GİRİFT

Bởi 1yazarnur

272 48 132

Bütün düğümlerin en az bir noktasında keşfedilmeyi bekleyen minik bir boşluk vardır. Düğümler, rastgelişlerle... Xem Thêm

1. Bölüm: Hayatım Nefes Alsın Deriz
2. Bölüm: Hayatına İyiliği Öğret
4. Bölüm: Ölmeden Yaşıyor Olmayı Kaybetmek
5. Bölüm: Üç Nokta
6. Bölüm: Sonuna Kadar
7. Bölüm: En Güzel Ödül Ve En Güçlü Ceza

3. Bölüm: Eve Dönmek Her Zaman Eve Dönmek Değildir

30 9 20
Bởi 1yazarnur

iyi okumlar <3

BÖLÜM-3:

"özür dilerim yaptıklarımı değil yapmadıklarımı yazacaktım. özür dilerim. aslında bakarsan sonra devam etmeliyim çünkü henüz gerçekten ayılamadım. eve dönüşümde görüşürüz sevgili günlük"

şu an nereye gittiğini bilmediğim siyah bir minibüsün içinde, evden çıkmadan önce günlüğüme yazdığım bu satırları anımsadığımda bir kez daha anlamıştım bazı şeylere sonra devam edilemediğini

bir noktada gözlerimiz çok iyi görmeyi bırakıyor, işitmemiz eksiliyordu, kalbimiz çok sevmemeyi ders ediniyordu kendine. kalabalıklar yalnızlaşırken bir yalnız tesadüfen yalnızlığına son verip kendi kalabalığını bulabiliyordu. 

bazen istediğiniz saatte eve dönemiyordunuz, bazense evinizin konumu değişiyordu ve siz yeni konumu henüz ezbere dahi bilmemenize rağmen tüm benliğinizle eviniz edinip terk edemiyordunuz. 

elini tuttuğumuz tek bir şey vardı, kader.

kader sayesinde,

gördüğümüz görmediğimiz iplerle bağlıyız her bir yere. 

bir ipin kopuşunun verdiği acı diğerinin varlığını hatırlayana kadarken bir evin sunduğu kötü anılarsa siz evinizi değiştirene kadardır. 

eve dönmek her zaman eve dönmek değildir, tekrar hatırladım... 

kendi iç sorgulamam botanın konuşmasıyla bölündü

bu arada biz otelden kalabalıklara karışarak çıkmış, otele yakın bi yerden onların benim de binmemi ısrarla istedikleri siyah bir minibüse binmiştik.

"eee? anlatacak mısınız abi bana da neler olup bittiğini?" botanın sorduğu soruya ayazın cevap vermesini beklerken bi süre anlayamadığım konuşmalarına şahit oldum. 

"geleceğimizin haberini almış olmalılar. adamı bir şekilde öldürüp eline hard disk sıkıştırmışlar." dedi ayaz sıkıntıyla

botanın gözleri, içeride olduğu gibi bi süre beni süzerken aynı anda botanı inceleyen ayaza korktuğumu belli edercesine baktım. ayaz beni işaret ederek sordu

"aşık mı oldun kardeşim, hayırdır?" ayazın sorduğu patavatsız soruya botan gözlerini benden ayırmadan cevap verdi

"adamı onun öldürmediğini nereden biliyoruz?" dedi gözleriyle beni göstererek

ayaz yavaşça arkasına yaslanırken cevapladı

"o öldürmedi çünkü."

"nasıl bu kadar emin olabiliyorsun abi?" dedi botan gözlerini hışımla ayaza çevirdiğinde. 

"katili olduğun biriyle sohbet etmeye çalışır mısın botan? ondan yardım ister misin?" 

botan ustalıkla cevapladı

"psikopatsam neden olmasın? katiller de yarı psikopat değil midir zaten?" ayaz uzatmayarak konuştuğunda soruyu noktalamak istediği çok belliydi

"içeri girdiğimde yerde ölmüş bir şekilde yatan adama 'sen uyuyor musunuz siz?' diye soruyordu. sen söyle şimdi, katil o olabilir mi?" ayazın hatırlatmasıyla o dehşet anına tekrar gitmiştim


titreyen ellerim, vücudum, gözlerim, tüm bedenim bana gördüğüm şeyin gerçekliğini sorgulatmakla meşguldü o an. doğru görüyor olamazdım öyle değil mi? ayak ucumda henüz yeni fark ettiğim saç telleri biraz ötede hareketsiz, yüzüstü yatan o adama ait olamazdı. bu kırmızılıklar kan olamazdı. o adam ölmüş olamazdı öyle değil mi? ikimiz de bu odadaki havayı soluyabiliyor olmalıydık. bu odada aynı anda yer alıp farklı şekillerde duramazdık çünkü. durdurmazlardı. değil mi?

"sen... uyuyor musunuz siz?" kurduğum cümlenin saçmalığını idrak edemeden konuşmaya devam ettim

"ş-şey buraya bir şeyler dökülmüş de. kan dökülmüş, dökülmüş mü denir gerçi bilemedim. bir de ışıklar... ışıklar kesildi birden. teknik bir arıza mı acaba?"

bir ölünün başına geçip onunla sohbet etmeyi denediniz mi hiç? ben şu an farkına varamadan bunu gerçekleştiriyordum.

"sen aptal mısınız siz?"

arkamda duyduğum sesle beraber firar eden çığlığım gibi boşlukta yayılıp kaybolmak istiyordum artık. biri beni bu yerin dibinden çıkarsın istiyordum. titreyen vücudum bu düşüncemle birlikte kendisini bana daha çok hatırlattığında usulca arkamı dönüp sesin sahibi kahve gözlerle buluştum. ilk gördüğüm şey bir çift kahve gözdü zira karşımdaki kişinin palyaço kıyafetlerinden dikkatimi çeken başka bir uzvu olmamıştı.

"ben aptal değilim" bu güçlü savunmama karşılık gelen cevabın gerçekliği beynimi dondurmuştu

"o yüzden mi bir ölüyle çay kahve muhabbeti yapmaya çalışıyorsun? birazdan dobloyu sattın mı ne oldu o iş diye soracaksın sanırım. rahatsız etmeyeyim hatta istersen? boyutlar arası arkadaşlarınla sohbetine devam et, ne dersin?" 


botanın gözleri üzerimden çekildiğinde bana karşı olan şüphesinin usulca bedenini terk ettiğini anladım

benim hakkımda yapılan bu konuşmaya kendimi savunacak kadar bile dahil olamamıştım çünkü aklımda başka bir düşünce vardı

"o... elini hareket ettirdi. belki de... belki de yaşıyordu ve biz onu orada, o halde bırakıp kaçtık." diyerek söylendim dürüstçe 

gözlerimi iki elimle kapattım tüm bu olanları görüş alanımdan kaybetmek istercesine. 

ayaz uzanıp gözlerimi yuvalarından çıkarmak üzere olan ellerimi kendi ellerine alana kadar kapalıydı gözlerim.

ellerimle kapatamadığım gözlerimi yumdum bu sefer. beynimin gördüğü şeyleri algılayabilecek kadar bile gücü kalmamıştı artık. işe yaradı mı gözlerini kapatmak derseniz...

işe yaramadı. insanlar gözleri kapalıyken açık olmasına kıyasla daha çok şey görür çünkü

ellerimi ellerine alan ayaz yumuşak bir sesle emretti

"gözlerini aç" gözlerimi daha sıkı yumduğumda ses tonunu bozmadan yineledi

"gözlerini aç ve gözlerime bak lütfen." hiç görmediği bir ayaza ilk kez şahit oluyormuşçasına ayazı ve beni, bizi izleyen botanı görmüştüm gözlerimi yavaşça açtığımda

gözlerim ayazın gözlerini buldu sonra. şefkatle bakmayı en iyi şekilde başaran gözlerini. ellerime rahatsız etmeden, güven vermek ister gibi daha fazla ellerini kilitleyen ayaz konuştu

"o öldü. kasları gevşeyince eli açıldı ve sen o anın paniğiyle, belki bi tür umutla o yaşıyor zannettin. o an için yaşasın istedin. ama o öldü. bunu kabul etmezsen bu vicdan azabıyla yaşayamazsın. ruhuna yapmadığı bi haksızlık için acı çektirecek kadar cani biri misin sen?" 

birkaç dakika kesintisiz izlediğim gözleri beni rahatlatırken onun telefonuna gelen mesaj bildirimi sesi ortamdaki bütün sessizliği bozmuştu. ellerini ellerimden çektiğinde telefonunu cebinden çıkardı ve önce telefonuna sonra yanında kendi telefonuyla uğraşan botana anlamsızca baktı

birkaç dakika boyunca ikisinin telefonundan peş peşe gelen mesaj bildirimi seslerine ve birbirlerine olan tuhaf bakışlarına maruz kaldığımda artık anlamıştım

"benim yanımda konuşamadıklarınızı orada konuşuyorsunuz sanırım" dedim imalı bir şekilde telefonlarını göstererek ve gülümseyerek devam ettim

"iyi yapıyorsunuz, başım gereksiz sesler kaldıramayacak kadar fazla ağrıyor zaten şu an."

ayaz, yüzündeki gururlu gülümsemeyle birlikte, gözleriyle botana "bak" dercesine beni gösterdiğinde botan şok içerisinde yüzüme bakıp bi hışımla telefonuna geri döndü. ayazın telefonundan bu sefer ardarda 8 kez bildirim sesi geldiğinde ise ayaz tek bir hamle yapıp telefonunu kapattı

"abi niye engelledin!?" botanın kızgın sorusuna karşı kahkaha atmamak için bir kez daha zor durmuştum. ayaz botanı engellemişti ve haklıydım, bana söyleyemediklerini kendi aralarında mesajlaşarak konuşuyorlardı

"sıktın." botan sinirle aldığı nefesin ardından konuştu

"kız, uyurken bizi şişlediğinde aynısını söyleyeceğim sana hatırlat tamam mı kardeşim? sıktın ayaz diyeceğim." içimde bastırdığım kahkaha botanın bu sözlerinden sonra firar ettiğinde artık kendimi tutamamıştım. gerçekten onları öldüreceğimi mi düşünüyordu?

gülüşüme karşılık botan bana dönerek konuştu

"ne gülüyorsun kızım, bizi şişleme fikri kafana yattı herhalde bi hoşuna gitti?" dalga geçerek cevapladım

"yani... onun bir heyecanı yok aslında. istediğim keyfi vermez."

"ben olsam bana dokunmazdım. benim babam asker yani bil de..." dedi ve devam etti

"kaç saattir yanımızdasın ve ismini bile bilmiyoruz bu arada. ayazın da sorup öğrenmediğine adım kadar emin olduğum için ben sorayım, ismin ne?" haklıydı. ayaz denilen çocuk onca konuşmanın içerisinde bir kez bile ismimi sormamıştı. tamam ben de ona sormamıştım ama bir şekilde öğrenmiştim sonuçta ismini

"ebra ismim" adımı duymasıyla ayazın tek kaşı havalandı. konuşmalarımızla ilgilenmiyor gibi gözükse de bir kulağının burada olduğu belliydi

"bizi şişlemeyeceksin değil mi ebrar?" gülümsemem büyüdüğünde botana cevap verdim

"ebrar değil, ebra. ayrıca böyle bir şeyi hiç düşünmedim. yanındaki eleman böyle şeyler yapmaya daha yatkın biri gibi duruyor. böyle bir isteğin varsa ona söylemelisin." topu dakikalardır bizden bağımsız takılan ayaza attığımda aniden bana yaklaştı ve beklemeden konuştu. bu sırada botan aramızda ne olduğunu çözmek istercesine bizi izliyordu

"bu izlenimi almana rağmen bana sataşmanı da cesur bir kızım ben diyerek mi yutturacaksın? ha başka bir şey varsa onu da dinleriz tabii, anlatabilirsin." bana olan yakınlığından sebep sıfıra düşmüş özgüvenimle sordum

"ne gibi bir şey?" yavaşça benden uzaklaşıp arkasına yaslanırken cevap verdi

"ne bileyim... beni beğenmiş olabilirsin, konuşmak için bahane arıyorsundur belki bu yüzden sataşıyorsundur ya da..." sözünü tamamlamasına izin vermeden kızaran yüzümle konuştum

"sen kendini ne zannediyorsun ki? ismini bile söylemekten; sıradan, normal davranışlardan aciz birisin. seninle neden ilgileneyim?" boğazında bir şey oynarken bozulan sesini düzelterek cevap verdi

"haklısın. uzatmayalım o zaman. sen kozlarını paylaş, merak ettiklerini sor. sonra sen kendi yoluna, biz kendi yolumuza." bu tepkisine karşılık söylediğim şeylere pişman olmuştum. 

insanlar zaaflarından vurulduğunda artık tek zaafları kendileri olmuyor arkadaşlar. hatta aksine, kendilerinden nefret ediyorlar. istemli veya istemsiz bunu yapmayın. tek zaafı zaafsızlık olan biriyseniz özellikle, bunu insanlara sakın yapmayın

"peki. başlıyorum o zaman. siz kimsiniz? otelde ne işiniz vardı? palyaço kıyafetleri de neyin nesi?" dedim ve bütün bedenimi ayaza çevirerek devam ettim

"senin o katta, o odada ne işin vardı? beni tanıyor musun ve otele giriş çıkış saatlerimi nereden biliyorsun?" aklıma gelen başka bir soruyu da tüm bunların üzerine ekledim

"neden bana yardım ediyorsunuz? daha doğrusu, bana yardım mı ediyorsunuz?" ayazdan önce botan araya girerek konuştu. ayaz ise az önceki sözlerim yüzünden kırılmış bakışlarıyla sadece beni izliyordu.

"isimlerimizi zaten biliyorsun. babamın asker olduğunu da söyledim." diyerek başladı botan konuşmasına ve bundan sonra söyleyeceği şeyler için ayazdan izin alır gibi ayaza baktı

ayaz botana olumlu anlamda baş işareti verdikten sonra arabanın camından dışarının zifiri karanlığını izlemeye başladığında botan konuşmasına devam etti

"ayazın annesi o çok küçükken vefat etti." dedi botan başından beri duymayı en son olarak bile istemeyeceğim o şeyi söyleyerek. ve ekledi

"bütün ailesi yanan bir evin içerisinde yanarak can verdi o çok küçükken." kırılmış gözlerle ayaza baktığımda dışarıyı izleyen gözlerinin birinden tek damla yaş geldiğini gördüm sadece. o ise gözünden akan yaşa aldırmadan dışarıyı izlemeye devam ediyordu

"bu bir kaza değildi. kasten yapılmış bir şeydi ve bunu yapan adam her kimse seneler sonra ayaza farklı numaralardan, farklı hatlardan mesajlar yazmaya başladı." şok içerisinde sordum

"ne gibi mesajlar?"

"sıra sende küçük bey, onları çok özledin mi, süper kahramanlar yanarak ölürmüş, küçük beyler de donarak ölmesin mi gibi şeyler" duyduğum şeyler şokumu büyütüp kanımı dondururken gözlerim tekrar ayaza döndü. şu an yumruk yaptığı eli yanlışlıkla bir yere ya da bir şeye değse, dokunduğu şeyi paramparça edebilirdi, emindim

"mesajları gönderen her hattın GPS'te gösterdiği konum, senin çalıştığın otele çıkıyor. orayı gösteriyor. sayısız baskın yapıldı otele, birçok soruşturma açıldı. ama nasıl olduysa her seferinde aklandılar." botanın konuşmasını beynimde çalan siren sesleriyle dinlemeye devam ederken gözümü bir an olsun gözleri parçalanmış ayazdan çekmedim

"tabii sen yeni başlamışsın işe, tam bir hafta olmuş. öğrenciymişsin de. bunlardan haberinin olmaması normal. inanmak güç ama biz de öğrenciyiz. bi ara ayaz çok yoruldu ve bıraktık bu işin peşini. korumalarla gezmek, aklının içinde çeşitli umutlarla gezip umutların yıkılmasıyla senin de yıkılıyor olmandan daha kolay; daha basitti. ta ki..."

"ta ki?"

botanın durakladığı yerde boğuk sesiyle ayaz konuşmaya girdi.

"'onların küllerini dahi bulamadan öleceksin' mesajı gelene kadar" başını camdan bana doğru çevrip gözlerimin tam içine baktı

"yaşamayan birilerinin küllerini bulamazsın. var olmayanı sonsuza kadar arasan da hiçbir zaman bulamazsın." dedi, yineledim

"olmayanı arasan da hiçbir zaman bulamazsın."

"bu gece yapacağımız operasyon son operasyon olacaktı. palyaço kılığında girip oteli biz arayacaktık. babamın asker olması işimizi kolaylaştırdı. otelde çalışan herkesi, ailelerini, giriş çıkış saatlerini, otelin bütün programlarını biliyorduk. bilmediğimiz tek şey katların birinde bizim için bir adam öldürüp ceset bırakacaklarıydı. bugünün programına göre otelde çok az çalışan olacaktı zaten ve biz içeri palyaço kılığında girecek içeride bir delil, işaret arayacaktık." botanın sözlerine ayaz devam etti

"katları bölüştük. botan herhangi bir yerin alt katlarında bulunmaktan çocukluğundan beri korktuğu için alt katlar benimdi. bizimle uğraşan adamlar her kimse bunu yapacağımızdan haberleri varmış gibi otelde bir cinayet işlemiş. bir nevi bize karşılama gösterisi yapmışlar. cesedin elinde bulduğumuz hard diski hatırlıyor musun?" zihnim o ana geri dönmüştü


"anlıyorum, öldüğü için üzülüyorsun ama ne yapalım? başına geçip yas mı tutalım? ne işe yarayacak? allah aşkına söyler misin ne işe yaraya-" sözünü bölerek, şok içerisinde konuştum

"o... yaşıyor. eli, elini hareket ettirdi. o hala yaşıyor?"

şu an öyle bir konumdaydık ki... ben yaşadığını düşündüğüm bir cesedin baş ucuna oturmuş her ayrıntısıyla cesedi incelerken, o benim başımda dikilmiş her ayrıntımla beni inceliyordu

kaşlarını çatarak cesedin diğer yanına ilerleyip cesedin bir başına da o oturmuştu. parmağını burnuna nefes alıp almadığını anlamak istercesine yaklaştırdı.

nefes almadığını anladıktan sonra gözleriyle şoktan delirip delirmediğimi anlamak için bana döndüğünde gözlerimle adamın açıkta kalan elini işaret ettim.

yanlış görmüyorsam açılan o elde bir hard disk vardı. 



şok içerisinde olumlu anlamda başımı salladım

"o hard diskin içinde her ne varsa bizeydi, bizim için bir mesajdı." 

kafamı toparlamaya çalışarak sordum

"ben peki? olayın neresindeyim? neden sizinleyim?"

"onu da sen anlatacaksın" dedi ayaz

"o saatte, herkes parti alanındayken senin o katta ne işin vardı?"

ben "tülay... parti... ben... belgeler?" diye mırıldanırken elindeki laptopu göstererek botan konuştu

"abi şunu izlemelisiniz."

botanın bize doğru çevirdiği laptopta oynayan video görüş alanıma girdiğinde elim, kolum, bacaklarım, kanım donmuştu. videoda konuşan adam saatler önce ölen o adamdı. karşıda bir yerlere bakarak, sanki orada yazan bir şeyleri ağlayarak okuyordu 

"ben... öldüm. hak etmedim. siz hak ederek öleceksiniz. ölümünü isminde ara. ne ölüme ne de onlara çok uzaksın."

dehşet içerisinde baktığım ayaz ve botan da ben de biliyorduk. ölümünü isminde arayacak olan bendim. hak ederek ölecek olanlardan biri bendim. ne ölüme ne de onlara çok uzak olmayan...

yine bendim...

bu olayın birinci başrolü kesinlikle belli olmuştu ve

o bendim.



beynimi hissetmiyorum

gidim de ayt coğrafya kasim

yorum ve votelarınız için çok teşekkürler. her bir yorumunuz çoook kıymetli. 

bi noktada tıkanıp bölüm veya kurgunun geneli hakkında sohbet etmek isterseniz hepp buradayımm

bir sonraki bölümde görüşmek üzereee <3

























Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

1.1M 14.5K 52
NOT EDITED YET Gracie Owen's a headstrong journalist major rooms with her childhood best friend JJ Anderson for junior year, little does she know she...
261K 31.4K 24
People meet by accident, People fall in love by accident, But people surely don't become someone's baby daddy accidentally, or do they? What started...
198K 15.5K 22
"Why the fuck you let him touch you!!!"he growled while punching the wall behind me 'I am so scared right now what if he hit me like my father did to...
3M 202K 52
" Do not be mistaken little flower, you are mine and mine alone. Any man who looks at you longer than three seconds will be dealt in a manner I find...