YABANCI NEFES (3 HAFTAYA DÜZE...

By maisie_ruby

190K 19.8K 14.9K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... More

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2

B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶

4.4K 468 240
By maisie_ruby

Aniden zihnime düşen ve aniden acısını benimle bölüşen Turan'ın geçmişine ithafen yazılmıştır.

Bunca zaman çocukluğunu hissedemezken, bir şarkı çıktı önüme. Çıkar çıkmaz, gözlerim doldu. O an anladım, hissettim onu. Çünkü hissetmeme izin verdi...


30 yaşında olan Turan'ın, 9 yaşında takılı kalan zihninden dökülen cümleler...

Takvim yaprakları; 23 mart 2002 senesini
gösteriyordu.

O zamanlar 9 yaşındaydım. Etrafta delicesine koşturuyor, olmayan arkadaşlarımla oyun oynuyordum. Çünkü hiçbir çocuk benimle arkadaşlık kurmuyordu. Kuramıyordu. Onları benimle arkadaşlık kurmaktak korkutan, yaralarım ve morluklarım vardı.

Daha 9 yaşındaydım, tenim bembeyaz bir tablo gibi her renge boyanmıştı. Oysa tenime dokunan şey fırça değil, yabani ellerdi. Kemer ve kemerin tokasıydı. Ocakta ısıtılmış, demir ve ya bıçaktı. Yani hiçbir çocuğun tenine dokunulmaması gereken şeyler.

O gün harabe gözüken, ama içinde annemle beraber tüm gerçeklerden kaçarak huzurla yaşadığımız küçücük evimizin önünde soğuk zemine oturmuş, beyaz tebeşirle bir şeyler çiziyordum. Başımı önüme eğmiştim çünkü çocukların ve ailelerinin bana olan acı bakışları beni utandırıyordu. Oysa utanması gereken hiç ben olmamamıştım.

Zemine doğru eğilmiş, dizlerimi kendimi çekerek, sol kolumu dizlerime sarmıştım. Sağ elimde tuttuğum tebeşirle, zeminde küçücük yıldızlar çiziyordum. Aslında daha çok karalıyordum. Çünkü avuç içimdeki acı parmaklarımı tamamen bükmeme izin vermiyordu. Bu nedenle ellerim titrediği için karalamış oluyordum.

Tâ ki, önümde beliren bir karartıya kadar. Başımı yavaşca yukarıya kaldırırken, bu mahalleye asla uymayan bir adamla karşılaşmıştım. Giydiği takım elbisesi ve kabanıyla, resmen ben sizden farklıyım diye bağırıyordu. Gerisinde ona yakışan bir araba ve dudakları arasında tuttuğu bir zipposu vardı.

Ben ona bakarken, konuşmaya başlamıştı. "Canan Ahmedova'yı tanıyor musun?" diye sormuştu bana. Sesi o kadar ürkütücü ve buz gibiydi ki, küçücük bir çocuk olduğum için hemen korkmuştum. Keşke korkmasaydım.

Hemen baş sallamış, "Annem." demiştim. Keşke dilim lâl olsaydı da söylemeseydim.

"Demek annen...Şu an nerede peki?"

Elimle arkamda duran evi göstererek, "Orada." demiştim. Sonra gülerek, "Mənə qoğal pişirir." demiştim, kendi dilimde. (Bana poğaça yapıyor.)

Kaşları kalkarken, sanki anlamış gibi yapmıştı. "Hmm, anladım."

Ardından eve doğru adımlarken, hızla ayağa kalkmıştım. "Nereye gidiyorsunuz beyefendi?"

Bana cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan, arkasında duran bir diğer ürkütücü adama beni göstermişti. O adam beni tutarken, ben korkuyla bir eve bir de beni tutan adama bakıyordum. Hatta o kadar çok korkmuştum ki, ağlamaya başlamıştım. Ağlama nedenim sadece korku değil, duyduğum çığlık sesleriydi.

Annemin çığlığı o gün hiç dinmemişti. En kötü yanıysa herkesin ara sıra durup, bu çığlığı dinlemesi ve asla duymamam gereken sözleri söylemesiydi. Birisi ahlaksızlık diyordu. Birisi kudurmuş diyordu. Birisi yazık, birileri de tecavüz diyordu.

Ama hiçkimse yardım etmiyordu.

Tâ ki, tekrardan dudaklarında zipposu yer edinen, adam evimizden çıkana kadar. Ne kadar geçmişti bilmiyorum ama uzun bir süre geçtiği belliydi. Adamın üzeri az öncekine nazaran dağılmıştı. Yüzünde ve boynunda bir çok yer çizilmiş ve kanamıştı.

Gözleri, gözlerimle birleşirken, irkilerek geriye çekilmiştim. Çok sonradan farketmiştim. Artık beni tutan birileri yoktu. Korkuyla ve telaşla eve
doğru koşarken, açık kalan kapıdan içeriye girdim. İlk oturma odasına geçtim. Kimse yoktu ve etraf tertemizdi. Ardından mutfağa geçtim. Annemin yaptığı poğaçalar, tepsiyle karışık yerdeydi.

Gözlerim dolarken, bu kez sakin adımlarla annemin odasına doğru adımladım. Kapı kapalıydı ve içeriden hiçbir ses gelmiyordu. Kapıyı tıklatırken, "Anne?" diyerek fısıldadım.

"Gelme!" diyerek bağırdı annem. O gün ilk kez bana bağırmıştı.

"An-"

"Git Turan! Ve buraya asla gelme!"

Gözlerim dolarken, annemin içeriden can yakan iniltileri duyuluyordu. O gün oradan gidemedim. Öylece sırtımı duvara yaslayarak, yere çöktüm. Kollarımı dizlerime sararken, annemin sessiz ağlamalarına eşlik ettim.

Günlerce oradan çıkmadı annem. Bir kez bile olsun seslenişime karşılık vermedi. Tek yaptığı ağlamak ve çığlıklar atmaktı. O kadar korkuyordum ki, ona bir şey oldu diye. Oysa bilmiyordum zaten olduğunu.

Günler sonra ilk kez bağırmadan bana karşılık verirken, odasının kapısını aralamıştı. Size yemin ederim, o gün gördüğüm görüntüyü hiç unutmadım. Unutamam da. Annem öyle bir haldeydi ki, ben onu asla böyle görmemiştim. Üstü başı dağınık, saçları kulak hizasında kesilmiş, yüzü, gözü şişmiş ve morluk içerisindeydi. Oysa benim annemin bu olaydan önce saçları upuzundu. Üstü tertemiz, yüzündeki değişiklik sadece tebessümü olurdu.

Ona korkuyla bakarken, o yanımdan geçerek mutfağa doğru adımladı. Sessizce peşinden ilerlerken, yerdeki poğaçaları topladı. Bir çoğunu poşete koyarak masaya bıraktı. Diğer ikisini tabağa koyarak bana baktı.

"Günlerdir aç olmalısın." dedi gülümsemeye çalışarak. "Gel de bir kaç lokma bir şey ye."

O an hiçbir şey yapamadım. Sadece ona doğru koşarak bacaklarına sarıldım. O kadar sıkı ve uzun bir süre boyunca sarıldım ki, bir yerden sonra kollarımı hissedemez oldum. O ise titreyen elleriyle bana karşılık vermişti. Elleri son kez saçlarımı okşamış, kolları son kez bedenimi sarmıştı.

Ve son kez bana annem gibi hissettirmişti.

O gece, benimle eskisi gibi, hiçbir şey olmamış gibi ilgilenmiş, pişirdiği poğaçalardan yedirmişti. Duş almamda yardımcı olmuş, üzerimi temiz giydirmişti. O an anlamamıştım ama annem benimle bem farketmeden veda etmişti.

Hiçbir vedanın acısı sona kadar sürmez derlerdi ama sürüyormuş. Çünkü ben hâlâ annemin vedasını yüreğimde taşıyordum.

O gece beraber son kez uyurken, kulağıma ninniler, masallar fısıldamış, beni bir çok yalana inandırmıştı. Sabahınaysa hiçbir şey olmamış gibi yaparak, beni dışarıda oyun oynamaya göndermişti.

Bilmiyorum ama ben de ona ayak uydurmuştum. Dediğini yapmış, ondan uzakta bir yerde saatlerce oyun oynamıştım. Hatta elime tutuşturduğu, poşetteki poğaçalardan bir kaçını yemiştim. Çünkü acıkmıştım. Ve bu oyun, akşama kadar sürmüştü. Hava karardığı ve saat geç olduğu için evimize doğru adımlamıştım. Bir de annemi çok özlemiştim.

Ben heyecanla eve doğru giderken, mahallelinin evimizin önüne toplandığını ve evimizin alev aldığını görmüştüm.

Beni gören bir kaç insan, ah vah etmiş, ilk kez doğru dürüst yüzüme bakmışlardı. Umursamadım. Elimde sıkıca tuttuğum poşetim, aniden buz tutan bedenimle insanların arasından geçmeye başladım. Biride nereye diye sormadı. Sanki, kalbim bunu anlamış gibi delicesine atmaya başlarken, annemi gördüm. Daha doğrusu cesedini.

Benim yüzümden üzerine yorgan örtmeyi bile çok gören annemin üzerine siyah poşet örtmüşlerdi. Gözlerimi kırpıştırarak, öylece durdum. Ayaklarımın önünde siyah poşetin kapamadığı kolu vardı. Artık teni bembeyaz değil kıpkırmızıydı. Kızıldı. Küldü.

Biliyor musunuz ben o gün kül renginden nefret ettim. Çünkü annem artık kül rengine boyanmıştı.

Ağlamak bile yük olurmuş insana. Ben o gün bunu öğrendim.

Dizlerimin üzerine çaresizce çökerken, küçücük bir çocuğun ruhuna ağır gelen gerçekle yüzleştim. Elimdeki poşet ağırlık yaparken, farkında olmadan elimden kaydı. Sol elim zemine kapanırken, titreyen minicik olan sağ elimi poşetin kapattığı, annemin yüzüne götürdüm.

Artık yüzü hissedilmeyecek kadar yok olmuş, yanmıştı. Oysa ben geceleri o uyurken, yüzüne dokunmayı çok severdim.

Korkmadım, yüzünü görmek için poşeti kaldırdım. Yüzüm buruştu, "Ay ana.." dedim, içimden kopan sessiz serzenişle. Artık içimde bile tutamayacak kadar boğuluyordum. Ellerimi başıma koydum, dudaklarım aralandı, nefesim kesildi. Titredim. Titriyordum. Hep titreyecektim.

İçim içime sığmazken, hırıltılı bir nefes çekmiştim. Çektiğim nefesi verir vermez, gözyaşlarım süzülmeye başladı. Annemin yüzü gözükmüyordu. Hepten yanmış ve yok olmuştu. Bu durum daha çok ağlama neden olmuştu.

"Ay ana! Səni görə bilmirəm axı!"

Dudaklarım titrerken, dolu gözlerim kısılmıştı. Minicik avuç içlerimi yüzüne bastırırken, sıcacık olduğunu fark etmiştim. Ellerimi yakan sıcaklıkla, ellerimi geri çekerken, teninden kopan parçaların da benimle geldiğini gördüm. Gözlerim sonuna kadar büyürken, dudaklarım aralandı. Ellerimde duran, yanmış, kül olmuş parçalara bakıyordum.

Omuzlarım düşerken, ellerim dizlerimin üzerine düştü. Sanki ondan kopan parçalar sadece avuç içlerime değil, tüm tenime, ruhuma bulaşmış gibiydi.

Gözlerimi çaresizce etrafta gezdirirken, herkesin ağlayarak bana ve anneme baktıklarını görmüştüm. Oysa dün annem hakkında kötü sözler söylüyorlardı. Artık utanmıyordum. Bu yüzden, ona doğru bağırarak, ayağa kalktım.

"Neden ağlıyorsunuz! Hepinizden nefret ediyorum! Bakmayın anneme! Bakmayın! Kirli gözleriniz değmesin ona!" Sonra aniden yere çökerek, hıçkırıklara boğuldum. "Zaten artık hiç değemez."

Kaç dakika geçti bilmiyorum ama anneme sarılarak ağlıyordum. Tenim, teninin yangınından nasibini alırken bile çekilmiyordum. Çekilemiyordum.

"Ay ana, olmaz axı belə...Ay ana! Dur da nolar! Ana bu insanlar mənə baxırlar! Ana baxmasınlar, nolar. Ana heç kimsə mənə qulağ asmır!"

Sonra onu sarsarak, "Ana nolar qalxda, nolar!" diyerek bağırdım. Ardından beni ondan koparan birilerini farkettim. Kollarını bana sarmış birisi beni ondan koparmaya çalışıyordu. Bağırıyordum. Annemin elinden tutuyordum.

"Ana, üzünü örtməsinlər! Ay ana səni aparmasınlar! Ay ana məni aparırlar! Oğlunu səndən uzağlaşdırırlar! Bəs icazə verməyəcəktin məni səndən almağlarına! Ana dur!"

O kadar çok bağırıyor ve kurtulmak için haraketlerde bulunuyordum ki, en son beni tutan birisiyle yere çakıldım. O anı hiç unutmam. Öyle bir çakıldım ki yere, başımı taş zemine değdi. Annemin diktiği pantolonum yırtıldı. Ve bunu yine kimse farketmedi.

Tekrardan, bu kez sedyeye alınan anneme doğru koştum. İzin vermediler, orada öylece, çaresizce, dizlerim üzerine çakıldım. Annem gitti ve ben bir başına kaldım.

Artık kimsesizdim. Hiçkimsem yoktu.

Günler sonra.

Bir çöp konteynerinin gölgesinde oturan, küçücük ben, elinde tuttuğu ve artık bomboş olan poşete baktı.

Biliyor musunuz, o gün ben annemin öldüğünü kabullendim.

Çünkü artık ondan kalan her şeyim bitmişti. Ve ben annemin ölümünü, bir gece yarısı, çöp konteynerinin yanında hissettim. Ve o yokluk hissi asla geçmedi. Biliyor musunuz, ben o poşeti cebime koyarak sakladım. Hâlâ da saklamaya devam ediyorum.

Çünkü o poşete onun teni değdi. Ve ben onu atmaya kıyamadım.

Öylece oturmuş ağlarken, bir kaç adım sesi hissettim. Sokak lambasının aydınlatığı önüm aniden kararırken, tıpkı o günkü gibi, takım elbiseli adam önümde durdu. Başımı yavaşça kaldırırken, ona baktım. Artık ondan da korkmuyordum. Çünkü her şeyimi, hiçkimsemi kaybetmiştim.

Bana bakan ve dudakları arasındaki dumanı üfleyen adam, beklemediğim bir şeyi yaparak yanıma çökmüştü.

Oturur oturmaz, yağmur çiselemeye başlamıştı. Bir bacağını önüne uzatarak, diğerini kaldırmıştı. Sol kolunu dizine yaslarken, parmakları arasında duran sigarayı dudaklarına götürmüştü.

Dumanı üflerken, konuşmaya başladı. "Sana masal anlatayım mı?"

Başımı iki yana sallayarak, başımı dizlerime koydum. Üşüyordum. Gece yarısı, dışarısı çok soğuk oluyordu ve beni ısıtacak bir annem yoktu...

"Bir varmış bir yokmuş. Bir aslan varmış. Çok güzel bir ailesi varmış..." diyerek, zemine bakmaya başladı. "Küçük aslan ailesiyle beraber o kadar mutlu ve huzurluymuş ki, içinden taşan duyguları, şarkıya dökmeye karar vermiş..."

Aniden ifadesizleşirken, buz gibi, hırıltılı sesiyle, şarkıyı söylemeye başlamıştı.

"Bir küçücük aslancık varmış
Bir küçücük aslancık varmış."

Kırlarda koko koşar oynarmış
Kırlarda koko koşar oynarmış."

"Annesi onu çok severmiş
Babası onu çok severmiş."

Gözlerim dolmaya başlamıştı. Çünkü ikisi de yoktu.

"Sen benim ca ca canımsın dermiş
Sen benim ca ca canımsın dermiş."

Canım annem...

"Aslan baba harpte vurulmuş
Aslan baba harpte vurulmuş.

Küçük aslan köyden kovulmuş
Küçük aslan köyden kovulmuş."

Bakışları bana dönmeden önce ayağa kalkmıştı. Sigarasını yere atarak, bana bakmaya başlamıştı.

Sesindeki nefreti, ölsem unutamazdım.

"Baban olarak, seni asla sevmeyeceğim." Öylesine nefretle ve korkutucu bir ifadeyle bakmıştı ki bana...

Ağlamamak için direnirken, çenem titremeye başladı.

"Ha bu arada, annen senin yüzünden öldü!"

Üzerime doğru eğilerek, "Eğer o gün annen seni değil benimle gelmeyi seçseydi, şuan mutlu bir ailemiz olurdu!" dedi, bağırarak.

"Biliyor musun? Sen bir hatadan farksız değilsin. O gecenin tek bir hatası var o da sensin! Eğer o annenin, annelik damarı tutmasaydı, şuan sıcacık evinde oturuyor olurdu. Yanmış teninin aksine, evi sıcacık olurdu..."

Parmağıyla beni itekleyerek, "Çok mu canını yaktı, annenin ailesi?" diye sormuştu. Beni iğrenç bir ifadeyle izleyerek, "Senin yüzünden annen de neler çekmiştir! Eminim, sırf seni korumak adına babasından dayak bile yemiştir!" dedi, bağırarak.

Aniden kafama vurarak, başımın çöp konteynerine değmesine sebep oldu. O kadar çok algılarım kapanmıştı ki, acıyı hissetmedim bile.

"Ulan kapısına kadar geldim! Yine sen dedi! Sen! Gelmedi! Oysa gelseydi, böyle olmayacaktı. Sensiz bir şekilde, evimizde yaşayacaktık!"

"Keşke değmiş olsaydı...Keşke. Ve keşke, kendini yakacağına seni yaksaydı! En azından o zaman değerdi!"

Keşkeler, o kadar çok sarmıştı dört bir yanımı, ben de öyle demeden geçemedim. Keşke annem geçen gün kabul etseydi de, bu adamla gitseydi. En azından benden uzakta bile olsa yaşayacağını bilirdim. Keşke kendini yakacağına beni yaksaydı...

Ve keşke o gece annem yerine ben olsaydım da gerçekten değmiş olsaydı...

Bitti...

Continue Reading

You'll Also Like

110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
953K 56.5K 73
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
199K 11.4K 67
Karanlık bi boşlukta gibi hisseden Derinin o dipsiz boşluktaki tek ışığının farkına varış ve ona tutnmaya çalışması... ❗KİTAP FİNALDEN SONRA DÜZNELEN...
352K 27.7K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...