yanı başımda duruyor ve arada sırada direksiyon döndürmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Sadece duruyordu işte. Aynı benim gibi. Yine de sinirliydim işte.

Beni öptüğü için. Düşüncelerim ile yalnız bıraktığı ve duygularımı hissetmiş gibi, üstüne tuzu biberi olduğu için.

Öpücüğünü düşünüyordum. Aslında son 20 dakikadır aklımda olan tek şey beni öptüğü andı. Sadece dakikalar önce ona olan nefretimi yüzüne söylerken, bütün öfkemi de çok güzel yatıştırmıştı. Lisa beni her şekilde darmadağın etmişti.

Kucağımdaki ellerimle oynamaya başladığımda, onlarca kez yaptığım gibi yine alt dudağımı dişliyordum. Önüme dönmeye karar verdikten sonra onun yüzünü bir şekilde yandan görebiliyordum. Sadece önüme bakıyordum ama bu sessizlik beni iyice germişti.

"Nereye gidiyoruz?" Uzun bir sürenin ardından konuştuğumda, sesimin oldukça çatallı çıkmasını engelleyemedim.

"Eve." demişti kısık bir sesle. İstemeden ona döndüğümde yandan yüzüne baktım. O da aniden bana döndüğünde, öpüştüğümüz andan beri ilk defa göz göze geldik. Sertçe yutkumurken ifadesiz şekilde birbirimize baktık. "Evime."

O dakikadan sonra aramızdaki sessizlik gidene kadar devam etti. Orman yolundan çıkıp kasaba yoluna girdiğimizde Lisa bir anda arabayı kenara çekip durdurdu. Evi burada olamazdı. Meydanın bulunduğu bu yerde sadece mağazalar ve birkaç market vardı. Ne olduğunu anlamak için Lisa'ya döndüğümde arabanın kenarına koyduğu güneş gözlüğünü gözüne taktığını gördüm. Gece gece hemde.

Ben ne yapmaya çalıştığını anlarken ona baktığımı fark edip bana döndü.

"Hemen markete girip geleceğim." Hemen sonra bir hızla arabadan indikten sonra elindeki kumandayla kapıyı kilitledi. Onun gidişini ve az ileride açık markete girene kadar arkasından izledim.

Markete girdiğini gördüğüm an ise bedenimde bir rahatlama hissettim. Oturduğum koltuğa öylece yayılırken, kaslarımın sızladığını hissedebiliyordum. Kendimi sıktığımı şimdi fark ediyordum ve bütün bedenim öylece yığılmıştı.

Zaten normal olmamı bekleyemezdim. Hiçbir an aklımdan çıkmıyordu. Ne zaman unutmak için hamle yapsam zihnime bir şekilde sıvışıyor, onun dudaklarının hissiyatını hissedebiliyordum. Elim bu nedendir ki yüzüme doğru kalktığında ilk durağı dudaklarım olmuştu. Sonrasında kavradığı yanağıma gitmişti.

Kalbime söz geçiremiyordum. Son zamanlarda ne olduğunu bende bilmiyordum ama, ona karşı nefretten doğan başka bir duygu daha vardı.

Kabul etmek istemiyordum ama kafamı karıştırdığı için şimdi ekstra düşünemiyordum. Beni öptü. Bundan daha karmaşık ne olabilirdi ki işte.

Başımı geriye yaslayıp ellerimle yüzümü kapattım. Oflayarak garip garip sesler çıkarttığımda bile kendimi garipsemiyordum. Sadece yanlış olduğunu düşündüğüm anlar aklımda canlanıyordu. Yanlış mıydı gerçekten?

Eğer yanlışsa, yaptığım en doğru yanlış gibi hissettiriyordu.

Dakikalar geçti ve ben kendi düşüncelerim de boğulurken, Lisa marketten çıktı. Olduğum yerde dikelirken elinde iki koca poşetle arabaya doğru yürüdü. Ben gözümle onu takip ederken o sadece yere dikmişti gözlerini. Arabaya geldiğinde bagajı açtı ve paketleri oraya koydu.

Sahi o paketler neydi?

Arabaya tekrardan bindiğinde çabucak gözlüğü çıkarıp arkaya fırlattı. Sertçe yutkunarak önüme odaklanmaya çalıştığımda bu pek mümkün değildi.

"Şey-"

"Efendim." Benden önce davranarak konuştuğunda istemsizce ona döndüm. Ne diyeceksin der gibi suratıma bakarken tekrardan yutkunmadan edemedim. Gözlerini bütün yüzümde gezdirirken kuruyan dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissettim. Odak noktası dudaklarım olduğunda ise kendimi arabadan atacaktım neredeyse.

"Ee şey-" O gözlerini dudaklarıma dikmişken kafamı toplayamıyordum. "O poşetler ne için?"

"Senin için." demişti kısaca.

"Ne var ki içinde?"

"Yiyecek bir şeyler işte."

Onun bana odağını önüme dönerek kestiğimde nefeslerim hızlanmıştı. O da önüne döndüğünde ve arabayı çalıştırdığında gözlerimi istemsizce kapatmıştım. Eve gidene kadar uyuduğumu dahi fark etmemiştim. Arkama yaslandığımda bir ağırlık çökmüştü çünkü üstüme.

"Rosé. Rosé geldik."

"Ha, ne."

"Geldik." Gözlerimi açtığımda ve onu hemen yanımda gördüğümde gözlerim kocaman açıldı. Çünkü benden tarafa gelmişti ve emniyet kemerimi açmak için eğildiğinde oldukça yakındı. Hemen sonrasında doğrulup kolunu uzattı. "Koluma tutun. Yeni uyandın."

Uzattığı koluna tutunarak indiğimde sersemlemiş halimle etrafa bakmaya başladım. Karanlıkta pek bir şey anlaşılmıyordu ama iki katlı oldukça lüks bir evin önünde durduğumuz aşikardı. Lisa kapıyı açıp içeri adımladığında, kolundan tutarken bende içeri girdim.

Karanlık ve oldukça soğuk olduğu belli olan bu yer bütün bedenimi titretmişti. İstemeden üstümde ki kabana iyice sokulurken Lisa ışıkları açmıştı. Aydınlığa alışmaya çalışan gözümü kırpıştırmaya başladığımda Lisa beni tekrardan yürüttü. Aslında kocaman bir salonu vardı ama eşyası çok azdı. Büyük bir tv, L koltuk ve oldukça sade bir sehpa vardı sadece sadece. Tabi iki duvarı kaplayan kocaman kitaplığı saymazsak. Devasa büyüklükte ve içinde yüzlerce kitap olduğunu görebiliyordum.

"Hiç uykunu açma. Burada biraz uyu, ben hemen şömineyi yakacağım." Beni koltuğa bıraktıktan sonra yatabilmem için birkaç yastık getirdi. Zaten yorgundum. Ne kadar soğuk olsa da koltuğa öylece kıvrıldım. Gözümü öylesine kapattığımda da üstüme bir battaniye örtüldü. Bacaklarımı iyice kendime çekip gözlerimi kapattığımda, yarım kalan uykumla bu günü tamamen bitirmeyi düşündüm.

Ama uykum bir kere kaçmıştı işte.

Battaniyeyi göz hizama kadar çekip gözlerimi açtığımda önümde ki şömineyi bakmaya başladım. Dış kapının açılma sesini ve geçen birkaç dakikanın ardından topuk seslerinden buraya geldiğini anlamıştım. Battaniyenin ardından olup bitene bakarken, Lisa bir elinde kova ve elinde tuttuğu odunlarla şöminenin önüne eğildi.

Odunları dizmeye başladığında onu bir süre izlemeye devam ettim. Küçük bir kağıt parçasıyla odunları yakmaya başladığında sessizliği bozdu.

"Uykunu mu kaçırdım." Şöminenin önündeki mindere yan bir şekilde oturduğunda yüzü bana dönük değildi.

"Uykum yok." dedim hala ona bakarken. Sanki o inatla bana bakmıyordu. Hala kırmızılığını koruyan gözleri yere odaklıydı.

Bu bizim burada bitirdiğimiz son konuşmamız oldu. Çünkü Lisa şöminenin yandığında emin olduktan sonra ayağa kalkıp yukarı çıkan merdivenlerde kaybolmuştu. O gider gitmez olduğum yerde doğrulduğumda, yavaş yavaş gelen sıcağı hissettim. Onun oturduğu yere oturup bu soğuk evde kendimi ısıtmak için şömineyi yaklaştım. Ev oldukça soğuktu. Kim bilir ne zamandır şömine yanmıyordu da soğuk bu eve işlemişti. Lisa içinde bulunduğu durumdan dolayı yakmıyordu muhtemelen.

Aradan bir yarım saat geçmesine rağmen Lisa'yı bir daha görmedim. Arada yukarıdan birkaç tıkırtı sesi haricinde pek seste gelmemişti. Bütün iliklerimin sıcakla birleştiği bir anda ayağa kalktım. Ayaklarım yukarıya çıkan merdivenle buluştuğunda, etrafıma bakarak onu görmeyi umdum. Merdiven bittiğinde, büyük koridorda yanan tek ışık kaynağı kenardaki abajurdu. Ve ileride kapısı açık bir oda vardı. Odaya yaklaştıkça şömineden gelen ateş seslerini çok rahat almıştım.

Aralık kapıyı hafifçe ittiğimde de Lisa'yı yatağın başında gördüm. Daha doğrusu göz göze geldik. Elindeki yastıkla uğraşıyordu. Sanki orada bulunmam, aynı o barda gördüğüm olay gibi yanlış gelmişti.

"Gelmeyince merak ettim." dedim kendimi açıklamak ister gibi. Odaya daha fazla girdiğimde göz ucuyla etrafa baktım. Kenardaki büyük gardıroptan ve makyaj masasından buranın onun odası olduğu belliydi. Tekrardan ona döndüğümde ise daha yeni fark etmediğim bir şey oldu. Saçları ıslak ve yüzü makyajını çıkarttığı için oldukça solgun duruyordu. Gri kısa bir şort ve bir sweatshirt giymişti.

"Odanı hazırlamak için çıkmıştım." dedi elinde ki yastığı yatağa atarken. Şaşırarak öylece kaldığımda tek düşündüğüm o oda kesinlikle buraydı. Onun odasıydı.

"Şey diğer odaları hiç kullanmadım ve şömine de yok. Pek misafir çağırmam o yüzden sadece benim odamda şömine ve yatak var."

"Anladım."

"Uzun zamandır yatakta uyumadım. Çarşafları falan değiştirdim." dedi göstermek ister gibi gözüyle işaret ettiğinde. Çarşaf yastık sorun değildi. Onun odası olması beni heyecanlandırmıştı işte.

"Yerinden etmek istemem." dedim başımı eğerken. İstemsizce ellerimle oynamaya başladım.

"Etmezsin. İstersen duş alabilirsin, senin için kıyafet veririm. İyi geceler."

......

Yemin ederim birkaç saat geçmişti yatağa geçeli. Ama gözüme tek gram uyku girmediği gibi, Lisa'da hiç odaya gelmemişti. Sıkıntıyla ellerimi önümde bağlayıp tavanı izledim bir süre.

Duş almak için banyosuna girdiğimde onun şampuanlarını kullanmak değişik hissettirmişti. O, kullandığım duş jeli gibi kokuyordu. Çıktığımda ise yatağımda birkaç parça kıyafet vardı. Hatta giyerim diye yeni olduğu belli iç çamaşırı bile koymuştu. Sütyen hariç hepsini giyindim. Gece o rahatsız şeyle pek uyuyamazdım zaten.

Artık uyuyamayacağımı anladıktan sonra yataktan kalkmıştım. Odadan çıkmadan önce kapının arkasına asılı hırkayı üstüme geçirdim. Bu oda her nasıl sıcaksa odanın dışı da o kadar soğuktu. Tekrardan koridora çıktığımda Lisa'nın nerede olduğunu bakmaya başladığımda çok basit şekilde görmüştüm zaten. Yarım açık bir kapıdan kısık bir ışık süzülüyordu.

Kapıya yaklaştıkça çok kısık bir müzik sesi çalındı kulağıma. Kapının önüne geldiğimde ise içeriye doğru baktım. Lisa arkası dönük bir şekilde bir masada oturuyordu. Kısaca ne yaptığını anlamaya çalışsam da oldukça odaklanmış gibi duruyordu. Kapıya biraz daha yaklaştığımda ise sadece kafa ve göğüs kısmından oluşan birkaç manken duruyordu.

Gerçekten ilginçti. Çünkü mankenlerin boyun kısmında oldukça gösterişli birkaç mücevher asılıydı.

Kapıda ne kadar dikildim bilmiyorum. Çünkü arkadan duruşunu, mankenlerin üstündeki kolyeleri incelerken orada yokmuşum gibi davranıyordum. Ama Lisa arkasını bile dönmeden varlığımı fark etti.

"Gelip yakından baksana." dedi, hiç benimle ilgilenmiyormuş gibi yaparak işine devam etti. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak kapıdan girdiğimde gözlerim kocaman olmuştu.

Bu odanın her yerinde farklı mankenler ve milyar dolarlık mücevherler asılıydı. Gözlerimi kırpıştırıp zarifçe ve oldukça pahalı duran kolyelere bakarken bunun tek bir açıklaması olabilirdi.

"Bunlar- bunları sen mi yaptın?" Sandalyesiyle bana döndüğünde ona bakan meraklı gözlerime karşı gülümsedi. Bu oldukça içimi ısıtırken, bugün ki yaşadığımız onca şeyden sonra en azından hala birbirimizin yüzüne bakabiliyorduk. Mutlu olmuştum açıkçası.

"Evet." dedi kıkırdayarak. Anlaşılan şaşkın halim onu eğlendirmişti. Sorun değildi.

"Hepsi çok güzel." Sadece boyun kısmı asılmış bir mankene birazcık yaklaştım. Çok fazla yakınına gitmeden gece mavisi renkte elmas kolyeyi incelemeye başladığımda dilim tutulmuştu. Oldukça ince iş gibi duruyordu. Benim bile zar zor seçtiğim minik elmaslar ile süslenmişti.

"Bunlar çok eşsiz görünüyor." Asılan kolyelere tek tek bakarken bir kez daha ne kadar güzel olduklarını düşünüyordum.

"Gelde bunu gör o zaman." Arkamı döndüğümde hemen yanına tahta bir sandalye koymuştu. Heyecanla yanına gidip oturduğumda sanki her şey çok net değilmiş gibi dibine girdiğimi fark etmedim.

"Sen gerçekten çok yeteneklisin." dedim hemen önündeki malzemelere bakarken. Oldukça gösterişli bir kolyeyi işliyordu ve hemen karşısında yaptığı kolyenin resmi duruyordu. Çizimi de çok iyiydi.

"Babam öğretti." dedi gülümseyerek. Kaşlarımı kaldırarak dediği şeyi düşündüm. Steve hep işi olduğunu söyleyip odasına çekiliyordu. Arkadan birkaç kez görmüştüm ama hiç ne yaptığını sormamıştım. "Steve odasına çekildiğinde bu işlerle mi uğraşıyordu?"

"Eskiden çok fazla yapıyordu ama şimdilerde sadece tasarım çiziyor. Bende yapıyorum." Saygı duyulacak oldukça zahmetli ve özel bir işti.

Aradan geçen zamanda sessiz kalıp onu izledim. Minik taşları yerleştirmesini, bunu yaparken kasılan yüz ifadesini ve güzel olduktan emin olduktan sonra göz ucuyla bana gösterişini. Pek konuşmadık ama gözlerimizle anlaştık. Uykum yoktu ve yanına gelmekle dakikalar çok hızlı geçmişti. Yine de oda soğuk olduğu için bana verdiği şorttan dolayı üşüdüğümü fazla belli etmedim.

Dirseğimi masaya, yanağımı da masaya yasladıktan sonra onu izlemeye devam ettim. Ta ki Lisa bana dönüp tam gözlerimin içine bakana kadar. Sarıya dönen gözleri yüzümün her bir santimini tararken istemeden gerilmiştim. Bir şey diyeceği belliydi ve öncesinde tepkimi tahmin etmeye çalışıyor gibiydi. Onun beden dilini insan olmasa da artık anlıyor gibiydim. O konuşmadan önce yüzünü süzüyordu.

"Bir şey mi diyeceksin Lisa." Bugün hakkında konuşmayı bu saate kadar ertelemiştik ve şimdi bu konu açılacak gibiydi.

"Evet." dedi işini bırakıp hafifçe geriye yaslanırken. Bende onun gibi geriye yaslanıp konuşmasını bekledim. Sakin kafayla konuşmamıştık. Sonrası zaten öpücükle bitmişti.

"Bugün için senden özür dilerim." Gözlerini kaçırdı ve elleriyle oynamaya başladı. Oldukça içten olduğunu hissettim bir anda. Omuzlarımı silkeledim ve başımı iki yana salladım.

"Sıkıntı değil. Fazla tepki verdim galiba." Yine de o an çok kırıldığım kesindi. Çünkü yalnız bırakıp gittiği gibi hiç beklemediğim bir görüntüyle karşılamıştım. Yine de umursamak istemiyordum. Kaldı ki Lisa gördüğüm görüntüden mutlu değildi ve bunu oldukça iyi yansıtıyordu.

"Hayır. Tepkinde haklıydın. Sana yaptığım yanlışın oldukça farkındayım. Sonrasında da öyle."

"Sana sinirlendim o an ama anlarsın işte. Ormanda ısırıldıktan sonra böyle bir manzaraya ilk defa şahit oldum." Tepkilerini anlamaya çalıştığımda sadece düz bir ifadeyle ellerine bakıyordu. "Hemde Patrice hayvan kanıyla besleniyoruz demişti. Sen biraz sürpriz oldun."

"Bir kere tadına bakınca bırakmak çok zor." Oldukça soğuk çıkan ses tonuyla, kaşlarımı kaldırdım. "Buradaki insanların bazıları da bunu biliyor. Küçük bir kasaba ama mazoşist insanlarla dolu."

"Kendileri mi istiyor yani?" Odanın ısısı oldukça düşmüştü sanki. Bu çok garipti. Bu küçük kasaba evet oldukça garipti ama bir o kadar da sakin bir kasabaydı. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?

"Bazen tehdit bile ediliyoruz."

"Şaka mı yapıyorsun?" Oldukca gerilen bedenimle elim şokla açılan ağzıma gitmişti. Çünkü Lisa'nın ifadesi oldukça ciddi olduğunu gösteriyordu.

"Şaka olmasını bende isterdim ama değil. İlk zamanlar heyecan olsun diye birkaç defa yapıyorsun ama sonrasında iki taraf için bağımlılık haline geliyor, vazgeçemiyorsun."

"Gerçekten çok tuhaf." Bu son zamanlarda öğrendiğim bilgiler gerçekten bütün bildiklerimi yutturmuştu bana. Çünkü artık bu kasabanın insanları bile ikiye ayrılmıştı. Bilenler ve bunu kullanan insanlar, bilmeyenler ve vampirlerin sadece hayal ürünü olduğunu düşünenler.

"Bunları öğrenmeni istemezdim, çünkü oldukça utanç verici. Ama benden nefret etmeni istemiyorum."

"Senden nefret etmiyorum Lisa." O an bana dönen heyecanlı bakışlarına karşı sertçe yutkundum. Elimi kaldırıp kucağında duran elini tuttuğumda bakışları anlık ellerimize kaydı. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim şaşkın suratına karşı. "Hem etseydim beni öptüğünde sana karşılık vermezdim."

"Ama öyle demiştin. Senden nefret ediyorum dedin."

"O an sana kırıldığım için sinirimden söyledim. Lisa senden nefret falan etmiyorum tamam mı?" Beni onaylaması için başımı salladığımda gülümsediğini gördüm. Kıkırdayarak beni onayladığında elimi iki avucunun içine aldı. "Seni kırdığım için özür dilerim."

"Artık kırgın değilim." dedim onu umursamıyor gibi yaparak. Gözlerini üzerimde hissederken ben başka yerlere bakıyordum. Birkaç saniye sonra ise kıkırdamıştı. "Anlaşılan gönlünü almak için bir şeyler yapmam gerekecek."

Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde, sanki bu halimi bekliyormuş sırıttı. İstemeden sertçe yutkunduğumda zaten yakın olan bedenlerimizden dolayı ses oldukça net duyulmuştu. Sanki oluru varmış gibi oda daha da soğurken dudaklarım da tam tersi kurumuştu.

Gözleri gözlerimden kayıp aşağılara doğru indiğinde nefesimi tuttuğumdan haberim yoktu. Boynumdan da aşağılara giden gözleri hızlı inip kalkan göğsümde durduğunda, avuçlarım dizimi sıkmıştı sertçe. Dudakları iki yana kıvrılığında ne diyeceğini bekliyordum. Sanki biraz sonra hayatımın şokunu yaşamayacak gibi.

"Çok üşümüşsün." dedi değişen sesiyle. Değişen sesi diyordum çünkü eğlenir gibi bir ifadeyle çıkmıştı. Hala göğsüme odaklı halini göz ardı etmeye çalışarak ellerimle kollarımı avuşturdum.

"Yoo üşümedim." dedim üşümeme rağmen bunu reddederken. Umursamıyor gibi davranarak etrafa baktığımda sertçe yutkundum. Tanrım şuan noluyordu bilmiyorum ama gözleri bir yılan gibi heyecandan hızlı inip kalkan göğsümden ayrılmıyordu.

"Göğüs uçların öyle demiyor ama."

"N-ne." Açılan gözlerim aniden göğüslerime indiğinde, içimden en seslisinden bir siktir çekmiştim. Bana verdiği beyaz tişört olduğu gibi, soğuktan dolayı belli olan göğüs uçlarımı ortaya çıkartmıştı.

Dudaklarımı sertçe ısırarak başımı kaldırdığımda Lisa'nın bütün bedeniyle bana döndüğünü gördüm. Dizlerimiz iç içe geçerken benim hizama doğru birazcık eğildi. İstemsizce ellerimi önümde birleştirirken sadece Lisa'yı izliyordum. O da şimdi odağını bana yönlendirmişti.

Ellerini kaldırıp yanaklarıma koyduğunda yüzünü bana yaklaştırdı. Kalbim çırpınmaya başladığında ellerim iki yandan sandalyeyi sıkıca tuttu. Burunlarımız tekrardan birbirine girerken istemeden gözlerim kapanmıştı zaten. Şimdi sadece onun dokunuşları ve hissettirdikleri vardı.

Yanağımı okşayan elleri, burnuma dokunan burnu ve alnıma dayadığı alnından saçlarını hissedebiliyordum. Onun teninin kokusu burnuma geliyor, neredeyse alıştığım soğuk avuç içlerini hissedebiliyordum.

"Çok güzelsin lanet olsun!"

"Lisa."

"Efendim."

"Kes sesini ve hemen gönlümü al."

Gözlerimi yavaşça araladığımda şaşkın suratını gördüm. Ama bu çok kısa sürmüştü. Çünkü dudaklarım atılması çok hızlı oldu.

Dolgun dudakları benimkiler üzerinde hareket etmeye başladığında kollarımı boynuna sararak onu kendime çektim. Elleri belimi sıkıca tuttuğunda, dudaklarımız iç içe geçmekle meşguldü. Oldukça sabırsız ve sert öpüşüyor, başım sürekli iki yana gidip geliyordu. Soğuk vücuduna inat sıcacık dili ağzıma girdiğinde onu kabul ettim.

Bundan sonrası oldukça hızlıydı. Çünkü belimden tutup beni kaldırdığında, bacaklarımdan tutup beline sarmamı sağlamış ve beni yükseğe çıkartmıştı. Yanaklarını kavrayıp dilimi ağzına soktuğumda dudakları dilimin üstüne kapanmış emmeye başlamıştı.

Avuçlarım kalçamı iki yandan kavrayıp kendine bastırdığında inlememi tutamamıştım. Dudaklarımız arasında yok olmuştu. Odadan beraber çıktığımızda arada sırada yalpalıyor ve sırtımı birkaç kez duvara yaslayıp öpmeye devam ediyordu.

Odanın sıcaklığı bütün bedenime yayılırken, Lisa soğuk elleriyle bacaklarımdan tutuyordu. Yatağa düşen bedenime rağmen öpüşünü kesmedi. Hala tek elim boynunu tutarken, diğer elimle ince belini kavrayıp kendime yapıştırdım. Şimdi tek bacağımdan tutarken üstümde uzanıyor, dudaklarımdan taşan öpücükleri ile aklımı başımdan alıyordu.

Çenemden taşan öpücükleri ile nihayet nefes alabildiğimde, Lisa öpücüklerini boynuma indirmişti. Orayla ilgilendiği sürece boynumu ona açmaktan yana kullandım. Boynumdan, köprücük kemiklerime gidene kadar öpücükleri ile kafayı bulmuştum. Bir eli tişörtümün içine girdiğinde ve soğuk elleri göğüs uçuma dokunduğunda, bütün bedenim titretmişti.

Parmakları ile sıkıştırmaya başladığında ise dudaklarım inlemek için açıldı. Nasıl bu hale geldik bilmiyordum ama her şey çok sıcak ve aynı şekilde soğuktu. Lisa dengesini koruyor, beni yükseklere tek bir dokunuşla çıkartmayı başarıyordu. Kasıklarım fena sızlıyor, göğüslerim fazla hassaslaşmıştı şimdi. Bütün bedenim yanıyordu.

Lisa üstümde doğrulduğunda ve yukarıdan bana baktığında ben inip kalkan nefeslerimle çarşafı sıkıyordum. Soluk yüzü ve sarı gözleri şöminenin ışığıyla parlarken birbirimize birkaç saniye bakıştık.

"Seni çok güzel severim Rosé. Ama canını yakmak istemiyorum. Durmak istersen eğer, sadece uyuruz. Uyurken de severim seni."

Bu sözleri bütün tüylerimi diken diken ederken kuruyan dudaklarımı ıslattım. Kalbim göğüs kafesimi parçalarken sözleri ardında yatan anlamı anlayabiliyordum. Öperek sevmekten bahsediyordu. Bütün bedenini hissetmekten bahsediyordu.

"Lisa." Sanki sesim benden bağımsız ilerliyordu. İsmi de öylesine çıkmıştı.

"Rosé." dedi ne diyeceğimi anlamaya çalışır gibiydi. Derin bir nefes alarak hafifçe başımı kaldırdım ve kenarda duran soğuk elini kavradım. Beyaz teni insanları kıskandıracak türdendi. Uzun parmakları, ince elleri vardı. Lisa gerçekten güzel bir kadındı. Ve en önemlisi bir vampir olmasıydı. Bunu sürekli kendime hatırlatıyordum. Yine de kendime söz geçirememiştim. Şimdi beni öperken ve elleri vücudumda gezerken, benden izin alıyordu.

"Beni bu hale getirdikten sonra uyumayı aklından bile geçirme istersen." Kaşlarımı  çatarak ona baktığımda dudakları iki yana kıvrıldı. Başını onaylarcasına salladı. "Haklısın. Bu güzelliğe hak ettiğini verelim o zaman." Tuttuğum elinin parmaklarıyla benimkileri iç içe geçirdi. Üstüme eğildiğinde boşta kalan elimi onun yüzüne çıkarttım. Yanağını okşadığımda gözlerini yavaşca kapatıp dudaklarını avucuma bastırdı. Bayılacağım galiba!

"Kendimi kaybedersem bunun farkına varamam. Eğer ileri gidersem beni durdur, tamam mı?" 

"İleri gitmeyeceğini biliyorum Lisa." Başımı yataktan kaldırıp dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım rahatlaması için. İşe yaramış olmalı ki o öpücüğün devamı da gelmişti. 

Dudaklarımız tekrardan birleşip olabilecek en ıslak şekilde birbirimizi öpmeye başladığımızda, tek bacağımı tutup kasıklarını benim kasıklarıma öldürücü bir yavaşlıkla sürtmeye başladı. Her şeyi beni çıldırtmak ister gibi yavaştan alyordu. Üstümdeki ince tişörtü çıkartırken o dakikadır ayrılmayan dudaklarımız ıslak bir sesle ayrılmış, çıplak bıraktığı göğüslerimi es geçip tekrardan dudaklarıma atılmıştı. 

Kasıklarıma sürtünürken dayanılmaz bir haz alıyor, göğüs ucuma kapattığı dudağıyla emmeye başladığında başım yatağa düşmüştü. Dudakları sıcak ve ıslaktı. Elleri soğuk ve ikisini dengeleyen halleri daha fazla haz veriyordu.

Dakikalar sonra üstümde ki fazlalıklardan kurtulmuştuk. O da üstündeki sweati tutup çıkarttığında ve tekrar üstüme düştüğünde, dudakları boynumda izler bırakmaya başlamıştı. Elleri ise her yerdeydi. Bacaklarımı okşuyor, ince şortunun üstünden tamamen çıplak bıraktığı kasıklarıma sürtünüyordu. Kasıklarım öyle yanıyordu ki ona kendimi itmekten ileri gidemiyordum.

Üstümde öperek aşağılara indiğini ve dudaklarının kasıklarımı öpmeye başladığını hissettiğimde, inlemelerimi durduramıyorum. Aklımı başımdan alacak derecede ıslak dili, ayırdığı bacaklarımdan her bir kıvrımda geziyordu. Elimi başına koyup kendime bastırmaya çalıştığımda aşağı bakmak gibi bir hata yaptım. Lisa bana diktiği gözleriyle dilini kadınlığımda, aşağıdan başlayıp yukarıya doğru yaladı.

"Lisa- ahh!" Dakikalar içinde beni tamamen hazır hale getirdiğinde, dili içimden çıkmıştı. Onun yerine üstüme eğilip dudaklarıma atılmış, beni öperken işaret parmağını içeri sokmuştu. Dudaklarına doğru inlediğimde ve hırsla dudağını ısırdığımda, parmağı ileri geri gitmeye başlamıştı. Boşluk hissiyle boynuna tutunduğumda, zevkten gözüm kayıyordu. Her giren parmağında dudaklarına daha sert atılırken, Lisa beni rahatlatmak ister gibi nazikçe öpüyordu.

Parmakları içimde hızlandığında açılan ağzımdan ardı ardına kesilmeyen inlemeler dökülüyordu. Lisa boynumu öperken ben saçlarını çekiştiriyordum. Kasıklarım yanıyor ve patlamaya yakın gibiydim. Çokta uzun sürmemişti. Lisa hızla sokup çıkarttığı parmaklarıyla beni yükseklere çıkartmıştı. Çığlık karışımı inlemelerimle eline gelmeye başladığımda, sadece gözlerime bakıyordu. Yanağımı öpmeye başladığında, parmakları ben tamamen boşalana kadar içimde gidip gelmişti.

Alnını alnıma dayadığında, hızla aldığım nefeslerim dudaklarına çarptı. Dudaklarımız iç içe geçtiğinde parmakları içimden çıkmıştı. Sızlanarak onu öpmeye devam ettim. Bugün kaçıncı kez buluşup ayrıldığını sayamadığımız dudaklarımız kıpkırmızı olmuştu. Islak saçlarımı geriye itti ve terle kapla vücudumu umursamadan kolunu başımın altından geçirip bana sarıldı. Göğsüne başımı koyduğumda üstümde yorganı örttü.

"Çok güzeldin." dedi saçlarımdan öperken. Yanaklarım bunun üstüne iyice kızararken boynuna doğru başımı iyice soktum. Beline sarılıp üstümdeki yangını onun soğuk bedeni ile söndürmeye çalışıyordum.

O gece birlikte sarılarak geçirdiğimiz dakikaların ardından asla gelmeyen uykumla yatakta doğrulmuştum. Gece yarısında bir delilik yapıp üstümüzü tekrardan giyip balkona çıkmıştık.

O gece güneş doğana kadar gözüme uyku girmemişti. Duyduklarım kanımın çekilmesine neden olmuştu çünkü. Lisa karşımda oturup hayatımızı tamamen değiştirecek şeyler anlattığında, bundan pişman olup olmayacağını o an anlamamıştı.

Çünkü ben bile ne yaptığımı bilemeyecek kadar gözüm dönmüştü.

.......

-LISA   -3 gün sonra-

İşten çıkıp eve geldiğim bir saatte salonda oturmuş yeni aldığım kitabı okumakla meşguldüm. Bu aralar tekrardan okumaya başladığım gibi kolay kolayda bırakamıyordum şimdi.

Kitabın yarısına çok hızlı bir şekilde geldiğim vakit kapı çaldı. Kalkıp kapıya giderken kimin gelmiş olabileceğini kestiremiyordum. Belki Rosé gelmiştir. Birkaç gündür evden tek başına çıkabiliyordu. Çünkü tehdit oluşturacak hareketler sergilemiyordu. Hayır gazeteci olmasından değildi. Gerçekten tehlike oluşturacak halinden bahsediyordum.

Kapıyı açtığımda hiç görmeyi beklemediğim biriyle karşılaştım. Hemen suratım düşerken kaşlarımı çattım. Gelen Alexander'dı.

Birbirimize baktığımız süre zarfında yüzündeki endişe dolu ifadeyi görebiliyordum. Aniden içeri girdiğinde onu durdurmak için hamle yapmadım. Hemen girişteki salonuma girdiğinde arkasından gittim.

"Ne işin var burada!" Bu piçten fazlasıyla nefret ediyordum. Kardeşinden ettiğim gibi.

"Sana demiştim!"

"Ne saçmalıyorsun?!" Salonun ortasında bir oraya bir buraya gitmeye başladığında kolundan sertçe tutup onu durdurdum. "Ne diyeceksen de, siktir olup git sonra!"

Kolunu sertçe benden kurtardığında sıktığı çenesinden sinirini gördüm. Hemen sonra üstüme doğru yürüdü. Tek bir adım dahi etmeyip hemen önümde durmasını izledim. Bir haltlar olduğu kesindi.

"Hepsi senin yüzünden! Sana demiştim Lisa, o kız tehlikeli demiştim!" Kaşlarım hemencecik çatıldığında ellerim yakalarına gitmişti. Bahsettiği kişinin Rosé olduğu kesindi.

"Alexander sakın! Ona tekrardan dokunduysan seni yok ederim!" Sinirimi alamadığım gibi onu omuzlarından ittirdiğimde havaya doğru havalanıp karşıdaki kitaplığıma çarpmıştı. Düştüğü gibi kalkarken yukarıdan birkaç kitap üstüne düşmüştü.

"Görmüyor musun Lisa! O bizi yok edecek."

"Sen başına ne geliyorsa hak ediyorsun! O kız senin yüzünden dönüşürse, seni yok etmesi için önüne köpek gibi atarım!"

Doğrulduğu yerden bana doğru gelmeye başladığında düşen yüzünü fark edebiliyordum. Alexander iki taraftan da boka batmıştı. Eğer Rosé'ye bir şey yaparsa ona yapacağım şeyleri çok iyi biliyordu. Ama eğer Rosé dönüşürse, sadece onun insafına kalmıştı. Yeni dönüşmüş bir vampir yıllarını geçirmiş bir vampiri tek hamlede yok edebilirdi.

Aslına bakarsan tamamen dönüşmesine de gerek yoktu. O her uyandığında güçleniyordu. Uykusuz olduğum bir gün, bana uyguladığı güçle düştüğüm gibi.

Eğer Rosé dönüşürse, Alexander o gücün o acının farkındaydı. Şimdi ise bunun paniğini yaşıyordu. Ama hayır başka bir şey vardı.

"Ne oldu?!"

"Yarım saat önce takıldığımız mekana gelmiş." Gözlerim kocaman açılırken elim istemsizce masanın üstüne koyduğum ve saatlerdir bakmadığım telefonuma gitti. Annemi arayıp Rosé'nin evde olduğunu anlamam gerekiyordu. Ama telefonu açtığımda gelen tek bir bildirim vardı. O da annemdendi.

-Rosé hava almaya çıktı. Sana gideceğini söyledi, onu yoldan al. -Annem

Mesajı okuduktan sonra tekrardan Alexander'a döndüm.
"Orada ne işi var?"

"Jungkook'u sormuş." dedi endişeli yüzüyle. Dediği şeyle gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Bu olamazdı. "Jungkook'ta mekandaymış. Çağırınca gelmiş. Birlikte konuşup çıkmışlar mekandan."

Hayır hayır hayır! Düşündüğüm şey olamazdı değil mi? Zihnime bir anda o gece geldi. Sabaha karşı Rosé karşımda otururken ona anlattığım şeyleri hatırladım. Yüzünde edinen yüz ifadelerini o an fark edememiştim ama şimdi anlıyordum.

Nasıl yapardım böyle bir şey!

"Nereye gitmişler?!" Titreyen ses tonumla Alexander'a döndüğümde yere odaklı gözleriyle başını iki yana salladı. Küçük çaplı bir şok geçirdiği kesindi. Bu piç kardeşini çok severdi. Üvey olmasına rağmen Jungkook onun biricik kardeşiydi.

Alexander!" Yakalarından tutup onu silkelediğimde açtığım gözlerim ile suratına bakıyordum. "Nereye gitmişler dedim!" Alexander korkuyordu.

"Ormana."

Sikeyim, ne!

.....

Zifiri karanlığın olduğu bir gecede yağmur üstüme yağıyordu. Olabilecek en hızlı şekilde ormanın içinde koşarken, ağaçların yanından süratla geçiyordum. Derenin karşına hiç durmadan atladığımda ıslak toprağa düşüp yoluma devam ettim.

Tek yaptığım sadece bir işaretti. Rosé'nin kokusunu almaya çalışıyor, yağmurun şiddetlendiği anlarda ona ait bir ses duymak için çabalıyordum. Ama yağmur bunu oldukça engelliyordu. Ormanın tamamını ikinci turlayışımdı. Onun kokusunu birkaç kere almıştım ama belli bir yerden gelmediği gibi, yağmur bütün izi alıp götürüyordu.

Koştuğum dakikalarda yavaşladım. Anlaşılan başka yol denemem gerekiyordu. Ormanın tam ortasında durduğumda gözlerimi kapatıp yağmurun sesini duymamak için zihnimi ona kapattım. Sadece tek bir şey odaklandım. Rosé'ye dair bir ses duymak için zihnimi zorladım.

Çok uzaklardan sesler duyabiliyordum. Sadece kulağıma yarım yamalak gelen sesler ile onun varlığını hissetmiştim. Seslere karşı attığım büyük adımlarla her şey daha da netleşiyordu. Burnuma farklı kokular geliyordu. Rosé'nin kokusunu alabiliyordum.

Sadece Rosé değildi. Başka bir şeyin kokusu da geliyordu.

Gözlerimi açıp kulağıma artık daha net gelen seslere doğru adımladığımda, eğer tam şuan kalbim atıyor olsaydı, birini kaybetme korkusundan ölüyor olacaktım.

Seslere her yaklaştığımda duyduğum şeylerle olduğum yerde kaldım. Gözlerim kocaman açılırken bunun olmaması için inanmayı bıraktığım Tanrı'nın önünde diz çöküp dua edebilirdim.

Vıcık vıcık ısırma sesleri geliyordu. Şapırdatma seslerinin yanında, ısırılan sert kemiğin sesleri sertçe yutkunmama sebep olmuştu. Böyle vakalar burada hep olurdu. Bu yüzden tehlikeliydi bu orman. Bir kurt tarafından yenme ihtimaliniz yüksekti. İnsanların girmesi tehlikeliydi.

Korkarak dalları yara yara korktuğum görüntüyü görmek için yürüdüm. Yaklaştıkça Rosé'nin kokusu burun deliklerimi yakmaya başlamıştı. Tek bir ihtimal vardı. Rosé bir kurdu yenecek kadar gücünün farkında değildi.

Yıllar sonra gerçekten birine değer vermeye başladığınızda ve şimdi elinizden kayıp gittiğine inandığınızda, nasıl aşkın var olduğuna inanabilirdim ki?

Büyük bir ağaç kavuğunun arkasından yaklaştığımda ve gözlerim görmeyi beklediğim görüntüye kendimi oldukça hazırlamıştı. Ama hayır. Hiçbir şey görmeyi beklediğim gibi değildi.

Gözlerim kocaman açılırken kendimi ağaç kavuğuna tutunurken bulmuştum. Güçten düştüğümden falan değildi ama kim bu görüntüyü görse kanı donardı. Gözlerimi kırpıştırdım. Bunun benim hayalim olmasını istedim ama bu hayal edemeyeceğim kadar kötü bir görüntüydü.

Ortada kurt falan yoktu.

Rosé yerde çamurun içinde arkası bana dönük bir şekilde oturuyordu.

Ve yerde yatan başka bir beden vardı. Kim olduğunu anladığımda ise ona attığım adımlarım durmuştu. Sadece izledim. Fena dehşete kapıldığım doğruydu. Yerde yatanın Jungkook olduğunu bana doğru dönen başından anlayabiliyordum. Gözleri kapalıydı. Duyduğum o şapırdatma ve kemik sesleri ise Rosé'den geliyordu.

Rosé durduğu yerde Jungkook'un üstüne eğildi ve ardından gelen vıcık vıcık ısırma seslerini duydum. Rosé sertçe başını geri kaldırdı ve çiğnemeye başladı.

Çiğnediği şeyin Jungkook'un eti olduğunu yeni idrak edebilmiştim.

"Rosé-" dedim. Onun yanına gidip gitmemek arasında kalırken. Yağmur hala yağıyordu. Jungkook'un toprağa karışan kanını görebiliyordum.

Rosé ona seslenmemle donup kaldı. Ağzındaki eti yere tükürdüğünde yavaşça arkasını döndü.

Bu karanlık gecede gördüğüm her şey çok netti. Kıpkırmızı gözleri karanlığın içinde parlıyor, ağzında ve üstündeki kan tazeliğini yeniler gibi parlıyordu. Rosé ifadesiz bir surat ifadesiyle bana bakarken ona adımladım. Şimdi görüntü daha netti.

"Lisa." dedi kısık bir sesle. Korkuyor gibi bir hali vardı. Onu korkutmamak için fazla yanına yaklaşmadan onun hizasında eğildim.

"Ben geldim güzelim. Sakin ol." Gözüm hiç o görüntüye gitmek istemese de Jungkook'un yerde yatan bedenine kaydı. Karnında kocaman bir delik vardı.  Bütün iç organları ya dışarıda ya da artık yerinde yoktu.

"Rosé, ne yaptın?" Sesimi kısık tutarak korkutmamak için çabaladım ama Rosé sanki yaptığı şeyden memnunmuş gibi Jungkook'un bedenine döndü. Gözümün önünde elini karnından içeri soktuğunda gözlerim kocaman açılmıştı. İçinden sertçe tutup çıkarttığı et parçasını ağzına attığında dehşetle onu izliyordum.

Yüce İsa tekrardan sana dönüyorum!

"Ben çok acıkmıştım." Ağzındaki eti çiğneyip yuttu. Ağzı yüzü her yeri kandı.

"Ben sana yemek yapardım." dedim. Anlaşılan bir şokun içindeydi ve dönüştüğünü görebiliyordum. Kendisi gibi değildi şuan.

"Hayır hayır. Afedersin ama bok gibi yemek yapıyorsun." Hemen sonra gülmeye başladığında elinin tersiyle ağzını sildi. "Geçen bana getirdiğin kahvaltı bok gibiydi. Yumurta mı yedim,  kül mü yedim belli değil." Hemen sonra eliyle Jungkook'u gösterdi. "Ama bu piçin tadı hiç kül gibi değil."

Ağız tadı da tamamen gitmişti. Rosé bu zamana kadar dönüşmemek için direniyordu. Hiçbir şeyden haberi olmadan bir insan olarak son günlerini geçirmişti. Kademe kademe güçlenmesi gibi. Ağzının tadının tamamen gidip, yemeklerden kül tadı alması gibi..

"Rosé bunu neden yaptın?" Gözlerimle yerde yatan bedeni gösterdim. Bu hiç iyi olmamıştı. Diğer vampirler Jungkook'u severdi. Her ne kadar iğrenç bir insan olsa da çoğu kişi bana yaptıklarını bilmiyordu. O hala herkesin sevdiği biriydi.

Ve Rosé hala kendine gelmemişken onu alt etmek kolay olurdu.

Ben bunları düşünürken Rosé beni dumura uğratacak o sözleri söyledi. Tekrardan o gece ona anlattığım şeylerden pişman olmamı sağladı. Çünkü her şeyin sorumlusu bendim.

"Neden mi yaptım?" dedi inanamıyormuş gibi suratıma bakarken. Yutkundum sertçe. Başını tekrardan Jungkook'a çevirdi ve üstüne doğru ağzındaki kanla karışık etleri tükürdü.

"Senin intikamını aldım Lisa!"


Bölüm nasıldı canlarım.
valla smut kısmı kısa oldu ama şimdilik oraya odaklanmanızı istemedim.

son kısım hakkında konuşacağım. valla böyle bir an yazmayı hep istiyordum. geçen bunu planlarken kar kardeşliği filmini izledim. orada da tesadüf fazla spoi olmasın izleyen olur belki. bu sahneye benzer bir sahne vardı.

izlerken içim bir hoş oldu hzhfusxush yazmasi zaten ayrı bir garipti.

Rosé galiba gerçekten vampir oluyor🤧

hani geçen bölümde makarnadan kül tadı almıştı ya aslında bu yemeklerin tadını artık almadığını size önceden anlatmak istedim ama üstünde çok durmadınız.

canınız sağolsun canlarım.

ayrıca Lisa, Rosé'ye ne anlatmış olabilir ki Rosé'nin bu kadar gözü dönüp Jungkook'u yedi?

Tahminleri alalım bakalım.

Neyse Kar kardeşliği filmini izleyin. Çok güzel arkadaşlar. İzleyin pişman olmazsınız.

Gece 4'ü geçiyor siz muhtmelen sabah okursunuz.

İyi gece-sabahlar..

hadi byy

Continue Reading

You'll Also Like

55K 5K 13
kore'nin en tehlikeli mafyası olan Jeon Jungkook, asistanı Kim Taehyung'a çok iyi bakıyordu mafia düz yazı/text semekook
29.1K 3.7K 68
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
155K 14K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
203K 8.4K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!