Korkunun Güncesi:1 FİLOFOBİK

By 0paramnesia0

731 385 2.8K

Korku kitabı değildir. Korkunun elementlerinden olan filofobiyi temel alan yaşantı kitabıdır. Kendinden ve... More

1. Bölüm: Döngüye Hoşgeldin
2.Bölüm: Otorite ve Halk
4. Bölüm: Geçmişin Kölesi
5. Bölüm: Huzursuz Düşünceler
6. Bölüm: Geçmiş ve Geleceğin İlmekleri
7. Bölüm: Kan Çiçekleri
8. Bölüm: Gökyüzünün Şahitleri
9. Bölüm: Kaderine Dayananlar
10. Bölüm: Sahipsiz Geceler
11. Bölüm: Dostluğun Ladesi
12. Bölüm: Floş Royal
13. Bölüm: Kaderin Oluşumu
14. Bölüm: Kaptanın Pusulası
15. Bölüm: Seçici Dürüstlük
16. Bölüm: Yarım Anıların Şarkısı
17. Bölüm: İnsanlardan Kartpostallar
18. Bölüm: Kölenin Kaydı
19. Bölüm: Kapanmayan Davaların Sanığı
20. Bölüm: Carpe Diem
21. Bölüm: Usta Hatalar
22. Bölüm: Yalanlara İnananlar
23. Bölüm: Şeytan ve Çırağı
24. Bölüm: Sevilenler
25. Bölüm: Yaşamak İçin Öl
26. Bölüm: Üç Anlaşamayan Kardeş
27. Bölüm: Gizlice Yaklaşmak
28. Bölüm: İki Emsalsiz
29. Bölüm: Duru Görü
30. Bölüm: Tutsaklık Malikanesi
31. Bölüm: Örgün Örgüt
32. Bölüm: Arabadaki Gizli Silah
33. Bölüm: Kaderin Cilvesi
34. Bölüm: Güçsüz Ruhlar Sergisi
35. Bölüm: Ayrı Amaçlardaki Şıracı ve Bozacı
36. Bölüm: Sıradanlığn Korunması
37. Bölüm: Kurtulmak için Kurtulmak
38. Bölüm: Adaletin Diğer Tarafı
39. Bölüm: İyi Bir Sebep
40. Bölüm: Akışkan Zaman

3.Bölüm: Geçmişin Sisi

77 32 481
By 0paramnesia0

Koridorda tekrar yürümeye başladım. Arkadaşlarıma görünmeden Deniz’le görüşmek istiyordum. Derin bir nefes aldım. En iyi üniversitenin yazılım mühendisliğini okuyordu. Onun kadar zeki birini kandırmak zor olacaktı. Boynumu esnettim. Bundan nefret etsem de... Ben küçüklükten beri profesyonel yalancılık ve oyunculuk yapıyordum.

Merdivenlerden inerken kimseye görünmemeye dikkat ettim. Yutkundum. Kalbim neden böylesine hızlı atıyordu..? Korkmuyorsun, sen güçlüsün. Her şey geride kaldı. Her şeyden önemlisi ben ülke bile değiştirmiştim. Artık geçmiş benden daha da uzak olmalıydı.

Deniz’i kafeteryamızda kahve içerken gördüm. Ayakta, dışarıya bakıyordu. Saçları her zamanki gibi kısaydı. Çok çekici bir kız olduğunu söylemesem de zekası ile insanların ona arkasını dönüp tekrar bakmasını sağlardı. Lise zamanlarında kendini çözememiş bu çocuğun şimdilerle nelerin üstesinden geldiğini ve nasıl bir yol seçtiğini merak ediyordum.

Ben durmadan rol yaparken... O daha önce pek bir kişiyle karşılaşmadığından kendini bulmaya ve iyi şeyleri örnek almaya çalışıyordu. Bu konu bakımından ikimizin hep çok farklığı olduğunu düşünürdüm. O benim kendini arayan 4. Sınıftaki halimi andırırdı.

O zamanlar o kadar zengin olmasa da, bu üniversite sayesinde hayli zenginleştiği, giydiği kıyafetlerden ve gözündeki gözlükten belli oluyordu. Gözlerini görememek benim açımdan çok sıkıntılıydı. Yalancıların en büyük kozu gözlerdi nede olsa.

Bu, onun ne düşündüğünü anmamamı zorlaştırırdı. Belki de o da bunun için böyle kapalı bir ortamda gözlük takmayı tercih etmişti? Ne de olsa kapalı bir ortamda gözlük takacak biri değildi. Yani... Önceden değildi. İnsanlar değişirdi.

Benim hep iyi bir yalancı olduğumu söylerdi. Fakat izin verdiğim kadarını bildiğini biliyordum. Ona bir yalancı olduğumu hep belli ederdim, çünkü birileri benim yalan söylediğimi bilmek zorundaydı. Güvenilmez olduğumu. Bu sırları öylece yüklenmek zoruma gidiyordu. En azından bir sahtekar olduğumu bilirlerse kendimi daha iyi hissettiğim kanısına varmıştım.

Derin bir nefes aldım. İkimizi hep çok farklı görmemin yanında, onu yaşanmışlık açısından tecrübesiz ve geride görürdüm fakat zaman geçtikçe aslında hep benden ileride olduğunu ve yaşanmışlık açısından aciz ve tecrübesiz olanın ben olduğumu fark ettim. O hep... ilerideydi, duygularını kontrol etmekte daha sağlam adımlar atıyordu, olgunluk konusunda, akıl sağlığı konusunda, insanlara yakınlaşmak konusunda...

Kendimi üstün görsem de zamanla delirme aşamasına gelen bendim. O ise sağlamdı. Onun aslında hep benden ileride olduğunu görmemse, emin olduğum tek kalenin yıkılmasına neden oldu.

Ve ardından da benim bütün gemileri bir çırpıda yakmama ve kendimi ezik olarak görmem de kaçınılmazım oldu. Fakat ondan daha çok sorunla uğraşırken ve daha hayati kararlar alırken belki de delirmenin kıyısına sürüklenmem kaçınılmazdı. Onu gördüğümde neden hep kıyaslama yaptığımı ve duygularımın bu derece çatıştığını bilmiyordum?

Tanıştığımız zamandan beri hep bir rekabet içerisindeydim. Çardaktaki görüntüler bir kez daha beni buldu...

Poyrazla yürüyüş yolunda, sahte gölün yanında yürümeye başlamıştık. Tamamen umutsuz ve karamsar görünüyordu.
“Seninle bunca yıl sonra tekrar karşılaşmayı beklemiyordum Eylül.” Ondan küçükken hoşlanırdım. Belki de o zaman da hoşlanıyordum. Cevap vermemiştim. O tarz duygular bana göre değildi. Hiçbir zaman, hiçbir uydurduğum karaktere göre de olmamıştı.

Onca kişiliğe rağmen, benim hakkımda edinilebilecek tek kesin yargı buydu. Devam etmişti. “Son kez... Bir dostu görmek güzel oldu. Üzgünüm, bu nedenle seni görmezlikten gelemedim.”

Kaşlarımı çatmıştım. “Son kez mi?” Bana olanları ve olacakları anlattığımda göz yaşlarına boğulmamak için çok cebelleşmiştim. O da ağlamak üzereydi. Ama benim gibi kendini tutuyordu. Bize kendimizi tutmamız öğretilmişti. Onu anlıyordum.
Çok umutsuzdu ve başka çaresi yoktu. Bir süre konuşamamıştık. Konuşamamıştım. Hiçbir şey söylemeye cesaret edememiştim. Oysa tamda o anda söylemeliydim. Fakat ne kadar konuşmak istesem de boğazım düğümlenmişti.

Sıra ondaydı yani..? Çardağa geri döndüğümüzde üç arkadaşım merakla bize bakıyorlardı. Poyraz kendini toplamıştı. Tam karşımda duruyordu. “O halde... Elveda.” Demişti, gitmek üzereyken ve onun kolunu yakalamıştım. Merakla bana dönmüştü.
Ya konuş ya da sonsuza kadar sus. Demişti zihnim. Hızla kararımdan vaz geçmeden konuştum.

“Ölme.” Çaresizlikle bana bakmıştı. Hafifçe titremiştim. “Ölme.” Bana yavaşça sarılmıştı. Bedeni titriyordu. O an, bunun ona söyleyebileceğim tek şey olduğunu fark ettim. Onun da fazlasını duymaya ihtiyacı yoktu. Bende ona sarılmıştım. Kendimi ölecek gibi hissediyordum. Oysa ölebilecek olan oydu.
Dakikalarca öylece kalmıştık.

Söyleyemediğim her şey ve söyleyebildiklerimi sığdırıyordum buraya. O da sanki özür diler gibiydi. Benden ayrıldığında gözleri, akmayan göz yaşlarından dolayı parlıyordu. Ve kızarmıştı. Belki de ağlasa rahatlardı. Ama ikimizde bunu göstermek istemiyorduk. “Başaracağımı sanmıyorum. Ama deneyeceğim.”

Deniz yavaşça bana döndü. Beni görünce kaşları havaya kalktı. Kahvesinden içerken bana baktı. İşte o zaman bir şeyler döndüğünü anlayan ilk insanlar onlar olmuştu. Orada konuşmamamız hele de öyle bir kelam etmemem gerektiğini biliyordum. Pişmandım fakat çoğu zaman da değildim. Acaba ondan sonra yaşananlardan dolayı beni ne olarak düşünmüştü..?

Kendi hakkımda konuşmak gerekirse: Ben bir kahraman değildim, ben bir hain değildim, bir suçlu veya bir azize. Hiçbir zaman alevler içerisine yanan, ölümcül, dikenli bir gül olmamıştım. Ama o hangisine inanmıştı zamanında?

Öylece kaybolduğumda... Bu çardaktaki olayla ya da o gördüğü yabancı çocukla bağdaştırmış mıydı olayı? Zihnim dolduydu. O ise fazlasıyla zekiydi.

Yavaşça gülümsedim. O ilerlemişti... Beden dilinden neler olduğunu anlayamıyordum. Acı bakımından gelişmişti demek. Veya fark ettiğinden, bana karşı kendini saklıyordu. Neler yaşamıştı acaba? Onlara karşı kullandığım karakteri hatırladım. Omzuna vurdum. “Deniz-“ Sözümü kesti. “Yalancısın.” Bir süre durdum. Neyi ne kadar bildiğini bilmiyordum. Temkinli fakat açık görünmeliydim.

“Evet... Sen de lisede söylemiştin.” Dedim alaycı bir sesle. Kolunu tezgaha dayadı. “Tahminimden daha öteymişsin.” “Öylece gittiğim için-“ “Evet. Kızgınım. Kafam karışık. Seni kaç yıl aradım biliyor musun? Ne kadar korktuğumu biliyor musun? Neler düşündüğümü?” “Pekala avanak. Neyde karar kıldın bakalım.” Dedim sert bir şekilde ona bakarken. Kahvesini içti. “Sana sormaya geldim.”

Bir şey bulamamış mıydı?
Oysaki bilgisayar mühendisiydi, istese ve ailemi araştırsa bulabilirdi. Belki de beni o kulvarlara bulaşmış biri olarak hiç görmemişti. Nerede arayacağınızı bilmiyorsanız bazen aramak anlamsızdır.

“Dürüst olacağımdan nasıl emin olabilirsin?” Kahvesini bıraktı. Yavaşça bana yaklaştı. Sesi yumuşadı. “Sen benim ilk gerçek arkadaşımdın! En azından... Ben öyle olduğunu sanmıştım.”

Durdu. Konuyu değiştirmeye karar vermişti. “Neler oluyor Eylül? Sen normalde kimsin? Neler yaptın? O çardaktaki çocuk neden ölmeye gitti? Gerçekten beni hiç arkadaşın olarak görmüş müydün?” Görmüş müydüm..? Bilmiyorum. Yalanlar içerisinde dans ederken, etrafınızdakilerin gerçekliğinden bile emin olamazdınız.

“Görmüştüm.” Kafasını iki yana salladı. İnanmıyor olabilirdi artık. Bunlar... Kendi içimde bile çözemediğim şeylerdi. Fakat... Belki de onu arkadaşım olarak görmüştüm o zamanlar.

Yalanlar içerisinde bile bir insan bir insanı önemseyebilir miydi? Boğazım düğümlendi. Fakat içimde sıkışan bir şeyler yüzünden kendimi toparladım. Yalanlar dünyasında insan gerçekliği kaybederdi, o zaman kendi gerçekliğinden bile emin olamadığı bir dünyaya gömülürdü.

“Seni her zaman arkadaşım olarak gördüm. Ama beni affet. Bunu sorarsan sana yalan söylerim. Çünkü bu sır sadece benimle ilgili değil. Ve bunu koruyup açığa çıkmaması için herkesi harcarım-“ Güldü. “Bizi harcadığın gibi.” Kafamı hafif eğdim. Eğer gerçeği söylersem, gerçeği nasıl gördüğüne bağlı olarak beni sevmeyecek ve nefret edecekti. Ya da sadece bunca yıl için acıyacaktı. Sanırım ben hiçbirini tercih etmiyordum. “Bana iyi bir açıklama borçlusun.”

Zihnimi toparladım. Umarım bu ona söylediğim son yalan olurdu. “Peki avanak. O gördüğün çocuk-“ Duraksadım ve sıkıntılınmış gibi kıvrandım. Tahmin ettiğim gibi kolumu tutu. “Söyle Eylül!” dedi sert bir sesle. Onu gaza getirmek çok kolaydı. Hala...

“O... Annesi ve babası ölmüş bir çocuk.” Bu kısmı doğru olmalıydı. O gün anne ve babasını öldürmüşlerdi. Yalana başladım. “Ablası ile yaşıyordu ve kendilerine yiyecek almak için pis işlerde çalışıyordu.
Uyuşturucu kaçakçılığı gibi.” Dedim ve Poyraz gibi dürüst, erdemli ve sağlam dirayetli biri için bunu söylediğimden kendimden defalarca kez midem bulandı.

Gözlerim doldu. O bir azizdi... Hepimizin sırrını korumak için bile olsa ona böylesine iğrenç bir iftira attığım için canım acıyordu. O, bana kalırsa insanlık tarihindeki tek aydınlık noktaydı. Ama gözlerimin dolması sadece oyunculuğumu daha etkileyici hale getirdi. Derin bir nefes aldım. “O bunu, karınlarını doyurmak için yapıyordu. Normalde böyle bir insan-“ Omzumu sıktı ve kafasını salladı.

Derin bir nefes verdim. “Bu iş bir şekilde benimde aileme sıçradı. Onları kurtarmaya çalıştık. Birkaç tefeci işe dahil olunca ülkeden kaçmak zorunda kaldık. Apar topar. Tabi kötü yaşanmış birkaç şey daha var. Tabii ki bir tek bu nedenle değil.” Gerçek bundan bin kat daha acımasız ve kötüydü. Ama onu ikna etmek için bu kadarı yeterli olacaktı.

Ona, bu yalanla alakalı birkaç önemli ve ikna edici detay verdim. Yavaşça kafasını salladı. Özür dilercesine ona baktım. “Sizinle iletişime geçersem başınız belaya girerdi.” “Tahmin etmiştim.” Diye mırıldandı.  Acıyla gülümsedim.

“İngiliz kraliçesine karşı ajanlık yapıyorum gibi havalı bir şey söylemediğim için üzgünüm.”

Bir süre suratıma bakıp doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalıştı. Ardından güldü. “Pekala, burada nasıl aklandın otçu kız?” Etrafıma telaşla baktım. “Deniz!” Diye öfkeyle mırıldandım. Hepsi rolün parçası... Güldü. “Özür dilerim. Sen hiçbir zaman yapmadın değil mi?” Elimi geçiştirircesine salladım. “Evet, elbette!” Derin bir nefes aldım. 

“Bilmiyorlar tabii ki. Sicilim temiz. Mafyadan kaçıyor gibi bir şey sicilinde yazmaz. Yeni bir ülke... Yeni bir başlangıç.” Diye mırıldandım en sonunda da. Derin bir nefes verdi. “O çocuğa ne oldu?” Dedi, ben camdan dışarıya bakarken. Üniversitenin öğrencileri etrafta dolaşıyor veya oturuyorlardı. İkindi güneşi etrafı altın sarıya boyuyordu.

“Bilmiyorum. Yollarımız ayrıldı.” Dedim sesim duygusuzlaşmıştı. Aklım tekrar o çardaktaki anıya gitmişti.

Artık ayrılma vaktiydi. Yapma demek istiyordum fakat başka şansı olmadığını da biliyordum. Boynumda gerçek bir sakura çiçeğinin kurutulup cam bir kolyeye preslenmiş hali vardı. En sevdiğim kolyeydi.
Yavaşça kolyeyi çıkartıp ona bakmıştım. Kaşları havaya bükülmüş gözleri dolmuştu. “Bu...” Demiştim.

“Bu kolye en sevdiğim kolyem. Bir gün tekrar buluştuğumuzda bana ver. Gözün gibi bak. Onu senden geri almam gerek. Bu yüzden hayatta kal.” Dudaklarını sıkıp yere bakarken yavaşça onun boynuna kolyeyi takmıştım. Ellerim yavaşça iki yana düşerken, kafasını kaldıracağını düşünmemiştim.

Fakat o yavaşça kaşlarının altından bana bakmıştı. “O halde, ne olursa olsun hayatta kalacağım ve kolyeni, sen nerede olursan ol sana teslim edeceğim.” Boynundaki kolyeyi yavaşça tutup, yumruğunda sıkmıştı. Keskin gözlerle bana bakmıştı. “Söz veriyorum.”

Deniz bana baktı. “Sesin duygusuz. Oysa o zaman onu umursadığını sanmıştım.” Camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Elim boynuma gitmek istiyordu fakat engel oldum. Kolyeyi biliyordu.

Göstermemeliydim hiçbir zayıflığı.
Derin bir nefes verdim. Bedenim yorgun hissetse de bazen ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Yavaşça yutkundum. “Her zaman biraz kötü bir insandım.” Güldü.

“Köpeksin.” Bende güldüm. “Bunca zaman neden beni aradın?” İçten içe, tüm bu olanlardan sonra bir daha onunla karşılaşmamayı umut ediyordum. Onunla bir daha konuşmak istemiyordum.

Geçmişin perdesini ve insanlarını silip kapatmak istiyordum. Fakat onlar beni önemsiyorsa yüzlerine, sizi silip atmak istiyorum demek veya başarmak kolay değildi. Sadece... Umarım bu konuşmadan sonra bir daha gelmezdi.

“Bir gezide seni gördüm. Tamamıyla tesadüf. Sonra o üniversitenin öğrenci kadrosunu araştırdım. Hepsi bu...” Hepsi bu... Diye mırıldandı zihnim. Onunla daha fazla aynı ortamda bulunup geçmişten bahsetmek istemiyordum. Hiçbir zaman arkasına dönüp bakan bir insan olmamıştım. Fakat onu şimdi bırakırsam ayıp olacağının da bi’tabii anlamıştım. Ve ayıp olmasını bir nebze umursamasam da o peşimi bırakmazdı.

“Sen neler yaptın?” Diye sordum. Omuz silkti. “Sürünmek dışında pek bir şey yapmadık.” İçimden gelmese de güldüm. Saatime baktım. “Sen sanırım boş geminin boş kalfasısın fakat benim derse girmem gerek.” Bir süre bana baktı. “Ah, tamam.” Dedi. Farkına vardım. Saf ayağına yatarken rezalet beceriksizdi. Hala mı, insan bu konuda biraz gelişme gösterir. Deniz berbatsın. Ders programı saatlerimi biliyordu anlaşılan.

Eskisinden daha zekiydi. Gülümsedim. Şimdi olan her şeyi biraz gerçeklik detayıyla harmanlamalıydım. “Aslında, fakültede ders verdiğimi öğrendin mi?” Dedim ona bakarken. Hafif uzaklara baksa da öğrendiğini anladım.

“Sınıf arkadaşlarıma rapor ödevi vermiştim. Onları okumam lazım. Tam bir iş kolik gibi görünmek istemiyorum fakat, hem öğretim görevlisi gibi davranırken aynı zamanda bir öğrenci olarak projelerimi yetiştirmeliyim. Ve diğer dışarıdaki iş anlaşmalarındaki müşterilerle de görüşüp onlara proje çizmeliyim gibi bir ton işim var.” Güldü. “Anladım tamam.”

Onu kandıramayacağımı fark ettim. Zihnim çok doluydu ve doğru dürüst düşünemiyordum. Fakat belki böylesi daha iyiydi. Belki de bir daha konuşmamamız daha iyiydi. Ona kötü davrandığımın farkındaydım ama artık mental olarak bunları kaldırabilecek seviyede değildim. Artık bir şeyleri silmeliydi.

Kendi sağlığım buna daha fazla dayanamıyordu. 13 yaşımda karakterimi kaybetmiştim, ileri zamanlarda ruhumu... Korumam gereken bir akıl sağlığım kalmıştı. Ona baktım. Gözlüklerini hala çıkartmamıştı.

Elimi uzattım. “Karşılaşmak güzeldi. Daha sonra görüşelim.” İfadesiz bir şekilde elimi sıktı. “O halde sonra görüşürüz.” Gözlüklerine baktım. Lütfen Deniz... Beni bir daha bulma.

Continue Reading

You'll Also Like

3.4M 168K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
290K 18.5K 47
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

120K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
3.9K 249 6
"Buğlem...Buğlem...Buğlem..." Tiz ama oldukça rahatsız edici bir ses fısıldıyor,çarpan yıldırımlar uçağı sarsıyordu. Tüm bunlara anlam veremiyor, göz...