GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

90.7K 12.6K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

16. Sırrını Biliyorum

2.4K 397 329
By DuruMavii

Selam.

Aramıza uzun bir zaman girdi ama önümüzdeki iki ay boyunca okuyacağımız seri bölümlerle telafi edeceğiz.

Lütfen oy ve yorum bırakmayı unutmayalım.

Madrigal~ Yaşayamam Bu Benle

Madrigal~ Dip

Keyifle okuyun.

🎭


Mert Tunalı!

Nihayet onu hatırlıyordum. Geç de olsa... Onu hastanede, Cihangir'in yanında görmüştüm.

Gözlerim bir yağmur bulutu gibi dolarken, hayatımda ilk kez düştüğüm bataklıktan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. İçimi saran utanç duygusu, bana olduğum yerden koşarak uzaklaşmamı söylüyordu ama aynı zamanda bunun yalnızca içinde bulunduğum anı kurtaracağını da biliyordum. Çünkü artık onların kolejinde, onlarla okuyacaktım. Kısacası onların çöplüğündeydim. Bugün kaçsam, yarın geri dönmek zorundaydım. Sadece bu yüzden, önce katlanmayı, sonra da savaşmayı öğrenmem gerekiyordu.

"Mira!" Cihangir'in baskın sesi okulun, parlak beyaza boyanmış duvarlarında yankılanırken, öğrencilerin kendi aralarında konuşan sesleri kesildi. Mira, irkilerek benden birkaç adım uzaklaşırken, kalkan başına, ince sol kaşı eşlik etti. "Onu sen mi getirdin buraya? Burnumuzun dibine?"

Tüm gözler Cihangir'in üzerindeydi. Buna rağmen düşünmedi. "Ben getirdim. Engel mi olacaksın?"

Mira, dudaklarını birbirine bastırarak başını iki yana salladı. "Babam bundan hoşlanmayacak."

"Bunu babanla konuşurum." dedi Cihangir. Bahsettiği ağabeyiydi. "Seninle değil."

Mira, düşen yüzüyle birlikte geri döndü ve sınıfına girdi. Su ve yanındaki diğer kızlar onu takip ederken, Berika ve Yekta'yı gördüm. Henüz geldikleri için ne olduğunu anlamış değillerdi ama eminim ki ifadem onlara hoş karşılanmadığımı anlatıyordu.

Cihangir, arkadaşlarıma "Onun yanından ayrılmayın." diye tembihledi. "Sonra konuşacağız."

"Anlaşıldı." dedi Yekta ve Berika ekledi. "Zaten ayrılmıyorduk, bu kurt yuvasında hiç ayrılmayız."

Cihangir bana hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. Son olarak Asır ve Can ile bir araya geldiğini gördüm. Sonra üçü birden gözden kayboldular. Berika ve Yekta, beni yerini kısa süre önce keşfettikleri kantine götürdüler. Boş masalardan birine oturduğumuzda, ikisi de ellerini masanın üzerinde duran ellerimin üzerine koydular.

"Ne söyledi o kendini beğenmişler sana?" Berika, zaten iri olan kahve gözlerini daha da açarak etrafına gözdağı vermeye çalıştı. "Bir tanesi yolacağım, hepsine ibret olacak. Sonra hiç biri bize yaklaşamayacak."

"Berika..." Yekta'nın uyaran sesi, Berika'ya göz devirtti. "Burayı okulumuzla karıştıramayız. Farklı işte, insanlar farklı, havası farklı, bizlik değil. Yine de bir şekilde buradayız. O zaman kabuğumuza çekilip, faydalanmaya bakacağız."

"Sahi ya." Berika, dirseğini masaya, avucunu yüzüne dayadı. "Maskeli adam neden sana böyle bir görev verdi acaba? Niyeti iyilik değil, onu biliyoruz."

Yekta başını salladı. "Cihangir bunu konuşmamız gerektiğini söyledi."

"Ne zaman söyledi?" Cihangir'in adını duymamla açılan ağzım ikisinin de dikkatini çekti."Dün sizinle değildim ya, o yüzden soruyorum."

"Telefonun da kapalıydı." diye sitem etti Berika. "Şarjının bittiğini tahmin ettim ama şarj aletini yanına almalıydın."

"İş yerinde telefon kullanmak yasakken, herhangi bir yere şarja takmam doğru olmaz. Bir de... Evde durumları biliyorsunuz. Şarj falan düşünecek durumda değildim."

İkisi de anlayışla baktı. "Neval Teyze nasıl? Hala inanamıyorum! Birlikte olduğu adam resmen Cihangir'in ağabeyi çıktı!" Yekta'nın bakışıyla kırdığı potun farkına vararak dudağını ısırdıktan sonra ayağa kalktı. "Ben size kahve alayım."

Berika uzaklaşırken, Yekta aramızdaki boş sandalyeye oturarak daha fazla yaklaştı. Mavi gözleri, bana teselli eden bakışlar sunuyordu ama elinden bir şey gelmiyor oluşuna o da çok üzülüyordu. "Okul çıkışı size gelmemi ister misin fıstık?"

"Çok isterim ama işe gitmem gerekiyor."

"Biliyorum."

"Haftasonu gelin. Hatta Berika ile birlikte gelin. Eskisi gibi film izleriz. Belki eskisi gibi biz de kalırsınız." Cümlem bittiğinde, Berika'nın değil evimde kalmak, gelirken bile gizli saklı yapması gerektiğini hatırlayarak içimi çektim. "Farkında mısın Yekta? Hayatlarımız giderek daha karmaşık bir hal alıyor. Berika çok fevri, onun yanında dile getirmekten çekiniyorum ama gerçek bu. Nasıl bir şey yaşıyoruz biz? Kendi halimizde öğrencilerken, geldiğimiz duruma bak."

Burukça gülümsedi. "Böylesini Netflix de bile izleyemez kimse."

Aynı buruk gülümseme benim dudaklarımda da yer etti. "Haklısın."

Berika, kahvelerimizi masaya bırakırken, "O değil de," diye söze girdi. "Bu okulun üniformalarına altın tozu mu dökmüşler anasını satayım. O ne biçim fiyattı öyle. Bir de Asır'a ben öderim, diye dayılandım. Neyse ki elimizi cebimize attırmadılar. Hayır, bulaşık yıkayacağımız bir mutfağı da yoktu ki."

Berika'nın sözleri hepimizi güldürürken, istemsizce ellerimi ağzıma kapattım. Gülerken istemsizce yaptığım bir şeydi bu. Aynı anda Asır ile göz göze geldik. Birkaç masa ilerde, arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu. Bakışlarım arkadaşlarına kaydı. Hiçbiri Cihangir değildi.

Zilin çalmasıyla ayaklanırken, "Beden dersiymiş." diye bildirdi Yekta. "Hoca bu sefer üniformalarımızla katılabileceğimizi söyledi ama bir sonraki sefer eşofman istiyor."

Kahvelerimizi yudumlayarak yürürken Berika of çekti. "Bu okula göre eşofman almak da iş yani. Battık abi."

"Neden bu okula göre alalım ki? Burada okuyoruz diye marka giyinmek zorunda değiliz. Merak etme, sayemde herkes nereden geldiğimizi biliyordur."

Berika omzunu benimkine vurarak "Saçmalama." dedi. "O başını eğdiğini görürsem, başını kuma gömerim Lalin. Herkes kendi hayatına baksın. Hepsi Rahine Terasa sanki."

"O kim be?"

Yekta'nın sorusuna karşılık omuz silkti. "Ne bileyim, annemden duydum öyle."

Beden dersi olduğu için sınıfa gitmedik. Onun yerine zemin katta bulunan kapalı spor salonuna indik. Dört bir yanı yüksek tribünlerle çevrili geniş bir alandı. Parlak meşe zemini, bol aynalı giyinme odaları ve zengin spor teçhizatıyla geldiğimiz yeri gölgede bıraktı.

"Vay be!" dedi Berika, bakışları çevrede dönüp dururken. "Bizim okulda atlayacak ipi zor buluyorduk. Adamlar sanki lisansli sporcuları yarışmaya hazırlar gibi ortam hazırlamış."

"Para." dedi Yekta. "Para böyle bir şey Berika."

Yekta'nın haklılığını mecburen kabullenerek tribünün bir köşesine oturduk. Biraz sonra aynı sınıfta okuyacağımız diğer öğrenciler alana girdi. Aksini söylemiştim ama ne yazık ki Berika da haklıydı; eğer eşofman giymiş olsaydık, onların marka eşofmanlarının yanında fena halde sırıtırdık...

"Bizimle birlikte on dört kişiyiz." Berika, gözüyle tekrar saydı. "Bunlardan dördünü zaten tanıyoruz."

"İyi yanından bak." dedi Yekta. "Yalnızca yedi kişi yabancı. Onlara da kısa sürede alışırız."

Mira ve arkadaşlarının üzerime diktiği bakışlarını fark edince "Hiç sanmıyorum." diye mırıldandım. En azından benim alışmam hiç de kolay olmayacaktı.

"Cihangir'e geliyor." Berika omzunu omzuma çarptırdı. "Çok havalı değil mi? Ne yalan söyleyeyim, Asır'dan hoşlanmıyor olmasaydım bir gözüm kayardı."

Berika'nın uyarısı, üzerimdeki kötü bakışların varlığını unutturdu ve dikkatim tümüyle kapıdan içeri giren Cihangir'e kaydı. Siyah eşofman takımları, uzun boyu ve atletik omuzlarında bir başka duruyordu. Eşofman üstünün fermuarını boğazına kadar çekmişti; yarattığı görüntü, gizemli yanına hizmet ediyordu. Az sonra, ona bakan tarafta yalnız olmadığımı fark ettim. Sınıftaki çoğu kız ona hayranlıkla bakıyordu.

"Toplanın bakalım!" Cihangir'in hemen arkasından giren kırklı yaşlarının başındaki adam yukarı kaldırdığı elleriyle tempo tuttu.. Dağınık halde duran öğrencilerin bir araya toplanmasıyla biz de yerimizden kalktık ve yaklaştık. Ancak değil hoşgeldin, demek, bize gülümseyen Asır ve Can dışında kimse varlığımızı bile fark etmemişti.

"Evet, görüyorum ki üç yeni öğrencimiz var." Yapılı bir vücuda sahip olan beden öğretmeni bize bakıp gülümsedi. "Hoşgeldiniz gençler, bize kendinizi tanıtır mısınız?"

Yekta ve Berika'ya ayak uydurarak bir adım öne çıktım. "Merhaba hocam," dedi Yekta. Rahat görünmeye çalışıyordu ama öyle olmadığını biliyordum. "Ben Yekta, on sekiz yaşındayım."

"Ben Berika. Ben de on sekiz yaşındayım." Koluma girerek gülümsedi. "Arkadaşımın adı da Lalin, aynı yaştayız ve aynı okuldan geliyoruz."

"Galiba arkadaşının dili yok." dedi, Mira'nın yanındaki kızlardan biri. "Yoksa sen onun avukatı olarak mı geldin?"

"Helin." diyerek uyardı öğretmen. "Evet kızım, seni tanıyalım. Adını öğrendiğimize göre, bize hangi okuldan geldiğini söyleyebilirsin."

Başımı salladım. "Biz Sarnıca Lisesinden geliyoruz."

Kıkırtılara şaşkınlık tepkileri eşlik etti. "Aaa devlet okulundan mı gelmişler!"

"Ne oldu?" diye sordu bir başkası. "Babalarınıza aynı anda milli piyango mu çıktı?"

Mira gülümsedi. "Belki de içlerinden birinin annesi evli ve zengin bir adamı ayartmıştır."

Mira'nın sözlerinin hedefinde kim olduğunu buradaki herkes biliyordu. Dudaklarım titredi. Engel olmak için alt dudağımı dişledim ama bunu yaparken nazik olmadığımı, saniyeler içinde ağzıma yayılan kanı yutarken anladım.

"Anlaşılan bugün dersimizi açık alanda geçirmemiz gerekiyor. Böylece çeneleriniz değil, bedenleriniz çalışır." Öğretmen, gelen itirazlara aldırış etmeden çıkışı işaret etti. Herkesin dışarı çıktığı sırada yerimden hareket edemedim. Berika koluma girmeye çalışırken, bir an da uzaklaştı. Bunu nedeni ancak başımı kaldırdığımda anlayabildim. Cihangir hala buradaydı. Diğerleriyle çıkışa kadar yürümüştü ama çıkmamıştı. Bir baş hareketiyle Yekta'ya çıkmalarını işaret ettiğinde Yekta önce kararsız kaldı. Sonra Berika'yı da aldı ve uzaklaştı.

Koca alanın ortasında onunla bir başıma kalmıştım ve tek yaptığım şey gözyaşlarımın akmasına engel olmaya çalışmaktı.

Ona bakmıyordum ama bana baktığını bilyordum.

"Dudağını ısırmayı bırak."
Dediğini yaptım. Dişlerimin deldiği dudağım özgür kalmasıyla sızlarken, "Neden söylemedin?" diye sordum ama beni duyup duymadığını bilmiyordum. Çünkü sesim kısıktı ve aramızda birkaç metreden fazlası vardı.

"Ne değişecekti?"

"Biliyordun." İçime akan gözyaşlarım sesimi çatallaştırmıştı. "Bildiğin halde sustun."

"Ne değişecekti?" diye sordu tekrar, bir heykel gibi hareketsizce durup beni izlediği yerden. "Hiçbir şey. "

"Neden bana hiçbir şey söylemedin!" Sesim yükselmemişti. Sesim sitem doluydu. "Neden o... O adamın kardeşi olduğunu söylemedin ki bana?"

Ağır adımlarla yürüdü. Alt tribünlerden birine oturdu ve beni izlemeye devam etti. Cevap vermek yerine bu şekilde davranması sinirlerimi daha fazla alt üst ediyordu.

Açılan ellerim etrafımı gösterdi. "Buraya neden geldim ben zaten? O kolejli çocuklara malzeme olmaya mı? Görev Yekta'nındı." Ellerim gücünü kaybetmiş gibi iki yanıma düşerken basım iki yana sallandı. "Ben burada olmamalıydım."

Sessizliği korumaya devam. Susmak için mi kalmıştı benimle! Bu düşüncelerle daha fazla kendime işkence etmek istemiyordum. Ona arkamı döndüm. Çıkışa doğru yürürken, ayağa kalktığını duydum ama burada daha fazla kalmak, onun karşısında daha fazla küçük düşmek istemiyordum.

"Kendi okulunda kalsaydın ne olacağını sanıyordun?"

Adımlarım, sözlerinin bittiği noktada durdu.

"Orada seni rahat bırakacaklarını sanıyorsun?"

Sorusunun cevabı büyük ve acı bir hayırdı. Magazin dergisine konu olduktan sonra kendi okuma girdiğim ilk andan itibaren yargılayan bakışları görmüştüm. Ayıplayan fısıldaşmaları duymuştum. Karşıma çıkıp benimle alay etmeleri, olanları yüzüme vurmaları an meselesiydi. Sadece buraya geldiğim için fırsatları olmamıştı.

"Bana bak."

Emrini yerine getirmek için değil, haklı olduğu için yavaşça ona döndüm. "En azından hiç birinin ağabeyin ile bir bağlantısı yoktu."

Yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça ela gözlerindeki kararlı ifadeyi daha net görüyordum. Aramızda yalnızca birkaç adım kala durduğunda, yüzüne bakmak için başımı kaldırdım.

"Seni buraya aldırdım. Çünkü sen oradayken seni koruyamazdım." Bakışları bir gözümden diğerine dolaşırken, başını aynı kararlılıkla salladı. "Gözümün önünde olmalısın." At kuyruğumdan fırlayarak şakağıma düşen ince saç tutamına kaydı gözleri. Sonra... Elini uzattı. İki parmağıyla ele geçirdiği o ince tutamı kulağımın arkasına iliştirirken, tam olarak o bölgede bir karıncalanma hissettim. "...ve olacaksın."

Konuşabilmem için dokunuşundan kurtulmam gerekiyordu. Neden bilmiyordum ama o bana dokunurken, konuşmak imkansız gibiydi.

Anlamış gibi elini çekti. "Konuş."

Gözlerine baktım ve "Neden beni korumak isteyesin?" diye sordum. Oysa alacağım cevaptan korkuyordum. Ona yardım ettiğim için, bana yardım ediyor olmasından korkuyordum ve bunu mantıklı hiçbir açıklamaya sığdıryamıyordum.

Bakışları dudaklarıma düştü. "Bana yardım ettin." Bakışlarını dudaklarımdan aldı. "Bana yapılan hiçbir şeyi karşılıksız bırakmam; ne iyiliği, ne kötülüğü..."

"Peki bu ne zamandır böyle?"

Kirpikleri fazladan birkaç defa daha kırpıldı. Kirpikleri... Kaşlarına değecek kadar uzunlardı, bunu henüz fark ediyordum. "Uzun zamandır."

Bana daha fazlasını anlatmayacağını biliyordum. Anlatmasını izlerdim ve bunu kendimden henüz öğreniyordum. Sonra... "Üzerimde hissettiğim bakışlara alışmam gerektiğini biliyorum." dedim, sessizce. "Bilmediğim, bunu nasıl yapmam gerektiği..."

"Alışacaksın. Bir süre sonra onları görmemeyi öğreneceksin."

"Tecrübe etmiş gibi konuşuyorsun." Bunu söylemeyi planlamamıştım. Kendime şaşırdım. Cihangir'in yanında hem çok tutuk hem de çok cesaretliydim.

"Bilemezsin."

Başımı salladım, yavaşça. "Bilemem. Anlatmazsın çünkü."

"Anlatmak bir şey değiştirmeyecekse, susmak kıymetli olandır."

Sen yine de anlat, demek isterdim; Sen yine de anlat Cihangir. Beni seni uzun uzun, hiç bıkmadan dinleyeceğim.

"Gitmeliyim."

Yine aramıza o meşhur çizgisini çekiyordu. Yine o çizgiden bir adım dahi atmama izin vermeyecekti. Orada bir başına kalacak ve kimseyi içeri almayacaktı. Orada bir başına, tüm dünyanın yükünü taşıyacaktı ve kimsenin kendisine yardım etmesine izin vermeyecekti.

"Tamam."

Benden uzaklaştı, kapının çıkmak üzereyken, durdu. Başını omzuna çevirdi ama bakışları yüzüme ulaşmadı. "Annene söyle, Mert Tunalı'dan uzak dursun."

"Bunu neden-" Tamamlayamadım. Çünkü gitti.

*

Hamburgercide işimi bitirip eve giderken kızartma kokusundan midemi bulanıyordu. Evvelsi gün anneme zaman ayırabilmek için banyo bile yapmamıştım. Şimdi üzerimde, iki günlük kızartma kokusuyla duruyordum ve bir an önce banyo yapmak istiyordum. Bu yüzden merdivenleri koşar adımlarla çıkıp kapıyı çaldım. Çok geçmeden annem kapıyı açtı ama farklı görünüyordu. Her zamanki penye ev kıyafetlerinin aksine, siyah etek ve ceket takımı vardı. Siyah, yumurta topuk ayakkabıları bile ayağındaydı. Saçlarını fönlemiş, makyajını da abartmıştı. Yüzünde heyecanla karışık bir gülümsemeyle kapıyı açtı, beni eve çekti.

"Lalin, hemen gidip giyin." Bana yaklaştı, kokladı, yüzünü buruşturdu. "Ya da önce banyo yap, fena kızartma kokuyorsun. Ama çabuk ol."

Okul çantamı şaşkınca yere bırakırken, "Ne oldu anne?" diye sordum. "Misafirimiz mi var?"

Başını salladı, gülümsemesi genişledi. "Mert gelecek!"

Doğru duyduğumu emin olamadım. "M- Mert mi? Mert Tunalı mı?"

Yüzümü okşayarak "Evet bebeğim." dedi. "Kendi istedi. Buraya gelip bizden, özellikle de senden özür dilemek istiyor. Dün seninle yaptığımız konuşmadan sonra ona bir şans daha vermek istedim."

"Ama anne...Ben boşandıktan sonra gö-"

"Hadi Lalin! Gelmek üzeredir. Hadi, doğru banyoya." Omuzlarımdan tuttu, beni çevirdi ve odama doğru yönlendirdi.

Kendimi sıcak suyun altına bırakırken, o adamla tekrar karşı karşıya gelmek istemediğimi düşündüm ama annemin gözlerindeki heyecanın aksini yapmama engel olacağını biliyordum. Bizi yıllarca tek başına büyütmüştü. Hayatındaki tek değişiklik, fazladan yaptığı mesailer olmuştu. Şimdi ise ilk kez heyecanlıydı. Ayakları yere basmıyordu ve nedeni ne yazık ki Mert Tunalı'ydı. Yine de o adama, annem için bazı adımlar atmadan bizden özür dilemesinin bir anlamı olmadığını söyleyecektim.

Banyodan sonra hızlıca giyinip salona gittiğimde, asıl şoku orada yaşadım; ağabeyim evdeydi ve yediği tabağı bile kaldırmayan çocuk, anneme masayı kurmasında yardım ediyordu.

"Ne yapıyorsun sen!" Kızgınlıkla elimdeki tabağı çekip aldım.

Gözlerini devirdikten "Ne yapıyor gibi görünüyorum?" diye sordu. "Kör müsün?"

"Hiç utanmıyorsun, değil mi?" Tabağı sertçe, özenle hazırlanmış masaya bıraktım. "Bizi o restaurantta yapayalnız bırakıp gittin. Senin yerinde bir başkası olsa, bize kol kanat gererdi. O kadının anneme hakaret etmesine izin vermezdi."

"Sen neden izin verdin?" diye sordu, benimkilere benzeyen gözlerini kısarak. "Utandığın için, değil mi? Ben de aynı sebepten gittim."

"Sen ve ben çok farklıyız!" Bağırmak istedim ama mizacıma tersti. "Sen benim gibi değilsin ki! Her zaman kendini savundun. Küçükken, parkta oynarken, okulda, her yerde!"

"Doğru, hiçbir zaman senin gibi pısırık olmadım."

"Ben pısırık değilim!"

Annem koşarak içeri girdi ve gelip aramızda durdu. "Hey! Ne oluyor size?"

Uzattığı koluyla beni gösterdi ağabeyim. "O başlattı, gelip elimden tabağı aldı manyak."

"Ağzını topla." Bağırmaya çalıştım ama olmadı. "Bana pısırık, dedi anne. Sen söyle, hangimizin yaptığı pısırıklık."

"Çocuklar..." Annem, üzgün gözlerle ikimize de sırayla bakarken, "Lütfen." dedi. "Benim için özel bir gün, böyle yapmayın. Geçmiş, geçmişte kaldı." Elini kolum boyunca kaydırarak, "Lalin, tatlım." dedi. "Ağabeyine durumu anlattım. Mert'in gelecek olmasını hoş karşıladı ve görüyorsun, yanımızda."

"Neden şimdi?" diye sordum doğrudan ağabeyime bakarak. "Niyetin ne senin?" O ağabeyimdi. Elbette onu seviyordum ama kötü bir yanı vardı; çıkarı olmadan hiçbir şey yapmazdı.

Omuz silkti. "Ne niyetim olacak? İşine bak." Tabağı masadan aldı ve koymak istediği yere koydu. Kendimi üzüntüyle yerime bıraktım. Hazırlıkların hiçbir kısmına karışmadım. Dinmekte olan gerginliğim biraz sonra kapının çalmasıyla nüksederken, söyleyeceklerimi tekrar ve tekrar kafamda geçirdim.

"Hoşgeldin Mert!" Başımı eğdim. Oturduğum yerden, dış kapının bulunduğu koridora baktığımda, anneme bir demet çiçek uzatıldığını gördüm. Annem yüzünde büyük bir gülümseyle çiçeği alırken, ağabeyim elini dışarı uzattı.

"Hoşgeldiniz Mert Bey."

Sonra onu gördüm; Cihangir'in ağabeyi Mert Tunalı'yı. Gri takım elbisesi ve beyaz gömleğiyle birlikte görüş açıma girdiğinde, oturduğum yerden kalktım. Ağabeyimin elini bıraktıktan sonra annemin elini tuttu ve üzerine nazik bir öpücük bıraktı. İçeri girmeden önce gözü ağabeyimin ayakkabısız ayaklarına kaydı. Bunun üzerine ayakkabıları çıkarmaya kalktı ama annem izin verdi. O da ısrarcı olmadı. Ayakkabılarıyla bana yaklaşırken, yüzünde hiç hasar görmemiş bir tebessüm vardı. Annem ve benim aksime... Ya son yaşananlardan hiç etkilenmemişti ya da etkilenmemiş gibi görünmeyi iyi başarıyordu.

"Merhaba, küçük hanım." Karşımda durdu, elini bana uzattı

"Merhaba." Elini sıkarken, biraz yaklaştı. Aynı sırada gözlerinin tıpkı Cihangir'inki gibi ela olduğunu gördüm. Ancak Cihangir'in derin bakışlarının aksine onun yüzeyseldi.

"Nasılsın?"

Bir an şaka yaptığını düşündüm. O restaurantta yaşananlardan sonra her şey basına yansımıştı. Bunu bilmiyor olamazdı. Bile bile nasıl olduğumu mu soruyordu? "Siz nasılsınız?" diye sordum, onunkini es geçerek. "İyi görünüyorsunuz."

Elini geri aldı. "İyiyim tatlım." Annemin, dolmalar, çeşitli mezeler ve daha bir sürü yiyecekle donalttığı masayı beğeniyle süzdükten sonra "Nereye geçeyim?" diye sordu.

Annem çiçekleri bir köşeye bıraktıktan sonra hızlı adımlarla yanımıza geldi. İlk aşkını ailesiyle tanıştıran kızlar gibi heyecanlıydı. "Böyle geçebilirsin." Baş köşeyi işaret ettikten sonra kendisi de karşısına oturdu. "Çocuklar, hadi siz de geçin."

Yerime oturdum. Levent de çok rastlamadığımız güleryüzüyle masaya geçtikten sonra annem yemekleri servis etti. Mert annem ve kendisine şarap doldurduktan sonra "Ne içersiniz çocuklar?" diye sordu. Levent de şarap istediğini söyleyince, gözleri bana döndü. "Sen de ister misin? Sanırım bu gece için annen izin verir. Öyle değil mi Neval?"

Anneme fırsat vermeden "İstemem." dedim. "Reşitim ama canım istemiyor." Konuşulacak daha önemli konular vardı. En azından şaraptan daha önemli şeyler...

"Nasıl istersen." dedi ve bana meyve suyu doldurdu. Buraya ilk kez gelmiş olmasına rağmen sanki kendi evindeymiş kadar rahattı. Sık sık annemle bakışlarıyla flörtleşiyor, keyifle yiyor ve yediklerini övüyordu. Üstelik annem ve Levent de hiç bir şey olmamış gibi ona katılıyordu.

Gözüm sürekli Mert'in üzerindeydi. Sürekli konuyu açmasını bekliyordum ama üçüncü kadehlerinin doldurmasına rağmen tek kelime bile etmemişti. El koymam gerektiğini anlayarak, "Mert Bey," diyerek söze girdim.

Keyifle elini masanın üzerinde duran elimin üzerine koyduğundan donakaldım. "Bey, demene gerek yok. Bana Mert amca de lütfen."

"Hayır." dediğimde Mert'in keyfi gülümsemesi dudaklarında dondu.

Annem elindeki çatalı tabağına düşürdü.

"Hayır. O kadar samimi olduğumuzu düşünmüyorum. Daha önce sizin yapmanız gereken bir açıklama var." Ciddiyetle gözlerine bakarken başımı salladım. "Hatırlatmama gerek var mı?"

Elimden ayırdığı eli, önündeki peçeyi aldı. Nazikçe dudaklarına dokundurduktan sonra arkasına yaslandı. "Hayır, elbette yok. Buraya tam olarak bu yüzden geldim. Olanlar için üzgün olduğumu bilmenizi isterim."

"Üzgün görünmüyorsunuz."

Annem sesli bir şekilde boğazını temizledi. Ağabeyim ona su uzatırken, beni bakışlarıyla uyardı.

Anneme doğru "Sorun değil." dedi. "Lalin stresli olmakta haksız sayılmaz. Ben de kendisine, bir daha böyle bir durumla karşı karşıya kalmayacağının teminatını veriyorum."

"Sadece bu kadar mı?" diye sordum merakla. "Siz... Eşinizden boşanmayacak mısınız?"

"Lalin," Annemin sesinden akan uyarıyı duymazdan geldim. Bir cevaba ihtiyacım vardı. "Bunları daha sonra konuşmamız daha doğru olur."

"İzin verir misin Neval'ciğim?" Mert, annemden onayı aldıktan sonra yaklaştı ve kollarını masaya yasladı. "Şu an her şeyin karmaşık geldiğini biliyorum. Son derece haklısın. Ancak bilmeni istiyorum ki annene değer veriyorum. Onu bilerek üzecek hiçbir şey yapmam."

"Size inanmak istiyorum." Samimiydim. "Söylediğiniz gibi anneme kıymet veriyorsanız..."

"Lalin, iki kızım var. Söylediğin şeyler o kadar da kolay değil."

Kızlarından biriyle tanışmıştım. Beni muhteşem bir şekilde karşılamıştı!

"Ne söylemek istiyorsunuz?"

"Bu işi biraz ağırdan almak zorundayız. Çocuklarımın psikolojisini düşünmek zorundayım.

Annem gerilmişti. Bunu hızlanan nefes alışverişlerinden anlayabiliyordum. Daha fazla dayanamadı. Ayağa kalktı. Yanına gittiği pencereyı açtı ve bir sigara yaktı.

"Annemin de iki çocuğu var." dedim üzerine basa basa. "Annem de çocuklarını düşünmek zorunda. Bunun yolu da evli bir adamdan uzak durmaktan geçiyor." Ayağa kalktım, kararlıydım. "Annem söylediğiniz gibi kıymet veriyorsanız, medeni durumunuz uygun olana kadar ona istediğiniz gibi yaklaşamazsınız."

Mert de ayağa kalktı. Ceketini aldı. Anneme baktı ama annem sigarasından seri nefesler çekiyordu ve bakışlarını daldıgı boşluktan ayırmıyordu.

Mert evimizden çıkıp gittiğinde annem sigarasını fırlattı ve gözleri dolu dolu karşıma geçti. "Neden böyle yaptın Lalin? Neden! Mert bizim için buradaydı. Her şeyi düzeltmek için gelmişti."

"Anne..." Yaşadığım hayal kırıklığı sesime de yansımıştı. "Neler söylediğini duymadın mı?"

"Elbette duydum!" Gözyaşıyla birlikte makyajı da akmaya başladı. "Düzelteceğini söyledi. Sadece zamana ihtiyacı var."

"Anne bırak ya!" diyerek araya girdi Levent. "Bu kas kafalı anlamaz yetişkinlerin işinden."

"Sen ne söylediğinin farkında mısın!" İnanamıyordum. İkisinin de verdiği tepki akıl alır gibi değildi. "Adam düpedüz annemi oyalıyor."

"Yeter!" diye bağırdı annem. "Yeter... Lütfen biraz duralım. Duralım ve her şeyi zaman bırakalım."

Konuşmak istedim ama annemin kalkan eli buna izin vermedi. Ağlayarak odasına gittiğinde kendimi berbat hissettim. Haksız mıydım ben? Adamın niyeti iyiydi de ben mi işleri bu noktaya getirmiştim? Belki de annemin söylediği gibi her şeyin çaresi zamandı.

"Eğer bu iş senin yüzünden bozulursa, kalan ömründe annemin gözlerinde hep aynı üzüntüyü göreceksin."

Beni indirecek son darbe de ağabeyim Levent'ten geldi. O da salonu terk ettiğinde, dolan gözlerimle başbaşa kaldım. Yanaklarıma düşen gözyaşlarımı sildim. Ben sildikçe yerine yenisi geldi. Koridora yürüdüm. Montumu giyecek vaktim yoktu. Terliklerimi giyip merdiveni inmeye başladım. Şans benden yanaydı! Mert Bey'in lüks aracı hala kapımızın önündeydi. Annem benim yüzümden üzülmesin, diye o adamla sakince konuşacaktım... Arabasının yanına gittim ama içeride olmadığını gördüm. Bakışlarım etrafı taradığında, onu az ileride telefonla konuşurken gördüm. Arkası dönüktü, beni fark etmedi. Yükselen sesi, adımlarımı ona daha amaçladığımdan daha fazla yaklaştırdı.

"Cihangir!" diye bağırdığı anda irkilerek durdum. "Yapmak zorundasın. Git ve bitir işini. Her seferinde sorun çıkarmaktan vazgeç. Yoksa ne olacağını bilyorsun. Sabrım tükenmek üzere Cihangir, sabrım tükenmek üzere."

🎭

Sizce Mert ve Cihangir arasında nasıl bir ilişki var?

Şüphesiz bu yeni bilgi bizimkileri biraz daha yakınlaştıracak.

Kısa süre içinde yeni bölümde görüşmek üzere...

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım.

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 39.5K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
925K 64.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
823K 37.2K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...