KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

785K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

32 - STRATEJİK TAKİP - 2

8.6K 650 1.5K
By -zehradogan

Merhaba... Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yorumlarınız benim için önemli. Sizi konuşturmak için daha neler yapabilirim bilmiyorum. Şaşkınlıklarınızı okumak hoşuma gidiyor. Beni yorumsuz bırakmayın.

Hikayemize biraz ara vereceğim. Yoğun savaş bölümleri ve araştırma yapmam gereken bölümler olacak. Bu arayı çok uzatmayı düşünmüyorum iki hafta kadar yeni bölüm atamayabilirim. Instagram'dan ( fairymits )  beni takip etmeyi unutmayın. Soru cevaplarımız olacak orada yine de aktif olacağım.

800 yorumun altına düşmeyelim. Bölüm sonuna hislerinizi birer paragraf olarak alabilir miyim?

Dikkatli ve sabırlı olmanız gereken bir bölüm. Yavaş yavaş okuyun. Acele etmeyin. 

Yıldıza basmayı da unutmayalım. Keyifli okumalar...

Savaş... Yönetimi ele geçirme hırsı her zaman vardı. Artık insan nüfusunun bir önemi olmadığı zamanları yaşıyorduk. Bu kadar kirin içinde nasıl temiz kalınır bilemiyordum. Bay Kang'ın verdiği haber o festival günündeki gibi, içime tarif edilemez bir huzursuzluk bırakmıştı. Siren sesleri hala devam ediyordu. "Gorkwon yöneticisi olan Ji Han zor durumda olduğunu, bu beklenmedik saldırıya karşı savunmada kaldıklarını söyledi. Gorkwon ile aramızda çok mesafe yok. Bu yüzden oraya yardım göndermemiz gerekebilir." Hepimiz dikkatle Bay Kang'ı dinliyorduk.

"Walter, Gorkwon ile olan anlaşmamızı haber almış ve göz dağı vermek istediği ortada. Şimdi ülke sınırına giriş yapabilecekleri yerlerde olan şubelerimizle de irtibata geçtim. Her asker kendi şubesinde savunma oluşturacak." Bize konuşmasının ardından sesli mesaj otomatiğini açan Bay Kang'ın ardından hoparlörden yapılacakları dinledik. "Tüm birlik rütbelileri, üst düzey personel ve kalan askerler! Silahlanın ve araçlarınızda kalın. Çalışılan savunma pozisyonuna göre gelecek emirleri bekleyin." Bu ses birkaç defa daha kendini tekrarlarken Bay Kang hala bizimle konuşuyordu.

"Hava saldırısı olabilir. Hastalık ve mutasyona maruz kalabiliriz. Bu hileli saldırı başta küçük görünse de dikkatli olmalıyız. Ne yapacağınızı biliyorsunuz," dedi. Bu sözlerin ardından koşarak savaş ekipmanlarını giymek için hazırlandık. Üniforma ve kurşun geçirmez yelek gibi ekipmanları giydikten sonra silahlandım. Üzerime çarşafımı geçirip kaskımı da taktım. Peşine ekibimizle bineceğimiz araçlara koştuk. Kwang hemen yanımdaydı. "Amaçları yok etmek değil, güçsüz bırakmak. Beklemede kalacağız." Kwang'ın sözleri yine kasklarımızda duyulmuştu.

Nasıl oluyor da Walter, Gorkwon ile ittifakımızı haber alıp anında orası için bir saldırıda bulunuyor? Bizim toparlanmamız için zamana ihtiyacımız olduğunu biliyor ve zarar vermek için bize destek olacak ülkeyi kullanıyor. Savaş bugün buraya uğramayacak ama çok yakında kaos bütün ülkelerde patlak verecek. Bunu öngörmemek imkansız. Soğuk günler buz gibi içimize işleyecek. Biz araçlara yerleşip şubenin etrafında dizildik. Bu sırada hava araçlarımız da, gökte uçan kaçan ne varsa her şeyi incelemek için harekete geçti. Walter'ın gerçekleşmesini umduğu o uçan bombaları kendi ülkemiz için tasarlamam gerekecekti.

Şimdi beklerken bindiğimiz araç içerisinde kendi ekibimiz vardı. Kwang şoför koltuğunda oturuyor ve onun yanında da ben kalıyordum. Kwang'ın kapısı açıldı ve Ethan elinde tuttuğu hologramı Kwang'a doğru uzattı. "Gorkwon kamera sistem girişlerini babana atmış. Kaskıma takip kodunu gönderdiler. Hesna, birazdan kod sana da gelir," dedi. Hologramı izlemeye başladık. Bir kaç hava aracı Gorkwon askeriyeleri üzerine yağmur gibi inen bir sıvı döküyordu. Kod bana da geldiğinde hemen hologram cihazı çıkarıp ben de açtım. "Tamam, teşekkürler Ethan," dediğimde kapıyı kapatıp çıktı ve görüntüyü benden izlemeye devam ettik.

Matteo, "Allah bunları bildiği gibi yapsın," dedi. Hepimiz dönüp ona baktık. Yan gözlerle ona bakarken, "Ne?" dedi. Ondan bu tarz bir cümle duymak garip gelmişti. "Müslüman gibi konuşmak istedim." Bu eklediği cümleyle gülmemek için dudaklarımı ısırarak holograma tekrar döndüm. Hava araçları asit gibi döktükleri sıvılarla her yeri yakıyordu. Matteo tekrar, "Kusmuğunuzda boğulun inşallah," dedi. Herhalde Kwang'la takılmak lafızlarını değiştirmişti. Gorkwon askerleri de hava araçlarıyla düşman askerlerin uçaklarına ateş etmeye başladı. Karanlığı aydınlatan sadece bu patlamalardı.

Kwang, "Düşman hava araçlarını indirirler. Fakat amaç zaten zarar vermek olduğundan Walter askerlerini ölecek olsalar bile hasar bırakmak için göndermiş." dedi. Ardından Çağan konuştu. "İyi de Gorkwon da silah gücü olan bir ülke değil mi? Walter sadece düşmanlarını çoğaltıyor." Evet, Walter'ın yaptığı bu hamle ona pahalıya patlayacaktı. Medusa, "Kesinlikle hastalık gönderiyor. Ülkenin bize katılmasını istemiyor. O sıvının atmosferi yüzünden insanlar mutasyondan etkilenebilir," dedi. Ahsen devam etti. "Öyle de olacak. Bu asitli sıvıdan çıkan zehirli gazlar bile insanı etkiler. Savaşta çoğu askerimiz bu yüzden öldü." 

Dikkatle hologramdaki görüntüleri izledim. "Sadece bir kaç şube üzerindeler. Gorkwon'un ordusu bu durumu uzatmaz ama yine de kayıpları olacaktır," dedim. Walter sadece kendine mezar kazıyordu. "Sınırdaki kameralarımızda da bir hareketlilik yok. Sanırım bu gece bize bulaşmayacaklar," diye eklediğimde Doğa cevap verdi. "Bulaşmalarına gerek yok. Zaten batmış durumdayız. Gorkwon ve robotlar tek avuntumuz." Şimdi görüntüdeki bir şubede binanın yarısı yanıyordu. Matteo, "Bu kadar karamsar olma. İçime bütün olumsuz enerjini yaydın," derken ses tonu yine Doğa'yla uğraşmak ister gibi çıkmıştı. Doğa'nın yüz ifadesini görmek için hafifçe arkamı döndüm.

"Senin de bugün Pollyanna olasın var herhalde Matteo," derken onun tarzında konuşmuştu. Matteo bütün dişlerini göstererek gülümsedi. Bu adamın bu hallerine de alışacaktık bir şekil. Sonunda görüntüde bir düşman uçağı yere düşmeye başladığında diğer noktalara baktık. Sadece üç düşman uçağı vardı. Umarım bu ciddi bir hasar oluşturmazdı. Normal şartlarda zaten oluşturmazdı ama virüs gibi yayılan bir zarar verecekleri ortadaydı. Patlama seslerini duyuyorduk. Gorkwon uçaklara ateşlemelerini yapmaya devam ediyordu. Üç uçak buraya gelse biz de indirirdik. Fakat getireceği zararlardan kalkınamayabilirdik.

Kwang soğukkanlı bir şekilde ekrana bakarak, "Hesna, robotları çabuk uyandırman gerekecek," dedi. "Walter'ın uçan bombalarını da tasarlayacağım. Kendimiz için," dediğimde bunu başıyla onayladı. Bu fikrimi onunla paylaşmıştım. Matteo arkadan, "Walter'ı görürsem hiçbirinize bırakmam söyleyeyim. Onu öldürmeye Doğa'ma dokunan ellerini kesmekle başlayacağım," dedi. Doğa'ma? Ona yan gözlerle bakan Doğa bu ne diyor der gibi bir ifadeyle gözlerini Matteo'ya dikmişti. Doğa hiçbir şey demeyince Matteo yine konuştu. "Bakın, sessiz kalıyor. Bu hoşuna gitti demek. Küçüğüm dememe de bir şey demiyor." Doğa içinden sabır çeker gibi göz devirdiğinde gülüyordu da. Fakat başını çevirdiğinden bunu Matteo'nun görmesini istemedi. Doğa, sen de fenasın şimdi. 

Kwang, "Benden önce bulursan öldürürsün," deyince Çağan da peşine konuştu. "Kardeşime yaptıkları için onu kesinlikle geberteceğim." Doğa ve ben de aynı anda konuşmuştuk. "Size kalacağını sanmam." Sonra bütün gözlerin Doğa ve benim üzerimde olduğunu hissettim. Arkamı döndüğümde Medusa ve Ahsen de aynı anda, "Tamam anladık öldüreceksiniz," dedi. Ardından holograma odaklandık. Bütün patlama sesleri durmuştu. Yine Kwang'ın tarafındaki kapı açıldığında Ethan elindeki hologramı Kwang'ın önüne doğru uzatmıştı. "Bizim sınıra giren hava araçları var," dediğinde onun gösterdiği holograma odaklandık. "Bizimkilerden geçemezler. Sadece iki tane," diye eklediğinde bu ciddi ortamı bozan Medusa oldu. "Ethan, gir çık yoruldun. Ahsen'in yanı boş. Gel böyle." 

Ardından ufak bir çığlık geldi. Muhtemelen Ahsen ona dirseğini geçirmişti. Çimdiklemiş de olabilir. Kwang, Ethan'ın gösterdiği görüntü üzerine kaskından bir düğmeye basıp, "Baba, izliyor musun? Buraya geliyorlar," dedi. Bu ortamın artık bozulmasına mahal vermeyecek bir ciddiyetle konuşmuştu. Bay Kang cevap verdi. "Geçemezler. Yerinizde kalın." Görüntüleri izlemeye devam ediyorduk. Bizim hava araçlarına yaklaştıklarında düşman uçağı üzerine ateş edilmeye başlandı. Dakikalar içinde un ufak edilen iki uçak yere düştü. Bu Walter kendini ne sanıyordu? Kendimizi savunacak askeri güce hala sahiptik.

Kwang'ın babasının sesi yine kasklarımızda duyuldu. "Düşen uçaklara bakın. Zehirli sıvıların döküntüsü temizlenmeli." Bunun üzerine hava aracımızın kamerasından uçağın aşağı iniş yaptığını gördük. Şimdi askerler bir ucu yanan uçağın etrafındaydılar. Uçağımızın ışığı bütün görüntüyü aydınlatıyordu. Bir asker, "Efendim burada zehirli sıvılardan yok," dedi. Bay Kang, "Ne var peki?" deyince asker bir müddet sessiz kaldı. Bay Kang sabırsızdı. "Ne var asker!" Görüntüde uçağın içine giren askerlerimiz görünüyordu. "Efendim, bu uçakta kendi askerlerimiz var." Bu söz üzerine herkesin içine öfke dolduğuna emindim.

Walter, Kagatri'deki askerlerimizi düşman askeri sanıp onları öldürelim diye uçaklara bindirmiş resmen. Tarlalar kasabaya indiğimizde uzak bir mesafede kaldığından ve onları almak için mücadele ettiğimiz takdirde vakit kaybedeceğimizden askerlerimize ulaşamamıştık. Yani bu bizim çıkışımızı tehlikeye sokabilirdi. "Aşağılık herif," diye sessizce söylendim. Bay Kang, "Sağ kalan var mı?" dediğinde sanki dişlerini sıkarak sormuştu. Uçağın içi yanıyordu ve yere şiddetli düşmüştü. İki düşman askeri de ateşlemeler yüzünden ağır hasarlıydı. Bay Kang'ın öfkesi buradan hissediliyordu. "Maalesef efendim." Askerin sözü üzerine Bay Kang, "Geri dönün," dedi. 

Artık Gorkwon topraklarında da, bizim sınırımızda da Kagatri'nin askerleri yoktu. Bu sadece bir uyarıydı. Bu sadece verecekleri küçük zararı büyütmek içindi. Bütün bu yaptığımız hazırlık da bir önlem içindi. Gece devam ediyordu. Bütün şubeler kendi binaları içine döndü. Her şeyi yerli yerine bıraktığımızda ekip tekrar toplantı odasına çağırıldı. Anlaşılan bu gece bize uyku yoktu. Kwang'ın babası sinirliydi ve aceleyle konuşmaya başladı. Etrafımıza baktım. Bu insanlar mı ihanet edecekti? Hain kim olabilirdi ki? Kimseye o gözle bakamıyordum.

Bay Kang iki ekibe de bakarak konuşmaya başladı. "Önemlisiniz! Her biriniz bu ülkeyi daha iyi bir yere taşıyabilmek için çalışıyor. Şikayet etmiyor ve denileni yapıyorsunuz." Hepimize sanki bir yönetici değil de bir baba gibi konuşmaya başlamıştı. Sanırım bu sahiplenici konuşmaya ihtiyacımız vardı. Hiçbirimiz bir aileye sahip değildik. Kwang'ın anne ve babası da bunun gayet farkındaydı. Yaşlarımız çok küçük de değildi. Seo'nun ekibinin çoğu otuzlu yaşlarının başındaydı fakat bir aileye herkes her yaşta ihtiyaç duyardı. Devam etti. "Akhar'ın içinde tutsak kalmıştık ve bu işleri yürüten sizlerdiniz. Kendi kendinize ilerleme çabanız ve azminiz için bütün övgüleri hak ediyorsunuz."

Kwang dikkatle babasını izliyordu. Annesi de oğlunun hasretini hala çeker gibi gözleri Kwang'ın üzerinde geziyordu. Henüz onların ilişkisini bilemiyordum. Bence onlar da bilmiyordu. Birbirlerine yeterince zaman verebildiklerini düşünmüyordum. "Bu konuşmayı şimdi uzatmayacağım. Her birinize önemli bilgiler vereceğim. Bu bilgileri güvenle taşıyacağınızdan şüphem yok. Vakti geldiğinde ise o saklı bilgileri kullanmamız için bize yardım edeceksiniz. Şimdi odalarınıza dönebilirsiniz. Yarın sabah herkes kaldığı işlerini yürütmeye devam etsin. Bilgilendirme için hepinizle ayrı ayrı görüşeceğim." Haini bulmak için yaptığı konuşmanın da sonucunu hemen almak istiyordu.

Herkes bu sözleri onayladıktan sonra toplantı odasından ayrıldı. Kwang elimi tutmuştu. Yine babası özel olarak bir şeyler konuşacaktı galiba. Sadece Seo, Jun, Kwang ve ben odada kalınca anne ve babasının yanına doğru ilerledik. Babası Seo'ya bakarak, "Ethan, Jonah, Bartu, Diego, Boris," dedi. Sonra Kwang'a döndü bakışları. "Çağan, Medusa, Matteo, Doğa. Her ne kadar planı biraz bilse de, Ahsen de... Hepsine bazı bilgiler vereceğiz. Bakalım Walter, neleri biliyor olacak." Annesi devam etti. "Bu on bilgi demek. Size hükümet maddelerinden bahsedeceğiz. Arkadaşlarınıza bir şey hissettirmemeye devam edin." 

Annesi ara sıra Kwang'a kırgın gözlerle bakıyordu. Babasıyla konuşuyordu ama annesiyle pek bir konuşmasına şahit olmamıştım. Annesi on önemli meseleyi saymaya başlamadan önce, "Bunları bilmemizde bir sorun olmaz mı?" dedim. Annesi gülümseyerek, "Bunlar Akhar'ın kirli planları. Onları gerçekleştirecek bir yönetim artık devam etmediğine göre bir sıkıntı olmayacak," diye yanıtladı. Tekrar sordum. "Peki bu bilgilerden biri Walter'a ulaştığında bize ne kadar zararı olabilir?" Babası cevap verdi. "Zararı olmaz. Muhtemelen bu fikirlerden birini öğrenmesi durumunda kopyalamak isteyecek ama o yapana kadar biz Gorkwon ile gereken savaş hazırlığına girmiş olacağız. Amaç kim tarafından ne biliyor olduğunu öğrenmek."

Ardından annesi diğerleriyle paylaşacağı bilgileri bize anlatmaya başladı. "Dünya üzerinde konumlarını bildiğimiz sekiz ülke var. Akhara ve Gorkwon, teknolojide birbirine yakın iki ülke. Kagatri bütün mevsimleri gördüğünden tarım ve hayvancılık yapabiliyor olsa da topraklarındaki radyasyon ve mutasyon yüzünden şanssızlıkları var. Geriye kalanlar, Valoaq, Celdai, Tegaklis, Nrexlum, Gyravi. Hepsi dünyanın bir ucunda ve buzul kentler olduğu düşünülüyor. İlkel yaşam şartları olabilir. Varlığımızdan haberleri olmayanlar bile olabilir. Savaşı kaldıramayacak kadar masum bile olabilirler. Kötü güçler tarafından keşfedildiğinde ortadan kaldırılabilir, kandırılabilir ya da kullanılabilirler. Akhar'ın bir planı da Celdai halkını ele geçirmekti."

İsimlerine kadar biliyorlar... "Neden?" dedim. "Celdai'de ne var?" Annesi bilgelikle cevapladı. "Maden yatakları. Bunu kullanamayacak kadar az bir nüfusa sahip. Her yer buzula döndüğünden sadece hayatta kalmaya odaklanan bir ülke. Gorkwon ile Kagatri hükümetini durdurduğumuzda oradaki insanlara yardım edebiliriz. Hem madenlerinden de faydalanırız. Ülkeyi genişletiriz. Bazı planları gerçekleştirmek için Gorkwon'la da görüşülmesi gerekiyor." Sonra babası devam etti. "Tegaklis ve Valoaq'la şu an yarışabilir miyiz bilmiyorum. Akhar'ın güvendiği tek şey robotlardı. Maalesef şu an robotları kontrol etmeyi başaramazsak onlara karşı şansımız olmaz."

Seo, "Neden onların tehlikeli olduğunu düşünüyorsunuz?" dedi. Aklımdakini sormuştu. Babası, "Çünkü ağ sistemlerini asla gözetleyemiyoruz. Gizli bir kutu gibi. Varlıkları biliniyor ama elimizde onlara karşı hiçbir şey yok. Sayıları fazla olabilir. Çok iyi durumda da olabilirler. Bunun bozulmasını istemediklerinden kendilerini saklıyor da olabilirler. Belki müttefiklerdir ve yeterince iyi olduklarında bütün hükümetlere saldırabilirler. Bizim ise bütün haltlarımız açık durumda. Kagatri ile olan savaşımız biliniyor. Biz burada plan yaparken belki de onların hedefiyiz. Bilmiyoruz. O yüzden elimizi çabuk tutmalıyız."

Kwang sıkıntılı bir nefes vererek, "Peki diğer ikisi? Ne dedin? Nrexlum ve Gyravi?" derken doğru telaffuz ettiğinden emin olup olmamakla beraber sormuştu. Babası onu bakışlarıyla onayladığında, "Çoklu din inanışları olan ülkeler. Fakat bu aralarında bir çok anlaşmazlık doğurduğundan tek din zorunluluklarıyla iç savaş içindeler. Nükleer savaş geçmişte o iki ülkenin başlangıcıyla doğmuştu. Tekrar nükleer savaş olmayacağına karşı bütün devletler bilinç sahibi olsa da onların gözü kara. Hileli bir savaşa girebilirler. Tekrar büyük bir kaos olmadan önce yöneticiler birbiriyle iletişime geçmeli. Gorkwon ile anlaşabiliyor olmamız büyük şansımız," dedi.

"Bunları kime anlatmayı düşünüyorsunuz?" dediğimde Hazan hanım cevap verdi. "Doğa sekiz ülkenin varlığını biliyordu. Bu bilgiyi nasıl koruması gerektiğini de bilir," dediğinde Seo düşünceli bir şekilde annesine baktı. "Peki hain oysa?" Ölümcül bakışlarımı üzerine diktiğimde tekrar konuştu. "Ben de hiçbiri hain çıksın istemem Hesna ama şu şartlar altında bu imkansız bir fikir değil diye düşünüyorum." Tepki vermeden tekrar Kwang'ın annesine baktım. Soğuk bakışlarım yüzünden bir şey dememe gerek kalmıyordu. Babası diğer bilgiyi söyledi. "Walter'ın şubelerinden birinin bütün siber girişi hesaplarımızda mevcut. Bir kaç işlemle sistem odasında, laboratuvarında düzdüğü bütün projesini durdurabiliriz. Bunu da Bartu'ya söyleriz."

Şaşırmıştım. Nasıl Walter'ın şubelerinden birinin ağ girişine eriştiler? Tamam bunu yapabilirler ama o laboratuvarı nasıl durdurabilirler ki? Bu çok saçma gelmişti. Onların kamera bilgilerine erişen Ethan acaba bu izlemelere devam edebiliyor muydu yoksa Walter bundan kurtulmuş muydu? Her şey çok yeniydi ve buraya geldiğimiz günün gecesi bile dolmamıştı. Tam bir şey diyecektim ki Kwang'ın babası soru sormaya fırsat vermeden diğer bilgiyi söyledi. İlk Seo'nun ekibini bitirmek ister gibi onların adını vererek bilgileri anlattı.

"Ethan, ülkenin batı yakasında buzulların oluşmaya başladığını, bir kaç yıl içinde yaşanılabilir, yeni bir ülke aramamız gerektiği bilgisini alacak." Ne? Bu gerçek mi? Buna Seo, Jun ve Kwang da hayret dolu bakışlarla baksa da Bay Kang konuşmaya devam etti. "Jonah, silah gücümüzün bazı şubelerde büyük depolar halinde saklandığını, kirli bir savaş olduğunda ise bir ülkeyi ortadan kaldıracak büyüklükte bombaya sahip olduğumuzu bilecek." Bence bu bilgilerin doğruluğu tartışılırdı. "Walter içlerinde adamlarımız olduğunu biliyor mu acaba? Kendi askerlerini de ayıklaması gerekecek. Boris," dedi. Bu bilgiyi Boris'e vereceğini ima ederek. İçeride adamlarımız mı? Leyan'ın laboratuvardan çıkarılmasına yardım eden biri mi vardı sanki? Şu an doğru yanlış ne varsa bende karışmıştı.

Konuşmaya devam ediyordu. Bölüp soru sormamıza fırsat vermemişti. "Mutasyonu araştırdık. Vereceği hastalıklardan kurtulacak aşılara sahibiz. Walter, Gorkwon'a kusmuklarını dökerek zahmet etti. Diego." Hastalık yayılacak diye boşuna mı telaş ettik? Artık gerçekten kafam karışmıştı. Ne zaman o mutasyon incelenmişti? Seo'nun takımı bitince Kwang'ın annesi konuşmaya devam etti. "Walter'ın mutasyon geçiren askerlerinden birinin kanı bizim laboratuvarlarımızda da incelendi. O güvendiği mutasyon canavarlarını direkt öldürecek iğneler silahlarımızda olacak. Bu onlar için bir kurşundan daha etkili. Çağan." Çağan mı? Örgütteki sekiz ülke meselesini Doğa'ya söylüyorlar ama laboratuvarla ilgili bir bilgiyi Ahsen yerine Çağan'a mı söylüyorlar? Her şey beni işkillendirmeye başlamıştı. 

"İnsansız mini savaş araçlarımızın kilometre sınırı epey yüksek. Walter uçan bombalar istiyordu ama bu ufaklıkları önden onun ülkesine yollarsak yine zaman kazanmış oluruz. Matteo." Yine makinelerle ilgili bir mesele Medusa yerine Matteo'ya söyleniyor. Hayırlısı olsun bakalım. Neler gelecek başımıza... Bu ilk askeriyeye alındığımızda araç talimi yaparken bizim aracımızı kurşunlayan makinelerdi. Beril'le grup olmak zorunda kaldığımız o gün... O minik araçlardan hiç hoşlanmamıştım. Beril demişken... Neyse demek istemiyorum. Başka bir şubede gün dolduruyordur. Kwang'ın annesi sıradaki isme geçti. "Ahsen, ülke sınırındaki denizlerimizde ağır mayınlarımız var. Denizden saldırı olması halinde içeri kim girecek olursa amacına ulaşamadan ölecek."

İçim daraldı. Medusa kalmıştı. "Gorkwon yöneticisi Ji Han, Walter hakkında bütün silah projelerini bildiğini söyledi. Bunu da Medusa'ya açıklarız. Asla birbirlerine bu bilgileri söylememeliler. O zaman Walter kimden neyi duydu anlayamayız." Yine bir sürü soru işaretim vardı. Kwang bir şey diyecekken babası, "Artık siz de yatın. Yarın kaldığımız yerden işlere devam etmeliyiz," dedi. Bir an da duyduklarımızla odadan hızla çıkmak zorunda kaldık çünkü anne ve babası söyledikleri biter bitmez toplantı odasından çıkmıştı. Saat kaç olmuştu? Kwang iç çekerek ağır düşüncelerle yanımda yürümeye devam etti. Askeriyeden çıkıp binamıza doğru gittik.

Uykum dışarı çıkınca soğuk yüzünden açılmıştı. Gece olduğundan daha şiddetli bir soğuk vardı. Bina ışıkları önümüzü görmemize yardımcı oluyordu. Fakat herkes artık yattığından yavaş yavaş bütün ışıklar kapandı. Sadece binanın kapısında yanan ışığa yürüyorduk. Askeriye de arkamızda kaldığından ondan gelen ışıklardan da uzaklaşmıştık. Rüzgar şiddetle esip kar tanelerini yüzüme çarpıyordu. Gözlerimi kısarak yürüyordum. Kwang beni bir kolu altına alıp yürümeye devam edince onun beline sarıldım. Birbirimize sokularak binaya yürümeye devam ettik. Zar zor binaya girdiğimizde odamıza çıkmıştık.

Benim uykum soğuk yüzünden açılmıştı ama Kwang her an bayılabilir gibiydi. Üzerimizdeki bütün ekipmanları çıkardığımızda rahat bir şeyler giydik. Hemen elimi yüzümü yıkayıp yorganın içine girdiğimde Kwang da yaptıklarımı tekrarlamıştı. Sorular kafamın içinde yerini korumaya devam ediyordu. Ben yorganın içine kendimi hapsedince Kwang uykulu gözlerle bu halime gülümsedi. "Çok mu üşüdün?" Beni kendine çekerek koluyla bütün vücudumu kavramıştı. Başını göğsüm üzerine yaslayarak, "Ben şimdi seni ısıtırım," dedi. Üzerimde kocaman bir çocuk vardı şu an. Onun bana sığınan bu hali içime yoğun bir şefkat duygusu bıraktı. Göğsüm üzerine yasladığı başına uzandı ellerim. Önce başını öptüm. Sonra hafif ve yavaş hareketlerimle saçları arasında parmaklarımı gezdirdim. 

"Toplantıda konuşulanlar," dediğimde göğsüme daha da ağırlığını verdi. "Şşş... Kucağındayım. Sen toplantı mı diyorsun?" Bu sorusu üzerine hafifçe güldüm. Evet... Yatağa geçtiğimizde bu konulardan sıyrılmalıydık. Yorgun ve uykulu çıkan sesini daha çok duymak için konuşsun istiyordum ama o kendini öyle bir bırakmıştı ki üzerime muhtemelen şimdi uyurdu. Onun bu halini bozmamak için ellerimi başından çektim ve kıpırdamadan rahat uyuması için kollarımı yatağa bıraktım. Hemen beni saran bir kolunu kaldırıp bileğimi tuttu ve elimi eski yerine geri koydu. O uykulu ses tekrar duyuldu. "Saçlarımla oynamaya devam eder misin?" Bu masum isteği nasıl reddedebilirdim? Diğer elimi de tekrar saçlarına götürdüm. O siyah saçlarda gezindikçe güzel kokusu yüzümü okşuyordu sanki.

O savaş aracındaki ciddi adam şimdi ufacık olmuş kucağımda yatıyordu. Ufacık lafın gelişiydi tabi, hala kocaman bir bebekti. Ben de gözlerimi kapattım. Onun sıcaklığı artık ısıtıyordu. Onu rahatlatmak adına parmaklarımla şakağına masaj yapıyordum. Diğer elimi de üzerime attığı kolunda gezdirerek omzunu hafif dokunuşlarla ovalamaya başladım. Kulağına doğru başımı eğerek fısıldadım. "Güzel mi?" Sanki az önce bir savaş alarmı verilmemiş gibi burada sihirli bir hava oluştu. Çekici bir sesle mırıldandı. Evet anlamında, sanki beni onaylar gibi daha da kıvrıldı üzerimde. "Güzel," dedi. Bu an biraz devam etti. "Hesna..." Adımı sıcacık söylemişti. Derin ve uykulu... Bana kullandığı hitapları seviyordum ama adım onun dudaklarından bir başka duyuluyordu. "Efendim, Kwang." Onun da adını seslenişimi sevdiğine emindim. Bu yavaş ve içinde bir çok mana barından bir fısıltıydı.

"Bana bir şeyler söyler misin?" Bu sevimli sorusu üzerine kısık sesle konuştum. Sanki uyandırmamaya çalışır gibi... "Ne gibi şeyler?" Derin ve huzurlu bir nefes verdi. "Bir şeyler mırıldan..." Uyumaya hazır gibi konuşmuştu. "Şiir gibi mi?" dedim. Başını onaylar gibi hafifçe salladı. Düşündüm. Bu kucağımdaki masumluğu rahatlatacak bir şeyler aradı zihnim. Bir yandan saçlarıyla oynamaya devam ediyordum. Sonra döküldü kelimeler, hoş ve yavaş bir ritimle...

"Yaslan rüyalarına, 
Parlayan ay ışığıyla.
Hayallerini anlat bana,
Altın çiçekler açtığında..."

Bunu bir kaç kez mırıldandım. "Sesin..." O kadar yavaş ve sessiz söylemişti ki bu benim de gözlerimi kapatmama sebep oldu. Kendi kendime sözcükleri mırıldandım. Sonunda ise onun ağırlaşan nefes alış verişlerine uyum sağladım. "Çok güzel..." Sonra yastığımda Gölge'nin ağırlığını hissettim. Baş ucuma kıvrılıp yattı. Onun mırıltısı ve kucağımda hissettiğim sıcaklıkla mayıştım. 

"Gün doğar gelir bahar,
Söz verdiğimiz yarınlar...
Bir fotoğraf karesinde,
Yaşar bütün anılar..."

Sessiz bir tınıyla söylediğim bu kelimelerle kendimi huzurlu bir uykuya bıraktım. Olumsuz hiçbir şey düşünmek istemedim. Sadece o ve ben... Bu an çok özeldi. Çok güzeldi... Ben de mutluluk isterdim hayattan. Gerçekten mutlu olmayı, bir şeylerin güzel manada değiştiğini görmeyi isterdim. Anladım ki sürekli bir mutluluk mümkün değil. Sadece bazı anları sonsuz kılmak bizim elimizde. Ve Kwang, benim sonsuzluğum olmalı. Zihnimde, kalbimde, hayallerimde ve umutlarımda... Çok üzüleceğim de ortada. Çünkü bu dünya sadece zahmet veren bir yer. Bu dünyayı çekilir kılan tek şey de ona güzel bakan gözler...

...

Zamana bir hükmümüz yok. Durduracak ya da geri alacak gücümüz de yok. Bu yüzden her geçen gün çok değerli. Tekrarlamayacak oluşu ise bazen acı. Bazen ise kurtulmak istediğimiz günlerin yerine yarınları kovalayan bir arayışın heyecanı... Günler geçiyor ve bazı gerçeklere daha da yaklaşıyorduk. Bay Kang planını ilmek ilmek işlemiş ve ekip arkadaşlarımıza söylediği bilgileri vermişti. Şimdi herkes bir garipti. Suskundu. Duyduklarıyla ne yapacaklarını bilmiyor gibiydiler. Bu sessizlik ve şubeleri güçlendirme çabalarımız devam etti. Gerçekten kimse Kwang'ın anne ve babasının verdiği bilgileri birbiriyle paylaşmamıştı.

Robotların sürümünü düzenleyip kontrolü sağlayabileceğimiz şekilde robot tasarımında değişiklikler yaptık. Bütün sistem odası benim komutlarımla çalışıyordu. İnsanların beni sevdiğini hissetmeye başlıyordum. O hükümetin açıklarını arayan kız, artık hükümeti kurmaya çalışıyordu. Şikayet ettiğim bu devleti şimdi birlikte örmeye başlıyorduk. Bu mücadelenin uzun bir arayışı olacağını ya da sonunda öleceğimi düşünürdüm. Fakat Akhar yok oldu. Ve ben uğruna kanlı göz yaşları döktüğüm tesettürüme kavuştum. Tüm bunlar kolay kazanılmadı. Peki şimdi ne olacaktı? Bu sessiz ilerleyişin adımlarından korkmalı mıydık? 

Sekiz ülke... Bu dünyayı kimin hak ettiğini seyredeceğimiz savaşlara girecektik. 22 yaşındaydım. Bir şeyler için fazla küçük, bir şeyler için de yeterince büyük bir yaş. Ailesinin ölü bedenlerini bulduğunda küçük, dünya savaşlarına katılacak kadar büyük müydüm? Hala yeni şeyler öğrenecek kadar küçük, hayatı tecrübeleriyle deneyimleyen biri kadar, büyümüş müydüm? Bir şeyler sanki çok erken olmuştu ama tam da zamanıydı. Öyle hissettiriyordu. Kwang'ı bütün acılarımın içindeyken tanımıştım. Beni iyileştirdiğini çok sonradan fark ettim. Şimdi ağustos ayına yaklaşıyorduk ve o 27 yaşına girecekti. Onun için bir şey yapmak istiyordum ama kışa hapsolan bu dünyada ona ne hediye edebilirdim?

O göz yaşı dolu günden bugüne henüz bir sene bile geçmemişti. 21 Aralık... Bu çılgınlıktı. O festivalin başlangıcından bugüne sanki seneler geçmişti ama her şeyin tepetaklak olduğu bugüne sadece sekiz ayda ulaşmıştık. Savaş için gerekli hazırlıkları yavaş yavaş tamamlıyorduk. Binalarımızı onardık, robotlarımızı düzenledik ve Walter'ın planladığı uçan bombaları kendimiz için yaptık. Tabi henüz o bombalar bitmedi. Bu yoğun çalışma günleri yine de sakin geçiyordu. Seo ve Jun ister istemez iki ekibi de kontrol etmeye çalışıyordu. Haini gözleme çabalarını henüz kimse hissetmese de Kwang ve ben ne yapmaya çalıştıklarını anlıyorduk.

Kimse bir şeyden işkillenmesin diye de Çağan'a doğrudan Leyan'ın kurtarılma meselesini soramamıştık. Walter'ın Gorkwon'a yaptığı ufak saldırı üzerinden sadece bir kaç gün geçmişti. Fakat Leyan meselesini Ethan ile hallettiklerini biliyorduk. Sistem odasını kullanarak laboratuvardan bir askerimiz sayesinde çıkarılmış. Bu olay hala gizemini korusa da Seo ve Jun henüz kimseyi kışkırtmak istemiyordu. Gilda ise yavaş yavaş alışmaya başlamıştı buraya. Namaz kıldığımız aralarda yanımıza geliyor ve komik bir ifadeyle her gün oturup kalkıp ne yaptığımızı soruyordu. İbadetlerimiz ve bir yaratıcının varlığına inanıyor olmamız, onun yalanlarla büyüdüğü kasaba için çok büyük gerçeklerdi.

Bir öğlen arasındaydık. Yemekhanede yemekler yendiğinde Kwang'la aynı masada oturuyorduk. Her gün konserve besinleri yemek ise artık baygınlık vermişti. Karşımda oturan Kwang, "Bugün keşif yapacağız," dedi. Yemeğimi bitirmiştim. Arkamdaki sandalyeye yaslanarak, "Ne keşfi?" dedim. Sorumun peşine konuşmaya başladı. "Yemekten önce babam beni yanına çağırdı. Şubelerin ötesinde, ormanlık alanlarda bir kaç hayvanın izine rastlayabileceğimizi söyledi. Hayvanlar göç ediyor. Besin arıyor. Bu yüzden araştırma yapmalıyız. Bizim de besin kaynaklarımız tükeniyor." Bu farklılığın şaşırtıcı olacağı belliydi. Karla kaplı ormanda hangi hayvanlarla karşılaşacağımızı merak ettim. Bir hayvan görür müydük ki?

"Hem kafa dağıtmamızı istedi. Yürüyüş gibi düşün. Gözlemlememi de istiyor," dediğinde masaya yaklaştım. "O zaman herkesle mi gideceğiz?" dedim. Seo'nun ekibi ve bizim ekibi kastetmiştim. Başıyla onayladığında, "O zaman ben bizimkilere haber vereyim. Sen de abilerine söyle," diyerek hevesli bir şekilde masadan kalktım. Herkes de masalarından ayrılmaya başlamıştı. "Dışarı çıkma fikri hoşuna gitti galiba." Arkamdan gelen ses de hemen bana yaklaşmıştı. "Gölge çok sıkıldı buralardan. Ormanlarda gezmeye alışmış yavrum bu koridorları sevmiyor. Onu da alacağım," dediğimde benimle uğraşmak ister gibi konuştu. "Bunu sana kendisi mi söyledi?" Gölge'yle konuşmama gülüp duruyordu. Doğa'nın yanına kaçan kedim yine yerinde durmuyordu.

Koridorda ayrılmak üzere olduğum Kwang, "Kalın bir şeyler giy. Orman alanları eminim çok soğuk olacaktır. Havanın durumuna belli olmuyor biliyorsun. Birden kar bastırabilir," dediğinde çocuksu bir sevinçle konuştum. "Tamam... Kardan adam da yapar mıyız? Kar topu savaşı?" Kwang'ın yüz ifadesini görmek için arkamı döndüm. Sorularım üzerine adımlarına devam etmeyip şaşkın ve komik bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. "Hesna, kayak merkezine gitmiyoruz ama seni eğlendirmeye çalışırım," dedi. Kayak dediğinde yine heyecanla, "Kayak! Evet, bunu da yapmalıyız," diye konuştuğumda neden bu kadar mutlu olduğumu da çözmeye çalışır gibi bana bakıyordu. Kışı seviyordum ama karı çiğnemekten başka hiçbir aktivite yapamıyordum. Bu farklılık biraz olsun iyi gelecekti.

"Bu arada hemen mi gidiyoruz?" dediğimde yürümeye devam etmiştim. "Evet!" Benim coşkulu halime ayak uydurmak ister gibi bir evet seslenişiydi bu. Daha kimse yerlerine gitmeden kızları koridorda yakalamaya çalıştım. Doğa, Gilda ve Ahsen yan yana yürüyordu. Biraz ileride Çağan ve Medusa vardı. Leyan da yanlarındaydı. Bir tek Matteo yoku. Nereye kaybolmuştu bu adam? Hızlı adımlarla arkalarından yürüdüm. Yaramaz kedim onları takip ediyordu. Benim gelişimi fark eden Gölge bana dönmesiyle yerinde durdu. Miyavlamaya başladığında Doğa da arkasını dönmüştü. "Hesna, sistem odası diğer tarafta değil miydi?" Bir kaç gündür iş anlamında yoğun olduğumuzdan birbirimizle vakit geçirememiştik. 

"Gidiyoruz," dedim. Neden bahsetmeye çalıştığımı anlamaya çalışan Ahsen, "Nereye gidiyoruz?" dedi. "Orman alanlara gideceğiz. Yaşayan hayvan türleri olup olmadığını kontrol etmek için," dediğimde buna şaşırmış olsalar da sonradan sevindiler. Bizi uzaktan fark eden Medusa merakla yanımıza geldiğinde ona da söyledik. Dışarısı için daha kalın içlikler giymek için soyunma odalarına gittik. Çarşafımın altına kalın asker üniformalarını giydim. Ellerime geçirmek için eldiven de alıp cebime koydum. Gilda bu buz gibi atmosfere hala alışmaya çalışıyordu. Kagatri'de de arada kar yağıyordu ama orası bizim ülkemiz kadar soğuk değildi. Bu yüzden içine kazak giymeye çalıştı.

Bir yandan Doğa'ya dönüp, "Matteo nerede Doğa? Yemekten sonra kayboldu," dedim. Pek yan yana göründüklerini söyleyemezdim. "Askeri uçakların silah sistemleriyle ilgileniyordur. Bu ara fazla çalışıyor." İlgisi yokmuş gibi konuşmuştu ama kesinlikle vardı. Doğa pek yüz vermediği için adamın kendini işe vermesi de normaldi tabi. Hazırlanıp soyunma odasından ayrıldık. Avluya çıktığımızda Seo ekibiyle birlikte bir savaş aracına biniyordu. Kwang, Matteo ve Çağan da bizim bineceğimiz aracın önünde bekliyorlardı. Gölge adımlarımın dibinde benimle birlikte yürümeye devam ediyordu. Onlara yaklaştığımızda bizim binmemizi beklediler. 

Biz araca geçince Kwang şoför koltuğuna oturdu. Onun yanındaydım. Herkeste sanki bir tatile çıkıyormuşuz hevesi vardı. Kucağımdaki Gölge de meraklı davranıyordu. Kafasını kaldırıp camdan dışarı bakıyordu sürekli. Kwang aracı çalıştırdı ve, "Ormanda yaşayan hayvanlar olup olmadığını kontrol edeceğiz. Eğer varsa, onları beslemeli ve nesillerinin devam etmesi için korumalıyız. Sonunda kendi tüketeceğimiz kadar gıda ihtiyacımızı karşılayabilmeliyiz. Paket ve konserve yiyeceklerimiz tükenmeden önce," dedi. Sonra askeriyeden çıkmaya başladı. Peşinden Seo da diğerleriyle arkamızdan gelmeye başladı. 

Bugün hava iyi görünüyordu. Soğuk ve kasvet havası devam etse de buna alışmıştık. Kış, bu beyaz örtüsünü ne zaman Akhara üzerinden çekerdi bilmiyorduk. Fakat bazı hayvanların varlığını bilmek tesellimiz olacaktı. Dünyanın iyileşiyor olduğunu bilmeye ihtiyacımız vardı. Bayağı kilometre gittik. Dümdüz, karla kaplı zemine eşlik eden gökyüzünün gri tonlarıydı. Başka hiçbir şey yoktu. Ufaktan cama değen kar taneleri fazlalaşmadan geri dönebilmeyi umdum. Çok fazla dışarıda kalamayacaktık zaten. Donmuş bir şekilde geri dönmek istemiyorsak...

İlerlemeye devam ettikçe ağaçlık alanlar görmeye başladık. Kwang, "Biraz daha devam edelim. Ormanlık alanlara yaklaşıyor olmalıyız," dedi. Araçtan inip kara basmak istiyordum. Bir süreliğine her şeyi unutup kışı hakkını vererek kullanabilir miydik? Kwang düz bir şekilde sürmeye devam ediyordu. Matteo arkadan, "Gölge'yi biraz ben alabilir miyim?" dedi. Gölge sanki Matteo'yu anlamış gibi miyavladı. "Git bakalım," dediğimde ise kucağımdan sıçrar gibi arkaya doğru ilerledi. Matteo ona doğru gelen kedimizi elleri arasına alarak sevmeye başladı. Bu görüntünün ardından Doğa'ya baktım. İkisine de sevecen bir yüzle bakıyordu.

Çağan, Medusa ve Leyan'ın arasına oturmuştu. Leyan da Gilda gibi eğitimlerimizden geçiyordu. Gilda ise Doğa'nın yanındaydı. Kwang geniş bir araç seçmişti. Ortası boş olan aracın içinde herkes birbirine bakan karşılıklı koltuklara oturuyordu. Medusa, "Ayı var mıdır?" dedi. Bu meraklı sorusu ardından herkesin kafası yavaş bir şekilde Medusa'ya döndü. "Ayılar çok sevimli değil mi? Kocaman göbekleri var," diye devam etmesi üzerine Çağan konuştu. "Seni yedikten sonra çok sevimli durmayabilirler aşkım." Medusa şaşkınlıkla, "Beni yer mi?" dedi. Çağan da ona şaşkın gözlerle bakarak, "Hiç ayı görmemiş olabilirsin ama belgesel de mi izlemezsin?" dedi. 

Medusa kendisiyle alay etmeye yeltenen bu adama, "Benim izlediğim belgesellerde ayılar insanları yemiyordu. Sen ne izlediysen artık belgesellerde olmadığı kesin," dedi. O sırada Leyan araya girdi. "Ben geyikleri merak ediyorum. Kızağımız olsaydı arkasına bağlardık." Çağan hayvanlarla ilgili masum hayallerini sıralayan Medusa ve Leyan'a bakarken oldukça komik görünmüştü. "Siz, hayvanat bahçesine falan gidiyoruz sandınız galiba. Bize saldırmaya yeltenmeyecek hayvanlarla karşılaşsak yeterli. Arada parmaklıklar olmayacağı için endişe edebilirsiniz," dedi. Matteo ise gayet rahat bir tavırla, "Kurtların saldırısına uğrasak ne aksiyon olurdu ama," derken Leyan ciddi sanarak Matteo'ya ödü kopar gibi bakmıştı.

Çağan, Leyan'a dönerek, "Şaka yapıyor canım," dedi. Matteo ise kucağındaki Gölge'yi severken doğrudan Leyan'a bakıp, "Yapmıyordum," diye üsteledi. Leyan abisine yavaşça sokularak, "Abi, bana da silah verecek misiniz?" derken oldukça sevimli görünmüştü. Matteo abisinin arkasına sığınan Leyan'a doğru başını eğerek, "Bizi öldür diye mi? Sen abinin yanında kal ufaklık. Eğitimlerin çok başındasın," dedi. Çağan Matteo'ya somurtarak baktığında Matteo yine konuştu. "Ne? 18 yaşında bile değil. Hiçbir eğitimi yok." Doğa, "Sana ne Matteo. Korkutma çocuğu," dediğinde Leyan tekrar konuştu. "Çocuk da sayılmam yani. 16 yaşındayım." Herkes bu tatlı atışmaları gülümseyerek sonlandırdı.

Ahsen, "Hava bozmasın da, hayvan görüp görmeyeceğimiz bile belli değil," dedi. Gilda, "Gerçekten hiç hayvan görmemiş olmanız şaşırtıcı. Kagatri'de at, kedi, köpek ve kuş gibi hayvanlarımız vardı," dedi. Onun en azından rahat bir şekilde konuşmaya başlaması beni sevindiriyordu. O sırada herkes Matteo'nun kucağındaki Gölge'ye baktı. Çağan, "Bir ben elime alamadım şu kediyi. Versene," dedi. Matteo ona uzanan Çağan'dan Gölge'yi uzaklaştırmaya çalışır gibi koltuğunda geriye doğru yaslanmıştı. "Vermem. Hem seni sevmedi o." Matteo'nun bu komik hallerine Doğa hala sessizce gülüyordu.

Çağan, Matteo'ya tahammül edemezmiş gibi, "Nereden uydurdun sevmediğini?" dediğinde Kwang'a baktım. Gerçekten komiklerdi. O sırada Kwang'ın bana bakıp gülümsemesinin ardından araç kuvvetle sarsıldı. Öne doğru çarpacak gibi olduğumda Kwang'ın kolunu önümde hissetmiştim. Beni sağlam bir şekilde tutmuş ve öne doğru çarpmama engel olmuştu. Arkasına dönüp, "Herkes iyi mi?" dedi. Arkamı döndüğümde Gölge'yi Matteo'nun koluna pençelerini geçirircesine sarılmış olarak gördüm. Matteo, "İyiyiz iyi. Ne oldu çukur mu varmış?" diyerek kemerini çözüp ayağa kalkmıştı. Kwang bu soru üzerine aracı hareket ettirmeye çalıştı. Gaza basıyordu ama lastik boşta dönüyordu. Her yer kar olduğundan çukur olup olmadığı bile görünmüyordu. O sırada biraz uzağımızdan aracıyla geçen Seo, "Araç derin saplanmış görünüyor. Arkadan itelim!" dedi.

Kwang kemerini çözüp bana baktı. "Hesna, direksiyona geçer misin? Biz inelim beyler." Başımla onayladığımda araçtan indiler. Koltuktan inip arabanın arkasından dolaştım. Ön tarafta ne tür bir derinlik vardı bilmiyordum. Bu arada hava esmeye başlamıştı ve aracın sıcaklığından çıkıp hissettiğim soğuk titrememe sebep olmuştu. Neyse ki soğuğu seviyordum. Şoför koltuğuna geçtiğimde aynadan arkayı takip etmeye başladım. Seo'nun aracından da Ethan ve Diego inip bizim aracın arkasına geçti. Kalanlar ise izliyordu. Hepsi geçtiğinde Kwang'ın baş hareketiyle gaza bastım. Araç zorlandığını belli eder sesler çıkarıyordu.

Ethan, "İki kişi daha gelsin!" diye Seo'nun tarafına bağırıyordu. Hemen Boris ve Jonah da araçtan indi. Seo, Jun ve Bartu ise bu tarafı izlemeye devam etti. Medusa, "Erkekleri bırakıp kaçsak mı Leyan?" derken onun şaşkın halini atlattırmaya çalışıyordu. Leyan, "Matteo'yu bırakabiliriz. Abimle çok uğraşıyor," dediğinde arka taraf gülmeye başladı. Ahsen yanıma geldi. "Hiç mi oynamıyor?" Gaza basıp tekerlekler girdiği yerden çıksın diye direksiyonu oynatmaya niyetlenmiştim ama sağlam çakılmıştı. Ethan tekrar, "Seo! İzlemesi keyifli herhalde! Çıkmıyor gelsenize!" dedi. Bunun üzerine onlar da katıldı. Bu insanlar mı bize hainlik edecekti? Arkadaşlarımız mı? Bunun ihtimalini düşünemiyordum.

O tünel oyununda hayatta kalmak için her şeylerini ortaya koyarak mücadele eden bu insanlar mı? Hayır. Bu gerçek olamaz. Sonunda araç biraz oynamaya başladığında arkadaki destekle nihayet çukurdan çıktı. Hepsi dağılmaya başladığında Kwang yanımdaki koltuğa oturdu. Nefes alış verişleri yoğun bir şekilde buhar olup kayboluyordu. "Devam et," dedi bana dönüp. Aynadan herkesin oturduğunu görünce Gölge'yi Matteo'dan önce kapan Çağan olmuştu. Sürmeye başladım. Bir kaç dakikanın ardından ormanlık bir alan görünmeye başladı. Kwang, "Düz ilerle hayatım. Muhtemelen oraya gireceğiz," dedi. Bakalım bizi neler karşılayacaktı.

Seo da hemen yanımızdaydı. Araçları ormana çok girmeden durdurduk. İndiğimizde heyecan kıpırtısı üzerimizde gezmeye başlamıştı. Gölge'yi aradı gözlerim. Yine Çağan'ın elinden Matteo'ya geçmişti. Matteo ne ara almıştı yine onu? Kwang iki ekibe de bakarak, "Ayrılalım. Biraz arayalım etrafı. Bir şey bulan seslenir," dedi. Dağıldık. Gölge şimdi Matteo'nun elinden atlayıp Kwang'a gelmişti. Onun ayakları dibinde gezmeye başladı. Yürümeye devam ettik. Tek tük ağaç görmek bile sevindiriyordu. Hiç kuş sesi yoktu. Bir kıpırtı, farklı bir görsel de yoktu. Kar yüzünden çarşafımın etekleri ıslanmaya başlamıştı. Herkesin yeterince üşüyebileceği kadar yürümüştük ve ortada hiçbir şey yoktu.

Matteo, "Moral bozmak istemem ama burada hayvan görmeyeceğiz gibi," dedi. Yürümeye devam ederken bize uzak bir mesafedeydi. Çağan, "Biraz daha uzaklaş. Sana saldırmak isteyen kurtlar göreceğine eminim," dediğinde Matteo da ona onun gibi konuştu. "Bir ayı seni yemeden önce mi?" Ardından Matteo kendi kendine güldüğünde ayağı bir boşluğa takılıp düştü. Adam ortadan yok oldu. Doğa, "Matteo!" diyerek onun tarafına doğru koşmaya başlamıştı bile. Biz de peşinden koştuk. Nereye düşmüştü? Sesimizi duyan diğer ekip de bize doğru gelmeye başlamıştı. Doğa, Matteo'nun düştüğü yerde durup aşağı baktı. Biz de Doğa'nın yanına gelip aşağı baktık. Donmuş bir göl mü? Matteo kolları ve bacakları boylu boyunca uzanmış bir şekilde yerde yatıyordu. Gökyüzüne bakar gibi bakışlarını bize kaldırdı. Doğa nefesini tutarak Matteo'ya bakıyordu. Matteo, "Sanırım kalçamı kırdım," dedi. Ardından Doğa tuttuğu nefesi rahatlamış gibi geri bıraktı.

"Matteo bastığın yere bakmıyor musun? Dur. Biz gelmeden kalkma," diyen Doğa çoktan ona doğru inmeye başladı. Matteo donmuş gölün üzerinde hala yatıyordu. Doğa, "Senin düşmene rağmen kırılmadıysa üzerinde yürünebilir herhalde," diyerek karı aşıp buzun üzerine gelmişti. "Doğa, dikkat et kayıp düşme," diyerek ben de aşağı inmeye başladım. Kwang da hemen arkamdan geliyordu. Çağan ise keyifli bir şekilde yerde uzanan Matteo'ya bakıyordu. Doğa tam buz üzerine basmıştı ki ikinci adımını atamadan yere düştü ve Matteo'ya doğru kaymaya başladı. Bir rezillik çıkmadan şuradan kurtulsaydık bari.

Doğa küçük bir çığlıkla kaydığında başı Matteo'nun gövdesine çarptı. Matteo'nun karnı üzerine gelen başı sanki onun üzerine uzanmış gibiydi. Şimdi ikisi de yerde boylu boyunca yatıyordu. İşte bundan bahsediyordum. Allah'ım... Rezillik. Doğa oraya çabuk ulaşmanın verdiği şaşkınlıktan ötürü gözleri fal taşı gibi açıldı. Matteo ise kollarını başının arkasına alarak uzanmaya devam etti. "Orada rahat mısın küçüğüm?" Ben de buza bastığımda Doğa'ya ulaşmak istedim ama düşecek gibi olduğumda belime sarılan Kwang beni düşmekten son anda kurtardı. "Sen nereye gidiyorsun? Bir yerin kırılacak," dediğinde tekrar Doğa'ya baktım. Beceriksizce yerden kalkmaya çalıştığında Matteo'ya söyleniyordu.

"Seni döveceğim. Senin yüzünden düştüm." Matteo ise hala elleri başının arkasında, tepesinde doğrulmaya çalışan Doğa'yı izliyordu. "Bakıyorum da bana bir şey olacak diye ödün kopmuş." Doğa hala kaymamaya çalışıyordu. Eyvah... Matteo'nun üzerine düştü. "Matteo!" Bu utanç dolu manzarayı daha fazla seyredemeyecektim. Kwang'a döndüm. "Üzerinde durabilirsek eğlenceli olabilir." Bu eğlence arayışıma güldüğünde, "Gel," dedi. Beni yanına yaklaştırıp o da buza bastı. Ağır adımlarla kaymaya başladığında onun benimle dans eder gibi dengede durma çabasına şaşırmıştım. "Nasıl dengede durabiliyorsun?" dediğimde gülümseyerek yüzüme baktı. "Dengede kalma konusunda iyiyimdir." Şımarık... 

Sonra yanımızdan hızla geçen biri dikkatimi ona çevirdi. "Gilda!" Çok güzel kayıyordu. Gilda etrafında dönerek bana doğru baktı. "Kagatri'de buz tutmuş bir gölet vardı. Orada kendi kendime kaymayı öğrenirdim," dedi. Ardından buza çıkmaya çalışan Medusa ve Çağan'ı da gördüm. Gölge de buza indiğinde tüy gibi yanımızdan kayıp gitti. "Gölge! Patilerin üşüyecek," dedim. O da eğleniyor gibiydi. Kwang'ın bir eli belimdeydi. Ben de belime sarılan koluna tutunmuş durumdaydım. Diğer elim ise onun boşta kalan elini tutuyordu. Dans eder gibi ayakta durma çabamızın çok komik göründüğüne emindim. Diğerleri de buza indiğinde Jun, "Gilda, bana da nasıl kayılacağını öğretir misin?" dedi. 

Hepimizin ellerinde kalın eldivenler vardı. Bazılarımız üzerine atkı bile almıştı. Gilda, Jun'a doğru kaymaya başladı. Ona elini uzattı. Kumral saçları o kaydıkça dağılıp salınıyordu. Jun ona uzatılan eli tuttu ve birlikte kaymaya başladılar. Şu an bu atmosfere inanamamıştım. Kwang topluluktan biraz uzaklaşmak ister gibi kayarken beni de yanına çekiyordu. Herkes kendi kendine düşüp kalkıyordu. Ayakta kalma çabası yüzünden kimse kimseye bakamıyordu bile. Düşecek gibi olduğumda Kwang'ın da dengesini kaybetmesine sebep oldum. Ben düşmeyeyim diye uğraşsa da maalesef arkaya doğru düştüm. O da hemen yanıma düştüğünde, "Kalçamı hissetmiyorum," dedim. Hayır. Kesinlikle devasa bir acı hissediyordum. 

Kwang yüzümdeki acı ifadeyi fark ederek, "Ovalamamı ister misin?" dedi. Etrafıma baktım. "Burada mı?" diye şaşkın bir şekilde sorduğum sorum üzerine o da etrafına baktı. Anlık durakladı. "Yok, burada olmaz." Cevabı üzerine gülmeye başladım. O da artık sesli bir şekilde gülüyordu. Sonra yine kalmaya çalıştık. Herkes kendi halinde eğlenmenin bir yolunu bulmuştu. Burada vakit geçirmemiz üzerine Gölge'nin buz üzerinde bir yeri tırmalar gibi hareketler yaptığını gördüm. Ona doğru kaydık. "Ne buldun Gölge?" dediğimde buzun altında bir şeylerin hareket ettiğini gördüm. Kwang yaklaşarak yere doğru eğildi. "Balık mı?" Ben de eğilip baktığımda bir kaç balık gördüm. "Evet," dedim heyecanla. 

Diğerlerine de gösterdik. Bu göl çok büyük görünüyordu. Sonunda bir canlıya rastlamak mutlu hissettirmişti. Diğerleri de bu duruma sevindi. Başka da bir hayvan görmedik. Güzel vakit geçirip artık geri dönme zamanımız geldiğinde araçlara doğru gitmeye karar verdik. Hava bozmadan askeriyede olsak iyi olurdu. Tekrar bu topluluğa baktım. Herkes kısa bir an için bile olsa her şeyi unutup çocuk gibi eğlenmeyi istemişti. İyi olmuştu. Araçlara binip geri döndük. Yorulmuştuk ama kesinlikle buna değmişti. Bir ay sonra tekrar gelip bakardık. Balıklar olduğuna göre burada yaşamaya başlayan, bir yerlerden göç eden hayvanlar da elbette olacaktır.

...

Yine günler birbirini takip ediyordu. Çalışmalarımız devam ederken Gorkwon da kendini toparlamaya başlamıştı. Her şey normal bir düzen içinde akıp giderken Kwang'ın babası hepimizi toplantı odasına çağırdı. Bir merakla iki ekip olarak toplantı odasına girdik. Bay Kang sinirli görünüyordu. Bizim üzerimizde gezdirdiği gözler üzerine Kwang, "Bir şey mi oldu baba?" dedi. Bay Kang direkt söze girdi. "Walter... Celdai ülkesine saldırıda bulunmuş." Bakışlarım ciddileşti. Doğa'ya baktım. Başta kimse bunun ne demek olduğunu anlamasa da Seo ve Jun, Doğa'ya düşünceli gözlerle bakıyordu. Doğa da anlamıştı. "Nasıl olur?" dedi.

Bay Kang sıkıntılı bir nefes vererek, "Bunu konuşmak için vaktimiz olacak. Doğa, şimdilik hücreye kendin gider misin?" dedi. Doğa'nın gözleri doldu. Herkes hiçbir şey anlamayarak birbirine bakıyordu. Walter'ın hangi bilgiyi bildiğini bulursak, haberi uçuranı da buluruz. Uğultulu sesler duyulmaya başladı. Bu Doğa'da saklı bir bilgiyken Walter bunu nasıl duymuştu? Tartışma sesleri yankılanmaya başladı. Doğa bu duruma itiraz ediyordu. Fakat Seo'nun baskın çıkan sesi karşısında öfkeyle odayı terk etti. Peşinden koştum. "Doğa!"

Koridorları geçerek hücre bölümüne gitmeye devam etti. Karnıma ağrı girdi. Nereden çıktı şimdi bu? Doğa yapmazdı. Bu meselenin arkasında ne olduğunu henüz bilmiyordum ama bulacaktım. İçeride olanlar kalbimi sıkıştırdı. Her şey o kadar acele olmuştu ki neye uğradığımızı şaşırmıştık. Doğa bir hücreye girerek arkasından kapıyı sertçe kapattı. Peşinden ben de girdim. Toplantı odasında dakikalar geçmişti ama Bay Kang'ın söylediklerinden sonrasını asla dinleyememiştim. Doğa sinir krizi geçirir gibi duvardan duvara yürümeye başladı. "Doğa, durur musun?" diyerek onu takip ediyordum. Sonunda kendini yere bıraktı. "Ben yapmadım!" Bağırıyordu. Doğa beni dinle. Sakin ol." Beni asla dinlemiyordu. Bağırmaya devam ettiğinde öfkesini boşaltmasını bekledim. Yorgunlukla dizleri üzerine yere düştü. Bir müddet bir şey demedim. Sakinleşmesi için ona zaman verdim.

"Ben kimseye bir şey anlatmadım! Hesna, sen... Bana inanmıyor musun?" Bana bunu sormamalıydı bile... "Doğa!" Ondan daha şiddetli bağırmıştım. Gözleri dolmuştu. Adalet örgütü içinde olduğundan zaten her zaman bir şeyleri saklamak zorunda kalmıştı. Bu yüzden yeterince rahatsız hissederken bir de böyle bir bilginin üzerine kalması onu çok bunaltmıştı. Gözlerime beklentiyle bakıyordu. Tam bir şey diyecekken yine kırgın bir sesle konuştu. "Ben yapmadım Hesna. Ben hain değilim. Ben kimseye bilgi vermedim," diyerek başını olumsuz anlamda sallamaya başlamıştı. Yerde dizleri üzerine oturmuş ve başını da öne doğru eğmişti. 

Eğildim. Onun karşısında ben de dizlerim üzerine oturdum. Bir elimi dizleri üzerinde olan eline koydum. Başı öne eğik olan yüzünü kaldırmalıydı. Kalbi kırık kardeşimin gözlerine bakmalıydım. Elimi yüzüne uzattığımda bana bakması için çenesine hafifçe dokunup kaldırdım. Öfke ve üzüntünün biriktiği gözlerine baktım. Kararlı ve kesin bir ifadeyle konuştum. Ben de en az onun kadar öfkeliydim. "Yaptım bile desen, yine inanmam. Senin hain olmadığını biliyorum." Bu kelimeleri duymaya o kadar ihtiyacı varmış gibi baktı ki gözlerime, içimde bir şeylerin kırıldığını duydum.

Sonra bir hıçkırık doldu içine. Ağlamaya başladı. "Doğa... Sen değilsin. Hain değilsin. Nasıl oldu bilmiyorum ama sen vermedin o bilgileri. Ben sana inanıyorum." Yutkundu. "Nasıl?" dedi. "İnsanların bana nasıl baktığını görmedin mi?" Böyle düşünmemeliydi. "Hayır Doğa. Kimse bakmadı. Arkadaşlarımızın bir şey düşündüğü yok." Güldü. "Seo buraya tıkılmamı söyledi. Matteo sustu. Herkes bir anlığına da olsa düşündü Hesna." Israrcı ve emin bir ses tonuyla konuşmaya devam ettim. "Şaşırdın Doğa. Beklemiyordun, kimse beklemiyordu bu yüzden sustular. Kimse hakkında hain olduğunu düşünmüyor. İnan bana. Çözeceğiz. Çözeriz..."

Göz yaşlarını silerek, "Neden peki hala..." dedi. Kaşlarımı çattım. Ne demek istediğini anlamaya çalıştım. "Ne hala?" dediğimde sustu bir müddet. Sonra çok kırılmış bir sesle konuştu. "Neden hala Matteo burada değil? Neden peşimden gelmedi? Ben sana inanıyorum neden demedi?" Buna içerleneceğini biliyordum ama söyleyebileceğini düşünmezdim. Dilinden de döküldüğüne göre o, kesinlikle artık Matteo'ya bazı hisler beslediğini kabulleniyordu. "Çünkü," dedim. Matteo gelirdi elbet. O inanırdı Doğa'ya. "Çünkü," dedi arkamdan gelen bir ses. Bu öfkeli sese döndüm. Doğa da başını kaldırıp gelen kişiye baktı. Matteo, "Çünkü Matteo'nun, Doğa'dan bir an bile şüphe edecek kişilere bunun hesabını sorması gerekiyordu," dedi. 

Doğa sustu. Bir şey demedi. Benden güç almak ister gibi elimi sıkarak tutuyordu. Matteo ayakta dimdik duruyordu ve neredeyse yere kapanan Doğa'ya sakinleşmeye çalışarak bakıyordu. Sanırım biz oradan çıktıktan sonra Doğa'nın üzerine değecek en ufak bir şüphe kırıntısını dağıtmaya çalışmıştı. "Doğa," dedi. Doğa'nın sorularını duymuş olmalıydı. Doğa başını kaldırıp Matteo'ya baktı. İnatçı bakışları yoktu. Ona sığınmak ister gibi masum bir ifadeyle bakıyordu. "Ben sana inanıyorum. Senden şüphe etmiyorum. Sen de benden şüphe etme." Matteo sanki ona bir adım atacaktı ama sonra bundan vazgeçer gibi yerinde kaldı. 

Konuşmaya devam etti. "Sen, beni yanında istemezken bile yanındaydım. Şimdi beni yanında isterken mi seni bırakırım?" Doğa'ya baktım. Hala ona masum bir yüzle bakıyordu. Yine gözleri doldu. Matteo, "Halledeceğiz. Konumun zor. Bildiklerin çok, bu yüzden herkes hassas davranıyor. Ağlama sakın. Senin hain olmadığını herkes anlayacak," dedi. Bir süre Doğa'dan cevap bekler gibi durdu yerinde. Doğa yorgun görünüyordu. "Ben yapmadım," dedi. "Biliyorum." Hızla cevap vermişti Matteo. Fakat Doğa içeride duyduklarını hemen hazmedemeyebilirdi. Onu hücreye göndermeleri çok zoruna gitmişti. Tekrarladı bu cümleyi. Ve içimi saran durumun tehlikesi bütün başımı ağrıttı. "Ben yapmadım. Ben yapmadım. Ben yapmadım."

Bölüm Sonu...

Neler düşünüyorsunuz?

Bir dahaki bölümde bazı gizemli olayların açığa çıktığını okuyacaksınız. Bölüm hakkında sorularınızı buraya alayım.

İki hafta kadar ara vermeyi düşünüyorum. Kitapta bazı düzenlemeler yapmam için zamana ihtiyacım var. Ağır savaş bölümlerine de gireceğimden araştırma yapmam gerekiyor. Bu süreçte bir yere gitmeyin olur mu?

Her zaman Instagram'dan yazabilirsin. Kitap hakkında, bölüm hakkında düşünceleriniz teorileriniz neler?

Sizi çok bekletme niyetinde değilim. Yeni bölümde tekrar görüşmek üzere... Hoşça kalın...

Continue Reading

You'll Also Like

1.3K 198 20
Tek kurtuluş yolu ölüm olan bu oyuna hazır mısınız? Ölüm bir nefes kadar yakın. Yaptığınız hareketler, Verdiğiniz nefesler, Yediğiniz veya içtiğiniz...
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

5.8K 477 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
1.5K 746 5
Elanur💖ateş Benim acımda ateş ve elanurun aşkına şahitlik edeceğiz
79.2K 726 21
Bir ülke üç tane krallık. Sahandy ülkesinin katı kuralları ve işkencelerine karşı halk dayanabilecek mi? Her aileden gelen yeni varisler ülkenin kade...