GÖLGE KANI

By yzrperest12

240K 21.1K 12K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR
S2- BÖLÜM 29: BAŞLANGIÇLAR
S2- FİNAL: KAN YOLDAŞLARI

S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ

1.2K 187 106
By yzrperest12

     
Merhabalar efendim ben geldiimmmm!

Sizler de hoş geldiniz!!!

Hazır buraya kadar gelmişken bir minnoşu da halaya mı kaldırsak diyorumm???

İyi okumalar dilereeemmm!

🌜🌚🌛

"Fırtınanın tozları her yerde iz izdi. Peki toz izlerini kim takip ederdi?"

🌜🌚🌛

  Ayağımla ritim tutturdum. Karşımdaki Armond'a bayık bakışlar atmayı da ihmal etmiyordum elbette. Yanında duran Brendon'a öylesine bakıp ayağımı yere daha sert tıklattım. "Sizden onun içindeki kurtu uyandırmanızı istiyoruz." dedi Danny, Marcus yerine. Marcus bu konuda susma payını kullanıyor gibiydi. "O güçlü şeyi bize geri verin." Gözlerini üzerimde hissetmem ile gözlerimi ona çevirdim. "Çabala, Eleanor. Bize biraz güç ver."

Kaşlarım alayla havalandı. "Ben bunun için vardım, doğru."

"Senin triplerinle uğraşmak bize düşmüyor, Gölge." Gözlerim Clark'a kaydı. "Ama evet, doğru söylüyorsun. Sen bunun için varsın, bunun için buradasın. Biraz daha kendini tutarsan hepimiz daha farklı yollara yöneleceğiz." Yumruğumu sıktım.

"Ne gibi?" diye sordum gözlerimi ona dikerek. Dudağı alayla kıvrıldı.

"Sen bilirsin." dedi imalı bir ses tonuyla.

Dişlerimi birbirine geçirip ona bir müddet daha baktım. "Bize bakmaya ne dersin?" dedi Armond rahat bir tavırla. Ellerini cebine yerleştirmiş bir şekilde beni izliyordu. "Öfkeni bize yönlendir." Gözlerimi hiddetle ona çevirdim.

"Bunu istediğimi de nereden çıkardın?"

"Sana isteklerini kimse sormadı, Gölge." Etrafta bizden başka kimse yoktu. Bu kadar rahat konuşmasını buna bağlamak istiyordum. Sanki bana normalde çok saygı duyuyorlardı da!

Şeytan diyor hepsinin başlarını birbirlerine çarpa çarpa bir kenara at!

Neyse ki ben şeytana uymuyordum.

Ama bir gün mutlaka uyacağım!

"Merak ediyorum," dedim gözlerimi onun yeşil gözlerine dikerek. "Sen tam olarak kim oluyorsun?"

Dudakları alayla kıvrıldı. "Sen beni kendi zihninde nereye koyarsan oradayım diyelim." Alayla onu taklit ettim.

"Öyle mi?" dedim aynı onun dediği gibi. Göz devirip ellerimi cebimden çıkardım. "Siz kibir yığınları..."

"Artık senin de bizden kalır yanın yok gibi Gölge, ha?" dedi Elena gözlerini kısarak. Gözlerimiz birleştiğinde eğdiği başını dikleştirdi.

"Bugün bu olmaya mı karar verdiniz?"

"Sen..." Hemen Brendon'ın sözünü kestim.

"Evet, size karaktersizsiniz diyorum. Bunu bu kadar erken anlamasan çok iyi olurdu, Brendon." dedim alayla. Başımı iki yana sallarken göz devirdim.

"Sadece biraz kendin olmanı istiyoruz."

"Bu en kolay yaptığın şeylerden biri." diyen ses çevrildi gözlerim. Marcus sakin gözlerini üzerime dikmiş beni izliyordu.

Alt dudağımı ısırdım. Tamam, yine kaba Eleanor oyunda olacaktı. "Açık olacağım." dedim gözlerinin içine bakarak. "O hak tam olarak Danny ile benim, seninle Maddy'nin nişanlı olduğunu duyurulduğu an bitti. Çünkü ben o an Çim Biçme Makinası'nın geri dönüşü olmayan bir şekilde yok olduğunu anladım."

"Sizin bu eski aşık muhabbetlerinizi gerçekten çekmeyeceğim." Elena'ya yandan bir yargılayıcı bir bakış attım.

"Buradaki kimse de seni çekemiyor, Elena. Özellikle de şu koca kibrini."

"Laflarına dikkat et, Gölge." Alayla güldüm.

"Dikkat etmekten bıktım."

"O cici, tatlı kıza ne oldu merak ediyorum doğrusu." dedi Brendon kısık gözlerle beni izleyerek.

Kaşlarım manidar şekilde havalandı. "Ben de senin sevgili Maddy'nin nasıl delirdiğini merak ediyorum doğrusu. Benimki kadar açık beyan olmadı." Tüm çenesi gerildi. Hadi bana istediğimi ver.

"Maddy hakkında düzgün konuş." Armond'ın yüzüne geniş bir gülümseme yayılırken iki adım geriye gitti.

Gözlerimi irice açıp Brendon'a baktım. "Ne yaparsın? Sen de mi hayallere bağlayarak üzerime atlarsın?"

"Eleanor yeter artık!" diyen Clark'ın yüksek sesi yayıldı. "Ciddiyetini hemen üzerine almazsan olacaklardan ben sorumlu olmam." Dudak büküp onu süzdüm.

"Sende o tip yok zaten, Clark." Kaşının seğirmesi ile tam olarak doğru noktaya bastığımı anladım. "Sen sorumluluğu üstlenenden çok o işi batıran tipini veriyorsun. Nasıl Yandaş oldun, biraz anlatsana." Etrafta çatırdayan enerjisini hissedjyordum. "Sinirlendin galiba."

"Sesini kes." dedi Danny uyarıcı bakış eşliğinde.

"Bana emir verme." Göğsü öfkeyle inip kalktı.

"Saldırın." Emrini verdi Hanry.

"Karşılık vermeyeceğim."

"Vereceksin." dedi Marcus sert bir ifade ile.

"Sana sorduğumu sanmıyorum."

"Sandıklarınla hiç ilgilenmiyorum."

Kollarımı göğsümde buluşturup Marcus'a baktım. "Neden yapayım?"

"Çünkü çabalaman gerekiyor."

"Neden?" dedim tekrar. Bir müddet yüzüme baktı. Çünküsü yoktu.

Adem elması oynadı. "Çünkü Eleanor böyle yapar." dedi Danny Marcus yerine. Gözlerimi Marcus'tan alıp Danny'e çevirdim. Onu baştan aşağı süzdüm.

"Nişanlıma beni çok iyi tanıdığını mı iddia ediyor yoksa?" Sahte bir şekilde gülümsedi.

"Biraz."

"Gösterini kes artık." Bu sesi oldukça iyi tanıyordum. Bingo!

O tarafa dönüp bakmadım. Sadece sırtım gerildi, kalp atışlarım hızlandı. "Buradaki kimse senin oyuncağın değil, Gölge." Göreceğiz, Bay Jaxsen. "Yapman gerekeni yapmakla mükellefsin."

"Yapmam gerekenler tanımı oldukça büyük aslına bakarsanız." dedim kalp atışlarımın aksine sakince. Ne mi yapıyordum?

Sadece biraz oyun.

Bir tutam kafa karışıklığı.

"Saldırın." diyen kişi Bay Canavar. Gözlerim üçünün üstünde gezindi. Brendon, Armond ve Elena. Ben de emre uydum.

Saldırdım.

Direkt olarak Brendon'a. Biraz zorlasa da zihnine doğru süzüldüm. Tüm her şeyi solladım. Öylece gezindim zihninde. Esintim yavaş yavaş güçlü bir melteme dönüştü. Kaşları çatıldı. Armond saldırmak için hamlede bulunurken Elena'dan da gelen inlemeyle gözleri ona çevrildi. Bu durumda Elena'ya da oyunculuk düşüyordu tabii. Tıslayarak elini başın koydu. Brendon'ın zihninde bir fırtına estirirken kaşlarım çatılmış ikisine bakıyordum.

"Yeni bir saldırı." dedi Hanry ringe çıkarken. Sanki hiçbir şey bilmiyordu!

Dilimle dudaklarımı tazelerken Marcus'tan yana kaçamak bir bakış attım, bu korkuyu da barındıran bir bakıştı. Yavaşça yutkundum, önceki acıdan gerçekten ürktüğümü belli ettim.

Geriye doğru bir adım atıp bu sefer Bay Canavarlar birliğine baktım. Üçü de dikkatle olanları izliyorlardı, enerji bulmaya çalıştıkları barizdi. Ama boşunaydı. Ben onlardan bir adım öndeydim.

Tamam, yarım adım da denilebilirdi.

Brendon'ın tüm zihnine bir çınlama bahşettim, bir uğuldama zihnini esir alırken iki eliyle kulaklarına baskı yaptı. Bu sefer tüm kapıları aynı anda çarptım. Kontrol bendeydi, gözümde canlandırmam gerekmiyordu. Tüm gardı inmişti. Elleriyle kafasına baskı uyguladı. Hayır, o saçlardan o teller kopacaktı.

Zihnini bir zelzeleye maruz bıraktım. Elena inleyerek yere düştü. Brendon yere dizlerinin üzerine kapaklanırken acı içinde bağırdı. "Hiçbir bağlantı yok." dedi düşünceli ve dehşet dolu sesiyle Armond. "Hiçbir iz yok ama oluyor."

Bunu da sizden öğrendim diyelim, Armond.

Biraz daha kuvvetli bir baskıyla Brendon'ın elleri saçına geçti. "Kes şunu!" diye kükredi.

Hanry başlarında dikilmiş ikisine bakıyordu. "Sadece durmasını beklemek zorundayız."

"Bunu istiyor." dedi Bay Canavar kuvvetli ve kin dolu sesiyle. İşte bu zevk verici bir sesti. "Çaresizliğimizden zevk alıyor." Ne yalan söyleyeyim, kesinlikle.

Elena'nın çığlığı kulaklarda patladı. Bu ses gerçekti bence.

Hayır, bu ses gerçek çığlık ne demek onu bilen bir sesti.

"Bana saldırmaz değil mi?" deyip üçlüye baktım. Bam! Bir darbe daha!

Bu acımasızlık mıydı?

Ah, hayır. Kesinlikle kendi çapımdaki adaletimdi.

Kendimle gurur duyuyordum.

"Hayır, sanmıyorum." dedi Clark beni incelerken. "Ama belki sen şu zihin gücün ile onları koruyabilirsin." Bunu onlar için değil kendi için istiyordu. Çünkü korkuyordu.

Ne tesadüf buraya ilk geldiğimde ben de korkuyordum.

Ve kimse bana acımamıştı.

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum!" diye bağırdım iniltilerin arasından. "Üstelik kendimi artık kimse için tehlikeye atmayacağım!"

Ve bir anda durdum.

Serseme döndü. Elena'ya da beklediği işareti verdim, hafif bir dürtü. İkisinden de rahatlamış birer inilti duyuldu. Gözlerim ikisinin de üzerinde gezinirken Brendon'ın saçlarının darmadağınık olduğunu ve aynı kaderi Elena'nın paylaştığını gördüm. Bunu duyunca çıldırmıştı ama... Yapacak bir şey yoktu.

"Elena'yı sevdiğini duymuştum." dedi Bay Ambrose buz gibi sesiyle. Gözlerim ona çevrildi.

"Buradaki birini sevebilir gibi mi duruyorum?" Üçü de bir süre beni izledi. Benden bir noktada şüphe duyduklarını elbette biliyordum. Aklı olan herkes şüphe duyardı.

Ama kibir.

İşte kilit nokta oydu.

Kibir sizi kendi zihninde hapsederdi ve o hapis yanmaya başladığında siz dumanın kokusunu alamazdınız.

"Danny onu kurt adamların özel çalışma alanına götür." dedi Bay Canavar buz gibi bir ifadeyle.

🌜🌚🌛

Ağzım açılıp kapanıyordu. "Gerçekten mi?" dedim kimseyi umursamadan Danny'e. O ise omuz silkti. "Daha az önce yaşananları öylece unutacak mıyız yani?"

"Aslında bu daha da hırslanılacak bir olaydı. Birileri göz göre göre Temsilcilerle dalga geçti." Sesinde hiçbir ima olmasa da gözlerinde vardı. "Belki de bu senin için bir fırsattır." İnsanlara bir umut vermen için bir şans. Sana katılmalarını sağlamak için bir şans.

Eğitimdeki çocuklara baktım. Sadece çocuklardı. Bu tarafı bilmiyordum. Bu çocuk tarafı bilmiyordum.

Acıyarak baktım hepsine. Hepsinin katil olması yüreğimi deşiyordu. Daha reşit bile değillerdi. Sanki ben de 50 yaşındaydım.

Sahi bugün ayın kaçıydı?

Doğum günüm geçmiş miydi?

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim eğitmenlerde dolaştı. Hepsiyle karşılaşıyordum genelde. Çok büyük durmuyorlardı ama bunun yanıltıcı olduğunun farkındaydım. Yüreğim sıkıştı. Ben buradaki çoğu kişinin umuduydum.

Ya da koca bir hayal kırıklığı.

Kabul edelim, hayal kırıklığı.

"Sence kim peki?" diye sordum masum masum. Dayak yemekten bıkmıştım yahu!

Genişçe gülümsedi. "Piyango kime vurursa."

"Kim iplerden atlarsa diyelim biz ona." dedim tedirgin bir sesle. İnsanların beni duyması umurumda değildi. Birazdan yine dayak yiyecektim nasıl olsa. Biraz, sadece biraz dayaksız kalmak istiyordum.

"Kendini tutma o hâlde."

Ona boş boş bakmaya devam ettim. "Kendimi tutmaktan vazgeçince dayak yemeyecekmişim gibi!" dedim alayla. Gözlerindeki alay parıltıları arttı. İstersem burayı herkesin başına yıkabileceğimin farkındaydı.

Tamam, biraz abartı olabilir ama kesinlikle yangın çıkartabilirdim.

Birçok göz üzerime yöneliyordu ama sadece birkaç çift göz benden ayrılmıyordu. Bakmama gerek bile yoktu; Alissa, Lauren ve Watson. Başımı dikleştirdim. Onların burada olması bir tesadüf müydü? Ah, hiç sanmıyordum.

Bir enerji tüm varlığımın etrafını sardı. Mideme bir yumruk yemişim gibi hissettim, bir an tüm nefesim kesildi. Ağzım aralandı. "Ben seninle oyun oynamıyorum, Gölge." Zihnime fısıldayan sesi tanıyordum. "Ya şimdi çıkıp bizden sakladığın tüm hünerlerini gösterirsin ya da o çok sevdiğin arkadaşlarını tek tek elinden de kalbinden de sökerim." Sesi buz gibiydi.

Arkamdaki varlığını hissedebiliyordum. Danny bir adım geri çekilmişti. Enerjisini etrafımdan çekerken açık ağzımdan derin bir nefes çektim, öksürmemek için kendimi tutmak zorunda kalmıştım. Başımı yavaşça ardıma çevirdim. Gözleri üzerimdeydi ve nefretle doluydu, hırs gözlerindeki tüm parıltıya yansımıştı.

"Çık." dedi zihnime. Ama bu sefer sesi daha uzaktan gelmişti. Az önce bunu yapabilmesini nedeni sadece beni beklemediğim bir anda zayıf düşürebilmesiydi. Beklemediğim bir anda.

Sözüm olsun bir daha asla öyle bir an olmayacak Lionel Russel.

Çenemin kasıldığını görmesine izin verdim. Başımı dikleştirmek ve dikleştirmemek arasında kaldığımı sansın istedim. Başımı öne çevirip ringe yürüdüm. İçime derin bir nefes çektim. Yerime vardığımda karşıma geçecek kişiyi beklemeye başladım. Kalbim boğazımda atıyordu ve bunu buradaki herkes duyuyordu. Ben duymalarını istiyorum diye.

Yanda yürüyen Marcus'a göz attım. Üzerinde az öncekine nazaran siyah bir eşofman ve siyah, tenine yapışan bir tişört vardı. Bana bakmıyordu. Ringe çıktı.

Ve tüm dikkatler bize yöneldi.

Nefesim bu sefer istem dışı titredi.

Gözlerim yana kaydı. Bay Canavar kollarını göğsünde kavuşturmuş bize bakıyordu. Gözlerimdeki korkuyu görse bile hiçbir mimiği oynamadı. Çünkü bana ihtiyacı vardı. Gücümü görmeye ihtiyacı vardı.

Meclis'i tehlikedeydi ve bunu zihni ve kanındaki anahtarla sadece ben engelleyebilirdim.

Tüm saldırıları benim düzenlediğimi bilseydi ne yapardı acaba?

Ben oturup ağlardı diyorum!

"Sana iki seçenek sunuyorum, Gölge; Ya sevdiğin kişiye zarar verir ve diğer sevdiklerini ölmektem kurtarırsın ya da ona zarar vermez ve sevdiğin herkesin yaşamına koca bir kilit vurursun?" Yutkunup gözlerimi ardındaki ikiliye çevirdim. Hepsinde aynı ifade vardı. Gözlerim Danny'de durdu. Aynı ifadeyi onda görmeyi beklemediğim kesindi.

Dilimle dudaklarımı yalayıp önüme, Marcus'a döndüm. Tüm çenesi kaskatıydı. Bay Canavar'ın onu da bununla tehdit ettiği barizdi. Kısa bir an gözlerimi kapadım. İçime derin bir nefes çektim. Bunu yapacaktım.

Gözlerimi açıp ayağımı bir adım öne attım. Ellerimi düz bir çizgi hâline sokup göğsümün biraz yukarısına doğru siper edindim. Gözleri tüm vücudumfa gezindi. Gözlerimde duraksadığında o da savunma pozisyonunu aldı. Heyecanlı nefesleri duymam ile dişlerimi birbirine daha sert geçirdim. Buna inanamıyordum!

Gözlerimin kısılmasıyla ilk saldırya geçen taraf ben oldum. Bana asla ilk saldırıyı yapamayacağını biliyordum.

Bir enerji darbesi yollamam ve ardından yerden takla atarak ayağına darbede bulunmam bir oldu. Ah, tabii ki de kolayca kurtuldu. Tanrı aşkına ben Marcus'un şu anlık dengi değilim!

Tek ayağımdan destek alarak ayağa kalktım. Şimdi ben Marcus'un yerindeydim, o da benim yerimde. Yutkunup sertçe nefesimi verdim. Marcus sakince bana bakıyordu. Kendine de bana da çok güveniyordu sağ olsun!

Başımı hızla Bay Canavar Tayfasına çevirdim. "O ve ben denk değiliz!"

"O hâlde denk olana kadar savaş, Eleanor." dedi Bay Ambrose. Alt dudağımı sertçe dişleyip bıraktım.

"Bu adil değil."

"Birçok şey adil olmaz." dedi bu sefer Bay Jaxsen.

"Konuşmayı kes ve devam et." Ve ekledi. "Ben senin yerinde olsam tüm o dövüşlerden gördüğüm her şeyi uygulamaya dökerdim."

Gözlerimi yeniden Marcus'a çevirdim. Yaşlar yavaş yavaş hücum etti gözlerime. Bunu yapmak istemiyorum!

Marcus'un tüm yüzü öfkeyle seğirdi ama hiçbir şey yapmadı. Elimi bir yanımda açıp içine kendi enerjimi depoladığım bir aura yarattım. Sözlü bir şey yapmak istemiyordum ki zaten cadılık vasfından pek iyi olduğum da söylenemezdi. Ben daha çok vampir ve kurt adam yanımda gidip geliyordum. Gözlerimi iki yanımda açtığım ellerime kaydı. Sarı ve hızla dönen toplar elimin önünde toplanmıştı ve kontrolsüz bir şekilde büyüyordu. Bundan korkuyordum, zihinde iyi olabilirdim ama cadılıkta gerçekten kontrolüm yoktu.

Kaşlarımı çatıp elimdeki topları kontrol etmeye çalıştım ama olmuyordu. Dişlerimi daha sert birbirine geçirdim. Ortasında oluşan siyahlık ile gözlerim kısılır gibi olsa da kendimi toparladım. Auranın daha fazla büyümesine izin vermeden auraları hızla Marcus'a fırlattım. Aura fırlattığım yolda büyümeye devam etti. Marcus iki hamlemden de hızlı bir refleksle kurtuldu. Auralar dışarı çıkmadan bir kalkana çarpıp soldu.

Gözlerimi yeniden Marcus'a çevirdim, o saldırmayı reddediyordu. Ama benim ona saldırmak için tam iki nedenim vardı. Lanet iki neden!

Gözümün önüne gelen Caleb ve Aiden ile düşünmeden auralardan yeniden yaratmaya başladım. Kontrolü kaybetmem gerekirse kaybederdim. Marcus'un beni engelleyebileceğini biliyordum nasıl olsa. Bu Caleb ve Aiden'ın ölmesinden daha önemli değildi.

Elimde hızla yarattığım auraları Marcus'a doğru atmaya başladım. İkimiz de Bay Canavar'ın benim ya da Marcus'un kötü olduğunu görene kadar vazgeçmeyeceğini biliyorduk. O kendini seçiyordu, benim ise onu seçmek için iki sebebim vardı. Bizim için bunu ona yapmak zorundaydım.

En azından yapabileceğimi umuyordum.

Burnumu çekip auraları daha fazla atmaya başladım. Bu beni tüketmiyordu aslında iyi geliyordu. İyi gelmesi mi gerekiyordu?

Daha hızlı fırlattım, daha hırslı. O nereye gidecekse bir santim gerisini attım. O ise o kadar iyi reflekslerle kaçıyordu ki ben sadece boşa çabalıyordum. "Saldır!" diye bağırdım tam ayağının yanına attığım topun ardından. Gözlerimiz kesiştiğinde gözleri öfkeyle kısıldı. Benim bunu ondan nasıl istediğimi sorguladığını biliyordum.

Bu boşluğu kullanmanın daha mantıklı olacağına karar verip iki avucumu birleştirdim, bunu daha önce kimsede görmemiştim ama belki de fantastik dizi ve filmler bunun için vardı! Avuçlarımı birbirleri içinde çevirdim. Enerjimi avuçlarımın içine odakladım, kanımda farklı bir karıncalanma olsa da bunu takmadım. Tek istediğim bu lanet yerden ikimizin de en az hasarla ayrılmasıydı!

İki elimi birbirinden yavaşça uzaklaştırırken tüm salon bana odaklanmıştı. Herkesin Marcus'tan bir hamle beklediği ortadaydı, ben beklemesem de umuyordum. İki elimin ortasında hortum gibi beliren, altın tozlarının bulandığı auraya baktım. İçindeki siyahlık daha dikkatli bakmam ile artarken elim birbirinden daha fazla uzaklaşmıtı. "Eleanor dursan iyi olur!" diye bağıran kişi Danny'di. Bana dikkatli bir şekilde bakan Marcus'a hortumun daha da fazla büyümesi ile kocaman gözlerle baktım. Dudağındaki kıvrılma ile hortuma bakıyordu. Gözlerini gözlerime kaldırması ile gülüşü tıpkı elimdeki kontrolsüzce büyüyen hortum gibi büyüdü.

"Bunu nasıl yaptın, Eleanor?" diye sordu sakin bir sesle. Hortumun biraz daha büyümesiyle iki elim arasındaki mesafe biraz daha açıldı.

"Ne bileyim ben?!" diye bağırdım kontrolsüz bir şekilde. Benim dizi film merakıma! "Dizilerde filmlerde yapıyorlardı böyle hareketler!" Elimi neredeyse omzum kadar açılmasıyla sesli bir şekilde yutkundum.

"Bunu kontrol altına alman gerekiyor, Eleanor!"

"Beni buraya çıkaran sizsiniz! Siz yapın!" Marcus gözlerimin içine baktı.

"Bence kontrol altına almana gerek yok, Eleanor. Bırak herkes bu hortumla yüzleşsin." Bu konuşmanın alt metni çok net bir şekilde okunuyordu elbette. Bırak herkes senin yıkımını görsün.

"Kontrol altına al, Marcus." diyen kişi elbette Bay Canavar'dı.

"Bunu daha önce görmediğim oldukça açık." dedi Marcus arkama doğru bakarak. Elimin omzum kadar açılması ve artık hortumun benim elimi kesmeye başlaması ile gözlerimi acıya karşı yumdum. "Sal gitsin, güzelim."

"Zarar verir."

"Bırak yok etsin." Gözlerimi bu laflara karşı açmak istesem de hortumun yüzüme attığı rüzgar oldukça fazlalaşmıştı. "İstedikleri buysa onlarla oyna."

Daha fazla tutamayıp kollarımı tamamen açıp hortumu etrafa dağıttım. Etrafa dediğime bakmayın, bu etrafa ben de dahilim. Başımı hızla sağa çevirip kendimi kendi darbemin etkisine karşın koruma altına aldım. İçime çektiğim keskin nefes tüm ciğerimde tıkandı.

Hiçbir darbe almadım.

Anında gözlerimi açtım. Hortum herkesin önündeki kalkana çarpmıştı. Dahası kalkanları sarmalamıştı. Sanki canlıymış da yok etme arzusuna sahipmiş gibi. Gözlerim etrafta sanki altın tozlarla kaplıymış gibi görünen etrafta gezindi. Gözümün değdiği her kalkandaki altın tozlar sakince yere indi. Şaşkınca etrafa bakarken yüzüme bir gülümseme yayıldı. Gözlerim Alissa, Lauren ve Watson'a değdiğinde üçününde kollarını yan tutarak kendilerine siper edindiklerini gördüm. Kalkanlarını sarmalayan altın hortum sakince yere konarken beni ilk önce Lauren'ın gözleri buldu. Şaşkınlık ve hayranlığı hemen tanıdım. Gözleri benden önünde inen altın tozlara kaydı. İrkilmesiyle bunun ona güç verdiğini anladım, daha büyük emaresi şuydu ki; Bu bana da güç veriyordu.

Gözlerimi Marcus'a çevirdim. Onun ise gözleri direkt bendeydi, yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki galaksilerle... Bir şaheser desem yalan olmazdı. Gözlerimizim birleşmesiyle gözlerindeki parıltılar daha da arttı. Normalde bilmesem gri ışığını bu ışık sanardım.

Bu manzaraya ne kadar saatlerce bakmak istesem de gözlerimini çevirmem gerektiğinin bilincindeydim. Gözlerimi yere çevirip derin bir nefes çektim içime. Yüzüme bilmiş bir gülümseme ekleyip saçımı attırarak arkama döndüm. Bizi ciddi ve sorgulayıcı bir ifade ile izleyen herkese döndüm, özellikle Bay Canavar'a. Kaşlarımı kaldırıp indirdim.

Üzerimdeki bakışların farkındaydım. İşte şimdi dikkat çekmiştim.

Bu daha başlangıçtı.

"Yeterli miydi?" Tatmin mi olsa yoksa gıcık mı olsa bilememiş bir ifade ile bana baktı. En sonunda yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

"Bu yapabileceklerinin başı olacaktır eminim ki, Eleanor." Bunu bize daha fazla yapacaktı yani. Gözleri oğluma çevrildi. "Gerisi Danny'e ait, Marcus. Ringten çıkın."

Göz devirip ringten çıktım. Danny'nin yanında gittim. Marcus'a dönüp bakmak istesem de bakmadım, bakamadım. "Artık dizi filme izleyebilirim herhalde?" diye fısıldadım Danny'e. Ah, tabii ki de herkesin duyabildiğini biliyordum.

Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. "Bunları yapacaksan neden olmasın, Prenses?"

Daha neler yapmayacaktım ki?

🌜🌚🌛

Elime aldığım heykeli inceledim. Meleğe benzese de kafası eğikti. Heykeli sakince yerine bırakıp karanlık odada biraz daha turladım. Saat geç olmuştu halbuki.

Kapının kilidinin dönme sesi ile sakince tek ayağımın üzerinde döndüm. Ellerimi ardımda bağladım. Kapı açıldı, içeri ilk önce karanlık bir kafa girdi. Ardından iri vücudu. İri vücudunun girmesi ile ışığın açılması bir oldu. İçeri bakmadan kapıyı odaya arkasını dönerek kapadı. Verdiği sert nefesi duydum. Üzerindeki siyaha çalan gri tişört dalgalandı. Sakince arkasını dönmesini bekledim.

Elini kapıdan çekti ve sonunda arkasına döndü. Beni görmesiyle ilk kaşları çatıldı ve sadece birkaç saniye içinde savunma pozisyonu aldı. Mavi gözleriyle gözlerim çarpıştı. Bir süre konuşmasını bekledim. "Beynimden defol!" dedi sertçe, dişlerinim arasından.

Yüzüme anlayışlı bir gülümseme yayıldı. "Beyninde değilim, Charlie." Hemen ağzını araladı ve bir büyü fısıldamaya başladı. Sonuç, koca bir hiçlik. Hiçbir şey demedim, sadece onu sakince izledim. Gözleri irice açıldı. "Sana onlara davrandığım kadar kötü davranmamaya karar verdim."

Konuşmadan önce dudağını yaladı, kalbi anlık bir teklemeye uğradı. "Seni duymadım."

"Duymanı istemedim." Hafifçe kıkırdadım. "Garip biliyorum ama işte... Biraz gölge gücü diyelim." Dudaklarımı birbirine bastırıp yeniden odada turlamaya başladım. "Biliyor musun? Bilmeden yaptığım ilk büyülerden biri buydu. Tabii ilk gölge gücüm de diyebiliriz." Dudaklarımda eski günlerin acı ve tatlı karışımı vardı. "Garip bir deneyim diyebilirim." Yatağının ucundayken yeniden ona doğru döndüm. "Güzel odaymış." dedim bir anda konuyu 360 derece döndürerek. Evet, biliyorum gergin bir ortam yaratıyorum.

Ah, hadi ama!

Bu da benim eğlencem olsun!

"Sen nasıl buraya geldin?" diye sordu kaşları daha da içe göçerken. Tedirgindi ve kesinlikle korkuyordu.

"Ben nasıl mı buraya geldim?" derken yavaş yavaş gülümsemem yüzümden düştü. "Beni siz buraya getirdiniz, Charlie. Unuttun mu?"

"Maddy'e ne yaptığınızı biliyorum. Senin Eleanor olmadığını bildiğim gibi." Gülümsemem yeniden tüm yüzüme yansıdı.

"O kadar inandı yani." İçime rahat ve derin bir nefes çektim. "Mükemmel. Ee, tabii iyi oyuncuyuz. Delilik bize de bir şeyler kattı." Bana hâlâ aynı bakışlarla bakıyordu. Yutkundu. "Dediğim gibi sana o kadar kötü davranmayacağım ama..." Baştan aşağı süzdüm. "Neden Charlie?"

Sustu, uzunca. Ben ise sadece bakmakla yetindim. İnanmasını bekledim. Uzun uzun baktı bana. Ağzı açılıp kapandı birkaç defa. "Çünkü," Yutkundu. "burası böyle." dedi sadece. Sadece bunu söyledi.

Kaşlarım hafifçe havalandı. "Böyle mi?" dedim başımı hafifçe eğerken. Gözlerim yerde duraksadı. Ben buradaydım ve o buna sadece "böyle" diyordu! "Bu güzel odayı nasıl hak ettin, Charlie?" Gözlerimi kaldırıp gözlerine kitledim. "Susarak mı?" Sorumu tekrarladım. "Bu güzel odayı nasıl elde ettin, Charlie?"

Yine sustu. Ben nasıl gözlerine baktıysam o da benim gözlerime baktı. Yine bekledim; zihnini toparlamasını, kelimelerini bir düzene koymasını, faka basmaması için ince ince çizmesi gereken kelimelerini bekledim. "Kendimi korumak için, sevdiklerimi korumak için yapmam gerekenleri yaparak. Gerektiği yerde kendimden vazgeçerek yapmam gerekenleri yaparak."

Gözlerim yeniden odada gezinirken dudak büktüm. "Doğrusunu söyleyecek olursam buradan bakınca hiç kendinden vazgeçmiş gibi durmuyorsun."

"Sen de bir gölge gibi." dedi sözlerini tartmadan. Aptalca.

Gülümsemem yüzüme yayıldı. "Ah, Charlie..." Başımı iki yana salladım. "Ben gölge olduğumu bilmediğim anlarda bile gölgeydim." Çenesini sıkı sıkıya kapadı. "Neden buradayım biliyor musun, Charlie? Tek başıma, böyle usulca, böyle iyi bir yaklaşımla. Biliyorum, sana iyi gelmiyor ama inan bana arkadaşlarına yapacaklarımın yanında sana yapacaklarım öyle masumane ki... Peki." deyip ona doğru bir adım attım. "Sen mi gelirsin ben mi gelirim? Böyle çok uzak bir iletişim oluyor da." Aramızdaki mesafeye bakıp yeniden yutkundu. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı ve geri açtığında bana doğru yaklaştı. Benden iki adım uzakta durduğunda yeniden başımı eğdim. "Charlie sence susmak suç mudur?"

Düşünmeden cevapladı. "Evet."

"Kendinden örnek aldığını düşünüyorum. Ve tam olarak istediğim cevabı da verdin. Peki Charlie, zalime susan neden suçludur?" Omuzları düştü, şimdi bir kurtuluşu olmadığını tam olarak anlamıştı. Düşünmeden cevaplayacaktı.

"Çünkü susmak görmezden gelmek demektir. O suçu kabullenmek demektir, ortak olmak demektir." dedi iğrenerek. "Ve..."

"Ve daha kötüsü Charlie." dedim sözünü keserek. "Ben o gün sana bakıp umut etmiştim Charlie. Belki beni onların elinden kurtarırsın, belki gider ve birlikte arkadaşlarımı kurtarırım diye umut etmiştim. Gözlerindeki insanlıktan biraz da olsa güç almıştım." Alayla güldüm. Elimi ilk yana açıp kendi etrafımda döndüm. "Ama şu hâlime bak, Charlie." Durup gözlerinin içine baktım. "Ben bugün sevdiğim adamla göz göre göre savaştım. Onun canını her gün bile bile yakmak zorundayım. Her gün birinizden dayak yemek zorundayım." Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kısalttım. "Sen eğer o gün susmasaydın Charlie ben bugün burayı tüm zalimlerin başına yıkabilirdim."

"Bunu gerçekten yapabilir misin?" diye sordu sorgulayıcı bir ifade ile. Alaycı bir sorgulama. "Eleanor sen çok beyaz bakıyorsun. Daha buranın..." Vampir hızımla boğazına yapışmam ve onu duvara sertçe vurmam ile susmak zorunda kaldı.

"Benim ailem aşağıda acı çekiyor geri zekâlı!" dedim boğazına sıkarak. Gözleri kocaman açılmıştı. Farkına varsın istedim. Ben Eleanor Parker'ım. Son gölge. "Sizin o büyük kibirlerinizin farkında olduğum kadar farkındayım her şeyin!" Biraz daha nefessiz kalmasına izin verdim. Gözlerindeki korkuyu gördüm. Elimi çekmemle yere düşmesi bir oldu. O yerde öksürürken arkamı dönüp yeniden heykelin yanına gittim. "Sana düşman olmak istemiyorum, Charlie." dedim o hâlâ öksürürken. Heykeli elime alıp yeniden ona döndüm.

Ay, şu an tam o kötü karakterdim ya!

"Seni iyi biri sanıyordum." dedi pütürlü sesiyle. Yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı.

"İyi biri olmak her şeye susup dayak yemek demek mi Charlie? Eğer sen kendini bu yollarla iyi olarak görüyorsan yapma." Omuz silkip konuştum. "Üstelik yakışıklı, ben adaleti severim ve savunurum. Herkese hak ettiğinin verilmesini savunurum. Kime sorsan söyler."

"Sence şu aralar söylerler mi?" Tek elinden destek alarak ayağa kalktı. Beni anlamak için çabaladığını görebiliyordum.

"Doğru, artık hepsine sizin yüzünüzden kötü davranıyorum. Bu ufak detayı atlamışım."

"Ne yapacaksın?"

"Sana mı, herkese mi?" Başını dikleştirdi. Bencillik, sonuç belliydi. Omzum düştü. Bu kadar racon yeterdi bence! Yani sonuçta ben bu değildim! "Charlie sana gerçekten zarar vermek istemiyorum. Bencil olabilirsin ama o gün gerçekten içindeki insanlığı görebilmiştim, gerçekten." Kaşlarım hafifçe çatılırken başımı iki yana salladım. "Bunlar benim işim değil. Ben sadece hiçbir sevdiğim zarar görmeden bunlardan kurtulmak istiyorum."

"Sen son gölgesin, bu imkânsız."

Dudaklarıma anlayışlı bir gülümseme yayıldı. "İmkânsızlıklar... Bunları yapmamı benden bekler miydin Charlie? Daha bugün o kontrolsüz kızdan bunları bekler miydin?" Başımı iki yana salladım. "Hayır, değil mi? " Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunu daha fazla uzatmanın bir mânâsı yoktu. "Sevgili Charlie senin adaletine gelirsek... Bana ne yaptıysan onlara da onu yapacaksın."

Yutkundu, yine.

"Ne?"

"Susacaksın. Arkadaşlarına daha bir şey yaptığım söylenemez. Asıl şimdi başlıyor. Sen benim onlara neler yaptığımı bileceksin ama tek bir kelime bile edemeyeceksin. Tıpkı bana yaptığın gibi." Kaşlarım hafifçe havalandı. "Nasıl ama?"

Bir süre sustu. "O nasıl olacak?"

"Sen o işi bana bırak, Charliecim." Yüzünde yine aynı bakışlar. "Peki, detaylandırayım. Arkadaşlarına gerçekten kötü şeyler yapacağım. Sen hepsini benim yaptığımı bileceksin ama hiçbir şey diyemeyeceksin. Bu anılar zihninde olacak ama aslında olmayacak. Bu yaşananları sen bileceksin ama zihnine birileri girse de bilemeyecek."

"Tıpkı Maddy'e yaptığın gibi."

"Tıpkı Maddy'e yaptığım gibi. Ama Maddy'e bunların gerçek olmadığını söyleyeceksin. O senin bildiğini bilmeyecek. Söylemek istediğinde hiçbir kelime söyleyemeyecek, zihne aktarmak istediğinde her şey yok olacak, yazmak istediğinde elin hareket edemeyecek. Kısaca bu olanları hiçbir iletişim şekliyle birilerine aktaramayacaksın. Bunu bozmak için büyü dahi yapamayacaksın. Bunların bedeli olarak da sevgili arkadaşlarına yapacağım hiçbir şeyi sana yapmayacağım. Hatta belki ileride bizim aramıza bile katılırsın, bunu çok da isterim."

"Bu acımasızlık."

"Seninki de öyleydi." Sustu, haklı olduğumu biliyordu. Acımasızca olabilirdi ama bu adaletti. "Gerektiği yerde bana yardım da edeceksin, Charlie. Ya kendi isteğinle ya da zorla. İşte tam bu noktada sana şunu söylemek istiyorum; Ya sen tüm bunları kendi isteğinle yapar ve kendi cezan olmaktan çıkarırsın ya da ben bunları sana ciddi bir şekilde uygularım. Yani Charlie bana katılmaya ne dersin?" Tamam, biraz hızlı bir giriş olmuş olabilirdi. Sonuçta fırtına en sessiz anda gelir ve siz hiçbir şeyi göremeden sizi darmadağın ederdi.

Bir süre sessizlik oldu. Gözleri yere çevrildi, eli boğazına gitti. Uzun süren bir sessizliğin ardından boğazındaki eliyle bana baktı. "Tamam." dedi kuru bir sesle.

Başımı iki yana salladım. "Korku ile olan bir ittifaklık istemem, Charlie." Boğazına baktım, hâlâ acıyor olmalıydı. Enerjimi geniş alandan çektim. Boğazı hızla iyileşirken eliyle boğazına masaj yaptı. "Az önce yaptığım şey için özür dilerim. Haddimi aştım. Hak etmeyen birine böyle davranmak istemem. Dediğim gibi Charlie korku istemiyorum. Çünkü korku ne demek iyi biliyorum." Korku bunu yaratırdı işte. "Dediğim her şeyi yapacağım, sana güvendiğim söylenemez ama dediğim gibi bunu cezaya çevirip çevirmemek senin elinde." İçime derin bir nefes çekip kapıya doğru yürüdüm. "Umarım beni bir gün içinde bir yerlerde affedebilirsin, ben senin için bu düşünceler içerisindeyim."

Ona son bir defa bakmadan kapıyı aralayıp çıktım. Konuşurken o işimi çoktan hâlletmiştim.

Fırtınanın tozları her yerde iz izdi. Peki toz izlerini kim takip ederdi?

🌜🌚🌛

Herkese yeni helüüü!!!

Nasıl buldunuz bakem bölümü??

En sevdiğiniz sahnee??

Eleanor'un herkese tem tek saldırması hakkında ne düşünüyorsunuz??

Marcus-Eleanor dövüşü???

Charlie ve Eleanor yüzleşmesi?

Sizce Charlie Eleanor'un tarafına geçer mi?

Eleanor'un bir sonraki hamlesi ne olacak sizce?

Oyllarr efendileeeerrrr!!!!!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!!!

Continue Reading

You'll Also Like

5.8K 704 15
Sesini duyar duymaz kolumdaki yılanın varlığı kayboldu. Ona baktığımda sinirlendiğini gördüm. Tek kaşım havaya kalktı. "Tam olarak neye sinirlendiniz...
7.6K 670 8
facts ¡Semekook¡
26.4K 230 11
Oy kullanmaya giderken tanıştığım ak partili sandık görevlisi kadın hayatımı değiştirdi.
46.7K 2.2K 29
#yalicapkini #afrasaracoglu #mertramazandemir #seyfer #antepli