YABANCI NEFES

By maisie_ruby

180K 19.1K 14.1K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... More

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2

17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler

5.9K 708 354
By maisie_ruby

Çok fazla bekletmek istemediğim için yazmaya ve atmaya karar verdim.

Umarım severek okuyacağınız bir bölüm olur.

(Aysu'nun karmakarışık zihni..)

17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler.

Küçük bir kız çocuğu yaşıyordu zihnimde.

Öylesine savunmasız, çaresiz, yardım bekleyen, çocuk kanadı kırılmış.

Zihnimdeki kız çocuğu bendim. Belki soğuk bir balkon köşesinde değildi ama zihnimde
olmasıyla eş değerdi benim için.

Zihnim; ürkütücü bir mezarlıktı.

O kadar fazla düşünceler dönüyordu ki, başımda, onları kuşlara değil kargalara benzetirdim. Çünkü zihnimdeki mezarlığın etrafında anca kargalar olurdu.

Tam zamanında bitirmişken kapıyı açarak, aşağıya inmeye başladım. İndikçe daha çok sıcaklamaya başlıyordum. Merdivenlerin bitiminde duraksarken, Turan'ın şömineye odun attığını gördüm. Gerçekten buradaydı ve karşımdaydı. Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşurken, iç çektim. Özlemiştim. Hem de delicesine. En çok koyan ise bu kadar kısa bir zaman dilimin de ona bu denli bağlanmamdı.

Olduğu yerde hafif yan dönerek bana baktı. Bu kez yüzünde maskesi yoktu. Bu yüzden, özlediğim ve aşık olduğum sert çehresi gözler önündeydi. Alt dudağımı içten ısırırken, göz bebeklerim hatta kirpiklerim bile titredi. Çünkü onu ilk kez kirli sakalında görüyordum. O kadar yakışmıştı ki, kalbim teklemedi desem yalan olurdu. Dağınık, uzamış saçları ve kirli sakalı onda farklı bir aura oluşturmuştu.

Ve ben bu haline bir kez daha tutulmuştum.

"Orada dikilmeye devam mı edeceksin?"

Aniden konuşmasıyla, hissettiğim tüm duygular dağılırken, gerçekler bir kez daha yüzüme tokat gibi çarptı. Onu öylesine özlemiştim ki, bir an yaşadığım tüm acı veren günlerimi geride bırakmıştım. Lakin bunu yapamazdım. Hiç görülen kendimi hiç göremezdim. Onu seviyordum ama bu kalbimi kırmadığı anlamına gelmiyordu.

Aniden ifadesizleşirken, boş adımlarla yanına doğru ilerledim. Bir yandan da sweatin bol gelen kollarını çekiştirerek, ellerimin görünmesini engelledim. Koltuğun en uc köşesine oturarak, ilk önce işini bitirmesini bekledim. Çok geçmedi ki, elindeki maşayı odunların olduğu yere bıraktı. Ayağa kalkarken, yansıyan ışık yüzünden gölgesi üzerime düşmüştü. Arkasını dönmeden önce ellerini çırpışını, sehpanın üzerine koyduğu, dumanı üstünde tüten çikolatalı sütle dolu olan bardağı bana uzatışını izledim.

Çikolata. Dudaklarım aralanırken, "İnci'mi getir bana. Özlemiştir şimdi o beni. Kokum olmadan uyuyamaz ki o." dedim telaşla.

Bana buruk bir özlemle bakarak, "Çoktan yola çıktılar bile. Sabah saatlerinde burada olurlar." dedi. Elimi kalbime bastırarak derin bir iç çektim.

"Ben de özledim onu." dedi üzüntüyle karışık. Sanki iç çekmemin nedenini anlamıştı.

"Gerçekten özleseydin, çıkar gelirdin."

Laflarım onda tokat etkisi oluştururken, iç çekerek yutkundu. Ardından hâlâ uzatmaya devam ettiği bardağı geri sehpaya bıraktı. Ne ben ne de o, yaptığı içeceği içmedik. Tam önümde, sırtını sehpaya yaslayarak oturdu. Kırdığı dizinin üzerine bir kolunu yaslarken, diğerini öylece bırakıverdi. Arabada olduğumuz zaman da böyle yapmıştı. Sol kolunu çok kullanmıyordu.

"Gelmek istedim. Yemin ederim gelmeyi çok istedim ama gelemedim."

Bacaklarımı kendime çekerek, koltukta bağdaş kurdum. Ellerimi de boşluğa hapsederek, ona baktım. "Anlat. Gereken her şeyi anlat."

Önce gözleri, gözlerime dokundu. Bakışı bile çoğu şeyi dile getirir gibiydi. Sanki bana bakarken, tüm gerçekler birer birer ortaya çıkıyordu. Lakin ben anlamıyordum. Bir kaç kez aynı anda yutkundu, yüzünü hafif buruşturdu. En son başını eğerek konuşmaya başladı. Canı yanıyordu ve bunu benim aksime saklama gereği duymuyordu.

"Senden haftalar önce görev için o köye gitmiştik."

İlk cümlesine başlar başlamaz, onu dikkatle dinlemeye başladım.

"Amacımız, köyü ve köy etrafını, iki ülke tarafından kırmızı bültenle aranan heriften korumaktı." Gözleri parkeye dalmış giderken, cümlelerine devam etti. "Zaten buraya gelmemiz bile o herif yüzündendi. Hatta ve hatta o gün köye atılan bombalar, Zehra ve eşinin ölümü bile o it yüzünden oldu." Gözlerinin önüne o günden kalma görüntüler gelmiş olacak ki, gözlerini yavaşca kırparak yutkundu. Kulağımdan pası hiç silinmeyecek sesler, etrafımda yankılandı aniden. Kulaklarımı kapamamak için zaten görünmeyen ellerimi yumruk yaptım.

"İnci ve İnci gibi çocuklar o gün o herif yüzünden yetim kaldı. Tâ ki, kaldıkları yetimhane ve ev taranana kadar." Bakışı bana dönerken, göz çevresi kızarmaya başlamıştı. "Bıraktığı hiçbir işi yarım bırakmıyormuş. Sessiz veya fazlasıyla sesli farketmeksizin, dediğini yaptı. Aynı gün, hem o çocukları hem de yaşama tututan insanları katletti. Tıpkı aniden vefat eden Zehra gibi." Titreyen sağ elini yüzüne bastırarak, kirli sakalını sertçe ovaladı.

"O gün güvendiğimiz insanlardan kazık yedik. Bizlere askere bile güvenmemeyi öğrettiler."

Hafiften dolmuş gözleriyle bana bakarken, "Geride sivil olarak o köyden sadece İnci kaldı." dedi. Dudak kenarını acımasızca dişlerinin arasına alarak ısırdı. İnce sızısını tenimde hissettim. Sızan kan, çenesine doğru süzülürken, elinin tersiyle akan kanı sildi.

"Bir şekilde İnci'nin öldüğünü ona inandırdık ama sadist it, peşimizi bırakmadı. Gölge gibi peşinde dolandığımı biliyor. Bildiği halde bir şey yapamadığı için durmadan saldırmaya çalışıyor."

Zamanın durduğunu, kulağımda sadece ölüm kelimesinin çınladığını hissettim. Göğüs kafesimden boğazıma doğru çıkan acımasız hiss nefesimi kesiyor, boğazıma dolanan halatın işini kolaylaştırıyordu. Halatın yoğunluğu, yutkunmanı engellerken, gözlerimin yandığını, boğazımın düğümlendiğini hissediyordum. Birisi yada birileri İnci'mi, inci kızımı öldürmek istiyordu. Elimi kalbimin üzerine bastırırken, sol kolum gittikçe uyuşmaya başladı. Acı o kadar yoğundu ki, bir süre sonra içime attığım için kalbim sızlamaya ve varlığını hatırlatmaya başlıyordu.

Turan son cümlesinden sonra başını çevirdiği için halimi göremiyordu. Zaten bu halimi görmesini istemezdim. Çünkü ben onun aksine, birilerinin yanında acılarımı belli etmezdim. Kendimi toparlayarak, sağ elimle uyuşan koluma dokundum. Hiç geçmeyecek gibi artan ağrı, dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Derin bir nefesi, ciğerlerime buyur ederken az da olsa ağrı dinmişti.

"En son saldırdığında sizi geride bırakarak gitmek zorunda kaldım." Derin bir iç çekerken, ellerini açıp kapattı. "Hamlesini çok önceden bildiğimiz için saldırısını önlemiştik. Ama durmadı, bu kez farklı yerlerden saldırmaya başladı. Her hamlesi başarısızlıkla sonuçlanınca, ezeli düşmanı olan kadından yardım istedi. Çünkü kazanacağı gelirin iki katı zarara uğratmıştık. Bu yüzden düşmanına yöneldi. İkisi de birleşmişti tâ ki, kadını öldürdüğüm güne kadar." Gözlerinde saf nefret ve anlamlandıramadığım hiss vardı.

"Şuan burada olabiliyorsam, o kadını öldürdüğüm için." Derin nefes alarak, bana baktı. Bu kez gözlerinde, saf bir özlem ve pişmanlık vardı. "Bunca zaman size bir şey olmasın diye savaştım. Allahın izin verdiği müddet boyunca da savaşacağım. Savaşırım da." Gözlerinde gezinen ifade, gerçekten bunu doğrular nitelikteydi. Çenesi titremeye başlarken, dilini dudaklarında gezdirdi. Bir kaç kez dudaklarını aralıyor ama konuşamadan kapatıyordu. "Ama Aysu.." Başını yana eğerek bana baktı. Şimdiyse daha farklı bakıyordu. O kadar masum, savunmasız ve çaresiz bir ifadeyle bakıyordu ki, sarıp sarmalamak istedim. Ama incinen ruhum, her şeyden önde geliyordu.

"Savaştığım bu yolda lütfen beni yalnız bırakma. Çünkü dayanacak gücüm artık kalmadı." Sözcükler dudaklarından fısıltıyla çıktıktan sonra ilk önce omuzları çöktü. Ardından sol gözünden, bir kaç damla firar etti. O an tüm gururu, acıyan kalbimi boş vererek, kalktığım gibi ona doğru atıldım. Kollarım boynuna dolanırken, ayaklarını ben gelmeden önce uzattığı için dizlerinin üzerine oturmuş oldum. Omuzları titrerken, gözyaşları boynumu ıslatıyordu. Boynuma bulaşan damlalar, sadece tenime değil ruhuma bulaşıyordu.

Ona sarılmak, kokusunu bu denli hissetmek, güzeldi. Elleri belimi sıkıcı sararken, bu kez benim gözyaşlarım boynuna bulaştı. Açıkta kalan boynuma dudaklarını bastırarak, kokumu içine çekti. "Özledim.." dedi dolu dolu...

Yalan. Bunun hiçbiri yaşanmadı ve hayalden ibaret kaldı.

Çünkü ne ona gidebilecek kadar gücüm vardı, ne de kalbimin sızısını giderecek sözcükleri.

Hayal ettiğimi o da hayal etmiş olacak ki, akan yaşını kendi sildi. Ona buruk bir tebessümle bakarken, "Bu, konuşmaya vakit bulduğun zaman, beni yok saymanı değiştirmiyor ki." dedim.

Sonra boş bakışlarımla tavana bakmaya başladım. Belki de ağlamamak için. "Ama her ne olursa olsun, bu savaşta tek değilsin. Sana bu yolda yoldaş olurum, dost olurum, dayanacak gücün olurum. Ama o kadar. Daha fazlası olamam." Bakışım bu kez ona dönerken, laflarımın onda deprem etkisi yaptığını gördüm. Bunu beklemiyordu. Sanki bir deprem olmuştu ve o, enkazın altında kalmıştı. Belki de enkazın tâ kendisi o'ydu.

"Hiç mi olmazsın?"

"Hiç olmam. Olamam."

Artık dayanamayacak gibi hissederken, kapalı duran ellerimi yüzüme bastırdım. Hıçkırıklarım, şömineden yayılan çıtırtı seslerine karışarak, oturma odasında yankılanıyordu. O kadar çok kendimi sıkmıştım ki, bir yerden sonra dayanamayacak raddeye geldiğim için ağlamaya başlamıştım. Ne ara kalktığını, yanıma gelerek, bana sarıldığını bilmediğim Turan, benim aksime sarılmamızı bir kez daha hayal etmeden, ilk adımı attı.

Yüzümden çektiğim ellerimi göğsüne bastırarak, başımı sinesine yasladı. O kadar çok dolmuştum ki, gözyaşlarımın sebebi olan adama yaslanarak ağlıyordum. Acım belki dinmiyordu ama en azından eskisi gibi de yakmıyordu. Geri çekilerek, bulanık gören gözlerimle ona baktım.

"Beni o kadar çok kırdın ki, yarası geçmiyor." Hıçkıra hıçkıra ağlarken, elimi kalbime yasladım. "Şuram, beni yok saydığın için," elimle kalbimi vurarak, "hiç var olmamışım gibi hissettirdiğin için," bir kez daha vurdum, "en çok da bir hiç gibi olduğumu bana gösterdiğin için sızlıyor. Var ya bir kez olsun, bir kez olsun arasaydın böyle olmazdı. Yemin ederim gıkım çıkmazdı." dedim. Elimi göğsüne bastırarak, itekledim. "Hani unutmam diyordun ya," gözyaşlarımı silerek, ona baktım. "Sen beni unuttun." Parmağımı göğsüne bastıra bastıra, sözlerime devam ettim. "Sen beni unuttun ve farkına bile varmadın."

Omuzlarım çökerken, başımı iki yana yenilmişlik hissiyle salladım. "Beni unutan bir adama, izlerimi sormak benim hatam."

"Her şeyi, tüm dediklerini sineye çekerim ama beni yok saymanı değil. Ben bunu haketmedim ki? Hem de hiç."

Aniden kollarımı tuttuğu için kendimi geriye çekmeye çalışırken, buna izin vermedi. Beni öyle bir kendine çekti ki, burnum burnuna dokunda. Teninden gelen koku, içimi sararken, yutkunduk.

"Kalbim kalbine mühürlüyken, bana seni unuttuğumu söylemezsin!" Dişlerini sinirle sıkıyor ve bana söylediklerinim gerçekliğini anlatmak ister gibi bakıyordu.

Alnını alnıma yaslayarak, nefesini yüzüme üfledi. Nefesi huzur demekti. Nefesini hissetmek büyük bir hediyeydi. "O zaman açıkla bana. Neden bir kez bile olsa aramadın? Arayamazdım deme çünkü arıyordun. Belki beni değil ama diğerlerini arıyordun."

Omuzları çökerken, başını omzuna doğru eğerek bakmaya başladı. Konuşmadı veya cevap vermedi. O bile biliyordu haklı olduğumu. Suskunluğu, içimdeki savunmasız yanımın öfkelenmesine sebep olurken, dudaklarım bir kez daha gerçekleri dile getirmek için aralandı.

"Ya sen bana, unutmaya çalıştığım tramvalarımla yüzleştirdin!" Omzuma yasladığım başım, titreyen ellerim ve çenem... "Hem de bir kez değil, defalarca kez."

Artık susmak yoktu. Sustuğum zaman neler çektiğimi, yaşadığımı görmüştüm. Belkide bazen, susmamak gerekirdi.

"Hiç mi acımadın, hiç mi düşünmedin bu kız neler düşünür diye? Hiç mi değerim yoktu ya gözünde?"

Avuç içleri yüzümü daha çok kavrarken, "Özür dilerim. Yemin ederim, pişmanım." dedi fısıltıyla. Nefesi nefesime çarpıyor, teni tenime dokunmak için yalvarıyordu.

Yumruk yaptığım ellerimle ona vurmak isterken, kıyamadığım için –onun aksine– canını yakmadım. Az önce hiç vurmamış gibi... "Dileme...Çünkü özürle geçecek şeyler değil bunlar."

O ise cümlelerimi umursamadan geri çekilerek, bana baktı. Bakışı çok şey anlatıyordu ama ben anlamayacak kadar doluydum. Gözyaşlarım sessizce akıyor, eline bulaşıyordu. Tenine bulaşan her gözyaşım, ellerinin titremesine neden oluyordu. Akan gözyaşlarım sadece beni değil, onu da yakıyordu.

"Aysu..." Fısıltısı; sustuğu tüm gerçekleri haykırıyordu. Fısıltısı; bize olan özlemini anlatıyordu.

Dudaklarının dokusunu, dudaklarımda hissediyordur, aralık duran dudaklarımdan nefesinin geçmesine izin veriyordum. Hayır öpüşmüyorduk. Aksine, birbirimizin nefesinde yaşama tutunuyorduk.

Gözlerim çaresizlikle kapanırken, iki gözümden akan yaşlar, dudaklarımıza bulaştı. Dilini alt dudağına değdirirken, temasını ben de hissetmiştim. Canımı ne kadar yakarsa yaksın, melhem olmayıda biliyordu. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.

Bir kaç saniye sonra gözlerini kapattı. Bunu hafif aralık duran gözlerimle izlemiştim. Dudakları az öncekinin aksine biraz daha aralanırken, daha fazla beklemeden üst dudağımı dudakların arasına aldı. O an her şey durmuş, sadece biz vardık. Omuzlarım ufak bir dokunuşuyla titrerken, karşılık vermeden kendimi geriye çekerek, sırtımı koltuğa yasladım.

Öpünce geçecek, yaralar açmamıştı ki, ruhumda hemen affedeyim.

Bu yüzden daha fazla incinmeme izin vermeyerek geriye çekilmiştim. Belki hissettiklerim bir başkası için boş olarak gelebilir ama benim için öyle değildi. Yok sayılmak, benim en büyük korkumdu. Ve Turan aylar sonra bana bunu bir kez daha hissettirmişti.

Daha çocukken bile bunu hissedip, bununla yaşamak, yaşadığın şeyi unutmaya çalışmak ve daha fazlası...

Bunları hâlâ hazmetmeye çalıştığım bir gerçekti.

Yandan Turan'a bakarken, başını öne eğdiğini ve alt dudağını dişleri arasına aldığını gördüm.  Yanakları hafif kızarmıştı. Ya geri çekilmem yüzünden utanmıştı, ya da sıcaklık yüzünden.

"Kusura bakma ama şuan bu hiç doğru değil."

Gülmeye çalışarak, "Haklısın." dedi. Onu utandırdığım için kalbim ince bir sızıyla kendini belli ederken, "Gerçekten kusura bakma." dedim. Seni kıran insanlara bile fazla iyisin.

Bana gerçekci bir tebessümle bakarak, "Önemli değil güzelim. Asıl sen benim kusuruma bakma. Bu haldeyken, bunu yapmam doğru değildi." dedi.

Ona geldiğimizden beri ilk kez tebessüm ederken, yutkundu. Yutkunma nedeni, ona gülümseyecek kadar hislerine değer verdiğimi anladığı içindi.

Aradan geçen sessiz dakikalar boyunca Turan'ın yakasını çekiştirdiğini ve hırıltılı nefes alıp verdiğini duydum. Tedirginleştiğim için ona doğru yaklaşarak, "İyi misin?" diyerek sordum. Geldiğimizden beri bir garipti. Bana dönmeden, sadece gözleriyle baktı.

"İyiyim." dedi fısıltıyla.

Yüzünü hâlâ kapalı duran ellerimin arasına alarak, "Yanıyorsun sen!" dedim. Sadece yanmıyor, teni gittikce sararıyordu. Başını geriye doğru yaslarken, terden boynunun ve yüzünün parladığını gördüm. Elimin tersiyle alnındaki terleri silerek, "Üzerini değiştirmen gerekiyor. Ateşin var." dedim.

"Gerek yok. Oda sıcak ondan böyleyim."

Onu dinlemeden, dizlerimin üzerinde koltukta oturur hale geldim. Sweatin uçlarından tutup çekiştirirken, gülmeye başladı. "Ah Aysu ah! Hiç mi söz dinlemezsin?" Umursamadım. Üzerini çıkarmamda az da olsa yardım ederken, sağ kolunu zorlukla kaldırdı. Sweati çıkarır çıkarmaz geriye atarken, teninde gördüğüm izlerle yutkunmaya çalıştım.

Hangisinin ne izi olduğunu sayamayacak ve söylemeyecek kadar çok yaraları vardı.

Titreyen ve artık çıplak kalan sol elimin parmaklarını tenine dokundururken, iç çekti. Alttan, dağılmış saçlarının arasından bana bakmaya başladı. Gözleri alttan baktığı ve ateşlendiği için çekik ve ilgi çekici gözüküyordu. Bu yüzden yutkunmadan edemedim. Bir insanın her hali bu kadar çekici ve iç çektiren olmamalıydı.

Parmaklarım kabuk bağlayan, izi geçmeye başlayan veya hiç geçmeyen yaralarda gezindi. Ardından kalbinin 2 santim yukarısında olan bandajda gezindi parmaklarım. Dudaklarım titrerken, parmaklarıma bandajına sızan kanı bulaştı. Eğer 2 santim aşağısında olsaydı...

"Ne zaman oldu bu?"

"Bir kaç hafta önce."

Yerimde dikelirken, "Pansuman eşyaları nerde? Yaran kanıyor." dedim, hızla. Gözlerini yumarken, "Televizyonun altındaki komodinde." dedi. Ayağa kalkarak, dediği yere adımladım. Çekmeceleri açarken, üzerinde artı işareti olan sağlık kutusu alarak, yerimde doğruldum. Elim kana bulandığı için ilk önce yıkamam gerekiyordu. Ellerimi mutfağın kapısından bir kaç adım ötede olan lavaboda yıkayarak, yanına ilerledim.

Gerekli tüm pansuman eşyalarını çıkararak, ellerimi temizledim. Ardından ellerime, eldiven takarak, yarasıyla ilgilenmeye başladım. Yarası acımış olmalı ki, dişlerini sıktı. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da yarasıyla ilgileniyordum. Yüzüm acıyla buruşurken, "Yaran iltihap kapmış. Dikişlerin tazelenmesi gerekiyor." dedim.

Gözleri yorgunluktan kapanırken, "Ne gerekiyorsa onu yap, gıkım çıkmaz." dedi. Başımı iki yana sallayarak, "Doktor çağırmamız gerekiyor. Elimde gereken eşyalar yok. Ara birini göndersinler." dedim.

Cebinden telefonunu çıkararak, bir kaç yere tıkladı. En son birini arayarak, bana uzattı. Konuşamayacak kadar bitikti. Gittikçe bilincini kaybediyordu. "Hamza...İsmi Hamza."

Korkuyla ona dokunurken, "Uyursan giderim! Sakın uyuma!" dedim sinirle. Dudaklarında silik bir tebessüm oluşurken, gözlerini zorlada olsa aralamaya çalıştı.

"Uyumam. Ama gitme."

Telefondan gelen seslerle oraya odaklanarak, "Hemen ambulans çağırın! Abinin durumu iyi değil." dedim telaşla.

Eliyle koluma dokunan adam, yarı açık kalan gözleriyle, "Aysu söz ver. Gitmeyeceğim de." dedi.

Hamza denen adam, "Yenge ne ambulansı? Ben şimdi doktor çağırırım." dedi, soğukkanlılıkla.

Turan hâlâ bana bakarken, ona kıyamayarak, "Gitmeyeceğim." dedim. Yüzünde içimi ısıtan, masum bir tebessüm oluşurken, iç çektim.

"Yenge ne gitmesi? Ne oluyor!"

"Kimse bir yere gitmiyor. Ambulans çağır. Ne yapıyorsan yap ama çabuk ol! Çünkü o hiç iyi değil."

🕟

Sevgisiz büyüyen bir çocuk, ilk önce sevgiyi tatmak için hayal kurmaya başlar.

İlk başlar can yakıcı hayaller, kalp sızısının ruhda bıraktığı izleri geçirmek için kurulur. Açık yaralar, kabuk bağlamaya başlarken, kurulan hayaller geride izlerini bırakır. Çünkü hayaller hiçbir yarayı tamamen kapatmaz. Kurduğu hayallere alışan insanoğlu, bir süre sonra kurulan hayaller yüzünden acı çekmeye başlar.

Bu kez var olan acılar, hiç geçmeyeceğini düşündüğün yerde sızlamaya başlar.

Çünkü işin içine zihin girdi mi, kurtulmak daha zordur.

Zihnin yakıcılığı; hastanın masum bir umuda tutunurak, yaşamak için korktuğu ameliyata girmesi ve girdiği ameliyatta uyuduğu zannedilen hastaya yapılan açık kalp ameliyatıdır. Herkes asıl sorunun, kalpte olduğunu düşünürken, asıl yara zihinde açılmıştır. Çünkü zihnin yarası hiç geçmeyecek gibidir.

Saat gece yarısını çoktan geçmişken, yarı uzandığım yatakta uyuyan Turan'ı izliyordum. Dudaklarımdan kıkırtı firar ederken, saatler önceki hali aklıma geldi. Doktor yarasını dikip, ona ilaç verirken bile gözlerini bir kez bile kırpmamış, uyumamak için direnmişti. Oysa aldığı ilacın onu hemen uyutması gerekiyordu. Bu hali o kadar komikti ki, ona gülmeden edememiştim. Ona kıyamayarak, artık uyuyabilirsin dememe rağmen, gerçekliği sorgulamış ve bana ardı ardına sözler verdirmişti.

İç çekerek, gözlerimi yüzünde gezdirmeye başladım. O kadar çok o gibi ama o değildi ki... Mesela artık eskisi gibi yüzü sakalsız değildi. Ya da gözleri canlı bakmıyordu. Belki de yüzündeki yaraları gizlemek için sakal saklıyordu. Çünkü yüzünün sağ tarafında yandan uzun bir kesik izi vardı. İz yeni gibi durmuyordu ama acısı hâlâ tazeymiş gibi dokunuşumu hisseder hissetmez, kaşlarını çatmış, yüzünü buruşturmuştu. Tâ ki, uykusunda bile dokunuşumu tanıyana kadar.

Kaşları düz bir çizgi halini alırken, dudaklarında silik bir tebessüm oluştu. Dudaklarında ki tebessüm, kalbimin ritmini bozması için büyük bir nedendi. Avuç içimi yanağına bastırarak, tenimin gıdıklanmasına izin verdim. Sakallı hali eski haline nazaran daha ciddi ve daha fazla çekici olmasına neden olmuştu. Yakışmıyor desem yalan söylemiş olurdum çünkü bu halini daha çok sevmiştim.

Aslında o uyuduğu için kendimi hayalini kurduğum vuslatla ödüllendiriyordum. Şayet uyanık olsaydı, gururum sevgimin önüne geçecek ve bu halimden eser kalmayacaktı. Ama şimdi uyuduğu için rahat rahat onunla özlem giderebilirdim.

Kaşlarım, ona olan özlemimle çatılırken, sessizce fısıldadım. "Aramıza giren ayrılık, bir arada olduğumuz günlerden daha fazlayken, nasıl oluyorda bu kadar çok özlüyorum seni?" Başımı kokusu sinmiş yastığına yaslayarak, "Neden bu kadar çok seviyorum seni?" diye sordum, burnum saçlarının bir kaç santim uzağındayken. Kokusunu soluyor ve içimin huzurla dolmasına neden oluyordum. "Sana bu kadar kırgınken, bir o kadar çok sevmek, akıl alır gibi değil."

Gözlerim çok geçmeden kapanmaya başlarken, kendimi uykuya teslim ettim.

🌬🌫

"Mənim canım həyat yoldaşım, bir qulağ asda mənə?" diyerek konuştu Elçin. (Benim canım eşim, bir dinlesen beni?)

Nur kucağında bebeği, eşine bakarken, "Bundan sonra sənə qulağ asmayacağam!" dedi sinirle. (Bundan sonra seni dinlemeyeceğim!)

Elçin sinirle derin bir nefes alarak, "Can özüm, danışdım axı sənə səbəbini. Niyə anlamırsan məni?" dedi, sonlara doğru acıyla. (Can özüm, anlattım ama sana nedenini. Niye anlamıyorsun beni?)

Gözleri dolmuş Nur, ağlayarak, "Niyə yalan danışdın mənə? Axı bilirsən yalandan nifrət elədiyimi? Niyə məni aldadırsan?" diyerek sorularını sıraladı. (Neden yalan söyledin bana? Biliyorsun yalandan nefret ettiğimi? Neden beni aldatıyorsun?)

Elçin ağlayan karısına dayanamayarak baktı. Hiç sevmezdi ağlamasını. Ama hiç sevmezken bile ağlatan o'ydu.

"Ağlama. Nolar ağlama sevgilim. Dayana bilmirəm." (Ağlama. N'olur ağlama sevgilim. Dayanamıyorum.)

Nur iç çekerek, bir yandan oğlunu tutarken bir yandan da kolunu gözlerine kapatarak ağlamaya başladı. Nefret ederdi yalana. Ama ilk kez yalandan değil yalan konuşan insana nefret etmeye başlamıştı. Ve bu nefreti sevdiği adam yüzündendi.

Onu anlıyordu aslında. Mecbur olduğunu bu yüzden susmak zorunda kaldıklarını anlıyordu ama bir yandan da anlamak istemiyordu. Nur anlaşılmak istiyordu. Çünkü aylarca bu haldeyken, kocasının dağ da olduğunu düşünüyordu. Hatta bir ara iletişim tamamen kesilirken, esir düştüğünü bile düşünmüş, korkudan hastanelik olmuştu.

Bunları hatırlamak onun daha fazla canını yakarken, "Bu qədər yaxınımızda olub, bir dəfə belə yanımıza gəlmədin sən." dedi iç çekerek, hıçkırırken. "İndi gəlib, mənə dayana bilmirəm deyirsən. Dayana bilməyən insan gələrdi Elçin. Bir yolunu tapar gələrdi." (Bu kadar yakınımızda olup, bir kez bile yanımıza gelmedin sen. Şimdi gelip, bana dayanamıyorum diyorsun. Dayanamayan insan gelirdi Elçin. Bir yolunu bulur gelirdi.)

Haklı sözler karşısında suskunluğa gömüldü Elçin. Karısı haklıydı. İsteseydi şayet bir yolunu bulur gelirdi...

İç çekerek, kız kardeşine bakan Cavanşir, "Gözüm, niyə baxmırsan mənə?" diyerek sordu. Ondada durumlar aynıydı. Tıpkı Aysu ve Nur'da da olduğu gibi. Hepsi kazık yemişti resmen. Akıl alır gibi değildi onlarsız geçen günleri. (Gözüm neden bakmıyorsun bana?)

Firengiz'in yerine ona dönen İnci, hayranlıkla karşısındaki adamı izledi. Diğer çocukların aksine İnci, Cavanşir'e korkarak bakmıyordu. Çünkü gözünün altındaki iz ona korkutucu gelmiyordu. Sadece ona değil Aysel'e de gelmiyordu. Cavanşir ona hayranlıkla bakan kız çocuğunu öperek, kokusunu içine çekti. İnci yerinde utanarak küçülürken, Aysel onlara tebessüm etti. Onun için karşısındaki bu görüntü, fazlasıyla eşsizdi.

İç çekerek gözlerini kaçıran Aysel, dizlerine koyduğu elleriyle oynamaya başladı. Ne işi vardı burada bilmiyordu ama Cavanşir'in onunla ilk kez ciddi bir mesele yüzünden konuşması sonucu kendini arabada bulmuştu. Burada olması aslında onun güvenlik açısından iyiymiş. Her ne kadar nedenini sorsada bir cevap alamamıştı. O iç çekerek elleriyle oynarken, bir yandan da onu gözlerini kaçırarak izleyen adamdan bi haberdi...

Diğerlerinin aksine kafası rahat olan Oktay ve Orhan, sırıtarak etrafını saran kasvetden kurtulmaya çalışıyordu. Orhan yudumladığı kahvesini sıkıca tutarken, bir yandan da tabletden haber okuyordu. Soğuk hava, yağan kar ve kahve, onda haber okuma isteğini uyandırıyordu. Okuduğu haberlerin çoğu taciz ve cinayetlerden ibaretti. Bu durum canını sıkarken, haber sayfasından çıkarak, youtube girdi. Kurtlar vadisi pusu izleyesi gelmişti anlık.

Direksiyonu sol elinin avuç içiyle çeviren Oktay, sert bakışlarla etrafını gözetiyordu. Arabaya bindiğinden beri dudaklarından tek bir kelime dahi çıkmamıştı. Konuşmayı isteyen herkesi de bakışlarıyla tersleyerek, kendinden uzaklaştırıyordu. Bu gün Orhan ve Elçin ikilisi yüzünden erken uyanmıştı. Çünkü iki geri zekâlı, durmadan kavga ederek, onu canından bezdirmişti. Ters bakışlarla aynadan arkadaki insanlara bakarak, "O səsinizi kəsin, yoxsa mən kəsəcəm." dedi sıktığı dişlerinin ardından. (O sesinizi kesin, yoksa ben keseceğim.)

Tim ona şaşkınlık ve sevinçle bakarken, "Oqtayım! Oqtayım danıştı!" dedi Elçin. Nur ona ters bakarak, "Məni belə bu qədər sahiblənməmisən." dedi. (Oktayım! Oktayım konuştu!) (Beni bile bu kadar önemsemedin.)

Elçin kıskanan karısına, hasret ve yoğun sevgiyle bakarak, "Çünkü sən mənim sahiblənəcəyim bir əşya deyilsən. Sən mənimsən. Sən mənsən. Həyatımın yoldaşısan." dedi. (Çünkü sen benim sahipleneceğim bir eşya değilsin. Sen benimsin. Sen bensin. Hayatımın yoldaşısın.)

"İt! Mən əşyayam bəyəm?!" (İt! Ben eşya mıyım?!)

Elçin dişleri arasında gülümseyerek, "Ağzını yumda iki dəqiqə, qardaşımsan. Görürsən ciddi məsələ gedir." dedi. Oktay göz devirerek, "Səndən adam olmuyub, olmayacağda." dedi. (Ağzını kapasana iki dakika, kardeşim. Görmüyor musun ciddi mesele gidiyor.) (Senden adam olmadı, olmayacakta.)

Nur utançla gözlerini çevirirken, eşinin omzuna vurarak, "Sus pis insan. Hamı bizə baxır." dedi. (Sus pis insan. Herkes bize bakıyor.)

Onlara gözlerini beleterek bakan İnci'yi fark eden Firengiz, kız çocuğunun gözlerinu kapatarak, "Balaca siçan neyə baxırsan sən?" dedi gülerken. Onun aksine İnci gülmüyordu. Çünkü önünü göremiyordu.

Elçin karısını ve bebeklerini kolları arasına alarak, "Ömrüm." dedi, aşkla. Cavanşir ve Aysel ikiliyi, büyük bir mutlulukla izlerken, ikiside aynı anda, anlaşmış gibi gözlerini buluşturdu. Cavanşir, ona büyük bir özlemle bakarken, Aysel heyecandan titreyerek bakıyordu. O hiç böyle bir şey hissetmemişti ki, bu zamana kadar. Bu yüzden bu kadar fazla duygu yoğunluğu yaşıyordu.

Gerçi Cavanşir için de durumlar aynıydı ama bunu henüz bilmiyordu.

"Caş! Umaz aba de!" (Cavanşir! Ablaya olmaz de!)

Onlara bakan Cavanşir, sinirlenen kız çocuğuyla gülmeye başladı. "Firəngiz qoy uşağ rahat nefəs alsın."  (Firengiz izin ver çocuk nefes alsın.)

"Barmağlarımın arasından nəfəs alır o, sən narahat olma." (Parmaklarımın arasından nefes alıyor o, sen merak etme.)

Sonunda pes eden İnci, kendi rahat bırakarak uyumayı tercih etti. Firengiz kafasından öperek, gözlerini yumdu.

Elini birbirine vuran Orhan, uzun süren sessizliği bozarak, "Vay, haysiyetsiz köpek vay!" dedi. Kızlar korkuyla irkilirken, Orhan'ın omuzları titremeye başladı. İki parmağıyla burun kemerini sıkarak, ağlamaya başladı. Oktay ona yan dönerek şaşkınlıkla baktı.

"Noldu? Orxan noldu?!"

Öyle bir ağlıyordu ki, gören de ailesinden birini kaybetti zannedecek. Ellerini yalandan ama gerçek gibi dizine hafif vurarak, başını bir oyana bir de buyana salladı. (Sağına soluna yani) Orhan'ı sarsan Oktay, arabayı çoktan kenara çekmiş, ağlayan can kardeşine derman olmak için uğraşmaya başlamıştı. Tâ ki, o cümleyi duyana kadar.

"Memati öldü Oqtay! Mematim getdi! Keçəl başından öptüğüm adam öldü! Oy oy oyyyy!" Hıçkırıkları tüm arabaya yayılırken, Cavanşir ve Oktay sinirle nefes aldı. Gözlerini belertmiş Elçin, "MƏNSİZ TƏZƏ BÖLÜMÜNƏ BAXDIN ORXAN!" diyerek bağırdı. Orhan bu bağırışa daha çok ağlarken, onunla beraber küçük Mübariz de ağlamaya başladı. Mübariz'e şaşkınlıkla bakan İnci, yerine sinerek gözlerini kırpıştırdı. Bu çocuğun ağlaması onu ürkütüyordu. (Memati öldü Oktay! Memati'm geti! Kel kafasından öptüğüm adam öldü!) (BENSİZ YENİ BÖLÜMÜ MÜ İZLEDİN SEN!)

Bir yandan Orhan'ı boğmaya çalışan Elçin, bir yandan onları ayırmaya çalışan Cavanşir, nereye düştüm der gibi bir köşeye sinerek onları izleyen Aysel, kucağında ki çocuklar yüzünden az kala kendini boğacak olan Firengiz, ha ağladı ağlayacak olan İnci, çoktan ağlayan Mübariz, eşini ayırmaya çalışan Nur ve kendini uçurumdan aşağıya atmak isteğiyle dolup taşan Oktay.

Dişlerini sıkan Oktay, "HAMI YERİNƏ KEÇİB OTURMASA, HAMINIZI MAŞINDAN ATACAM!  sadece bağırarak, herkesi susturmuştu. Hepsi dut yemiş bülbül gibi, haraketsiz durdu. Çocukların aksine. Mübariz titreyen alt dudağı ve çenesiyle Oktay'a bakarak tekrar ağlarken, Oktay şefkatle, "Bu sənə aid deyil balam. Sən istədiyini edə bilərsən." dedi. (HERKES YERİNE GEÇİP OTURMAZSA, HERKESİ ARABADAN ATACAĞIM!) (Bu sana ait değil oğlum. Sen istediğini yapabilirsin.)

Kaşlarını çatan İnci kendini göstererek, "Men?" diyerek sordu. Kahkaha atan Oktay onu öpücüklere boğarak, "Sən də." dedi.

Tüm yol boyunca kimsenin gıkı çıkmazken, bu durumdan sadece Oktay memnundu.

🌬🌫

Tenimi saran sıcak nefes, fazlasıyla tanıdıktı.

Uykuya doymuş gözlerim yavaşca aralanırken, alnı alnıma yaslı durarak uyuyan adama baktım. Bedeni fazlasıyla yorgun düştüğü için hiç uyanmadan uyumaya devam etmişti. Tıpkı benim gibi.

Ayların yorgunluğunu, hissedemediğim güveni ve yoğun duyguyu onun yanında, onun nefesinde, kokusunda, sıcacık teninde hissettiğim için ben de kesintisiz uyumuştum. Şimdi uykumu tam aldığım için kendimi dinç hissediyordum.

Ben onu bir kez daha izlemeye dalmışken, telefonu çalmaya başladı. Hızla gözleri aralanırken, çevik bir haraketle yataktan, yarasını bile umursamadan kalktı. Kimin aradığına baktıktan sonra kulağına telefonu yasladı. Üzerinde bir şey olmadığı için üst tarafı çıplaktı. Bu yüzden, gerilen sırt kasları, geniş omuzları, bir erkeğe göre fazlasıyla güzel olan fiziği ve geçmiş gibi görünen yaralarıyla tam karşımdaydı.

Sol elini beline koyarken, sağ eliyle telefonu tutuyordu. Sinirle bir nefes alırken, "O geri zekâlılara söyle onları içeriye almayı düşünmüyorum....O Elçin'e söyle, keseceğim dilini!....Biri de mi akıllı olmaz arkadaşım? Gönder gelsinler." dedi telefonu kapatarak. Ben hâlâ yatakta uzanır vaziyetteyken, o benden tarafa dönerek, yatak başlığına ne ara koyduğumu bilmediğim siyah tişörtünü giydi. Giyerken, iki göğsünün arasına saklanan künyesi dikkatimi çekmişti. Oldum olası künyeleri daha çok sevmişimdir.

Tişörtün belini düzeltirken, künyesini çıkararak, tişörtün üzerine bıraktı. Sırıtarak bana dönerken, dağılmış saçları ve görüntüsüyle tamamen serseri gibiydi. "Ağzını kapa güzelim, mazAllah sinek falan kaçar." Çapkınca göz kırparken, yerimde ters dönerek, ayaklarımı zemine yasladım. Sinek girermiş! Egosunu kaslarının arasına sığdırmış gergedan!

"Ne?" Şaşkın çıkan sesiyle, başımı kaldırdım. Sesli mi söyledim ben az önce?

Yerimden kalkarak, gülümsemek yerine, tersce baktım. "Ne ne? Haklıyım."  Terslememe gülerken, yanından geçerek, lavaboya girdim. Kısaca işlerimi hallettikten sonra ağzımı bir kaç kez gargaladım. Fırçam olmadığı için dişlerimi fırçalayamıyordum. Yüzümü peçeteyle kurulayarak, oradan ayrıldım. İçimde garip bir huzursuzluk vardı çünkü gece ve sabah namazım kaza olmuştu. Bu durum beni fazlasıyla üzmüştü. Çünkü namazlarımı kazaya bırakmayı sevmezdim. İç çekerek anlık yatağa baktım, anam bunlarda ne? Bu sırada aşağıdan sesler geliyordu.

Yatakta temiz, üzerinde etiketi duran kazak ve etek vardı. Sadece onlar değil iç çamaşırları ve çikolata vardı. Kızımıza verdiğim çikolata sözünü tutmuştu. Yüzüm kızarırken, aklıma ilk zamanlarımız gelmişti.

"Orada giyinebileceğin eşyalar var. Kapının önünde seni bekliyorum. Ha bir de ameliyatdan sonra seni giydiren hemşireydi. Başını da o kapatmıştır. Sen sormadan söyleyeyim dedim."

Tam da bunu soracaktım. Baş sallayarak doğrulmaya çalıştım. Omzum sargıda olduğu için şimdilik acıtıyordu. Ayaklarımı zemine koymam da yardımcı olurken poşeti yanıma koyarak odadan ayrıldı.

İçinde beyaz dantelli iç çamaşırı ve sütyen vardı. Kaşlarım kalkarken, pahalı olan iç çamaşır takımını yukarıya kaldırdım. Çüş! Umarım bunları o almamıştır. Çok pahalıydı yahu, hem de çok güzel. Bu kadar güzelini seçmesi için- tövbe estağfurullah!

Yanaklarım kızarırken, başımı kendime gelmem için iki yana salladım. Ardından üzerimdekileri çıkartarak, önce iç çamaşırlarını giydim. Krem rengi uzun ve bol olan elbise bana yakışmıştı. Üzerine siyah reng şalımı takarak, kirlileri katlayarak poşete koydum. Omzumun sargısı değiştirilmişti muhtemelen çünkü bembeyazdı. Elime poşetimi aldıktan sonra durmadan haraket ettiğim için acıyan omzumu tuttum.

Dişlerimi sıkarken, durduramadığım inlemem odada yankılanmıştı. Hayır yani pislikler öyle bir yere kurşun sıkmıştı ki, o kısım durmadan harakette oluyordu. Kapı tıklatılırken, dışarıdan Turan beyin sesi geldi.

"Aysu, yaxşısan?"

İyi olup olmadığımı soruyordu. Çok şükür anlamıştım. "İyiyim."

"Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sordu bu kez.

Evet vardı. Elbiseyi zorda olsa bir şekilde giymiştim ama ayakkabılarımı giyemiyordum. Aslında eğilemiyordum. Bu soğuk havada terlikle çıkamayacağım için siyah botları giymem gerekiyordu.

"Ayakkabılarımı giymeme yardım edecek birini bulabilir misin?" Daha sorumu bitirmemiştim ki, kapı yavaşca açıldı. Tüm heybetiyle kapı arasında kalan Turan bey, "Bu dəqiqə mənnən başqa kimsə sənə kömək edə bilməyəcək. Mən giyindirim?" diye sordu. Bu dakika benden başka kimse sana yardım edemeyecek. Ben giydireyim mi?

Çekinerek, "Zahmet olmazsa." dedim. Allahtan sözlerimizin çoğusu benziyordu da anlayabiliyordum bazı sözlerini. Önce kapıyı kapattı sonra poşetten botları alarak, önümde diz çöktü. Başı karnım ve göğüsümün arasındaydı. Bu boy nedir arkadaş! Alttan keskin gözleriyle bana bakarken, "Ayağını uzat." dedi.

Sağ ayağımı hemen uzatarak, ayakkabayı giydirmesine sebep oldum. Ardından diğer ayağımada ayakkabayı giydirerek, iplerini bağladı. Ayağa kalkarak, poşeti eline aldı.

"Hazırsan çıxaq?" Hazırsan çıkalım.

Baş sallayarak, odadan ayrıldık.

Gözlerim, mazinin yakıcılığıyla dolarken, üzerimi hızla giyerek, şalımı düzelttim. Loş ışıkla aydınlanan koridordan ayrılarak, merdivenleri inmeye başladım. Az öncenin aksine sesler azalmıştı. Merdivenleri bitirdik sonra biraz daha ilerlerken, şöminenin önündeki koltuğa oturmuş, sarılan baba kızı gördüm.

İnci ağlıyor, Turan onun gözyaşlarını siliyordu. İnci iç çekiyor, Turan nefesini verene kadar nefesini tutuyordu. Minik kızımız, kendince konuşurken, Turan onu dikkatle dinliyor, ara sıra susarak ona bakan İnci'ye tepkisini gösteriyordu. İç çekerek susan İnci'm ellerini dizlerinin arasına alarak, babasına yaslandı. Turan onu sıkıca sararak, öpücüklere boğdu. Gözümden durmaksızın akan yaşlarla burnumu çekerken, hâlâ beni farketmemişlerdi.

İnci aniden başını kaldırarak, "Nam? Nam delsin?" diye sordu. Bir yandan da etrafını gözetliyordu. Direkt benden tarafa bakan Turan'la varlığımı ilk andan beri hissettiğini anladım. İnci'de bana dönerken, direkt ağlamaya ve kucağıma gelmek için çırpınmaya başladı. Onun yanına hızla adımladım. Minicik kollarıyla, beni sarıp sarmalarken, gözyaşlarım tenimden süzülüyordu.

"Nam," iç çekti, "Bam oda." dedi ağlayarak. Babasının geldiğini bana anlatıyordu.

Babasını bana hatırlatmasıyla üstten, omuzları çökmüş bize bakan Turan'a baktım. O an hiç bakmamak isterdim, kızarmış gözlerine. Çünkü; özlemiş ama özlemini tek bir bakışa sığdıran bir adam vardı karşımda.

Tıpkı benim gibi...

🌬🌫

Bölüm sonu.

Oy ve yorum yapmayı unutmayınnn.

İnstagram; maisie_ruby_

Tik tok; maisie_rubys

Hesaplarımı takip ederek benimle iletişime geçebilirsiniz. Artı olarak spoilerden de haberdar olursunuz.

Allah'a emanetsiniz🤍

Continue Reading

You'll Also Like

CANHIRAŞ By AksoyAynurr

General Fiction

15K 1.3K 13
B. T. 30.12.2023 ~TURGUT ALPDOĞAN~ O'nu ilk gördüğümde bir Ramazan Akşamıydı. Elimin kirine, üniforma'mın tozuna rağmen kapısını sonuna kadar aralam...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

73.4K 6K 13
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
3M 160K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...