GEÇMİŞİN PENÇELERİ

Por AslnurKaynar

93.1K 7.4K 15.1K

Zamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, bi... Más

GEÇMİŞİN PENÇELERİ
GP -2-
GP -3-
GP -4-
GP -5-
GP -6-
GP -7-
GP -8-
GP -9-
GP -10-
GP -11-
GP -12-
GP -13-
GP -14-
GP -15-
GP -16-
GP -17-
GP -18-
GP -19-
GP -20-
GP -21-
GP -22-
GP -23-
GP -24-
Duyuru
GP -25-
GP -26-
GP -27-
GP -28-
GP -29-
GP -30-
GP -31-
GP -32-
GP -33-
GP -34-
GP -35-
GP -36-
GP -37-
GP -38-
GP -39-
GP -40-
GP -41-
GP -42-
GP -43-
GP -44-
GP -45-
GP -46-
GP -47-
GP -48-
Kısa Bir Duyuru
GP -49-
GP -50-
GP -51-
GP -52-
GP -53-
GP -54-
GP -55-
GP -56-
GP -57-

GP -1-

6.6K 323 1.1K
Por AslnurKaynar

Multimedya; Almina.

İyi okumalar dilerimm❤❤

----

Hissiz. Sanırım tüm hayatımı tek bir kelimeyle anlatmaya kalksam şüphesiz söyleyeceğim tek kelime bu olurdu. Hissizdim ve uzun zamandır kendimi hissedemiyordum. Bunun nedeni geçmişimin apseli olmasından kaynaklı mıydı?

Sanırım öyleydi.

Hissizliğime tezat beş yaşında kalbimde filizlenen duyguyu hâlâ hissedebiliyordum. Hatta hissizleşen ruhumda hissettiğim tek duyguydu belki de aşk. Sadece bir kelimeydi ama zihnimi katledip içine onun adına şehirler kurmama yetmişti. Yıkıktı o şehrin binaları lâkin içlerinde onun için yetiştirilmiş boy boy çiçekler vardı. Hayat acımasızdı, bunu; yaşadığım şeylerin o çiçekler kadar güzel olmadığında öğrenmiştim.

Ben; sevdiğim adama bahçemde çiçekler büyütürken o, ona bir yaprak bile açmayan kişiye yanmıştı.

O çiçekleri yerinden söktüm ve göğsümdeki babamın mezarına diktim. Ve o an anladım, babamın cesedi göğsüme yerleştiğinde karanlık her yeri esareti altına almıştı. Güneşim batmamıştı belki ama babam öldüğünde güneş diye bir kavram kalmamıştı.

Hayat acımasız, içinde tonlarca ölüm kelimesini barındıran karanlık bir romandı, içinde ölüm geçen hiçbir cümle de güzel olamazdı. Bu yüzden hayatımı anlatan roman sayfalarında genellikle karanlığın gölgesi vardı.

Gökyüzüne sığınan ayın ışığı, denizin üstündeki koyu örtüye can verirken yıldızların karanlığa sığındığını fark ettim. Gök aynamdı, benim gibi kimsesizdi.

Uçurumun kenarındaydım. Arkamda, dalları birbirine dolanmış ağaçlar vardı ve zihnim ağaçlara özenmiş gibi boynuma sarılan düşüncelerimin çoğunu birbirine dolandırmıştı. Nefes alamadığımı, zihnimdeki sokaklarda bulunan düşüncelerin, yaşadığım için geçen dakikalara karşı savaş açtığını hissettim.

Gerçi çokta yaşıyor sayılmazdım aslında şu çivisi çıkan dünyada.

İçimdeki karanlığın, dışarıdaki karanlıktan daha tehlikeli olduğunu fark ettiğim dakikalarda öfkem derimin altında yılan gibi süzüldü.

"Bunu kendine yapma, bu sen değilsin." On dokuz yaşında bir kız olmama rağmen neden zihnimin kırk dokuz yaşına merdiven dayadığını hissediyordum?

Zihnimin içi çürümüştü.

Sanki akrep ve yelkovan ibrelerini saatin ruhuna saplamış, zamanın kanını akıtmışlardı. Veyahut geçmiş, geleceğe gitmemek için her şeyi deniyordu. Aksi takdirde zamanın bu kadar yavaş geçmesi mümkün değildi.

Dalgın bakışlarım avuç içlerimdeki kader çizgilerini buldu. Bileklerimde yetişen umutlar, hayata adım attığım an filizlenmişti ve ilerledikçe karmaşıklaşan yollar hayatın zorluğunu göstermeye çalışır gibiydi.

Hayatın zorlukları bana hissizlik bahşetmişti.

Hayır Almina, onu hâla hissediyorsun. Bak dokun sol tarafına, o hâla orada. Senin canını yakmak için bekliyor, sen onun için yaşarken üstelik.

"Neden bu kadar yalnız hissetmemem gerekiyor." Diye konuştum, kendime düştüğüm yerden baktığım cam parçalarında yansımalarım vardı. Acı vardı ve huzursuz hissetmemi sağlayacak kadar somuttu. Acı vardı, gerçekti ve benim hiç hayal kurma şansım olmamıştı.

Evet ben buydum; Almina Çakır. Hayalden uzak, gerçek kadar acı.

Zaman; aralarına, anıları alarak fütursuzca katmerlenmeye başladığında şafak ilk ilmeğini sökerek gökyüzünü boyamaya başlamıştı. Sanki elinde fırçası olan bir ressam vardı da tuvalindeki gökyüzünü usul usul kızıla boyuyordu.

Saniyeler sonra gökyüzü, denizdeki karanlığın katili olarak, kanını denize yaymaya başladığında akrep yediyi, yelkovan dokuzu gösteriyordu. Yerimde toparlandım, gitmem gereken bir evim vardı.

Yani, öyle olmalıydı.

Çalışmış bir hâlde bekleyen arabayı uçurum kenarından çıkarttım ve gaza basarak yolun, tekerlerlekler altında kaymasını sağladım. Az önceki anı, bir sayfa öncesinde kalırken bedenimi harap eden düşünceler, geceyi katleden güneş ışığıyla yanıp kavrulmuştu. Zihnimin ceset kokan odalarının kapısını kapattım, yeni bir güne hazırlanmalıydım.

Zihnim katliam yeriydi, peki ya katilim kimdi?

Yolun ileride ikiye ayrıldığını fark ettiğimde kısa bir an duraksadım ardından direksiyonu hafif kırarak sağ tarafta kalan yoldan girdim. Tam o an olmaması gereken bir şey oldu.

Yolun ortasında bir motor ve öylece durmuş benim olduğum tarafa bakan bir adam vardı. Her şey bir anda gelişti. Ne olduğunu kavrayıp frene basmamla tekerleklerin acı dolu feryadının kulaklarıma dolması bir olmuştu.

Bedenim, ani frene basmam ile birden yalpalarken nefeslerimin sıklığı damarlarımda dolanan duygulardan dolayıydı. Yüzümü örten saç tellerimin arasından, arabanın önünde adeta canımı almak ister gibi dikilerek benimle göz teması kuran adama baktım.

Gözlerimizin arasına bir köprü kurulsaydı eğer, gözlerinden gözlerime günahlar sarkardı.

İrislerindeki intikam ateşiyle bana bakıyor, irislerimi adeta yakıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışmaya tarafım, az önceki korkuyu yaşattığı için biriken öfkemi ona kusmak isteyen tarafıma yenik düştüğünde parmaklarımı kapının kulpuna geçirerek arabadan indim ve onun karşısına, ona meydan okur gibi dikeldim.

"Aptal mısın, ne derdin var da yolun ortasında dikiliyorsun?" Öfkem kadar kan akıtsaydım bu yabancının üstüne, kesinlikle onun katili olurdum. Cevap vermedi, gözleri rahatsız olmama neden olacak kadar dikkatli bir şekilde yüz hatlarımda dolanıyordu.

Onu omuzlarından sertçe ittirerek hiddetle bağırdım. "Senin yüzünden ölüyordum ve sen 'dünya yansa umrumda değil' der gibi bana bakıyorsun."

Şeytan düşüncelerime balta geçirerek kötülüklerini zihnime boşalttı. Zihnim şunu fısıldıyordu; karşındakine zarar ver.

Erkeksi ve alaylı bir ses tonuyla konuştu. "Almina...ölmek isteyen birine göre fazla sert çıkmadın mı?" Dondum. Bir an ne dediğini idrak edemediğimde kalbimin göğüs kafesime sığmadığını hissettim.

Göğüs kafesim gereğinden fazla küçük olmalıydı, kalbim bir türlü oraya sığmıyordu çünkü.

Bana doğru bir adım attı, ben iki adım geriledim. Parmaklarım mıydı titreyen, yoksa hissiz ruhum muydu korkudan ellerimi titreten? "Ne? Bir dakika sen..." kelimeler, hissettiğim korkudan dolayı yarım yamalak çıkmıştı.

"Göğ fecri doğurana kadar buradaydın. Biraz uzağımızda uçurum ve hemen arkasında kocamam bir ormanlık alan var. Cidden korktuğun tek şey ben miyim?" Sesi, karanlıkta tek kaldığımda duyduğum ses kadar beni ürküttü. Zihnimin bir yerlerine bodoslama giriş yapmış ve sınırlarımı alt üst etmişti. Korkum kalbimden tüm vücuduma sirayet etti ve parmaklarım çaresiz bir evsiz gibi titredi.

Bakışları biraz daha sertleştiğinde hareketlerime tezat olan bir sesle konuştum. "Bu saatte ne halt ettiğim sadece beni ilgilendirir. Beni nereden tanıyorsun? Karşıma kaskla dikildiğine göre yüzünü göstermeye pek cesaretin yok sanırım." Bu tavrım hoşuna gitmemiş olacak ki bana doğru birkaç sert adım attı.

Yürüdüğüm sokakta, yolun sonunda sokak lambasının altında benim için bekleyen katil sabırsızdı.

"Korktuğunu biliyorum, aksi gibi davranmayı kes. İçinde ne yaşıyorsan onu göster." Ne olursa olsun, kimseye korkularımı ve güçsüzlüğümü gösteremezdim. Bu kendime yaptığım en büyük ihanet olurdu.

"Korkmam sana meydan okumama engel olamaz, çehresiz." Yanına vardığım arabamın açık kapısından içeri bedenimi attım. Gaza basmadan önce bakışlarımız son bir kez daha kesişti.

İrislerini nefrete batırsaydım eğer ancak bu kadar karanlık olabilirdi. Onu bu kadar karanlığa batıran kaç şeytanı vardı zihninde?

Hangisini benim zihnime bırakıp düşüncelerimi perçinlemesine yardım etmişti?

Hız yapmak benim için oldukça gergin hissetmemi sağlayan bir şeydi fakat karşıma dikilen adamdan o kadar korkmuştum ki eve varana kadar yollarda silik bir iz bırakmıştım. Yol boyunca titreyen parmaklarımı avuç içime gömerek bahçeyi hızlı adımlarla aşarken adımlarım her an birbirine dolanacakmış gibiydi.

Zihnim, her ne kadar bütün çarklarını çevirerek o adamın kim olduğunu çözmeye çalışsa da gördüğüm hareler yabancıydı, anılarımın arasında öyle biri yoktu.

Kapının önüne vardığımda parmaklarımı havaya kaldırarak kapıyı birkaç kez tıklattım ve geri çekilerek bakışlarımı etrafta dolandırdım. Yaz mevsiminin başlangıcında olduğumuz için yüzüme esen rüzgâr ılık, aileyle yapılan bir piknik gibi huzur vericiydi.

"Neredesin sen?" Kuruyan dudaklarımı ıslatarak kapıyı açan ablama döndüğümde kaşlarını çatık bir şekilde görmek beklemediğim bir şeydi.

Yalan söyleyerek içeri girerken bakışlarım onu inceliyordu. "İşim vardı, çıkmak zorunda kaldım." Esmer saçları dağınık durmasına rağmen yüzünün güzelliği bu kusuru geride bırakmıştı. Yeşil gözleri çakmak çakmak parlıyor kırmızı renkli dudakları gözlerine eşlik ediyordu.

Güzeldi işte. Sevdiğim adamın onu sevmesine değecek kadar güzeldi.

"Beni merak edeceğin mi tuttu?" Dedim, eşyalarımı portmantoya bırakırken. "Gözlerimi yaşarttın."

Bana baygın bir şekilde baktığında başımı iki yana sallayarak önüme dönmüş ve onu görmüştüm. Önümde bir tablo vardı fakat çakır mavilerim gideceği ve odaklanacağı yeri biliyordu. Başımın arkasında hissettiğim uyuşma, kalbimin bütün kemiklerimi kırıp bedenimden fırlayacak gibi oluşunu takip etti ve kanım, yönünü şaşırmış yılan gibi ters istikamette akmaya başladı.

Burada, benimleydi.

Aynı odada, aynı oksijeni soluyorduk.

Kum saati, onu gördüğüm an parçalanarak kanını parmak uçlarıma bulaştırdığında zamanın şaşkınlığım tarafından katledildiğini hissetmiştim. Parmaklarımın arasında tuttuğum araba anahtarının düşeceğini fark ettiğimde annem duraksamamı bozmaya çalışarak konuştu. "Almina, orada öylece durmayı mı düşünüyorsun kızım?"

Lâl olan dilimi çözerek anneme kısa bir bakış attım daha sonra salona doğru ilerlerken bakışlarım tekrar Rüzgâr'da kilitlendi. "Annem ile babam eşyaları bırakmak için eve geçti, dedik biz de buraya uğrayalım." Dedi Cem gülümseyerek yerinden kalkarken.

"Hoş geldiniz." Diye konuştum, kollarımı ona sararken. Annem kahvaltı için bir şeyler hazırlamaya mutfağa giderken Cem elimden tutarak beni Rüzgâr ile aralarına oturttu.

Çocukluğumdaki anılar neredeyse onlardan ibaretti. Aile dostluğundan başlayan arkadaşlığımız, yılların oluşturduğu büyük bir binaydı. Ne olursa olsun, ne kadar ayrı kalırsak kalalım onlar döndüğünde her şey aynı devam ediyor, zaman bizden bir şey götürmeyi asla başaramıyordu.

Fakat, Rüzgâr benim için arkadaşlıktan farklıydı.

Gözlerinde iki farklı rengi taşıyor, iki renktede yıllardır boğulmamı izliyordu. Kalbimdeki küllerden haberi vardı da, kalbi benim için çarpmadığından olsa gerek defalarca yakmaktan başka bir şey yapmıyordu

Bir sene kadar önce çıktıkları yurtdışından dolayı aramızdaki eksiklikleri kapattıktan sonra Cem çalan telefonuyla yanımızdan ayrılmış, Yaz anneme yardım edeceğini söyleyerek Rüzgâr ile ikimizi tek başımıza bırakmıştı. Dalgın, uykusuzluktan dolayı kısık olan bakışlarımı odanın içerisinde gezdirirken Rüzgâr konuştu. "Sarılmayacak mıyız?" Sorusu sessizliği bin parçaya bölmüş biniyle de beni parçalamıştı. "Cem ile sarıldın ya, aramız bozuk mu diye merak ettim."

Maviye çalan yeşil hareleri, yorgun olduğunu belli etmeye çalışır gibi irislerimin yansımasıydı. Başımı iki yana salladım. "Aramızın bozuk olması için bir sebep yok ki." Dedim, o gitmeden önce ona onu sevdiğimi söylemiş gerçeğini yok sayarak.

Rüzgâr başını sallayarak kollarını bana uzandığında yüzümdeki ifadeyi bir maske gibi sabitleyerek kollarının arasına girdim. "Gidişimin üstünde aylar geçti ama hâlâ aynısın." Diye konuştu çenesini başımın üstüne yaslayarak.

Homurdanarak gözlerimi kapattım. "Ne gibi bir değişim bekliyordun, Rüzgâr?"

"Bilmem, belki bana gitmeden önce baktığın gibi bakmazsın artık diye düşünüyordum." Ona, o giderken kırgın bakmıştım.

Yutkundum, hislerim boğazıma kadar taşmıştı. "Değişti, eskisi kadar yoksun artık."

Rüzgâr sıkıntılı bir nefes verdiğinde, nefesi saç diplerimden zihnime, hissettiğim duyguların cesetlerini sarkıtmıştı. "Bunları sonra konuşuruz, olur mu? Yeni keşfettiğim bir yer var, oraya gidebiliriz." Başımı aşağı yukarı sallayarak hissettiğim huzurla gözlerimi kapattığımda Rüzgâr kollarını sıkılaştırarak başımı göğsüne yaslamıştı.

Kaburgalarının arasında belirli aralıklarla kaburgalarına çarpan kalbi, kulaklarıma bir melodi gibi dökülürken geçmişte defalarca dilediğim dilek, gözlerimin önünde bir yazı gibi belirdi.

Tanrım, bir kereliğine bile olsa bu kalp benim için atsın, lütfen.

🌙

Bir ruh yaşarken ne kadar ölebilirse o kadar ölmüştüm.

Araf.

Bedenim yaşarken ruhumun ölmesi arafta olduğumu mu gösteriyordu? Ruhumdaki yaraları tırnaklarımla kanatmak isterken anlamıştım, zaten yeterince kanıyordum. Tırnaklarımın arasına sığınan kanı mutluluğuma sildim ve kirlenen mutluluğumu zihnimdeki şehirlerden birine fırlattım.

Ve sonra biraz daha kirlettim zihnimi. Daha fazla insanı oraya gömebilmek için.

Gözlerimdeki kızıllığa bir süre baktıktan sonra avuç içlerimi beyaz mermerden ayırdım, aynadan geri çekildim. Sanki zihnimde öldürdüğüm insanlar, tırnaklarını beyaz harelerime geçirmiş de harelerimi geçmişime bir emare bırakmak adına boylu boyunca çizmişlerdi.

Gözlerimdeki yardım çığlıklarını biri görüyor muydu yoksa bu, benim kendi içimde yaydığım boş serzenişlerden biri miydi?

Derin bir nefes alarak düşünceleri zihnimden uzaklaştırmaya çalıştım, Rüzgâr beni bekliyordu. Onunla gideceğimiz bir yer ve konuşmamız gereken şeyler vardı, daha fazla oyalanmak istemiyordum. Odaya geçerek üstüme ince bir ceket aldıktan sonra aynadan son kez kendime baktım ve odadan çıktım.

Uykusuz ve yorgundum.

Bir hafta kadar önce yaşadığım olay, zihnimde her gece dönüp durmuş olsa da hiçbir sonuca varamamış olmak, yaşanılan o yabancıyla beraber tozlu bir rafa kaldırmamı sağlamıştı.

En son babamın kestiği, belime dek uzanan saçlarımı düzelterek merdivenlerden indim. Çok olmamıştı babamı kaybedeli, iki yıl kadar bir süre devrilmişti göğsümdeki tabutuna. O anları hatırlamıyordum, o ana dair ne varsa zihnim acıyı kaldıramayarak silmişti anılarımın arasından.

Evden çıkıp bahçeye vardığımda Rüzgâr arabanın önünde beni bekliyordu. "İyi ki beş dakikaya hazır oluyordun." Sitemli sesine karşı gözlerimi devirerek arabaya bindiğimde Rüzgâr ön taraftan dolanmış ve şoför koltuğunda yerini almıştı.

O arabayı çalıştırıp evin önünden ayrılmamızı sağlarken başımı cama yaslayarak yol kenarına dizilmiş sokak lambalarını izliyordum.

"Dalgın gözüküyorsun, bir sorun mu var?"

Ona bakmak istedim fakat dışarıdaki ışıklar hoşuma gittiği için ona dönmeden konuştum. "Biraz uykusuzum sadece, ondandır."

"Peki, biraz heyecan ister misin?"

Afallayarak ona döndüğümde dudaklarının kenarında ince bir kıvrım vardı. "Ne?"

Arabanın hızlandığını fark ettiğim ilk anda parmaklarım kenara tutunmuş, hayalet eller boğazıma sarılmıştı. "Rüzgâr sakın!" Sesim keskin bir bıçakla kesildiğinde bakışlarım ona uzandı fakat kendine o kadar odaklanmıştı ki ne halde olduğumu görmüyordu bile.

"Dur, lütfen." Sanki deniz kenarındaydık, ben denizde boğulurken o manzaranın güzelliğine odaklanmıştı.

Beni ne zaman fark etmeye başlayacaktı, cesedim kıyıya vurduğunda mı?

Parmaklarımı ona uzatarak koluna belli belirsiz dokunduğumda Rüzgâr ismimi şaşkınlıkla zikretmişti. "Almina?"

"Arabayı, yavaşlat." Dedim kesik nefeslerimin arasından. Çakır mavilerimin gördüğü tek şey karanlık noktalardı. "Lütfen." Rüzgâr, cümleye noktayı koymamla arabayı yavaşlattığında kesilen nefeslerimden bir parçası ciğerlerime ulaştı ve bu bile bir nebze olsun kendime gelmemi sağladı.

"Özür dilerim, korktuğun aklımdan çıkmış olmalı."

Avuç içimi kalbime yaslayarak sığ nefesler alırken ve kalp ağrım avuç içimdeki çizgilere ezberletirken Rüzgâr suçluluğun sindiği sorusunu bana yöneltti. "Daha iyi misin? Ben özür dilerim gerçekten Almina, korkun olduğunu unutmuşum." Birkaç takvim yaprağı, aramıza giren mevsimler ile yanıp kül olurken başımı ağır bir şekilde aşağı yukarı salladım.

"Tamam iyiyim, sorun yok." Sorun çoktu ama derman bulmayacağım birine dert yakınacak değildim.

Sessizliğin aramızda peydâh olduğu dakikalarda ay, gecenin koynuna sığınmaya başlamıştı. Yıldız yoktu, hepsi sönmüş gibiydi. Nikbinlikten uzak, meraka yakın bir ses tonuyla sorduğunda onun da benim gibi aramızdaki sessizlikte hoşnut olmadığını fark etmiştim. "Neden kimseye ihtiyacın yokmuş gibi davranıyorsun?"

Sakinleşmiştim, nefeslerim normale dönmüş olsa da az önceki heyecanım hafif bir baş ağrısı yaratmıştı vücudumda. Rüzgâr'ın sorduğu soruya karşı başımı omzuma doğru hafif bir açıyla eğerek onu cevapladım. "Çünkü kimseye ihtiyacım yok." Buzdan daha soğuk olan sesim dikkatini çekmiş olmalıydı ki bakışları birkaç saniye yüzümde oyalandı. Buz duvarından farksızdım ve bu duvarları ona ait olan yangınlar bile söndüremezdi artık.

Bu gece, gideceğimiz yere gitme nedenimiz de o yangınları kabullenmek ve söndürmekti zaten.

Yangından yanan tek kişi bendim çünkü.

"Bunu yapma, sana baktığımda yardıma muhtaç birini görmek istiyorum ama gördüğüm şey kendi ayaklarının üstünde duran bir kadın. Almina bunu istemiyorum." Bakışlarım ani bir şekilde onu buldu.

Ne anlatıyordu Tanrı aşkına?

"Bundan sana ne Rüzgâr? Aylardır yoktun, şimdi gelip nasıl bir halde olduğum için beni, bana mı şikayet ediyorsun?" Rüzgâr kırmızı ışıklara geldiğinde arabayı durdurarak bana döndü, harelerindeki yoğun ifade, çözemeyeceğim kadar derindi.

Onu çözmeye çalışmak da istemiyordum artık.

"Tamam 19 yaşındasın falan ama bu yaşta bu kadar güçlü durman...ne demek istediğimi anlamışsındır. Hayatı umursamamandan bahsediyorum." Yeşil ışığın yandığını fark ettiğinde önüne dönüp gaza bastı. "Bu yaptığın yanlış." Alayla gülerek önüme döndüm.

"Ne yaptığımı gayet iyi biliyorum," Dedim sesim umarsızca konuşmasından dolayı hiddetliydi. "Bir daha bana bu şekilde karışmaya kalkma."

Rüzgâr sustu, ben de öyle zaten dakikalar sonra gideceğimiz yere de varmıştık. Bakışlarımı parmak uçlarımdan çekerek etrafa baktığımda dün gecenin anıları zihnime düşmüştü. Rüzgâr arabadan inerken ona eşlik ederek indim ve katı bir sesle konuştum. "Buraya daha önce gelmiştim."

Kaşlarını kaldırdı, bunu beklemiyordu sanırım. "Bende az sayıda insan keşfetmiştir diye getirmiştim. Keşke önce sorsaydım."

Önemli olmadığını belirtmek ister gibi omuz silktim ve arabanın önüne oturarak bağdaş kurarken Rüzgâr yıllanmış şarabı açarak ikimize de birer kadeh doldurdu. Yüzüme esen ılık hava gülümsememe neden olurken kırmızı rengine sahip olan sıvıyı iki dudağımın arasından yudumlayarak boğazımdan aşağı kaymasını sağladım. Tadına aşinaydım, bu yüzden ikinci yudumu biraz daha büyük almıştım.

Rüzgâr ikimize de birkaç dakika verdi. Konuşmamız gereken şeyleri düşünmem gerekiyordu fakat kayalıklarla çarpan dalga sesi ve yüzümü yalayın geçen esinti, zihnimdeki bütün düşünceleri kovuyordu.

Bu, içinde huzuru bulunduran bir anıydı.

Rüzgâr derin bir nefes aldığında bana ulaşmayan kelimelerin onda peydâhlandığını anlayabilmiştim. "Almina ben özür dilerim," diye söze girdiğinde bakışlarım ona ulaştı fakat o bana değil, parmaklarının arasında tuttuğu kadehe bakıyordu. "Gitmeden önce seni kırdığımı biliyorum, hâlâ da kırıyorum fakat elimden bir şey gelmiyor." Sesi bundan gerçekten üzüntü duyduğunu belli etmeye çalışıyordu.

Omuz silktim ve kadehin içindeki şarabı kadehin içinde döndürerek sığ bir hortum oluşturdum. Hortum, hiddetli bir şekilde bu anın acısını alıyordu. "Üzülmene gerek yok Rüzgâr. Birileri birilerinin katili olmalı." Döktüğüm cümle boğazımı bir bıçak gibi kesmiş, zift gecenin matem havasına bir miktar daha acı katmıştı.

Kaç ölünün cesedini kaldırıyordu omuzlarım?

Hangileri dışarıda nefes aldığı hâlde zihnimde son nefesini vermişti?

Bardağın dibindeki yudumu içerek bedenimi arabanın üstünden kaldırdım ve zeminde dikeldim. "Bil diye söylüyorum ben seni üzmemek için elimden geleni yaptım Almina."

Evet, sen elindeki bıçakla elinden gelen her şeyi yaptın Rüzgâr.

Rüzgâr'a, yara içinde bıraktığı sırtımı dönerek uçurumun kenarına doğru ilerlerken sesi boş arazide yankılandı. "Ne yapıyorsun?" Endişeli sesi ruhumu okşadı. Benim için mi telaşlanmıştı?

Yere hafifçe eğildim kalçamı ölü toprağa yaslayarak ayaklarımı uçurumun derinliğine doğru sallandırdım. Korkmam gerekiyordu, yanımdaki ufak taşlar kayarak düştüğünde gözden kayboluyorlardı çünkü.

"Merak etme düşmem," İblisler zihnimi kirleterek geçmişime pusu kurmuş, elindeki hançerlerle geri çekilme fikrimi katlediyorlardı. "Düşmeyeceğim."

"Almina, yanıma gel." Alayla gülerek omzumun üstünden ona baktım. Rüzgâr bana telaşlı hareleriyle bakarken homurdandı. "Çocuk musun anlamıyorum ki.." Önüme döndüm ve aşağı baktım. Yüzüme sert bir rüzgâr esti.

Sanki yüzüme esen rüzgâr bana intiharı fısıldıyordu.

"Sakin olmalısın." Diye fısıldadım aşağıdaki keskin kayalıklara bakarken. Ay ışığı keskinliklerini parlatıyordu. "Bir sorun yok."

Bir kız vardı, zihnimin bir yerlerinde. Onu hissediyordum. Aşağı atlamak istiyordu. Her şeyi sonlandırıp denizi kanıyla boyayacaktı. Zaman katledildi. İntihar gibi görünen bu eylemi bırakmış arkasındaki oğlana bakıyordu.

Kız çocuğunun bakışlarını bana çevirmesiyle, denk geldiğim hüzün yerimde gerilememi ve uçurumla arama daha sağlıklı bir mesafe koymamı sağladı.

"Hatırlıyor musun, bir keresinde parkta oynarken sen salıncak sıranı bana vermiştin. Sanırım seni ilk o zaman sevdim." Acı dolu bir gülümsemeyi tattı dudaklarım.

Dudaklarıma kaç tane sevinç dolu gülümseme borçluydum?

Rüzgâr'ın yanıma doğru geldiğini hissettim. "Bana neden hiç gelmedin?" Fısıltım ona ulaştı ama onun zihninde, benim ki gibi çığlık çığlığa bir deprem mi yarattı bilmiyordum.

"Ben hiç gitmedim Almina. Yurtdışında olduğum zamanlar bile yanındaydım." Histerik bir şekilde güldüm.

"Sen bana hiç gelmedin ki, gitmediğin biri varsa bu kişi ablamdır. Sakın benim yanımda olduğunu söyleme." Ve sustum. Kelimelerin bir işe yarayacağı yoktu. Rüzgâr bana doğru eğilerek bedenimi kollarının arasına aldı ve bedenimi yerden kaldırdı.

"Konuşmaya gelmiştik, sen neler yapıyorsun."

Gözlerimi devirdim. "Konuşuyorum işte."

Derin bir nefes aldığında göğsündeki başım hafif yükselmişti. "Konuşmamız gereken şeyleri değil ama." Haklılığını kabullenerek sustum ve o beni arabanın koltuğuna yerleştirirken onu izledim. Bakışları üstümden bir an bile ayrılmıyordu.

Bir delilik yapmamdan korktuğu açıktı.

Yapacağım tek delilik yaşadığımız onca şeyden sonra ona hâlâ bu kadar hayran bakmak olabilirdi.

Rüzgâr kendi tarafına geçip koltuğunu yatırdığında konuşmanın bittiğini anlamıştım. O gözlerini kapatırken avuç içimi çeneme yaslayarak onu izlemeye başladım. Koyu kahve ile sarı arasında kalan dağınık saçları alnına dağınık bir halde dökülüyordu. Kirpikleri sık, kaşları biçimle ve dudakları dolgundu.

Rüzgâr'ın dudakları dakikalar sonra aralandı, uykulu sesi arabanın içindeki sessizliği katletti. "Seni seviyorum." Bu cümle beni mutlu edip katledilen umutlarımı diriltebilirdi.

Tabi dudaklarından o son kelime dokülmeseydi. "..Yaz."

Uyumadan önce duyduğum cümle, günlerce yuvarlanan kar topunu çığa çevirip gördüğüm kâbusa düştüğünde gerçeklerin binlerce kilometre derininde, hatırlayamadığım anıların pençesindeydim.

Huzurlu bir uyku uyuyamıyor, güne uyanır uyanmaz dudaklarına gülümsemeyi yerleştiren o kız olamıyordum.

Çünkü ölüm bir kez size uğradığında, acının her daim diri kalacağını anlıyordunuz.

Buruşturulmuş bir kağıdın açılması gibi, bilinçaltıma çöken karanlık kalktığında kağıdın üstünde kalan izler gibi kâbusun etkisi birkaç saniye üstümden gitmemişti. Arabanın dışından gelen şaşkınlık nidası, puslu bakışlarımın yönünü çevirdi ve gergin bir hâlde arabaya bakan Rüzgâr'ı buldu.

Oynanılacak olan tiyatro için yazılan ihtimaller bir bir kanımın donmasına neden olurken hızla yerimde toparlanarak arabadan indim ve sersem adımlarla Rüzgâr'ın yanına gittim.

"Sorun ne, neler oluyor?"

Rüzgâr yüzünü sertçe ovalarken kelimelerine geçen pranagaları çözmek yerine çenesiyle bir yeri işaret etti. Çakır mavilerim işaret ettiği yere döndüğünde bakış açıma giren ilk şey güneş ışığıyla parlayan metal olmuştu. Arabanın lastiklerine geçirilen bıçaklar unutmaya çalıştığım bir anıyı gözlerimin önüne düşürdü.

Sokağın sonundaki yabancıyla aramdaki mesafe biraz daha azdı.

"Cem'i ara gelsin," Gerginlikle ensesini kaşıdığında bakışlarım hâlâ keskin bıçaklardaydı. "Yedek lastik yok diye biliyorum çünkü." Biz uyurken biri yanımıza gelmiş ve lastikleri patlatmıştı.

Bu gerçekle sarsılarak donduğumda Rüzgâr ismimi tekrar ederek acele etmemiz gerektiğini ve buradan gitmek istediğini söylemişti.

Yerimde hareketlendim ve hızlı adımlarla ilerleyerek arabadan çantamı aldım. Bakışlarım hem etrafı tarıyor hem de Rüzgâr ile çantam arasında oyalanıyordu. Telefonu çantadan çıkaracağım sırada gözüme ilişen beyaz not not kağıdı, kaşlarımdaki çatıklığı arttırırken kalbimin atışlarını sıklaştırmıştı. Not kağıdını kavrayıp çantadan aldım ve katlanmış yerlerinden yavaş bir şekilde açtım.

Sanki gözlerim satırlar arasında kayıp giderken bir girdaba çekiliyordum. Geri dönüşü olmayan bir merdivenin ilk basamağında, kumar masasına dahil olduğum andaydım.

O gece yanımdan kaçmasaydın bazı şeyler gösterecektim, bir takım delil gibi bir şey. Ayrıca bir şey söyliyim mi şuan yanında bulunduğun kişi seni sevmiyor. Bu arada yeni oyunuma hoşgeldin Almina Çakır.

----

İlk not kağıdıyla başlayalım o zamann :) yavaş yavaş heyecanlı yerlere adımımızı atıyoruz.

Bölüm nasıldı? Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Ve sizleri seviyorum!😙❤

Seguir leyendo

También te gustarán

26.5K 1K 16
Gerçek ailem kurgusu ama bu sefer ki farklı kızımız evli ve hamile. (Bazı yerlerde +18 vardır ayrıca Küfür, argo vardır.) Cringe'den ve klişelerden u...
289K 14.9K 28
Annesi ve babasının şehit düşmesi ile yetimhaneye verilmesi Denizin hayatını değiştirmişti. Bir gün ansızın bir telefon geliyor 17 yıl sonra gerçekle...
60.2K 3.5K 24
Savcı ve asker hikayesidir aynı zamanda bir gerçek aile hikayesidir kitabıma bir şans verin lütfen
97K 3.6K 34
Karışmış bebek klasiği. Zeynep gerçek ailesine alışabilecek mi? Zeynep ön yargıları kırabilecek mi? Zeynepin ailesi olabilecek mi? Hadi gelin hep ber...