ARHAVİLİ

By burcubuyukyildiz

612K 37.3K 16.2K

"Ben Karadenizliyim," dedi dudakları tehlikeli bir gülüşle kıvrılırken. "Biz sabahları ilk olarak hırçın dalg... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM

4. BÖLÜM

41.4K 2.9K 918
By burcubuyukyildiz

Bölümün yayınlanma tarihi: 29 Aralık 2023

Buraya bölümü okuduğumuz tarihi bırakalım mı?💙

Yıldızlarınıza ve satır yorumlarınıza talibim. 🥰

Keyifli okumalar.💙

4. BÖLÜM

Bölüm şarkısı ♪♪

Pera ~ Sen Bir Ateş Ben Çırayım

🌊

🕐 13 Ekim 2020

📍 Arhavi, Artvin

Güneş henüz doğmadan önce, gece ile gündüzün buluştuğu kısacık bir an yaşanır. Gökyüzü o anlarda ne tam olarak aydınlıktır ne de tam olarak karanlık. Hâlbuki her yanı gece bassa sırlar saklanır, şafak sökse insanın içindeki umut başkaldırır. Ama ikisi de olmaz, iyi mi kötü mü anlaşılmaz, gerçek bir belirsizlik ânıdır.

Tekin Bozboran da böyle tanımlanabilirdi ancak. Tahmin edilemez bir alacakaranlık.

Oteldeki kadınlara ne olduğunu sorduğumda anlamıştım bunu. "Mustafa'dan uzakta ve hayattalar. Bir daha da onun yanında olmayacaklar," diye yanıtlamıştı. Normalde herhangi bir şeye kendi gözümle görmeden inanmakta zorlanan ben, çarçabuk inanmıştım ona. Belki de bu tekinsizliğin aslında güven veren bir yanı vardı.

Bu konuşmamızın üzerinden bir saat kadar geçmişti. Birkaç kez bahçeye çıkıp sigara içmiştik. Gün boyu ağzıma bile sürememiştim, iyi gelmişti. Şimdi ben elimdeki ikinciye yapılmış kahveyi pişmanlığa esir olmuş bir ruh hâliyle yudumlarken, o hâlâ telefonda birileriyle yazışıyordu.

Pişmandım çünkü bu heyecan ve telaşın içinde Ömerleri tamamen unutmuştum. Tekin'in adamları Ömer'in otelde beni aradığını görüp ona açıklama yaptıklarını, benim güvende olduğumu söylediklerini haber verdiklerinde, başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Belirttiklerine göre Ömer ve arkadaşları buraya arabayla gelmişler, aynı şekilde dönmek üzere de yola çıkmışlardı. Adamlardan birkaçı da farklı bir arabayla onlara eşlik ediyorlardı. Tekin'in emriydi, bu tavrı beni şaşırtmıştı. En azından güvende ve iyi olduklarının içimi rahatlatması gerekirdi ama yaptığım bencillik ne yazık ki ağır basmıştı. Ankara'ya döner dönmez Ömer'den sağlam bir özür dilemem şarttı.

"İnternette hakkında hiçbir bilgi olmayan bir adam için ne kadar çok telefon kullanıyorsun?" dedim dayanamayarak. Uyuyamamanın verdiği sinir iyice ayyuka yükselmişti. Sanki kime ve neye sataşacağımı şaşırmıştım.

"Beni bu kadar merak ediyorsan istediğin soruyu sorabilirsin, Hazel," diye yanıtladı. Telefonunu bıraktı ve koltukta yanıma oturdu. Bir kolunu rahat bir tavırla koltuğun tepesine attı. "Bunun için internete gerek yok. Rahat ol yani."

"Hiç merak etmiyorum," dedim çenemi havaya dikerek. "Sadece bu çağda bir insan kendini nasıl bu kadar ustaca gizleyebilir, aklım almıyor."

"Asıl bu çağda olduğumuz için kolay. Bilginin kısıtlı olduğu bir zamanda kamufle olabilmek zor, nadir olduğunda daha görünür bir hâle gelirsin. Ama şimdi... Her şeye sonsuz bir hızla ulaşabilir ya da bilinmesini istemediğin şeyleri aynı hızla gizleyebilirsin."

"Her şeyi de bil," diye geçirdim içimden ama sesli söyleyemedim. "Güngör Bıçakçı'nın davetine girmek senin için o kadar da kolay ve hızlı değil o zaman," dedim onun yerine, laf soktuğumu sanarak. Ama cevap hemen geldi.

"Davetine girmek kolay, Hazel. Gizlice de yapabilirim bunu." Dudakları iş bilir şekilde kıvrıldı. "Ama ben gizli olmasını istemiyorum ki. Aksine! Beni o davet etmeli. Tanıyarak, görerek..."

Oturduğum yerde dikleşip elimdeki fincanı sehpaya bıraktım. Koltukta rahat bir pozisyon almaya çalışırken, "Nasıl olacakmış o?" diye sordum.

"Düşünmedim henüz." Kirli sakalını hafifçe ovuşturdu. "Bir yolunu bulacağız bakalım. Daha vakit var."

Esnememi bastıramayınca, parmaklarımı ağzıma kapattım. Saat üç olmuştu ve içtiğim kahveye rağmen çektiğim uykusuzluk başıma vuruyordu.

"Sen geceleri kâbus mu görüyorsun?" diye sordu pat diye. Dikkatli gözleri, yüzümde sanki bir cevap arıyordu. Tahmini elbette doğruydu. Adam kaçın kurasıydı resmen, bir bakışta her şeyi çözüyordu.

"Ne münasebet?" dedim hemen. Kabul etmeye niyetim yoktu. "O da nereden çıktı?"

"Bilmem. Uyumamak için direnmenin sebebini anlamaya çalışıyorum," dedi içimi okur gibi bakarken.

"Stresim geçmedi daha. Zor bir gündü malum. Birtakım badireler atlattım farkındaysan," dedim geçiştirmeye çalışarak. "Hem zaten birkaç saate sabah olur. Hemen yola çıkarız, değil mi?"

Oturduğu yerden kalkıp içeri gitmeden hemen önce, "Her şey hazır olunca çıkarız," diye yanıt verdi.

Detay soramadım. Konuşmaya mecalim kalmayınca önce kısık bir müzik açtım, sonra başımı koltuğun arkasına dayadım. Müzik hayatımın hep önemli bir parçasıydı ama son zamanlarda düşüncelerimi susturan, kâbuslarımı kovan gardiyanlardan biri olmuştu. Bakışlarım camdan dışarıdayken, Tekin'in bana seslendiğini duydum fakat ne sesime ne de bedenime söz geçirebildim. Bana yaklaştığını ise hayal meyal görebildim.

Yanıma geldi, gözlerimin üzerine düşen saçlarımı parmaklarıyla nazikçe kenara çekti. "Uyumaya çalış biraz. Yoruldun," dedi. Üzerime sarındığım battaniyeyi açtı, koltukta hafifçe dikleşmemi sağladı. Önce itiraz edecektim ama sonra beni koltuğa yatıracak ve üstümü örtecek sandım. Sabah gözlerimi açtığımda ise bambaşka bir yataktaydım.

🌊

İnsan vücudu, en bilinçsiz ânından sıyrılırken bile bulunduğu yabancı yeri algılamaya odaklıydı. Gözlerim hiçlikten, aydınlık ve masmavi bir sabaha açıldığında ben de daha önce bilmediğim bir yerde olduğumu anlamıştım. Burnuma dolan kokuydu belki bunun sebebi. Ya da belki de kulağıma çalınan deniz sesi. Huzuru çağrıştıran şeylerdi ama yine de hiçbiri başımı yastıktan fırlarcasına kaldırmamın önüne geçemedi.

Etrafıma bakındım, kocaman bir odadaydım. Odanın ortasında büyük bir yatak vardı, duvardaki büyük pencereler dışarıdaki günışığını tüm berraklığıyla içeri taşıyordu. Odanın neredeyse tamamı lacivert tonlarında döşenmişti, koyu renkleri sevmememe rağmen benim için bile göz alıcıydı.

İçinde bulunduğum yatağa çevirdim dikkatimi. Kalın yorgan, üzerinde lacivert bir battaniye ve hissettiğim değişik bir koku... Yapmadım tabii o hareketi. Yastığa elimi bile sürmedim çünkü bunu başkasının yaptığını duysam ya da görsem deli gibi dalga geçerdim. Sadece elimi dağılmış saçlarıma attım ve kendi saçlarımı kokladım. Elbette o koku saçlarıma da sinmişti. Odunsu, akılda kalıcı ve ne yazık ki fazlaca erkeksiydi.

Yataktan kalktım. Üzerimde hâlâ dün akşamki kıyafetlerim vardı. Aksi elbette ki mümkün değildi.

Dışarıdan sesler geldiğini duyunca cama doğru ilerledim. Perdeyi hafifçe açıp dışarı baktım. Ön taraftaki bahçede, masanın etrafına birkaç adam toplanmıştı. Masanın en başında elbette Tekin vardı. Çay içiyordu. Baktığımı nasıl anladı, bilmiyorum ama bir anda gözleri beni buldu, ardından oturduğu yerden ayaklandı. Kısa bir an paniklesem de sakince camdan uzaklaştım.

Buraya geliyordu muhtemelen. Bir an, dün gece bu odaya nasıl geldiğimi düşündüm. Roket bilimi değildi tabii bu, nasıl geldiğim su götürmez bir gerçekti. Tekin tarafından kucaklanmış, onun yatağına yatırılmıştım, bunu hiçbir şey olmamış gibi karşılamam en iyisiydi.

Kapı hafifçe tıklatıldıktan sonra açıldı. Daha ben dağınık saçlarımı düzeltemeden bakışlarımız karşı karşıya kaldı.

"Günaydın," dedi yüzünde ciddi bir ifadeyle. Üzerine siyah boğazlı bir kazak, altına da aynı renkte bir pantolon giymişti. Bunu kabullenmeyi istemiyordum ama bir kadını ürkütecek kadar yakışıklıydı.

"Günaydın," dedim hızlıca.

"Rahat uyuyabildin mi?" diye sordu. Cevabı çok riskli bir soruydu bu. Evet desem, Yatağın çok rahat, demişim gibi algılanacak, hayır desem kaba olacaktı.

Dürüst olmaya karar verdim. "Evet, teşekkür ederim. Seni de yerinden ettim."

"Önemli değil."

"Çıkacak mıyız? Hazırlanayım hemen."

"Bir saate kadar," dedi kolundaki siyah deri kordonlu şık saate bakıp. "Önce gelip bir şeyler ye istersen."

"Olur," dedim. "Üzerimi değiştirip hemen geliyorum."

"Servis açtırıyorum sana da," deyip odadan çıktı.

Peşinden bavulumun olduğu yere gidecektim ama bavulumla dün akşam çıkardığım botlarımın da orada, yatağın dibinde durduğunu gördüm. Fazla düşünmeden hızlıca hazırlanmaya koyuldum. Seri hareketlerle üzerimi değiştirdim, saçlarımı düzeltmeye çalıştım, odadaki geniş banyoda yüzümü temizleyip hafif bir makyaj yaptım. Tüm eşyalarımı da bavuluma tıkıştırıp odadan çıktım.

Koridordaki geniş aynada görüntümü kontrol etmeden duramadım. Siyah boru paça jean ve kırmızı crop kazak uyumlu görünüyordu. Saçlarımın dalgaları düzgündü, makyajımınsa hiçbir abartı yanı yoktu. Ayağıma geçirdiğim topuklu botlarımla tamamdım.

Salona geçtim. Telefonum ve küçük çantam bıraktığım yerde, koltuğun üzerinde duruyordu. Hatta siyah uzun kabanım bile otelden getirilmiş, koltuğun kenarına bırakılmıştı.

Geriye yalnızca yiyecek bir şeyler atıştırmak kalıyordu sanırım. Artık Ankara'ya dönüşün zamanıydı.

Bavulumu içeride bırakıp yalnızca telefonumu alarak bahçeye çıktım. Ben çıkar çıkmaz, masadaki adamların bazıları yerlerinden kalktılar. Masanın başında Tekin, hemen sağında da yaşlıca bir adam oturmaya devam ediyordu. Tekin'in soluna ise boş bir servis açılmıştı. Bu işleri kimin yaptığını anlamıyordum, evde herhangi bir görevliye rastlamamıştım.

"Günaydın," dedim herkese. Hepsi yanıt verince yerime geçtim. Oturmadan hemen önce Tekin sağındaki ellili yaşlarının sonunda gibi görünen adamı, "Noyan Abi..." diyerek tanıştırdı.

Noyan Bey ayağa kalktı ve elini uzattı. "Tekin'in avukatıyım. Memnun oldum, Hazel Hanım," dedi.

"Ben de memnun oldum," diyerek tokalaşıp yerime oturdum. İki çeşit omlet, domates-salatalık, peynir ve zeytin çeşitleri, meyve ve daha birçok şey... Masa eksiksizdi. Ama ben pek kahvaltı insanı sayılmazdım. Aslında sigara içmeyi tercih ederdim ama çıkıntılık yapmaya gerek yoktu.

Tekin çayını içerken bakışlarını bana çevirdi. "Birazdan bir misafirimiz gelecek," dedi. Kaşları çatıktı, anlaşılan bu durumdan pek de memnun değildi. Ayrıca misafir onundu, çoğul eki kullanması gereksizdi, neticede ben bu evin bir parçası değildim.

"Öyle mi?" diye sordum yine de.

"Evet. İştahın kapanabilir, o yüzden öncesinde bir şeyler yemeni öneririm."

Tabağıma bir şeyler almak için masaya uzanırken, "Kim gelecek?" diye sordum.

"Dün akşamki adam," dedi Tekin. Aslında yanıt vermesini beklememiştim.

"Mıstık mı?" diye sordum.

"Mıstık?" dedi alay eder gibi.

"Yani... Sen de Musti diyorsun adama. Ben Mıstık diyemez miyim?"

"Diyebilirsin," diye yanıtladı. Dudakları çok hafif kıvrılmıştı.

"Yine silah çekmeden mi karşılayacaksınız onu?" Tekin anlamadan yüzüme baktı. "Dün akşam lobide onlar size silah çektiler ama siz hiçbir şey yapmadınız. Bir çeşit racon diye düşünmüştüm."

Aslında bunu düşünüp kendimi daha önemli bile hissetmiştim. Çünkü ben otel odasına daldığımda, sanki büyük bir tehlikeymişim gibi silahlarla karşılanmıştım. Hoşuma gitmişti!

Tekin başını geriye atıp güldü. Dudakları genişlemiş, bembeyaz ve düzgün dişleri görünmüştü. Nadir rastlanır bir manzaraydı ve çekiciliği nedense beni korkutmuştu.

"Niye güldün ya?" dedim etkisinden kurtulmaya çalışarak.

"Raconu bilmene!"

"Daha dün akşam başladım öğrenmeye," dedim. "Mafya 101." Ağzıma küçük bir salatalık attım. Ben salatalığı çiğnerken, Tekin kısa bir an dudaklarıma baktı. Ama hızla toparlanınca kafamda kurduğumu sandım. "Yoksa ben bir garip bakanlık stajyeriyim. Ne anlarım böyle kanunsuz işlerden?"

"Dedi çantasında silahla gezen, sahte kimlikler, peruklar ayarlayan kadın. Ailenin ününden bahsetmeye gerek bile duymuyorum."

"Dün akşamı karıştırma. Kutsal bir görevdi o benim için. Her şey mubahtı."

"Süvarilerden istemişsin sahte kimliği. Yerimi de Küçük Süvari bulmuş," deyişi soru sorar gibiydi.

Başımı salladım. İnkâr etmenin bir anlamı yoktu artık. "Evet. Küçük Süvari arkadaşım olur."

"Sabah mesaj atmışlar. Senin onlar için önemli olduğunu anlatan..." Çayından bir yudum içti. "Belki bilmek istersin. Oteldeki tüm kamera kayıtları da temizlendi. Arkada sana ait herhangi bir görüntü bırakılmadı yani."

"Aksini düşünmemiştim," dedim kendimden emin bir sesle. Bakışları gözlerimin içindeyken, bahçenin ön tarafından tekerlek sesi duyuldu.

"Geldi," dedi Noyan Bey, Tekin'e bakarak.

Noyan Bey oturduğu yerden ayaklandı. Gelen arabaları karşıladı. Simsiyah arabaların içinden önce birbirinden kanunsuz görünen adamlar, hemen ardından ise Mıstık çıktı. İti an çomağı hazırla gibi bir andı.

"Ah be Tekin!" dedi bağırarak. "Hiç oldu mu ya? Birlikte iş yapacağız derken. Kazık atmak sana yakıştı mı?"

Tekin'e yaklaşmak üzereyken, Noyan Bey onu omzundan tutup durdurdu. "Destur!" dedi uyarır gibi.

Tekin o sırada oturduğu yerden kalkınca, saniyeler sonra Mıstık'la karşı karşıya geldiler.

"Ağlayacaksan oynamayalım, Musti," dedi Tekin imalı bir sesle. "Birlikte iş yapacağımız hayaline kapılan sensin."

"Silahlar nerede, Tekin?" dedi Mıstık. Neden bahsettikleri konusunda asla fikrim yoktu ama bizim silahlar olmadığı kesindi.

"Ben nereden bileyim, oğlum?" diyerek güldü Tekin. "Senin silahlarının bekçisi miyim? Kendin sahip çıksana tırlarına! Saçma sapan adamlarla çalışırsan olacağı bu!"

"Sen okumuş adamlarla çalışıyorsun da n'oluyor lan?" dedi Mıstık. Cesareti artmıştı ama fena patlayacak gibi de bir hâli vardı. "Kültürlü mafya mı olacaksınız başımıza? Yaşatırlar mı lan sizi bu âlemde? Öyle gökten zembille ineceksin, ondan sonra mafyada yer edinmeyi bekleyeceksin. Üzerine benim anlaşmamın üzerine çökeceksin."

Öfkeyle soludu. Elini beline attı, silahını çıkardı. Tekin'in adamlarından birinin hemen yanımda olduğunu o an anladım çünkü önüme geçerek bana siper oldu. Ama manzaram da kapanmıştı. Başımı önümdeki adamın gövdesinden hafifçe sağa doğru kaydırıp baktım. Mıstık silahı kaldırdı ve havaya bir el ateş etti. Bendeki rahatlığın sebebi neydi, bilmiyordum ama nedense içten içe Tekin'e bir şey yapacak gücü olmadığının bilincindeydim.

"Seni asla aralarına almayacaklar, asla onaylamayacaklar!" diye devam etti Mıstık. Göğsünün sinirle inip kalktığı buradan belliydi.

Tekin ise rahattı. Elleri ceplerindeydi, az önce silah ateşlenirken kılı bile kıpırdamamıştı.

"Sen..." dedi buzdan bir cehennemi andıran sesiyle. "Onların onayına ihtiyacım olduğunu da nereden çıkardın?" Boynunu sağa sola büküp burnunu çekti. "Bizim buralarda bir laf var, Musti," diye devam etti. "Mapak var, orak mapoba ikips." * Değişik bir dildi ama ezgisi çok güzeldi. "Ne demek bu biliyor musun?" diye sözlerini sürdürdü. "Krallığı kral değil, zaman kurar. Yani... Sen sadece bekle... Tabii ömrün yeterse. Azrail seni bir yokluyor gibi geldi bana."

Elini Mıstık'ın omzuna attı. Adamın buruşan yüz ifadesinden, omzunu neredeyse parçalar gibi sıktığı anlaşılıyordu.

"Dün akşam silah çektin. O birdi. Bugün geldin, böyle yiğitlikler falan. Bir kere daha silah çektin. Bu da ikiydi. İki kurşunun birikti, Musti. O gün geldiğinde, iki kurşunla öldüreceğim seni." Elini adamın omzundan çekip yeniden rahat bir tavırla ceplerine soktu. "Ama o gün bugün değil. Evimi, senin pis kanınla kirletecek değilim. Hadi, siktir git buradan şimdi!"

Tekin'in adamları, hepsini yaka paça arabalara bindirdiler. Araçlar nihayet ışık hızıyla uzaklaştığında, Tekin yeniden masaya döndü. Ardından adamlarına bakarak. "Arabaları hazırlayın," dedi. Adamlar hızla dağıldılar. Bahçede üçümüz kalınca Noyan Bey'e verdi dikkatini. "Musti'nin tırlarını değiş tokuş yapacağız, Noyan Abi."

"Kiminle?"

"İstihbaratla!"

Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Düşündüğüm şeyi mi yapacaktı?

"Nasıl?"

"Ayarlayınca haber vereceğim ben sana!"

"Ben hazırda bekleteceğim o zaman," deyip sandalyede duran çantasını aldı Noyan Bey. "Kaçıyorum. Dikkat et kendine."

"Sen de!"

Tekin'le kucaklaştıktan sonra Noyan Bey elini bana uzattı. "Çok memnun oldum, Hazel Hanım."

"Ben de," dedim elini sıkarken. "İyi günler."

Nihayet ikimiz kaldığımızda Tekin cebinden sigarasını çıkardı, önce bana uzattı. Hemen bir dal aldım. Çakmağını uzatıp sigaramı yaktı. Ardından kendisi de aynısını yaptı. Sigaramdan ilk nefesimi çektikten sonra sormadan yapamadım.

"Bahsettiğin silahları, bizim gemiden çıkanlarla mı değiştireceksin?"

Başını salladı. "Evet. En kısa sürede. Ama önce iyi bir plan yapmam gerek."

Gülümsedim hafifçe. Bu haber rahatlamamı sağlamıştı.

"Arabayla gideceğiz," dedi Tekin. "Uzun bir yol. Ama havaalanında görüntü verme ihtimalin var. Gelirken uçakla gelmişsin ama yeniden riske gerek yok."

"Araba daha iyi olmuş," diye yanıtladım.

Dakikalar sonra adamlar arabaların hazır olduğu haberini verdiler. Tüm eşyalarım toparlanmış ve arabaya yerleştirilmişti. Ben de küçük çantamın zincirini içinden çıkarıp omzuma geçirdim, içine telefonumu koydum.

Escalade'e binmeden hemen önce bir rüzgâr esti üzerime doğru. Eve baktım. Burayı son görüşüm olduğunun inancıyla denizin kokusunu içime çektim. Çok güzel bir yerdi aslında ama kâbuslar üzerime musallat olmamışken gelmeyi tercih ederdim.

"Hazır mısın?" diye sordu Tekin.

Onu onayladıktan hemen sonra arabaya bindim. Ben arkaya geçtim, o da karşımda yerini aldı. Tıpkı buraya gelişimiz gibiydi ama aynı zamanda farklıydı. Aynı insanlardık fakat artık bir iş birliğimiz vardı.

Sessiz bir yolculuk başladıktan yaklaşık bir saat kadar sonra, başımı dayadığım camdan kaldırdım. Uyuduğumun farkına varmamıştım. Hafifçe doğrulmaya çalıştım fakat üzerime örtülmüş siyah ceketin o an farkına vardım. Tekin'in ceketiydi, Tekin'se karşımdaydı ve tüm dikkatini elindeki tablete odaklamıştı.

"Gecenin acısını çıkarıyorsun," dedi bakışlarını tabletten kaldırarak. Kaşla göz arasında uyuyuşumu kastediyordu.

Gözlerimi ovuşturdum. Fakat yanıt veremeden araba ani bir frenle durdu. Yola bir kadın fırlamıştı, sırtında büyükçe bir sepet vardı. Tekin de bir an dışarı baktıktan sonra, sanki manzara tanıdıkmış gibi yeniden önüne döndü. Fakat benim için yeniydi çünkü birbiri ardına bir sürü kadın yemyeşil bir tarladan çıkarak karşıdan karşıya geçiyorlardı.

"Ne yapıyorlar?" diye sordum merakla.

"Çay," dedi Tekin. Anlamadığımı fark edince dikkatini tabletinden tamamen ayırıp bana döndü. "Çay toplamışlar. Oradan dönüyorlar." Eliyle camın dışında bir yeri gösterdi. "Bak, şurası..." dedi. Gösterdiği yerde başka kadınlar önlerindeki yeşillikten yapraklar topluyorlardı. Elleri o kadar hızlıydı ki takip edebilmek imkânsızdı. Büyülenmiştim sanki.

"Çok güzel..." dedim kendimi tutamadan.

"Öyle. Çok güzel," diye yanıtladı beni. Ona döndüm. Bana bakıyordu. Kor gözlerindeyse dün akşam da gördüğüm bir ışık yanıyordu.

Kalbim küt küt atmaya başlayınca hemen lafı değiştirmek için zayıf çabalara giriştim. Fakat kendime güvenli bir sınır yaratmak gitgide güçleşiyordu.

"Keşke buradan Ankara'ya götürebileceğim değişik bir çiçek olsaydı," dedim.

"Neden?" diye sordu. Tabletini yanındaki koltuğa bırakmıştı.

"Benim evde küçük bir seram var. Daha çok kapalı bir bahçe gibi aslında. Gittiğim her yerden farklı bir çiçek alıyorum orası için. Fide ya da tohum yani."

"Burada aradığın gibi bir şey var mıdır, emin değilim. Araştırırız."

"Olur," dedim.

Araba çoktan yeniden hareket etmişti. Yol akarken, o dakikadan sonra saatler de uçup gitti. Uyudum, uyandım. Bir şeyler yedim, bir şeyler içtim. Tekin'le sohbet ettim. Bu sırada o hep uyanıktı. Nihayet tam on iki saat sonra, Çankaya'daki evimin kapısının önünde karanlık geceye gözlerimi araladım.

Tekin karşımdaydı, bana bakıyordu. "Geldik," diye mırıldandı. "Çocuklar bavulunu taşıdılar bahçeye."

"Anladım." Toparlanmaya çalıştım. Ceketi hemen yanıma bıraktım, çantamın zincirini boynumdan geçirdim. Onun gelip gelmeyeceğini bilmiyordum ama nedense bir daha görememekten endişelenmiştim. "Bir daha ne zaman..." dedim ama devamını getirmeme izin vermedi.

"Sen gir eve, Hazel. Ben de çocuklarla konuşup geliyorum," diye yanıtladı beni.

Kısacık bir an heyecanlandım. Tek amacım bundan sonraki planı öğrenmekti tabii, heyecanımın altında başka hiçbir sebep aramadım.

Arabadan hızla indim ve koşarak bahçeye girdim. Bavulumun bahçenin ortasında olduğunu görünce hemen onu da aldım. Aslında eve girecektim ama nedense güçlü bir his arka bahçedeki seraya sürükledi beni. Önce bir çiçekleri kontrol edeyim düşüncesiyle seri adımlarla oraya yürüdüm.

Saniyeler sonra çantamdan anahtarımı çıkarıp seranın kapısını açtım. Kaşlarım çatıldı önce. Kapıyı kilitlemeden çıkıp çıkmadığımı düşünmeye çalıştım ama kafamda bir anı belirmedi. Normalde evden çıkarken serayı açık bırakmayı tercih etmezdim.

Bu kez unuttuğumu sanarak içeri girdim, çiçeklere doğru yürüdüm. Hepsini daha iyi inceleyebilmek için ışığı yakacakken, seranın eve açılan iç kapısının ardında bir tıkırtı duydum. Kapının kulpunun oynadığını fark ettiğim anda ise koşar adımlarla kendimi seranın ortasında duran en büyük masanın altına attım. Sera büyüktü, çıkış kapısı uzakta kalmıştı, her yer karanlıktı, telefonumu çıkaramazdım. Çıkarsam da Tekin'in telefon numarasını almamıştım ki. Nasıl arayacaktım?

Nefesimin kontrolsüzce hızlanmaya başladığını anlayınca ses çıkarmamak için kendimi zorladım. Beynim son hızıyla çalışırken çantamı açtım. İçinde duran, dün akşamdan kalma küçük silahı çıkardım. "Bu ikinci," diye geçirdim içimden. Ama yine tıpkı o geceki gibi çaresizdim.

Seranın iç kapısı nihayet gıcırdayarak açıldı. Önce bir sessizlik çöktü, ardından adım sesleri içeriye yayıldı. Yaslandığım masanın altında iyice büzüldüm, bakışlarım ise seranın etrafını çevreleyen camlardaydı. Bana doğru yaklaşan kişinin yansıması tam karşımdaydı.

Titreyen ellerimle silahı daha sıkı kavradım. Fakat bunun hiçbir işe yaramayacağını tam da o anda anladım. Kafamın üzerindeki masanın köşesine bir el ateş ettiğinde, dudaklarımın arasından fırlayan çığlığı tutamadım. Camdaki yansımadan bana doğru koştuğu anda ise gözlerimi sımsıkı kapattım.

Bir el silah sesi daha yükseldi her yanı mis gibi çiçeklerle çevrili seramdan. Kulaklarımı tıkamıştım, vücudumun bir yerinde bir acı hissetmeyi bekliyordum. Ama nedense en çok, herhangi bir şekilde alıkonulmaktan korkuyordum.

Ancak duyduğum şey bir inleme, hemen peşinden ise düşme sesi oldu. Ardından "Hazel!" diye bir bağırış ellerimle kapattığım kulaklarıma doldu. Öfkeliydi adımı seslenen ses. Ama aynı zamanda tanıdık geliyordu. Dün gece defalarca kez işitmiştim, canı pahasına beni koruyacağına âdeta yemin eden adamdı bu.

Elimdeki silahı bile bırakamadan saklandığım yerden fırladım. Kapının önünde olduğunu gördüğüm an ona koştum. Onun da adımları bana doğru hızlandı. Kendimi kollarına bıraktığım an, vücudumu engel olamadığım bir titreyiş aldı. Korkuydu bunun sebebi, daha önce de tatmıştım. O zaman tüm bedenim sırılsıklamdı ve yapayalnızdım.

"Çok korktum," diye fısıldadım.

Kocaman elinin biri belimi sıkıca kavradı, silahlı eli ise saçlarımın arasına daldı. Kokusu burnumda, dudaklarıysa alnımdaydı. "Buradayım," diye fısıldadı. "Yetiştim."

Beni tek bir hamlede kucağına aldı. Boynuna iyice sokuldum. Kucağında benimle birlikte seranın tam ucunda duran koltuğa oturdu. Nefesi saçlarıma karışırken elimden silahı almış, kendininkiyle beraber yere koymuştu. Kalbinin atışı avuçlarıma dolarken, kendime biraz olsun rahatlama izni vererek gözlerimi kapattım. Dün gece beni taşıdığı ânı anımsamıyordum ama bu seferkini hiç unutmayacaktım.

🌊

* Lazca bir atasözüdür.

🌊


Yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyor ve sizi çok öpüyorum.💙

Beni aşağıdaki hesaplarda bulabilirsiniz;
Instagram: burcubuyukyildizz
Twitter: burcubykyldz
Tiktok: burcubuyukyildiz
Arhavili Instagram: arhaviliofficial
Arhavili Tiktok: arhaviliofficial

Şuraya son sahnenin fotosunu bırakıyorum🌊

Continue Reading

You'll Also Like

4K 708 1
"Vicdan hatırladıkça hiçbir suç unutulmaz..." +18 ve küfür içerir. Her bölümde farklı bir cinayet kurgusu anlatılacaktır! ❌Çalınması durumunda işlem...
861K 15.2K 27
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞
17.8K 1.6K 25
{Devam ediyor} "Gece ihtiyaçlarını benimle karşılasın."
149K 10.4K 38
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...