YERALTI

By ianinprensesi

1.2M 51K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 6: AĞVA
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 12: ANAHTAR
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 14: KOKU
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 25: DÖVME
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 23: CEVAPLAR

37.8K 1.6K 177
By ianinprensesi

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!

Bölüm Şarkısı: Blake Shelton - Sangria

***


Bölüm 23: CEVAPLAR

Gözlerimi kasvetli bir sabaha aralamıştım. Gökyüzünü saran gri bulutların kasveti içime kadar işlemişti. Dün akşam Aras'a söylediklerim hatta onun için düşündüklerimse şimdi yüreğime yük olmuş gibi hissediyordum.

Yorganıma biraz daha sarınarak, pencere camına çarpan ince yağmur damlalarını izledim bir süre yorgunca. Daha sonra ağır hareketlerle doğrularak camın önündeki koltuğa ilerleyip elimi cama yaslayarak aynı ağır hareketlerle koltuğa yerleştim. Yağmur taneleri camdan usulca süzülürken denizin dalgalarına odaklandım. Kıyıyı dövercesine yükselen dalgalar ruhumun derinlerindeki hislerin açığa çıkmasına sebep oluyordu. Bir diğer yandan esen rüzgârlar, zihnimi sarmalayan cevapsız düşünceleri etrafa dağıtıyordu.

Yağmur yavaş yavaş şiddetlenirken, yükselen dalgaları izlemeyi bıraktım ve cama çarpan yağmur damlalarına bakmaya başladım. Her bir damla, cama çarpıp yavaşça süzülüyorlardı ve önlerine yeni bir yağmur damlası çıktığında onunla karışarak süzülmeye devam ediyordu.

Bu düşünce, aklıma Kûra'nın söylediklerini getirirken derin bir nefesi yavaşça verdim. Partide yanımıza geldiğindeki konuşmamız kafamı fazlasıyla karıştırmıştı. Mete'nin adamı olmadığını söylemişti ama Mete'ye çalıştığından adım kadar emindim çünkü Tamer, arkadaşlarımla birlikte kaldığım eve bir dolu şarjörü boşaltan kişi, Kûra'dan kendi adamları olarak bahsetmişti.

"Aras Nehri'ni, Hazar Deniz'ine bağlayan Kûra Nehri'yim."

Kûra'nın sesi zihnimde yankılanırken oturduğum koltuktan kalktım ve birkaç adım ilerimdeki çalışma masasına geçerek katlayıp kenara koyduğum kâğıdı açtım. Kalemi tekrardan elime alarak, sandalyeye oturdum ve kâğıdın üstüne yazmaya başladım.

9- Kûra Aksoymaz kim? Aras ve benden ne istiyor?

Daha sonra restoranda geldiği geceki duraksamasını hatırlayarak, bir soru daha ekledim listeme.

10- Ona ne oldu?

Soruların altındaki şema kâğıdını çıkartarak bir köşeye, "Kûra Aksoymaz," yazdım. Mete'nin, Aras'ın ve benim ismimden bir ok çıkartarak Kûra'nın adına çektim, arada oluşan boşluğa da kocaman bir nokta koydum. Bu nokta, bir düğümdü aslında... Çözmem gereken bir başka düğüm, cevabı olmayan bir başka soru...


Saatler sonra kendimde odadan çıkma enerjisi bulduğumda hızla banyoya duş almaya girmiştim. Yine aynı hızla -dikişlerim her ne kadar zorlasa da- banyodan tertemiz bir şekilde çıkmış ve üstüme salaş kıyafetler geçirmiştim. Saat çoktan öğleni geçmişti.

Evin içinde yine dünkü ölüm sessizliği vardı. Büyük ihtimal Aras evde yoktu yine de odasını kontrol etme gereği hissederek, kapısını aralayıp odasının içine göz attım. Dün akşam gördüğüm tahta sandalye odada değildi etrafta halat da Aras da görünmüyordu. Odadan çıkarak kapıyı ardımdan kapattım ve merdivenleri inmeye başladım.

Her hızlı adımım bana enerji verse de, sağ tarafımın her kasılması tüm vücuduma ufak acı tohumları ekiyordu. O acı tohumlarıysa hızla filizlenerek bedenime uyarı sinyalleri yolluyordu. Dün Aras'ın parmakları dikişlerimi zorlarken hiçbir şey hissetmeme rağmen şimdi canımın yanması da tuhafıma gitmişti.

Merdivenlerin sonuna vardığımda mutfaktan yükselen hafif Country tarzı müziğe kulak kabarttım ve başımı mutfağın kapısından uzattım.

Aras'ı bir kez daha mutfakta yemek yaparken görmenin verdiği şaşkınlıkla iyice kapıya yanaştığımda, Aras sırtındaki gözleri hisseder gibi omzunun üstünden bana baktı. Gözlerimiz birkaç saniye bağlı kaldıktan sonra tekrardan önüne dönerek uğraşmakta olduğu işine devam etti.

Birkaç dakika boyunca kapıda dikildiğimde, Aras'ın, "Daha ne kadar orada dikileceksin?" demesiyle mutfaktaki masaya doğru birkaç adım atıp, en yakınımdaki sandalyeye oturdum ve "Ne zamandır yemekle işleriyle uğraşıyorsun?" diye sordum. Aras sorumu bana bakmadan cevapladı. "Uzun zamandır."

Cevabı üzerine başımı sallayarak dirseklerimi masaya yasladım ve çenemi avcumun içine yerleştirerek ocağın başındaki seri hareketlerini izlemeye koyuldum. Sabah sabah nereden çıkmıştı bu yemek merakı anlamamıştım ama bir erkeği yemek yaparken görmek garip hissettirmişti. Evdeyken yemekleri hep ben yapardım, bazen Ulaş salata yapar bana yardım ederdi ama daha fazlasını yapmazdı. Mesela bir et sote yapmazdı ya da pilav.

Aras ise küçük küçük doğradığı domatesleri tencerenin içine usulca kaydırıp gerekli olan bir diğer malzemeyi doğramaya başlamıştı. Et sote yaptığını ise tezgâha dizdiği malzemelerden anlamıştım.

Bir an duraksayınca kaşlarım çatıldı. Elindeki parlak bıçağı havaya kaldırarak bir süre bıçağa baktı. Belli belirsiz bir ürperti tenimi gıdıkladığında Aras bana dönerek kalçasını tezgâha yasladı. "Sanki ilk defa yemek yapan birisini görüyormuş gibi bakıyorsun," dedi.

Tenimi saran ürperti yavaş yavaş silinirken, "Sadece evi düşündüm," diye cevapladığımda kaşlarını kaldırarak doğruldu ve elindeki bıçağı bırakmadan bana doğru adımlamaya başladı.

Uzun zamandır sessizleştiğini düşündüğüm zihnimin derinliklerinde yaşayan küçük Deniz ise ona çarpan son dalgadan sağlam çıkmış olacak ki yeniden sahiplendiği kayasının tepesine tırmanmıştı. Zihnimin derinliklerinden belli belirsiz gülme sesleri eşliğinde dalga sesleri gelirken ürpererek oturduğum taburede doğruldum.

Aras bir süre yüzümü inceledikten sonra, "Sabah odanın kapısı kilitliydi ve telefonuna belli aralıklarla mesaj geliyordu," dediğinde istemsizce kaşlarım kalkmıştı. Odadan çıkarken kilit açmakla uğraşmamıştım ve beni rahatsız eden herhangi bir ses de duymamıştım.

Başım hızla dün gece oturduğum koltuğa dönerken Aras'a ciddi olup olmadığını soran bir bakış atarak, "Telefonun odamda olduğunu sanmıyorum," dedim net bir sesle. Gözlerimi gece siyahı gözlerine dikmiştim.

Aras'ın gözlerinde kendimi görmek de garip hissettiriyordu. İnsanların gözlerine dikkatle baktığımda, onların karakterlerini ve iç dünyasını görmeyi hedeflerdim ama Aras'ın gözlerinde, onun duygularını ararken kendimi görüyor ve çözüyordum. Derin bir nefesi yavaşça verirken, aramızdaki göz bağını bozdum. Yüzlerimizin yakınlaştığını o an fark etmiştim. Geri çekilmeye hazırlandığımda Aras biraz daha yaklaştı.

Dün akşamki söylediklerini hatırlayarak hareketsizce durduğumda gözlerime baktı ve yamuk bir gülümseyişle geri çekildi. "Geri çekilmedin," diyerek masanın üzerinde bıraktığı bıçağı tekrar eline alarak, doğrama tahtasının bulunduğu ocağın yanına ilerledi.

İnsanların dibime girmesinden hiçbir zaman hoşlanmamıştım. Kendimi savunmasız hissetmeme sebep oluyorlardı ve uzun süre insanların gözüne bakmaksa, neye odaklanacağımı şaşırmama neden oluyordu.

"Bu bıçağın özelliği..." diyen Aras'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak, derin bir nefes aldım. "Neşter kadar keskin olmasıdır," dediğinde kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Neşterden tek farkı ise kullandıkça keskinliği gitmiyor," dedi. Kalçasını tekrar tezgâha yaslayarak bana döndüğünde elindeki kırmızı biberi havaya kaldırdı ve bıçağını bibere değdirdiği an kırmızı biber yarısına kadar kesilmişti. Kaşlarım daha da çatılırken Aras devam etti, "Çok pahalı olduğu gibi çok da nadir üretilir böyle bıçaklar," dedi gözleri yeniden bıçağa kilitlenirken.

Çatık kaşlarımı bozmadan devam etmesini bekledim fakat devam etmedi. "Bunu neden bana anlatıyorsun?" dediğimdeyse gözleri beni buldu ve düz hali bile çatık olan kaşlarını kaldırarak, "Tenine değdiği anda tenini yaprak gibi ikiye ayırabilir ve sen o acıyı değdiği anda hissetmezsin..." dedi. Daha sonra ocağın altını kısarak bıçağı doğrama tahtasının yanına koydu ve karşımdaki sandalyeye doğru birkaç büyük adım attı.

"Eğer bir silah kullanıyor olsaydım, bu kesinlikle bıçak olurdu. Belki uzak mesafeden iş görmezdi ama yakın mesafeden... O zaman çok iyi iş görürdü," dedi ve sandalyeye yerleşerek gözlerini bana dikti.

"Böyle tuhaf konuşmanın mantıklı bir sebebi var mı?" diye bıkkınlıkla sorduğumda Aras başını onaylarcasına sallayarak, "Kendine bir silah seçmen gerek ve benim de sana seçtiğin silahı öğretmem gerek. Yumruklarınla kendini ara sokaklarda koruyabilsen de kafese girdiğinde ne kadar yetersiz olduğunu anlamam zor değildi," dedi.

İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda işaret parmağını dudaklarıma bastırarak beni susturdu ve konuşmaya devam etti. "Zehirli bir yılan gibisin, kelimelerle insanları yaralayabiliyorsun ama köşeye sıkışınca kendini zehirleyen akreplerden bir farkın yok," parmağını dudağımdan çekmeden önce alt dudağımda gezindirdi. Gözlerim ister istemez kısılırken yutkunmamak ve geri çekilmemek için kendimi kastım.

Aras, "Güzel yalancısın, ama yalanlar seni kurtarmaya yetmez," dediğinde cevap verdim: "Bunlardan ne sonuç çıkarmalıyım?"

Genişçe gülümseyerek, "Sana Yeraltı dünyasında kendini koruyabilmeyi öğretmeyi teklif ediyorum," dediğinde, kaşlarımı kaldırarak dikkatle Aras'ın yüzüne baktım. "Peki, kabul ediyorum," dedim kuru bir sesle.

Aras hafifçe gülümseyerek masadan kalktığında arkasından onu izlemiştim. Zihnimde bastırdığımı sandığım sesler, "Sorunların büyüyor mu yoksa cevapları mı bulmaya başlıyorsun?" diye fısıldamaya başlamıştı.

Annemin bizi bırakıp da Yeraltı'na indiğinde bir parçamı, şimdi zihnimin derinliklerinde yaşayan on üç yaşındaki Deniz'i, Yeraltı'na annemle birlikte yollamıştım. Annemsiz geçen ilk yılımda, kendi kendime konuştuğum zamanlar olmuştu nasıl ve neden kendi kendime konuşmaya başladığımı hiç hatırlamıyordum. O zamanlar babamdan koptuğum ve ondan nefret etmeye başladığım zamandı. Yakınlarımda kimse yoktu, ilgilendiğim tek şey kardeşimdi.

Zamanla küçük Deniz, Yeraltı'ndan bana ulaşmanın bir yolunu bulmuş gibi benimle konuşmaya başlamıştı. Kendi kendime konuşmalarım da böylece sıklaşmıştı. Sonrasındaysa bu konuşmalar zamanla iki kişinin zıtlaşmasına dönüşmüştü, ben ne düşünsem tam tersini dile getiren ve zihnimi bulanıklaştıran bir ses olarak yer edinmişti kafamda.

Başımı iki yana sallayarak küçük Deniz'in sesinden sıyrıldım ve Aras'a odaklandım, sırtı bana dönüktü. "Silah kullanmak istiyorum," dedim kuru bir sesle. Yumruklarım bir erkek karşısında, ne kadar güçlü olursam olayım, her zaman işe yaramazdı.

Aras omuzunun üstünden bana baktığında, "Olur ama yine de biraz kol kası yapmanı tavsiye ederim," dedi. Başımı onaylarcasına sallayıp, "Tamam, çalışırım," dedim ve ayağa kalktım.

"Rüya bugün buraya gelecek onunla birlikte Şile'ye gideceksin... Ben de şirketteki işlerimi hallettikten sonra akşam gelir alırım, tek başına hiçbir yere gitmene izin yok kediciğim," dediğinde, mutfaktan çıkmadan önce duraksayarak Aras'a baktım. "Neden?" diye sordum gözlerim sırtında geziniyordu.

"Nedenini daha önce de söylemiştim kediciğim. Köpek barınağının dibinde geziniyorsun. Barınağın kapılarını kapalı tutan kilit her an açılabilir ve sen de her an parçalanabilirsin," dediğinde ister istemez zihnim dün akşamki postaya kaydı ve o anda zihnimde şimşekler çaktı. "Postalar hâlâ geliyor!" diyerek yerimden fırladığımda anında karşısına dikilmiş ve kolundan tutarak onu kendime çevirmiştim.

Parmaklarım sol kolunu kavrarken elimin altında atan damarını hissedebiliyordum. Derin bir nefes alıp, "Mete Akhoroz'dan gelen postalar hâlâ devam ediyor ve dün akşamki postada benimle ilgiliydi, öyle değil mi? O yüzden beni yalnızken evden çıkartmıyorsun ya da şirkete gidemiyorum?" diye sordum. Siyah gözleri kısıldı ve omuzlarını eğerek hafifçe gözlerimizi hizaladı.

"Bu kadar zeki olmanı beklemezdim," dedi. Hakaretine karşılık dişlerimi sıkarak bir süre bekledim ve daha sonra sesimin tonuna engel olamayarak, "Dün akşam gelen kutuda ne olduğunu söylersen Mert ile neler konuştuğumuzu sana anlatırım," dedim.

Bu sefer kaşları çatılan kişi Aras Soykan olmuştu. "Ne zaman konuştunuz?"

"Dün gece, sen beni kilerden eve postaladıktan hemen sonra," kinayeli bir sesle cevap vermeme aldırmadan hâlâ tutmakta olduğum kolunu çevirerek parmaklarını koluma sardı. Avucunun sıcaklığı kolumun soğukluğuna yayılırken tenimde dolanan statik elektriğin varlığıyla tüylerim ürperdi. Yamuk bir gülümseyiş yüzüne yerleşirken, gözlerini gözlerime dikti. Onun hareketlerini taklit edercesine parmaklarımı sıkılaştırarak kolunu tutmaya devam ettim.

Dudağımın sol tarafı yukarı kıvrılırken kendimden emin bir gülümseme olması için Aras'ın gözlerine diktiğim gözlerimi dudaklarına indirdim. Daha sonra yaptığım bu hareketin olumsuz yönlerini hatırlayarak hızla gözlerine baktığımda Aras'ı dudaklarıma bakarken yakaladım. Gözbebekleri irileşmiş ve kolumu saran parmakları sertleşmişti. Derin bir nefes alarak kaşlarımı çattığımda istifini bozmadan cevapladı beni. "Seni bu kadar peşinci göreceğim günler de olacaktı ha?"

Sorusuna karşın gülümsemeyi sürdürdüm. Oysaki gülümsemem o kadar kasıntı bir hal almıştı ki yüzümde kupkuru bir dudak çarpıklığı gibi duruyordu büyük ihtimalle.

"Cevaplara karşılık, cevaplar?" diye sorduğunda başımı onaylarcasına sallayarak, "Yaklaşık bir ay önceki gibi, cevaba karşılık cevap," dedim.

Gözlerini dudaklarımdan kaldırarak gözlerime baktığında dudaklarını yalamıştı. Dudaklarımın kuruluğunu hissederek istemsiz bir içgüdü ile bende dudaklarımı yaladığımda gülerek geri çekildi ve doğrama tahtasının yanındaki bıçağı eline alarak masayı gösterdi.

"Geç," dediğinde, onu ikiletmeden birkaç dakika önce oturduğum sandalyeye geçerek yerleştim ve ellerimi masanın üstünde birbirine kenetledim.

Aras da karşıma geçerek bıçağı ikimizin arasına koydu ve keskin ucunu bana çevirdi. "Sor," dedi yavaşça. Zihnimdeki kırmızı alarmları harekete geçiren soruyu sordum: "Dün akşam gelen kutuda ne vardı ve kim tarafından gönderildi?" Soru sınırı koymadığı için iki soru birden sormuştum.

"Hmm," diyerek parmaklarını hafifçe çıkmaya başlamış olan sakallarının üstünde gezindirdi ve cevap vermek için parmaklarını masaya yerleştirdi. Parmakları ritmik hareketlerle oynarken zihnindeki kelimeler, dudaklarından yükseldi. "Kutunun içinde, benim zaten bildiğim ama Mete'nin senin hakkında öğrendiği yeni bilgiler vardı..."

Bir müddet duyduklarımı sindirmem için bekledikten sonra aramızdaki bıçağın keskin ucunu kendine çevirdi, bu sefer, "Sor," diyen taraf ben olmuştum.

"Dün akşam Mert'le ne konuştunuz?" sorusuna düşünmeden cevap verdim. "Hastaneden taburcu olacağını ve bir iki hafta içinde şirkete döneceğini sana söylemem için beni aramış," birkaç saniye duraksadıktan sonra ekledim: "Ayrıca bugün, onu ziyaret etmem için beni evine davet etmişti."

Aras alaycı bir gülüş eşliğinde bıçağın ucunu bana çevirdi ve "Sor," dedi. Beklemeden, hızla sordum: "Senin bildiğin ama Mete'nin yeni öğrendiği bilgiler ne?"

Aras'ın gözleri yavaşça kısılırken, "Beş altı ay önce ilk uyuşturucu denediğin gün yaptıkların hakkında ufak tefek şeyler," dedi. Eli bıçağın üstüne geldi ve tam çevirmek üzereyken hızla elimi elinin üstüne koydum. "Ne gibi ufak tefek şeyler?" sorumdan kısa bir süre sonra elimdeki sızı ile gözlerim elime kaydı. Kırmızı bir birikinti ellerimizin altında oluşurken Aras'ın, elimin altındaki elini kaldırmasıyla elimdeki sızının da geçmesi bir olmuştu. Sorum havada asılı kalırken gözlerim durmaksızın akan kana odaklanmıştı ve eli kanayan tek kişi ben değildim. Aras'ın da eli kesilmişti.

Elimin acısı artarken yüzümü buruşturmakla yetindim ve hızlı adımlarla lavaboya ilerledim. Elimi soğuk suyun altına tutarken bir gölge gibi sağ tarafıma geçen Aras'a dik dik baktım. O da bana aynı şekilde bakmaya başladığında dikkatimi yeniden açık pembe akan suya çevirdim.

"Öyle yaparsan kan durmaz," diyen Aras'ın sesi ile tekrar gözlerimi Aras'a diktim. "Ne yapmamı önerirsiniz Aras Bey?" dediğimde suyu kapatarak, eliyle elimi sardı ve beni peşinden sürüklemeye başladı. Aras'ın koyu kırmızı kanı elimdeki su damlalarını açık pembeden kırmızı tonlarına çevirirken elimdeki yanma hissi artmıştı. Hem Aras'ın kanından hem de ellerimizin sıcaklığından.

Hızlı adımlarla merdivenleri tırmanmamızdan saniyeler sonra odamın yanındaki banyonun kapısını aralayıp, banyoya girmiştik. "Şuraya otur," diyerek çenesinin ucuyla klozeti gösterdiğinde elimi Aras'ın elinden kurtararak klozetin kapağını kapatıp üstüne oturdum. Soğuk bir uyuşukluk elimden koluma yayılırken Aras sağ elini kullanmadan sol eliyle birkaç malzemeyi banyodaki lavabonun kenarına çıkarmıştı ve hepsini birlikte yanımdaki kirli sepetinin üstüne taşıdı.

Kirli sepetinin yanında dizlerinin üstüne çökerek tentürdiyot çözeltiyi şişenin kapağına döküp, kulak pamuğunu içine daldırdı ve bembeyaz olan kulak pamuğu antiseptik çözelti ile koyu kırmızı bir renge büründü. Kanayan eliyle, elimi tutarak kendine çekti ve kulak pamuğunun kesiğin etrafında gezdirdi.

Avucumdaki yanma hissiyle elimi geri çekmek için her hareket ettirdiğimde Aras'ın siyah gözleri, gözlerimi buluyordu.

Elimi son çekişimde serbest bırakmıştı ve klozette hafifçe sendeleyerek düşmek üzereydim ki son anda dengemi bulmuştum. Sinirli bir şekilde gözlerimi Aras'a diktiğimde gazlı elimi tekrardan tutarak gazlı bezi elime sarmaya başladı. Bantla gazlı bezin ucunu yapıştırdıktan sonra kendi eline pansuman yapmaya başlamıştı ki, kolunu tutarak ayağa kalktım ve "Geç, otur... Benim hatam o yüzden ben yaparım," diyerek Aras'la yer değiştirdim.

Avucunu açtığında, saniyeler içinde elinde kan birikintisi oluşmuştu. Yüzüm buruşurken, "Çok derin olabilir mi acaba?" diye sormuştum. Sol elime aldığım gazlı bezi avucuna bastırmış ve kanı temizlemeye başlamıştım.

"Sanmıyorum..." dediğinde, gazlı bezi yere atarak yenisi aldım. Gazlı bez kıpkırmızı olmuştu ama kesiğin büyük olmadığını görecek kadar da temizleyebilmiştim avucunu.

"Neyse, fena bir şeye benzemiyor..." diyerek, bana yaptığı gibi kesiğin etrafına tentürdiyot sürdüm ve hızla gazlı bezi eline sarıp, gazlı bezin ucunu bantlayarak sabitledim ve Aras'ın elini bıraktım.

Derin bir nefes alarak ayağa kalktığımda, "Bugün imza işlerin yoktu umarım?" dedim sorarcasına. Kaşları çatıldığında, "Sağ elin sayemde bir miktar kullanım dışı kaldı ya..." diye homurdanarak etrafa dağıttığımız ilk yardım malzemelerini toplamaya koyuldum.

Aras, "Sorun değil, sen kendini düşün," diyerek ayağa kalkıp banyonun kapısına ilerledi ve çıkmadan önce, "Bugün Sultan teyze gelecek, olduğu gibi bırakabilirsin," dedi. Başımı sallayarak onayladığımda, elimdekileri çöpe attım ve Aras'ın arkasından banyodan çıktım.

Merdivenlerin başına geldiğimizde, kapının açılmasıyla birlikte Rüya'nın canlı ve neşe dolu sesi bir kuş şakıması gibi evin içinde dağılmıştı.

"Ben geldim!"

Aras odasına girerken, ben merdivenlerin başında kalakalmıştım. Rüya kapıyı kapatıp da beni gördüğünde, "Selam! Aras çıktı mı?" diye sordu. Başımı iki yana sallarken sol elimi kaldırdım ve "Şimdi odasına girdi," diyerek merdivenleri inmeye koyuldum.

"Ah... Öyle mi? Neyse hazırlanması gerekiyordu zaten," diyerek salona geçtiğinde bende merdivenleri inmeyi bitirmiştim. Mutfak olduğu gibi dağınık duruyordu ama ocağın altı kısık olduğu için yemeğe bakma gereksinimi duymamıştım. Derin bir nefes alarak ben de salona geçtiğimde, Rüya'yı salonda telefonuyla uğraşırken gördüm.

"Ne yapıyorsun?" diyerek yanına oturduğumda, telefonunun ekranını bana gösterdi ve "Birkaç plan yapıyorum. Mete Akhoroz'un son saldırısı çok adice oldu ona misilleme yapmalıyız ama bunun için elimizi pis işlere sokmamız gerekiyor," dediğinde, kaşlarım çatıldı.

"Benim anlamadığım bir şey var..." dediğimde, arkamızdan adım sesleri yükselmişti. Omuzumun üstünden merdivenlere baktığımda Aras'ı takım elbisesinin içinde, gömleğinin kollarıyla uğraşırken görmüştüm. Daha ceketini giymemişti.

"Anlamadığın şey ne?" diye soran Rüya'yla gözlerim tekrardan mavi gözlerini buldu ve derin bir nefes alarak, aklımdakileri dile getirdim.

"Akhoroz'lar düşmanınızsa eğer neden hâlâ şirkette çalışmaya devam ediyorlar? Aynı soruyu Mert'e de sormuştum ama kendi sonu için endişe duyduğundan dolayı hisselerine sahip çıkmak istediğini söyledi..."

"Şöyle ki..." Aras yanımıza gelmiş ve kol düğmeleriyle uğraşmayı bırakmıştı. Tam karşımda kollarını göğsünde bağladı ve başladığı konuşmanın devamını getirdi. "...Başta düşmanlık diye bir şey yoktu. Büyük babam şirketi kurduğunda, Salih Akhoroz küçük bir adamdı bizim ismimizle sükse yaratarak iyi yerlere geldi ve büyük babamı derinden etkiledi. %6'ya yakın hisse teklifiyle şirketin CEO'su oldu. Zaman içinde Salih Bey'in gücü de şirket üzerinde büyüdü ve %15'lik hisse sahibi oldu. O zaman zarfı içinde, babam üniversiteden mezun olarak şirketteki pozisyonunu aldı. Başlarda iyi anlaştılar ama babam şirketin aile dışındaki bireyler tarafından yönetilmesinden pek haz etmiyordu yine de böyle yıllarını geçirdiler. Ta ki, dokuz yıl önce Nazlı Hanım şirkette çalışmaya başlayana kadar. Üç yıl boyunca Salih Akhoroz'la çok yakın çalıştılar ama sonrasında Bülent Soykan ve Salih Akhoroz arasında tartışmalar yükseldi. En sonundaysa annen elinde Yeraltı projesiyle babama geldi ondan sonra da her şeyin boyutu bambaşka bir hale geçti."

Rüya başını onaylarcasına sallarken, "Nazlı Hanım sayesinde, Bülent amca hayal ettiği şirketi kurabildi. Yine Akhoroz'ların şirkette önemli ölçüde hisse hakkı var ama eskisi gibi yönetimde yerleri yok. Zaten gördün, birisi inşaat mühendisi diğeri ise halkla ilişkilerde... Kısaca şu an şirket tam da Bülent amcamın istediği gibi. Tüm yönetim, Soykanlarda," dedi. Ardından başını kaldırarak bana baktı. "Merakını giderebildik mi?"

Başımı sallayarak onayladım ve ellerime baktım. Bu konuyu her ne kadar açmak istemesem de, "Mert'ten bize hayır geleceğini düşünmüyorum," dedim. Rüya kaşlarını kaldırarak bana baktığında, "Yani... Sizin anlattıklarınızı ve Mert'le konuştuklarımı karşılaştırınca açıkça gördüğüm sonuç, Mert'in kendi için çalıştığı. Elini pis işlere sürmek istemiyor, kendini kurtarmak istiyor bu yüzden abisinin planlarından haberdar olduğunu sanmıyorum," dedim.

"Yine de şansımızı denemeliyiz," diye ısrar etti Rüya. Aras ise, "Başaramayacağını mı söylüyorsun Persephone?" diye sordu. Bakışlarındaki yoğunluk anlık bir yutkunmaya neden olurken gözlerimi ellerime indirdim ve parmaklarımı birbirine sıkı sıkıya sararken, "Mert bazı şeylerin farkında, mesela ona yalan söylediğimi biliyor. Yani onu oyuna getirmeye çalıştığımızın farkında..." duraksadım. Gözlerim Aras'a kaydı ve tekrar Rüya'ya baktım.

"Aslında Aras'ın..." bu söyleyeceklerim şahsa hakarete girse bile kolay bir yol gibi göründüğü için dile getirmiştim. "Aras'ın, Merve'yi ikna etme yeteneği olabilir, yani onu kendine çekebilir?" dedim sorarcasına.

Aras, "Merve abisine ihanet etmez," diyerek göğsünde bağladığı kollarını çözüp, ellerini ceplerine koydu. "Ama Mert... O abisine ihanet eder, özellikle de onun içinde bulunduğu restorandı bile bile yerle bir ettiği göz önünde bulundurulursa..." kaşlarını kaldırarak bir süre beni inceledikten sonra hafifçe gülümseyerek mutfağa doğru ilerlemeye başladı.

"Mert hiçbir şey bilmiyorken nasıl abisine ihanet edebilir ki?" diye sordum. Sorumu sadece Rüya duymuştu, cevabı da kesin veya tatmin edici değildi. "Şansımızı zorlamadan bilemeyeceğiz."

***

Son Şile tabelasını geçtiğimizde yazlık evlerden birine gelmiştik. Ahşap kaplama ev ağaçların arasında kaybolmuş gibiydi. Derin bir sessizliğin arasında yankılanan motor sesi ile garaj kapısından içeriye girmiştik. Soğuk havanın varlığını kaloriferlerin sonuna kadar yandığı arabanın içinden bile hissedebiliyordum. Tenim ürperirken gözlerimi Rüya'ya diktim ve "Neden buradayız?" diye sordum.

"Biraz kafa dinleyip, rahatlamaya ne dersin?" diye karşılık verdiğinde, evdeki neşesinin yerini garip bir dinginliğe bıraktığını fark etmiştim. Sanki derin düşünceleri arasından hissizce konuşmaya çalışıyor gibiydi.

"Neden buradayız?" diyerek yineledim sorumu. Rüya emniyet kemerini çözerek bana döndü ve "Düğümleri çözmek için kâğıt üstüne birkaç soru karalamak yeterli değil," dedi. Derin bir nefesi yavaşça verdi ve elini kapı kolunun üstüne koydu.

"Böyle bir şey yaptığımı nereden biliyorsun?" diye sordum çatık kaşlar eşliğinde şüpheli bir sesle.

"Eğer hiç sorgusuz sana verdiğim cevapları kabul edeceksen emniyet kemerini çöz ve benimle birlikte eve gel, ha yok ben istemiyorum cevap falan diyorsan Aras'ı ara ve gelsin seni alsın," diyerek sorumu görmezden geldi ve arabadan indi.

Kaşlarımı kaldırarak ardından baktığımda Rüya'nın dengesizliğini de zihnimin bir köşesine not ettim. Bir ruh halinde durmuyordu, duramıyordu. Sanki Yeraltı'yla bağı olan herkesin dengesiz olmak için yemin etmiş gibi bir hali vardı.

Emniyet kemerini çözerek hızlı hareketlerle arabadan indim ve Rüya'nın peşi sıra eve doğru ilerlemeye başladım. Rüya çantasından çıkardığı anahtarla kapıyı açmaya uğraşırken ben üstümdeki salaş kıyafetlere küfürler ediyordum. Ev sıcak diye ince ve bol kıyafetler giymiştim ve yine aynı kıyafetler ile arabaya atlamış buraya gelmiştim. Şimdiyse kapıda kök hücrelerime kadar donuyordum. "Biraz hızlı olabilir misin?" diyerek dişlerimin arasından mırıldandığımda Rüya kapıyı açarak derin bir nefes aldı.

Kapıdan çekilmesini beklemedim ve Rüya'yı omuzundan itekleyerek kendimi içeriye attım. Şömineden yükselen ateş evin içini ısıtırken etrafıma bakındım, birisi bizden önce gelmiş olmalıydı ya da evde çalışanlar vardı. Sıcak havadan derin bir nefes çekip, içimi ısıtmaya başladığımda Rüya, "Saat 4'e geliyor, ne yapmak istersin?" diye sordu. Omuzumun üstünden Rüya'ya dönerek, "Cevapları isterim... Madem öyle bir teklifte bulundun?" dedim. Kaşlarını kaldırıp başını salladı.

"Önce bir yemek yiyelim," dedi ve çantasını koltuğun üstüne bırakarak arkasında kalan kapıyı aralayıp görüş açımdan çıktı. Benimse elim sızlamaya başlamıştı, pansuman edip sardıktan sonra sağ elimi çok kullanmamaya çalışsam da ani hareketlerde elimi kapayıp açtığım vakit avucumun içi sızlıyordu.

Kendimi açık renk yumuşak koltuklardan birine bırakırken derin bir nefes vererek etrafıma bakındım. Sade, huzurlu ve sessiz... Kollarımı göğsümde birleştirerek omuzlarımı rahatça koltuğa gömdüm. Önemli olan bir şeyleri cevaba ulaştırmak değildi, kendi cevaplarımı yaratmaktı çünkü ne kadar uğraşırsam uğraşayım, başkalarının ortaya sunacağı gerçeklerle bir türlü aradığım cevaba ulaşamıyordum.

Aniden yükselen Samsung zil sesiyle derinlerine daldığım düşüncelerimden anında sıyrılmış ve cebimde hem titreyen hem de ses çıkartan telefona odaklanmıştım. Sol elimi hızla cebime atarak telefonu çıkarttım ve ekrandaki isme bakmadan aramayı yanıtladım. "Efendim?"

"Pekâlâ, seni eve davet ettiğimde haklı olarak tedirginlikle davetimi reddettin ama seninle konuşmak istediklerim var Deniz..." doğrudan konuya giren Mert'in sesini duymamla anlık bir afallama yaşasam da, boğazımı temizleyerek, "Buluşmak mı istiyorsun?" diye sordum. Bu sırada Rüya yanıma gelmiş ve karşımdaki koltuğa bağdaş kurarak oturmuştu.

"Evet... Bugün buluşmaya ne dersin?" dediğinde kaşlarımı kaldırarak Rüya'ya döndüm. Oturduğu yerden kalkmış ve bana yaklaşmıştı. "Hastaneden daha yeni çıktın ve yatıp dinlenmen gerekiyor," dediğimde Rüya da kaşlarını kaldırmıştı.

"Evet, ama seninle konuşmak istediklerim beni dinlenmekten alıkoyuyor," dediğinde derin bir nefesi yavaşça verirken, "Sanırım ajandamı kontrol etmeliyim, acaba size yer ayırabilir miyim Mert Bey?" dediğimde Rüya'ya elimle telefonu gösterip dudak hareketleriyle, 'Aras'ı ara' diye mırıldandım. Söylediklerimi hızla uygulayarak koltuğun kenarına bıraktığı çantasından telefonunu çıkardı ve hızla bir numara tuşlayarak telefonu hoparlöre aldı.

"Sizden bir cevap bekliyorum Deniz Hanım," diyen Mert'in sesine eş zamanlı olarak Aras'ın, "Evet?" diyen sesi telefondan yükselmişti.

Rüya'dan telefonu alarak, "Öyleyse nerede buluşacağımızı söyle Mert," dedim normal çıkan sesimle. Aras ne yapmaya çalıştığımızı anlar gibi sessizce dinlemeye başlamıştı. Bense Mert'in sesini hoparlöre alırken, Aras'ı ahizeye almış ve telefonu kulağıma dayarken Mert'le konuştuğum telefonu ağzıma yaklaştırmıştım.

Mert, "Bildiğim güzel bir restoran var iki saat sonra yemeğe çıkabiliriz," dediğinde dalgaya vurmak istercesine, "Yeniden bir restorandın camlarının yere inmesini kaldıramam Mert," dedim. Mert cevabım üstüne sadece gülmekle yetindi, gülüşü kasıntıydı ama dert etmedim. Eğer Ekrem, benim içinde bulunduğum bir restoranda saldırsaydı ve ben hastanelik olsaydım, bende öyle bir durumda kasılırdım çünkü ne Ekrem'i ne de ailemi savunabilirdim.

"Merak etme öyle bir şey olmayacak, seni evinden almamı ister misin?" diye sorduğunda Aras kulağımdaki telefona, "Hayır de," diye mırıldandı. Bense duraksadım ve aklımda bir neden ararken kısmen doğru olan nedeni dile getirdim. "Olmaz... Yani şey şu an evde değilim ama adresi mesaj atarsan iki saate orada olurum," karşılığını verdim.

"Tamam, o zaman adresi mesaj atarım. Akşam görüşürüz," dedi Mert. "Görüşürüz," diyerek telefonu kapattım.

Derin bir nefes alıp verdikten sonra kapattığım telefonu koltuğun üstüne atarak Aras'ın hatta olduğu telefonu hoparlöre aldım ve "Buluşacağımız yeri mesaj atacak," dedim.

Aras düz bir sesle, "Berk de seninle gelecek. Yanında birkaç adamımız daha olacak," derken klavyeden yükselen sesleri duyabiliyordum. "Umarım yakınlarınızda adamım olduğunu belli etmezsin," dediğinde, "Mert'e, 'Berk ve Aras'ın adamları burada!' demek için can atıyorum ya zaten..." diye söylenmeden duramamıştım.

Rüya gözlerini devirerek yanımdan kalkarken, biraz önce çıktığı kapıyı araladı ve "Yemekler neredeyse hazır bir şeyler atıştırdıktan sonra hazırlanır çıkarsın, olur mu?" diye sordu. Başımı onaylarcasına salladığımda, Rüya kapıyı arkasından kapattı ve hattın diğer ucundaki Aras'la yalnız kaldım.

Aramızda derin bir sessizlik oluştuğunda, "Söyleyecek başka bir şeyin yoksa kapatıyorum Aras?" dedim sorarcasına.

"Bugün öğrendiğim bir şey var... Belki bilmek istersin," dediğinde duraksadım, anında kaşlarım çatılmıştı. Aras benimle kolay kolay bir şeyler paylaşmıyordu. Derin bir nefes alarak, "Ne öğrendin?" diye sordum.

"Senin şu kız arkadaşın, Tanay mı Tansel mi? Neydi o kızın adı?" diye sorduğunda, gözlerimi devirmemek için dişlerimi sıktım ve "Tanem..." diye tısladım dişlerimin arasından. İsmini gayet de net hatırlıyordu, kim kendine çemkiren bir kızın adını unuturdu ki?

"Ekrem'in kavga ettiğin bir kızla çıktığından bahsetmişti. Hatırlıyor musun?" dediğinde, başımı onaylarcasına sallarken, "Hayal... Evet, Ekrem o kızla neden çıkıyorsa artık..." diye istemsizce söylendiğimde, "O kız hakkında bir şeyler öğrendim," dedi Aras, sesi çok gizemli çıkıyordu.

Derin bir nefes alarak, "Daha fazla meraklandırmadan söylesen ya?" dediğimde, "Benden uzakta olmak çenene çok yarıyor sanırım?" dedi Aras. Biraz önceki gizem yerini sert bir soğukluğa bırakmıştı. İçime doldurduğum derin nefesi yavaşça verirken, "Hayal'den bahsediyorduk?" dedim.

"Hayal... Kûra'nın kız kardeşi. Kûra'nın gerçek adıysa Kaan."

Nefesim boğazımda sıkışıp kalırken, öksürmeye başlamıştım. Öylesine manyak birinin kız kardeşi şimdi benim abim olarak gördüğüm çocuğun burnunun dibinde miydi? Elimi göğsüme koyarak öksürüğümü dindirmeye çalıştım, bu sırada telefonu koltuğun üstüne bırakmıştım.

Ekrem, Hayal'den hiç haz etmiyor o kıza karşı hoşlanmaya dair bir his bile duymuyordu ama neden onunla çıkıyordu? Öte yandan, arkadaşlarımı bu beladan uzak tutmaya çalışırken ben farkında olmadan onlar bu belanın içine kendileri mi girmişti?

Başımı iki yana salladım ve telefonu tekrardan kulağıma koyarak, "En yakın zamanda Ekrem'le görüşmeliyim..." dedim. Aras buna itiraz edemezdi çünkü Ekrem de artık bu oyunun bir parçası haline gelmişti.


Telefonu kapattıktan sonra birkaç günün açlığını hazır yemeklerle bastırmış ve hazırlanarak Berk'in arabasına atlamıştım.

Üstümdeki salaş kıyafetleri değiştirerek siyah deri etek ve beyaz üzerine siyah çizgili bir kazak giymiştim. Yine Rüya'nın ince topuklu botlarından birini ayaklarıma geçirirken siyah bir kabanla evden çıkmıştım. Ceplerimden birine Aras'ın bana verdiği telefonu koyarken diğer cebime de Berk'in verdiği, içinde yüklü miktarda para bulunduran, kredi kartını koymuştum.

Mert'in mesaj olarak attığı adrese giderken yol boyu bir sessizlik olmuştu aramızda. Bu derin sessizlik sırasında benim düşünebildiğim tek şey Ekrem'di. Bir de Kûra... Gerçek adıyla Kaan ve kardeşi Hayal vardı.

Hayal'i takıldığımız yerlerde bir ya da iki defa görmüştüm. Son görüşmemiz ise sert olmuştu. Bar çıkışı sözlü kavgadan, yumruk yumruğa bir kavga ile yollarımız Emniyet Müdürlüğüne kadar uzamıştı. Ondan sonra bir daha onu hiç görmemiştim. Bu olay yaklaşık üç ay önce olmuştu. Aras'ın bahsettikleriyle birleştirince, Mete Akhoroz'un barına gitmemizden birkaç ay sonra Hayal bize bela olmuştu.

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken, "Hayal'i bara gitmemizden önce tanımıyordum," diye mırıldandım kendi kendime. "Efendim?" diye soran Berk'e, "Yok bir şey," diye mırıldandım ve başımı cama yasladım.

Berk'in sesi aklıma yeni bir soruyu getirirken yine üstünde düşünmeden, "Salih Akhoroz," dedim ve Berk'e döndüm. "Ne zaman ve nasıl öldü?" Berk kaşlarını çatarak bana döndüğünde, "Sen Salih'i nereden biliyorsun?" diye sordu.

"Annemi Yeraltı'na indiren adam..." diye nefretle söylendim.

"Bülent amca ile arasında bir kavga yaşandı. İlk önce şirketteki yetkilerini elinden aldık daha sonraysa..." duraksadı ve önüne döndü. Bense daha sonrasında ne olduğunu çok iyi bir şekilde anlamıştım. "Daha sonra da canını aldınız." Berk bana bakmadan arabayı sürmeye devam etti.

"Peki, ne zaman oldu bu olay?" diye sordum.

"Çok geçmedi üstünden geçen yılın eylül, ekim ayları gibiydi," dediğinde arabanın radyosunda gösterilen tarihe baktım. 29 Şubat'ı gösteriyordu.

Aras'ın beni Yeraltı'na çekmesinin üstünden tam tamına bir ay dokuz gün geçmişti. Bu bir ay içinde yaşadıklarımsa bana bir ömür gibi gelmişti. Başımı koltuğa yaslayarak, aklımdaki soruları bir boşluk doldurmacaya çevirmeye karar verdim ve her şeyin üstünden teker teker geçtim.

Aras, annesinin intiharını süs olarak kullanıp benden intikam almak istiyormuş izlenimi yarattı çünkü beni Mete'den korumak istiyordu. Ben hiçbir şeyin farkında değilken, Mete'nin dibinde dolanıyor ve onun dikkatini çekiyordum. Babası öldüğünde, hedefi Yeraltı projesini alıp Bülent'le çalışan annem olmuştu ama anneme zarar vermek için yeterince güçlü değildi ve beni hedef edindi. Bu sırada Aras'ı da avcuna almaya çalışıyordu çünkü bize istediği gibi el uzatabilmek için aradan Soykanları teker teker çıkarmalıydı.

Pekâlâ, böyle düşünülünce Mete'nin isteği aslında gün yüzüne çıkıyordu. Babasının ölümüne sebep olan kadını öldürmek ya da ona aynı acıları yaşatmak istiyordu. Bu düşünce üzerinden devam edersek, Mete'nin isteği anneme zarar vermekse, tek hedefi ben olamazdım. Gözüne Ulaş'ı da kestireceği bir zaman gelir miydi? Onu babamdan uzaklaştırıp Adana'ya göndermek yanlış bir karar mıydı acaba?

Bu düşünceler zihnimde oradan oraya koşuşturmaya başladığında, derin bir nefes alarak başımı cama yasladım. Mete'nin ne istediğini acilen öğrenmek zorundaydım.

***

"Biz buradan dağılacağız, bizden birkaç kişide içeride olacak," Berk son kez adamların fotoğrafını gösterdikten sonra bir şey söylemeden arabadan indim ve ellerimi kabanın ceplerine sokarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.

Kara bulutlar gökyüzünde kol gezse de yağmur yoktu, sadece soğuk rüzgârlar ve kurumaya yüz tutmuş ıslak kaldırımlar vardı. Adımlarımı biraz daha hızlandırarak restorandın girişindeki yeşil halıyı hızla geçtim. Bacaklarım çoktan soğuktan titremeye başlamıştı.

İçeriye girdiğimde gözlerim hızla etrafı tararken yakasında restorandın amblemi olan bir adam bana yaklaşarak, "Kabanınızı alayım hanımefendi," diyerek elini uzattı. Hafifçe gülümseyerek kabanı çıkarmasına müsaade ettim.

Görevli, "Rezervasyonunuz var mıydı hanımefendi?" diye tekrar bir soru yönelttiğinde dudaklarımı Mert'in ismini söylemek için aralamışken, "Benimle birlikte," dedi Mert. Derin bir nefes alıp gülümseyerek arkamdan gelen sese döndüm. Kot pantolon ve beyaz bir gömlek giymişti. Elindeyse, krem rengi tonlarında kalın bir ceket tutuyordu.

"Merhaba Deniz," diyerek gülümsediğinde, "Merhaba Mert," diyerek gülümsememi sürdürdüm. Kısa ve garip bir bakışmadan sonra ceketini adama uzattı ve elini belime koyarak, "Gel masamıza geçelim," dedi. Onaylarcasına başımı salladıktan sonra onun yönlendirmesiyle adımlamaya başladım. Gözlerimse etrafı tarıyordu.

Beyaz gömlekli garsonlardan birisi başını kaldırıp da bana baktığında, Berk'in gösterdiği fotoğraflar arasında yer alan adamlardan biri olduğunu hemen anlamıştım. Burası çoktan Soykanların adamlarıyla dolmuştu, az da olsa bir rahatlama hissetmiştim.

Denizi gören bir masaya geçtiğimizde derin bir nefes alıp alt dudağımı dişledim. Parmaklarım masanın üstünde ritim tutmaya başladığında Mert bir süre elime baktı ve "Eline ne oldu?" diye sordu. Omuz silkerek, "Mutfakta bir aksilik oldu, yanlışlıkla elimi kestim... Senin yaran nasıl?" diye sordum aramızdaki bu garip sessizliği sonlandırmak istercesine.

"Biraz ağrı sızı var ama o da geçer zamanla," dediğinde gülümseyerek, "Hangi yara geçmez ki?" diye sordum daha sonra ne diyeceğimi bilemeyerek araladığım dudaklarımı kapattım. Mert gülümseyerek, "Ruha işleyen yaralar geçmez diyorlar," dedi.

"Bir başka ruh gelip merhem olana kadar öyle o," dediğimde kaşlarını kaldırdı, "Hayata olumlu bakmaya başladığına inanamıyorum," dedi. Gülerek, "Çok mu olumsuz bakıyordum ki?" diye sordum. Kaşlarını kaldırıp etrafına bakındı ve "Buna cevap vermeyeceğim," dedi.

İstemsiz bir kahkahayla, "Mert!" diye tısladım. Kahkahama eşlik ettiğinde gülüşümü bastırdım ve "Bazı olaylar insanları değiştirir," dedim mantıklı bir açıklama yaratmak isterken. "Sanırım restoranda yapılan saldırı, seni ve diğer çalışanları öyle görmem... Bilemiyorum beni çok etkiledi," dediğimde başını sallayarak onayladı.

"Sahi... Saldırı demişken, seni sarstığım zaman gözlerini araladığında neden abi dedin?" diye sordum tek kaşımı kaldırırken. Mert sorduğum soruyla dudaklarını birbirine bastırdığında, "Ayrıca seni oradan çıkarmak için ayağa kaldırdığımda Aras Bey'in, 'Akhoroz' dediğini de duymuştum..." diye ekledim. Mert'in gözleri masada ritim tutan parmaklarıma kilitlendiğinde, kaşlarım çatıldı.

"Aklındaki soruyu sor Deniz..." dediğinde, "Merve abinizden bahsederken üvey olduğunu söylemişti..." dedim, derin bir nefes aldım ve "...restoranda saldıran üvey abinizdi, değil mi?" diye sorarak bitirdim.

Mert büyük bir ağırlığın altından çıkmak istercesine, başını onaylarcasına salladı ve dirseklerini masaya koyarak ellerini birbirine kenetledi.

"Orada olduğunu biliyor muydu?" dediğimde gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Hastanede, Merve'yle olan konuşmamıza kulak misafiri olduğunuzu gördüm?" dedi sorarcasına. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken Mert, "İnkâr etme, Merve siz beni ziyaret edip gittiğinizde güvenlikten kamera görüntülerini istedi," diyerek devam etti.

İçimde yeşeren panik hissiyle, histerik bir kahkaha attım. Kahkahamla Mert'in kaşları aniden çatılırken elimle yüzümü kapatarak, "Pardon," diye mırıldandım gülüşlerim arasından. "Çok pardon, siz o konularda ciddi miydiniz?" diye sordum. "Hani insanları öldürmek falan?" dediğimde Mert'in teni atmıştı. Sırıtışım yüzümde solarken gözlerimi kıstım.

Konuşmanın ne kadarını dinlediğimi bilmediği için derin bir nefes alarak doğruldum ve ciddileşerek, "İnsanları, kendi istediklerinizi elde etmek adına öldürüyor musunuz?" diye sordum. Bu sefer bozguna uğrayan taraf Mert olduğu için blöfüme hazırlanarak ellerimi avuç içlerim masaya denk gelecek şekilde koydum ve bacak bacağa attığım bacaklarımı her an kalkabileceğim bir hale getirdim.

"İğrençsiniz..." diye mırıldanarak ayağa kalktığımda Mert hızla bileğimi tuttu, bu birkaç garsonun bize yaklaşmasına neden olmuştu. Berk'in adamları kısılmış gözlerle bizi izlerken, "Bileğimi bırak," dediğimde, Mert "Otur," dedi. Tek kaşımı kaldırarak sorarcasına yüzüne baktığımda, "Lütfen... Lütfen Deniz, oturur musun?" dedi.

Blöfümü yuttuğu için içten bir sevinçle biraz önce kalktığım sandalyeye oturdum ve bileğimi bırakmasını bekledim. O ise bileğimi bırakmak yerine diğer elini de masanın üstüne koyarak ellerimi sardı. "Masum insanların zarar görmesini ben de istemiyorum ama içinde bulunduğumuz ortamın farkındasın, değil mi?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Sanırım değilim çünkü eğer kardeşinle ve üvey abinle etrafta terör saçıyorsanız..." ellerimi sıkarak beni susturdu ve kendisi konuştu. "Öyle bir şey yaptığımız yok," derken parmakları ellerimi sıkmaya devam ediyordu.

"Abin bir restoran dolusu insana saldırdı," dediğimde, "Aras'ın nasıl bir adam olduğunu biliyor musun sen?" diye sordu. Kaşlarımı kaldırıp, "Erken yaşta sorumluluk sahibi olmuş ve bana yardım eden birisi?" dediğimde inandırıcılığıma ben bile hayret etmiştim. Mert'in parmakları şaşkınlıkla çözülürken gözleri irileşmişti. Birkaç saniye duraksadıktan sonra, "Yine de buraya geldin?" diye sordu.

"Merve'yle olan konuşmanızı ciddiye almamıştım ama sen burada böyle ciddi ciddi konuşunca, artık beni korkutuyorsun," diye mırıldandım ve yüzümü buruşturdum. İçimden Ekrem'e ufak bir teşekkür yolladım. Bu kadar iyi yalan söyleyebilmem onun sayesindeydi.

Duraksadım ve "Tek bir şey soracağım," dedim. "Sonrasında ne olacak?" diye sordu, birkaç saniye duraksayarak sorusunu düşündüm. Sonrasında ne olabilirdi? "Ne olmasını isterdin?" diye cevap verdiğimde, "Benden korkmamanı," dedi ve buruk bir şekilde ekledi: "Korkulacak asıl kişi ben değilim."

"Pekâlâ, Hayal diye birini tanıyor musun?" diye sordum.

Mert'in yüzünde ki ifade bir anda değişirken kaşlarımı çattım. "Bu ismi nereden duydun?" dediğinde, sesindeki değişimi de fark etmiştim. Aramızda derin bir bakışma geçerken masaya gelen garsonla göz bağımız koptu.

"Hanım efendi telefonunuz çalıyordu, kabanınızda unutmuşsunuz," diyerek telefonu masaya bıraktığında led ışıklarından mavi olanı yanıp sönüyordu.

Mert'e kısa bir bakış attıktan sonra telefonu elime alarak cevapsız aramalara ve gelen mesajlara baktım. Yedi cevapsız arama vardı. Dördü Aras'tan, üçü de Berk'ten gelmişti. Hızla mesajlara geçtiğimde ise üç mesaj vardı. Üçü de Berk'e aitti.


Berk: Kahretsin. Oradan hemen çıkman lazım!

Berk: Mete'nin adamları geliyor Deniz çık oradan!

Berk: Kahretsin lavaboya git ve Aras'ı bekle! Mert'ten, gözlerden, her yerden uzaklaş! Tuvalete gir, kapıyı kilitle ve sakın kimseye açma küçük aptal.


Mesajları okurken parmaklarımın buz kestiğini hissettim ve hızla başımı kaldırarak Mert'e baktım. O ise hâlâ şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gözlerini kısarak, "Ne oldu?" diye sorduğunda, "Abinden bir farkın yok!" demekle yetindim ve bu sefer yalan söylememiştim.

Masadan kalkarak tuvalete gittiğini umduğum bir koridora geçmiştim ki Mert arkamdan gelerek, "Ne oldu?" diye sordu tekrardan, bu sefer beni tutmamıştı. Derin bir nefes alıp ona döndüğümde, "Sen de bir Akhoroz'sun, ne olduğunu nasıl bilmezsin? Özellikle de beni burada oyalıyorken!" dediğimde, Mert bir kez daha şaşkınlıkla bana bakakaldı.

"Abim senin peşinde mi?" diye sorduğunda, "Teşekkürler kardeşim, benim için Anahtarımızı güzel oyaladın..." diyen sesle, ikimiz de sesin geldiği yöne dönmüştük. Hafifçe yutkunarak geri çekildiğimde, Mert'e baktım. Gözlerindeki şaşkınlık ve pişmanlıkla bana baktığında, başımı iki yana salladım ve Mete'ye baktım.

İşte şimdi kapana kısılmıştım.

~~

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz!

Bana ulaşmak için:

Instagram: semihaakaya

Twitter: semihaakaya

Tekrar görüşmek üzere! Sizleri seviyorum, beklediğiniz için hepinize teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 174K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
3.6K 272 25
Asil Karen, geceyi hiç olmaması gereken bir yerde geçirmiş ve sabahında arkasına bakmadan kaçmak istemişti. Onu, kapının pervazına yaslanmış izleyen...
6.8K 114 1
İSTİ'KÂF-NEYT&NEYF İmkansızlıkları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkansız mıdır yaşayabilmek? Zor mudur gözlere bakarken sevgiyi görmek, yoksa...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.