DÜŞMÜŞ MELEK

By silassen

5K 647 687

Kırgınlığı intikama dönüştüğünde bir tek Tanrı karşı çıkabilirdi ona. Ancak Tanrı dahi durdurmak istemiyorken... More

• GİRİŞ
1. Bölüm: "Azap dolu günler."
2. Bölüm: "Küçük Hanım."
4. Bölüm: "Ada Milan'ın cenneti."

3. Bölüm: "Yakın Geçmiş."

986 123 259
By silassen

Bölümü bir türlü atamadığım için üzgünüm. Ama güzel bir bölümle geldiğimi belirtmek isterim.

elliott smith - between the bars
jake bugg - broken

oy sınırı: 120

Günler, haftalar, aylar önce...yakın bir geçmişten.

İnsan sevmediği şeyi özleyebilir miydi? Aslında düşündüğümüzde imkansız gibi görünüyordu. Kim bilmediği bir parfümün kokusunu tanırdı? Daha önce hiç tatmadığınız bir yemeği canınız çekebilir miydi? Aşık olmadan aşk acısı çekemezdi insan ama hissettirdiklerini anlayabilecek kadar güçlüyse, aşkın ne demek olduğunu bilirdi.

Müziklerden, kitaplardan, dizilerden ama en çokta çevresinden.

İmkansız gibi görünen her şey mümkündü aslında. Sadece biz, onları bir kafese tıkmayı uygun görüyorduk. Biz sadece, risk almaktan korkuyorduk. Yeni bir parfüm denemekten, yemeği tatmaktan, aşık olmaktan ama belki de en çok sevilmekten.

Aşık olmayı bilmeyen biri sevilmekten korkardı, aşkı bilen biride. Aslında biz, yani insanoğlu ne kadar aynıydık değil mi? Hissedilen de hissettirilen de aynıydı.

Ada ve Akın derin bir uykuda görünüyordu.

Ortalık mahşer alanı gibiydi. Herkes birbirine bağırıyor, oradan oraya kaçışıyordu. Tek bir kişi hariç. Akın ve Ada'nın yan yana dizilmiş, tam ortada birleşen elleriyle hareketsizce yatan bedenlerini orada bırakmak istemeyen biri vardı.

Cesur.

Saatler önce tanıştığı, şen şakrak kadının şimdi cansız, renksiz bedenine baktığında derince yutkundu ve çevresine bakındı. O ikisini acımadan öldüren birileri vardı. 17 Haziran...Ne garip gündü ama değil mi? Birileri Tanrı tarafından affedilerek hayata döndürülüyor, diğerleri ise belki de Tanrı'nın işine karıştığı için cezalandırılıyordu.

En azından Cesur böyle düşünüyordu.

Belki de iki aşık, gerçekten Tanrı'nın işine karıştığı için cezalandırılmıştı, kim bilir?

Cesur, Merve'nin bedenine sıkı sıkıya sarılmış, aldığı nefesi dinleyen Kaan'a odaklandı. Merve'nin gözleri kocaman olmuş, neler olup bittiğini anlamayan bir ifade ile ona bakarken, Kaan ise Merve'yi kucağına çekerek sıkıca sarılıyordu. Resmedilesi bir görüntüydü.

Daha sonra yerde cansızca yatan bedenlere baktı.

Birileri kaybetmiş, birileri kazanmıştı.

Ada'nın göz kapakları örtülüydü. Bir eli, kalbini delip geçen kurşunun bıraktığı yerdeydi, diğer eli ise sanki olacakları önceden biliyormuş gibi sımsıkı tutup vurulduktan sonra dahi bırakmadığı Akın'ın elindeydi. Eğer gözleri açık olsaydı, tıpkı ruhu gibi...kim bilir kafamızdan uçup giden kuş sürüsünü görebilir, kıpkırmızı kanlı ayı canlı izleyebilirdi.

Akın'ın ise bunların hiçbiri umurunda değil gibiydi. Başı, sağa düşmüştü. Eğer gözleri açık olsaydı, tıpkı ruhu gibi...Kim bilir belki de onun izleyeceği şey bir çift güzel gözler olurdu. Ada olurdu, Ada'nın biçimli kaşları olurdu.

Ama ikisi de sonsuz bir yolculuğa uğurlanmış olmalıydı.

İçeriden yüksek bir ses yükseldi. "Akın! Ada!" bu Melih'in ta kendisiydi. Sanki dakikalar önce bir tehlike içinde değillermiş gibi koşa koşa Ada ile Akın'ın yanına geldiğinde onu takip eden Çitlembik vardı. Huysuzlanarak Ada'nın yanına yatan Çitlembik, bir patisini Ada'nın karnına koydu. Garip garip sesler çıkarırken, Melih hayal kırıklığı ile bakıyordu.

O gece bilinmeyen bir şey oldu.

Ada ve Akın herkesin zihninden silinirken, aylar sonra bir daha tanışacaklardı ancak onları unutmayan küçük bir dostları vardı.

Zira Çitlembik, sürekli ona pire torbası diyen arkadaşlarını asla unutmazdı.


*


Başımda bir uğultu vardı asla bitmiyordu. Yavaşça gözlerimi kırpıştırarak açtığımda ilk gördüğüm şey, açık camdan yansıyan kanlı ayın görüntüsüydü. Kuşlar, seslerini çıkartarak gökyüzünde süzülürken, kanlı ay iştihamlı iştihamlı parıldıyordu. Boğazımdaki gıcık kendini gösterdiğinde öksürdüm.

Biraz fazla öksürmüş olmalıyım ki, odanın karanlığında görmediğim ancak üçlü koltukta uyuyan beden bir anda zıpladı. "Ne oldu ölüyor muyuz?" dedi tanıdık bir ses. Neler olduğunu kavrayacak halim olmadığı için bana yaklaşmasını bekledim.

Ayın tam olarak parladığı yerde durduğunda yüzü açığa çıktı. Bu, Ata'ydı. Bana şaşkınlıkla bakarken kemik gözlüklerini çıkardı ve boynuna astı. Asla elinden ayırmadığı Sokrates'in Savunması kitabını sıkı sıkı tutuyordu. "Başım." dedim kendime engel olamayarak.

"Başın ağrır tabii." dedi bilmiş bilmiş. "Sabahtan akşama kadar bana çene yetiştireceğine keşke biraz uyusaydın." deyip aynı gıcıklığına devam ederken bedenimi eliyle köşeye ittirdi. Ona şok içinde bakarken Ata bunu umursamadan yanıma oturdu ve gözlüklerin takıp bir sayfayı açtı.

"Ölümün insanoğlunun başına gelen iyiliklerin en iyisi olup olmadığını kimse bilmiyor, ama güya başa gelebilecek en büyük kötülük olduğunu sandıklarından ondan korkuyorlar. Birinin bilmediği bir şeyi bildiğini sanması cehaletin en utanç verici türü değil midir?"

Okumasını bitirip bana baktığında tek kaşımı kaldırdım. "Ne bu şimdi?" gözlerini devirdi. "Diyorum ki ben kazandım."

"Ne?" hala ona alık alık bakmama dayanamamış olacak ki yumruk yaptığı elini alnıma vurdu. "Ata ne yapıyorsun ya?"

"Var mı diye kontrol ediyorum."

"Ne var mı?"

"Aklın." gözlerimi devirdim. "Önder hocanın ayarladığı münazarayı ben kazanırım diyorum. Koskoca Sokrates'in Savunması kitabını yalanlayacak değilsin herhalde?" dediğinde duraksadım.

Önder hoca?

Münazara?

Sokrates'in Savunması.

"Siktir." diye tısladım yatakta doğrulurken. Ata bana imayla bakıp "Ee sırf beni yenmek için kütüphanede sabahlayıp sonra yorgunluktan bayılmanı es geçerek ne diyorum biliyor musun?" sertçe yutkundum. "Ne diyorsun?"

"Beni yenmek için kırk fırın ekmek yemen lazım güzellik." deyip göz kırptı ve bilmiş bilmiş sırıtmaya devam etti. Seni nasıl yendim, ne savaşlar yaptık bir bilsen Ata..

"Rüyanda görürsün."

Tek kaşını kaldırdı. "Beni yenemeyeceğini ne zaman anlayacaksın?"

Sırıttım. "O çok girmek istediğin staj yeri var ya Atacığım..." deyip sırıttığımda gülümsemesi yüzünde dondu. "Sakın bak." deyince dilimi çıkardım. "Seneye staj yerimi ayarladım bile. Sen de rüya görmeye devam et."

"Seni aldılarsa beni kesin alırlar kızım." dedi hiç gocunmadan. Gözlerimi devirdim. "Ben senden daha iyiyim Ata, bunu kabul et artık."

"Ben daha iyiyim."

"Hayır ben!"

"Hayır be-" sözümü kesen şey oda kapısının açılmasıyla annemin girmesiydi. "Hala çocuk gibi kavga mı ediyorsunuz?" diye homurdanarak yanımıza geldi ve ateşimi ölçtü. "Sen neden geldin anne ya?" diye mırıldandığımda alnıma vurdu. "Ne demek neden geldin? Ben senin annen değil miyim? Her zaman yanındayım?"

Ya üç, beş yıl sonra? O zaman da aynı şeyleri söyleyebilecek misin anne? Neden beni bir yalana inandırdın ki?

"Ata, sana da teşekkür ederim oğlum." dedi annem elini uzatarak. Ata, ondan beklenmeyecek bir kibarlıkla annemin elini sıkarken içimden geçirdim, "Ne demek ablacığım. Ada'ya göz kulak oluyorum ben."

"Ne demek ablacığım. Ada'ya göz kulak oluyorum ben."

Gülümsedim. Ata beni hiç yalnız bırakmamıştı. İyi günde kötü günde miydi bilmiyorum ama...Artık kötü günümde bile yanımda olan dostum, kötü günleri bana getiren kişi olmuştu. Ata'ya baktım. Şimdi de masum sayılmazdı ama büyüdükçe olan masumluğu azalmıştı. Şimdi ise annemle tatlı tatlı konuşuyordu.

Ya üç, beş yıl sonra?

Ne annem, ne Ata.

"Yine bir araya geldiniz beni unuttunuz." dedim homurdanarak. Annem kıkırdayarak saçlarımı öptü. "O ne demek anneciğim?" dedi sarılarak. "Hem yorgunluktan düşüp bayılmışsın. Sana kaç kere diyeceğim biraz kendine dikkat et diye. Zaten tutturdun bir gazetecilik diye...Hadi gel beraber Bursa'ya dönelim, sınava bir daha hazırlanırsın." diyerek her zamanki mavallarını okumaya başlayınca gözlerimi devirdim.

Elini tutup "Ben iyiyim anne." dedim keskin gözlerimle ona baktım. "Ayrıca hayır. Gazeteciliği falan bırakmayacağım. İşimi seviyorum." deyince burun kıvırdı. Telefonunun çalmasıyla "Bir saniye." diye mırıldandı.

Kimin aradığına baktığımda kaşlarım çatıldı. Avukat Cesur arıyor...

Her Cesur o olacak değil ya...

Annemin dışarı çıkmasıyla Ata, hanım evladı rolünü bir kenara bırakıp gözlüğünü çıkardı ve derin bir nefes aldı. "Anneni dinleyip gitsen iyi olur Adacığım." dedi sahte bir tebessümle. "Burada bana ayak bağı olacaksın."

Hem de nasıl bir ayak bağı...bir bilsen?

Bugün günlerden, 8 Aralık 2020.

Ve Tanrı'nın neden beni geçmişe yolladığını çözmem için ne kadar zamanım var bilmiyorum ama her şeyin bugün başladığını, tüm düğümlerin bugün atıldığını ve gelecekte çözmem gereken ne varsa bu düğümle çözüleceğini hissediyordum.

Bu sefer gazeteci Ada Milan olarak değil, öğrenci olarak buradaydım. Düğüm için. Bu düğümü çözmek için. Akın'ı kurtarmak için.

En çokta kendimi.


*


Öğrenci evim bir hayli dağınıktı. Annemin söylenmeleri eşliğinde evimi toparlarken bir yandan Akın'ı nasıl bulacağımı düşünüyordum. Şimdi oturduğum öğrenci evi, iş yerime uzak değildi. Bu çevrelerde onu bulabilirdim ama biz geçmişteydik. Yani bilmiyordum. Akın'ın bu saatlerde, ne yapacağını kestiremiyordum.

Ofladığımda annem, "Oflama artık." diye bağırınca bir daha ofladım. "Duruşmaya geç kalacağız anne!" diye söylenip duşa girdiğimde annemin telaşlı sesini duydum. Hızlıca soğuk bir duş aldıktan sonra saçlarımı kuruladım ve gri, bol kumaş pantolonumu giydim. İçine siyah ince askılı bir üst giydim ve üzerine blazer ceketimi attım.

Saçlarımı aşağıda topuz yaptıktan sonra önlerini sabitledim. Halka küpelerimi taktıktan sonra parfümümü sıkarken annem içeri girdi. "Taksi geldi, gidelim." dediğinde peşine takıldım. Aşağı indiğimizde bizi bekleyen taksiye bindik. Başımı cama yasladım. Neler olacağını biliyordum ama bu sefer gözümü dört açmam gerekiyordu.

Kaçırmadığım, bilmediğim bir şeyler dönüyordu.

Adliyenin önünde durunca taksiden indim. Annemde ücreti ödedikten sonra beraber içeriye girdik. Buralar tanıdıktı. Uzun yıllardır mesaimi burada harcamıştım, şimdi ise başa dönmem oldukça ironikti ama olsun.

Eğer başa çıkabileceksem her şeye tamamdım.

Adliye koridorlarında yürürken duruşmanın olacağı salonun önündeki koltuklara oturduk. Blazer ceketimi çıkartıp kenara koydum. Çok sıcaktı. Koridorun ucundaki bize doğru gelen Ata'yı gördüğümde sırıttım ve elindeki kahveyi aldım. "Teşekkürler." dediğimde omzumu sıvazladı. "Yanlış anlama." dedi gıcık gıcık. "Sadece bir an önce kendine gel, kavga edelim diye yanındayım." deyince gülümsedim. "Biliyorum, merak etme."

"Avukat nerede kaldı?" dite strese giren annemin avcunu tuttum. Geleceğini biliyordum, bu duruşmanın sonunda ne olacağını da. "Geldi!" dedi ve büyük bir sevinçle ayağa kalktı. Koridorun sonuna doğru acele acele giderken gözlerimi kıstım. Henüz annemin bedeninden gelen kişinin yüzünü görememiştim. Kahveyi, Ata'nın eline tutuşturup ayağa kalktım ve annemin peşinden gittim.

"Bu sefer kesin kazanırız değil mi?" dedi annem titreyen dudaklarıyla. Annemin arkasından çıktığımda gördüğüm yüz beni dumura uğrattı. Cesur gülümseyerek annemin sıkarken gözleri bana değdi. "Görmeyeli büyümüşsün Ada." dedi.

"Seni ilk kez görüyorum."

"Oysa ben seni defalarca gördüm."

Anılar birer birer zihnime dolarken, "...Seni ilk kez orada gördüğümde bir şeye çok benzediğini düşündüm."

Bu oydu. Alaska'nın son gününde tanıştığım o adamdı. Bizi koruyan o adamdı. Yıllardır babamı koruyan, onun avukatlığını yapan adam, Alaska'nın içindendi. Bize ihanet etmişti. Babamın yıllardır içeride kalmasını sağlayan şey oydu.

"Allah kahretsin." dedim sertçe yutkunarak. Bunu sessizce söylemiştim ancak Cesur, "Yüzün beyazladı, iyi misin?" diye sordu. "İyiyim." dedim sertçe yutkunarak ve geri çekildim. "Babamı kurtaracak mısın?"

Gülümsedi.

"Elbette. Elimden geleni yapacağım." dediği sırada babamı gördüm. Yanında iki polis koluna girmişti, babamın elleri önünde kelepçeliydi. Bizi gördüğünde gülümsedi ve gözlerine ulaşmayan bir ışıktı bu. Daha sonra başını yere eğdi. Annem ona atıldığında da geri çekildi, kelepçeli ellerini saklamak istedi bizden. Utandı, sarılmaya bile utandı.

Herkes birer birer içeriye girdiğinde Ata sırtımı sıvazladı. Koltuğun üzerinde duran ceketimi almak için ruhsuzca birkaç adım attım ancak büyük kalıplı birine çarptım. Zaten son birkaç gündür güçsüz düşen bedenim çarpmanın etkisiyle yere düşüyordum ki bir kol belime sarıldı. Ben refleksle ceketini tutup elimde kırış kırış yaparken bir çift kara göze tutuldum.

"Biraz dikkat edin küçük hanım, rica ediyorum." deyip beni doğrulttu. Ceketini elimden kurtarırken ben hala ona nutkum tutulmuş gibi bakıyordum. Bu bakışmanın anlamını görmeyen adam bir kez daha bana dönmeden yanındaki adama bir şeyler söyleyerek koridordan uzaklaşırken arkasından uzun uzun baktım.

Yıllar önce göğsüne çarptığım ve bir ton küfür saydığım adam, yıllar sonra beni her şeyi yapan adamdı. O, Akındı.

"Ada? Gelmiyor musun?" diye sordu Ata. Akın'ın sırtına son kez baktıktan sonra "Geliyorum." diye mırıldandım ancak dudaklarıma kimsenin görmediği bir tebessüm bile vardı. Ben, onu hiç tanımasam bile o her zaman benim yanımdaydı.

Ata bana garip garip bakarken içeri girdim ve en arkaya oturdum. Karar verildi. Babamın kesin olarak hapis cezası aldı. Yıllar sonra bunu bozmak için savaşacaktım. Cesur üzüntüyle babamın elini sıkarken ilk önce ondan kurtulmaya karar verdim.

Ondan, diğerlerinden...

"İyi misin?" diye sordu Ata. Ona hiç bakmadım. Cesur'un peşinden ilerlerken annemin, Ata'ya "Aman kötü şeyler söylemesin avukata. O bizim son şansımız." dediğini duyduğumda hafifçe güldüm. Kötü şans desek yalan olmazdı tabii. "Cesur!" diye bağırdığımda duraksadı. Dışarıya çıkmıştık, "Efendim?" dedi.

"Çok iyi bir avukatsın." gülümsedi. "Teşekkür ederim."

"Senden öğreneceğim çok şey var."

"Bildiğim kadarıyla gazetecilik okuyorsun."

"İleride tezimi bu yönde yapmak istiyorum, belki de davalarda öğrendiklerini bana aktarabilirsin." dediğimde duraksadı ve tek kaşı kalktı. "Elbette." dedi daha sonra. Ne de olsa bana yaklaşmayı asla kaçıramazdı. "Haberleşelim." dedikten sonra siyah, minibüse ilerledi. Minibüsün sürgülü kapısı açılır açılmaz içinden siyah tüylü bir köpek çıktı.

Beni görür görmez heyecanla havlamaya başladığında gülümsemem büyüdü ve ellerimi önümdeki korkuluğa yasladım. "Merhaba Çitlembik." diye mırıldandım ve iç çektim. "Ve Melih." diye devam ettim.

O minibüsün içinde olanlar, babamı mahvedenlerden biriydi.

Onlara öfkeyle bakan ben ise, bu sefer fırsat vermeyecektim.

*

oy sınırı: 120

Evet 3. bölümün daha sonuna geldik. Çok uzak olmayan bir geçmişe gittik, artık kitap buradan devam edecek. Beğendiniz mi?

Şeytan'ın Çırağı Final bölümünde az buçuk bu konu hakkında -Cesur- spoiler vermiştim. Vallahi bu kitapta daha da heyecanlıyım🥺🥺

Bir de Ada'nın yaşı için 23-25 ikisi arasında kaldım. Yani birinci kitapta ne dediğimi tam olarak hatırlamıyorum ama iksiinden biri olduğuna eminim hshsdhsj o yüzden ya 3-5 deyip durdum sürekli..neyse siz hatırlıyorsanız söylersiniz❤️

Son olarak eskiden Ata ve Ada'mın ilişkisi nasıldı, okul hayatları nasıldı onları okuyacağız.🥹

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Umarım bol bol görürüm çünkü okuması fazla keyifli.

instagram: seytaninciragiofficial

Continue Reading

You'll Also Like

234K 10.1K 53
İronisine yazılmış bir gerçek ailem+mafya kitabıdır düzenlenmeye alınmış olmasına rağmen saçma kısımları vardır 'Kraliçe Elsa' isimli ilk ve tek kurg...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
333K 5K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
298K 25.9K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...