KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

788K 50.6K 56.9K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

31 - AY KARANLIĞI

7.2K 662 1.3K
By -zehradogan

Merhaba... Nasılsınız? Kış Gündönümü evreni nasıl gidiyor sizce?

Bir süre ekibi ayrı okumuştunuz. Artık beraberiz.

Sizce bu bölüm bizi neler bekliyor?

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım. Bu bölüm 800 yorumun altına düşmüyoruz.

Keyifli okumalar.

"Ay karanlığında kaybolan anılar gibidir düşünceler. Görünmez ama hep oradadır."

Çocukken en heyecanlı hissettiğimiz anlar hangisiydi? Babamın bana ilk aldığı kırmızı bisikleti hatırlıyorum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Henüz iki tekerle süremediğim zamanlardı. Neredeyse beni aşan büyüklükteydi ama ona binmeyi hiç ertelemedim. Sabah uyanır uyanmaz pijamalarımla kalkıp bisikletimle dışarı çıkmıştım. Henüz dışarıda sürmek için hazır değildim ama çıkmıştım işte... Karı da hesaba katmamıştım tabi. O zamanlar babam evin önündeki küçük çiçek bahçesine bir şeyler ekmeye çalışırdı. Yağan kar buna izin vermese de toprağı kazmayı başarmıştı. O gün bir iki pedal çevirmemle orada çamura dönen toprağın üzerine düşeceğimi bilmiyordum. O aynı meraklı heyecan içimi gıdıklıyordu. Kwang'ı görecektim...

O saatler süren yolculuk hiç bitmeyecekmiş gibi hissettirse de artık Akhara topraklarına girmiştik. Heyecanı iliklerime kadar hissederken ayağa kalkmış camdan dışarıyı izlemeye başlamıştım. Burada devam eden kışın hakimiyeti içimi soğutmuştu. Her yer bembeyazdı. Bu ülkeyi bu kadar özleyeceğimi hiç düşünmezdim. Gerçi özlediğim ülke değil, insanlardı. En çok da birisiydi, bir tanemdi... "Yenge, iniş yapacağız koltuğuna otur," sesi üzerine arkamı döndüm. Hepsi koltuklarına oturmuş kemerlerini de bağlamıştı. Doğa ve Gilda arasında kalan boş koltuğa oturdum. Çocuk gibi dışıma yansıyan heyecanımın beni komik gösterdiğinin farkındaydım. Hepsini özlemiştim, hepsine sarılabilirdim.

Gilda ürkek ve meraklı gözlerle bana bakıyordu. Elini tuttum. O da heyecandan dolayı çok gergin hissediyordu. Benden güç alırcasına sıktı elimi. Sonra Doğa'ya döndüm. "Nasıl görünüyorum? Düzgün mü?" derken işaret parmağımla alnımı göstermiştim. Çarşafımın önünü düzeltir gibi hareketler yapınca Doğa bu kıpır kıpır halime gülümseyerek, "Kwang sana sarılınca zaten üzerinde düzgün bir şey kalmayacak," dedi. Gözlerimi irice açıp etrafıma baktığımda bu söylediğini başkasının duymamış olmasını diledim. "Yani, sıkı sarılacaktır. Görür görmez. Hani..." diye devam edecekken söze girdim. "Tamam Doğa. Anladım."

Artık iniş yapıyorduk ve resmen askeriyenin üzerindeydik. Bayılabilirdim. Göğsüm yerinden çıkacakmış gibi inip kalkıyor olmalıydı. Saniyeler dakikaları geçip saate dönüşecekti neredeyse! Sonunda artık durduğumuzda kemerlerimizi çözdük. Ellerim titriyordu. Ardından kapı açıldı. Şu an gerçekten, imdat! Kapının açılmasıyla ayağa kalktık. Avlunun içindeydik. Bir an da soğuğu hissetmek bütün bedenimin titremesine sebep oldu. Binanın kapısı önünde duran Kwang'ı görmemle kalbim farklı tepkimelere girdi. Hemen yanında Matteo, Medusa, Ethan ve Ahsen... Diğerleri gözümde bir silüet gibiydi. Gözümün gördüğü tek kişi Kwang'dı. Dik duruşu geniş omuzlarının üzerine atlamam için epey davetkardı. Parlayan çekik gözler... Özlem dolu bir heyecan. Onda yansımamı görüyordum.

Bir adım attım, sonra bir adım daha. Koşar gibi uçaktan indim. Ayağımın altında kalan karı çiğnemek hoşuma gitmişti. O da benim adımlarımla bana doğru geliyordu. Artık gerçekten ona doğru koşuyordum. O ise yeni nefes almaya başlamış gibi yere bastığı sağlam adımlarla ağır ağır bana doğru gelmekteydi. Bu ne ihtişam... Artık aramızda kocaman bir adım kala kollarımı boynuna dolamak için üzerine atıldım. Bana doğru eğilmiş ve bir eli çoktan belimi sarmıştı. Beni kuvvetlice içine hapsedişi bu soğuğu bile ısıtıyordu. Ayaklarım yerden kesilmişti ve yüzünü çoktan omzum üzerine gömmüştü. Bacaklarım öylece dümdüz dururken bedenim onun geniş kolları arasında ufacık kalmıştı. Parmak ucunda gibi havada kalan ayaklarım da heyecandan tepinmemek için zor duruyordu.

Hemen kulağımın yanında duyduğum fısıltı beni onun rüzgarına hapsetmişti bile. "Aldım seni." Memnun bir şekilde duyulan gülüşünü görmek için kollarımı gevşeterek biraz geri çekildim. Kolları bütün sırtımda beni indirmemeye kararlı bir şekilde sımsıkı duruyordu. Gülümsüyordu. "Aldın beni," dedim. Aynı memnun ifadeyle gülümsedim. Gözlerimde gezindi gözleri. Sonra yüzümü ilk defa görmüş gibi izlemeye başladı. "Çok özledim," dedi. Öyle içtendi ki onun sevgi dolu gözlerine sonsuza dek bakmayı diledim. Kollarımı boynundan alarak ellerimi yanaklarına koydum. Beni zaten kolları arasına almıştı. Düşmem imkansızdı. "Ben de seni çok özledim..." 

Onu öpme arzumu ertelemem gerektiğini biliyordum. Herkes buradaydı. Sonra yine sarıldı ve ben tekrar kollarımı boynuna doladım. "Kahretsin. O ülke benden kimi saklayabileceğini sandı?" Bu içini söndürmeyen ateşin öfkesi intikamı canlandırıyordu. "Şşş..." dedim. Ünlem dolu ses tonum şu an bu konuda tek kelime etmek istemiyordu. "Kucağındayım. Sen bela mı okuyorsun?" Bütün bedenimde hissettiğim o kuvvetten sonra beni yavaşça indirdi. Parmaklarını çenemim altına koyduğunda yüzüne bakmam için hafifçe kaldırdı. "Sana dokunan eli kırmaktan beter edeceğim," dedi. Sonra bir eli koluma uzandığında, "Ağrıların devam ediyor mu?" diye ekledi. "Nereden biliyorsun?" Sorum üzerine kaşları çatıldı. "Her şeyi izliyorduk..."

Daha o zamanlar bile mi? Yine konuştu. "İlk konuştuğumuzda bir terslik olduğunu anlayınca Ethan senin aramandan sonra askeriyenin ağ sistemine girmek için bütün sistem odasıyla çalıştı. Biz oradan ayrıldıktan sonraki bütün görüntüleri izlemeye başladık. Doğa'ya atılan tokadı. Koluna kurşun sıkmalarını. Toplantıdan önceki o tokat da..." Yine sinirlenmemek için derin bir nefes aldı ve ekledi. "Plan tehlikeye düşmesin diye ülkeye orduyla gelmemek için nasıl direndiğimi tahmin edersin." Yutkundum. "Senin yapacakların, benim tahminlerimin çok üzerinde bir seviyeye çıkıyor." dediğimde gözlerinin hedefi dudaklarım oldu. Evet, kesinlikle birbirimizi çok özlemiştik. 

"Şimdi ne yapacağız?" Sesim kısık ve meraklı çıkmıştı. O ise kısa bir gülüşten sonra, "Yaptık bile," dediğinde kaşlarımı çatarak planların ne olabileceğini düşündüm. Biz oradayken, onların burada boş durmadığı belli oluyordu. "Ne yaptınız?" Sorum karşısında elimi avuçları arasına alarak öptü. "Artık birlikteyiz. Bütün planlar üzerinde konuşacağız. Önce bir şeyler yemeli sonra da dinlenmelisin." Peşinden bir iki adım yürüdükten sonra bize doğru gelen Medusa ve Ahsen'i gördüm. Çok sevinçli görünüyorlardı. İkisi de bana yaklaşınca sarıldılar. Ardından Doğa ve Gilda da uçaktan inmiş ve yanımıza gelmişlerdi. Ahsen'in üzerinde çarşafını gördüğüm ilk andan beri aklım ondaydı. Şimdi ne kadar mutlu bakıyordu. Akhara da bir şeylerin değiştiğini görmek hayal gibiydi.

Medusa, "Sonunda! Şimdi onların içinden geçeceğiz," diyerek bana sarılmaya devam ediyordu. Ahsen ise, "O koluna doğru dürüst müdahalede bulunmadılar. Bakmam gerekecek," dedi. İkisinden de ayrıldığımda Doğa bir kolunu benim omzuma diğer kolunu da Ahsen'in omzu üzerine koyarak sarıldı. Bu sıcak sarılmanın ne anlama geldiğini konuşmak için zamanımız olacaktı. Üçümüzün de artık tesettürlü olabilmesi gerçekten rüya gibiydi. Sonra Medusa'nın sesiyle ona döndük. "Merhaba! Benim adım Medusa. Elbisene bayıldım," diyerek tokalaşmak için Gilda'ya elini uzatmıştı. Gilda utanmış gibi kızardığında zorla kendi adını söylemişti. "Benim adım da Gilda." Medusa'nın uzattığı ele utangaç bir tavırla elini uzattı. 

Matteo da bizim yanımıza gelmişti. Kwang biraz uzağımızda durunca o da Kwang'ın yanında durdu. Gilda'nın yanına geçtim. Biraz rahatlaması adına konuşmalıydım. "Kagatri'ye götürüldüğümüzde bir kasabadaydık. Gilda bize çok yardım etti. Zor zamanlarda yanımdaydı. Yemeğimiz olmadığında, kasaba halkı tarafından zarar gördüğümüzde," diyerek Gilda'ya baktım. "Artık o da aramızda olacak." Sözlerim üzerine Gilda, Ahsen ve Medusa'ya bakarak gülümsedi. "Hoş geldin Gilda, ben de Ahsen. Arkadaşlarımıza yardım ettiğin için teşekkür ederiz. Rahatla, artık güvendesin." Ahsen'in sıcak yaklaşımı da Gilda'yı biraz daha gevşetmişti. Medusa da Gilda'ya alıcı gözüyle bakıyordu. Onun belinin zarifliğini ortaya çıkaran gri elbisesi, dağınık kumral saçları, esmer teni ve ela gözleriyle orta çağ prensesleri gibi duru bir güzelliği vardı.

Sanırım Medusa ekipten kimin yanına yakışır diye düşünüyordu. Çöpçatanlık modu açılmış gibi duruyordu. Sonra Medusa'nın gözleri uzaktan buraya bakan ekibe kaydı. Çağan kolunun altına Leyan'ı almış onunla bir şeyler konuşuyordu. Diğerleri de öyle ama Jun doğrudan buraya bakıyordu. Seo ona bir şeyler anlatsa da o sabit bir yere odaklanmış gibiydi. Medusa bunu yakalamıştı ve, "Jun Woo ile tanıştın mı?" dedi. Gilda bu soruyla gözlerini irice açtı. "Pek sayılmaz, neden?" Medusa bir Jun'a bir de Gilda'ya bakıyordu. Yalancı bir öksürüğün ardından uyarıcı bir ses tonuyla, "Medusa," dediğimde şu an Gilda'yı daha fazla utandırmamasını diledim.

Medusa, "Gel, sana askeriyeyi gösterelim. Üniformalarımızdan verelim, yemek yiyelim," diyerek Gilda ve Ahsen'in kolundan tutup yürümeye başladı. Uzaklaşmadan hemen arkasını dönüp, "Onlar da kocalarıyla takılsın," dediğinde direkt olarak Doğa'ya baktım. Çünkü Matteo, Doğa, Kwang ve ben kalmıştık. Bir de Gölge... Doğa yine Medusa'nın yersiz imaları yüzünden onu boğacakmış gibi bakarken Matteo ona doğru yürüdü. Ben de ikisine bakarak yavaş adımlarla Kwang'a yaklaştım. Doğa kucağındaki kediyle onun tepesinde dikilen Matteo'ya baktı. Sessizlik olunca, "Bir şey mi diyecektin Matteo?" dedi. Matteo kollarını göğsünde bağlayarak olumsuz anlamda kafasını salladı. Onu kınar gibi cık cıkladığında, "Gerçekten yalanmış. Beni biraz bile özlemedin mi?" dedi. Gücenmiş gibi duruyordu ama şakaya da vuruyordu.

O sırada Gölge, Doğa'nın kucağından yere atladı ve Matteo'nun ayakları dibinde dolanmaya başladı. Gövdesini ona kendini sevdirmek için yaklaştırıyordu. Matteo ayaklarına sarılan bu kediye doğru eğildi ve elleri arasına alıp kucağına yerleştirdi. Sonra Doğa'ya bakarak, "Hayvan bile kime gideceğini biliyor," dedi. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Kwang da yine bu konuşmanın nereye çıkacağını merak ederek Matteo'ya bakıyordu. Doğa, "Bak, en azından biri seni özlemiş," dediğinde Matteo hüsrana uğramış gibi Doğa'ya baktı. "İhtimal var demiştin. Duygularımı öğrendikten sonra şimdi kendini geri mi çekiyorsun?" Bu ciddi sorunun cevabı gecikmedi. "İhtimalleri kullanmıyorsun Matteo. Geçmişini anlatman seni affetmem için yeterli değil."

Matteo bu sözler üzerine Gölge'yi yavaşça yere bıraktı. Şimdi Gölge benim yanıma gelmiş ve ayaklarımın yanına kıvrılmıştı. Doğa daha açıklayıcı olmak adına konuşmaya devam etti. "Güzel bir başlangıç yapamadık. Senin hakkında iyi bir şeylerin zerresini bile düşünmedim. Fakat aklımı karıştırdığın doğru. Bu senin gerçek hislerin mi yoksa hayatında farklı giden yeni bir heyecan mı ondan emin değilim." Doğa sadece bu adamın eski huylarından korkuyordu. Sanki mutluluğu kendi için imkansız görüyordu. Matteo bu sözlere bozulmadı. Aksine Doğa kendini açıkladığı için memnun olmuştu. Bu soğuk havaya eşlik eden yeni yağmaya başlayan kar taneleri oldu. Yine Akhara'da sabah mı akşam mı belli değildi. Soğuk beyaz etrafı kaplamıştı.

Matteo ona güven temin etmek ister gibi konuşmaya başladı. "Haklısın. Bu konuda epey beceriksiz kaldığımı görebiliyorum. Şakası olmadan, iması yapılmadan duymak istiyorsun emin olamadığın o hisleri," dedi ve daha ciddi bir görünüme girerek devam etti. "Ben seninle güçlenmek istiyorum Doğa. İncittiğim o kalbi onarmak istiyorum." Doğa yere baktı. Bu sözler üzerine onun yüzüne bakamamıştı. Matteo yine yumuşak sayılabilecek bir ses tonuyla konuştu. "Düşün, karanlık bir odadasın. Küçücük bir ışığın içeri sızdığını görsen, o ışığa yönelmez misin? Hala önün karanlık ve göremiyorken, o ışığı takip etmez misin?" Kaşlarını çaresizce kaldırmıştı. "O ışık sensin Doğa. Ve ben kör bir şekilde sana yürüyorum. Yolum karanlık biliyorum. Takılıp düşüyorum ama devam ediyorum. Çünkü aydınlık çok yakın, görüyorum."

Şimdi Doğa'nın bakışları yumuşuyor ve karşısında ufalan bu adamı izliyordu. Matteo yutkunarak sözlerini toparlamaya çalışır bir şekilde biraz durdu. Doğa'dan yeni bir cevap gelmeyince devam etti. "Biliyorum canını çok yaktım. Seni korkuttum, nefretini kazandım. Telafi etmek için her şeyi yapmaya hazırım. Bana hiçbir şey bu kadar pişman ve çaresiz hissettirmemişti. Hep cümlelerimi toparlamak istedim. Karşına çıkacak kadar değerli cümleler kuramadım. Biliyorum, sözler yeterli olmaz. Bazen hisler konuşur. Biraz bile bir şey hissetmiyor musun? Çok azı bile yeterdi. Beni anlaman için..." 

Doğa düşünceli bir şekilde ona bakıyordu. Arada yere de bakıyor, onunla göz temasına uzun süre giremiyordu. "Sence, biz... Güzel olabilir miyiz?" Sormak ve sormamak arasında ağzından zorla çıkan bu sözlerin ardından yine yere bakan gözlerini Matteo'nun yüz ifadesini görmek için ona çevirmişti. Matteo'nun bu soru karşısında gözleri parladı. Bu soruyu hiç beklemediği çok açıktı. Kaşlarını kaldırıp Doğa'ya baktığında, "Çok, çok güzel oluruz Doğa." Kekeler gibi heyecanla başladığı cümlesini devam ettirdi. "Sadece bir adım at bana. Sadece biraz yaklaş. Ben, yani biz..." diye konuşmaya çalışırken Doğa ona yardımcı olmak adına söze girdi. "Biz, birbirimize iyi gelebilir miyiz?" Sesi ona inanmak ister gibi çıkmıştı.

Matteo yutkundu. Kararlı bir şekilde yine ona kendini inandırmak istiyordu. "Senin için en iyisi olacağım." Doğa bir kez daha şaşkınlıkla baktı ona. Ciddi ya da gerçek olup olmadığına o kadar takılmış duruyordu ki şüphelerini bırakıp ona bir şans verecek miydi merak ediyordum. Doğa'nın yüzü kızarmıştı. Doğa'nın Matteo karşısında yüzü mü kızarmıştı? Kwang'la onları öyle dikkatli izliyorduk ki bu konuşmanın bir sonuçla bitip bitmeyeceği de ayrı bir konuydu. Matteo devam etti. "O yeşil gözlerin hedefi olmak istiyorum. Beni fark etmeni istiyorum Doğa. Beni fark ettiğinde ise..." dedi ve durdu. Ona yaklaşmak istiyordu ama kendini tutması gerektiğini de biliyordu.

"Ne olacak?" dedi Doğa. Fısıltıyla konuşmuştu. İkisi de birbirine dikkatle bakıyordu. "Hayallerin var mı?" Matteo'nun sorusuna anlık duraksayan Doğa, "Var," dedi. Matteo kendinden emin bir şekilde cevap verdi. "Hepsini gerçek yapacağım." Baskın bir şekilde ekledi. "Hayallerinin hepsini..." Doğa şimdi bu ciddi sözlerin arkasının boş olmadığını yeni fark etmiş gibi Matteo'ya bakışları değişti. Gülümsedi. Öyle ki bunu gizleyemeyecek kadar güzel gülümsemişti. Matteo da şimdi rahatlamış görünüyordu. Kwang'la birbirimize baktık. Şu an fena bir akım geçiyordu aralarından. "Aşkın bana ne yaptığına bak. Askeriyenin mafyası, adalet örgütünden bir kıza aşık oldu. Hala mafya kılıklı, sana küçüğüm diye hitap eden erkeklerden hoşlanmıyor musun?"

Doğa yine komik haline geçiş yapan bu adama bakarak, "Belki, biraz hoşlanabilirim," dedi. Matteo heyecanla işaret parmağını hafif bir şekilde kaldırıp Doğa'ya doğrulttu. Sonra başını bize çevirdi. "Duydunuz mu? Hoşlanabilirim dedi. Hoşlanıyorum dedi yani!" Gözlerinin içi parlıyordu. Bu ikisinin bu hale geleceğine asla inanmazdım. Kwang kollarını göğsünde bağlayarak, ona gülümsüyordu. Matteo heyecanla Doğa'ya tekrar bakıp, "O zaman odamıza gidelim. Baş başa konuşuruz. Hem daha rahat," diye devam edecekken Doğa uyarı taşıyan bir ses tonuyla konuştu. "Yavaş biraz. Odamıza falan gidemeyiz Matteo."

Şimdi az kalsın kahkaha atıyordum. Matteo, "Şey, burada bir odamız vardı. O yüzden söyledim ben," diye toparlamaya çalışırken Doğa yine araya girdi. "O odada artık ben kalacağım Matteo. Ta ki," dedi ve durdu. Matteo merakla, "Ta ki?" diye soruyla tekrarladığında duyamamış gibi başını ona yaklaştırdı. Doğa kollarını göğsü üzerinde bağlayarak konuştu. "Ta ki aramızda gerçek bir nikah olana kadar." Şimdi yine şaşırma sırası Matteo'ya dönmüştü. "Sen! Benimle evlenmek istiyorsun." Matteo işaret parmağını hem ona hem kendine doğrultmuştu. Doğa rahat bir tavırla, "Ben öyle bir şey demedim," derken Matteo hemen cevap verdi. "Öyle dedin." Doğa göz devirerek, "Demedim," dese de yine Matteo'nun cevabı gecikmedi. "Dedin."

Artık onlardan ayrılmamızı işaret eden Kwang elimi tuttuğunda yürümeye başladı. Herkesi arkamızda bırakarak yürümeye devam ettik. Beni yemekhaneye götürdüğünde etrafta kimse yoktu. "Yemek saati değil gibi," dediğimde Kwang hala elimi tutmuş beni arkasından götürür gibi ilerliyordu. Kurduğum cümle üzerine bana döndüğünde, "Yemek saati mi? Artık Akhar yönetimi yok sevgilim. İstediğimizi yaparız ve bugün istediklerimiz olacak" dedi. Doğru. Sanırım bu duruma alışmam biraz zaman alacaktı. Yemekhaneye girdiğimizde beni bir masaya kadar getirip oturttuğunda, "Mutfaktan yiyecekleri alıp geliyorum. Bekle canım," dedi. Zaten her zaman üzerime titriyordu. Şimdi bu uzaklık yüzünden daha mı dikkatli olacaktı yani? Bu adamın yumuşaklığına her gün eriyordum.

Biraz beklediğimde elinde iki tabak ve iki de konserveyle gelmişti. Karşıma oturduğunda tabakların üzerine bıraktığı kaşıkları da masaya koyarak konserveleri açtı. Sessizce onu izliyordum. "Yiyecek kaynaklarımız artık tükeniyor Hesna." Durum o kadar kötüleşmişti demek ki. Konservedekileri tabaklara döktüğünde konuşmaya devam etti. "Bir ülkeyle ittifakımız oldu," dedi ve bana baktı. Doldurduğu tabağı bana uzattığında, "Hangi ülke?" dedim. Kaşlarımı ister istemez çatmıştım. Sonra gerilmemi istemezmiş gibi rahatlatıcı bir gülümsemeyle konuştu. "Dur, hemen çatma kaşlarını."

Ardından soruma cevap verdi. "Gorkwon," dediğinde şaşırmıştım. "Doğduğun ülke mi? Nasıl oldu?" Bunun hikayesini merak etmiştim. "Annem ve babam savcıyken iş görüşmeleri oluyordu demiştim. Başka ülkelerde siyasi davalara bakıyorlardı. Akhar'ın içine girmek zorunda kaldıklarında ise artık bu görüşmeler kesilmiş. Gorkwon ikisini de önemli görüyordu ama Akhar'ın kibri yüzünden ayrılık düştü. Geçtiğimiz günlerde ise babam Gorkwon yöneticisiyle bir görüşme gerçekleştirdi." Gözlerim irice açıldı. Bu işimize gelirdi. Şaşkınlıkla konuştum. "Artık onlarla ittifak olacağız deme bana." O ise kararlı bir şekilde, "Artık onlarla ittifak olacağız," dedi. 

Ciddiydi. Dirseklerini masaya dayayarak bana doğru yaklaştı. "Ülkeyi büyütmemiz şart. Gorkwon kendini toparlamış fakat onların da güce ihtiyacı var. Artık Akhar diye bir şey kalmadığına göre güvenilir yöneticiler bizimle olacaktır. Önümüzdeki günlerde savaş hazırlığına gireceğiz. Yönetimi ele alacağımız ilk ülke de Kagatri olacak." Sözlerini başımla onayladım. "Kagatri'de dünyadan haberi olmayan masum insanlar da var Kwang. Dikkatli olmalıyız," dediğimde hemen cevap verdi. "Zaten savaşa askerler dışında kimseyi sokmuyorlar. Ülkeyi aldığımızda o masum insanlara yeni bir hayat sunacağız. Oraya da içimizden siyasi başarısı olan kurulun askerlerinden birilerini yollayabiliriz. Böylece oranın toprak kaynaklarından da faydalanacağız," diyerek gelecek planlarından bahsetmeye başladı.

Hiç kardeşinden bahsetmemişti. Ailesinden de... Seo ve Jun da normal görünüyordu. Bu konuyu o açana kadar konuşmamayı düşündüm. Acıyla başa çıkma yolları onları görmezden gelmekti sanırım. Karnımız doyduğunda evimize gitmek için kalktık. Yine elimi tuttu. Parmaklarımız birbiri arasından geçtiğinde avuç içlerimizde o sıcak teni hissediyorduk. Hava karanlık görünse de henüz akşam olmamıştı. Binaya girdiğimizde acilen duşa girmem gerekiyordu. Kagatri'nin o kasvet havasını üzerimden atmalıydım. Kıyafetlerimi ayarlayarak banyoya girdim. Kwang da üniformasının üstünü çıkarmaya başladı. Yokluğumda doğru düzgün dinlenememiş olmalıydı. Biraz uykuya ihtiyacımız olabilirdi.

Banyo sonrası rahat uyuyabilmek için de siyah pijama takımımı giyecektim. Kolumu kıyafetin kolundan geçirirken gözlerim aynaya takıldı. Sıra sıra morluklarla dolu bir kol. Kurşun yaralarında dikişler olan, ten rengimin değiştiği bir kol. Yine sızlamaya başlamıştı. Buradan çıkınca ilk iş Ahsen'i bulmaktı. Ön düğmelerimi ilikledikten sonra saçlarımı kurulamaya başladım. Ardından kapı çaldı. "Yanıma gel Hesna. Ben yaparım." Gülümsedim. En son saçlarımı kurulayıp taramasından bugüne uzun zaman olmuş gibiydi. Kapıya yönelerek açtığımda doğrudan bana bakan Kwang yine ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu. Sonra bana doğru bir adım atıp bir elini enseme götürdü. Kendine doğru yaklaştırıp sarıldı. Yüzüm göğsü üzerine gömülmüştü. Onun kalp atışlarını duymanın verdiği huzurla sarılmaya devam ettim.

Başımın üzerini öptü. "Saçlarının kokusunu çok özlemişim," dedi. Ayrılıp ellerini yüzüme yaklaştırdı. Yüzüm şimdi avuçları arasında kalmıştı. Özlemle bakıyordu gözlerime. Sonra bu kapı önünde ayakta durmak istemezmiş gibi elimi tutarak yatağa yürümeye başladı. Beni önüne alıp arkama oturduğunda saçlarımı kurulamaya başladı. Makineyi saçlarımda gezdirdi. Yeterince kuruladığında tarağı eline aldı. Gözlerimi kapattım. Onun varlığını yanımda hissetmenin huzuru bambaşkaydı. Saçlarımı tararken konuşmaya başladı. "Yanından ayrılmak zorunda olduğumda, bana kızdın mı?" Endişe ile sorduğu soruyu yumuşak bir sesle cevapladım. "Hayır. Öyle olması gerekiyordu." 

Yumuşak dokunuşlarını saçlarımda hissederken devam etti. "Olması gereken şeyler birbirini tekrarlayacak. O günler geldiğinde yine kızmayacak mısın?" dedi. Gözlerimi açtım. Ağır şeyler yaşayacağımız belliydi. Neler tercih etmek zorunda kalacağımızı henüz bilmiyorduk. "Yaşamanın da bedelleri olur Kwang. Ülke için ne gerekirse yap. Feda edebileceğin biri olmayabilirim. Fakat şartlar istemediğimiz şeyler yaşatırsa bize, vereceğin kararlara kızamam," dedim. İstediğim için kurmuyordum bu sözleri. Hayatın bizim için duramayacağı bir aşkın içindeyken, onu sorunsuz yaşayacağımızı düşünemezdik.

Saçlarımı taramayı bıraktı. Koluma uzanarak ona yönelmemi işaret edecek bir dokunuşla beni kendine çevirdi. Artık karşısında oturuyordum. Önüme gelen saçımı hafifçe kulağımın arkasına aldı. Öne eğik olan başımı çeneme dokunarak ona bakmam için kaldırdı. Şimdi gözlerine bakıyordum. Endişe görüyordum. "Sevgilim," dedi. Kirpiklerimi sayarcasına harelerimde gezdirdi bakışlarını. "Sen benim bu dünyada feda edebileceğim hiçbir şeyin yerine geçemezsin." Kararlı bakışları benim şaşkın bakışlarıma karışıyordu. "Sen feda edilemezsin." diye ekledi. Ardından kucağımda kalan ellerimi tuttu. Ona büyülenmişim gibi bakmayı sürdürdüğümde tekrar konuştu. "Ne bir hükümet, ne bir ülke, ne de bir dünya... Ben içinde senin olmadığın hiçbir şeye evet demem. Ve bana kimse şart sunamaz. Şartlar da benim. Sen de benimsin." 

Cümlelerinde duyduğum hayranlıkla beraber konuşmasında hissettiğim o hafif öfkenin sebebini merak ettim. "Sana bu konuda bir şey mi dediler?" demem üzerine derin bir nefes aldı. Önündeki ellerimize bakarak düşünmeye başladı. Bir elimi yüzüne götürdüm. Yanağını avucum içine alarak bana bakmasını sağladım. "Bir sorun mu var hayatım?" Gülümsedi. "Hayatım dedin, dağıldım bak," diyerek gülümsemeye devam etti. Elim hala yanağı üzerindeydi. Boşta kalan yanağına yaklaşarak uzun bir öpücük sundum ona. Dudaklarım yanağından ayrılırken, "Anlat bana," dedim. Çok güzel bakıyordu. "Babamla konuştuk," dedi. Onu dikkatle dinlemeye devam ettim.

"Geri döndüğümden beri ülke için konuşmalar yapıyorduk. Gorkwon ile görüşmeler, planlar devam ederken senin orada olman beni neredeyse her gün sinirlendiriyordu. Konuşmalarınızı dinlemek ve orada zorlandığını görmek beni yanına gelmem için dürtüyordu. Bunu gösterdiğimde ise babam benimle konuşmaya başladı." Devam etmesi adına sessiz kaldım. "Bana dedi ki, elbette karşına zor tercihler çıkacak. Yönetici olacaksın ve ülken senin önceliğin olacak. Halkın için bir şeylerden vazgeçmen bile gerekse hiç düşünmeden bunu yapmalısın. Ben seni durdurmasam orduyla Kagatri'ye gitmekten bahsediyorsun. Bunu toparlayacak askeri gücümüz yok. Sabırlı ol ve plana sadık kal." Doğru demiş... Babasının katı halini taklit ederek konuşmuştu.

"Sen ne dedin peki?" dediğimde kaşlarını kaldırarak bilmiş bir edayla konuştu. "Planı bozacak değilim baba. Fakat şartlar Hesna'ya bir zarar getirecek kadar tehlikeli olursa işte o zaman gözüm hiçbir şeyi görmez. Şimdi silahlardan daha çok etkili olan şey hükümetlerin ağ sistemlerine girmek. Teknolojinin konuştuğu bir devirdeyiz. Doğru tuşlarla şartları sunan ben olacağım. Teklifleri ben yapacağım." Kararlı görünüyordu. Elimi omzuna koyarak onu sarstığımda, "İşte Lee Kwang Jee. Baban ülkeyi senin yöneteceğini mi söylüyor?" dediğimde onu şımartır gibi konuşmam hoşuna gitmişti. Gülümseyerek, "Onlarla tanışacaksın," dedi. Sonra boynuma doğru yaklaşarak sıcak öpücüğünü hissetmemle kulağıma doğru fısıldadı. "Tabi önce beklemeleri gerekecek..."

Üzerimi çıkardığında kolumdaki morlukları gördü. Kaşları çatıldı. Bir koluma bir de yüzüme bakıyordu. Elimle üzerini örtmek ister gibi koluma dokunduğumda elimi tuttu. Ve kolumu incelemeye başladı. "Hesna..." dedi. Dokunmaya kıyamaz bir halde parmaklarını dikişler üzerinde gezdirdi. "Çok acıyor olmalı," dediğinde hemen konuştum. Kolum üzerindeki elini tutarak, "Hayır, merak etme. O kadar kötü değil. Senin yanında acısını unutuyorum," dedim. Bu anın gerilmesini istemiyordum. Bana bunu yapanlara şu an öfkelenmesini istemiyordum. "Çıkınca hemen Ahsen'e göstereceğiz," dedi. Sonra hüzünlenerek koluma bakmaya devam etti. Yaralarımdan öptü. Dikkatini oradan dağıtmak ister gibi ona karşılık verdim.

Onun kolları arasında yatağa yattığımızda içimde tarif edilemez duygularla ona özlemimi giderdim. Bu odada yaşanan tartışmaları, güvensizlikleri düşündüm. Duygularından haberi olmayan o kızın büyüyüp de bu adamı nasıl sevdiğini izledim. Şimdi aşk beni yenileyen bir duyguydu ve ben onunla güçlüydüm. Bu özlemi hafifletecek kadar zaman geçirdiğimizde uyumaya başladık. Onsuz gözüme doğru düzgün bir uyku girmemişti. O da öyle olduğundan şimdi başımı huzurla göğsü üzerine koydum. Beni saran kollar içinde kendimi uykuya bıraktım. Bu huzurlu vakitten bir süre sonra ise Kwang'dan önce uyandım. Yüz üstü yatarak dirseğim üzerinde duran kolumu yatağa yasladım. Elimi çeneme koyarak onu izliyordum. Diğer elimi saçlarını okşamak için alnına uzattım. Belli ki gerçekten bensiz geçen günlerinde hiç uyuyamamıştı.

Sonra yüzünü okşadım. Buna biraz devam ettiğimde bir elini elim üzerine koydu. Ardından gözlerini açmadan konuştu. "Her zaman seni seçeceğim." Cümlesinin ardından gözlerini araladığında sırt üstü yatan halini bırakıp bana döndü. Kolunu başının altına koyup üstte kalan eli belime uzandı. Beni kendine çekerek, "Her zaman senin olacağım," dedi. Bu ağır ve fısıltıyla konuşması kulağıma melodi gibi geliyordu. Gözlerimi kapattım. Alnımı yavaşça öptü. Sonra ona baktım. Beni aşkla izleyen bu adamın huzuruyla konuştum. "Kwang Jee... Seni ilk gördüğümde hayatımı zindan edecekmiş gibi bakıyordun." Ardından kısa bir gülüşle bu fikrin komikliğine o da güldü. "Sonra?" dedi. Gözlerine bakıyordum. "Sonra özgürlüğüm oldun..."

Bu güzel anların sonunda tekrar banyoya gitmemiz gerekti. Peşine hazırlanıp çıkacaktık. Siyah kalın bir tayt ve siyah bir body giydim. Saçlarımı toplayarak başörtüsüyle dağılmayacak hale getirdiğimde çarşafımı giymeye başladım. Kwang da duştan çıkıp üzerini giymeye başlamıştı. Çarşafımın eteğini belime geçirdiğinde arkada kalan bel kısmındaki pelerini üzerime attım. Baş için dikili olan kısmını düzeltmek için banyodaki aynaya gittim. Aynanın karşısında çarşafın alnımdaki yerini de düzgünce ayarladığımda doğru iğnelemelerle hazır hale gelmiştim. Kwang'ın yanına döndüm. Üniformasının önünü iliklerken beni baştan aşağı süzerek, "Çok güzelsin," dedi.

Çocuk gibi etrafımda dönerek uçuşan eteğimle mutluluğumu ona yansıtıyordum. Sonra bana yaklaşarak ellerimi tuttu. "Işığını saklaman gerekiyor. Parıltını sadece ben görmeliyim," dedi ve ekledi. "Gerçi siyahın içinde olsan bile ışıltını yansıtmayı başarıyorsun." Sevincime sevinç katıyordu. Sonunda sakin bir hale büründüm. Ona uzun bakışlarım ardından kurduğum cümle yüz ifadesini sevimli kılmıştı. "Ay karanlığı gibisin..." Kaşlarını gülümseyerek çattı. "Ay karanlığı da ne demek?" dediğinde derin bir nefes aldım. "Ayın dönüşleri dünyaya geceleyin bir aydınlık sunar. Fakat bu görüntü ayın bazı kısımlarını gösterir. Karanlık yüzü ise bilinmez ve merak edilir. Ben ise senin en karanlık taraflarını bile görüyorum." 

Bu açıklamam üzerine dudağını ısırarak, "Etrafında döndüğümü romantikleştiriyorsun," dedi. Gülmeye başladım. "Sadece iltifat etmeye çalışıyordum." O da gülüyordu. Bu sesli gülüşmeler devam ederken, "Etrafında dönmekten memnunum," dedi. "Yani aslında ben," diye ne diyeceğimi şaşırınca yüzünü bana yaklaştırdı. "Sen?" dedi soru barındıran bir sesle. "Herkese görünenin aksine sadece benim görebildiğim güzelliklerin olduğunu söylemek istedim." Bir de utanıyordum. Bu hallerime daha çok gülen Kwang, "Daha geniş bir zamanda o güzelliklerin hepsini duymak istiyorum karıcığım," dedi. Şımarık bir ifadeyle, "Elbette. Yakışıklı kocama bütün güzel iltifatları sunmalıyım," deyince bakışları hayretle açıldı. Bu övgü dolu performansı benden beklemiyor olmalıydı. "Sen, sıklaştır istersen bu durumu," dedi şımarık bir çocuk gibi.

Keyifli hallerimiz devam ederken botlarımızı giyerek odadan çıktık. Onun yanındayken cidden ağrılarımı unutmuştum ama o hayvanlar koluma çok sert müdahalelerde bulunduğu için ara ara canım yanıyordu. "Ahsen'in yanına gideceğiz," dedi. "Önce koluna bakalım, sonra ailemle görüşürsün." Ailesiyle görüşme fikri de beni heyecanlandırıyordu. Nasıl bir karşılaşma olacağını merak ediyordum. "Hazan ve Kang, değil mi?" Konuşmalardan duyduğum üzerine tasdik bekler gibi soruşuma, "Evet," dedi. Onlara nasıl hitap edecektim? Şu an içime gerginlik de doğmuştu. "Bize benziyorlar," dedim. Bana bakarak, "İsimleri değil mi?" derken elimi tuttu. "Evet."  Yürümeye devam ettik. Bu benzerlik hoşuma gitmişti. 

"Seni çok sevecekler," dedi heyecanımı hafifletmek ister gibi. Bu kıpırtılarla birlikte Ahsen'in olabileceği yerlere baktık. O ise koridorda Medusa, Doğa ve Gilda ile birlikte görülmüştü. Bizi fark ettiklerinde Ahsen'e seslendim. "Ben de sana gelecektim. Koluna bakalım," dedi. Gilda'ya baktım. Elbisesini çıkarmış, yerine siyah üniformalarımızdan giymişti. Birlikte revire geçtik. Kwang muhtemelen bu kadar kalabalık olmayı istememişti ama yine de yanımdan ayrılmadı. Ahsen beni bir yatağa oturttuğunda Kwang karşımdaki duvara yaslanmış beni izliyordu. Kollarını da göğsü üzerinde bağlamıştı. Kızlar da etrafımdaydı. Ahsen kolumu görünce kaşlarını öfkeyle çattı. "Bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştim," derken kızar gibiydi. 

Hemen hologram cihazını alarak açtı ve kolum üzerinde gezdirdi. Onun bu panik halleri Kwang'ı da germişti. Ahsen başka pencereler açıyor ve hızlı hızlı bir şeyler yapıyordu açtığı ekranlarda. "Kötü bir şey mi var?" dedim merakla. Hemen cevap vermemişti. Derin bir nefes alarak, "Dikişlerin altını enfeksiyon kaplamış. Bu yüzden mosmor," deyince Kwang'a baktım. Yaslandığı duvardan doğrularak gergin bir ifadeyle koluma bakıyordu. Ahsen, "Dikişleri açacağım. Seni ameliyathaneye almalıyım," deyince Kwang'a döndü. "Biz seni çağırırız. Uzun sürebilir." Kwang beklemek ister gibi bakınca, "Sen git Kwang. Çıkınca görüşürüz," dedim. O da istemese de benim kararlı bakışlarıma karşı çıkmadan yürüdü. Aklı kesinlikle burada kalacaktı.

Ardından Ahsen beni birkaç doktorla hazırlayıp ameliyathaneye götürdü. O kadar hızlı yaptı ki her şeyi neye uğradığımı şaşırdım. Ameliyata girerken yatağın üzerine yatırılmıştım ve hemen yanımda duran Ahsen'in kolunu tutarak konuştum. "Ahsen, ciddi bir şey yok değil mi?" dedim. Soğuk bir ifadeyle, "Onu ameliyattan sonra anlayacağız," demesi beni maalesef rahatlatamamıştı. Gözlerimi kapattım. Sadece kolumu uyuşturmaları yeterliydi ama çok uzun sürecekse beni bayıltmalarını istedim. Bu soğuk ameliyat odasında, sert ışığın altında beklemek istemiyordum. Gözlerimi huzursuzca kapattım...

"Sana söyledim. O askerleri gördüğünde yolunu değiştirmelisin!" Babamın uyarı barındıran ses tonu beni geriyordu. "Her yer asker dolu baba. Sokağa mı çıkmayayım?" Sesimi ister istemez yükseltmiştim. Festivale günler kalmıştı ve askerler daha sert tepkilerle etrafımda geziyordu. "Hükümeti kötüleyecek yazılar paylaşmayı bırak. Bugün seni uyardılar. Şimdi kolun kanıyor!" Hala endişeyle bağırıyordu. Birkaçıyla sürtüşmüştük. Kolumu sıyıran bir kurşun sadece terbiye olmam içindi. Şimdi arabadaydık ve akşam vaktiydi. Babam hastaneye doğru sürüyordu. "Bunaldım anlamıyor musun? Kabul görülmemekten yoruldum artık! Beni görünce yüzünü ekşiten askerden sıkıldım." 

Babam direksiyona vurdu. "Kabul etmesinler! Etmesinler kızım gerek yok! Bu şekilde savaşmayı bırak. İnsanlar anlamaz, düşünmez ve değişmez! Kime neyi ispat etmeye çalışıyorsun?" Gözlerimde biriken öfkenin yanaklarımdan akmasını istemiyordum. Yaralı kolumu tutarak kanamayı bastırdığım bezle durdurmaya çalışıyordum. Hayır. Asla onlar yüzünden ağlamayacaktım. Babam konuşmaya devam etti. "Her günü, acaba bugün ne yaşayacak diye kalbimi tutarak bitiriyorum. Hayatınla oynuyorsun. Karşında koskoca hükümet var! Sen mi değiştireceksin düzeni?"

Son cümlesiyle camdan dışarı bakan yüzümü sertçe ona çevirdim. Bakışlarımı ona diktiğimde gözlerini yoldan alarak bana baktı. Yüz ifademi gördüğünde ses tonumda bir titremeye mahal vermeyecek şekilde konuşmaya başladım. "Sen bu hayatta bana en çok inanan kişisin baba!  Bu cümleler beni bu davadan soğutur sanma sakın! Oturup bir şeylerin değişmesini bekleyemem. İnsanları cesaretlendirmek istiyorum. Koyun gibi bir hiçin peşine sürülmek istemiyorum!" Babam inadımı kırmak istiyordu ama her sohbette başarısız kalıyordu. 

Direksiyonu daha sert kavradığında ellerinin rengi değişti. Sesim titremediği için memnundum. Sonra babam sakinleşmeye çalışarak, "Öldürürler," dedi. Sonunda olacağı buydu tabi. Fakat şu an kimseyi öldüremezlerdi. Halkın isyan çıkarmasına ramak kalmıştı. Devam etti. "Bir gün kanlı bedenini kapımın önüne bırakırlar Hesna." Korkuyordu. Camı açtım. Arabanın içi hararetimizden dolayı bana çok dar gelmişti. "O eve asker sokmam baba. Kimse aileme ya da bana zarar veremez." Babam ise bu sözlere dalga geçer gibi güldü. "Sadece hayal kuruyorsun..."

Kolumun acısıyla gözlerimi araladım. Aynı acıydı. Babamın uyarı dolu sesleri zihnimdeydi. Şimdi o hastane koridorlarını yürümüştüm sanki. Daha inatçıydım. Gergindim, öfkeliydim her şeye. Hükümete kinim yüzünden sağlıklı tepkiler veremezdim. Üzerimde benden nefret eden bir yığın göz varken nasıl yapabilirdim ki? Babamın dediğinin olmasını dilerdim. Kapının önüne atılan kanlı bedenin ben olacağını söylemişti ama...  Öldürülen onlar oldu. O askerler, o eve girdi. Ve bana da, aileme de zarar verdiler. Ben ise hala hayal kuruyorum...

O festival gününden nefret ediyorum. Kış Gündönümü benim için bitmeyen bir geceydi. Dolu dolu geçen koskoca bir yıldı sanki. O tek bir gece benim öfkemi daha da canlandırmıştı. Artık o ilk zamanlarım gibi değildim. En azından artık düşünebiliyorum. Planlar yapabiliyorum. Sabrediyorum... İyi şeyler oldu ve olmaya devam edecek. Değişmek zorunda. Bir şeyler elbette değişmek zorunda. Yoksa bu dünya ölüp gidecek... Ahsen'in sesini duydum. "Hesna? Şu an ağrıyor mu?" dedi. Ağrıyordu ama sorun o değildi. Gözlerim yaşarmıştı ve ben içli içli ağlamaya başlamıştım bile. Babamın sözleri kalbimi ağrıtıyordu. O askerler, o eve girmişti.

Ben ağladıkça Ahsen tepemde konuşmaya devam etti. "Şimdi sana ağrı kesici vuracağım. Merak etme geçecek," diyerek etrafımda telaşla bir şeyler yapıyordu ama kolum umurumda bile değildi. Doğa hemen yanımda elimi tutuyordu. Medusa ve Gilda da yatağın karşısında endişeli gözlerle beni izliyordu. Ağlamaya devam ettim. "Sakin ol Hesna. Hallediyorum şimdi. Bir kaç dakikaya ağrı kalmayacak," dedi beni sakinleştirmek ister gibi. Fakat ben durmadan ağlamaya devam ettim. Doğa'ya baktım. O geceyi biliyordu. Babamla kavga ettiğimi, eve büyük bir hüzünle döndüğümü biliyordu.

"Öldüler... Ailemi öldürdüler." Sesim öyle acıklı çıkıyordu ki Doğa'nın da gözleri dolmuştu ve benim elimi daha sıkı tutuyordu. O günü o da hatırlamıştı. Anlamıştı beni... "Kanlar içindeydiler Doğa. Çaldılar... Onları benden çaldılar." Ahsen iğneyi vurmuştu. Şiddetle ağlamaya devam ediyordum. Bu hastane kıyafeti içinde, saçım başım dağınık halde zayıf bir bedendim. Diğerlerinin bakışları neden bu kadar ağladığımı sorgular gibi endişeyle üzerimdeydi. Kolumun çok canımı acıttığını düşünüyor olmalıydılar. Hala narkozun etkisinde olduğumu da düşünebilirlerdi. "Bilseydim, o eve asker sokar mıydım ben Doğa?"

Diğer elini alnıma koyarak ağlamaktan yüzüme yapışan saçlarımı düzeltiyordu. "Bilmiyordun. Senin elinde değildi canım. Kendini suçlama," dedi. O da sessizce ağlıyordu. Koluma baktım. Yeni dikişleri gördüm. Çenem titriyordu. Dün gibi gözümün önüne gelmişti her şey. Erteliyordum. Hayatta kalmaya ve savaşmaya o kadar hazırlanıyorduk ki ben hiç oturup da onları anamıyordum. Mezarlarına gidip de dua edemiyordum. Bir yerleri yoktu ki. Onlara gidebileceğim bir yerleri yoktu... "İntikam bile alamadım. O adam işkencelerle ölmeliydi. Onu ben öldürmeliydim! Ailemi öldürdüğü gibi!" Bağırıp kendimi kaybetmeye başladım.

"Annemi istiyorum. Babamı görmeliyim. Hala hayal kurduğumu düşünecek. Hala ezildiğimi zannedecek ama ben, ben tekrar giydim çarşafımı. Yaptım Doğa. Babam bilmiyor..." Doğa çaresizce gözlerini kapattı. Ellerimi sıkmaya devam etti. "Benimle alay eden kardeşlerimi görmek istiyorum. Onlara hediyelerini veremedim." Sonra Doğa bu halimin dinmeyeceğini düşünerek Ahsen'e baktı. Neyi onayladı bilmiyordum. Başını olumlu anlamda sallamıştı. Sonra ağır bir uyku hissettim. Sakinleşmem için beni uyutacaklardı sanırım. "Öldürdüler. Öldürdüler..."

Kucağımda hissettiğim ağırlıkla yeniden uyandım. Gözlerimi zorla açtım. Benim kıpırtımla başını kaldıran Gölge kucağımdaydı. Sevimli bir şekilde miyavladı. Sağlam olan kolumu zorla başına götürdüm. Onu sevmeye başladığımda hemen yanımda bir ses işittim. "Güzelim, daha iyi misin?" Kwang yanımdaydı. Onu görünce tekrar ağlama hissi içimi kaplamıştı. "Sarıl bana," diye fısıldadım. Yatak genişti bu yüzden ellerini sırtım ve dizlerimin altına koyarak beni biraz yana aldı. Kendine açtığı yere hemen yatarak yanıma sokuldu. Kolunu başımın altına aldığında beni içine hapseder gibi sarıldı. 

Saçlarımı düzeltti. Alnımdan, başımdan öptü. Çocukmuşum gibi şefkatle okşadı yüzümü. Sadece o ve ben vardık. Birde bana meraklı gözlerle bakan Gölge. "Benim seni teselli etmem gerekiyor," dedim. Yavaş ve sessiz çıkan bir sesle. Kardeşini yeni kaybeden oydu. Sürekli benimle uğraşan da oydu. Sadece benim ailem ölmemişti. Ama ailemi bu kadar severken onların yok oluşu çok canımı yakıyordu. "Şşş..." dedi. Sakin bir şekilde devam etti. "Senin varlığın benim tesellim. Söze gerek yok. Sen iyi ol, yeter benim için." Sevgiyi bu kadar hak ediyor muydum? Böyle sevilmeyi gerçekten hak etmiş miydim?

Bir süre bu şekilde kaldık. Onun kolları arasında rahatlamıştım. Sonra kalkıp beni giydirmeye başladı. Sesimi çıkarmadım. Kendimi tamamen ona bırakmıştım. Başım ağrıyordu. Cansız hareketlerim Kwang'ı korkutuyordu. Onu daha fazla üzmemek için konuştum. "Ben iyiyim. Merak etme." Botlarımı giydiriyordu. Yanağımı avucu içine alarak, "Daha da iyi olacaksın. Üzülme ayçiçeğim. İçini sıkan her hüznü yeni bir sevince çevireceğim ben," dedi. Onun endişe dolu gözlerinde başka bir şey vardı. "Ben uyurken, bir şey mi oldu?" dedim. Kaşlarını çattı. "Önce saçlarını toplayalım," derken elindeki tokayı gördüm. Elinden alarak saçlarımı toplamaya başladım. Her ne olduysa hemen duymak istiyordum. 

Kolumu aldığım ilaçlardan neredeyse hissetmeyecektim. Parmaklarım tokayı zor tutuyordu. Ayağa kalkarak bir duvar kenarında kalan aynaya doğru yürüdüm. Yüzüm ağlamaktan şişmişti. Başımı örttüğümde artık hazırdım. Kwang'a dönerek, "Anlat," dedim. Bir şey vardı çünkü, belliydi. "Babamlar seni görmek istiyor. Konuşmamız gereken bir konu var. Toplantı odasına gidelim," diyerek elini bana uzattı. İtiraz etmedim. Duyacaklarım belli ki hoşuma gitmeyecekti. Uzattığı eli tuttum. Koridor boyu yürümeye devam ettik. Beni toplantı odasına soktuğunda herkes buradaydı. Anlık durup etrafı izledim. Hepsi bana bakıyordu. Annesi, babası. Kardeşleri... Bizimkiler, hepsi buradaydı. İçeri doğru yürüdük.

Duvarı kaplayan ekranın beyaz ışığı bu odayı aydınlatan tek şeydi. Konuşan Kwang'ın babası oldu. "Hesna. Hakkında hemen karar vermemiz gereken bir konu var." Gerilmiştim. Kwang'a baktım. Yere bakıyordu. Tekrar babasına baktığımda, "Nedir o?" dedim. Hepsi burada ne için toplanmıştı. "Buraya bizi Ahsen topladı," dendiğinde gözlerim Ahsen'i buldu. Kolum o kadar mı kötüydü acaba? Ne oluyor ölüyor muyum?  Ahsen açıklamaya başladı. "Kagatri'nin kurşunları zehirli. O dikişler altında beliren enfeksiyon kolunu çok yaralamış. Ben enfeksiyonu temizledim fakat bakteri tekrarlayacak gibi duruyor. Gilda tek ilacın Kagatri'de olduğunu söyledi. Hemen ardından Walter'ı aradık." İçimi huzursuzluk kapladı.

Kwang'ın babası konuşmaya devam etti. "Walter seni bomba yapımı için ülkesine istedi. Kolunu ancak gidersen iyileştireceğini aksi takdirde hayatına kolun olmadan devam edeceğini söyledi. Birlikte bu işin nasıl olacağını konuşalım. Oraya gittiğinde seni güvenle geri getirecek bir plan yapmalıyız." Herkes bunun için mi toplanmıştı yani? Bu riskliydi. "Walter güvenlik sistemini değiştirmiştir. Gidersem, geri dönemem. Beni asla geri vermez," dedim. Kwang araya girdi. "Sadece kolun değil. Enfeksiyon ilerledikçe ölümcül olabilir. Ben seninle geleceğim." Bu umut vadeden sözler bana hiç akıllıca gelmemişti. 

Beni izleyen topluluğa bakarak, "Bay Kang," dedim. Çenesini biraz daha kaldırıp bana baktı. "Siz bir ülke için nelerin feda edilebileceğini iyi bilirsiniz. Ülkenin yeni yöneticisi olacak oğlunuzu tehlikenin içine atamazsınız. Bu fikrin hoşunuza gitmediğine de eminim. Benim orada olmam bu ülke için çok tehlikeli. Onların planları hileli ve acımasız. Ben orada sırf kolum için, sırf hayatım için, kendi ülkemi öldüremem." Babası, sözlerimi onaylar gibi bakıyordu. Kwang çok sözü varmış gibi karşıma geçtiğinde konuşmaya gerek olmadığını ifade eden cümlelerimi kurdum. Benim canım yüzümden kimse zarar görmemeliydi. "Kolumu kesin. Çünkü ben oraya dönmeyeceğim."

Bölüm sonu...

Bazen bazı acılara bir müddet sabretmek gerekir. Bazen ise acının üzerine gidilir. Sizce bu toplantıda nasıl kararlar verilecek?

Bazen uzun bölümler olur bazen ise kısa. Bu bölümde bir şeyleri merak edeceğimiz, tadında bıraktığımız bir bölüm olsun. Gelecek hafta daha uzun bir bölümde görüşürüz.

Kwang ve Hesna hakkında ne düşünüyorsunuz?

Matteo ve Doğa'yı bu bölüm nasıl buldunuz?

Daha konuşacak çok konumuz var. Hepsine sıra gelecek. Yolculuğumuz devam ediyor. Yeni bölümlerde tekrar görüşmek üzere.
Hoşça kalın...

🌻

Continue Reading

You'll Also Like

1.6K 1K 10
Sadece sevmek yetmezdi, aşık olmak için... Romantik ve dramatik birbirinden anlamlı şiirler sizleri bekliyor. ♡♡♤♡♡
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...
134K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️
1.3K 199 20
Tek kurtuluş yolu ölüm olan bu oyuna hazır mısınız? Ölüm bir nefes kadar yakın. Yaptığınız hareketler, Verdiğiniz nefesler, Yediğiniz veya içtiğiniz...