Hükm-ü Kader

By Brave_Author

17K 1.4K 2.1K

Yıl 1521. Askerlerin, halkın ve dahi onu tanıyan herkesin tahta çıkmasını beklediği Şehzade Mehmet. Bir elin... More

Giriş | Kaza
Bölüm 1 | Geçmişin Anahtarı
Bölüm 2 | Geçmişe Dönüş
Bölüm 3 | Hangi Geçmiş?
Bölüm 4 | Geçmişte Yabancı
Bölüm 5 | Geçmişteki Ben
Bölüm 6 | Geçmişin Tuzağı
Bölüm 7 | Riskli Geçmiş
Bölüm 8 | Geçmişin Oyunu
Bölüm 9 | Geleceğin İzi
Duyuru
Bölüm 10 | Geleceğin İzi II
Bölüm 11 | Geçmişin İçinde
Bölüm 12 | Geçmişin Sırrı
Bölüm 13 | Geçmişin Suskunluğu
Bölüm 14 | Geçmişin Emaneti
Bölüm 15 | Geçmişin Korkusu
Bölüm 16 | Geçmişin Bağı
Bölüm 17 | Geleceğin İzi III
Bölüm 18 | Geçmişte Yeniden
Bölüm 20 | Geleceğin İzi IV
Bölüm 21 | Geleceğin Aydınlığı
Bölüm 22 | Geçmişin Kırgınlığı
Bölüm 23 | Geçmişe Tutsak
Bölüm 24 | Geçmişin Şüphesi
Bölüm 25 | Geçmişin Çaresizliği
Bölüm 26 | Geçmişin Ayrılığı

Bölüm 19 | Geçmiş Şimdi Gelecek

423 44 12
By Brave_Author

Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.

Bana dediği cümleyle beraber gözlerim o yeşilin en güzel tonundaki gözlerinde takılı kaldı. İçimde oluşan mutlulukla beraber üzümde küçük bir tebessüm oluştu. Aşık olduğum adam, bana yeniden aşık olmasını istediğim adam bana aşkını anlatıyor, burada onunla olmamı istiyordu. Duyduklarımla beraber zaman durmuştu sanki. Kulağıma gelen sesler sadece kalbimin çarpma sesi ve ağaç yapraklarının esen hafif rüzgârda birbirine sürtme sesiydi.

İçimdeki küçük çocuk derin bir nefes verdi ve bana gülümsedi.

Bana gülümseyen çocuğa içtenlikle tebessüm ettim. Bu dünyada da beni sevmeyi seçmişti. Diğer bir yanım masum gülümsememe histerik bir gülüş attı. Aramızda onca sır varken, benim ondan sakladığım şeyler varken ona ihanet etmiş gibi hissetmeme neden oluyordu. Ben ondan bir şeyler saklasam bile bana açılmayı seçmişti.

Umutlu gözleri benden cevap beklerken derin nefes alıp kendimi vereceğim cevaba hazırladım. Cevabım başından beri belliydi. Bunun benim için bir soru bile olmadığını bilmiyordu.

"Ben..." deyip gülümseyerek lafa başladığım sırada ansızın bir saplanma sesi gelmesiyle Mehmet'in bana doğru irkilmesi bir oldu. Gözlerinde gördüğüm acıyla gözleri kısıldı ve boğazından küçük bir inleme döküldü. Kendini sıkmasıyla boğazındaki damarlar ortaya çıktı ve yüzü kızardı. Neler olduğunu anlayamıyordum. Sırtına bir şey mi çarpmıştı, biri bir şey mi fırlatmıştı?

Aynı anda arkamızdan gelen Ağalarda bir hareketlilik olmasıyla içten içe inkar etmek istesem de tehlikeli bir durum olduğunu anlamam uzun sürmedi. Korku yavaş yavaş kendini gösteriyordu zihnimde, bedenimde...

"Şehzadem! Şehzadeyi koruyun." İskender'in duyduğum sesiyle gözlerim kısıldı. Neler oluyordu?

Bir anda neler olduğunu anlamazken bedenimi tamamen kaplayan korkuyla derin nefes almaya başladım. Mehmet'in gözlerinde acıyı görebilirken nefes almak için zorlukla yutkunmasına şahit oldum. Gözlerinin karardığını, bana bakan gözlerinin artık bana değil yavaş yavaş boşluğa bakmaya başladığını görebiliyordum.

"Hayır, hayır..." dedim başımı iki yana sallarken. Tahmin ettiğim şey olamazdı.

"Mehmet." diye fısıldadım arkama dönmeye çalışıp kollarımla onu sarsmaya çalışırken. Hemen ardından yanımıza gelen ağalar apar topar şehzadeyi attan indirirken gördüğüm şeyle elim ağzıma gitti. Boğazıma bir yumruk otururken nefes alamadım. Korkuyla beraber gözlerimde biriken yaşlar görüş açımı bulanıklaştırmaya başlamıştı.

Mehmet'in sırtına saplanmış ok lacivert kaftanını kana bulamıştı. Etrafımız hemen iki üç ağayla çevrilirken nerde olduğu belli olmayan düşman için kılıçlar çekildi. Kılıçların kınından çıkarken oluşturduğu o tiz ses kulaklarımı doldururken gözümü sırtındaki oktan alamıyordum.

Gözlerim kararıyordu. Olamazdı. Onun beni yeniden sevdiğini söyledikten, bunu duyduktan hemen sonra olamazdı.

"Derhal saraya haber verin. Şehzademiz yaralandı, hekimler hazır olsun!" Ağalardan biri atına binerek yanımızdan uzaklaştı.

Mehmet'i baygın halde görürken içimi kaplayan derin korku ve endişeyle ata bindiğimde gördüğüm yüksekliği görmedi gözüm. Apar topar eyerden tutunarak yere inmeye çalışırken dengemi kaybederek yere düştüğümde ufak bir inleme döküldü dudaklarımdan. İskender endişeyle benim düştüğümü gördüğünde hızlıca emekleyerek İskender'in kucağında yan şekilde duran Mehmet'e doğru ilerdim.

Acı hissetmiyordum. Tek düşündüğüm onun çektiği acı, onun gözlerinde bana bakarken gördüğüm acıydı. Kaderinden kaçamamış olma ihtimali, onu koruyamamış olma ihtimalimdi.

Gözlerindeki heyecanın acıya dönme anıydı aklımda olan.

"Mehmet..." diye fısıldadım elimi koluna götürürken. Yanağımdan usulca bir damla süzüldü.

"Kim nasıl yaptı bunu?" dedim gözlerim yaşlı İskender'e bakarken. Kafasını olumsuzca iki yana salladığında iki ağa koşarak yanımıza geldi.

"Çevrede kimse yok beyim. Kaçmış hain. Lakin bu oku bulduk." dedi. Aynı zamanda elindeki ok ve yayı göstermişti.

"Yardım edin. Derhal şehzademizi hekimlere götürmeliyiz."

Bütün bu olanlara kafamı iki yana salladım. Olamazdı değil mi? Mehmet şimdi ölemezdi. Daha vakti değildi ki.

Hemen bir çırpıda ağaların yardımıyla Mehmet'i sırtına aldığında Mehmet'in kolları İskender'in omzundan aşağı sarktı. İskender hızlıca tutup saraya doğru koşmaya başladığında bende peşinden koşmaya başladım. Yüzüme vuran rüzgâr ıslak olan yüzümü ürpertiyor. O ürperti bedenime yayılıyordu.

Saraya girdiğimizde telaşlı yüzler bizi karşıladı. Esmehan Sultan, Valide Sultan ve Nurbahar Sultan telaşlı ve yaşlı gözlerle bizi beklerken gözleri İskender'in sırtındaki bilinci olmayan Mehmet'e kaydı.

"Mehmet oğlum, hayır... Yaşıyor mu?" dedi Nurbahar Sultan oğlunun yüzünü okşarken. İskender kafasını salladığında derin nefes alsa da içinin soğumadığını biliyordum. "Nasıl oldu, kim yaptı bunu, kim yapar bunu?"

"Kardeşim, Mehmet..." dedi sesi titreyen Esmehan Sultan. Tüm sesler birbirine giriyor bir uğultu gibi dolduruyordu kulaklarımı.

"Sultanım bilmiyorum lakin bir an evvel hekimlerin yanına gitmemiz icap eder." derken odasına doğru yol aldı.

"Aslanıma kim yaptı bunu, nasıl oldu?" Valide sultanın gözleri beni bulduğunda başımı iki yana salladım. Aynı zamanda İskender'i takip ediyordum.

Şehzade Mehmet'in odasına girdiğimde yine o tanıdığım koku burnum doldurdu. İskender yavaşça Şehzade Mehmet'i yüz üstü yatağa bıraktığında Nurbahar Sultan yanına koşarken Valide Sultan hiddetle bağırdı.

"Hekimler nerede kaldı? Derhal aslanıma haber verin."

"Haber verildi sultanım." dedi İskender.

"Oğlum, kim kıydı sana?" Nurbahar sultanın bir yandan ağlarken diğer yandan titreyen sesi kulaklarımı doldururken odaya hızlıca heybetiyle Sultan Mustafa girdi. Keskin bakışlarıyla korku salıyordu. Oğlu gibi yemyeşil keskin gözlerinden endişeyi ve aynı zamanda intikam hırsını okuyabiliyordum.

Hızlıca oğlunun yanına koşarken bağırdı.

"Mehmet!" sonrasında Nurbahar Sultan'a döndü. "Yaşıyor mu?" Kadın hızlıca aksini düşünmeyi tasavvur dahi etmezken kafasını salladı.

"Hekimler nerede kaldı? Nasıl oldu bu, kim cüret eder buna? Benim sarayımda, benim şehzademe kim kıyar?"

Koşarak odaya giren üç tane hekim girip şehzadenin yanına koşarken Nurbahar Sultan ayağa kalkıp hekimlere yer verdiğinde eşine sarıldı.

"Hünkarım, oğluma bir şey olursa ben yaşayamam."

"Kötüyü düşünme, oğlumuz yaşayacak." dedi tek kolunu karısına sararken.

"Bunun sorumlusunu bul bana İskender. Her kim buna cüret ettiyse bedelini misliyle ödeyecek." İskender başını sallayıp selam verdiğinde hekimlerden biri Sultan Mustafa Han'a döndü. Diğerler hekimlerde Mehmet'in üstünü çıkartmaya başlamıştı.

"Hünkarım, sultanlarımız odadan çıkarsa daha iyi olur."

Birden içine düştüğüm kargaşada gözümü Mehmet'in yüzünden alamıyor, acımı istediğim gibi yaşayamıyordum. Gözyaşlarımın görünmeyen büyük kısmı içime akıyor, haykırışlarım içimde oluyordu.

Gözlerimden usulca iki damla akarken dışarı çıkarılan sultanlarla beraber dışarı çıktım ve buz gibi soğuk olan duvara yaslandım. İçimden bir parça kopuyor ve gidiyordu sanki. Gücüm tükeniyor, kendimi büyük bir boşlukta hissediyordum. Gözlerimi kapattığım anda bana bakışları gözümün önüne geliyor, sıcak gülüşlerinin benim üzerimde bıraktığı etkiyi hissediyordum.

Herkes ayrı bir köşeye çekilirken koridordan Şehzade Murat ve validesi Halime Sultan koşarak çıktı. Gözlerini hepimizin üzerinde gezdirip valide sultanda durduğunda onun yanına koşup sarıldı.

"Aslan parçam."

"Validem, kardeşim..." dedi Şehzade Murat ayrılıp yüzüne bakarken. "Kardeşim iyi mi? Yaşıyor değil mi?" İçimden nefretimi kusmamak için kendimi zor tutarken nefret dolu bakışlarımı üstünden geçmedim. Kim olabilirdi ki? Kim kıyabilirdi Mehmet'e, kim düşmanıydı? Sorularımın hepsinin cevabı karşımda duruyordu.

"Ağzından yer alsın. Yaşıyor, hekimler yanında. Ellerinden geleni yapıyorlar." Halime sultan kısık ve çekingen çıkan sesiyle şehzadesine eşlik etti ve Nurbahar Sultan'a döndü.

"Geçmiş olsun. Şehzademiz kurtulacak inşallah." Burada Mehmet'in ölümüne sevinecek bir diğer kişi varsa o da Şehzade Murat'ın validesiydi. Nurbahar Sultan cevap vermeyip sadece başını salladı. Zira o da biliyordu Mehmet'in ölümünün en çok onların işine geleceğini. Usul usul ağlıyordu O'da benim gibi.

"Bu olay nasıl oldu Akça hatun? Sen de orada mıydın? Kim reva gördü bunu şehzademe." Bana dendiğini anladığımda valide sultanla göz göze geldim.

"Biz at biniyorduk." dedim sesim titreyerek. "Şehzademiz bana at sürmeyi öğretiyordu." O anlar bir bir gözümün önüne geliyordu. "Biz konuşuyorduk." Bana heyecanlı bakan gözleri karşıma gelince iri iki damla aktı gözlerimden. "Birden oldu. Okla vuruldu." dedim. "Şehzademizin önünde olduğum için görmedim kimseyi, nereden geldiğini."

"Kim yapar bunu şehzademe?" Nurbahar sultanın çaresiz sesi doldurdu kulaklarımı. "Kim cesaret eder?"

Durduğum yerde duvar dibine yere çöktüğümde derin nefes aldım. Nefes almakta zorluk çekiyordum. İçim daralıyor, kalbim sıkışıyordu.

İçimdekileri paylaşacak kimse yoktu. Onu ikinci kez kaybetme ihtimalimi kimse bilmiyordu. Sığamıyorum, bu koca saray bana yetmiyordu. O can çekişirken bana nefes almak eziyet gibi geliyordu.

Esmehan Sultan'la göz göze geldiğimde yanıma gelip diz çöktü ve yüz hizama geldi. Kızarmış yaşlı gözleriyle bana bakarken elini dizimin üstüne koydu.

"Abim iyi olacak." dedi. "Çok güçlüdür o." Başımı salladım. Gözümden aşağı usulca yaşlar süzülürken zorlukla gülümsedi.

"Onu yeniden kaybedemem. İkinci sefer olmaz." dedim kendimin bile zor duyduğum sesimle. Sesim titriyor, boğazımdaki yumru konuşmama engel oluyordu. Konuştuğumda medet umarcasına gözlerine baktım. "Onu kaybedemem."

Önüme dönüp ellerime baktığımda iki damla yaş elbiseme düştü. Kendi kendime fısıldadım. "Yine olmaz, yine kaybedemem, yine hak etmediği bir sonu yaşamamalı."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bu sonu hak etmiyor." dedim yüzümü tekrardan kaldırıp gözlerine bakarken. Başımı yana eğdim.

"İyi olacak abim." dediğinde yanımızda bir hareketlenme oldu.

"Validem ben dayanamıyorum, evladım içeride can çekişiyor." deyip bir hışımla içeri girdiğinde herkes peşinden girdi. Bende kalkıp odaya girdiğimde hekimler şehzadenin yanından kalkıyordu.

"Hünkarım oğlumuz nasıl?" Sultan Mustafa hekime döndü.

"Hekim Efendi oğlumun durumu nasıl, diyesin hele?" Hekimlerden biri önüne bakarak konuşmaya başladı.

"Sultanım oku çıkardık, yarayı temizledik lakin..." dedi kötü bir şey diyeceği belli olan hekim. Hünkarın keskin sesi odayı doldurdu.

"Lakin ne adam? Konuş! Şehzadem nasıl?"

"Yara normal bir yara değil." Yüzünü kaldırıp hünkara baktı.

"Ok..." dedi ve duraksadı. "Muhtemelen zehirliydi." Herkes neye uğradığını şaşırırken gözüm Mehmet'e kaydı. Ayaklarım bedenimi zor taşıyordu. Sessizlik hüküm sürerken kulağımı Nurbahar Sultan'ın inlemeleriyle karışık hıçkırığı doldurdu.

"Oğlumu kurtar hekim başı. Ne yap et kurtar."

"Yarayı temizleyip sardık hünkarım. Lakin hızlıca karışım hazırlamam icap eder. Bir panzehir... Yaraya sürüp zehri kurutacak bir karışım. Çeşitli malzemeler lazımdır." Hünkâr hızlıca ağalara döndü.

"Ağalar! Hekimlere istedikleri her şeyi hazırlayın."

"Oğlumu kurtar hekim başı." dedi tekrardan.

"Emredersiniz hünkarım." deyip çekildiğinde Nurbahar Sultan hünkara döndü.

"Oğlumu öldürmek istediler. Bunu yapan kim Mustafa?"

"Bilmiyorum lakin bulacağım, o her kimse bedelini ödeyecek." dedi kendisine sarılan sultana sarılarak karşılık verirken.

Yaklaşık bir iki saat sonra hekim başı hazırladığı karışımı sürmeye geldiğinde gözlerim yaptığı her hareketi takip ediyordu.

"İyi olacak mı oğlum?"

"Elimizden geleni yaptık hünkarım. Bu merhemi günde iki sefer olmak üzere sürmek icap eder. Bunun haricinde yapabileceğimiz tek şey şehzademizin uyanmasını beklemek."

*

Herkesi odadan çıkardıklarında zorlukla odama gitmiş ama odama sığamamıştım. Duvarlar üstüme üstüme geliyor, nefes almama engel oluyordu, onun yanında olmak istiyordum. Onun varlığını hissetmek, nefes alışverişlerini duymak istiyordum. Bir an olsun ayrı kalmak istemiyorum.

Hava karardığında odada daha fazla duramayacağımı anlayıp şehzadenin odasına doğru yol aldım. Odanın içine girdiğimde odada bulunan Nurbahar Sultan ve Esmehan Sultan'ın bakışları beni buldu.

"Sultanım affedin lakin odamda duramadım. Şehzademiz nasıl, bir gelişme var mı?" Gözlerine yaşların kuruduğu yüzüyle bana bakıp olumsuzca kafasını iki yana salladı.

"Hekim başı gelip merhemi yeniden sürüp yarasını temizledi. Beklemekten başka bir şey gelmiyor elimizden." Yutkundum.

"İzin verin ben de burada, şehzademizin yanında kalayım." Başını olumlu anlamda sallayıp oğluna döndü tekrardan.

Bir süre sonra oda kapısı tıklatılıp içeri Şehzade Murat girince nefret dolu bakışlarım tekrar onu buldu.

"Sultanım." selam verip devam etti. "Kardeşim nasıl? İyi mi?" olumsuz anlamda başını iki yana salladı.

"İyi olacak Sultanım, ağabeyim güçlüdür. Ben inanıyorum iyi olacağına." dediğinde kendimi tutamadım.

"Eminim öyledir."

Duyduğu sesle bana doğru döndü. Sadece o değil, Esmehan Sultan ve Nurbahar Sultan'ın da şaşkın bakışları bana doğru döndü.

"Efendim?"

"En son sizin yanınızdan ayrıldık. Nerede olduğumuzu siz biliyordunuz." dedim imayla ve içimde tuttuğum öfkeyle. Yürek mi yemiştim bilmiyordum. Karşımda duran bir şehzadeydi, bende alelade bir kızdım. Bunun farkındaydım ama içimde tutamıyordum. Ona bir şey olduktan sonra anlamı yoktu ki hiçbir şeyin. Onu tekrar kaybettikten sonra ne anlamı vardı içimde tutmamın yaşamamın?

"Ne demek istiyorsun hatun?"

"Demek istediğim gayet açık. Şehzademiz Mehmet'in ölümü kimlerin kimin işine yarar?" dediğimde Esmehan Sultan kolumu tuttu. Şehzade Murat'ta neye uğradığını şaşırmıştı. Keskin, simsiyah gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Böyle bir şey beklemediği, neye uğradığını şaşırdığı aşikardı.

"Akça kendine gel." dedi Esmehan Sultan. "Ağabeyimle nasıl böyle konuşursun?"

"Haddini bil hatun. Sen beni neyle itham ediyorsun? Kardeşime bunu yapanın ben olduğumu mu ima edersin?" dediğinde gözlerimden yaşlar akarken kafamı aşağı yukarı salladım.

"Oysa ki şehzademiz sizi canından çok seviyordu. En çok size güveniyordu, en çok size..."

"Ağzından çıkanı kulağın duysun hatun. Sen kimsin?" Hiddetini görsem de gram ondan korkmadım. İçimde Mehmet için yaşadığım korku ve endişe diğer bütün korkulara ağır basıyordu.

"Senin karşında yüce Osmanlı imparatorluğunun şehzadesi duruyor." Haklıydı. İstediği an alabilirdi canımı. "Haddini bilesin."

"Kardeşimin değer verdiği biri olabilirsin, hünkarımızın emriyle sarayda kalıyor olabilirsin lakin bu sana benimle böyle konuşma cüretini vermez." Ateş saçan gözlerini bir an olsun kırpmıyordu. "Bu hareketini yaşadığın üzüntüye, aklının başında olmadığına verip tek seferlik görmezden geliyorum lakin bir daha affetmem bilesin." deyip bir hışımla odadan çıktığında Nurbahar Sultan'la bakışlarımız kesişti. Bana bakıp olumsuzca kafasını iki yana salladığında şu an oğlundan başka hiçbir şeye odaklanamadığını anladım.

"Sultanım bağışlayın, benim aklıma başka seçenek gelmiyor." dedim hemen arkamdaki sedire çökerken. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Delirecek gibi hissediyordum.

"Şehzademize başka kim düşman olabilir?" dedim onlara anlatmak istercesine.

"Senin düşündüklerini ben düşünmem mi sanırsın? Aklımdan binlerce seçenek geçmez mi sanırsın? Lakin, şu an tek istediğim ve düşünebildiğim oğlumun yaşaması ve gözlerini açması." Şehzadesine çevirdi bakışlarını.

"Şimdi kimseden hesap soracak gücüm yok, hiç kimseden. Yeter ki uyansın." Onu onaylayarak başımı salladım. Haklıydı, onun ya da benim hesap sormam olanları değiştirmiyordu.

*

Aradan günler geçtiğinde bir ruhtan farksız olan bedenim yalnızca ayakta geziniyordu. Aradan iki gün geçmişti ve geçen bu iki günde hekimler her gün hazırladıkları merhemi Mehmet'in yarasına sürüyordu. Ama uyanmamıştı, daha bakmaya doyamadığım o yeşil gözlerini tekrardan mahrum bırakmıştı benden.

Sarayda merak, endişe ve sessizlik hakimdi. Herkes Şehzade Mehmet'in akıbetini merak ediyor, onların da aklında benim aklımda olan ihtimaller dönüyordu. Fısıltılardan ve bakışlardan anlaşılıyordu her şey.

İnsanlar kendi aralarında fısıldaşırken dışarıdan bir şey anlaşılmadığını düşünecek kadar acizdi. Fısıltıları asıl demek istediklerini haykırıyordu. Anlamak isteyen anlıyor, bazısı duymazdan gelirken bazısı bir kenara yazıyordu. Gerisi ise bu konuşmalara boş fısıltı gözüyle bakıp en büyük yanılgılardan birine düşüyordu.

Fısıltılar, insanların kimliğiydi.

Ben ise odamda nereye baktığımı bilmeden pencereden dışarıyı seyrediyor, bu fısıltıları anlıyor ama duymazdan geliyordum. Zira şu an ne fısıltılar ne insanlar umurumdaydı. Tek düşündüğüm onun uyanmasıydı.

Pencereden dışarı dalmışken aklımdaki düşüncelerin beni esir almasına da izin veriyordum.

Bana aşkını itiraf etmişken benden bir yanıt alamamış, benim gözlerime son bakışı acı çeken bakışları olmuştu. Benim elimdense hiçbir sey gelmemişti. Onu koruyamamıştım.

Onu tanıdığım ilk günden beri aklım da, ruhum da, kalbim de ona aitti ve ikinci kez aklımı, ruhumu ve kalbimi kaybediyordum.

O benim beklediğimdi. Kaderlerimizi birleştirmek için çabalayacağımdı. Geçmişimdi, şimdimdi, geleceğimdi.

Onun yanında olmak için içim yanıp tutuşmaya başlayınca gözümden akan yaşı hızlıca silip ayağa kalkmamla karşımda elinde tepsiyle bekleyen Nilfer ile karşılaşıp irkildim. Hangi ara gelmişti, ne zamandan beri buradaydı fark etmemiştim bile.

"Nilüfer..." dedim yüzümde belli olan korkuyla.

"Affedin, kapıyı çaldım lakin duymadınız, korkuttum sizi." Kafamı iki yana salladım. Ne kadar dalgın olduğumu ben de biliyordum.

"Önemi yok Nilüfer." dediğimde elindeki tepsiyi gösterdi.

"Size yiyecek bir şeyler getirdim, bir şeyler yiyin, yoksa iyice güçten düşeceksiniz." Nilüfer'in dediğiyle elinde tuttuğu tepsiye çevirdim bakışlarımı. Sadece beni ayakta tutacak kadar zorla yiyebiliyordum. Onun haricinde gördüğüm her şey midemi bulandırıyor, Mehmet orada yatarken benim yemek yemem haksızlık gibi geliyordu.

"Yiyesim yok Nilüfer, sağ ol." dedim kapıya gitmek için hareketlenirken.

"Lakin çok bitkin görünüyorsun Akça, bir şeyler yemen gerek. Şehzademiz seni böyle görmek istemezdi." Onun ismini duymamla yatakta yatan bilinçsiz bedeni gözümün önüne geldi tekrardan.

"O orada yatarken boğazımdan geçmiyor. Şimdi tek istediğim onu görmek, onun yanında olmak." dedim. Bir şey demek için ağzını açtığında uğraşacak halim yoktu. Elimi kaldırıp yüzüme takındığım ifade ile ona nasıl bir ruh halinde olduğumu anlatmaya çalıştım. Küçümseyici değildi bakışlarım, anlayış bekliyordu.

En sonunda tamamen kararlı olduğumu gördüğünde, "Nasıl istersen." diyerek selam verip odadan çıktı.

Kendi başıma kaldığım her an düşünmeden edemiyordum. Beynim kendini hep en kötüsüne hazırlıyordu. Beynimde binlerce düşünce geçiyor, her ihtimali düşünüyor ve tartıyordum. Tarihi düşünüpp çözmeye çalışıyordum her şeyi. Yaşayacak mıydı, ölecek miydi? Tarihte de acaba gerçekten böyle bir saldırıya uğrayıp kurtulmuş muydu? Peki ya önceki saldırı?

Defterde yazan tarihi düşündüğümde içim rahatlıyordu. İçimdeki ben daha vakti değil diyordu. Kendi kendime kalıp düşündükçe, bir çıkış yolu aradıkça başka ihtimaller de geliyordu aklıma.

Tek iyi seçeneğin yanında diğer bir seçenek aklımın en ücra köşesinden çıkıp kendini gösteriyordu. Benim buraya geldiğim ilk günden itibaren kaderi ve yaşayacakları değişmeye başlamıştı bile. Ben olmasaydım Şehzade Mehmet o gün talimden sonra has bahçede gezmeyecekti belki de. Kılıç talimi yapıp odasına geçecekti ve akış tamamen değişip vurulmayacaktı.

Bu ihtimalle kafamı iki yana salladım. Bu kadar çabuk olamazdı. Derin derin nefes aldım. Açacaktı elbet gözlerini. Kaderini birlikte değiştirecek, beraber yeni bir kader yazacaktık. Odamdan çıkıp Mehmet'in odasına doğru yol alırken tek düşündüğüm, aklımdaki tek ihtimal buydu.

Kapıdan içeri girdiğimde içeride beni Nurbahar Sultan karşıladı. Oğlunun yanında oturmuş, solmuş yüzünü ona dikmişti. Benim gelmemle beni buldu gözleri.

"Sultanım." dedim eğilip selam verirken. Gözlerim ise anında yatakta yatan Mehmet'e kaydı.

"Ben..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Yanında olmak istedim." Anlayışla kafasını aşağı yukarı salladı. Tekrar oğluna dönerken seslendim.

"Sultanım." Bana döndüğünde devam ettim. "İzin verirseniz şehzademizin yanında ben kalayım. Siz de çok bitkin görünüyorsunuz. Dinlenmeniz gerek."

"Sen de aynı şekilde." Burukça gülümsedim.

"Şu an dinleneceğim tek yer burası sultanım. Şehzademizi görmediğim her an daha çok yoruluyor ruhum, bedenim..."

Nurbahar Sultan uzunca bir süre bana bakıp yavaşça yerinden kalktı ve yanıma geldi. Hiç beklemediğim anda elimi tuttuğunda gözlerim önce tuttuğu eline kaydı. Sonrasında kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Gözaltları çıkmış, gözleri kurumuştu. Daha önceki günlerde gördüğüm sultandan eser yoktu karşımda.

"Sana güveniyorum Akça hatun. Oğluma olan hislerini gözlerinden anlayabiliyorum. Onun için ne kadar endişelendiğini görebiliyorum." Kafamı aşağı yukarı salladım. "Oğlumun sana ihtiyacı olduğunu da hissedebiliyorum. Onun yanında kal, senin varlığın ona destek verecektir." Burukça gülümsediğimde gözümden ince bir damla yanağımdan çeneme doğru süzüldü.

"Akşam vakti gelirim tekrardan." dedi ve ağır adımlarla oğluna tekrardan göz atarak odadan çıktı. Gözüm yatakta hareketsiz yatan Mehmet'e kaydığında yavaş adımlara yanına yaklaştım ve yatağının hemen kenarında olan sırtsız koltuğa çöktüm.

Solgun yüzü içime kazınıp otururken titremeye başlayan dudaklarıma engel olup yutkundum ve elini tuttum. Sıcak olan elinden bedenime bir ürperti yayıldı. Elinin sıcaklığı kalbime işledi. Ağlama isteğim beni esir aldı. Öncesi geldi aklıma. Onu son kez görememem, uyandığımda bütün defin işlemlerinin hallolması, şimdi ise burada bu şekilde can çekişmesi, benim yanında olabilmem...

"Mehmet." diye fısıldadım beni duymayacağını bile bile.

"Ne olur uyan, bu acıyı tekrar yaşatma bana. Bu sefer olmaz, yine olmaz..." Beni görecek gibi başımı sağ omzuma eğdim.

"Daha nasıl, nereden geldiğimi bile anlatamadım sana. Seni nasıl kaybettiğimi ve nasıl bulduğumu... Sana ne kadar uzaklardan geldiğimi bir bilsen. Sana nasıl kavuştuğumu bir bilsen, yaşadıklarımı bir bilsen..." dedim burukça yüzüne bakıp.

"İstemiyorum. Bu sefer olmaz, uyanmalısın. Beni yeniden sevmelisin, seni ne kadar sevdiğimi sana anlatmalıyım." dedim beni görür gibi düşünüp gülümsemeye çalışırken.

"Yüzyılları aşıp sana gelmişken, sana yeniden kavuşmuşken, daha seninle doyasıya vakit geçirememişken bana bunu tekrar yaşatma." dedim konuştukça nefes alışverişlerim zorlaşıp sesim titrerken. "Beni o ışıldayan, yemyeşil gözlerine hasret bırakma." Boğazımdan bir hıçkırık koptuğunda başımı öne düşürüp ahşap kenarlıklara alnımı dayadım. Onu böyle görmek daha çok yaralıyordu ruhumu.

"Sana daha doyamadım, seni sevdiğimi anlatmadım. Sana benim evim olduğunu söyleyemedim." dedim başımı kaldırmayıp dizlerime bakarken. Gözümden iki iri damla dizlerime düşüp hangi ara giydiğimi hatırlamadığım kahverengi elbisemi ıslattı.

"Affet beni, seni koruyamadım. Gözlerine bakarak söyleyemedim. Bu saray değil, senin gözlerin, senin olduğun her yer benim evim. Sen benim evimsin." Bu sözleri atın üstünde benden cevap beklerken söyleyemediğim için içimi pişmanlık kaplarken yutkundum.

"Benim sensiz bir dünyam yok."

Geçmişte de gelecekte de şimdi de. Benim onsuz bir yaşamım yoktu. Her dönem de bulmuştum onu, bulmuştu beni. Dünyana kaç sefer gelirsek gelelim birbirimizi bulmuştuk.

*

Yepyeni bölümden hepinize merhabalarrr :) Önceki bölüm güzel bitmişti bu bölüm kötü başladı, güzel Mehmet'imiz aşkını itiraf etmişken birileri onu öldürmeye çalıştı :(

Umarım beğenmişsinizdir, zevkle okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Yorumlarınızı bekliyorum. Lütfen yorumlarınızı benden esirgemeyin. Sağlıcakla kalın, Allah'a emanet olun ♡♡♡

Continue Reading

You'll Also Like

Moon Piece By mvaygc

Teen Fiction

11.3K 591 18
AyBer çifti için tek bölümlük kurgular
697 70 5
"yani yanıldığımı düşünmen doğal ama bu krallığın varisi benim ne istersem onu yaparım"
Kalbin Aynası By withtuba

Historical Fiction

2.8K 293 11
İnsan, aramak için doğmuştu. Aradığını bulduğundaysa ölmek için yaşayacaktı.⚜️ Biri Fatih'e hayran, diğeri Fatih'in askeri.. Fetihlerin en güzelinde...
219K 19.4K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...