Bitches and Riches

By Strangeclousy

710K 61K 143K

İnsanoğlu dediğimiz aciz varlık, her şeyden habersiz kadehlerini tokuştururken Sen ve ben, aşkımız için kanla... More

Bölüm 1: Parçalara ayırmak
Bölüm 2: Bana Artık Dokunma(1)
Bölüm 3: Hadi Oyun Oynayalım(2)
Bölüm 4: Pişmanlık
Bölüm 5: Kusursuz
Bölüm 6: Doğrular
Bölüm 7: Biz en yakın arkadaşız
Bölüm 8: Başlamak(1)
Bölüm 9: Başlamak(2)
Bölüm 10: Tutku
Bölüm 11: Min Yoongi
Bölüm 12: Mühür
Bölüm 13: Nemesis
Bölüm 14: Akşam Yemeği
Nemesis Rules (Yenilendi! Şiddetle bakılması tavsiye edilir!)
Bölüm 15: Art Deco
Bölüm 16: Medusa
Bölüm 17: Kendini Kaybetmek
Bölüm 18: Pijama Partisi
Bölüm 19: Kalp Kırıklıkları ve Randevu(1)
Bölüm 20:Kalp Kırıklıkları ve Randevu(2)
Bölüm 21: Katil
Bölüm 22: Bahtsız Karşılaşma ve Küçük Jestler(1)
Bölüm 23: Bahtsız Karşılaşma ve Küçük Jestler(2)
Bölüm 24: Yanlış Anlamak/Anlaşılmak
Bölüm 25: Kış Geliyor
Bölüm 26: Boğmak
Bölüm 27: Fırtına Öncesi Sessizlik
Bölüm 28: Gerdanlık
Bölüm 29: Gerçekler
Bölüm 30: Şefkat(1)
Bölüm 31: Çağrılmak(2)
Bölüm 32: Suçlanmak/ Ayrılmak
Bölüm 33: Yeniden Doğmak
Bölüm 34: Şeytan
Bölüm 35: Meyhane(1)
Bölüm 36: İlk Adım ve Kirli Şantaj(2)
Bölüm 37: Sonun Başlangıcı(1)
Bölüm 38: Şâhı Ezip Geçen Vezir(2)
Bölüm 39: Avlar ve Avcılar(3)
Bölüm 40: Jeon Jungkook'un Oyunları(1)
Bölüm 41: Kan, Ter ve Gözyaşı(2)
Bölüm 42: Şehvet
Bölüm 43: Jungkook'un Jimin'i
Bölüm 44: Kilise
Bölüm 45: Acı ve Sevgi
Bölüm 46: Öpücük
Bölüm 47: Aşk
Bölüm 48: Diğer Adam
Bölüm 49:Düğüm
Bölüm 50: Kırılma

Bölüm 50(2): Özgür

1.7K 207 628
By Strangeclousy

Ben bir bulutum,

Dolaşıyorum özgürce havada,

Şişiyorum nemi aldıkça,

Çıkıyorum en tepelere, sıyrılıyorum diğerlerinden,

Patlıyorum,

Yağmurlar kullandı beni, parçaladılar hiçliğe,

Kan ağladım, haykırdım,

Beni zorla karıştırdılar denize,

Ben, o eski bulut değilim.

Bir çift kuzguni gözde aklım,

Beni kandırışına ağlayacağım her gece.

Bir atın yelesindeyim şimdi,

Bir saçın savruluşunda,

İki dudağın ucunda,

Ama ben, o eski bulut değilim.

*

"Anne, sence ben aşık olacak mıyım?" Jimin, ıslak saçları geriye taranırken sordu. Mallory, aynadan oğlunun merakla şekillenmiş minik suratını inceledi, bir cevap vermeden önce şöyle bir hmladı küçük bedenin daha da heyecanlanması için. Dudaklarında yamuk bir gülümseme, tıpkı kendisi gibi olan kumral tutamları bir kez daha taradı. "Elbette, bebeğim. Herkes hayatında en az bir kez aşık olur."

"Yaaa..." Jimin'in şaşkınlıktan dudakları aralandı, yere değmeyen ayaklarını hızla salladı ve zihninde beliren yeni soruyu hiç düşünmeden dile getiriverdi. "Peki, sence ben kime aşık olacağım?"

"Bilmem." Net bir cevap alamamak küçüğün merakla harmanlanmış sevincini düşürdü, her çocuk gibi o da sabırsız ve bilinmezliğe tahammülü yoktu. O şimdi, hemen bir cevap almak istiyordu! Hatta mümkünse onunla, her kimse, en kısa vakitte tanışmalıydı! Onunla oyuncaklarını ve süt yumurtalarını paylaşmaya hazırdı. Mallory, oğlunun düşen suratını ve yerini yavaş yavaş huysuzluğa bırakacak yaramaz pırıltılarını gördüğünde aklını dağıtacak, farklı bir fikirle yaklaştı ona. "O kimse, umarım seni çok sever, benim güzel oğlum. Çünkü sen, her şeyin en güzeline layıksın."

Jimin kıkır kıkır güldü. Sevilme, tıpkı büyükler gibi aşık olma düşüncesi bilinmezliği çoktan geride bırakmıştı. Hatta üstüne, iki ön dişinin düşmesinden ötürü özellikle ağzını açmamaya çalışsa da annesinin içten iltifatları karşısında çirkin göründüğünü unuttu gitti. Ablası ona öyle demişti, çirkin bir ördek yavrusundan farkı yokmuş... Ablasının sözlerine karşın annesinin tatlı sözleri onu o kadar mutlu etti ki nefessiz dahi kalışını umursamadan kadıncağızı soru yağmuruna tuttu. "Ben güzel miyim anne? Ya da yakışıklı? Aşık olduğum kız beni beğenecek mi?"

Mallory; oğlunun yanağına kokulu bir öpücük bıraktı, yanaklarını birbirine bastırarak sarıldı ona. "Sen hayatımda gördüğüm en güzel, en yakışıklı çocuksun Jimin!"

"Ön dişlerim olmasa bile mi?!"

"Ön dişlerin olmasa bile."

Rüzgar esti.

Birinin siyah, birinin kızıl tutamları ahenkle dans etti esintiyle.

Dişleri arasından hava süzüldü Jimin'in, tıpkı bir ıslık gibi. Yanaklarında, yaşlarının üşümüş ıslaklığı, dudaklarında çatlamış et parçacıkları, üzerinde, onu tir tir titreten minicik elbisesi...

Ama yanıyordu.

Soğuğun ateşinde, sıcağın soğuğunda, Jungkook'un gözlerinde, onun, o şokla aralanmış dudaklarında... Her şey karmakarışık, akıyor hiddetle akan bir nehir gibi.

Nehrin suyu berrak değil, bulanmış pislikle, kanla.

Jimin'in kanıyla.

Bir adım attı geriye, yeni ayaklanan bir ceylan gibi sendeledi. Kendi kulaklarına dahi zor ulaşan bir fısıltı kaçtı dudaklarından, dengesini bulabilmek için salladı ellerini eteklerinin ucunda. Bakıştığı gözlerin ona doğru bir adım attığını gördüğünde...

Kaçtı.

Arkasına dahi bakmadan, acılarını gerisinde bırakarak, her şeyin bir kabus olmasını dileyerek... Lakin, tenini yarıp geçen kurumuş dallar, bu nemli, soğuk hava bedenini bir yılan gibi kıskıvrak sararken nasıl hayal olabilirdi ki her şey? Ormanın uğultusu kulağında, binlerce ses kafasında, o tek birisini duydu.

Medusa.

Çığlık attı.

Yere kapaklandı.

Üstü başı, avuçlarının içi, dizleri çamur oldu. Hava, onun sözcüsü oldu da inci tanelerini sakladı, onun yerine haykırdı, indirdi sicimle gözyaşlarını. Balçık gibi oldu toprak, kalkmak istediğinde avuçlarından kaydı, yanağını sürttü. Bir hareketlilik hissetti uzaktan, açtı gözlerini korkuyla.

Jungkook'u gördü.

Kalbi tekledi.

Ona koştuğunu gördüğünde hızla ayaklandı, yakalanma ihtimaliyle karnı kasıldı. Bir ayakkabısı onu yarı yolda bıraktı, sonra diğeri... Saçlarını yalayıp geçen parmakları, onların savurduğu havayı hissettiğinde bile korkuyla haykırdı. Ayağının altından kayıp giden çamur, arkasında, varını yoğunu onu yakalamak için ortaya koyan adam, çalılara takılıp yırtılan beyaz elbisesi... Hiçbir şey azaltamadı hızını. Arabasına bir kurtarıcı gibi sığındı, bindiği gibi kapıları kilitledi.

Jungkook camı yumrukladı. "Medusa, aç şu kapıyı!"

Jimin, titreyen bedeniyle başını salladı, gözyaşları, yanaklarında adeta bir su yolu oluşturmuşken, büyük olanın, tanımadığı yüz ifadesiyle iyice korktu. Onun, kendine hakim olmaya çalışıp başaramadığını ,saldırgan hareketlerine masumiyetin maskesini beceriksizce takmaya çalışışını gördükçe kahroldu. "Bebeğim, bebeğim aç kapıyı! Medusa, yemin ederim hiçbir şey düşündüğün gibi değil! Konuşalım sakince. Aç şu siktiğimin kapısını!"

Kapıyı zorladığı, cama yumruklarını indirdiği her bir saniye boynundan yüzüne kıpkırmızı kesildi. Jimin, kontrolden çıkışını, gözlerinin bambaşka bir karalıkta bakışını tüyleri ürpererek izledi, put kesildi. Sonra büyük olanın elinde mavi bir çakı gördü.

Ona mı saplayacaktı?

Hayır.

Jungkook, tekerine doğru hedef aldığında arabayı ne ara çalıştırdığını, ne ara hızla sürdüğünü hiç bilmiyordu. Panikten feri sönmüş gözleri büyük olanın ağaçlara doğru savrulduğunu, sert bir düşüş yaşamasına rağmen onu kovalamaktan vazgeçmediğini gördü. Kaçtı, diğeri içini titretircesine adını haykırdı ancak o, dikiz aynasından silueti yok olana kadar hızla sürdü arabasını. Öfkelenmesi, yıkıp dökmesi gerekirken neden korkuyordu? Neydi bu korkusunun kaynağı? Hayal kırıklığından mı, onun yerine utanışından mı, yoksa kandırılışını sindiremeyişinden mi? Liman diye sığındığı bu kollar şimdi onu diri diri yakarken ne düşünmeli? Allak bullaktı, her bir zerresi acıyla kavrulurken tilkilerini çalıştırmaktan acizdi. Bir günde bin yıl yaşlanmıştı adeta, karşılaştığı görüntü kafasının içinde bozuk bir plak gibi oynadıkça nefesi kesiliyordu.

Bir hıçkırık kaçtı dudaklarından, direksiyonu bir sağa bir sola kırarken nereye geldiği hakkında bir fikri bile yoktu. Zihni, önündeki benzerliği kavrayamayacak kadar bulanıkken yaralı ayakları ılık, Arnavut kaldırımlara değdi. Kapıyı kapattı, gövdesini döndürdü.

Kaçması gereken yerdeydi.

Evde.

Jungkook ve ikisinin yuvasında.

Dehşet, vücudunu kontrol edilemez bir hızda sararken tüm dengesi alt üst oldu, durduğu yerde sendeleyiverdi. O an, vücuduna nüfus eden acıya karşı çıkmak, inatla güç gösterisi sergilemek Jimin için çok zordu, zira bunu yapacak kudreti de kendinde bulamadı. Baştan aşağı, tıpkı bir goncanın kırmızı yaprakları gibi tir tir titrerken dizleri üstüne kapaklandı. Onların tutkuyla, aşkla dolu yuvalarına bakarken şimdi her bir anının güzelliği derisine kırık bir cam gibi battı. O parçalar ilk önce küçük küçük kanattı onu, sonra hiçliğe sürmek ister gibi yavaş yavaş, işkence ederek oydular. Dün gece, Jungkook'un onu nasıl sarmaladığını hatırladığında dudakları arasından fırlayacak haykırışı elleriyle tuttu, burnunu sıktı sertçe.

İnsan korktuğunda sığınmak için evine gelirdi.

Oradan ayrılması gerekirken eve adımlaması kendine bir ihanetti. Kapı açıldığında ne başındaki görevliyi ne de onun şaşkınlıkla, acımayla karışmış simasını gördü. Bir bir tırmandı merdivenleri, bir şeyler bulma, ne bulmak istediğini bilmiyordu, umuduyla odalarına girdi.

Jimin'in aksine tertemiz olan odalarına...

Işık yanmadığından eşyaların ancak siluetini görebiliyordu, hoş, görmesine de gerek yoktu zira ayakları ezbere biliyordu nereye gideceğini. Attı kendini dünyanın en rahat yatağına, çamur yaptı beyaz çarşafları. Üstündeki aynaya baktı.

Bir ceset gördü.

Ceset o'ydu.

Her bir ayrıntısına bakarken üstündekilerin önceki, nizamlı hallerini hatırladı. Dudaklarına ruju gezdirirken o tatminkar gülüşünü, beyaz elbisesini seçerken saatlerini harcayışını, topuklusu, yara yapacak kadar vurmasına rağmen sırf en yakışanı o diye giymesi... Şimdi ise bir karmaşaydı: Çenesine kadar taşmış kırmızı rujuyla, paramparça olmuş beyaz elbisesiyle, kuru dallardan çizilmiş teniyle, çamuruyla, gözyaşıyla, kanıyla, saçıyla... Jimin yaşayan bir cesetti.

Titrek bir nefes çekti ciğerlerine, yaralı omzuna bir baş yaslandı, bakışları kesişti aynadan.

Ablası.

Onun aksine gençliğin ışıltısını teninde barındıran, beyaz çarşafa bir ipek gibi serilmiş siyah saçlarıyla, aynı elbiseyi giyen ablası.

Hareket etmedi, vücudunu herhangi bir telaş saramayacak kadar yorgundu. Gözyaşları, ablasının güzelim saçlarına usul usul akarken kadın beline sarıldı. Sıkmıyordu onu, bir hayal olacak kadar hafifti tutuşu. "Acele etmene gerek yok, Jimin. O, işi bitmeden gelmeyecek."

Jimin karşılık vermedi, yumuşak yatakları kemiklerini sızım sızım sızlatırken yapabileceği tek şey yorgunca gözlerini kapatmak oldu. Soo Bin'in tırnakları karnında gezindi, oval hareketler çizerek adeta kendine bir eğlence çıkardı. Sonra, öyle bir nefes aldı ki, kızıl olan onun hayal kırıklığını iliklerine kadar hissetti. "Sanki Anna'yla buluşmak için Taehyung'u da böyle ekmişti ama..."

Benzerlik, bir kağıt kesiği kadar yaralayıcıydı ancak Jimin, ablasına herhangi bir duygu yansıtmamak için dişlerini sıktı. Bilmiyordu ki vücudunun kasılışından ilk sinyali çoktan verdiğini... Genç kadın yattığı omuzdan başını kaldırdı, dirseklerine dayanarak kardeşinin suratına baktı. "Sonra... Senle buluşmak için de... Hm... Acaba şu, bahsettiği adam mı geldi?"

Jimin fısıldadı. "O adam bir ölü."

Soo Bin alt dudağını büktü. Jimin'in parçalanışıyla empati yapmaktan, acımaktan o kadar uzaktı ki kafasının içine boğucu fikirler yerleştirmekten çekinmedi. "Ya değilse... Sana, daha öncesinde de yalan söyledi. Doğru olduğunu nereden bileceksin?"

"Ben... Biliyorum işte." Bilmediği o kadar açık, o kadar belliydi ki genç kadının gözleri arasından geçen sahte teselli pırıltılarını gördü. Dalga geçiyordu onunla adeta! Kendini, aklını korumak için öyle bir hiddetlendi ki kendini açıklama nedeninin saçmalığını bile fark etmedi. "Ben, onun Medusasıyım! O beni seviyor..."

"Ama bir kere bile demedi..."

Tıkandı. Nefesinde, düşüncelerinde... Cevap verememenin acizliğinde, ablasının haklılık payında, ona acı veren her bir cümlenin sonuna bir nokta gibi kıvrıldı. Ezikliği, şu başının üstündeki ayna kadar sahiciydi. Kadının zafer kazanmış, alaylı gülümsemesi, onun bir cevap vermek için çaresizce aralanan dudaklarına bakışı o kadar küçümseyiciydi ki Jimin'in kendini koruması, uçurumdan aşağı yuvarlanan bir taş kadar etkisizdi. "Demesine gerek yok, ben hissediyorum."

"Taehyung ve Anna da öyle hissediyordu ancak tek bir farkla..." Soo Bin, Jimin'in suratına yaklaştı, altta kalanın, canının ne tür yollardan yanacağına dair türlü türlü senaryolar yazarken kalbi korkuyla attı.

Öptü.

Kızıl olanın gözleri büyüdü, yaşadığı dehşetten bir an önce kurtulmak için kadını başından savmayı çalıştı ancak nafileydi. Soo Bin'in elleri zampara gibi yapıştı bileklerine, üzerine çıktı, mahreminin sıcaklığını onunla paylaşırken Jimin'in midesini, ağzına getirtecek şekilde hareket etti. Diğeri çığlık attı, elleri arasında çırpındı, lakin ablasının tek bir fısıltısıyla acılar içerisinde kalıverdi. "Oh, Seni seviyorum Taehyung., benim aşkım-ah.. Seni seviyorum Anna... Turuncu saçlarında, masmavi gözlerinde, aşkın için kayboluyorum. Oh, evet benimle birlikte gel sevgilim, aşk yapalım birlikte. SENİ SEVİYORUM!"

Bir gözyaşı yuvarlandı gitti şakaklarına doğru. Her cümlede bir kasırganın girdabı gibi acıyla yoğruldu, sonsuz döngü içerisinde bir oraya bir buraya savruldu. Acısıyla baş edememek, ona yenilgiyi verdi. Deliliğin kapısını araladı nur inmiş bir ışık gibi. Jimin, gözlerini yeni açan bir bebek gibi aklını kullanmaktan aciz, yaşamı iki avuca bakacak kadar muhtaçlaşmışken, ablasının yaptığı tek şey kardeşinin gözyaşlarını silmek oldu. "Zavallı kardeşim, sahte bir sevgiye bile layık görülmedi."

Hıçkıra hıçkıra ağladı. Tıpkı bir çift göğüste süt verilmemiş, gazı çıkmamış ya da uykusu olmasına rağmen bir türlü uyuyamamış bir bebek gibi... Bir bataklığın içerisine batmak ona yetmemiş gibi tekrar tekrar, ona yeni işkenceler vadeden diğer bataklıklara daldı. Yapılan türlü işkenceler, Jimin'i kıvrandırmak için yetersizmiş gibi hançer aldılar ellerine, mahvolmuş bedenin kalbine sapladılar, ortadan böldüler ikiye! "Ağla ablacım, ağla. Zaten seni teselli eden kimse olmayacak."

"B-ben... B-bben git, lütfen! Yalvarırım..."

"Olmaz, gidemem... Bana bedenini vermeden gidemem..."

"Veremem." ağlayarak fısıldadı. Hareketlerinde, ablasının ısrarcı olmamasını isteyen bir tavır vardı ancak genç kadının hareketlenmesiyle, onun mahrem noktalarına dokunmasıyla ses telleri yırtılana kadar bağırdı. İçli çığlığı tüm evde yankılandı; yankılandı yankılanmasına da bir gelip yardım eden, onu bu acıdan çekip çıkaran olmadı. Ablasının da dediği gibi tek başındaydı. Acısıyla eş bir öfke büyüdü içinde; yalnızlığı için, kandırıldığı için, bir türlü bitmeyen acısı için... Çevik bir hareketle Soo Bin'i altına aldı, ablasının şok geçirmiş bakışlarını umursamadan geçirdi pençelerini suratına. "VERMEYECEĞİM, BENİM BEDENİM VERMEYECEĞİM! YALAN HER ŞEY, HEPSİ GENÇLİĞİME SAHİP OLMAK İÇİN BİR YALAN!"

"MEDUSA!"

Jimin, hayal mi gerçek mi olduğunu bilmediği sese rağmen durmadı. Acısını, kinini tüm zehrini akıtırcasına geçirdi tırnaklarını. Sonra bir çift kol geldi, onu sarmaladı, tüm hareketlerini engelledi. "Yapma, yalvarırım yapma! Kendini parçalıyorsun, Jimin! Kendine gel!"

Vücudu dizleri üstünde sürünerek çıkarıldı yataktan, çamur düz bir yol yaptı güzelim çarşafı. Kızıl olan, birinin kolları arasında, kulağına çalınan fısıltılarla, şakağına bırakılan öpücükler içerisinde sarmalanmıştı. Ablası, korkunç bir şekilde sırıtırken ona, görüntüsü yavaş yavaş kayboldu; bir yankı gibi ilişen fısıltılar netleşti. Jimin, kim tarafından sarmalandığını anladığında dudakları arasından bir çığlık kaçtı.

Jungkook.

"BIRAK BENİ!" Jimin haykırdı. Büyük olanın kavrayışı eskisi gibi onu iyileştirmekten ziyade kemiklerini sızlatıyor, safranın midesinden tırmanarak boğazını yakmasına neden oluyordu. Ağzına kadar geldi o ekşi tat, yüzünü buruştu. O debellendikçe diğerinin daha da kuvvetlenmesiyle pes etti, acizce yalvardı. "Lütfen bırak beni, ellerinin üstümde olmasına katlanamıyorum. Kusacağım."

Tüm bedeni özgürlüğe kavuştu bir anda.

Keşke ruhu da olabilseydi.

Onu saran kafesten birkaç adım uzaklaştığında bacakları, yeni doğmuş bir ceylan gibi titredi. İsyankarca ayaklandı kaslar, Jimin'in içindeki hesaplaşmayı umursamadan çektiler bayraklarını. Batan bir krallık gibi, ne istenirse verdi; yere bıraktı kendini. Islak, ter içinde kalmış vücuduyla, dudaklarından eksik olmayan hıçkırıklarıyla yeni doğmuş bir bebekti. Islaklığı, onun kanlı kesesi; hıçkırıkları bir rüyanın bitişine isyanı... Jungkook, ona bir adım yaklaştığında, avcısından kaçmak için her şeyi yaptı; tutmayan bacaklarını sürüdü, avuçlarından kuvvet alarak geri geri gitti. Ne yaparsa yapsın, sırtı duvara yaslandığı vakit diğeri ayak ucunda bitiverdi, oturdu dizlerinin üstüne. "Hiçbir şey göründüğü gibi değ-"

"Madem bunu yapacaktın, neden seni sevmeme izin verdin?!" Jimin hiddetle kesti lafını, aralarına sur örer gibi çekti bacaklarını kendine. Yaşlı gözleri iki kuzguni arasında gidip gelirken kıpkırmızı kesildi suratı. Aklından geçen her bir kelimenin içini yakışıyla daha bir hiddetlendi, şahdamarı parçalanırcasına belirginleşti boynunda. Acısını kustu. "Beni aldattın! Sana, gerçeklerimi açtığım, birlikte aşk yaptığımız evde aldattın beni! Senin, senin olana sahip çıkışın bu mu, ha?! Yaralamak, parçalamak, yok etmek! Mahvettin beni! Görüyor musun halimi? Senin için mahvoldum! Beni sevmeyen bir adam için mahvoldum ben!"

"Jimin sen ne saçmalıyorsun!" Jungkook, omuzlarından sarstı yetmedi koynuna bastırdı iki büklüm olmuş bedeni. Jimin'in bu harekete karşı çıkan tavırlarına, hakaretlerine rağmen inatla tuttu onu. "Sakinleş, lütfen! Yemin ederim anlatacağım sana, bir tek sen varsın benim için. Yemin ederim."

"Bırak beni, bırak! Tiksiniyorum senden! Her bir zerrenin vücuduma değişinden, seni sevişimden, her şeyden!"

"Bırakamam!" Ona daha sıkı sarıldı ancak kızıl olanın amacı sözleriyle büyük olanı yaralamak, parçalamak değildi. Dudaklarından hakikat çıkıyordu ve dokunmak istemediği ten ona daha da yapıştıkça krizi, bir veba gibi onu ele geçiriyordu. Jungkook'un sakinleştirmek için sırtını okşayan parmakları, saçları arasına süzülen nefesi katlanılmazdı. Boğuluyordu, titriyordu. Haykırışlarına rağmen büyük olanın istediğini vermemesi topaklanarak tepeden inen kar gibiydi. O kar, öfkeydi.

İlkel bir hayvan gibi aklını kullanmaktan aciz, içinde biriken zehirle aldı eline abajuru, indirdi hırsla diğerinin kafasına. Onun sarsılışından faydalanarak kolları arasından sıyrıldı, ayağa dikildi lakin başından aşağı, kanın çenesine doğru yuvarlandığını gördüğünde yaptıklarına pişman oldu. O pişmanlık, adeta bir kağıt kesiği gibi kavuruverdi içini. Yana eğilmiş suratın, aldığı şekli göremese de anlık öfkesinin Jungkook'u ciddi anlamda yaralama ihtimaliyle duruldu. Endişesi, aşkı deyim yerindeyse deliliğinin önüne geçti. Birkaç adımda, temkinlilikle yaklaştı kaçtığı adama. "J-Jungkook, iyi misin?"

Jungkook savsak hareketlerle ayağa kalktı. Dudakları arasından ne bir sızlanış ne de acıya dair suratında bir ifade belirmediğinden Jimin geriledi, ürperdi. Kızıl sıvının, kuzguni gözlere damlayışını ve bir cennetin berraklığına sahip beyazlığı nasıl da kirletişini, cehennemin rengine çevirişini gördü.

"Fıstığım." diye fısıldadı. "Kanıyorsun."

Jimin'in vurduğu yerden onun alnını öptü. Put kesildi, diğerinin çenesinden akan kan yanağına damladı. "Gel, yıkayalım seni. Üstün başın toz olmuş hep." Güldü. "Aptal gibi kaçıyorsun bir de Perseus'undan. Sanki sana zarar verecekmişim gibi..."

Pıt, pıt.

Biri burnuna biri dudağına damladı.

Jungkook, yüzünü işgal eden sükunetle kızıl olanı kucaklamak istediğinde Jimin ellerini itti. Hareketleri bir fevrilik bulundurmaktan ziyade kibarca bir reddedişti. Birkaç adım gerilediğinde, "İstemiyorum." diye fısıldadı. Sesi kısıktı; bir ses, minik bir kıvılcım karşısındaki adama temkinle yaklaşması gerektiğini söylüyordu. O sükunetli yüzün silikleştiğini ve yerini, yavaş yavaş, adeta tehditvari bir havaya bırakışını gördüğünde tehlike çanları kulağının dibindeydi . "Efendim?"

Sessizlik oldu aralarında. Gözü kana bulanmış adam, kırpma ihtiyacı dahi hissetmeden, her geçen saniye bakışlarıyla un ufak etti. Jimin o bakışlara maruz kalmaya katlanamadı, ezici bir his kapladı kalbini. Veylin içine düşmüş her bir şeytanın canhıraşı adeta içinde yankılandı. "Hadi bana banyo yaptır."

Jungkook güldü. "Güzel."

Onu kucaklayarak banyoya götürdü. Bir çocuk gibi tezgaha oturttu. Suyu, ne sıcaktan canını yakacak ne de soğuktan titretecek şekilde ayarladı. Emin olamadı, birkaç kez kontrol etti parmağıyla. Kızıl olanı almaya geldiğinde sıcacık gülümsedi. Boyundan bağlamalı elbisesini çözdü. Jimin'in vücudunu, sıcacık banyolarına rağmen bir titreme sardı, mahrem noktalarını kapatma isteğiyle zar zor baş etti. Sanki, birkaç gün önce tenini ona sunmamış, paylaşmamış gibi kendini saklayası gelmişti. Diğeri, altındaki, beyaz, dantelli külotu gördüğünde, "Bunu benim için mi giydin?" diye fısıldadı. Beklentili sesi, bir onay istediğini bas bas bağırırken yutkundu. En ufak bir tedirginlik, ikilemde kalma büyüğün dikkatini ve tüm ruh halini değiştirdiğinden yapabileceği tek şey istediğini vermek oldu. "Ne kadar yakışmış sana."

Külotu yavaşça sıyırdı bacaklarından, sonra çıplaklığını adeta vücuduna yapıştırarak kucakladı onu. Kolları arasındaki bedeni yavaşça suya bıraktığında gömleğinin üst kısmından karnına kadar ıslandı. Jimin'in dehşetle kasılan suratını görmekten aciz, neşeyle en sevdiği şampuanı ve keseyi aldı. Musluğu kapatmadığından su, küvetten fayanslara taştı; yetişmesi gereken bir yer varmış gibi üst üste bindi su damlacıkları; insanı paniğe sürükleyecek kadar rahatsız ediciydiler. Jungkook, büyük banyoyu yavaş yavaş saran su birikintisinin farkında değil gibiydi, dizleri üstünde oturuverdi kızıl olanın yanına. Onun, kurumaya dahi vakti olmamış, sürekli yenilenen gözyaşlarını sildi; yanağını şefkatle okşadı. Elini, canını incitmeye korkar gibi kavradığında kollarında şişmiş, kızarmış tırnak izlerini gördü.

"Of, nasıl kıydın kendine böyle?!" Hayıflandı, diğerinin tenini keselemeden önce şişmiş her bir noktayı minik minik öptü. "Bir tanem benim, yıkandıktan sonra krem sürelim, olur mu? Canın çok acıyor mu?"

Jimin bir cevap vermedi, bal hareleri akan suya daldı gitti. Diğeri de cevaplanmadığını kavrayacak kadar aklı yerinde değildi, elindeki keseyi yavaş yavaş sürttü tene. Kesenin sesi, suyun sesi, kulağının hemen dibinde alınıp verilen nefes sesleri, her şey bir kaostu Jimin için. Katlanılmaz, acıya sürükleyen bir kaos ancak o acıya, kendini yavaş yavaş içine çeken kaosa hiçbir şey yapmadı; nehrin akıntısında sürüklenen bir ceset gibi kendini kaderinin kollarına bıraktı. Su durmadı, kese inmedi, o; kaos'a karıştı... Gözleri takıldı suya damlayan kızıllığa. Pıt pıt iniyor, kaosuna koro oluyordu adeta. Çok sesli bir koro. Hiddetle akan suyun sesini bastıracak bir koro...

Artık kulağında çınlayan tek şey suyuna damlayan kandı.

Pıt.

Pıt.

Pıt.

Bu bir yarıştı adeta; kan bir gül gibi açıp suya yayılıyor, kirletilmiş gibi hisseden su ise hiddetleniyor ve adeta berraklığıyla yok ediyordu dağılmış kanı. Döngüdeydiler, ikisinin de bu döngüden hiç çıkası yoktu. Su; kirlenmemek için, kan ise onda bir iz bırakmak için çabalayıp duruyordu. İlk düşüşte dokundu kızıllığa, parmak ucundan tembel tembel yarılmış avuç içine aktı, teninde kayboldu.

"Jungkook..." Jimin adını fısıldadığında büyük olan yaptığı işi bir kenara bıraktı, ona dönmüş yüze baktı. Kızıl olan, onun kırmızıya boyanmış irisine, başından usul usul akan kana bakarken gözünden bir yaş yuvarlandı. Eserine bakıyordu işte; bir tuval gibi öfkesiyle, acısıyla boyadığı; onu da deliliğin kıyısına sürüklediği adama... Jungkook'un duygularını yansıtmayan, gözünü bile kırpmadan ne diyeceğini pür dikkat beklemesi Jimin'in canını yakıyordu.

Bağırmaktan çatallaşmış sesiyle konuştu. "İyi değilsin."

Güldü diğeri. Büyük eliyle kavradı ince bileği, açtı avcu zorla yuva yaptı yanağına. Birkaç damla kan aykırı davrandı, her zamanki yolundan saparak alnına, oradan yaralı yuvaya aktı. Jimin'in eli titredi, avucundaki başı tutamayacak kadar güçten kuvvetten kesildi, diğeri ise destek oldu ona; ben buradayım der gibi... "Sen de."

Şimşekler çaktı zihninde, onunla paylaşacağı yılların üstüne yağmur damlaları düştü, bir şeker gibi bir bir eritti. Rüzgardan, dalları bir o yana bir bu yana sallanan bir çam ağacı gibi kasvetle doldu içi. Güneşli günlerin hayali yerine boğucu, griye boyanmış günlere bıraktı. İki hasta beden, ayaklarında gitmelerine engel olan prangaları ve gün gün bitişleri...

Jungkook onu küvetten çıkardı, üzerine bir havlu bile almadan ıslak bedeni kucakladı, sımsıkı sarmaladı kollarıyla. Onu yatağa bıraktığında beyaz bir gecelik getirdi, yanında da krem. Ondan bir adım uzaklaşmaktan aciz, üzerindeki gömleği çıkarıp çıplak bedeni onunla kuruladı. Aldı kremi eline, sürdü vücuda. Soğukluğu Jimin'i ürpertti. "Gebertecektim onu."

Sustu. Elbette Jungkook'u aklamak ve haklı çıkarmak için zihninde böyle bir ihtimal belirmişti ancak karşılaştığı o manzara, Jungkook'un, Anna'ya sevecenlikle yaklaşışı gözünün önünde belirdikçe ihanet hissine kapılmaması elden değildi. Hem, günü kurtarmak için yalan da söylüyor olabilirdi ancak büyük olanı aklamak için ayak direten tarafı elbette bu düşünceyi hızla bertaraf edecekti. Belki, söyledikleri dışında daha birçok ihtimal olabilirdi ancak çok yorgundu.

Ruhu, bedeninden ayrılmış, 'an'da olduğunu hissedemeyecek kadar kendine çok yabancıydı.

"Neden?" diyebildi sadece. "Neden bugün?"

"Ben evleniyorum."

Başı döndü yanında Jungkook'a. Aşık olduğu adamın bir başkasıyla evleneceğini onun ağzından duymak gözyaşlarını daha da hızlandırdı. İçi yanıyordu, sevdiği adamın ondan kopma, unutma ve kendilerine ait olmayan bir çocuğa sahip olma ihtimaliyle... Jimin, içindeki ihtimallere, etini bir bir kesen hayallere daha fazla katlanamıyordu. Dudakları arasından çıkacak haykırışı gizlemek için dişlerini sıktı ancak acısına engel olması bedeninin öfkeyle karşılık vermesine neden oldu. Sıkamadı inci tanelerini, soğukta kalmış gibi birbirine çarptı, tir tir titredi. Ruhunun vücudundan çekilişini hissetti adeta, direndi kendini kaybetmemek için. Belki de direnmemeli, uzun, deliksiz bir uykuya yatmalıydı zira zihinde olduğu her bir dakika acısı bir dalga gibi katlanıyor, kayalıklara, bedenine, çarpıyordu. Kendini kaybetmemek için çaba sarf ettiği o anlarda dudaklarından kaçan hıçkırıklarına engel olamadı. Başta kısık, sonrasında ise içli içli... Acının bedeninden bir çığ gibi hızla boşalışı tüm bedenini titretti; içinde büyüyen yangına su atılmış gibi daha da alevlendi. Hıçkırıklarından, içli çekişlerinden nefes aldığını hissedemiyordu, içine çektiği hava değil de boşluktu sanki; dolmuyordu bir türlü ciğerleri. Ellerini vurdu yatağa, kendine engel olamamanın verdiği utançla yardım istedi. Jungkook'un korkuyla, aceleyle ilacını arayışını bir ipin ucunda olan zihniyle izledi. Astım ilacı dudaklarına dayandığında acizce sarıldı, içine çekti havayı. Çekti çekmesine de, içindeki yangına bir yardımı dokunmadı. Dönen başıyla yatağa düştüğünde Jungkook yerde dizleri üstünde, bacaklarının arasındaydı. Cansız ellerini tuttu inatla yanında kalması için. Yüzü, üstündeki aynaya dönük, teninde kabarmış kızarıklara, başını utançla eğmiş sevgilisine baktı. Jungkook'un sık sık nefes alışını inip kalkan sırtından görüyordu, sanki o da, onun gibi zorlanıyor gibiydi. Onu hayatta tutmak istediği gibi o da, onunla hayatta kalmak için ellerini sıkıyordu sanki. Alnı, yorgunlukla dizine yaslandı.

"Sıkıştım Jimin, beni her yerden sıkıştırdılar." Jungkook fısıldadı. "Ben ise çırpınıyorum, çok çırpınıyorum seni kaybetmemek için ama batıyorum sadece. Elime yüzüme bulaştırıyorum." Başını kaldırdı, bacakları arasında olduğu adamın yorgun çehresine baktı. "Ben, senden öncemi hatırlamıyorum."

Yavaş yavaş çıktı üzerine o muhtaç olduğu bal gözlere bakmak için, bacakları arasında kaldı beden, göz göze geldiler. "Değer verdiğim tek şey sensin."

Jimin kuzguni gözlere bakarken elini kaldırdı, kurumuş kanda gezindi. Parmağıyla bir ileri bir geri kazıdı kurumuş kanı, tenini kırış kırış ederek üzerine düştü birkaç parça kızıllık. Jungkook elini tutup muhtaçlıkla avucunun her bir noktasını öperken, "Muhtacım sana, yalnızlığımla boğuluyorum." diye fısıldadı. "Yardım et bana, lütfen izin ver."

Onun yüzünden aciz kalışını, muhtaçlıkla yalvarışını ancak şakağına akan yaşlı gözleriyle izleyebildi. Jungkook şifa bulmak için dudaklarını öptüğünde karşılığını alamaması ona ancak zehir oldu. Anlayamadı başta, kaşları çatıldı. Yanlış algıladığını kanıtlamak için bir kere daha öptü Jimin'i, sonra bir daha, bir daha... Her seferinde, bir öncekine göre daha sert bastırdı dudaklarını, 'buradayım' diyordu altındaki adama ancak çabası nafile gibiydi. Sonunda dudaklarından bir serzeniş döküldü, sesi titredi. "N-neden karşılık vermiyorsun bana? İstemiyor musun beni?"

Hiçbir şey demedi diğeri, bir arafın ortasında, o da ne istediğini bilmiyordu zira. Cevapsızlık, onu daha da alevlendirmiş gibi, varlığını kanıtlama çabasıyla öptü yine Jimin'i. Kiraz dudakları kaydı boynuna doğru. O öpücükler ne bir tiksinme ne de bir şehvet uyandırıyordu, sadece baskıydı o an, teninin hafifçe içine gömülüşü gibi... Jungkook istediği kadar öpücüklerini arttırsın, hissettiği şey hiçlikti. Büyük olan çaresizce onun derinliklerine karıştığında tepkisizliğiyle paramparça etti onu. Dudaklarının titreyişini, büyük bir gayretle kendini hissettirmeye çalışışını izledi. Bir cam gibi kırılganlaşmış gözlerden sonunda gözyaşları indiğinde, "Sana ulaşamıyorum." diye fısıldadı. "Sana ulaşamıyorum, yapayalnızım, yoksun."

İçinde hiçten filizlenmiş umut, tekrar öptü kızılı. Alamadı geriye hiçbir şey, umudunun her seferinde un ufak edilmesiyle altındaki adamın kolları arasında ezişti büzüştü, bir hıçkırık kaçtı dudaklarından. Çaresiz bir hıçkırık. "Seni çok özledim ama dokunmama izin vermiyorsun."

"Sensiz yapamam, Jimin. Yapamam."

"Yok olurum."

Ve dudaklarından birçok yalvarış daha döküldü. Jungkook, kendini açtıkça alamadığı her bir karşılıkta daha da parçalandı. Jimin'in gözünde değerini, aşkını kaybettiğini düşündüğü her dakika, her saniye kendini kaybetti. Kontrol ondan çıktı, ruhunu teslim etti o karanlık, hastalıklı düşüncelere. Çabası ona ulaşmaktan ziyade kendini kanıtlamaya dönüştü. Ondan başka bir çıkış yolu olmadığına, birbirlerine mecbur olduklarına... "Sen benimsin Jimin. Ben de seninim."

Jimin kayıtsız bir tavırla izledi. Onun kayıtsızlığına diğeri daha da hırslandı, beklediği rahatlatıcı, aşk dolu sözleri alamamak paniği doğurdu. Kendini biraz daha kaybetse, annesinin eteğini istediğini alsın diye çekeleyen mızmız bir çocuğa dönüşecekti. Jimin'i kaybetmeyi iliklerine kadar hissettiği o anda, ikisini birbirine bağlayacak bir şey bulmalıydı. Ondan gidemesin, hayatları hangi noktada olursa olsun kesişsin diye...

"Bu gece hamile kalacaksın." diye fısıldadı. Sesinde, bunun olacağına inanan bir kesinlik vardı. "İkimizin bir meyvesi. Bir bebek. Evet, evet... Öyle olacak."

İçini tırmaladı bu düşünce, büyük olan karnını okşadığında tüm kasları kasıldı. Bunun imkansızlığının farkında olan tek kişi kendisiydi, diğeri çoktan hayal dünyasına dalmış, Jimin'i de oraya çekelemek için çabalıyordu. Jungkook'un kendini kaybettiğinin bir resmiyetiydi bu, Jimin onu gerçekliğe çekmek için ne yapacağını bilemedi, bir şey yapamayacak kadar da yorgundu. Jungkook'un hayal dünyasında, ona biçilen oyunu bir güzel oynadı: hiçbir şey yapmadı, onu da çıkarmadı oradan. Sıcak bir ıslaklık içine yayıldığında eş zamanlı olarak bir yaş düştü.

Jungkook yanına uzandığında belini kavradı, göbek deliğinin üstüne bir öpücük kondurdu kızıl olanın koynuna uzanmadan önce. "Çok yakında, her şey çok yakında çok güzel olacak. Sen, ben ve bebeğimiz."

Kısa bir sessizliğin ardından tekrar fısıldadı. "Lütfen, beni bırakma."

Jungkook'un gözlerini kapatmadan önce son sözleri bu oldu. Sonrası, onun için bir süreliğine uyanmayacağı, derin bir uykuydu. Jimin, onun adını fısıldayıp tenini dürttüğünde bile bir tepki vermedi, yaşadığının kanıtı olan tek şey, burnundan diğerinin tenine süzülen ılık havaydı. Bedeni vücudundan uzaklaştırdı, onun suratına bakmak için yattığı yerde dikildi. Birbirine karışmış dalgalı saçlarına, kızarmış dudaklarına, ağlamaktan şeritler oluşmuş yanaklarına baktı. Aldı elleri arasına, sarsılmaya bile bir tepki alamadı. Gözlerini örten kirpikleri saydı düzensizce, birbirinden iki farklı olan dağılmış kaşlarını düzeltti parmaklarıyla.

Bir patlama oldu.

O hiçlik, öyle bir duygu patlamasıyla döndü ki ne yapacağını şaşırdı Jimin. İçine bir üşütme girdi adeta, parmak uçları kıvrıldı heyecanlanır gibi. Jungkook'a olan duyguları öyle bir yoğunluktaydı ki nereye, nasıl akıtacağını bilemedi. Aç bir tavırla öptü elleri arasındaki yüzü. Dudağını, kaşını, sus çizgisini, şakağını... Son vedasıymış gibi her biri aceleci ve sertti. İçi içine sığmıyordu, Jungkook'u ne kadar öperse öpsün ona ulaşamıyor, yaptıkları yetmiyor gibi hissediyordu. Besleyemiyordu bu içindeki açlığı, Jungkook'u alıp koynunda saklayası vardı. Düşündüğünü bir kere daha tartmadı, aldı elleri arasındaki başı, yatırdı koynuna. Sımsıkı sarıldı omuzlarına, yeri geldi parmaklarıyla birbirine girmiş dalgaları ayırdı, öpücük kondurdu her birinin ucuna. O dingin nefes, göğsünün arasına döküldüğünde rahatladı ancak sonra... Sonra onu nasıl mahvettiğini hatırladı. Her itirafı karşısında nasıl da sessiz kaldığını ve bunun karşılığında kolları arasındaki koca bedenin nasıl da bir gonca gibi titrediğini... İrislerine kadar titrediğini görmüştü, gözlerinin korkuyla boncuk boncuk açılışını, ruhuna ulaşmak için adeta kapıları yumruklayışını... Şimdi; o kapının dışında, içeriye alması için kıvrılmıştı bir taşa, tıpkı bir kedi gibi...

"Mahvettim seni." diye fısıldadı. "Mahvettim seni, mahvettin beni."

Her şeyden kaçmak istedi.

Jungkook'tan, aşkından, ona biçilen rolden, bu, yoğun duygularından... Kaldıramıyordu artık, gözlerinde yaş kalmamıştı akıtmak için. Üzerlerindeki aynaya bakarken kendine bile tahammülü yoktu, hele parçalanmış ilişkilerinin tablosuna hiç... Ne yaptığını bile bilmeden, itti koynundaki bedeni, bir kere bile ona bakmadan kenardaki beyaz geceliğini giydi. O yataktan ayrıldığında içi yeniden yangın yeriydi, kapıya ulaştı, elleri kulpa tutundu.

Arkasını döndü.

Bu sefer, yataktan kalktığında huzursuzlanan ya da uyanan bedenden hiçbir iz yoktu. Bir dinginlik vardı suratında, masumiyetiyle Jimin'i yeniden yatağa çağırıyor gibiydi. İçi parçalandı bu görüntüye, onun huzurla uyuyan suratına baktıkça, gitme deyişi kulaklarında çınladıkça... Bu acıyla bir ceylan gibi titredi ayakları, onu terk etmeyi düşündüğü için kendini cezalandırmak ve yeniden öpücüklere boğarak kendini affettirmek istedi.

"Özür dilerim."

Çıktı o kapıdan.

Bir daha dönmedi arkasını.

Ondan uzaklaştıkça evin her bir köşesinden anıları fırladı; bir yerde öpüşüyorlardı, bir yerde dans ediyorlardı, bir yerde nazlı nazlı kaçıyordu ondan. Gün sonu, acısıyla tatlısıyla yeniden büyüğünün kollarındaydı. Şimdi ise, o kollardan kaçıyordu, nefesini bırakıyordu geride. Başı döndü bu düşünceyle, duvara tutundu.

Evden çıktığında hizmetlileri dışarda, ellerine aldıkları sepetlerle bir şeyler topladığını gördü. Hepsinin suratında huzurlu bir gülümseme, yeni açan sabah güneşiyle sakin sakin konuşuyordu. Aralarından bir çiftçi gördü onu, uzakta ve yaşlı oluşundan ötürü kızıl olanın suratının ne halde olduğunu bilemedi, neşeyle ona doğru yürüdü adam. Jimin, kendini toparlamak için hızla sildi gözyaşlarını, onu görmemiş gibi yapıp hızla çıkıp gitmek istese de seslenişiyle durmak zorunda kaldı. "Bay Park!"

Çiftçi usulca yaklaştı genç adama. Dudaklarında büyük gülümseme, baharın gelişiyle güzel enerjisini her bir yana bir ışık gibi saçıyordu. Jimin elindeki sepete baktığında leylakları gördü. "Bir isteğiniz mi olmuştu, efendim? Yoksa bizimkiler çok ses yaparak sizi mi uyandırdı?"

"Hayır." dedi. Konuşmayı tek kelimesiyle, burada bitirebildi ancak içindeki merak buna engel oldu. "Bunlar ne için?"

Yaşlı adamın gülümsemesi büyüdü, kaşlarıyla işaret etti kızıllıyı. "Elbette sizin için efendim! En sevdiğiniz çiçekmiş, e hasılatı da geldi. Bay Jeon hemen toplattı, 'koku yapın, evin her yerine yayılsın.' dedi." Heyecanla sepetine uzandı, bir leylak dalını uzattı. "Alın, daha yeni kopardım."

Aldı dalı Jimin, ne bir teşekkür ne bir baş selamı titreye titreye döndü arkasını. Çıplak ayaklarıyla arabasına yürürken çiftçi yeniden seslendi ona. "Neden özgürlük?"

Jimin durdu, bir ürperti geçti vücudundan, beti benzi atmış bir şekilde baktı adama. "Ne?"

"Öyle dedi Bay Jeon." diye devam etti diğeri. "Bugünün adı özgürlükmüş. İkiniz için."

*

Continue Reading

You'll Also Like

941 143 6
Her insanı diğerlerinden ayıran belli başlı özellikleri vardı ama onu diğerlerinden ayıran özelliği epey bir farklıydı. Jimin önceki hayatlarını hatı...
255K 24.1K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
128K 14.1K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
50.1K 5.4K 15
Tamamlandı ✔️ Jimin, eski eşi olan Jeon Jungkook'u hastası olarak kabul eder. "Silahını da getirmeyi unutma." "Senin öldürdüğün aşkımıza birkaç el...