YABANCI NEFES (2 HAFTAYA DÜZE...

By maisie_ruby

216K 21.9K 16K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... More

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2
26| SEZON FİNALİ
𝐘𝐀𝐁𝐀𝐍𝐂𝐈 𝐍𝐄𝐅𝐄𝐒
𝐓 𝐀 𝐍 𝐈 𝐓 𝐈 𝐌

18|Muma dönmüş kalpler

6.3K 729 328
By maisie_ruby

Edit sahibi; kanayankelebek isimli bir okurum. Eline emeğine sağlık olsun.

18|Muma dönmüş kalpler.

🎼~Remembrance~🎼

Bir varmış, bir yokmuş.

Tüm sevgisizliğe rağmen, ıslarla büyütülmeye çalışan küçük bir kız çocuğu varmış.

Saçları upuzun, yüzü ve bedeni çillerle kaplıymış.

Bir gün kız çocuğunu soğuk, sadece mumlarla aydınlanan, onu fazlasıyla ürküten bir odaya kapatmışlar.

Kız çocuğu ilk önce korkuyla etrafına bakınmış. Kendince sorgulamış neden bu odaya kapatıldı diye. Acaba haberi olmadan bir yaramazlık mı yaptı diye düşünmüş. Bu kez bu sebeple korkmaya başlamış. Çünkü babası yaramazlık yapılmasını sevmezmiş. Oysa kız çocuğu asla yaramazlık yapmazmış. Buna rağmen babası onu hep yaramazlıkla suçlarmış.

Sonra aniden kapı açılmış. İçeriye, üzerine güzel bir elbise giymiş, çok sevdiği annesi gelmiş. Önünde diz çökerek, kızının saçlarını sevmiş. O an kız çocuğunun korkusu geçmiş. Çünkü annesi buradaydı.

Kirpiklerini kırparak annesine hayranca bakan kız, hep olduğu gibi fısıltıyla, "Anneciğim melek gibi olmuşşun." dedi. Bir yandan da annesinin bukle yaptığı saçlarını seviyordu.

Annesi utanarak, gözlerini kaçırdı. "Yokşa babam sana süpyiz mi hazıyladı? Bu yüsden mi beni buyaya kapattınız?" Kız çocuğu heyecanla minik avuç içlerini dudaklarına kapatarak, "Eyey öyleyşe, hiç şeşim çıkmas!" dedi.

Annesi kızının saçlarını severken, dudaklarında buruk bir tebessüm yer edindi. Kızına gerçeği söylemek yerine yalan söyledi. Hep olduğu gibi.

"Evet kızım. Baban sürpriz hazırladı."

Sevinçle gözleri beleren kız çocuğu, "Bak göydün mü? Babam filmleyde ki, gibi sana süpyiz hazıyladı!" dedi.

Oysa babası filmlerde ki, hayali kötü karakterlerden bile daha kötüydü.

"Evet anneciğim. Öyle yaptı. Bu yüzden sen buradasın. Aman diyim sesini çıkarma olur mu? Arada yanına gelip, sana bir şeyler getireceğim. Sen gelme, tamam mı?"

"Tamam!"

"Korkmuyorsun değil mi?"

Gözlerini kaçırdı ilk önce. "Hayıy." dedi sessizce. Korkuyordu. Hem de delicesine.

Annesi iç çekerken, içeriden babasının seslenmesiyle kız çocuğu ellerini hızla arkasını sakladı. Babasının sesini duymak bile ellerini saklamak için bir nedendi. Annesi onu burada tek başına bırakıp giderken, kız çocuğu tekrardan karanlık oda da bir başına kaldı. Etrafına ürkekçe bakışlar atarken, yutkundu. İçinden ağlamak ve annesine çağırmak geçiyordu. Ama çağırmayacaktı.

Aradan saatler geçmiş, kız çocuğu buz gibi oda da ellerini mumun ateşine uzatarak, ısınmaya çalışıyordu. Bir yandan da karnı guruldamasın diye, dizlerini karnına bastırıyordu. Annesi geleceğim demesine rağmen bir kez bile gelmemişti. Herhalde babası çok mutlu ediyordu onu.

Bu düşünce kız çocuğunun kıkırdamasına neden oldu. Belki babası ona da sürpriz hazırladı. Çok merak ediyordu sürprizleri! Ama bu zamana kadar hiç sürpriz yapılmamıştı ona.

İçeriden gelen kahkaha sesleriyle, kız çocuğu kapının altından sızan hafif ışığa baktı. Tek değiller miydi ki? diyerek kendi kendine sordu. Belki de evlerine misafirler gelmişti. Kız çocuğu merak için de kendi kendini yerken, hiç yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Kaldığı odadan sessizce ayrıldı. Karanlık, sadece oturma odasının açık kalan kapısından izin verdiği kadar aydınlanan koridorda sessizce ilerledi. En son dizlerini ve ellerini yere koyarak, emekler pozisyonda durdu. Başını eğip içeriye bakarken, dudaklarındaki tebessüm soldu ilk önce.

Çünkü babasının kucağında, dizlerinin üzerine oturttuğu bir kız çocuğu vardı. Hatta yaşıdıydı. Kız çocuğu görüntü karşısında yutkunurken, içi acıdı. Hiçbir zaman babasının dizlerine oturacak, hatta babasının kokusunu hissedecek kadar ona yaklaşamamışdı. İçini kıskançlık duygusu değil de, merak duygusu sardı.

Acaba nasıldı babasının dizleri üzerinde oturmak? Kokusunu anlamak, onunla hiç korkmadan konuşmak?

"Sen ne güzel bir kız çocuğusun?" diyerek, kızın saçlarını sevişini izledi. İçinde ki, merak daha da arttı. Acaba dedi tekrardan. Nasıl bir his, bir babanın saçlara dokunması? Nasıl bir his onu hissetmek?

Annesi tabaktaki yemekten bir kaşık alarak, kız çocuğunun dudaklarına yerleştirdi. Kız çocuğu iştahla lokmayı yerken, öz kızlarının karnı guruldadı. Her lokmada sanki o yiyormuş gibi yutkundu. Öylece izledi, hayalini kurduğu görüntünün gerçekleşmiş halini.

Gözleri hafiften yanmaya başlarken, babası kız çocuğunun alnını öptü, bu kez de yanağını sevdi. Yine aynı cümleleri tekrar etti içinden. Acaba dedi. Acaba nasıl bir his, babası tarafından öpülmek, sevilmek?

Babası gülerek, kızı dinlerken, aniden annesine dönerek, "Sandalyeden astığım cebimde çikolata olacaktı. Getirir misin sana zahmet?" diye sordu. Annesi başını sallayarak dediğini yaptı. Elinde iki tane çikolatayı tutuyordu. İki tane...

Kız çocuğu heyecanla gülümserken, içinden hep olduğu gibi acaba dedi. Acaba babası ona da mı çikolata almıştı? Kalbi bu kez acıyla değil, tutunduğu umutla atmaya başladı.

Annesi elinde tuttuğu çikolatan birini kız çocuğuna verirken, diğerini kendine sakladı. "İkinci kimin?" diye sordu eşine.

Eşi gülümseyerek, diğer çikolatayı da aldı. Bekledi kız çocuğu. Babasının kızıma demesini bekledi. Lakin istediği cevabı alamadı. Ambalajı açan babası çikolatayı iki yere bölerek, birini annesinin dudaklarına diğerini de kıza uzattı. Annesi çikolatayı tebessüm ederek yerken, kız çocuğu tekrardan yutkundu.

Artık gözleri yanmıyordu. Çünkü dolmuştu. Bir umudu daha gözyaşlarına sebep olmuştu. Bir umudu daha gözyaşlarıyla akıp gitmişti. Yerinde daha da küçülürken, burnunu çekti. Orada öylece iki ailenin birbiriyle konuşmasını, gülüşmesini, mutluluğunu izledi. Ona da sadece gölgesini bile saklanmak ve izlemek düşmüştü.

Tam geriye çekilecek ve gidecekti ki, gülümseyen babası onu farketti. Kız çocuğu gözlerini hemen kaçırırken, babasının bir kaç bir şey söyleyerek buraya gelişini izledi. Belki de onu da yanlarına alacak diye bekledi. Ama düşündüğü gibi olmadı. Babası ilk önce kapıyı kapatarak, onun orada bir yeri olmadığını hissettirdi. Ardından minicik kolundan tuttuğu gibi onu yerde sürüklercesine saatler önce çıktığı odaya hapsetti.

Kız çocuğunu yere acımasızca iteklerken, dizleri ve ellerinin üzerine düşen çocuk acıyla yüzünü buruşturdu. Tâ ki en büyük acının babasının saçından tutmasının olduğunu öğrenene kadar. Az önce öz olmayan kız çocuğunun saçlarını incitmekten korkarcasına seven adam öz kızının saçlarının kökünden sertçe kavramıştı. Saçlarından geriye çekilirken, yüzü babasının yüzüne doğru dönmüş oldu. Yüzünü bile buruşturamadı, korkudan. Ama sonra bir şeyi farketti. İlk kez bu kadar yakındı babasına. Dolmuş gözlerini kırpıştırırken, onca acısını unutarak babasının sert çehresini izledi.

Simsiyah gözleri, kirli sakalı, dağılmış saçları...

İlk kez babasını izledi kız çocuğu. Babası ona bağırırken, o sadece izledi. Sonra biraz daha yaklaştırdı kendine acımasızca bağıran babası. O an babasının kokusunu hissetti.

Seneler sonra ilk kez babasının kokusunu hissetti.

İlk kez babası onun saçlarına dokundu.

Belki severcesine değildi ama bu bile kız çocuğu için yetmişti.

"Sana bu odadan çıkılmayacak denilmedi mi?!

Biraz daha çekti kendine. Canı daha fazla yandı. Dişlerini sıktı acısı geçsin diye. Sonra bir cesaretle, sessizce fısıldadı.

"Acıtıyoy...Saçım acıddı."

Babası umursamadı. "Acısın! Belki acırda anlarsın demek istediklerimi." Kız çocuğunun gözlerinden bir kaç damla dökülürken, yanaklarından çenesine doğru süzüldü. Yutkundu çaresizce.

"Biy daha omaz babam. Yapmam. Özüy dileyim. Hem sadece izyedim. Bir şeycik yapmadım. Şeşimi de çıkaymadım." dedi titreyen sesi ve çenesiyle. Öyle bir titriyordu ki, artık acı geçsin diye yutkunamıyordu bile.

"Bir daha olmayacak zaten. Olmamasını anlaman için bir daha anlatacağım sana. Hem de göstermeli bir şekilde."

Kız çocuğunu ittirerek, yere düşmesine neden oldu. Tam elini kaldırıp vuracakken, elini yumruk yaparak, "Sesini dahi duymayayım. Ağladığını, nefes alışını bile duymak istemiyorum. Anladın mı beni!" diyerek sessizce bağırdı. Kız çocuğu baş sallarken, geri odadan ayrıldı. Kapıyı kapamasıyla beraber yanan tüm mumlar söndü. Tıpkı sönmeye yüz tutmuş umutlar ve muma dönmüş kalpler gibi.

O kız çocuğunun kalbi artık mum gibiydi. Çünkü tüm umudu, heyecanı, sevgisi hep bir şekilde erimenin bir yolunu buluyordu.

İçini çeke çeke ağlamasını durdurmaya çalışan kız çocuğu, sırtını duvara, dizlerini de karnına yaslayarak gözyaşlarını minik, tombul ellerinin tersiyle sildi. "Aylama Aysu. Omaz. Aylama." Dizleri ve avuç içleri sızlıyordu. "Acıdı ama." Geçmesi için üflemeye başladı. "Füüüü." Geçmedi. Hiç geçmeyecek gibi sızlamaya devam etti.

Tıpkı kalbi gibi.

𓆩*𓆪

En karanlık gecede bile umuda tutunan kız çocuğunu, seneler sonra sadece tekrardan yaşanan travmalar yakabilirdi.

Ben en karanlık gecede, canımın acısını, sırf babamın kokusunu, dokunuşunu hissettim diye unutan bir çocuktum. Oysa babamın dokunuşu merhamet değil acı veriyordu. Babamın kokusu huzur değil korku veriyordu. Sırf nefret ediyor diye saçlarımı çekerken, ona dokunmayayım diye ellerimi geriye yaslamış, ona dokunmamıştım.

Pekâlâ ben, benden nefret ettiği için onu uzaktan seviyorken, onun sınırlarını aşmazken, ona çocuk halimle saygı duyarken, neden saygı görmedim? Yada sevilemedim?

Cevabı belliydi aslında. Baba-Taşkın beyin bana vicdanı yoktu. Rabbim ona vicdan vermişti lakin Taşkın bey o vicdanını benim için asla hissetmemişti.

Oturduğum koltukta daha çok küçülürken, kulaklarıma kahkaha sesi doluyordu. Bu kez kulaklarıma dolan kahkaha sesi can yakıcı değildi. Aksine huzur veriyordu. Turan ve İnci'min sesi mutfaktan, namaz odasına kadar geliyor, gülümsememe neden oluyordu.

"Babacığım, neden tüm çikolatayı yüzüne bulaştırdın? Annen bu halini görse delirir."

Turan'ın sesiyle, dizlerimin üzerinde duran seccadeyi katlayarak dolaba koydum. Ardından ışığı kapatarak, namaz odasından ayrıldım. Namaz odası, birinci katta, mutfaktan bir kaç adım sonra geliyordu. Mutfağa doğru adımlayarak durdum. Burasıda tüm ev gibi beyaz ve gri rengin karışımıydı. Sol tarafta tümden ocak, lavabo, dolaplar varken, mutfağın ortasında tezgah vardı. En sağ kısımdaysa, kahve köşesi ve kocaman buzdolabı vardı. Ortada duran tezgahın boş kısmına, dekora uygun sandalyeler kurulmuştu. Yani hem tezgah hem de masa gibiydi.

Turan bebek sandalyesine oturtduğu İnci'nin yüzünü silmekle meşgulken, İnci babasının ellerini tutarak, işini yapmasına engel oluyordu. O da her çocuk gibi yüzüne ıslak mendil değmesini sevmiyordu. Huzursuzlanan İnci, "Nam delsin! Omaz!" diyerek ağlamaya başladı.

Onu ağlattığı için üzülen Turan, üzgün bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Bebeğim ağlama ama. Baba üzülüyor. Hem ben silmesem, karıncalar yüzünün tatlığına gelir. Karıncalara yem olmak istemezsin değil mi?"

Ona ıslak gözlerini kırpıştırarak bakan İnci, "Kanca?" dedi sorgularcasına. Ne kadar anladığı belirsiz, kelime haznesine yeni bir kelime eklendiği için hemen söyleyi vermişti.

"Kanca değil, ka-rın-ca. Oldu mu?"

"Ka-an-ca!"

Kaşlarını çatan Turan, ellerini iki yandan tezgaha yasladı. Kol pazuları, daha bir belirgin hale gelmiş, uzun kollu bol tişörtünden belli olmaya başlamıştı. "Ka-rın-ca! Söyle bakayım. Ka-"

"Ka-" diyerek tekrarladı İnci.

"Rın-" diyerek devam etti Turan.

"Lın-" Harf yanlışı olmasına rağmen, Turan bunu umursamadı.

"Ca!"

"Ca!"

Yanağını mutlulukla öpen Turan, "Aynen öyle. Karınca." dedi. Lakin hâlâ anlamayan İnci, kendi bildiğini okumaya devam etti.

"Kanca! Bam kanca!"

Ona hayal kırıklığıyla bakan Turan iç çekti. "Her kelimeyi istediğin gibi söylemen harika bir şey!" İnci çikolataya bulanmış minik ellerini çırparak, yerinde haraketlendi. Başarmışlık hissiyle yapmıştı bunu. Ben onları gülümseyerek izlerken, ilk önce İnci'm beni farketti.

"Nam delmiş! Del buya!"

Ona doğru ilerleyerek, uzattığı ellerini öptüm. Oda aynısı yaparken, bu kez izleyen taraf Turan'dı.

"Yemeğini yedi. Geriye tatlısı kaldı."

Ona dönerek, gülümsedim. "Çikolata aldırdın mı?" Başını iki yana sallayarak, sandalyeden astığı ceketini omzuna attı. "Kendi seçsin diye aldırmadım. İsterseniz siz hazırlanın, beraber almaya gidelim. Hem eve de bir kaç bir şey lazım."

Kızımıza dönerek, onu kucağıma aldım. "Gidelim mi küçük hanım?" Evde oturup, gereksiz düşüncelerde boğulmak yerine, hava almak güzel bir tercihdi.

İnci'm ellerini çırparak, "Vet!" dedi. Tepkisine gülerken, bize mutlulukla bakan Turan'a döndüm. "Gidebilirmişiz. O zaman biz hazırlanalım." Baş sallarken, "Ben bir duş alayım. Siz o zamana kadar hazırlanırsınız." dedi. Biz de mutfaktan çıkarak, Turan'ın odasına geçtik. Firengiz dün ikimizinde eşyalarını yettiği kadarınca toplamış getirmişti. Henüz eşyalar valizde olduğu için İnci'mi yatağa yatırdım. Açık pencereden manzarayı izlerken, "Owaaağ!" diyerek tepki verdi. Kendince wow veya oha diyordu.

"Ane, bak!" Minik parmağıyla pencereyi gösteriyordu. Valizden aldığım eşyaları yatağa bırakarak, "Evet bebeğim, görüyorum." dedim.

"Üsel?"

"Evet güzelim, güzel."

Üzerindeki pijamalarını değiştirerek, atlet ve bezle kalmasına neden oldum. Karnı üste uzanarak, başını yatağa koydu. Ev fazlasıyla sıcak olduğu için soğuk olacağını düşünmüyordum. Üzerini değiştirmeye çalışırken, "Kızım rahat durur musun?" diye sordum. İnci mızmızlanarak, "Omaz ane, omaz." dedi.

"Ama üşürsün?"

"Ümem." dedi kaşlarını çatarak. İki kaşının ortasına parmağımı bastırarak, "Babası kılıklı şey." dedim, dudak büzerken.

Altına önce yeni bir bez taktım. Ardından kalın krem rengi kazak tayt ve çorap giydirirken, kapı tıklatıldı. "Gelebilir miyim?" diye sordu Turan.

"Del!"

"Gel!" Aynı anda konuşmamız ikimizinde şaşırmasına sebep oldu. Ona bakarak, "Yaramaz kız." dedim. Konuştuğu için geri sırt üstü uzanmıştı. Babasını odaya çağırıyordu resmen. Tatlı sosis bacaklı!

Saçları ıslak ve dağınık olan Turan içeriye gelerek, "Siz daha hazırlanmadınız mı ya?" diyerek sordu. Üzerini değiştirmişti bile. Altında hep olduğu gibi siyah kargo pantolonu ve sallanan kemeri vardı. Üstünde siyah boğazlı, bedenini hafifce saran kazağı ve siyah bol, belden montu vardı. Saçlarından süzülen bir kaç damla montunu ıslatıyordu. Ama o bunu umursamıyordu. Fermuarı hafif açık duran ve bu yüzden ortaya çıkan künyesinden bahsetmiyordum bile. Adam- pardon kocam resmen yürüyen karizmaydı. Ve ben bu karizması fazla olan adama küstüm.

Ona göz süzerek, İnci'min üzerini giydirmeye çalıştım. Krem rengi kazağı giydirdikten sonra aynı renk botunu ve beresini taktım. Tavana bakarak parmaklarını emerken, fazlasıyla masum ve tatlı gözüküyordu. Onu kucağıma alırken, yanımıza Turan geldi.

"Babacığım çok güzel olmuşsun!" diyerek dudaklarını yanağına bastırdı.

Utanan kızımız gülümserken, emdiği için ıslak olan parmağını tüm yüzüne sürdü. Turan onu kucağına alırken, aynı zamanda İnci'nin montunu ve hiç yanından ayırmadığı ayıcığını da almıştı. "Biz seni aşağıda bekliyoruz. Çok geç kalma ama olur mu?"

"Tamam."

Onlar çıkar çıkmaz koyu kahverengi ve bol olan yarasa kol triko elbisemi giydim. Kemerini çokta sıkmayarak bağlarken, hızla aynaya doğru ilerledim. İlk önce yaptığım çillerimi kapatmak olmuştu. Hep olduğu gibi. Ardından gözlerime rimelden önce sürme çektim. Rimel çektikten sonra kurumuş dudaklarıma lip balm çekerek, başıma boğazlı bonemi taktım. Tüm işlerim bittiği için krem rengi şalımı kapatarak, dolaptan asılan uzun kabanımı aldım. Telefon, çantam ve cüzdanımı da alarak, aşağıya inmeye başladım. Merdivenlerin sonuna doğru içeriden konuşma sesleri geliyordu.

"Anne geldi galiba." dedi adım seslerini işiten Turan. İkiside kapının önünde durmuş, sohbet ediyordu. Bu kez başına beresi, çenesinin altında muhtemelen biraz sonra yüzünü kapatacağı kazaktan maskesi vardı. (İsmini bulamadım) Başını kaldıran Turan beni görürken, gülümseyen ifadesi aniden dondu. Öyle ki, gözlerini bile kırpmadan beni izliyordu. Üzerimdeki elbiseden tut, her şeye kadar yavaşca inceledi. Gözlerindeki beğeniyi, dudaklarındaki serseri gülümsemesini görmek, kalbimin, nefesimi kesecek derecede atmasına neden olmuştu. En son yutkunarak, dilini dudaklarında gezdirdi. Alt dudağını emerken, başını salladı.

"Ana kız, bu gün kalbime indireceksiniz anlaşılan."

"Öyle bir amacımız yoktu ama neyse." dedim, yanlarına doğru gelerek. Turan'a yandan bakarken, bakışımı ondan çekmeden portmantoya doğru yanından geçerek gittim. Onlar arkamda kalırken, botlarımı giyerek, gelmelerini bekledim. Turan İnci'yi yere bırakırken, kızımız anlık ayakları üzerinde kaldı. Ellerinden tutarak ona destek verirken, Turan hem botlarını giymiş hem de yüzünü kapatarak, sadece gözlerinin gözükmesine neden olmuştu.

"Neden yüzünü kapatıyorsun?" İnci'yi kucağıma almıştım.

Montunun fermuarını bağlarken, "Öyle olması gerekiyor." dedi. Gözlerimi devirerek, "Çok açıklayıcı bir cevap oldu." dedim. Çıkamadan elini kabanımın içerisine sokarak belimden tutarak, beni göğsüne doğru çekti. Sıcacık elini karnıma bastırırken elbiseden bile hissettiğim sıcaklıkla yutkundum. Dudaklarını önce sağ kulağıma bastırarak öptü. Öpücüğünden çıkan ses huylanmama sebeb olurken, bir yandan da karnımı okşuyordu.

"Zamanı geldiğin de çok iyi anlayacaksın birtanem. Ama şimdi değil."

Ona doğru yaslanırken, başımı çevirerek yandan ona baktım. "Umarım zamanı geldiğin de, hepten yok olmayız." Gözleri gözlerim de mekik dokurken, bakışlarındaki tedirginliği, korkuyu görebiliyordum. Korkacak veya tedirgin olacağın ne yaptın? Gözlerim kısılmış bir şekilde onu izlerken, "Geri bas." dedim sinile. Elini belime doğru sürterek itekledi. "Hay hay." Bu sebeple yürümemize neden olmuşdu.

Bahçeye çıkarken, ilk kez bahçeyi aydın bir şekilde görebilmiştim. Fazlaca koruması olan bahçenin bir kısmı tamamen çimen ve otlardan ibaretti. Taş zemin sadece kocaman bahçe kapısından fiskiyenin etrafına kadar geliyordu. O da sadece araba içindi. Korumalardan biri dün bindiğimiz arabayı buraya getirirken, biz onu bekliyorduk. Arabadan inen kişiyle gelenin Hamza olduğunu gördüm.

"Buyur abi." diyerek anahtarı uzattı. Turan bir elini omzuna koyarak kulağına doğru eğildi. Her ne söylediyse, Hamza baş sallamış, "Emredersin abi." demişti. Hep beraber arabaya geçecekken, Turan kızımızı alarak arka kapıyı açtı. Ne ara koyduğunu bilmediğim bebek koltuğuna İnci'yi yatırarak bu kez benim kapımı açtı. Açarken ve geçmemi beklerken, dikkatle beni izliyordu. Bakışları altında titrememek, heyecanlanmamak imkansızdı. Ardından o da arabaya geçerken, arabayı sürmeye başladı. Arkada oturan İnci sessizce etrafı izlerken, bir diğer sessiz de Turan ve bendim.

Nereye geldiğimizi bilmediğim için yolları dikkatle izliyordum. Ama ne yazık ki, anlamak mümkün değildi. Ormanlık bir alandaydık. Muhtemelen bu yola veya bu yola gidecek olan yerlere hiç gitmemiştim. Yaklaşık 1 saat sonra anca şehire gelmiştik. Şehire gelmeden önce minik modern köy ve sağlık ocağıyla da karşılaşmıştık. Gariptir ki, yol bana huzuru hissettirmişti. Bir yandan da eve yakın bir sağlık ocağının olması, ne olur olmaz iyiydi.

Ana yola çıkmamızın üzerindeen 15 dakika geçmedi ki, karşımıza çıkan ilk supermarket de durduk. Bakışım arkaya dönerken, İnci'min ağzı açık, salyalarını akıtarak uyuduğunu gördüm. Arabadan ilk önce inen Turan İnci'yi alırken, ben de indim. Hava buz gibiydi resmen. İner inmez, soğuğu tüm bedenim de hissetmiştim. Yandan bana bakarken, bir yandan da elini belime koymuştu. İçeriye geçerken, buz gibi havaya tezat, içerisi sıcaktı. İlk önce market arabasını alarak, sürmeye başladı. Adımlarım onu takip ederken, sebze ve meyvelerin olduğu reyonda durduk.

O gerekli şeyleri seçerken, ben ona dönerek sessizce konuştum. "İnci'yi bana ver. Yaran henüz iyileşmedi." Aklına yatmış olacak ki, İnci'yi bana uzattı. Zaten kucağıma gelir gelmez, uyanmıştı küçük hanım.

Yumruk yaptığı minik eliyle gözünü ovarken, bir yandan da esniyordu. İki parmağımı açıkta kalan dudaklarına yaslayarak, alnından öptüm. Mis gibi kokuyordu kızım. Elini gözünden çekerek, etrafına bakmaya başladı. Nerede olduğumuzu algılamaya çalışıyordu. En son meyve ve sebzeleri paketleyen Turan'ı görürken, "Aağ." dedi. Ona yandan gülerek bakan Turan, "Efendim kızım. Neye şaşırdan bu kadar?" diye sordu.

İnci, poşetteki turuncu renk mandalinaya bakarak, "Unc! Ane unc?" diyerek rengi söyledi. Beresini çıkararak, elektriklenmiş saçlarını okşadım. "Evet birtanem. Turuncu."

Sonra babasına göstererek, "Unc man!" dedi heyecanla. (Turuncu mandalina!)

Kaşları kalkan Turan, "Sözleri gerçekten yiyorsun. Hayır yani böyle giderse yeni bir dil çıkarmandan korkmuyor değilim." dedi. İnci sanki babası ona iyi bir şey demiş gibi kendine alkış tuttu. Daha fazla dayanamadan dudaklarımı yanağına bastırdım. Ben konuşmadan İnci, "Oh miş!" dedi. Ne zaman öpsem hep bu tepkiyi veriyordum. Haliyle o da bunu öğrenmişti.

Sebzesidir, meyvesidir, makarnasıdır, tüm gerekli her şeyi aldıktan sonra abur cubur reyonuna geldik. İnci sanki istediği yeri bulmuş gibi kucağımda haraketlendi. Parmağıyla tüm reyonları göstererek, "Acur bucur ane! Acur bucur." dedi sevinçle. (Acur bucur sözünü hep kız kardeşim söyler. Ondan aldım hxjdkd)

"Evet birtanem ondan. Baban sırf sen istediğini al diye bizi buraya getirdi."

İnci kahkaha atarak, yerinde zıplarken, artık onu tutmakta zorlanıyordum. Turan bunu anlamış gibi onu kucağına alarak, sepetteki çocuklar için ayrılmış yere oturttu. Yavaşca sürerek, giderken, İnci neye parmak gösterdiyse hepsini almıştı. Bu durum canımı sıkarken, Turan'ın kolundan tutarak onu durdurdum. "Bu kadar şey fazla. Hepsini yemeyecek bile. Hem istediği her şeyi ona alırsak, ileride bize zorluk çıkarta bilir."

Turan bana şaşkınlıkla bakarken, tek bir noktaya takılı kalmış gibiydi. "Ne oldu?"

"Bize dedin. İkimize, biz dedin."

Kaşlarım çatılırken, "Onca cümleden bunu mu anladın?' diye sordum. Baş sallayarak, "Bizden başkasına odaklanamam. Tabiatıma ters." dedi. Gözlerimi devirerek, reyona el uzatan İnci'ye baktım.

"Bebeğim sen n'apıyorsun?" Onu düzgünce oturtarak, istediği krakeri aldım. "Bu sondu. Bir tane çikolata alıp çıkacağız. Tamam mı?"

"Omaz!" dedi İnci. Ona şaşkınlıkla bakarken, "Ne demek olmaz?" diye sordum.

"Omaz ane, omaz. Unu al!" dedi, başka bir çikolatalı krakeri göstererek.

"Allahım Yarabbim ya! Kızım olmaz. Bunların hepsini çok tüketirsek sonra midemiz kötü olur." Kusma haraketi yaparak, "Sonra çok kusarız. Almayalım daha fazla." dedim.

Mantıklı gelmiş olacak ki, ellerini iki bacağının arasına koyarak, ayaklarını sallandırdı. İnci kusmaktan korkan bir bebekti. Gerçekten kusamıyordu ki, kustuğu zamanlarda da hiç susmaksızın ağlıyordu.

"Hemen de kabul etti. Aferin kızıma." diyerek, saçlarına öpücük kondurdu Turan.

Ardından çikolataların olduğu kısıma geçerek, "Şimdi bir tane çikolata seç ve onu alalım. Olur mu?" dedim. Baş sallayan İnci, az öncekinin aksine, sakince çikolataları incelemeye başladı. Ambalajının hangisi dikkatini çekecekse onu alacaktı. Ben de onun gibi gözlerimi gezdirirken, onca çikolata arasından bir tanesi dikkatimi çekti. Titreyen elimle çikolataya alırken, avuç içimi açarak çikolatayı izlemeye başladım.

Bu seneler önce babamın cebinden çıkan çikolatanın aynısıydı. Hani cebinden iki tane çıkardığı ama bana hiçbir zaman vermediği ve vermeyeceği olan o çikolata. Tadını hep merak ettiğim ama asla yemediğim bir abur cuburdu. Gerçi ben o günden sonra hiçbir zaman çikolata yememiştim ama.

Nedendir bilmez, bir tek çikolatayı babamın elinden yemek istemişimdir. Sanki o verirse tadı fazlasıyla farklı olacakmış gibi. Sadece bana özel.

O geceden beri asla merak etmemiş, hiç yememiştim. Zaman zaman canım, hiç yemediği tatlıyı çekse de, almaya cesaret edememiştim. Tıpkı şimdi de olduğu gibi. Tatlıyı geri yerine koyarak, İnci'min seçtiği ayıcık desenli petitoyu aldım. Canı çekerse diye, yedek olarak 2, 3 tane daha almıştım. Biz oradan ayrılırken, Turan gerimizde kalmıştı.

❦ 𓆩*𓆪 ❦

Akşam namazını kılar kılmaz, aldıklarımızı beraber dolaba yerleştiriyorduk. Daha doğrusu ben duruyor, o yerleştiriyordu. Sonuçta ona küsmüştüm ve burası benim evim değildi. Ev onun olduğu için aldıklarını da o yerleştirmeliydi.

"Güzelim, yardım mı etsen diyorum acaba!" dedi elini kalbine yaslayarak dişlerini sıkan Turan. Ani haraketler yaptığı için canı yanmış olmalıydı. Omuz silkerek, iki elimi de tezgaha yasladım. "Çok yoruldum. Elimi kaldıracak gücüm yok." dedim, dudaklarımı büzerek.

"Ya! Öyle mi?"

Baş sallayarak, "Hı hı." dedim. Boş poşeti çekmeceye koyarak, üzerindeki ceketin fermuarını araladı. Altında beyaz tişörtü vardı. Bu yüzden bandajdan sızan kan, tişörtüne bulaşmıştı. Yanına hızla ilerleyerek, omuzlarında duran ceketi çıkardım. Hızlanan nefesi, yüzümü serinletirken, şuan yakınlığımızı unutacak kadar ciddileşmiştim.

"Yaran kanamış. Hani pansuman yapacaktın! Aklını mı kaçırdın!?" dedim alttan ona bakarak kızarken.

Oysa çoktan başka diyarlara gitmiş gibi, sessizce yüzümü seyrediyordu. "Hıı. Senin yüzünden oldu."

"Benim yüzünden mi? Pardon da, ben n'aptım!?"

Elini belime sararak, beni kendine çekti. Göğüs kafesim, göğüs kafesine dokunurken, nefesimi bilerek yüzüme üflüyordu. Yakınlığımızdan dolayı, kalbim hızla atmaya başlamıştı. Heyecandan ellerim titrerken, ellerimi durması adına kaslı olduğunu fazlaca hissettiğim göğsünün üzerine koydum. Bence biz şuan heyecandan baya saçmalıyoruz. Durmadan yutkunarak, kendime gelmeye çalışıyordum. Ama ne fayda! O bu kadar yakınımdayken, onu bu kadar hissederken sakin olmak mümkün değildi.

"Aklımı kaçırıyorum, bana bakan gözlerin yüzünden." Sol elinin parmaklarının tersini, sol gözümün altında gezdirdi. Tenimde gezinen parmakları, sıcacıktı. Ya da ben sıcaklamıştım. Belki de yanaklarım kızarmıştı. Göz bebeklerim, dokunuşuyla titrerken, nefes alışlarım hızlandı. Bunu anlamak dudak kenarının kıvrılmasına neden oldu. "Aklımı kaçırıyorum, şuan kapattığın ama görmek için delirdiğim tüm yüzüne yayılmış çillerin yüzünden." Bu kez bir elinin tersi yanaklarımda gezinirken, diğeri yüzümü kapladı. İki avucuda yüzümü kavrarken, yüzümü kendine doğru çekti. Kendi de yaklaşmıştı. "Aklımı kaçırıyorum, benim için konuşan dudakların yüzünden." Bu sefer parmaklarının tersini dudaklarımda hissettim. Dudaklarım hafif aralanırken, nefesim parmaklarına doğru süzüldü. Bakışları dudaklarımdan ayrılmazken, başını hafif bir şekilde sağa eğdi. "Belki de çoktan aklımı kaçırmışım ve kendimi avutuyorumdur."

Gözleri, gözlerime dokunurken, iç çekti. "Seni öpmek istiyorum. Sadece öpmek değil, daha fazlası." Ardından gözleri yavaşça dolarken, "Ama koyuyor. Bazı yaşananlar koyuyor, çünkü seni benden uzaklaştırıyor."

"Ama hâlâ yakınındayım..."

Fısıltım, sessizliğimizi bozarak, aniden karanlığa bürünen ortama umut oldu. Kızarmış gözlerinde beliren umut, gülümsememe neden oldu. Titreyen ellerimi yüzüne doğru kaldırarak, ifadesine baktım. Tiksintiyle değil, merak ve heyecanla bakıyordu ellerime. Bu durum cesaretlenmeme sebep olurken, ellerimi yüzünün iki yanından koyarak, okşadım. Yüzünün sağ tarafında duran, sakallarının arasına sakladığı bıçak yarasına, dudaklarımı bastırdım. Özlemiştim. Ona özgürce dokunmayı, onu çekinmeden sevmeyi. Dudaklarımı teninden çekmezken, kokusunu içime çektim. Kokusu; evimdi, yuvamdı, senelerce hasretini çektiğim tüm duygularıma şifaydı. Gözlerini, ben öper öpmez kapattığı için dudaklarıma doğru süzülen gözyaşını hissettim.

"Turan.." diyerek aylar sonra ismini seslice fısıldadım. Omuzları çökerken, sırtını arkaya yasladı. İsmini dudaklarımdan duymak, gücünü kaybettirmişti. Başını geriye yaslarken, adem elması haraket etti. Bu kadar etki edeceğini hiç düşünmemiştim. Alnımı çenesine yaslayarak, "Seni affetmem için bana bir neden sun. Lütfen." Onu o kadar çok seviyordum ki, affetmek için her yolu denerdim.

Başını iki yana sallayarak, "Affetme. Beni affetme." dedi.

Dudaklarım titrerken, gözlerim direkt doldu. Yüzünü okşayarak, "Öyle deme Turan. Affedeyim. Bir yolu olmalı." dedim, çaresizce. Başını aşağı eğerek, bana baktı. Tekrardan yüzümü kavrayarak, yüzümün her bir santimini izledi. "Yaptığım şey için pişman değilim. Yine olsa yine yaparım ama sonra..."

"Sonra?"

"Sonrası yok işte." diyerek omuz silkti. "Çünkü olamayacak..."

Korkuyla ona bakarken, "N'aptın? Turan sen n'aptın ki, biz bu kadar uzaklaştık. Bana asıl gerçeği anlat." dedim.

"Anlatamam...Yemin ederim, Allah belamı versin ki, anlatamam!" Artık ikimizde ağlıyorduk. Sırtı duvara dayalı şekilde, zemine doğru çökerken, ben de dizlerim üzerinde durdum. Omuzları hıçkırıkları yüzünden titrerken, başını görmeyeyim diye öne eğmişti. Bu kadar içli ağlaması, duraksamama, ne yapacağımı bilmememe neden olmuştu.

"Bilemedim ki," hıçkırarak ağladı. "Yemin ederim, bilemedim ki." Bir tane daha. Sonra alayla gülerek, elini alnına vurdu. "Gerçi bilsem ne değişecekti ki! Her türlü canımız yanacaktı ki, yanıyor zaten." Sonra ona şaşkınca bakan beni kendine çekerek, ellerimi tuttu. "Yemin ederim, elimden gelse zamanı geldiğin de öğreneceğin tüm gerçekleri değiştiririm. Sırf canın yanmasın diye." Alt dudağı titrerken, "Gerçeği öğrenirken, benim de canım çok yandı. Yemin ederim ki, yandı. Kimse yoktu yanımda. Zaten bir süre sonra alışmıştım..." Burnunu çekti. "Ama ben varım yanında. Sen öğrendiğin zaman, canın çok yanmasın diye ben varım yanında. Alışma diye elimden geleni yapacağım. Çünkü, alışmak çok kötü Aysu. Yemin ederim çok kötü. Çok acıtıyor."

Elimle yüzünü kavrayarak, karşımda küçücük çocuğa dönüşmüş Turan'a baktım. Yaşadığı acılar yüzünden, karşımda çaresizce kıvranıyordu. Durmadan yeminler ederek, kendini inandırmaya çalışıyordu. Oysa ben ona zaten inanıyordum ki? Yemin edecek kadar, kendini inandırmaya çalışacak kadar çok kötü şeyler yaşamıştı.

"Turan...Neler yaşattılar sana?"

Omuz silkerek, başını yere eğdi. Tırnak kenarında olan etlerini kopararak, "Bilmiyorum ki...Ben artık ne yaşadığımı bilemeyecek kadar dipteyim." dedi. Sonra aniden kafasını kaldırarak, "Yemin ederim ki, yalan söylemiyorum sana. Söylediklerimin hepsi gerçekti. VAllaha bak!" dedi korkuyla.

Gözyaşlarım boynumu ıslatırken, onu göğsüme çekerek, sardım. Sanki, ona karşı hissettiğim güveni o da hissetsin diye yapmıştım. Ona inandığımı anlasın ve bana yeminler etmesin diye yapmıştım bunu.

"Sana inanıyorum ki, ben. Hep inandım. Muhtelemen inanacağım da." Bir yandan saçlarını okşuyor, bir yandan da öpücükler konduruyordum. Kafasını geriye çekerek, elini kalbime yasladı. O kadar masum ve çocuk gibi bakıyordu ki, bana ağlamadan edemiyordum. Ama sanki karşımdaki çocuğu korkutmak istemezcesine de gülümsüyordum.

"İnanıyorsun değil mi? Bana hiç inanmadılar ama sen inanıyorsun değil mi Aysu?"

Baş sallayarak, onu tekrardan kendime çektim. Bu kez ikimizde içimizdeki acıyı çıkarmak ister gibi ağlamaya başladık. Genelde tek başına bir köşede ağlamak etki etmezdi. Ben ağlamayı sadece secde başında sevmiştim. Çünkü, melhemim oradaydı. Allah bana yardım ediyordu. Şimdiyse sadece secde başında değil, birine güvenerekte ağlamayı sevmiştim. Çünkü bu kez sadece melhemimi bulmuyor aynı şekil de melhem de oluyordum. Hem güvendiğim kişinin sevdiğim insan olması ise daha bir güzeldi.

Ne kadar orada öylece kalarak ağladık sayamadım ama en son geriye çekilerek, sırtını duvara yasladı. Ardından ceketinin cebinden üç tane çikolatayı çıkararak, baktı. Gördüğüm şeyle, dondum kaldım. Sadece ben değil zamanda donmuş gibiydi. Öylece bakıyor ve hiçbir şeyi idrak edemiyordum. Saatler önce baktığım, dokunduğum ama asla cesaret edemediğim çikolatayı tutuyordu elinde. Birini yana koyarak, "Bu kızımıza." dedi ilk önce. Babamın söyleyemediği, hep unuttuğu cümleyi sevdiğim, beni sevdiğini bildiğim adam söylemişti. Çünkü o seviyordu. Değer veriyordu. İncitmekten korkarcasına seviyordu kızımızı.

İlk önce birini uzattı bana. Korkarak, uzattığı çikolataya bakarken, yutkundum. Çünkü uzattığı el bana değil çocukluğumaydı. Şuan karşısında ben değil hep çocuk kalan Aysu vardı. Bakışım ona dönerken, az önce benim anladığım gibi şimdi de o beni anladı. Öyle güzel gülümsedi ki, içimdeki kız çocuğuna umut oldu. Dudaklarındaki gülümsemeyle bana bakarken, çocuk kalan Aysu, utançla kızarmaya başladı. Ona hiçkimse gülmemişti ki. Ona annesi bile bazen kızardı. Üzerlerdi hep onu. Oysa karşımdaki adam, çocuk kalan beni tekrardan umutlandırdığı için uzattığı eli tuttum. O çikolatayı aldım. Onan inandım.

Elimde tuttuğum çikolataya ne yapacağım der gibi bakarken, O diğer çikolatanın ambalajını açarak, iki yere böldü. Çok olan kısmını bana uzatarak, yememi bekledi. Ona yutkunarak bakarken, "Ama ben hiç yemedim ki?" diyerek, çaresizce sordum. Ya hayalini kurduğumun tersiyse? Ya kötüyse?

"Olsun. Bence tadı güzeldir. Hatta bak deniyorum." Bir parçanı besmele çekerek, ağzına atarken, hoşuna gitmiş gibi baş salladı. "Kesinlikle denemelisin!" Sonra tekrardan tebessüm ederek, "Yanında ben varım Aysu'm. Korkma ve dene." dedi. Zaten bunu demesi yetmişti. Dudaklarımı aralayarak, besmele çektim. Uzattığı parça dudaklarımın arasında yer alırken, gözlerimi kapattım. Çikolatanın tadı, tüm damağıma yayılırken, hayalini kurduğumun daha fazlası oluşu, ağlarken gülmeme neden oldu. Hayatım da ilk kez bir umudum boşa gitmemişti.

"Turan bu hayal ettiğimden bile daha güzel!" dedim gözlerimi açarken. Bana şefkatle bakarken, "Sana denemeni söylemiştim.." dedi. Diğer tüm lokmaları da hiç bitmesini istemezcesine yerken, o sadece beni tebessüm ederek izlemişti. Tüm çikolatayı yerken, boşta kalan ambalajlara üzgünce baktım.

Parmağıyla arkamı göstererek, "Bir poşet dolusu, aynı çikolatadan var. Üzülmene gerek yok. Hem biterse bana söylemen yeterli. Sana daha fazlasını alırım." dedi.

Ona şaşkınca bakarak, "Gerçekten mi?" diye sordum.

"Yemin ederim." dedi bana masumca bakarken.

O gün, bedenen büyüyen lakin ruhu küçücük kalan iki çocuk, birbirine tutunmuştu.

Bu kez umutları yarım kalmamıştı. Çünkü çocukluğu yarım kalan iki çocuk birbirine umut olmuştu.

Ve ruhu çocuk kalan kimseler birbine umut oluyorsa, onları hiçbir canavar yıkamazdı.

🌫🌬

Ne çok üzüldüm ya ben bu bölüme?

Yaralı olan ikilinin birbirine olan tutumu, dayanağı peki?

Öyle çok canları yanmış ki, öyle çok sevilmemişler ki...

Diyecek söz bulamıyorum çünkü gerçekte de bunu yaşadan binlerce çocuk var. Malesef bu hep olmaya devam edecek. Çünkü bazı insanların vicdanı yok olmuş. Çürümüş.

Bu yüzden siz siz olun, size yaşatılanları hiçkimseye yaşatmayın. Çünkü sonucunda, ruhu küçücük, yaralı kalan çocukların çoğalmasına neden oluruz.

Hatam varsa affola.

Sevgi ve saygıyla. Allah'a emanetsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 45K 19
Ben onyedi yaşında Nalin Çavdar. Bu konakta beş yıldır kalıyordum ancak hiçbir aile ferdi beni kendinden bilmezdi. Ben hep ötekileştirdikleri, bir gü...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
1.2M 74.7K 76
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
595K 43.2K 30
MAHALLE İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlangıcı olabilirdi kişinin. Tek bir durum, tek bir mekan ya da te...