𝐌𝐎𝐎𝐍𝐂𝐇İ𝐋𝐃 𝐊.𝐍𝐀𝐌𝐉...

By moon6black

2.9K 307 1.7K

Ben ona tutsaktım o bana sağırdı. Ben onun için sadece bir hayrandım, o ise bir İDOL'dü. Ben onunla olmanın h... More

TANITIM
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
💜BTS(방탄소년단)💜
6.Bölüm
#2022BTSFESTA
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
ÖNEMLİ
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm (MY YOU 💜)
~MOONCHİLD K.NAMJOON~
15.Bölüm
2025 REST OF MY LİFE
17.Bölüm
18.Bölüm
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM

16.Bölüm

69 5 45
By moon6black

~TÜM GERÇEKLİĞİM HAYALLERİM MİYDİ?~

"İkimizin de aynı güneşi görebildiği gerçeğini düşünüyorum. Böylelikle, aynı yerde olmayıp gerçekten birlikte olmasak bile, bir bakıma beraber olmuş oluyoruz, değil mi?"

‼️Arkadaşlar şarkıyı baştan sona sözlerine bakarak dinlemenizi tavsiye ederim. Bölümle de uyumlu anlamlı ilerliyor. 

☔🌠☔

Arkadaşlar satır arası yorumlarınızı bekliyorum. Okuduğunuz sahneler de neler hissettiniz hepsini bilmek istiyorum.
İyi okumalar Kayan Kutup Yıldız'larım...
🌠🌠🌠

☔🌠☔

Yüzünde makyaj yoktu. Doğal yanık teniyle tam olarak karşımda olması nefes almayı bana unutturmuştu. Öyle ki nefeslerim göğsümü yumrukluyordu. Karşımda ayaklandığında baştan aşağıya beni süzdü. Artık karşısında nasıl bir haldeysem gözleri endişeyle bakıyordu. Sorusuyla transtan çıkmışçasına kendime geldiğimde verdiğim cevapla ağzıma kürekle vurmak istedim.

"Sen iyi misin?"

"Hotteok aldım. Yer misin?"

Dudaklarımı dişlediğimde gözlerimi kıstım başımı eğip kaşlarımı utançla çattım.

Aptal Mira!

Salak Mira!

Hotteok aldım. Yer misin de ne demek?

Offf şu an en sevdiğim idolümün yanında rezil rüsva oldum yaaa!

Kıstığım gözlerimi aralayıp başımı kaldırıp baktığımda, karşımda bana içtenlikle gülümseyen düz bir çizgi halini alan gözlerini görmeyi beklemediğimden ani şok geçirdim.

Şey...şok geçiren kalbim de olabilirdi.

Hızla kekeleyerek konuştuğumda daha da yerin dibine girdim.

"Şe...şey be...ben sizi bir anda gördüğüm için şe...şey oldu."

Elimle gözlerimi kapadığımda kısık kahkahasını işittim.

Böyle gülme zalımın oğlu!

Ali Rıza Bey gibi kalp vardı bende.

İç çektiğimde elimi gözümden çekmemi sağlayan sorusu olmuştu.

"Beni bir anda görünce ne oldu?"

Donup kalırken ne cevap vereceğimi bilemedim. Zaten salak gibi de konuşmuştum. Karşısında doğru düzgün nefes de alamıyordum ki.

Her şeyi hesaba katardım da Namjoon ile olur da bir gün karşılaşırsak ne konuşurum ne söylerim diye hiç hayalini kurmamıştım. Çünkü buna asla ihtimal vermezdim. Şimdi ise tüm o imkânsızlığın içinde ihtimallerin birindeydim. Sadece baktım. Çünkü biliyordum ki onu bir daha görebilme şansına asla erişemeyecektim.

"Heyecanlandım."

Tek bir kelime dudaklarım arasından firar ettiğinde göğsümü yumruklayan o hissi umursamamaya çalıştım. Eğer umursarsam utanırdım. Utanırsam bakamazdım. Bakamazsam da onu görebilmemin o şansını iyi değerlendiremezdim. O yüzden düşünme ve umursamamaya çalış, Mira Karahan. Hadi kızım.

Maskesini çenesinin altına tamamen indirdiğini görünce telaşla etrafıma bakınmaya başladım.

Nasıl böyle rahat olabilirdi? Tamam sabah saati olabilirdi ama insanlar vardı yine de. Ya benim gibi armyler de varsa? Kesinlikle bu yaptığı çok tehlikeliydi.

"Maskenizi indirmemelisiniz. Bu çok tehlikeli."

Etrafına bir süre bakındı. Sonra tekrar bana döndüğünde, "Buraya ilk defa gelmiyorum. Maskemi de ilk defa açmıyorum. Yani sandığın gibi tehlikeli bir durum da yok. Benim için endişelenme lütfen." Dediğinde yüzüme içimin rahat etmesi için tebessümle baktı. Yanağında oluşan gamzesini görmem ise beni benden aldı. Bayılmama ramak kalmıştı.

Ama bir yandan da üzülüyordum. Ben ve sıradan insanlar gibi rahat dolaşamıyor istediklerini yapamıyorlardı. Sürekli maskeyle dolaşmak çok rahatsız ediciydi.

"Ben sadece iyi olmanızı istiyorum. Böyle baskı altında hissediyorsunuzdur eminim."

"Benimle sizli bizli konuşmazsan emin ol daha iyi hissedeceğim. Benimleyken rahat konuş lütfen."

Tebessüm ettiğimde göz göze geldik. Şu an ya kendine ayırdığı vakti benim yüzümden boşa gidiyorsa? Ne kadar gitmek istemesem de onun özgürlük alanını daraltmaya hakkım yoktu.

"Siz...yani seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Zaten buradan geçiyordum. Sen keyfine bak lütfen."

Hafifçe başımı eğip selam verdiğimde içimde konuşamadıklarımın uktesi kalbime dokundu. Onu düşününce bile duygusallaşan ben şu an için yerlere yatıp salya sümük ağlayabilirdim. Hatta eve gittiğimde kesin ağlayacaktım.

Yanından gitmek için hareketleneceğim sırada konuşmasıyla durdum.

"Hotteok'undan vermeyecek miydin?"

Ah akılsız başlı, Mira!

Nasıl unutursun!

İçinden bir tane çıkartıp kese kâğıdıyla uzattığımda elimden alırken ellerimiz birbirine değince elektrik çarpması yaşadım. Şu an tir tir titriyordum. Zorlukla konuşurken ağzım dilim kurumuştu.

"Afiyet olsun. Seni gördüğüm için çok mutlu oldum, Namjoon."

Hafifçe eğildiğimde tam gideceğim sırada elini bisikleti tuttuğum yerin ortasına koyarak gitmemi engelledi.

"Benimleyken rahat olur musun? Çok mesafeli konuşuyorsun. Ünlü olabilirim ama bende bir insanım. Sizler gibiyim. Bir farkım yok. Bir arkadaşın gibi düşün beni lütfen."

Derin bir nefesi verdiğimde biraz daha rahatlamıştım.

"Hem biliyor musun? Tek başınayken bir şeyler yemenin tadı çıkmıyor. Bana eşlik eder misin?"

Allah'ım şu an eğer bir rüyadaysam lütfen hiç uyanmayayım. İlk defa uyanmak istemeyeceğim bir rüyanın içindeyim. 

Yüzüne içim gide gide bakmayı engelleyemiyordum. Her baktığımda iç çekip duruyordum. İçim fena halde gidiyordu. Eriyip bitiyordum. Ama tehlikenin de ortasındaydık. Kendimden çok düşündüğüm onu, bile bile sırf sevdiğim için tehlikeye atamazdım.

"Çok tehlikeli. Birileri görürse fotoğrafını çekebilir. Eğer bende yanında görülürsem şey zannedip yanlış anlayabilirler."

İstemediğim cümleleri kurarken şu an onunla oturup konuşabilme şansım varken yapamıyor olmak çok dokunmuştu. Yüzünün asıldığını gördüğümde benim de moralim bozuldu. Benim değil de onun daha çok düşünmesi gerekmiyor muydu? Neden bu kadar üzülmüştü ki?

"Ne zannedebilirler? Sevgilim mi?"

Söylediği son kelime heyecanlanmama neden olurken nefes alamadım. Onun ağzından duymak ne zamandır hayalini kurduğum şeydi. Ama hayaldi işte. İmkânsızdık. Ben sıradan biriydim o ise herkesçe tanınan bir idoldü.

"Bende çok istiyorum ama zor durumun içine düşmeni özellikle benim yüzümden olmasını istemem. Yoksa size ay...yani sana eşlik etmekten o kadar çok mutlu olurum ki."

Tebessümüyle ortaya çıkan gamzesini görmemle neredeyse bayılacak duruma geldim. Bu hissettiklerim hayranlıktan doğan güçlü duygular mıydı yoksa aşk mıydı? Hem öyle bile olsa çok zordu. İhtimal bile söz konusu değildi ki. 

"Peki tamam. O halde rahat olabileceğimiz bir yer biliyorum. Orada rahat olabiliriz."

İnanamıyorum BTS'in lideri Kim Namjoon sırf benimle vakit geçirmek için onunla gelmemi istiyordu.

Bu yaşadıklarım gerçek miydi?

Yoksa ben bir rüyanın içinde miydim?

Sesi, gülümseyerek bakan yüzü, bisikleti, han nehri...

Tüm bunlar gerçek miydi?

Hiçbiri inanılır gibi gelmiyordu. 

Adımlarım benden bağımsız hareket ettiğinde tam karşısında durdum. Eliyle tuttuğu bisikletine doğru elimi uzattığımda bisikletine dokundum. Gerçek miydi değil miydi anlamam gerekiyordu. 

"Ne yapıyorsun?"

Başımı kaldırıp baktığımda yakından gördüğüm esmer tenini inceledim. Çok gerçekçi gibiydi. Nefesini de duyuyordum.

"Rüyada mıyım değil miyim anlamaya çalışıyorum."

Kısık kahkahasını işiten kulaklarım bayram etmeye başladığında kalbimin atışları boğazımdaydı.

"Öyle anlayamazsın. Yanağıma dokunabilirsin."

Ona dokunmama izin veriyordu. Eğer teninin sıcaklığını hissedersem o zaman gerçek olduğuna tamamen emin olacaktım. Elimi yanağına doğru havalandırdığımda elim heyecandan buz kesip titremeye başladı. Derin bir şekilde yutkunduğumda nefesimi tuttum. Ona bakarken gözlerimin içi titriyordu. Yanağına ilk önce değen parmak uçlarım teninin sıcaklığını hissettiğinde elektrik çarpmışa döndüm. Elim tamamen yanağında yerini aldığında tamamen avucumda hissettiğim yanağını incitmekten korkarcasına okşadım. Bu hareketimle gözlerinin kapandığına şahit olduğumda mutluluktan gözlerim doldu. Son bir isteğim vardı. Umarım reddetmezdi beni.

"Gamzene de dokunabilir miyim? O zaman gerçekten emin olacağım."

Başıyla beni onayladığında genişçe gülümsedi. Ortaya çıkan gamzesi baş parmağımın yanındayken işaret parmağımı tam o çukura götürdüm. Oraya bastırdığımda içim gitti. İçim içime sığmıyordu. O gerçekti. Emin olmuştum.

Gözlerimin içine beklentiyle bakarken çok güzel bakıyordu. Zaten o hep Army'lerine güzel bakardı ki.

"Nasıl? Tamamen gerçek miymişim?"

Gülümsediğimde başımı aşağı yukarı salladım. Elimi çekeceğim sırada elini elimin üzerine koymasıyla kaskatı kesildim. İşte bu hiç beklemediğim türden bir hareketti.

"O halde tamamen hisset. Ben gerçeğim sen de gerçeksin."

Sanki etrafımızda olan o tek tük insanlar da yokmuşçasına soyutlandığımız o anın içinde sadece gözlerinde kayboldum. Buna son veren elini elimin üstünden ayırdığında bende geri indirdim. Gözlerini benden kaçırdığında kafasını kaşıdı başını eğdi. Bu onun utandığında yaptığı davranışıydı. Bir adama utanmakta mı bu kadar yakışırdı, Allah'ım? Bu adam nasıl bir lütuftu bana?

"Benimle gelecek misin?"

Hiç tereddüt etmeden onayladığımda ağzına maskesini geçirdi. Aynı anda bisikletimize bindiğimizde yan yana gidiyorduk. Nereye gidiyorduk hiçbir fikrim yoktu ama bu umurumda da değildi. Ona sonsuz güvenim vardı. Asla yalan söylemezdi. Diğer üyeler de aynı şekilde. 

Ben ona bakarken hissetmişçesine bana döndüğünde gülümsediğini gözlerinden anlayabiliyordum. Utanarak önüme döndüğümde güldüğünü duydum. 

Sen hep mutlu ol, Kim Namjoon.

Sen mutluysan mutluyum.

Ara ara fark etmemesini umarak onu izlediğimde ne kadar da huzurlu ve mutlu görünüyordu. Bir yanının hep özgür kalmak böyle kısıtlanmadan yaşamak istediğini biliyordum. Olgunluğunun altında çocuksu yanına şu an yanımda bizzat şahit olurken duygularım tarifsizdi. Hep fotoğraflarda rastladığım bisikletli haline baktığım o zamanları hatırlıyorum da şimdi aynı fotoğrafın karesinde yer alıyorduk. Hayat gerçekten çok garipti. Hem de çok...

Bisikletini yavaşlattığını fark ettiğimde bende freni yavaş yavaş sıkarak yanında durdum. Onun indiğini görünce bende indim. İkimizde demirini indirip park ettiğimizde nereye geldiğimizi anlamaya çalıştım.

Tamamen yeşillikti. İnsanlar dahi yoktu. Daha önce hiç görmemiştim. Yine han nehri karşımızdaydı. Ama bu sefer hafif yükseklikte çimenlik alanlar vardı. Yanıma gelip maskesinden tamamen kurtulduğunda yeşillikten gözlerimi ayırarak ona baktım. Heyecandan sıklaşan nefeslerim göğsümü deli dehşet yumruklarken sakin olmaya çalışıyordum. Garip hissediyordum. Öyle ki hiç konuşmasak bile sadece onu izleyerek bile ömrümü geçirebilirdim. Utanmama rağmen bir daha göremeyecek olduğumu bildiğim için uzun uzun bakıyordum.

"İlk defa birinin beni bu kadar uzun uzun incelediğini görüyorum."

Cidden bunu söylemiş miydi?

Onu baştan aşağıya incelediğimizi resmen röntgenlediğimizi nasıl anlayamamıştı?

Bunu geçtim yıllardır fark edememiş miydi?

Ahh...Namjoon'um sen çok safsın.

Ben niye bu kadar şeytandım peki?

Kendimi düşünüyorum da ben bu adamı 'Big Boy' olmasına aldırmadan yerdim.

Tövbee Allah'ım! Aklım bana neler düşündürtüyordu böyle?

Çenesini işaret parmağıyla kaşıdığında alt dudağının hemen altında olan benine baktım. Sol yanağında da vardı. Çenesinde ve dudağının üstünde çıkmaya başlayan minik sakallarına dokunma iç güdüsüyle dolup taştım. Buna hakkım yoktu. Sorusuyla büyülü dünyamdan ayrıldığımda utançla başımı eğip ayakkabılarımızı inceledim.

"Şey...ben özür dilerim. Dalmışım."

Salak Mira! Daldım da ne demek? Bizzat her bir zerrene hayranım da de istersen?

"Neden bu kadar inceledin?"

Yutkunduğumda saçımı kulağımın arkasına iliştirdim. Ama her defasında çıkıp duruyordu. Tam yine yapacağım sırada bu cebelleştiğim halime gülerek saçımı kulağımın arkasına götürdü. Tenimde hissettiğim sıcaklığı her bir zerreme ateş değmişçesine yakarken yanıyordum. Hareketleri oldukça rahattı. Kimseler olmadığı içindi. Sorusunu cevaplamadığım aklıma gelince yanıtladım.

"Çünkü...bir daha istesem de seni göremeyeceğim. Şans denilen şey insana bu hayatta bir kez uğrar."

İç çektiğinde nefesini hissettim. Sanırım halime üzülmüştü.

"Şansın ben miyim? Beni gördüğün için mi şanslı olduğunu düşünüyorsun?"

"Evet. Belki sana normal gelebilir ama ben o kadar görmek isterken, fark etmeden yanından gelip geçen insanlar bile bana çok şanslı geliyor. Ben..."

Zaten bir daha istesem de göremeyecektim. O yüzden cesaretli davranacaktım cesur olup konuşacaktım. Beklentiyle bakan harelerinin içinde yansımamı görüyor olmak titretirken derin bir nefesi alıp gökyüzüne serbest bıraktım.

"Ben o yüzden hayatın bana sunduğu şansı iyi değerlendirmek istiyorum. Buralarda kalıcı değilim. Zaten buraya bir amaç için gelmiştim. Onu gerçekleştirdikten sonra ülkeme geri döneceğim."

Söylediklerim yüzünü düşürürken ben daha çok üzüldüm. Aramızda derin bir sessizlik oluştu. Ağaçların yaprak hışırtıları, kuşların sesi, nehrin akıntı sesi... Aralarından en sevdiğim bir ses vardı ki o da nefes alış verişiydi.

Bileğimi tuttuğunda peşinden beni de sürükledi. Sorgulamadım. Yüksek çimenliğe ilk kendi oturdu sonra benimde oturmamı isteyince hemen yanına oturdum.

"Madem öyle anı değerlendirelim, ha ne dersin?"

Burukça tebessüm ettiğimde onayladım. Anı değerlendirecektim. Unutamayacağım bir an olarak bende kalacaktı.

"Anladığım kadarıyla biasın benim?"

Soru sorarcasına kurduğu cümlesini onayladığımda, gökyüzünü izliyordu. Bende aynısını yaptığımda konuşmasıyla onu dinledim.

"Aynı gökyüzünün altında yan yanayız artık. Olamasak bile aynı gökyüzünün altındayız."

Halen de gerçekliğini idrak edemezken dediği gibiydi. 

"Ne zaman buradan ayrılacaksın?"

Sesli bir şekilde nefes alıp verdiğimde cevapladım.

"Konserinize geldikten sonra ülkeme döneceğim. Ben buraya sadece sizin için geldim."

Hızla bana döndüğünde şaşkınlıkla aralan kalın dudaklarına baktım. Bunu beklemediği belliydi.

"Yani sen...şimdi sadece buraya bizim için mi geldin?"

"Evet. Yıllardır hayalimdi. Ve en büyük hayalimse şu an yanımda."

Utanarak kıkırdadığımda ellerimle yüzümü kapadım.

Göğsünden gelen bir sesle güldüğünde bu dediğim hoşuna gitmiş olmalıydı. 

"Keşke dönmesen diyemiyorum. Sonuçta ait olduğun yere dönmek hakkın."

Ait olduğum yer sendin diyemedim. Ait olduğum yer bu ülke diyemedim. Birbirine bastırdığım dudaklarım güçlükle ayrıldığında zorlukla konuştum. Sesim pürüzlü çıkıyordu.

"Zamanım burada dolduğunda döneceğim."

"O zaman konseri hiç yapmayalım sen de gitmemiş olursun."

Bu dediğine ikimizde gülerken böyle bir şeyin mümkün olamayacağının ikimizde farkındaydık.

"Öyle bile olsa yine de dönmek zorundayım. Kalmam için sizden başka bir nedenim yok."

"Burada kalma nedenin bittiğinde ya başka bir neden olursa? Ya o neden kalmanı sağlarsa kalır mısın? Yani kalıcı olarak?"

Düşünürcesine nehri seyre daldığımda hiç bunu düşünmediğimi fark ettim.

"Hiç bunu düşünmedim ama kalabilirim sanırım. O bile kesin değil."

Ağır ağır başını salladığında derin düşüncelere daldı. Bunu hep yapardı. Hep düşünürdü. Ve en sonunda düşüncelerinin içinde kaybolup giderdi. Bazen bu kadar çok düşünmesini istemezdim. Kendimden biliyordum. Düşündükçe içine batıyordun çıkmak bilmiyordun.

"Soru cevap şeklinde ilerleyelim mi? Sen beni tanıyorsun nasılsa. Bende seni tanımak isterim."

Beni tanımak istiyordu. Bir daha göremeyeceği beni tanımak istiyordu.

Beni çok mu merak ediyordu?

Saçmalama, Mira! Sadece sohbet ilerlesin diye yapıyordu. Yoksa niye özellikle tanımak istesindiki beni?

Bacaklarımı bedenime çektiğimde kollarımı etrafına sarıp ona döndüm.

"Olur. Ama çalışmadığım yerden olmasın."

Güldüğümde o da gülünce dünyam renklendi. Rengârenk çiçeklerin ortasındaydık sanki.

"Kaç yaşındasın?"

"23 yaşındayım."

"Doğum günün ne zaman ki?"

Masumca soruşu o kadar tatlıydı ki. Keşke fotoğrafını çekip ölümsüzleştirebilseydim.

"25 Nisan'da."

Aramızda beş yaş vardı. Çok bir şey de yoktu. Niye bunu şu an düşündüm bilmiyorum. Yine hayallerim ve ben.

"Özel olacak ama sadece merak ediyorum. Biz hayatına nasıl dahil olduk?"

Yağmurlu bir gece de kendi hayatıma dair her şeyi tamamen bitirdiğim o gece de çıkmışlardı karşıma. Evet ben, Mira Karahan. Aklında defalarca intihar düşüncesini geçirip, o cesarete sahip olamadığı için yapamayan o kızdım.

İnsanlar intihar edenleri ya da o düşüncede olanları sadece hayatında çok kötü şeyler yaşadığı için düşündüğünü ya da yaptığını zannediyordu. Bu büyük bir yanılgıydı.

Psikolojik anlamda kendine yetemediğinde, seni anlayan gören kimseler olmadığında da bu düşünceye hapsolabiliyordun. Hayatım hep asıl amacımı arayarak geçmişti. Geçerken de hep farklı farklı işler de çalışmıştım. Hem bedenen hem de psikolojikmen buhran yaşadığım dönemse fabrikada çalıştığım zamandı. Kaç kez lavaboya bu düşüncemi gerçekleştirmek için gitmiştim kimsenin haberi yoktu. Her defasında kayıp cesaretimle işime geri dönmüştüm. Taki o gece işten eve döndüğümde sosyal medyadan BTS grubunu görene kadardı. Sonra onu gördüm. Gülümsemesini...

Öncesinde büyük bir merak saldım. Derinlemesine araştırdım o gece hiç uyumadım. En sona onu bıraktım. Fotoğrafını her gördüğümde kalbimin titremesine neden olan onu araştırdım. Bu tıpkı stalklamak gibiydi. Heyecanla onun hakkında edindiğim her bir bilgiyi mor kapaklı üstünde şemsiyesi olan defterime yazdım. Bana benzediğini fark ettiğimde ise çoktan geri dönülemez o yola girmiştim. Zaten geri dönmekte istemiyordum. Çünkü hayal dünyamda çok mutluydum.

Şimdi sorusunu cevaplamalıydım.

"Yağmurlu bir gece de, kendi hayatıma dair her şeyi tamamen bitirdiğim o gece de çıktınız karşıma."

Kaşları söylediklerimin üzerine çatılırken aklına gelen kelimeyi de anlamıştım. Belki de beni psikolojisi bozuk biri olarak görecekti öyle bilecekti. Aslında çok neşeli bir karakterdim. Ya da asıl karakterimi bu karakterimin arkasına gizliyordum. Ama yine de neşeli ve komik biriydim.

"İntihar mı edecektin?"

Gülümsemem yüzümde solduğunda ağır ağır başımı salladım. Ama beni yanlış anlamasını öyle bilmesini istemiyordum.

"Sandığın gibi psikolojisi bozuk biri değilim. Benim gibiler sadece düşünür ama yapamaz."

"Neden?"

Yutkunduğumda söyleyeceğim şeyden dolayı bedenim titremeye başladı. Titrediğimi görüyor muydu?

"Korkak olduğum için. Cesaretim olmadığı için. Ama iyi ki böyleyim. Peki neden biliyor musun?"

Meraklı gözleri belirginleştiğinde dikkatle ifadelerimi inceliyor ne söyleyeceğimi bekliyordu.

"Eğer korkak olmasaydım ve cesaretli olsaydım sizi tanıyamazdım. Ve yine o gece siz hayatıma dahil olmasaydınız belki de ben şu an burada seninle sohbet edemiyor olacaktım."

Nemlenen gözleriyle bana derin bir şekilde bakarken gülümsedim. Yine uzun uzun onu izledim. Ben emin olmuştum. Bu...bu...

Hayranlıktan doğan güçlü bir aşk değildi, aşkı yavaş yavaş besleyip büyüten sevgiydi.

Ben Mira Karahan...

Karşımda olan Kim Namjoon'a ve kendime ilk aşk itirafım.

Ona sarılmak istiyordum. Çok çekiniyordum. Hem istesem ne derdi acaba?

Elim ayağım titriyordu. Oturduğum yerde hissettiklerim çok ağır gelince ayağa kalktım. Niye ayağa kalktığıma anlam veremeyen ifadeyle bakarken o da yerden kalktı.

"Bir sorun mu var?"

Olumsuzca başımı salladığımda gözlerimi kaçırdım başımı yere eğdim. Eğer gözlerine bakmazsam sorabilirdim. Derin bir nefesi aldığımda ellerimi yumruk yaptım. Hiç düşünmeden sorduğumda gözlerimi sımsıkı yumdum.

"Sana bir kez sarılabilir miyim?"

Bana doğru attığı adımları tam ayak ucumla birleştiğinde kollarımın etrafına sarılan kollarıyla titreyen bedenim daha da titredi. Heyecanım hat safhadaydı. Diğer elini başımın üstüne koyduğunda nazikçe okşamaya başladı. Hayalini kurduğum şeyi yaşıyor olduğumu fark edince gözlerim doldu yanaklarımdan hızla süzüldü. Burnumu çektiğimde okşayan eli duraksadı.

"İyi misin?"

"Teşekkür ederim, Namjoon. Hayatıma girdiğin için çok teşekkür ederim."

"Bende hayranımız olduğun için teşekkür ederim."

Bende kollarımı beline doğru götürdüğümde sımsıkı sarıldım. Başım tam kalbinin üstüne yaslıydı. Kalp atışları o kadar hızlıydı ki. Bir de benimkini duysaydı.

"Ağlamanda sorun yok. Eğer ağlamak istiyorsan ağla. Her zaman gülemezsin. Bu seni iyi hissettirecekse istediğin kadar ağlayabilirsin, sorun değil."

Namjoon ve onun güzel felsefik konuşmaları. İnsanın ruhuna gelen bir çeşit ilaç gibiydi.

"Bizlere her zaman iyi geliyorsunuz. Sayenizde hayatı kurtulan bir sürü kişi var. Hepiniz birer kanatsız meleksiniz gözümüzde."

"Biz de iyi gelebildiğimiz için çok mutlu hissediyoruz. Umarım bir çok kişinin hayatına dahil olur bir parçalarına dokunabiliriz."

Ne kadar ayrılmak istemesem de onun da vaktini çalamazdım. Ayrılmadan önce kokusunu içime çektiğimde duraksadım. Bu koku çok tanıdıktı. Eminim daha önce de duyumsamıştım.

"Kokun...çok tanıdık geliyor. Sanki daha önce bir yerde duyumsadığım bir koku. Hatta aynısı. Eminim."

Kaskatı kesilen bedenini hisseden kollarımı neden olduğunu anlamak istercesine gevşettiğimde yüzüne baktım ve yutkunduğunu gördüm. Onun çene hizasındaydım ve adem elmasına da oldukça yakındım.

"Ol...olabilir. Sonuçta aynı parfümü kullanan bir çok insan var değil mi?"

Düşününce dediği mantıklı gelmişti. Asıl ben ne diye böyle bir şeyi sormuştum. Bazen hatta çoğu zaman çok düşüncesizce davranıyor hareket ediyordum. Karşımdaki arkadaşım ya da samimi olduğum herhangi birisi değildi.

O 'İDOL'DÜ.

Yavaşça ondan ayrıldığımda o hariç her yere bakınmaya başladım. Karnımın sesli bir şekilde guruldamasıyla elimi hızla midemin üstüne koyduğumda felaket rezil olmuştum. Bu halime güldüğünü duyunca hemen açıklamaya giriştim.

"Kahvaltı yapmamıştım da o yüzden midemden garip sesler çıktı."

Çaktırmamaya çalışarak bende güldüğümde aslında acı çekiyordum da denebilir.

"Bende çok acıktım. Hadi aldığın hotteokları yiyelim."

Somurttuğumda niye böyle olduğumu merak edercesine sordu.

"Bir şey mi oldu?"

"Soğumuşlardır. Yenmezler ki şimdi. Bende ilk defa yiyecektim şimdi tadı soğuduğu için güzel gelmezse bir daha yiyemezsem diye endişeliyim. Daha önce yemediğim yiyecekten de soğumak istemiyorum."

Elini yumruk şeklinde ağzına götürüp kapayarak güldüğünde bugün ne kadar da çok güldüğüne şahit olduğumu fark ettim. Eğer hep böyle gülecekse kendimi rezil de ederdim komik şeyler de söylerdim.

Biraz da olsa sakinleşmeyi başarabildiğinde ellerini beline koydu gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. Ardından alt dudağını içe büküp ısırdığında gözlerim kocaman açıldı.

Allah'ım affet ama ben felaket düştüm!

Şu an karşımda canlı kanlı 'SEXY BEST LEADER' duruyordu.

Hatta Jungkook'un da deyimiyle "SEXY NEMCUNNN!' duruyordu.

Sesli bir şekilde yutkunduğumda bir şeyler anlatıyordu ama dinleyemiyordum. Ses tonu klasik müzik gibi rahatlatıcıydı.

"Bence öyle yapmamız daha mantıklı olur. Sen ne düşünüyorsun?"

Dalıp gittiğim ona karşı süslü hayallerimle iç çektiğimde, "My husband." dedim.

"Anlamadım. Kocam mı?"

Elini önümde sallamaya başladığında daldığım süslü hayal alemimden söylediği kelimeyle ayrıldım.

Neee???

Hayır ben bunu söylemiş olamazdım?

Hayır!!!

Hemen bir şeyler uydurmalıydım. Ama ne? Ama ne? Düşün düşün düşün, Mira. Buldum!

"Şarkı mırıldanıyordum. Sesli mi söyledim?" Kendi kendime güldüğümde, "Bazen yapıyorum böyle şeyler." Elimle umursamasın diye havaya gelişigüzel salladım.

"Gerçekten tuhaf ve ilginç birisin. Her neyse ne düşünüyorsun?"

Ne sormuştu ki? Yanımdayken bile onu düşünürken ne sorduğunu duyamamıştım. Aptal kafam!

"Şey...ne sormuştun?"

"Soğukken yiyebiliyoruz. Hatta dondurmayla birlikte yiyenler de var. Biz de dondurmayla deneyebiliriz."

Sırf benim için böyle yapmasını isteyemezdim. Madem soğukta yenilebiliyordu o halde yerdik bizde.

"O zaman yiyelim yoksa açlıktan her an bayılabilirim."

İkimizde bisikletimize doğru yürümeye başladığımızda engebeli kısımdan gittiğimiz için dengem sarsılır gibi olunca elim eline sürtündü. Umarım yanlış anlamamıştır. Umarım. Kendimi yana doğru geriye çektiğimde bana baktı ama bir şey demedi.

Beraber aynı anda vardığımızda sessizleştim. Aklım yanlışlıkla sürtündüğüm kolundaydı. Yani beni yanlış anlayıp anlamadığındaydı. Sepetimden aldığımda çayımı da aldım. Neyse ki termosta olduğu için o hâlâ sıcaktı. Yine hiçbir şey demeden aşağıya doğru indiğimizde bir daha aynı şeyin yaşanmaması için ondan uzakta yürüdüm. Bu hareketimle de yine dönüp bana baktığında fark ettiği düşüncesiyle yaş toprakta ayağım kaydı. Tam düşeceğim sırada bana doğru büyük bir adım atarak belimden kavradı. Düşme korkusuyla bende koluna sımsıkı sarıldım. Saçlarım yana doğru savrulduğunda yüzüm göğsüne yaslıydı. Burnumun ucu göğsüne yaslıyken bunu fırsat bilerek kokladım.

Kastığım bedenim kaslarıma ağrı yapıyordu ama hoşuma da gidiyordu. Çenem bile ağrıyordu ama umurumda değildi. Çünkü bu hisleri yaşamamı sağlayan adam yüzündendi.

"İyi misin?"

Boğuk çıkan sesimle, "İyiyim." dediğimde halen de birbirimize sarılır vaziyetteydik.

Onu bu kadar yakından görebilme şansına eriştiğim ve bir daha da göremeyeceğim düşüncesi aklıma gelince yüzümü göğsünden kaldırdım. Kaldırmadan önce son kez kokusunu hafızama kazırcasına çektim. Dağılmış biraz da sürekli boyanmaktan ve türlü makinelere maruz kalmaktan yıpranmış siyah saçları, hafif kızarmış yorgun bakan gözleri ve şişkin etli dolgun dudaklarıyla çok güzel görünüyordu.

Kendime itiraf etmekten korktuğum o hisleri hatırladıkça hep bu tür düşüncelerden kaçmıştım. Kabullenmekte zorluk çekiyordum. Eğer kabullenirsem geri dönemeyeceğimi adım gibi biliyordum çünkü. İşte şimdi o geri dönülemez yolda onun kollarındaydım. Ne kadar da garipti değil mi? Onunla ilgili her hayali kurardım ama böylesini kurmaya asla cesaret edememiştim. Şimdiyse cesaret edemediğim o hayali yaşıyordum yaşatıyordu.

Düşüncelerimden ve hislerimden korkup gözlerimi çenesine indirdim. Yutkunduğunda sesini çok yakından duydum. Hep ekranlarda yutkunduğunu görürdüm. Şimdiyse canlı kanlı görüyor ve duyuyordum. Hiç bırakmak istemiyordum. Bıraksalar ölene kadar kollarında kalırdım. Ama imkânsızdı işte. Bu yüzden ayrılmalıydım o güven veren sıcacık kollarından.

Ayrıldığımda o da kollarını üzerimden çekti. Bir anda çok garipleşti her şey. İkimizde ne yapacağımızı, nereye bakacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilemedik. Aynı anda derin bir nefesi alıp verdiğimizde anlaşmış gibi han nehrine baktık. Ve aynı anda konuştuk.

"Ben..."

"Ben..."

Elimizle birbirimizi teşvik ettiğimizde ikimizde birbirimize güldük. Dejavu gibiydi. Bunu maskeli olan heybetlim dediğim kişide de yaşamıştım. Hem de dün gece... Tesadüfün böylesi...

"Şey...ben-"

Sözümü kestiğinde utandığımı anlamıştı. Beni rahatlatmak istercesine naif sesiyle konuştuğunda huzurla doldum.

"Nehrin kıyısında biraz yürüyelim mi?" Göğsünden gelen tok sesi beni her defasında nasıl etkiliyorsa yine etkilediğinde onu ikiletmeden onayladım.

"Şey...hotteoklar?"

Gülerek onayladı.

"Onlar olmadan olmaz. Hem yeriz hem yürüyüş yaparız."

Bu sefer daha dikkatli patikadan indiğimizde nehir boyu yürüyerek sessizliği dinledik.

Bazen konuşmasan da oluyordu. Onunla sessizlikte güzeldi. Onunla her şey hiç olmadığı kadar anlamlıydı. 

"Jungkook bilirsin çok karıştırarak yemeklerini yer."

"Biliyorum. Hepinizin midesi bulanırken o çok iştahlı bir şekilde hepsini yemişti. Tıpkı bebek gibi. Gerçi kendisi bebek olduğunu kabullenmiyor ama bebek gibi çok tatlı."

"Kabullenmiyor ama cidden öyle. Bazen onu durup evin içinde izliyorum. Hareketleri ve konuşmalarının bir yetişkinle uzaktan yakından alâkası yok."

"Evde eminim sürekli yaramazlık yapıyordur. Sizlere bulaşmaktan özellikle taklidinizi yapmaktan büyük keyif alıyor."

Kafasını geriye atarak güldüğünde o sırada bende son kalan lokmamı ısırmıştım. Çayımı henüz içmemiştim. Önce ona ikram etmeliydim.

"Çay yapmıştım bana eşlik eder misin?"

"Ah...öyle mi? Tabi ki ederim."

Termosun bardak kısmı kapak olduğundan ona bardağa doldurup uzattım.

"Türk çayı. Eminim ilk defa deniyorsundur."

Eline aldığında ilk önce kokladı. Kokusu hoşuna gitmişti. Dikkatle bir yudum aldığında biraz bekledi. Sonra bana döndüğünde yüzünde memnuniyet dolu bir ifade vardı.

"İlk defa içiyorum ama tadını gerçekten çok beğendim. Bizim çaylardan oldukça farklı."

"Aslında ben biraz yeşil çaya da benzetiyorum. Renkleri farklı ama ikisi de çay. Koreli arkadaşımdan edindiğim bilgiye göre, burada genelde yeşil çay, lotus çayı, bitki çayları, tahıllı ve kurutulmuş meyve aromalı çayları tüketiyormuşsunuz. Sen en çok hangisini seviyorsun?"

"Ben genelde kahve tüketiyorum. Çok çalışıyorum ve içtiğim tek içecek kahve. Ama arada da olsa ailemin yanına giderken ya da kitap okurken içtiğim bir çay var o da zencefil çayı 차(Saenggang-cha). Aslında genelde rahatlamak istediğim zamanlar içiyorum desem daha doğru olur."

Anladığımı belirtircesine mırıltılar çıkardığımda bu sefer o sordu.

"Sen de anladığım kadarıyla çay seviyorsun değil mi?"

"Tiryakisiyim desem sanırım daha doğru bir tabir olur. Tek başıma bir demlik bitirebiliyorum."

Şaşırırcasına açtığı gözleri komiğime gittiğinde kıkırdadım. Zaten kime bunu söylesem aynı bu şekilde şaşırıyordu.

"O kadar da şaşırılacak ne var ki bunda? Çok seviyorum ne yapayım."

Omuzlarımı umursamazca silkelediğimde dudaklarımı büzdüm. 

"Sevebilirsin tabi ki. Sadece çok şaşırdım. Yoongi hyung da kahve tiryakisi. Sahne arkasında, günlük rutininin basit işleri arasında sürekli Ice Americano içer."

Kediciğimize bak sen!

"Oysa ki uykusuna çok düşkün bu kadar çok tüketmesi de zararlı. Gerçi nasıl oluyorsa yine de uyumayı başarabiliyor."

"Yoongi hyung söz konusuysa söz konusu olmayan şeyler bile söz konusu olabiliyor."

Kahkaha atarak güldüğümde bir an kendimi kaybettim. Yavaş yavaş kahkaham kesildiğinde beni izleyen onu fark ettiğimde baktığımı görünce hızla gözlerini kaçırdı. Boğazımı temizlediğimde kendimi toparladım.

"Mutlu musun?"

Durduk yere sorduğu sorusuyla anlamadığım için baktığımda açıklama mecburiyetinde hissetti.

"Yani önceden mutsuzdun şimdi mutlu musun?"

Hala intihar edip edemeyeceğimi düşünüyor olmalıydı. Kafasına bunu da takacaktı eminim. O söylenilen hiçbir şeyi unutmazdı. 

İç çektiğimde ellerimin arasındaki termosu geri dönüp almak üzere kaldırımın üstüne bıraktığımda beni dikkatle izliyordu. Ayağa kalktığımda o da önüne dönünce ellerimi sweatimin önündeki ceplerine koymuş rüzgârın tenime işlemesini kabul ederek yürümeye devam ettim. Aynı adımları atıyorduk. Namjoon da adımlarını küçük küçük atıyordu. O da ellerini şortunun cebine koymuş benim gerçeklik algılarımın sınırlarını zorluyordu.

"Mutluyum. Çünkü hayal ettiğim ülkede hayranı olduğum grubun liderinin yanındayım."

Cümlemle eğdiği başını hızla kaldırıp bana baktığında derin bir şekilde yutkundu. Bende aynı soruyu ona yönelttim.

"Mutlu musun? Gerçi bu soruyu herkes soruyordur sana, iyi olmanı isteyen milyonlarca benim gibi hayranın, canın yansa sana yardım için kendini feda edebilecek bir sürü insan var etrafında. İnsanların seni, yani gerçek seni tanımadan bu kadar sevmesi sana da tuhaf gelmiyor mu?"

Gözleri uzaklara dalıp gittiğinde gökyüzüne baktı. Bana hiç bakmadan konuştu.

"Her düşündüğümde bunca insanın sevgisini nasıl kazandım diye hep sorarım kendime. Yaptığım tek şey şarkı söylemek. Bazen de düşündüğümde insanlar asıl beni mi yoksa tanıdıkları beni mi seviyorlar? Sonra kendi kendime cevapladığımda, onca insan onca mesafeye rağmen seviyorsa ve destekliyorsa beni bunların hepsi gerçekten hak ettiğim bir sevgi."

"Bende bunu çok sordum kendime. Senin için sizin için. Defalarca sordum hatta. Onca mesafeye rağmen göremediğim, dokunamadığım sizlere olan sevgim nasıl bu kadar arttı. Bir nedeni vardı evet ama her geçen gün nasıl bu sevgi bu kadar katlanmaya devam etti?"

Sessiz kaldım bir süre. O da sustu. İkimizden de çıt çıkmadı. Belki de ikimizde bunları düşündük. Birbirimizin zihinlerinde turlar attık oradan oraya savrulduk. 

"Demek istediğim çok tuhaf duygular bunlar. Anlamlandıramıyorum. Tarif edemiyorum. Ah..öyle işte. Saçmaladım kusura bakma."

"Eğer sevgi denilen şey ruhunu görmeden sadece görüneni görüp beğenmekse bu gerçek sevgi değil. Birini seviyorsan hayalinde resmettiğin kişiyi değil ruhunun tamamlandığını düşündüğün ruhu sevmelisin."

"Umarım ruhu ruhuna denk gelen biriyle bir gün karşılaşırsın, Namjoon. Çünkü seni mutlu edebilecek tek kişi sen anlatmadan seni anlayan asıl benliğini tanıyan kişi olacak. Ve derler ki; asıl ruhunla karşılaştığın zaman tamamlandığını hissedeceksin."

Anlık gelen cesaretimle kurduğum cümlelerimin üzerine yürümeyi bırakınca bende durdum. Gözlerime baktı, bakışları kısa bir süreliğine yüzümde gezindi. Gözleri tenime her değişinde beni ateşler basarken sakin kalmakta zorlanıyordum. Bunu yapmamalıydı. Bende yarattığı etkiyi ve kalbimi bilmiyordu. Kalbim göğüs kafesimi parçalarcasına atıyor bir yandan da bakışlarımı ondan çekmemeye çalışıyor diğer yandan da nefeslerimi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Onu unutamayacak olmam ve bir daha göremeyecek olduğumu bilmek üzüyordu. Bu yüzden bunu yapmamalıydı. 

"Umarım sen de ruhuna denk gelen o kişiyle bir gün karşılaşırsın. Çünkü sen de mutlu olmayı hak ediyorsun."

Burukça gülümsediğimde altında yatan anlam canımı yaktı. Ondan başkasını düşünemiyor olmak fazlasıyla canımı acıtıyordu. 

"Teşekkür ederim. Yani umarım." Sesim sonlara doğru cılızlaşmış, bakışlarım gözlerinden kayıp saçlarına oradan burnuna, dudaklarına kaymıştı. Kendime itiraf etmekten çekindiğim kaçındığım düşünceleri Namjoon'un karşısındayken kabullenmiştim. Ve bunu şu an kabullenmekse utanç vericiydi.

Onun sessizliği durgunlaşmasına neden olurken, aklım sevdiği biri olup olmadığına gitti ve bu düşünce kalbime ağırlık olarak çökünce nefes alamadım. Elbet bir gün birini sevecekti. Hatta evlenip çoluk çocuğa karışacaktı ama bu gerçeği bilmek yine de rahatsız ediciydi. Zaten o gün geldiğinde sevgimi kalbime gömecek, büyülü duygularımı gökyüzüne özgürlüğüne kavuşturacaktım. 

Dudaklarımı gerginlikten içten kemirmeye başladım. Her zaman gergin olunca bunu yapardım. Rüzgârdan dağılan saçlarımı kulaklarımın arkasına alıp derin bir nefesi ciğerlerime hapsettim. Karşımda durmaya devam etmesi tamamen savunmasız olmamı sağlıyordu. Hiç istemesem de artık gitmeliydim. Yoksa asla ondan ayrılamayacaktım.

"Sanırım artık gitmem gerekiyor." 

Yana doğru kaydığımda artık karşısında değildim. 

"Hemen gidecek misin?"

Lütfen böyle sorma, Joon? 

Zaten seni bırakmakta zorlanıyorum bana bunu yapma, ne olursun?

"Gitmem gerekiyor."

Omuzlarını yukarı kaldırıp indirdi. Sıkıntıyla iç çekti ardından dilini yanağının içinde gezdirdi.

"Hem yeterince kendine ayırmış olduğun özel alanını ihlal ettim. Özgürlüğünün tadını çıkarmalısın, Joon."

Birbirine sertçe bastırdığım dudaklarım ağlamamak için direnişti. Kaşlarını çattığında sinirlenmişti.

"Neden her defasında kendini benim için bir engel olarak görüyorsun ki? Senden rahatsızlık duysaydım seninle vakit geçirmezdim. Bunu bende istedim."

Duyduklarım şaşkınlıkla dudaklarımı aralamıştı. Devamında duyduklarım ise hiç beklemediğim cümlelerdi.

"İlk defa sorumluluklarımın altında ezilmediğim özgürleştiğim bir an yaşattın bana."

Kaçırdığım gözlerim gözleriyle buluştuğunda kalbimin sesi kulaklarımı patlatacak cinstendi. 

Biliyordum. Tüm yük onun omuzlarındaydı. Ve bu yük, onu çoğu kez ağır sorumlulukların altına girmesine neden oluyor kendi içinde büyük buhranlar yaşatıyordu. İşte bu yüzden liderlik vasfını çok iyi başarıyordu. Onun için bir şey yapmak istiyordum. Onun evine mutlu gitmesine neden olacak bir şey...

"Madem öyle bugün sadece benimleyken kendin ol. Üniversiteden bir arkadaşın, mahallenden bir komşun gibi beni düşün. Çünkü senin onlardan bir farkın yok gözümde. Ben seni en başta ünlü biri olarak tanıdım. Eminim bugün tanıdıkça RM kişiliğinin dışında benim gördüğüm Joon'u da tanıyacağım. Sadece o Joon'u tanımama izin ver."

Kocaman gülümsediğimde artık içim huzurluydu. Yıllardır bunu hep söylemek için yanıp tutuşuyordum. Ama gülümsememi solduran sessizliğinden doğan durgunluğuydu. Anladığım kadarıyla haddim olmadan ileri gitmiştim. 

"Özür dilerim, haddim olmadan fazla ileri gittim." 

Yürüdüğümüz yönde adımlamaya devam ettim. Aramızdaki mesafe o gelmedikçe daha da çok açılmaya başladı. Attığım her adımım geri dönmek için direnirken yapmadım. Sonra koşan adımlarını duyduğumda çok geçmeden yanımda yerini aldı.

"Peki ben artık hangisinin gerçek ben olduğumu ayırt edemiyorsam? RM'mi asıl ben yoksa Kim Namjoon mu bilemiyorsam?" Düşünceli gözlerle bana baktı yanaklarının içini ısırarak yorgun bakışlarını omuzuma dikti. Dalgındı.

Yanımdan geçtiğinde nehre yaklaştı kollarını demire yaslayarak başını gökyüzüne kaldırdı gözlerini kapadı. Elleriyle dağılmış saçlarını geriye doğru yatırdığında hiç çabasız tekrar alnına her bir saç teli tek tek dökülmüştü.

"Yalnız kaldığım her an soruyorum. Özellikle geceleri bu duygusal düşünceli yanım daha ağır basıyor. Gerçek ben hangisiyim? Her iki kişilikte ben miydim? Beni seven herkes beni mi seviyor yoksa RM'mi diye düşünüyorum. Aslına bakarsan ne kadar düşünürsem düşüneyim hangisinin olduğunu biliyorum ama kendime itiraf etmekten kaçınıyorum."

Başını yasladığı kollarına eğdiğinde sesli soluğunu dışarı verdi. Keşke sana şu an sarılıp tüm sıkıntını omuzlayabilseydim. Bazen her istediğin olmazdı. Başını kaldırdığında yana eğerek bana döndü.

"Şu an bunu bir hayranımın karşısında söylemek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama artık hiçbir şeye karşı çekincem de yok. Beni, bizi düşünen seven milyonlarca fanımız var. Sevenler olduğu kadar nefret edenler de var. Sevgi de zaten beraberin de nefreti getirmez mi? Her şeyden önce insanların beni tanımasını sağladığım kişilikten nefret ediyorum. Kendimi ne olursa olsun bir türlü sevmeyi becerememişken insanlara bunu söylemek ne kadar doğru? Bu insanları aldatmak değil mi? İnsanların bizi gördüğü ekranda ya da bizi gördükleri sahne de her şeyin bir simülasyondan ibaretmiş gibi geliyor." 

Hiç susmadan aralıksız içinde biriktirdiklerini anlattığından boğazını temizleyip yaslandığı yerden ayrıldı ellerini şortunun cebine yerleştirdi. Sıkıntılı duruşu içimi burkarken yanına doğru adımladım. 

"Kendin için bu düşüncedeyken insanların seni sevmesini ya da kendilerini sevmesini bekler misin? Önce kendini düşünmelisin. Kendine merhamet etmeli ve bu saçma sistemin içinde kaybolup da bir insan olduğunu unutturmamalısın." 

Kaşlarını çatıp baktığında gülümsedim ve devam ettim.

"Kendimden örnek vermem gerekirse bende değişkenim. Yani arkadaşlarımın, ailemin, tanımadığım insanların ve senin yanında farklı kişiliklere bürünüyorum. Hepimizin farklı kişiliklere bürünmesini sağlayan tek şey ortamlardır. Ama ne var biliyor musun? Nerede olursam olayım ben aynı benim. Bedenimin içinde olan kalbim ve ruhum aynı. Söylediğin o iki karakter de sana ait. Neden biliyor musun? Çünkü her ikisi de aynı bedendeler. Aynı zihni ve kalbi paylaşıyorlar. Farklı değiller yani...Sahnedeyken evet RM'sin. Ailenleyken, arkadaşlarınlayken belki Joon, Namjoon ya da en sevdiğin Namjoonie. Sana böyle seslenilmesi seni mutlu ediyor. Hepsi farklı isimler olsa da bu isimleri taşıyan kişi sensin. Yani bir farkı yok." 

Anlayışla gülümsediğimde, "Sen gözümde bugünlük RM değilsin, hotteokumu ve çayımı paylaşıp yürüyüşe çıkıp bisiklet sürdüğüm arkadaşım olan, Joon'sun. İzin verirsen seni bugün böyle tanımak istiyorum." dediğimde bu sefer ben nehire yaklaşıp kollarımı demire yaslayıp gökyüzüne baktım.

Kafasındaki karışıklıktan bir nebze de olsa umarım onu rahatlatabilmeyi başarabilmişimdir. Yanıma geldiğinde tepkisiz duruyordu. Ne düşünüyordu, kafasında neler vardı merak ediyordum. Ondan sorumluluklarını bugünlük de olsa bırakmasını istemiştim. Benimleyken sorumluluklarının varlığını hissetmeden hareket edebilsin, acaba yarın ne yapacağım, yarın ne olacak sorularını sormadığı bir sorumsuzluğa bürünmesini istemiştim. Yanımda BTS'in lideri RM olarak değil sadece Namjoon ya da Joon olsun istemiştim.

Vücudumdaki her bir hücrenin, organizmanın hemen yanımda sessiz durup derin düşünen Namjoon'a kuvvetlice çekildiğini, rüzgârın sayesinde daha çok duyumsadığım kokusuyla nefes aldıklarını, hatta kalbimin kan pompalamasının nedeni bile sırf o var diye yaşamak için attığını biliyordum. Bugünden sonra her şeyin daha zor olacağını biliyordum. 

"Bugünlük...izin vereceğim." Diye kendi kendine sayıkladığında bunu duyduğuma çok sevinmiştim.

"O zaman benimle bisiklet yarışına var mısın, Joon?" Ellerini cebinden çıkardı önüne her defasında gelip duran kısa perçemlerini geriye attığında bisikletine dönüp baktı.

"Emin misin? Sonra üzülme ama..."

İşte bu arkadaşım diyebileceğim kişiydi. Kıkırdamamı engelleyemezken, "Olsun yenileceksem de sana yenilirim. Bu bile benim için çok güzel bir anı olur." dediğimde bana döndü. Kaldırıma bıraktığım termosumu geri aldığımda, bunu fırsat bilerek bisikletime doğru adımladığımda ellerini parmaklarımın arasından geçirip peşinden sürükledi. Bu hareketiyle kalbim yerinden oynadı. Gözlerim kocaman açılırken beni sürüklemesine izin veriyordum.

Ne olursa olsun sadece şu anı düşündüm. Yarını umursamadım veya gelecek diğer günleri. Tamamen ana odaklıydım. Patikadan beraber çıkarken bisikletimizin yanına vardığımızda halen de el eleydik. Çok fazla heyecanlıydım. Yanaklarımdaki yanmalı ısı umarım beni ele vermiyordur. O bu kadar yakınımdayken ağaçlardan almam gereken oksijeni bile alamıyordum. Çünkü nefesimi kesen güzelliği vardı. Sıktığım vücudum kaslarımı ağrıtırken ılık esen rüzgâra rağmen üşüyordum. Ellerim buz kesildi. 

İkimizde ellerimize bakıyorken aynı anda gülümsedik. Elimi serbest bıraktığında derin bir nefesi vermiştim. Cidden bu adam beni yeterli alamadığım oksijenden öldürecekti!

Beni izlemeye koyulduğunda yine nefesimi tuttum. Bu halime gülüp, "Sen arkadaşlarının yanında da böyle heyecanlanıp nefesini tutuyor musun?" dediğinde afalladım. Hemen açıklamaya hızla giriştiğimde ne dediğimi inanın bende bilmiyordum.

"Ha...hayır tabi ki. Yapmıyorum. Nefesimi tutmuyorum yani şey nefes alıyorum." Utançla yüzümü kapadığımda yerin altına kafamı deve kuşu misali sokmak istedim.

Gülüşü kulaklarıma çalındığında benimle baya baya eğlendiğini anlamıştım. Zaten bugün bilmem kaçıncı kez rezil oldum her rezil olduğumda da bana gülmüştü. Belli ki hoşuna gidiyordu.

"Çok tatlısın. Ama sadece şaka amaçlı sormuştum. Bu kadar ciddiye alacağını düşünmemiştim."

Tatlısın demişti? Tatlı mıydım gerçekten?

Son cümlesine odaklan, Mira...son cümlesine...

Demek öyle beyefendi?

"Bakalım seni geçtiğimde bu şakaya güldüğün gibi yine gülebilecek misin?"

"Demek bu bir düello?"

O sorduğunda çoktan bisikletime binmiştim bile. Ondan önce sürmeye başladığımda şaşkınlıkla aralanan dudaklarıyla bakakaldı.

"Yah! Ama bu haksızlık! Benden önce başladın."

"Rap de bu kadar hızlı olan adam ondan önde olmamı bu kadar sorun etmemeli." Duraksadığımda dilimi dudaklarımın üstünde gezdirdim devam ettim. "Bakalım rapiniz kadar hızlı mısınız, Joon Bey?" imâyla tek kaşımı kaldırdığımda bisikletine bindiği gibi sürmeye başlamasıyla bende hızlandım.

Onu geçebilmek için tüm var gücümle pedallara asıldığımda arkamdan hatta yakınımdan gelen sesiyle anlık arkamı dönünce dengem şaşar gibi oldu ama hemen toparlandım.

"Rapim kadar hızlı mıymışım?" Yanımdan geçerken göz kırptığında az daha düşecektim.

"Yah! Ama bu haksızlık! Ama bu resmen hile!" diye sitem ettiğimde kahkahalarla gülüyordu.

"Niye ne yaptım ki?"

"Yaptığın şey..." Devamını getiremedim. Çünkü utandım. Sustuğumu fark edince o konuştu.

"Göz kırpmamdan bu kadar etkileneceğini düşünemedim. Bilseydim yapmazdım."

"Hi..hiç de bile. Yok öyle bir şey." Salak gibi kekelediğimde mal gibi konuşmayı da unutmuştum.

"Kazanan belli. Bilirsin kazanmadığım tek bir an bile yok. Tek bir şey dışında..."

"Bilmez miyim hiç...sayamayacağım kadar çok ödülleriniz var. Ama anlamadığım, tek bir şey dışında dediğin ne?" 

Uzakta beni beklerken yanına vardığımda sorduğum soruyla anında ciddileşti.

"O da bende kalsın."

Dudaklarımı büzdüğümde anlık bakışlarının dudaklarıma kaydığını gördüğümde hemen dudaklarımı düzelttim. 

"Küçücük bir ipucu da mı yok?" Elimle küçük işareti yaparak.

"Tamam ipucu verebilirim."

Merakla söyleyeceği şeyi beklerken uzun uzun beni izlemesi rahatsız hissettirdi. Bilerek mi yapıyordu? Zaten bedenimi ele geçiren duyguları yönetemiyordum.

"Bilinmeyeni kovalamak...işte kovaladığım halde kazanamadığım tek şey."

Yine anlamamıştım ki ama ben.

Yine de salak olduğumu düşünmesin diye anlamış rolü yaptım.

"Anladım."

"Anlamış rolü yapmana gerek yok çünkü bende ilk defa anlamıyorum."

"Gerçekten IQ'nun hakkını veriyorsun. Kendimi senin yanında çok bilgisiz hissediyorum." 

Yere sabitlediği ayağını geriye doğru kaydırıp rahat bir pozisyon alırken konuştu.

"Bunun IQ'mla bir ilgisi yok. Emin ol ilk defa o da yeterli gelmiyor. Kendine haksızlık etme."

Başımı sadece salladığımda bu sefer sessizleşen taraf bendim. Çok geçmeden soru sormasıyla tam cevaplayacağım sırada sorusu o an için havada kaldı.

"Hayatında biri var mı?"

Çalan telefonumla sorduğu soru nasıl eş zamanlı olurdu cidden delireceğim. Arayan kişiye baktığımda arayan Jung Woo'dan başkası değildi.

Bu çocuk her zaman en güzel anlarımın katili olma yolunda başarıyla ilerleyecekti.

Cevapladığımda rahat konuşamıyordum.

"Efendim, Jung Woo?"

Göz ucuyla baktığımda göz göze gelmemizle başını başka yöne çevirdi.

"Nerelerdesin, kız sen?"

"Söyledim ya gezmeye çıkıyorum diye. Niye bir sorun mu var?"

"Noona'mla birlikte evinize geçtik. Olmadığını görünce merak ettik."

Dediğiyle saaate baktığımda öğlen olduğunu görmemle şok geçirdim. O kadar olmuş muydu? Onunlayken zaman denilen kavram yok olmuştu. İlk defa saate bile bakmadığım bir andı.

"Ah...anladım. Gelirim birazdan."

"Tamam o zaman gelince görüşürüz."

Telefonumu kapadığımda artık gerçekten gitmem gerekiyordu. O da bunu anlamış gibi hiç sesini çıkarmadı.

"Şey...hiç gitmek istemesem de artık gitmem gerekiyor."

"Biliyorum. Telefondaki arkadaşını bekletme. Daha fazla merak etmesin."

"Evet etmesin."

Aramızda oluşan garip atmosfer biraz önce ki bizle aramıza mesafe koymuş gibi hissettirmişti. Böyle olmamalıydı.

"Bana Joon'u tanıma fırsatı verdiğin için çok teşekkür ederim..." İsmimi söylemediğimi hatırlayınca devam ettim. 

"Bu arada ismim, Mira. Ben Türküm."

"Bana asıl benliğin ne olduğunu, sorumluluklarımdan bir günlükte olsa ayrılabileceğimi öğrettiğin için teşekkür ederim, Mira. Seninle tanıştığım için çok mutluyum. Seni unutmayacağım." 

Gamzelerini göstererek gülümsediğinde bende gülümsedim. Ayağımı pedala yerleştirdiğimde elimi salladım.

"Umarım bir gün yine karşılaşabiliriz, Joon. O gün gelirse yine aynen burada görüşelim. Artık gizli sığınağını bende biliyorum."

"Bilmen sorun değil çünkü kendim istedim."

"Birilerine söylerim diye hiç mi endişelenmiyorsun? Gerçekten insanlara bu kadar kolay güvenen biri misin?" Diye sorduğumda dengemi sağlama almak için ayağımı yere bastırdım frenlerini sıktım.

"İnsanlara güvenmiyorum ama sana güveniyorum. Çünkü sen onlardan farklısın. Neden olduğunu sorma. Sadece bunu hissettirdin." Nefes alıp verdiğinde yanakları şişip indi. Kendisini gülümsemeye zorluyordu. Her bir yüz ifadesinin ne anlama geldiğini çözmüştüm.

Seni her şeyinle çok iyi tanıyorum, Joon. Eminim yine derin yoğun düşüncelerine dalacaksın. Ama artık elimden bir şey gelmezdi. Ben üstüme düşeni yapmıştım. Eğer yanında kalabilseydim daha fazlasını da yapardım. Bundan sonra yapabileceğim tek şey her zaman olduğu gibi uzaktan desteklemekti.

"O gün gelirse yine burada olacağım. Olamasam bile göz göze gelebileceğimiz yeri biliyorsun."

"Biliyorum...o zaman...Hoş çakal, Joon."

"Hoşça kal, Mira."

Dolan gözlerimle ardımda onu bırakarak yavaş yavaş uzaklaştığımda hızımı artırdım. Buradan acilen uzaklaşmalıydım. Kalbimdeki ağrıya son vermeliydim. Ellerim benden bağımsız frene asıldığında durdum. Derin bir nefesi alıp verdiğimde son kez bakmak için arkamı döndüğümde yoktu. Gitmişti. Ne ara gitmişti ki?

☔🌠☔

NAMJOON

Hayatın bizlere neler getireceğini asla bilemiyorduk. Her günü sürprizlerle doluydu. Eğer olduğun yerden ayrılmazsan o sürprizleri göremiyordun. Bu yüzden o kapıyı açmalı yeni bir günün bizim için hazırladığı sürprizlere adım atmalıydık. 

Tahmin etmiyordum. Asla tahmin etmiyordum. Bundan iki ay öncesi ya da üç ay öncesi... Ne onun gibi biriyle tanışacağımı ne de beni bu denli özgürleştiren biri olabileceğini...

Arkasından onu izlerken düşündüklerim bunlardı. Pedalları çeviren ayaklarının geri gelmek istediğini de biliyordum. Gözlerinden anlamıştım. Bana oldukça değer veriyordu. Bizi çok seviyordu. En büyük kanıtı buraya gelmesiydi zaten. Onun işini daha da kolaylaştırmak adına bisikletimi ağacın arkasına sürdüğümde gizlendim. Arkasını döndüğünü gördüğümdeyse tam zamanında saklandığım için şanslıydım. Eğer yine göz göze gelseydik onun için ve benim için de zor olacaktı. Uzun uzun baktı ardından pedallarını çevirerek yavaş yavaş uzaklaşıp gözden kaybolunca bende saklandığım yerden geri çıktım.

Ondan önce eve varmalıydım. Yoldan taksi geçtiğini görünce hızla durdurdum. Bisikletimi bagaja dikkatle yerleştirdiğimde şoförün yanına geçtim ve adresi söyledim.

☔🌠☔

Mira'dan önce eve varmış olmak beni rahatlatırken bisikletimi arka bahçemize doğru götürüp bıraktım ve oradan içeri geçtiğimde üyelere tek tek göz attım. Hepsi de kendi halindeydi. Jin hyung mavi takım pijamalarıyla tek kişilik turuncu koltuğa bacak bacak üstüne atmış bir şekilde televizyonda adını bilmediğim bir dramayı tüm dikkatiyle izliyor, Taehyung'da koltukta uzanmış telefonuyla oynuyordu.

O sırada beni görünce başını telefondan kaldırdı.

"Oh, hyung geldin mi?"

"Gelmemiş mi gözüküyorum?" Diye ortaya espri atıp güldüğümde yüzünü buruşturdu.

"Lafın gelişi sordum yoksa geldiğini görmüştüm hyung. Neredeydin bu saate kadar?" Değişen ses tonuna anlam veremezken cevapladım.

"Sabah sporunun ardından biraz gezintiye çıktım." 

Kıvırdığı alt dudağıyla eş zamanlı kaşlarını havalandırdığında telefonuna geri döndü. Hava durumu gibi anlık değişen ruh hallerine yetişmenin onca sene mümkün olmadığının farkında olarak mutfağa geçerken, bu sefer de yanımdan geçen Yoongi hyungun yorgun bakışlarıyla karşılaştığımda selam verdim.

"Oh, selam hyung."

Dağınık saçlarını alnından çekerken burnunun ucunu kaşıdı. Mırıldanarak yanıtladığında yorgun olduğunu anladım. Gece uyumamış çalışmış olmalıydı.

"Normal de erken gelirdin. Bugün neden bu kadar geciktin?"

Belli etmemeye çalışarak sesimi düz çıkararak sorusunu cevapladığımda çok da umursamadı.

"Sabah sporunun ardından etrafı gezinmek istedim hyung. Gezerken de vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım."

Başını salladığında elini omuzuma vurarak Jin hyungun karşı koltuğuna geçerken laf attı.

"Ne oldu? Kız aşkını çocuğa itiraf etti mi?"

Uykulu haline rağmen diziyi takip ediyor oluşuna hayretle bakarken eminim reklam arasında odasına gidip uyumuştu. Sonra da tekrar izlemek için ya da bir diğer baskın gelen seçenek Jin hyung'u izlemenin daha keyifli olacağını bildiğinden geri gelmişti. Kesinlikle asıl amacı bu olmalıydı. Çünkü dizi yerine Jin hyungun tepkilerini izlemek her zaman daha komikti.

Ekrandan gözlerini hiç ayırmadan sinirli bir şekilde hızlı konuşarak cevaplarken kendini oldukça kaptırmış olmalıydı ki kıza çok sinirlenmişti.

"Ya kız çok aptal ya da çocuk! Bir insan nasıl aşık olduğunu anlamaz ya? Çocuk da salak ama. Baksana görmüyor! İkisi de aptal!" Ellerini koltuğun kenarına vurduğunda Yoongi hyung bu hallerine sadece gülüyordu.

"Hyung alınma ama madem sinirleniyorsun ne diye izliyorsun ki? Saçma aşk dizileri işte ne bekliyorsun?"

"Birbirlerine itiraf etmelerini. Ama ikisi de korkak!" Kafasını geriye atarak bağırırken aşırı komik bir görüntü sergiliyordu.

Bu hali bana yerde oturarak oyun oynarken yanlışlıkla Yoongi hyungun poposuyla koca televizyona çarparak televizyonu devirmesini ve yine Jin hyungun oyununun ekrandan gitmesiyle bağırmasını hatırlatmıştı. Yoongi hyungun mahcup ifadeyle gülmeye çalışıp hatasını telafi etmesi ise asıl komik olandı. 

"Dizi neredeyse final olacak kız aşkını kendine itiraf edemiyor çocuk da aşık olup olmadığını anlayamıyor. Hayır anlamıyorum tavuk beyinli mi bu çocuk? Hadi kız utanıyor anlıyorum ama sen erkek adamsın erkek adam!" Deyip elini koltuğun kenarına sertçe vurduğunda devam etti.

"Adam dediğin sevdiği kadını karşısına alacak-"

Yoongi hyung sarsılarak gülerken iyice koltuğa gömülmüşken nefeslerinin arasından konuşacak hali bulup sözünü kesti. Bense sırtımı duvara yaslamış halde kendimi zor tutarken izliyordum. Taehyung ise arada gözünü telefondan ayırıp dinliyor tekrar geri neye bakıyorsa yine ona bakıyordu.

"Ve diyecek ki ben seni sevdiğimi anlayana kadar hiçbir yere gitmek yok. Aynen böyle burada kal mı diyecek?" Parmaklarıyla gözlerini kapattığında olduğu pozisyonda rahat edememiş olacak ki kafasını koluna yaslayıp gülmeye orada devam etti.

Jin hyung tip tip baktığında, "Aishh...cidden biraz kafa dağıtayım diye oturdum sinir hastası oldum. Ben gidiyorum." deyip ayağa kalktığında beni görmesiyle gülen suratımla karşılaştığında kaşlarını çattı.

Sonra normal haline getirdi alayla gülerek bana laf attı. Yoongi hyung da sessizce bizi izliyordu ama gülüyordu da.

"Oooo Namjoon Bey'ler de sonunda evin yolunu bulabilmiş. Bende diyorum ki sabahtan beri bu evde niye bir şeyler kırılıp dökülmüyor."

Dediğine tip tip bakarak karşılık verdiğimde, "Hyung abartma istersen, ha? Sen de dün bulaşıkları yıkarken bardak kırdın. Bu da sakarlık." diye kendimi savunduğumda ağzında bir şeyler geveledi.

"Bir kere elim sabunluydu kayıp düştü. Yine de senin eline sakarlık konusunda su dökemem."

Çıplak ayaklarını yere vura vura koridordan odasına geçtiğinde halen de söyleniyordu. Yoongi hyunga dönüp baktığımda Taehyung'un karşı koltuğuna geçmiş uzanıyordu. Bende yalnız kalmanın fırsatını bilerek mutfağa geçtiğimde aç olan midem için dolaptan ramyeon çıkardım. Alt dolaptan da tencere tavayı aldığımda çeşmeden suyu doldurup ocağa kaynaması için bıraktım. O orada kaynarken neşeli olduğum için kendimce şarkı mırıldanıyor ıslık çalıyordum. 

"Oooo hyung bu neşeni neye borçluyuz böyle?"

Sesin kime ait olduğunu bildiğim için bakmadan konuştum.

Tabi ki de evin yaramaz çocuğu Jungkook!

"Herkes neden bu sabah bu kadar sorgucu? Biriniz de iyi misin diye sormadı?"

"Ah...affedersin hyung. Nasılsın?" İmâyla yüzüme bakan Jungkook'a cevap verdiğim için pişmanlık duyarken maalesef artık çok geçti.

"İyiyim, Jungkook. Sen nasılsın?"

Belini tezgâha yasladığında pencereden dışarıyı da izliyordu.

"Bende iyiyim." Parmaklarını tezgâhta ritim tutturarak vurmaya başladı. Belli ki canı sıkılmıştı. Bugün herkes köşesine çekilince uğraşacak kimseyi bulamadığından bana geldiği çok belliydi.

"Ne oldu canın mı sıkılıyor?"

"Evet hyung. Bugün de ne hikmetse herkes kendi aleminde takılmaya karar vermiş. Beni düşünen kimse yok." Somurttuğunda bu haline gülümsedim. Küçük bebekten farkı yoktu. Büzdüğü dudaklarıyla yanımda öylece bekliyordu.

"Hyung sen nereye gittin? Sabah bir gittin gelmek bilmedin?"

Bu soru için anlaşmışlar mıydı yoksa telepati yoluyla birbirlerinin akıllarını mı okuyorlardı?

Bir şey anlamaması için boğazımı temizlediğimde konuştum. "Han nehrine gittim. Sonra etrafı dolaştım." Dediğimde onaylar mırıltılar çıkardı.

Dönüp ona baktığımda burnunun ucuyla dışarıyı işaret ettiğinde, "Mira'nın yanındaki çocukta amma yakın duruyor. Çok samimiler." dediğinde hızla pencereye baktım.

Dışarıda kimselerin olmadığını görünce kaşlarımı çattığımda kahkahasını işitip dönüp ona baktım. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştığımda hâlâ da gülüyordu.

"Jungkook! Ne yaptığını zannediyorsun sen? Bu da neydi şimdi?"

Anında ciddileştiğinde kollarını önünde bağladı. Bir ayağını önüne koyduğunda konuştu.

"Hiçbir şeydi hyung. Yalnızca hiçbir şey." Kaşlarını havalandırarak konuşması sesinden de anlaşılan o imâyı ne kadar anlamazdan gelsem de Jungkook'tan hiçbir şey kaçmazdı. Çünkü çok zeki bir çocuktu.

"Ne zamandır fark ediyorum, fark ediyorum da sen de bir şeyler var? Ne var?" Üstüne doğru yürüdüğümde ellerini göğsüme koyup ittirdi.

"Hyung bende fark ediyorum ama sessiz kalıyorum." 

"Ne demek istiyorsun?"

Sinir bozucu bir şekilde gülmeye başladığında sakin olmakta güçlük çekiyordum. Soluk alıp verdiğinde yüzü ciddileştiğinde ardından hoşuma gitmeyecek bir şeyin geldiğini anlamıştım.

"Sen hyung...sen kendini aynada hiç gördün mü? Ya da şöyle sorayım. Dikkatli ol kendini çok belli ediyorsun."

Dilimi iç yanağımda sinirle gezdirdiğimde geri çekildim uzaklaşıp sustum. Daha önce de demiştim Jungkook hepimizden daha zekiydi. Sivri zekâlıydı. 

"Ama merak etme hyung," Elini omuzuma bastırdığında anlayışla gülümsedi. "Ben her zaman yanındayım." Dediğinde elini bir kaç kez omuzuma vurduğunda yüzüme baktı.

"Nerede olduğun ya da kiminle olduğun önemli değil. Kiminle mutlu olduğun benim için önemli. Seni üzen beni de üzer hyung." Birbirine bastırdığı dudaklarıyla dostane tavrıyla yarım ağız tebessüm ettiğinde yutkundum.

"Sağ ol dediklerin için ama ben kimseyle değilim. Dediğin gibi bir şey de yok, Jungkook."

Olumsuzca salladığı başıyla beni kaale almıyordu. "Ah hyung ah...her şeyin bir zamanı var. Zaman sadece sıralı şeyleri yaşatır." Dediğinde mutfaktan çıkıp gitti.

Cidden bu hergelenin ağzı iyi laf yapıyordu. Sinirlerimi bozmakta üstüne yoktu. Bu yüzden umursamamaya çalıştım işime geri döndüm.

Ocakta kaynayan suyun sesini duyduğumda kaşığı aldım kapağını açtım kafamı dağıtmak adına da şarkı söylemeye başladım. Kaynayan suyu jelatinini yarı açtığım kutu ramyeonun içine yavaşça dökerken buhardan elim yanınca acıyla geri çektim. Tekrar kutuyu tutmak için yöneldiğimde yine elim yanınca ofladım. Suyunu ekledikten sonra jelatinini kapatıp kaşığı üstüne bastırdığımda lavaboya fazla suyu döküyordum ama çıkan buhardan her seferinde elim yanıyordu. Kaşıkla karıştırırken beyaz tişörtüme sıçramasıyla bedenimi geri çekip üstümü tutup baktım. Tezgâhın üstünde bulduğum bezle hızla üstümü silmeye başladım.

Cidden böyle şeyler niye başıma geliyordu? Dalgın kafamı iyice dağıtmıştı. Bilerek mi yapıyordu? Her neyse. Olabilecek şeylerdi bunlar. Bu sefer de karıştırırken bedenimi tamamen uzakta tutup karıştırmaya devam ettim. Başardığımda zafer gülümsememle eserime baktığımda varlığını unuttuğum Jungkook'un alkışlamaya başlamasıyla ona döndüm. 

Ne zaman gelmişti bu çocuk?

"Bravo hyung. Gerçekten büyük iş başardın. Az bir sakarlıkla günü en az hasarla atlattın."

Sinirlenmek yoktu. Bugün keyfim yerindeydi.

"Sen az önce gitmemiş miydin?"

"Gittim ama mutfaktan acı çeken seslerini hepimiz duyunca Yoongi hyung beni sana bakmam için gönderdi."

Kapının pervazına yaslanmış halde beni izlerken rahatsız oluyordum. Bu yüzden, "Jimin nerede? Git onunla uğraş, Jungkook. Benden bugün sana ekmek çıkmaz. Açım ben yemek yiyeceğim." Dedim.

Dudaklarını somurtarak büzdüğünde gerçekten de bebek gibiydi.

"Kimse benimle ilgilenmiyor. Jimin-shii de ona kısa dediğim için bana tripli. Taehyung hyung da telefonuyla oyun oynuyor. Hoseok hyung da şarkı besteliyor. En iyisi ben Jin hyunga bakayım o beni güldürüyor."

Baş parmağımla onayladığımda, "En son izlediği dizideki karakterlere sinirlenmişti. Ya odasındadır ya da arka bahçede." dediğimde masaya geçip sandalyeye oturdum. Arkamdan koşarak geçtiğinde olumsuzca başımı iki yana salladım.

Sandalyeyi masaya yaklaştırmak için itelediğimde bir türlü gelmiyordu. Niye gelmediğine baktığımda halıya takıldığı için gelmediğini görünce ayaklandım ondan sonra havalandırıp yaklaştırdığımda nihayet olmuştu. İştahla yemeye başladığımda aç olan midem çoktan bayram etmişti.

☔🌠☔

MİRA

Eve geldiğimden beri aptal gülümsememi engelleyemiyor halen de onunla karşılaşmış olmamıza inanamıyordum. Elimi tutması, bana sürekli gülümsemesi, uzun uzun bakması...Benimle dertleşmiş olması ve beni hiç tanımadığı halde içini açması...Bunlar cidden aklımın hayaline sığmayacak türden şeylerdi. Ellerim ayaklarım titriyor nefeslerim hâlâ onunlaymış gibi sıklaşıyordu. İçim içime sığmıyordu. Guruldayan mideme inat iştahım da hiç yoktu. Demek ki insan boğazında atan o heyecandan dolayı da yemek yiyemeyebiliyormuş. 

"Alo? Mira'dan dünyaya, Mira'dan dünyaya. Lütfen onu bize geri verin!" Kulağımın etrafında yankı yapan sesle derin düşüncelerimden hızla dürtüklenmemle sıyrıldığımda neye uğradığıma şaşırdım.

"Ah...ne? Neler oluyor?" 

Yana eğdiği başıyla halimi çözmeye çalışırcasına beni incelediğinde gözlerimi kaçırdım.

"Geldiğinden beri çok garipsin, Mira. Dökül hadi." Anlatmam için merakla beklerken nereden nasıl başlayacağımı da bilemiyordum ki.

İç çektiğimde dudaklarımı büzdüm parmaklarımla oynamaya başladım.

"Bak o kadar senin için çocuğu taa fizana yolladım rahat rahat konuşalım diye."

Dediğini daha yeni kavrarken Jung Woo'nun yokluğunu da yeni fark etmiştim.

"O nereye gitti ki?" Gözleri sorumla açılırken hayretle baktı.

"Mira sana gerçekten bir şeyler olmuş. Sabah alt tarafı han nehrini gezmeye gittin. Ne oldu hava mı çarptı sana canım arkadaşım. Bak beni çok korkutuyorsun." Sesi benim için endişeli çıkınca göğsüme ağır gelen duygularla nefes alma ihtiyacı güderek ayağa kalktım.

"Kahve içelim mi...dışarıda?" Sorarcasına baktığımda Hye Sun ne demek istediğimi anlamıştı.

Tatlı tatlı gülümseyerek o da ayağa kalktığında, "Sohbet kahveleri benden hadi bakalım." diye söylediğinde heyecanla makinenin önüne geçti. "Sen çık dışarı ben geliyorum. Hazır hava güzel keyfine doyasıya varalım değil mi?"

Arkasından sımsıkı sarıldığımda kıkırdamaları beni de güldürdü. Dışarı çıktığımda dışarıya bıraktığımız armut pufun üstüne oturup gökyüzünü seyre daldım.

Ulaşılmaza doğru sürükleniyordum, biliyordum. Onun ulaşılmaz olduğunun farkında olmak ise ona karşı derin bir arzu açlığıyla dolup taşmama neden oluyordu. İmkânsızlığı derinden yaralıyordu ve kalbim acıyordu. O zaten benim gözümde hep ulaşılmazdı, imkânsızdı ama karşılaştıktan sonra keşke hep bildiğim gibi kalsaydı dedim. Çünkü o zaten hep ulaşılmazdı. 

Her şeyin farkında olmak mantığım ve duygularımı ters köşe yaparken hangisini dinleyeceğimi bile düşünemez hale getirmişti. İçinden çıkamadığım bu durum yüzünden ağlamak istedim ama yapamadım. Gerçekten ne için ağlayacaktım? Mutluluktan mı yoksa üzüntüden mi? İç çektiğimde karşı eve baktım. Yine tüm perdeleri çekiliydi. Acaba heybetlim ne yapıyordu? Sinirle ve kafa karışıklığıyla saçlarımı karıştırdığımda ellerimle yüzümü kapadım. Cidden en sonunda kafayı bozutacaktım. Peki neden? Çok düşünmekten.

Yanımda hareketlilik hissetmemle ve kahvelerin kokusunu almamla oturduğum pufta yan döndüm.

"Uzaktan deminden beri seni izliyorum. Sana her ne ağır geliyorsa anlatacaksın hafifleteceğiz. Tamam mı?" 

Tepsiden kahvemi aldığımda avuçlarımın arasına oradan da bacaklarımın arasına koydum. Derin bir nefesi açık havaya bıraktığımda, bir süre durgun esen rüzgârla hafifçe sallanan kısa çimenlere ve evimizin karşısındaki yaprakları sallanan ağaçları izledim. Gökyüzündeki bulutlar çok berraktı. Her biri bir şekle benziyordu. Mesela bir tanesi kalp şeklini andırıyordu. İşaret miydi bu? Eve benzeyen de vardı. Bıraksalar doyasıya izlerdim.

"Hye Sun ben bu sabah kimi gördüm dersin?" Sorumla yuvarlak halini alan gözleri ilgiyle üzerime çöktüğünde sordu.

"Kimi gördün?"

Başımı gökyüzüne tekrar kaldırdığımda yüzümdeki aptal gülümsemeyle cevapladım.

"Onu...Kim Namjoon'u gördüm."

Çığlığı kulaklarımı çınlatırken bana doğru yaklaştı.

"Eeee? Konuştun mu? Gittin mi yanına? Var mı fotoğrafınız? O kadar gittin çekilmişsindir herhalde?" 

Gerçekten bunu düşünmek aklıma nasıl gelmemişti. Gerçi onunlayken bile onu düşünürken anı yaşamışken aklıma nasıl gelsindi ki?

"Konuştum. Deli gibi heyecanlıydım..." Ellerimin titrediğini hissettiğimde kupamı sıkıca kavradım titrek nefesimi verdim. 

"Elim ayağım titredi. Nefesim içime sığmadı ağzım dilim kurudu, Hye Sun. Ben onunla her şeyin hayalini kurardım da karşılaştığımızda ne konuşurum diye hiç hayal kurmamıştım."

Pufunu yanıma sürüklediğinde bana sarıldı.

"Mira'm benim. Sonunda hayalin gerçekleşti bak. Sıra konserlerinde. Oraya da gideceksin. Ben inanıyorum." 

Sessiz kaldım. Belli bir süre gözlerimi kapadım. Gözlerimi her kapattığımda onun gamzesiyle karşılaşıyordum. Parmak uçlarım dokunduğunu hatırlarcasına karıncalanırken kalbim göğüs kafesime sertçe çarptı. Sıkıntılı soluğumu dışarı verdiğimde Hye Sun benden ayrıldı o beklediğim soruyu sordu.

"Sen de başka bir şey var, Mira. Şu an mutlu olman gerekirdi. Ne var bana anlat hadi." Sabırsızca merakla soruşu dilime ağır gelen o cümleyi çıkartırken ilk defa bu kadar zorlandığımı hatırladım.

"Biz imkânsızız Hye Sun. Ama bir o kadar da hayal edilesi..." Gözlerim nemlenirken tuttum kendimi devam ettim. 

"Biz diye bir kavramı bugüne kadar sadece hayal ettim bir imkâna asla sığdırmadım. Ama bugün...ben bugün ilk defa kendimi onun karşısında gözlerine bir çocuk heyecanıyla bakarken düşündüm."

Yüzümü yanımda gözünü bir an bile hiç kırpmayan arkadaşıma dönerek burukça gülümseyerek baktım. O ise hissetmiş gibi, derince bir nefesi korenin o meşhur tozlu havasına zaten alışık bir şekilde gökyüzüne doğru bırakarak sessizliğini bozdu.

"Mira," diye ismimi r (ㄹ) ve l (ㄹ) harfleri birbirine benzediğinden tuhaf bir şekilde söylerken gülümsedim ama bu kısa sürmüştü. Çünkü anında gözlerim dolmaya başladı.

Bunu engellemek adına başımı gökyüzüne kaldırdığımda sol yanımda baskı hissetmemle hızla başımı indirdim. Bu Hye Sun'un soğuk narin eliydi. Konuşmaya devam ettiğinde gözlerine çekindiğim için bakmamaya çalışıyor, bakışlarımı küçük bahçemizde yer alan yeşil kısa çimenlerde gezdiriyordum.

"Elini kalbine koy ve hayalinin ne olduğunu sor, gerçekten neydi Mira?"

Kurduğu cümlenin üzerine kalbim hızlı bir şekilde elinin altında göğüs kafesime vurmaya başlarken yine onu düşünürken buldum kendimi. 

Hayalim gerçekten neydi?

Tüm her şeyim oyken hayalim-

"Önce bu soruyu sor kendine tamam mı? Eminim burası sana cevabını verecek. Ki bence onun karşısında çoktan vermiştir." Kendinden emin halde bana bakarken gözlerimi kaçırınca daha da emin oldu.

"Lütfen bana da zaten cevabını bildiğin soruları sorma, Hye Sun. Görmüyor musun halimi? Berbat haldeyim." Sesli bir şekilde ofladığımda sinirlerim iyice alt üst oldu.

Kahvesine çarpıp dökmemek için kenara alırken tüm bedenini bana çevirdi ellerini bacaklarının etrafına sardı.

"Görüyorum. Ama ne yapalım şimdi BTS'in liderine aşık olmuşssan?" Dediğiyle gözlerim fal taşı gibi açılırken hızla inkâr ettim.

"Yok...yok öyle bir şey. Ben sana öyle bir şey söylemedim."

"Mira söylemlerinden çok hal ve hareketlerin her şeyi ele veriyor zaten. Dil yalan söylemeyi en iyi beceren organımız ama bedenimiz bu konuda başarısızlıkta üst sırada."

Suçlu edasıyla omuzlarım düştüğünde karşıya baktım. Pencerede biri vardı. Doğrudan buraya bakıyordu. Acaba heybetlim miydi? Düşünmekten başım ağrıyınca şakaklarımı ovuşturmaya başladım.

"İzin gününde de erken kalkarsan tabi başın ağrır. Hadi gel uyu dinlen biraz. Yoksa düşüp bayılacaksın."

Onayladığımda beraber ayağa kalktık. Son kez karşıya baktığımda halen de oradaydı.

☔🌠☔

Odamda uzanmış halde boş boş saatlerce sadece tavanı izliyordum. Uyuyacaktım güya. Ama nerede? Uyuyamıyordum ki. Nedeni gayet belliydi. 

Aklımı durduran 404 Found Error gibi hata vermesine neden olan gamzeli yarim. Yani...

Kim Namjoon...

En sonunda dayanamayıp olduğum pozisyon yeterli gelmeyince aklımı dağıtmaya yataktan başımı sarkıtarak karar verdim. Üstümü de tamamen örttüğümde rahattım. Kanlar beynime beynime aksındı ki bende unutabileyim. Bekledim bekledim bekledim. Fenalık geldiğinde pikeyi üstümden fırlattığımda tüm çığırtkanlığımla bağırdım.

"Uyuyamıyooorrummm, Allah'ımm! Çıkmıyor aklımdan!" Yatakta hayvanlar gibi tepindiğimde sinir krizi eşiğindeydim. Kendimi dövesim geliyordu.

Biraz acı lazımdı. Evet evet acı. Saçımı sertçe çekip acıyla inlediğimde odanın kapısını açan iki çift gözle göz göze gelmemle elim saçımda bakakaldım. İkisi de bana şaşkınlıkla bakıyordu. Hye Sun koşarak endişeyle yanıma geldiğinde, Jung Woo'da hortlak görmüşçesine bana bakmaya devam ediyordu.

"Mira, sen iyi misin? Kötü rüya mı gördün?"

Ağlamaklı sesle konuştuğumda, "Keşke görseydim de etkisinde kalsaydım. Biliyorsun ki şu an başkasının etkisi altındayım çıkamıyorum da." diye zırladığımda yastığı yüzüme bastırıp bir de oraya bağırdım.

İkisi benim varlığımın aksine kendi aralarında konuşurken ben kapsama alanı dışındaydım.

"Noona, Tanrı aşkına neyi var delinin? Sonunda kafayı mı yedi bu, ha?"

"Saçma saçma konuşup da benim asabımı bozma, Jung Woo. Sadece iyi değil."

Yastığın yüzümden bir anda çekilmesiyle yüzüne tükürdüğümün tipiyle yüz yüze geldiğimde dümdüz bir ifadeyle baktım. Beni incelemeyi bırakıp sormasıyla kendime geldiğimde yine ağlamaklı oldum. Sanırım özel günüm de yaklaşıyordu. 

"Kız bu halin ne?"

Gerçekten bitkin haldeyim ve baygın bakmayı engelleyemiyordum. Demin üstümden attığım pikemi geri üstüme örttüğümde cevap verdim.

"Fiziksel açıdan, mental açıdan ve daha ne kadar açı varsa bütün açılardan yıpranmış durumdayım."

Pike altında kendimi boğma çabalarına girme düşüncelerimdeydim. Ama ebesini bellediğimin korelisi izin vermiyordu ki.

"O zaman tüm açılarını toplayıp ikiye bölelim." 

"Ne diyorsun sen, Jung Woo?"

"Bana anlatsın diyorum yani, noona."

"Öyle söyleyeceğine direkt söylesene. Kız bunu mu anlayacak."

İkisinin tartışmasına dayanamayıp çığırdığımda içimde tuhaf bir şeyler oluyordu. 

"Time to cry anasını satayım!" İngilizce Türkçe karışık kurduğum cümlem üzerine yanımda oturan Jung Woo zıpladığında, onu fark etmeden de olsa korkutmuş olmanın düşüncesi içimdeki şeytanı hareketlendirince keyiflendim.

"Herkes depresyona girsin ama sen girme, Mira!"

Sinirli bir şekilde söylemesiyle bende sinirlendiğimde pikeyi üstümden fırlattım.

"Sus ya! Zaten çok üzgünüm."

Ben öyle deyince pişmanlıkla yüzüme bakınca hemen yanıma oturdu.

"Tamam ama depresyona gireceksen de normal kızlar gibi giremez misin? Böyle aynı tır şoförlerine benziyorsun. Cidden aratmıyorsun."

Büzülen dudaklarım ağlama kıvamına geldiğinde, "Ne yani odun muyum ben? Kız değil miyim? Ne biçim arkadaşsın sen ya! Teselli vereceğine yaptığın şeye bak!" dediğimde ellerimle yüzümü kapayıp yalandan ağlamaya başladım. Çünkü aklımda şeytani intikam fikirleri dolaşıyordu.

"Mira...Mira hey tamam. Tamam tamam mı? Özür dilerim." Bana sarıldığında yüzümü omuzuna gömüp yalandan ağlamama devam edip tüm sümüklerimi omuzuna sürdüm. İlk başta ne yaptığımı anlayamadı. Fark ettiğindeyse beni hızla ittirdiğinde yatağa düştüm.

İğrenircesine omuzuna yandan yandan bakarken kusacak gibi durması o kadar komikti ki ama gülmeyecektim. Tam gaz role devam.

"Mira sen ne yaptın? Sen biraz önce burnunun içindeki pislikleri yeni aldığım pahalı marka gömleğime mi sürdün?" 

Dudaklarımı büzdüğümde bu sefer yememişti.

"Bu ne kadar senin haberin var mı?"

Kafasına aldığı şaplakla yukarı baktığında Hye Sun sinirle kaşlarını çatmış ona bakıyordu.

"Karşındaki bir kız. Ne biçim konuşuyorsun sen? Abine şikâyet ederim bak!" Parmağını tehdit edercesine salladığında bana Jung Woo görmeden göz kırpınca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ama noona! Şu an ben haklıyım. Görmüyor musun ne yaptığını?"

Ayaklandığında ikimize sırayla baktı. "Peki bunu siz istediniz." Dedi.

Ne yapmaya çalıştığını anlamadığımız için susarken bir anda gömleğini tek hamlede açınca kocaman açılmış gözlerle bakakaldık. 

Ya ama hayır ya!

Şu an karşımda iki tane kahverengi yuvarlak şey duruyordu.

Hormonlarıma nükseden yüksek basınçlı sinirle bende ayağa kalktığımda hızla iteklemeye başladım. Gelen deli güçle her defasında daha kuvvetle iteklediğimde bana Hye Sun'da eşlik etmeye başladı.

"Seni pis sapık! Seni şerefsiz! Gevşek Jung Woo!" 

Engelleme çabaları boşunaydı çünkü şu an kapının önündeydik. 

"Kızlar tamam özür dilerim. Ne yapıyorsunuz? Evden mi atacaksınız?"

Bir bana bir de Hye Sun'a bakarken inanamıyor gibiydi.

"Noona gerçekten mi? Buna izin veriyor musun?"

"Sus hergele! Sen iyice sınırı aştın. Bakalım dışarıdakini görünce ne diyeceksin?" 

Ağzını açıp konuşacağı sırada ben fırsattan istifade edip çoktan kapıyı açmıştım. Aynı anda var gücümüzle dışarı fırlattığımızda bağırdım.

"Gevşek Jung Wooooo! Yürüdüğün kızlara giden yollar da yol çalışması olur da yürüyemezsin inşallah!"

"Beddua etme, Mira! Tutar mutar uğraşamam sonra."

Sana azdı bile Gevşek, Jung Woo!

"Çapkınlık yaptığın her adımın da ayakların birbirine dolanır da inşallah düşer de rezil olursun!"

"Bak işte etme beddua etme canım arkadaşım. Bahtımı niye karartıyorsun? Yazık değil mi o kızlara benim gibi bir yakışıklıdan mahrum kalacaklar?"

Bize kıs kıs gülen Hye Sun'un sevgilisine el salladığımda o da baş selamı verdi. Kendisi gülmekle meşguldü. Kapıya geldiğinde Jung Woo'nun ensesinden tutunca abisini görünce kalakaldı.

"Ben alayım o yakışıklı bahtsızı biz artık gidelim."

"Abi?"

"Abi, ha? Ben seni uyarmadım mı evde? Yengenden şikâyet geldi mi geleceğim demedim mi?"

Çocuk gibi yerinde zıpladığında kafasına vurmasıyla Hye Sun'la beraber güldük.

"Ne biçim abisin ya? Kardeşinim ben senin. Hem beni bu hale getiren, Mira?"

Duyduğum şeyle şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

"Ben ne yaptım sana?"

Yüzünü buruşturarak geriye çekince beni baştan aşağıya süzdü.

"Cidden bu nasıl oyunculuk hayretle izliyorum. Omuzumdaki sümükler kimin?"

Ağlama rolüne girince üzgünce başımı eğdim.

"İstemeden oldu. Yoksa yapar mıyım? Özür dilerim. Ben sana en kısa zamanda alacağım."

"Abi valla bak yalan söylüyor. Bilerek yaptı."

"Sus hergele! Doğru eve. Bu hafta sevgilim yanımda olamayacağı için benimlesin."

"Ama abi ben zaten hep seninleyim."

"Gece alem yapan sabahta uyanmayan sen mi söylüyorsun bunları?"

Aralarındaki tartışma uzayınca Hye Sun araya girdi.

"Hayatım sen yine de çok hırpalama çocuğu. O dersini aldı."

Ensesinden tuttuğu Jung Woo'yu bıraktığında Hye Sun'a sarıldı. Öyle güzel sarılmıştı ki bu halleri Namjoon'un bana sarılmasını hatırlatınca gözlerim doldu. 

"Yaaa ama çok tatlısınız siz. Olan var olmayan var saplar da var yani."

Bu halime ikisi de gülünce alnından arkadaşımı öpünce iyice duygusal panda mooduna geçtim. Jung Woo ile birbirimize baktığımızda kıstığı gözleriyle bana bakınca dil çıkardım. 

"Sensiz bir hafta nasıl geçecek Hye'm. Özleyeceğim seni. Birbirimizden ayrı kalsak da kalbim yanında."

"Oppaaa! Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Hadi git yoksa seni asla bırakamayacağım."

"Abi bırakmazsan ben birazdan bırakacağım. Cidden midemi bulandırıyorsunuz. Kusacağım."

"Sen aşktan ne anlarsın ki zaten."

"Sen sanki çok anlıyorsun kamyon şoförü!"

Isırdığım dudaklarımı daha da kemirirken sözlü dalaşa daha fazla devam etmek istemedim. Zaten onlar da vedalaşmalarına son vermişlerdi. 

"Kendinize çok dikkat edin. Tüm kapıların pencerelerin kapalı olduğundan emin olun. Kapıyı da kimseye açmayın. Hadi görüşürüz."

Aynı anda el salladığımızda Hye Sun'la, "Görüşürüz." Dedik.

"Yarın geleceğim."

"Nereye gidiyorsun? Gidemezsin hiçbir yere. Bir hafta benimlesin."

"Ama abi ya!"

Gidene kadar böyle tartıştıklarında bu hallerine arkalarından sadece kahkahalarla gülüyorduk.

☔🌠☔

Günler haftalar geçiyor her güne aynı uyanıyor her günü aynı bitiriyordum. Ne kadar hayatım normal düzeninde ilerlese de yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Hepsi de içimdeydi. Beni darmadağın...tepetaklak eden. Güneş doğuyor batıyor gece geliyor ay çıkıyor her gün bu şekilde günümü bu döngüde geçiriyor kendimde de fark edebildiğim o sessizliğe gömüldüğümü biliyordum. Uyku anlamında da uyuyamıyordum. Aklımı kurcalayan onun hayali canlanırken heyecanlanıyor uyuyamıyordum. Beni en çok etkileyen sanırım tensel temasta bulunmuş olmamızdı. Bu yüzden düzenim de bozulmuştu. Eskisi gibi iştahım da yoktu. Sürekli köşeme çekiliyor şarkı dinliyor ya da onun videolarını izliyordum. Her hafta sonu han nehrine onu görebilme umuduyla aynı saatte hatta daha erken de gidiyordum ama yoktu. O günden sonra da bir daha görememiştim. Hani görüşecektik? Öyle söylemişti.

Kafede de ruhsuz gibiydim. Amca halimi gördüğü için merak ederken açıklayamıyordum da. Söyleyemezdim ki. Sadece özel hayatımla ilgili deyip özür diliyordum. Bir ara siparişleri karıştırdığımda Allah'tan o gıcık kızın arkadaşı beni uyardı da son anda fark edip hatamı telafi etmiştim.

Şimdi de işten çıkmış aynı ruhsuzlukla Hongdae caddelerini onca kalabalıklar arasında yalnız hissederek yürüyordum. Fark etmeden çarptığım insanlardan özürler diliyor ilerliyordum. Durağa vardığımda banka oturdum. Maskeli birini görmemle kim olduğunu düşünemeyecek yorgun zihnimle tekrar önüme döndüm. Gençlerin çoğunluğu zaten maske takıyordu. Her maskeli, komşum olacak değildi. 

Derin iç çektim. Nefesim bana yetmiyordu. Bu özlem duygusu hep vardı ama onunla karşılaştıktan, onun kokusunu aldıktan, ona dokunduktan sonra daha çok yoğunlaşmıştı. 

Aşk insanı hep ağlatırdı. Benimde gözlerimin dolması normal değil miydi? Ya da çok mu sulu gözlüydüm? Akan gözyaşımı hızla sildiğimde bir yenisi daha ekleniyordu. Yanımda her kim oturuyorsa beni izliyordu. Rahatsız olduğumda ayağa kalktım otobüsün gelmesini biraz ilerideki sokak lambasına yürüyüp yaslandığımda bekledim. Burnumdan akan sıcak sıvıyı hissettiğimde bu sefer panik yapmadan çantamdan peçete çıkarıp burnuma götürdüm. Bunun için de en kısa zamanda doktora gitmeliydim. Bu üçüncü kanayışıydı.

☔🌠☔

YAZARDAN

Mira'nın onu tanımaması işine gelirken sessiz kaldı. Sabah onu takip etmiş çalıştığı yeri öğrenmişti. Tüm hepsi Mira ile evlerinin oradaki yeşillikte beraber vakit geçirelim dedikten sonra olmuştu. Buluşamamışlardı. Daha doğrusu galiba unuttu diye düşündü kendi içinde Taehyung. Oysa günlerini nasıl da sayıyordu. Ama buluşma gerçekleşmemişti. İşte buradan merak salıp takip etme kararı almıştı. Akşam kafenin en ücra köşesine geçerek siparişini verdi ve kahvesini Mira'dan istedi. İlk getirdiği kahvesini yanlış getirmişti taki çalışan arkadaşı onu uyarana kadar.

Dalgın gözüküyordu. Canı sıkkın gibi duruyordu. Bu sebepsizce canını sıkmıştı. Bir sorun vardı anlamıştı. Belki de o yüzden buluşmaya gelememişti. Kahvesini yudumlayan Taehyung Mira'nın dışarı çıktığını görünce gideceğini sanınca ayaklanır gibi oldu ama geri içeri girince çıkış saatine daha var diye düşünüp oturmaya devam etti.

Aradan geçen zamanda kalan tek müşteri olduğunu görünce Mira'dan önce çıkmak için hesabı ödeyip durağa hızlı adımlarıyla varıp bekledi. Geçen on dakika zamanın ardından onu görünce bedenine çöken heyecanla yutkundu. Aldırış etmemeye çalıştı. Yanına oturduğunda onu izledi. Anlık bakışları kendisine uğrayınca başını eğdi. Tekrar önüne dönünce Mira'ya baktı. Ağlıyordu. Gözyaşını kimse görmesin diye hızla sildiğinde onunla birlikte üzüldü. Army'ler üzüldüğünde o da her zaman çok üzülürdü. Ama bu sefer ki üzüntüsü kalbine de misafirlik etmişti. Onun için bir şeyler yapmak istedi ama yapamadı. Mira aniden ayaklandığında duraktan biraz uzakta cadde lambasının önüne geçip yaslandığını görünce rahatsız olup kalktığını anladı. Sonuçta onu tanıyamamıştı. Bu çok normaldi.

Onu uzaktan dikkatle izlemeye devam etti. Elini burnuna götürdüğünde ışıktan da görebildiği kadarıyla yüzünü buruşturduğunu gördü. Çantasını karıştırıp içinden peçete çıkardığında burnuna götürdü bekletti. O sırada otobüsün de gelmesiyle adımlarını buraya doğru yöneltti. Aynı anda açılan kapıya yöneldiklerinde eliyle geçmesi için öncelik tanıdı. Mira'da hafifçe başını eğerek teşekkür ettiğinde peçeteyi halen de burnuna tutuyordu. Kartı okutup geçtiğinde ortalarda boş olan pencere kenarına oturdu. Hemen arkasına da Taehyung oturunca ona daha yakın olduğunu hissetti. 

Mira peçeteyi burnundan çektiğinde kanla kaplanmış olduğunu görünce gözleri endişeyle açıldı. Sormak istedi. Hatta o an yöneldi fakat cesaret edemeyip konuşmak için aralanan dudaklarını geri kapadı. Mira ise oldukça yorulmuş üstüne migren ağrısı da çekiyordu. Başını ön koltuğa yasladığında gözleri uyku için yalvarıyordu. Hem azıcık kapatsa ne olurdu ki sanki? Gözlerini kapadığında ağrı biraz da olsa dinginleşmiş gibi geldi o an. Hem ağlıyor hem de uyumaya çabalıyordu. Bu şekilde olmayacağını fark edince yaslandığı yerden başını çekti dışarıyı izledi. 

Zaman durmadan geçiyordu. Burada aylarını dolduruyordu. Kaç ay olmuştu ki? Beş...altı? Aylar böyle böyle geçiyordu. Her şeye rağmen mutlu olduğu yerdeydi. Yalnızlık hissi hep geceleri baykuş gibi üstüne binerken daha derinden hissettiriyordu. Ama onu da hatırlatıyordu. Geceler oydu. Çünkü o...

MOONCHİLD (AYIN ÇOCUĞU'YDU)...☔🌕☔

Otobüs durakta durunca Mira bitkin halde ayağa kalktı demire tutundu. Kapıya yöneldiğinde hemen arkasından Taehyung'da indi. Karar vermişti konuşacaktı. Zaten aynı yöne doğru gideceklerinden maskeli halinden korkmaması için mecbur konuşmak zorunda kalacaktı. Mira önden ağır adımlarla ilerliyorken seslendi. Mira seslenen kişiye karanlıkta dönüp baktığında içi korkuyla doldu. Taehyung'da bunu anlamış gibi konuşmasına devam etti.

"Hey! Ben karşı komşunuzum. Hani şu karşı koltukta uyuyan."

Mira tanıdık olmasıyla rahatlarken yorgun da olsa kendini gülümsemeye zorladı.

"Ah...merhaba. Kusura bakma maskeli olunca tanıyamadım."

Taehyung adımlarını yaklaştırdığında tam karşısında durdu.

"Aynı otobüsteydik."

Mira ifadelerini tanımlayamadığı maskeliye bakarken karanlıkta bile derinliğini anlayabildiği gözlerine odaklandı.

"Keşke selam verseydin ya da yanıma otursaydın. Tanıyamadığım için üzgünüm."

"Önemli değil. Rahatsızlık vermek istemedim."

"Hayır ne rahatsızlığı. Kendini tanıttığın sürece sorun olmazdı."

Taehyung aklındaki asıl soruyu sormak için heyecanlanırken sahneye çıkarken hiç böylesine heyecanlandığını hissetmemişti. Derin bir nefesi alıp verdiğinde soluklarını düzene koymaya çalıştı.

"Yeşillikte buluşacaktık ama buluşamadık. İki hafta geçti."

Mira hatırlayınca mahcup hissederken çok utandığını hissetti. 

"Ben...özür dilerim. Unutmuşum...yani şu sıralar iyi bir dönemden geçmiyorum. Söz veriyorum telafi edeceğim."

Taehyung o zaman sorduğunda da aynı bu cevabı aldığını anımsayınca sordu.

"O zaman da iyi değilim dedin. Yapabileceğim bir şey varsa-

"Hayır yok teşekkür ederim. Düşündüğün için sağ ol."

Mira yanlış anlamasından korktuğu için nasıl veda edeceğini düşünürken bisikletiyle karanlıktan oradan da sokak lambasının altında beliren bedeni fark ettiğinde onun olduğunu anladı. Gülümsedi. 

Namjoon ise o günden beri oraya hiç gitmemişti. Gitmeye çekinmişti. Hissedeceklerinden hissedebileceklerinden korkmuştu. Ama en sonunda dayanamayıp kendini orada bulduğunda uzun zamandan sonra nefes alabildiğini hissetti. Şimdiyse onunla karşılaşmış olmak ama Taehyung'la oldukça şaşırtmıştı. Sepetinde olan iki tane hotteoku yemek için almıştı ama madem Mira buradaydı bir tanesini de ona verecekti.

Bisikletiyle saniyeler içinde yanlarına vardığında farklı bir bisikletle gittiği için şükür etmişti. Yoksa kuşkulanabilirdi. Bisikletinden indiğinde selam verdi.

"Selam. Nasılsın?"

Yorgun çıkan sesini duyan Namjoon endişeyle kaşlarını çatarken ne olduğunu çok merak etti.

"İyiyim. Sen nasılsın?" Zorlukla gülümsediğini görünce endişesi ikiye katlandı.

"Ben iyiyim ama çok solgun görünüyorsun. Hasta mısın?"

Mira başını olumsuzca iki yanına salladığında cevapladı.

"Sadece migrenim tuttu. O da yorgunluktan. Ama dinlenirsem geçer merak etme. O gün de dinlendim geçti. Yine geçer." 

Namjoon'un içi hiç rahat değildi. İçinde sıkıntı vardı. Hatta bu sıkıntı onu görmediği günden beri vardı. Doğru düzgün evinde de görememişti.

"Yarın yine erken kalkmam gerekiyor o yüzden gitmem gerekiyor. Kusura bakmayın lütfen. Size iyi geceler."

Mira açıklamaktan yorulduğu için bu bahaneyi öne sürmüştü fakat gözleri uyku için de haykırıyordu. Yani yalan da değildi. İkisi aynı anda konuştuğunda birbirlerine dönüp baktılar.

"İyi geceler."

Ardından Taehyung son cümlesini söylediğinde Namjoon ne demek istediğini anlamayarak ikisine baktı.

"Buluşacağımız günü sabırsızlıkla bekliyorum."

Başını utangaçça sallayan Mira evine doğru ilerlemeye devam ettiğinde başına iyiden iyiye nükseden migren ağrısı gözlerini kısmasına neden olurken acıyla soluk aldı. Yorgunluk, uykusuzluk, iştahsızlık hepsi bundandı. Burnunun kanamasını da buna bağlıyordu. Kapısının önüne geldiğinde şifreyi girecekken kapıyı açan arkadaşını görünce yorgunca ona da gülümsedi. Ama bu sefer başaramadı. Çünkü gülümsemesini solduran dönen başı olmuştu. Hye Sun'un çığlığına dönen Namjoon ve Taehyung ne olduğunu anlayamadılar.

"Mira!"

ARKADAŞLAR SONUNDA KARŞILAŞTILAR 😊😊😊 MİRA'NIN NAMJOON İLE KARŞILAŞMASI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? VE KONUŞMALARI NASILDI? 🫂🫂🫂

JUNGKOOK FENA TAKILDI NAMJOON'A. SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? ÇOK SİNSİ Mİ YOKSA SADECE FAZLA ZEKÂDAN MI?
🤔🤔🤔🤨🤨🤨

DÜŞÜNCELERİNİZİ LÜTFEN YORUMLARDA BELİRTİN. TÜM FİKİRLERE BTS İLE İLGİLİ BİLGİLERE, OLMASINI İSTEDİĞİNİZ SAHNE VARSA KARTLARIMI AÇTIM.

BUYURUN KAYAN KUTUP YILDIZ'LARIMMM🌠🌠🌠

사랑해요 여러분들 💜💜💜

보라해 💜💜💜

Continue Reading

You'll Also Like

840K 67.4K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
111K 6.1K 42
"Babanı uğurladığına göre acele etmezsen okula geç kalacaksın." Etrafıma baktım ama tanıdığım hiç kimseyi göremedim. Issız bir yer olduğu için tedir...
46.6K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...