ZAMAN SARNICI

By as_nighthawk

16.7K 1.3K 261

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... More

1: Bir Gece Ansızın
2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
4: Altın Kafes
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
10: Sorular Ve Sorgular
11: Boomerang
12: İlkler Ve Şimdiler
13: Bir Bakışta Bin Anlam
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

18: Kırk Birinci Tilki

604 64 11
By as_nighthawk

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum olarak nokta (.) bırakırsanız sevinirim. İyi Okumlar.

Yaşadığım her farkındalıkla sanki başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyordu ama yine de yüzümde tek bir mimik dahi oynatmamayı başarıyordum. Burcu kendince oluşturmuş olduğu eğitim planını heyecanla anlatırken, tek yaptığım boş bakışlarla onu izlemekti. Oysa içimde kopan fırtınaların haddi hesabı yoktu. 

Küçük bir farkındalık kartopu gibi büyüyüp önümde çığ oluşturmuştu. Kavradığım her gerçeği sindiremeden yerini bir başkası alıyor ve çiğnemeden yutulmuş lokmalar gibi boğazıma diziliyordu.

Başından beri yaşadığım şeyler bir film şeridi gibi gözümde akarken, her şeyi en ince ayrıntısıyla düşünmeye ve hakkımda daha ne gibi planları olduğunu anlamaya çalıştım. Bütün bunlardan sıyrılmak için kendimce bir plan oluşturdum. Eğer bütün uğraşlarıma rağmen üzerimde bu şekilde bir hakimiyet kurmaya kalkarlarsa, o zaman da onların istediği gibi oyuna girerdim. Ve bunu yaparken, beni aptal yerine koymalarının hesabını da sormuş olurdum.

"Önce üzerimi değiştirmem lazım." Burcu'nun kapanmaya niyeti olmayan çenesine dayanamayarak müdahale etmiştim artık. Yarım saat önce kaşımda bu şekilde konuşuyor olsaydı, hakkında sevimli falan olduğunu düşünebilirdim ama, dediğim gibi yarım saat önce...

Şu an herkese, her şeye karşı inanılmaz bir öfkem vardı. Sürekli bu zamanda yumuşak olduğumu düşünüyordum ama artık 2023'deki Gonca neyse, 1526 yılındaki Gonca da oydu. Zamanlar arası bocalamamı kullanıp, yalancı bir samimiyetle yaklaşmışlar ve beni bir at gibi istedikleri yöne sürmüşlerdi. Bunu kabul etmiyordum, etmeyecektim.

"Ah! Benimki de kafa. Gel sana odanı göstereyim. Orada kıyafetlerini değiştirirsin. Hem de hangi eğitimle başlayacağına karar verirsin." başımı sallayıp ayaklandım ve kapıya doğru yürüdüm, arkamdan onun da ayak seslerini duyunca, bekleyip öne geçmesine müsaade ettim. Çünkü ben burada da bir yabancıydım ve birilerinin beni yönlendirmesi gerekiyordu. Zaten bütün olup bitenlerin sebebi bu değil miydi? Ne kadar dikkatli olursam olayım, bulunduğum zamanı ve mekanı anlama uğraşlarım yüzünden istemsizce gardımı düşürüyordum ve saldırıya açık hale geliyordum.

Dışarının sıcağına nazaran oldukça serin olan koridorda çok fazla ilerlemeden sağ çaprazda kalan odanın kapısında durduk, içeriye girmeden gülümseyerek kapıyı gösterdi. Gülüşüne boş bir bakış atıp, kapıyı açtım ve arkama bile bakmadan kapattım. Madem suratsızlığım benim koruyucumdu, o zaman onu üzerimde şerefle taşırdım.

Oda, Burcu'nun bulunduğu odanın hemen hemen aynısıydı. Çok fazla inceleme gereği duymadan kenara dikili duran ikili metal dolabın karşısına geçtim ve içini açıp üzerimi değiştirmeye başladım.

Siyah bir sporcu atleti, tayt ve aynı renk spor ayakkabıları giyinip saçımı salaş bir at kuyruğu yaptım ve hızlıca odadan çıktım. Benimle aynı zamanda odasından çıkan Burcu'ya boş bir bakış atıp merdivenlere ilerledim. arkamdan gelen adım sesleriyle, inmek üzere olduğum basamaktan ayağımı çekip Burcu'ya döndüm.

"Sen nereye?"

"Eğitime." sanki cevabı çok bariz bir soru sormuşum gibi cevaplamıştı beni.

"Neden?" 

"Nasıl, neden? Bunun için buradayız ya hani?" 

"Ben bunun için buradayım, sen de bana yardımcı olmak için. Yanlış mıyım?" tek kaşımı kaldırarak sorduğum soru bocalamasına sebep olmuştu.

"E-evet de-"

"O zaman bana yardımcı ol, ve askerlerimle beni yalnız bırak." deyip konuşmasına fırsat vermeden merdivenleri inmeye devam ettim. Arkamdan gelen herhangi bir adım sesi duymamış olmak anı kurtardığım için iyi hissettirmişti.

Beni gözlemlemek için burada olduğunu biliyordum. Her ne istiyorsa onu yapabilirdi, tabii benim alanlarım müdahale etmeden. Aksi takdirde dişlerimi göstermekte tereddüt etmeyecektim. 

Binadan çıkıp diğer binaya yürüdüm. Üzerimdeki bakışları hissetsem de umursamadan devam ettim yoluma. Binanın kapısını açıp, tahmin ettiğim gibi, girişte oturan kıza baktım. Muhtemelen nöbetçiydi. Bu da demekti ki, sevgili yol arkadaşlarım(!) sistemi kendilerince oturtmaya başlamışlardı. Ama Tatar Ramazan misali bu oyunu da bu sistemi de bozacaktım.

"Bütün kızlara söyle, ben elliye sayana kadar hepsi hazır bir şekilde bahçede olsunlar." deyip beklemeden binadan çıktım ve parkur alanına doğru yürüdüm.

Parkur alanına geldiğimde denge direğinin üstüne oturup, birer birer binadan çıkan kızları izledim. Nerede olduğumu anlamaya çalışır gibi etraflarına bakındıklarında ıslık çalarak yerimi belli ettim. Onlar hızla bana doğru koşuştururken, yerimde kalıp hepsinin gelmesini bekledim.

Hepsi gelip karşımda derme çatma bir sıra oluşturduğunda, kaşlarımı çattım.

"Hizaya geç!" bu sesin benden çıkmış olabileceğini beklemiyor olacaklar ki, birkaçı yerinde sıçradı. Sonra emrimi idrak edip, itişe kalkışa kendilerince düzgün bir sıraya girdiler. 

Buradaki kızların en büyüğü taş çatlasa 20 - 21 yaşında ya vardı, ya yoktu. Doktor' un daha önce söylediklerinden hatırladığım kadarıyla hepsi kimsesizdi. İçim burkuldu bir an. Kimsesiz olmaları onları aç kurtlar tarafından kolay hedef yapıyordu, her şeyde ilk gözden çıkarılan onlar oluyordu. Çünkü başlarına bir şey gelse hesabını soracak, bedelini ödetecek kimse yoktu.

Ayağa kalkıp, oluşturdukları sıra boyunca yüzlerini inceleyerek ilerledim. İçlerinde 14 -15 yaşlarında olanlar da vardı ve biraz heyecan, biraz korku karışımı bir ifadeyle beni inceliyorlardı. Bu durumun beni duygusallaştırmasına izin vermedim. Çünkü bugün onlara karşı uygulayacağım en ufak bir yumuşama, yarın onların hayatlarını kaybetmelerine sebep olabilirdi.

"Bundan sonra her sabah güneş doğmadan önce kalkacak," elimle içinde bulunduğumuz dairesel alanı işaret ettim.  "burayı yirmi kez koşacaksınız. Daha sonra gidip kahvaltınızı edecek ve tekrar buraya çıkacaksınız. Ben geldiğimde hepinizi doğru düzgün bir sırada göreceğim. Olur da emrimi ikiletmeye kalkarsanız, sizi elimden kime alamaz. Anlaşıldı mı?" sonunda sesimi yükselterek bağırdığımda küçük mırıltılarla cevap verdiler.

"Anlaşıldı mı, dedim asker!" daha yüksek bir sesle bağırdığımda bu kez hep bir ağızdan 'anlaşıldı' diyebilmişlerdi. başımı sallayıp biraz geriye çıktım ve uzaktan bir kez daha gözlerimi üzerlerinde gezdirdim.

"Biliyorum birçok şeyi merak ediyorsunuz: Kim bu kadın, Niye bize bağırıp duruyor, Ne istiyor bizden ve daha bir sürü şey... Adımın, adınızın şu anda bir önemi yok. Bilmeniz gereken tek şey; ben, sizin komutanınızım. Ağzımdan çıkan her şey sizin için emirdir. Ben öl dersem ölecek, öldür dersem öldüreceksiniz. Hayatlarınız pahasına emirlerimi yerine getirmek için uğraşacaksınız. Attığınız her adımdan haberdar olacak, aldığınız nefesin sayısını bileceğim. Anlaşıldı mı?" bu kez tereddüt etmeden hep bir ağızdan yanıt verdiler.

"Şimdi alanın etrafında yirmi tur koş!" emrimi verip az önceki yerime geçtim ve kızların bir düzen içerisinde koşmaya çalışmalarını bekledim. Anlaşılan ilk günden haşatları çıkacaktı. 

Başımı yukarıya kaldırıp, gökyüzünü izlemek istedim fakat gözüme takılan küçük karartılar, bana halletmem gereken bir diğer konuyu hatırlattı.

 Dronelar.

Eğer kafamdaki planı uygulamaya koymak istiyorsam, başkalarının burayı izlemeyip, dinlemediğinden emin olmam gerekiyordu. Burcu ne kadar izlese yahut dinlese de yapacaklarımı anlayamazdı ama başka biri, özellikle de Doktor için bu durum gözden kaçmazdı. O yüzden ne yapıp edip başta dronelar olmak üzere her türlü görüntü ve kayıt sistemini buradan, özellikle eğitim zamanlarında uzak tutmalıydım. 

İçimdeki öfke yerini yavaş yavaş terk ederken, benim yapacaklarımda sakin kafayla daha net ve mükemmel bir şekilde kafamda canlanıyor, muhtemel sebepleri de sonuçları da bir bir tartıyordum. Kolay öfkelenen biri olsam da, neyse ki onunla hareket etmeyecek kadar sakin kalabiliyor ve gerekeni, gerektiği zamanda yapabiliyordum.

***********

Resmen 21.yüzyıl teknolojisiyle donatılmış karargah görünümlü üsten çıkıp, Halis ile birlikte ormanın girişinde bekleyen arabaya doğru ilerliyorduk. 

Tahmin ettiğim gibi ilk günden kızları haşat etmiş, bu da yetmezmiş gibi sızlanmalarına izin vermeden azarlamıştım. Çıkmadan önce Burcu'yu sabah koşusu ve birkaç teknikle ilgili sıkıca tembihlemiştim. Ben gelene kadar bunları halletmeleri gerekiyordu.

Ağaçlar giderek seyrekleşirken, başımı bir adım önümde yürüyen Halis'e çevirdim. Havanın yeni yeni kararmaya başlaması 

"Müfit beye onunla acilen görüşmek istediğimi söyle. Yarın ikindi vaktinde, sarnıcın oradaki evde bekleyeceğim onu." artık ona Doktor demek içimden gelmiyordu.

"İletir, size haber veririm."

Yaklaşık bir aydır, vücudumu spordan uzak tutuyor olmamdan kaynaklı bir yorgunluk esir almıştı bedenimi. Yapılacaklar listesi kafamda belirince derin bir iç çektim. Daha saraya gidip, okuma yazman dersine katılacaktım. Bu işi de bir an önce yoluna koymam gerekiyordu.

Nihayet ormandan çıkıp, arabaya bindiğimde biraz dinlenmek adına gözlerimi kapattım.

Kimine göre uzun, fakat bana göre kesinlikle kısa olan - çünkü yol boyunca uyumuştum - yolculuğun bitimiyle, kapının önünde sözde beni takip etmek için bulunan fakat Safiye'yi takip eden arabanın beni görmemesi için arabayı kapıya iyice yanaştırmalarını bekleyip arabadan indim. Farklı bir arabayla geldiğim için, misafir sanırlardı büyük ihtimalle.

 Hava iyiden iyiye kararmıştı artık. Hızlıca eve girip, akşam yemeğini yedim ve saraya gitmek için hazırlandım. Allah'tan duşumu karargahta almıştım da şimdi burada iki saat hamam derdi çekmiyordum.

Tekrar dışarıya çıkıp, kapıdaki arabaya ilerledim. Şimdi istikamet saray...

*******

Saraya gelmiş, kızlarla birkaç sohbet ettikten sonra yeni gelen cariyelerle birlikte ders aldığımız odaya ilerlemiştim. İlk başlarda dışarıdan birinin saraya bu denli girip çıkmasını tuhaf karşıladıklarını üzerimdeki bakışlardan anlasam da, artık o bakışların yerini biraz merak, biraz da kıskançlık almıştı. Çünkü bizzat sultan tarafından böyle bir iltifata mazhar olan zatı muhteremi tanımak ve onu diğerlerinden ayıran özelliğini bulmak istiyorlardı. Bulamadıklarında ise burun kırıştırıp, kafalarını çeviriyorlardı. Bense tüm bunları bütün umursamaz tavrım eşliğinde izliyor, bazen de kendimi tutamayıp gülüyordum bu hallerine.

Dersimiz bittiğinde taşlığa geçerek gözlerimle Mihriban kalfayı aradım. Köşede birkaç kızla konuşurken bulduğumda hızla ona doğru ilerledim.

"Mihriban Kalfa!" seslenmem üzerine yanındakilerle birlikte bakışları beni buldu.

"Buyur Gonca Hatun?" kızlara başıyla işaret edip gönderdiğinde, bir adım daha yaklaştım ona.

"Ferahşâd sultan ile konuşabilmem mümkün mü?"

"Hayırdır, mesele nedir?"

"Hususi bir meseledir. Kendisine söylemem daha münasip olur." 

"İyi, peki. Takip et beni." dediğinde başımı sallamakla yetindim.

Yanımdan geçip taşlığın çıkışına doğru yürüdüğünde arkasından takip etmekle yetindim. Taş duvarlara yansıyan titrek alevlerin ışığı eşliğinde dönemeçli koridorlarda ilerledik. Çift kanatlı kahverengi ahşap bir kapının önüne geldiğimizde kapının kenarında dikilen cariyelerin varlığı, buranın önemli birine ait olduğunu bağırır gibiydi. 

Mihriban kalfanın talimatıyla kızlar içeriye haber verdiler. Onay almış olacaklar ki, bizi içeriye aldılar. İçeriye girdiğimizde her zamanki reveransla sultanı selamladık. 

"Hayırdır Mihriban kalfa?" bütün görkemiyle sedirine kurulmuş olan sultan hanımın sözleri her ne kadar Mihriban kalfaya olsa da, gözleri benim üzerimdeydi.

"Sultanım, Gonca hatun sizinle konuşmak istediğini söyledi. Mesele hususiymiş." 

"Nedir benimle konuşmak istediğin?" bana yönelttiği sorusu karşısında bakışlarımla Mihriban kalfayı işaret ettim. Derdimi anlamış olacak ki, başıyla kalfaya çıkması için emir verdi. Emri ikiletmeyen kalfanın ardından kapanan kapıya küçük bir bakış atıp tekrar sultana döndüm.

"Sultanım müsaade ederseniz ben artık saraya gelmek istemiyorum." sultanın bakışları yavaşça keskinleşirken, oturduğu yerde dikleşti.

"Neden?" hareketlerinin aksine sesi sakin çıkmıştı. Eğer uygun bir durumda olsaydık birine hislerini belli etmek istemiyorsa, sesi kadar tavırlarına da dikkat etmesi gerektiğini söylerdim muhakkak.

"Sultanım biliyorsunuz, iki haftadır gelip gidiyorum ve büyük ölçüde okuma yazmayı söktüm. Gerisini kendim halledebilirim."

"Eğitimini tamamlaman gerek." kaçamak bakışlarından bunun şu an ortaya çıkmış bir düşünce olduğu çok net anlaşılıyordu. Çünkü söylerken kendisi bile emin değildi, üzerinde düşünmemişti.

"Sultanım, ben lafı arkadan çevirmeyi, eğip bükmeyi pek sevmem. O yüzden size karşı açık olacağım. Beni neden sarayda tutmaya çalıştığınızı biliyorum." deyip tepkisini bekledim. Sürekli hareket halinde olan göz bebekleri tek bir noktaya kilitlenmiş duruyordu. Daha sonra ayağa kalkıp, bana doğru yürüdü. Tam karşıma gelince dimdik bir şekilde durdu. Onun duruşu karşısında kendimi düzelttim ve en az onun kadar dik bir şekilde karşısında durdum. Bu hareketimi fark ettiğinde dudağında küçük bir gülümseme belirdi.

"Madem açık konuşacaksın, o zaman ben de açık olmalıyım." yüzündeki bütün ifadeler yerini ciddiyete bıraktı. "Gonca, benim senden başka çarem yok." derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

"Üzgünüm sultanım ama ben sizin için bir çare değilim. Şehzademizle aramızda düşündüğünüz yahut, size anlatıldığı gibi bir münasebet söz konusu değil. İki haftadır gidip geliyorum, illa ki sordurmuşsunuzdur, herhangi bir yerde karşılaştığımızı duydunuz mu? Eğer gerçekten aramızda öyle bir muhabbet olsaydı, burada yahut dışarıda görüşme ihtimalini göz ardı eder miydik?" tüm ikna çabalarım bu saraya tekrar gelmemek içindi. Bu oyunun bir parçası olmak istemiyordum. Ama ne hikmetse buradaki herkesin benimle ilgili enteresan planları vardı. Kimi oğluna gelin almak istiyordu, kimi de sarayına ajan...

"Burada görüşmediğinizi biliyorum ama, ya dışarısı..." kendince yaptığı ağız arama oyunu karşısında hafifçe gülümsemekle yetindim.

"İlk günden beri beni takip ettirdiğinizi biliyorum sultanım." yaramaz bir çocuk gibi gözlerini kaçırdı. Baştan aşağı asalet kokan bu kadının şu anki tavırları hayretten dudak uçuklatırdı.

"Madem fark ettin, neden bir şey söylemedin?" 

"Şehzademizle benim aramda bir şey olmadığını kendiniz anlayın istedim. Ama artık bunu devam ettiremem sultanım, lütfen anlayış gösterin."

"Gonca..." iki eliyle ellerime uzanıp tuttu. "Ben başka ne yapabilirim bilmiyorum." yaşadığı çaresizlik tuhaf geliyordu. Oğlu evlenmek istemiyor diye neredeyse ağlayacaktı.

"Sultanım, cüretimi mazur görürseniz sizin için bir fikrim var." yaşarmak üzere olan gözleri umut ve heyecanla parladı. Tuttuğu ellerimi bırakmadan beni az evvel oturduğu sedire çekip, yan yana oturmamızı sağladı. İkimizin üst bedenleri de birbirine dönüktü.

"Nedir o fikir Gonca?" 

"Sultanım madem şehzademiz cariyelerle birlikteliği istemiyor ve madem sevdiği biri de yok o halde şehzademizi siyasi bir evlilik yapmaya zorlayın." umarım şehzade bu fikrin benden çıktığını öğrenmezdi, aksi takdirde kellem hakikaten yolcuydu.

"Nasıl yani?" derin bir nefes alıp, daha önceden planladığım gibi anlatmaya başladım.

"Şöyle ki, şehzademiz hakkında edindiğim küçük çaplı malumat, kendilerinin devletin derdiyle hemhal olup kendisini dahi göz ardı ettiğidir. Yani devlete yardımı dokunacak her işe şehzademiz büyük bir şevkle yaklaşmakta sultanım. " deyip bir süre söylediklerimi sindirmesini bekledim.

"Aklında kim var?" gözlerindeki bu sinsi bakışı nerede görsem tanırdım. Artık gülümsememi saklama gereği duymuyordum, çünkü an itibariyle sultan hanım benimle oğlu arasında bir şey olmadığına emin olmuştu.

"Sultanım bildiğim kadarıyla Osmanlı ile Avusturya - Macaristan Krallığının arası kötü, sürekli birbirlerine karşı bir hamle yapıyorlar. Eğer şehzademiz İspanya prensesi ile evlenirse, olası bir savaş ihtimalinde İspanya'nın da desteğini alır ve Avusturya - Macaristan Krallığını doğudan gelecek Osmanlı ve batıdan gelecek İspanya tehlikesine karşı savunmasız kalır. Bu da onları zorunlu barışa ve Osmanlı'nın boyunduruğu altına girmeye sürükler." 

Ağzımdan çıkanlar ona ulaştıkça yüzünde ve gözlerinde beliren hayranlığı gizleme gereği duymadan, bakışlarını yüzümde gezdiriyordu.

"Gonca tam istediğim gelinsin." duyduklarımla benim yüzümdeki gülümseme yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Ben ne diyordum, kadın ne diyordu. Pes, vallahi pes artık.

"Sultanım konuştuk ya bu konuyu hani?" resmen çocuk ikna etmeye çalışır gibi koskoca valide sultanla konuşuyordum ama kadının ondanda ne ölçüde anlayacağı muammaydı.

"Tamam biliyorum ama... Ne bileyim, ilmi siyasete bu kadar hakim olman hoşuma gitti." anlayışla gülümsemeye çalıştım. Hadi Gonca kızım, köprüyü geçene kadar hadi.

 "Sultanım..." elimi kucağında tuttuğu elinin üzerine koyup kadının hayal aleminden çıkmasını sağladım. Bakışları bana döndüğünde, yüzüme yalancı ama son derece tatmin edici bir gülümseme kondurdum. "Emin olun, bir prenses siyasete benden çok daha fazla hakimdir."

"Düşüneceğim bu dediklerini Gonca, fakat senden bir isteğim var." nihayet biraz olsun ikna olmuş olması bana çok iyi hissettirmişti. O yüzden çok uçuk olmadığı sürece isteğini kabul etmeyi düşünüyordum.

"Buyurun sultanım?"

"Saraya yarın akşam, son kez gel. O zamana kadar bu söylediklerini düşüneceğim, aklıma takılan bir nokta olursa yarın sana sormak ve fikrini almak istiyorum." emin olmasam da, bir günden bir şey olmaz mantığıyla kabul ettim bu isteğini. 

"Nasıl arzu ederseniz sultanım. Şimdi müsaadenizle, vakit epey geç oldu. Ben artık gideyim." deyip ayaklandım.

*******

Ertesi gün yine aynı hız ve tempoyla başlamıştı. Karargaha gitmiş, fiziksel eğitimlere başlamadan önce kızların kondisyonunu güçlendirmek adına onlara spor yaptırmış ve ikindi olmadan karargahtan ayrılmıştım. Bu süreçte Burcu ile sadece eğitim hakkında, birkaç kelimeyle sınırlı konuşmalar gerçekleştirmiş ve benden sonra yapmasını istediğim etkinliklerin talimatını vermiştim.

Şimdi ise arabada, sarnıcın oradaki eve Müfit beyle buluşmaya gidiyordum.

Her gelişimde içimde farklı duyguları canlandıran evin kapısında dikilirken, burayı gündüz gözüyle ilk kez gördüğümü fark ettim. Yine de bana hissettirdiği kasvetten başka bir numarası yok gibiydi.

Kapıyı çalıp, açılmasını beklerken kafamdaki kırk tilkinin kuyruğunu birbirine dolayıp, kırk birinciyi kovalamaya başlamıştım bile. 

Kapıyı açan askerin yüzüne bakmadan, daha önce ölüm emrimin verildiği odaya ilerledim. Yüksek ihtimalle buradaydı.

Odanın kapısından içeriye girdiğimde, aynı o akşamki gibi bir görüntü karşıladı beni. Üzerindeki atlas kıyafetlerle sedire kurulmuş bir paşa, geniş odanın uçlarına yerleşmiş üç yeniçeri askeri... O günden farklı olan bendim bir tek. Önceden tüm bunları anlamaya çalışan bir yabancıyken, şimdi onlardan biri olmuştum. Üstelik o kadar onlardandım ki(!), arkamdan bir  tek kuyumu kazmadıkları kalmıştı.

"Hoş geldin Gonca, geç otur." başımla selam verip, eliyle gösterdiği yere oturdum. "Acil demişsin, hayırdır?"

"Sizinle konuşmam ve halletmem gereken birkaç husus var: birincisi, dronelar. " kaşlarını anlamaya çalışır gibi yukarı kaldırdı. "Biliyorsunuz eğittiğim kızlar tesettürlü fakat eğitim aşamasında rahat hareket edebilmek için ve kız kıza olmamıza güvenerek rahat bir şekilde geziniyorlar. Muhtemelen işlerin boyutundan haberdar değiller, o yüzden drone mevzusunu onlara açıklayamam. Sizden ricam ya karargahı izleyen droneları kaldırın ya da kayıtları yalnızca bir kadın görevlinin izlemesini sağlayın. Ama bunu yaparken bana güvence vermek zorundasınız çünkü o kızların yaşam şartlarına, tercihlerine saygı duymamız gerekiyor. En azından durumlar benim için bu şekilde gelişiyor." diyerek tepkisini ölçmek adına yüz ifadesini inceledim. Kararsız bakışları, yeni ikna cümlelerimin yolunu aralıyordu.

"Bilemiyorum Gonca, karargahın güvenliği söz konusu hem-" kestirip atmasına müsaade etmeden, fakat sakinliğimi koruyarak, sanki gerçekten çözüm arıyormuşum gibi araya girdim.

"Benim çemberin dışıyla bir işim yok, karargahı dışarıdan izleyerek de koruyabilirsiniz. Üstelik içeride de beni ve kızları izlemek için zaten bir elemanınız mevcut." son söylediğimle birlikte konuya olan tepkimi ölçmek için son derece ifadesiz olan yüzümü inceledi.

"Kızdın mı?" hâlâ tepkimi ölçmeye çalışıyordu.

"Neden kızayım?" sanki çok yanlış bir soru sormuş gibi davrandım. "Her ne kadar profesyonel olsam da hiç tahmin etmediğim olayların arasında sıkışıp kaldım. Benim bocalayıp görevi, dahası sırrı tehlikeye atma ihtimalimi düşünüp, beni gözlemlemesi için birini görevlendirmeniz geç olsa da son derece doğru bir karar. Doğru kararlar aldıkları için üstlerime kızmam. " ama beni aptal yerine koydukları için kızarım diye tamamladım içimden.

"Böyle düşünmene sevindim." hafifçe tebessüm etmişti. "Dronelar konusunu düşüneceğim ve eminim ki, her ikimizi de memnun edecek bir karar alacağım."  buraya kadar kabul etmesi bile, benim fikrimi onaylayacağının bir göstergesiydi. Sanırım izlenme durumundan kurtulmuştum, şimdi sırada diğer husus vardı.

"Diğer bir mesele ise..." çekimser bir bakış attım. "...şehirdeki evi boşaltıp, karargahta yaşamak istiyorum." 

"Bu nereden çıktı?"

"Karargaha gidip gelme süresi çok uzun, bu da eğitimi aksatıyor. Üstelik gece eğitimleri yapmayı planlıyorum ama evde kalırken yapamam. Karargahta yaşarsam bu sorunlar çözülür." her ne kadar renk vermemeye çalışsa da bu kararımdan memnun olmadığı çok açıktı. Ortalıkta dolaşan gözleri, beni bu işten vazgeçirmek için bir çözüm yolu arar gibiydi. Gözlerinde beliren ani parıltı, o yolu bulduğunu fısıldıyordu.

"İyi ama, her akşam saraya gidiyorsun. Karargahtan saraya gitmek de oldukça uzun sürüyor. Eğitim süresi yine kısalıyor. Yatılı kalmak dışında farkı ne bu durumun?" kendince bulduğu çözüm, benim zaten tahmin ettiğim ve bu yüzden dün sultan hanımla konuştuğum çözümdü ki, onu da çoktan halletmiştim.

"Saray konusunu ben hallettim. Bu akşam son kez gideceğim." dediğimde kaşları gerginlikle çatılmıştı. Bu adam devletin derin yapılanmalarının birinde üst düzey bir görevli olabilirdi fakat, duygularını asla tam anlamıyla saklayıp, karşısındakini yanıltamıyordu. Bu da şu an benim için ciddi bir avantajdı.

"Nasıl hallettin?" kuşkulu sesine karşı samimi bir gülümseme gönderdim.

"Ferahşâd sultan okuma yazma bilmediğim için benim saraya girişimi zorunlu kıldı. Ben de eğitimimi aldım, öğrenmem gerekenleri öğrendim ve bu akşam sultan tarafından sınava tabii tutulacağım. Geçtiğim takdirde ki, büyük ihtimalle geçeceğim, saraya giriş zorunluluğum ortadan kalkacak." kaşımdaki yaşlı kurdun tutunduğu bütün dalları kesiyor ve bundan büyük bir keyif alıyordum.

"Konuştuklarımızı iyice düşünüp, sana kararımı bildireceğim Gonca." dediğinde ayaklanıp, önce odadan sonra da evden çıkıp, arabaya bindim ve kendi kaldığım evin yolunu tuttum. Henüz ikindi vakitleri olduğu için saraya gitmeme daha vakit vardı. O zamana kadar biraz dinlenmek, ve karşı taraftan bana gelebilecek atakları düşünmek istiyordum.

*********

Sarayın bildiğim yollarından geçip, taşlığın girişine geldiğimde beni gören kapıdaki ağalardan birinin hızla yerinden uzaklaştığını görünce gözlerim bir süre gittiği yolda takılı kaldı. Bu neydi şimdi? 

Bu tuhaf durum karşısında tüm algılarımı açarak, taşlığın ortasında durup kızlara emir yağdıran Mihriban kalfaya doğru ilerledim. Gözlerim Reyhan ve Gülcan'ı ararken, burada olmadıklarını fark etmem saniyelerimi almıştı.

"Mihriban kalfa, Ferahşâd sultan ile görüşmeye geldim. Beni bekliyor." 

"Hayırdır hatun, iki gündür ne konuşur durusunuz sultanımla?" sorgular tavrı karşısında kaşlarımı çattım.

"Lüzum görürse sultanımız anlatır kalfa." sert ifadem karşısında umursamaz görünmeye çalıştı.

"Öyle diyorsan..." deyip yürümeye başladı. Bu kez arkasından yürümeyip adımlarımı hızlandırdım ve önüne geçtim. Nasıl olsa yolu biliyordum sadece yanımda saraydan bir yetkili olması prosedür açısından gerekir diye onu yanımda götürüyordum.

Koridorlardan birine saptığımda arkamdan adımın bağırılmasıyla durdum. Ben durunca Mihriban kalfa da durdu ve ikimiz birden arkamızı dönerek adımı bağıran kişiyi bekledik.  Arkamda kalan koridorun sonu valide sultanın odasıydı. Oraya gitmeyi biraz erteleyerek taşlık tarafından gelen şehzadeyi ve yanında beni görünce kaçan ağayı gördüğümde, durduğum için pişman olmuştum bile.

Şehzade gelip tam karşımda durduğunda başıyla Mihriban kalfaya gitmesini işaret etti. Yanında getirdiği ağa ise hiç duraksamadan arkamdaki koridorlardan birine girmişti. Yani bu koridorda yalnızdık ve bu durum beni rahatsız ediyordu. Sultan hanımın dikkatini üzerimden çekmişken, aynı söylentilerin yeniden alevlenmesini istemiyordum. Üstelik iki haftadır görmediğim şehzadenin bugün Müfit ile konuştuktan sonra karşıma çıkması da bana çok manidar gelmişti. Tetikte olmam gerektiğini hissediyordum.

"Buyurun şehzadem?" eğilip selam falan vermemiştim. Madem biliyordu kim olduğumu o zaman tavırlarıma katlanmalıydı.

"Amacın ne senin?" sorgulayan sesine karşı abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim.

"Yine ne yapmışım?" bıkkınlıkla sorduğum soru karşısında kaşları çatıldı.

"Valideme prensesle evlenmem gerektiği fikrini sen mi verdin?" şimdi anlaşılmıştı derdi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ben sadece endişeli bir anneye, oğlunun istikbali konusunda yardımcı oldum. Hepsi bu." deyip genişçe güldüm. Arkalardan gelen bir kapı kapanma sesine doğru başımı çevirecektim ki, şehzade kolumdan tutup beni kendine doğru çekti ve yüzüne manidar bir gülümseme yerleştirdi.

"Madem validemin endişeleri ve benim istikbalim senin için bu kadar mühim, o zaman bir fikirden daha fazlasını vermen gerekiyor." deyip konuşmama müsaade etmeden kolumdaki elini belime sarıp diğer elinin üç parmağını dudaklarıma bastırdı. Baş ve serçe parmağıyla da çenemi sabitlerken kendi dudaklarını üçlü parmağının üstüne kapattı. Hayır öpüşmüyorduk. Ama dışarıdan bakan bir göze göre kesinlikle öpüşüyorduk.

"Şehzadem?" arkamdan gelen sesle hızla geriye çekilirken, yaşadığım dipsiz şaşkınlıktan daha fazlasını Ferahşâd sultanın bakışlarında gördüm.

Anlaşılan benim kovaladığım kırk birinci tilkinin kuyruğu, bu hilebazın elindeydi.

Continue Reading

You'll Also Like

YANSIMA By Gizme

Science Fiction

6.5K 493 30
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
25.3K 1.5K 19
Mucizevi bir şekilde geçmişe giden bir kadın, ardı sıra getireceği hadiseler ile tarihi değiştirmeye başlar. Osmanlı'nın kurucusu olan Osman Bey'in a...
Devr-i zaman By derttasakeder

Historical Fiction

131K 5.7K 30
Günümüz 21. Yüzyılından kendini bir anda 13. Yüzyılda bulan kızın hikayesi . Genç kıza son bir şans verilmişti , son bir hayat. Kaderin ipleri Asena...
276 308 9
Esila Çınar, yaşadığı acı kayıpla başa çıkmak için çocukluğundan beri yaptığını yapmış ve kalemine sığınmıştır. Fakat bu sefer kaçış yolu önüne bamba...