AKÇA

Da SumeyyeDemirkan

67.2K 9K 6.4K

Altro

1.BÖLÜM: "TANIDIK YABANCI"
3.BÖLÜM: "VİCDAN VE KALP"
4.BÖLÜM: "KOL DÜĞMELERİ"
5.BÖLÜM: "KALBE İLK KURŞUN"
6.BÖLÜM: "SİL BAŞTAN"
7.BÖLÜM: "DERİN İZLER"
8.BÖLÜM: ''KANLI YÜZÜKLER''
9.BÖLÜM: ''PORTAKAL ÇİÇEĞİ''
10.BÖLÜM: ''SIFIRDAN BİRE"
11.BÖLÜM: "DENİZLE TANIŞMA"
12.BÖLÜM: ''ŞÜPHE"
13. BÖLÜM: ''KALBİN TERAZİSİ''

2.BÖLÜM: "KÖRDÜĞÜM"

6.4K 920 700
Da SumeyyeDemirkan

İlk bölüme yaptığınız yorumlar çok güzeldi, çok teşekkür ederim. Dilerim ki bu bölümü de severek okursunuz. Oy ve yorumlarınızı ihmal etmeyin. Keyifli okumalar çiçeklerim. ^^

Ferda Anıl Yarkın - Sonuna Kadar

2.BÖLÜM: "KÖRDÜĞÜM"

Bazı sırlar size çok şey kazandırır, bazı sırlar ise size her şeyinizi kaybettirebilir.

Ben kaybettim, her şeyimi. Ablamı.

Dün geceden beri bitmek bilmeyen baş ağrımla yatağımda uzanırken elimi kalbimin üzerine götürdüm ve ne kadar acıdığını hissettim. Ağlayınca bile geçmeyen bir acı nasıl dinerdi bilmiyordum. Daha önce ailemden hiç kimseyi kaybetmemiştim, onun ölümünü görmemiştim ama şimdi ölümlerin en acısıyla tanışmıştım.

Dün gece ablam ölmüştü ve demişti ki dünyanın en uzun gecesi olacak; öyle oldu ablacığım geceden beri ay vardı gökte bak sabah oldu güneş hâlâ karanlık.

Gözlerim belli bir boşluğu izlerken odamın kapısı tıklatıldı ve Birsen abla içeri girdi. ''Akça Hanım,'' dedi ve elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktı. ''Ertan Bey bu ilacı almanızı istedi.''

''Hiçbir şey istemiyorum,'' dedim ruhsuzca.

''Size iyi geleceğini söyledi efendim.''

Gözlerimi sımsıkı kapattığımda Birsen abla kapıyı kapatıp çıktı ve bir saat evvel dinen gözyaşlarım yeniden kirpiklerimin arasından süzülmeye başladı. Dudaklarım titrerken hissettiğim boşluğu ellerimle kapatmak istedim ama o kadar gücüm yoktu ki parmağımı bile oynatamazdım.

Dakikalar sonra uzandığım yataktan kalktım ve hemen karşımda yansımamı gördüğüm boy aynamda kendime baktım. Dağılmış saçlarım, akmış makyajım ve inanılmaz moralsiz yüzümle yaşayan bir cesettim. Daha önce hiçbir şey için bu kadar yıkıldığımı hatırlamıyordum. Meğer bir insanı kaybetmek ne kadar acı bir şeymiş, keşke hiç bilmeseymişim.

Ayaklandım ve düşmemek için tutuna tutuna üzerimdeki elbiseden kurtulduğum gibi öylece duşa girip çıktım. Kimseyle konuşmuyor, bir kişinin bile yüzünü görmek istemiyordum. Herkesten nefret ederken en çok sevdiğim için yasımı yalnız tutuyordum.

Üzerime bir şeyler geçirdikten sonra aşağı indim. Kalabalıktı. Annem yorgun gözleriyle telaşa kapılırken, ''Akça,'' dedi. ''Gel kızım.''

''Gidiyorum ben,'' dedim düz bir ifadeyle.

Babam, abim, birkaç akraba bozuntusu, avukatlar ve takım elbiseli içi boş insanların gözlerini üzerimde hissetmek kendimi çok değersiz hissettirmişti.

''Nereye?''

''Ablama anne,'' dedim kırgın bir gülümsemeyle.

''Akça, kızım... Ablan...''

''Biliyorum anne,'' dedim ağlamamaya çalışarak ama sesimin titremesine mani olamadım. ''Biliyorum o artık yok ama siz üzülmeyin çünkü zaten sizin için hiç olmadı ama ben bu acıyla yeni tanışıyorum.'' Dudaklarım sızladı annemin gözlerinin içine bakarken. ''Siz nasıl alıştınız? Ben de alışır mıyım?''

Annem ağlamaya başladığında aslında niyetim onu üzmek ve ondan hınç almak değildi ama ablama karşı bu kadar korumasız ve sevgisiz kaldıkları için kızgındım. Belki her şey daha farklı olsaydı bu durumda olmayacaktık.

''Ağlama anne,'' diye mırıldandım kendime yenilmeden. ''Ağlama lütfen çünkü ablam seni böyle görseydi muhtemelen çok üzülürdü.''

Babam, ''Akça dışarı çıkmak için uygun bir zaman değil,'' dedi. Üzerini değiştirmişti ve çok soğukkanlıydı. ''Her yer kameraman dolu, magazincilerin seni böyle görmesini istemiyorum.''

Hızla dudaklarımı ıslattım ve bir adım öne çıktım. ''Ne zaman çıkabilirim peki dışarı baba? Ablam öldü benim ya! Ablam dün gece kollarımın arasında uyuyordu, hiç uyanmayacak gibi... Magazin umurumda mı sence?''

Babam başını ellerinin arasına almış ovarken sıkıntılı bir sesle, ''Akça hepimiz çok üzgünüz,'' dedi. ''Ve birlikte hareket etmeliyiz.''

''Hiç üzgün değilsiniz,'' dedim boğazımdaki tıkanıklığı hissederken. ''Onu hiç sevmediniz ki üzülesiniz.''

''Akça yeter,'' dedi abim. ''Ablam ailemizin bir üyesiydi ve artık yok, bunun için bizi kalpsizlikle suçlayamazsın.''

''Yok hayır,'' diye gülümsedim gözlerim dolarken. ''Kalpsiz olmak için bile bir neden gerekir ama sizin onu sevmemeniz için bir neden yoktu çünkü insan kendi canından olan birini öyle ya da böyle sevmez mi?''

Kuru bir sessizlik peydah olduğunda yutkundum.

Sevgili aile dostlarımızdan Ali Bey gözlerime bakarak, ''Çok üzücü ve zor bir süreç,'' dedi. ''Mental sağlık ve durumunuzun normal olmasını bekleyemeyiz ama birlikte hareket etmelisiniz. Bu olay basına çirkin bir şekilde lanse edilebilir.''

Gülmeye başladığımda insanların korku dolu gözlerini gülüşlerimin arasında kör etmek istedim. Ellerimi saçlarıma götürdüm ve şaşkın kahkahalarımla, ''Tek derdimiz bu değil mi?'' diye sordum. ''Basın?!'' Aniden duraksadım ve sertçe bağırdım. ''Benim ablam öldü ablam! Basın kimin umurunda?!''

Abim de en az benim kadar öfkeli bir çıkış yapıp karşımda dikildiğinde, ''Ablan ölmedi,'' dedi. ''İntihar etti ve bu olay basit bir mevzu değil. Basın deyip kestirip attığın şey Sezgin ailesinin lekesi olup, bir hiç olduğunda anlarsın.''

''Sezgin soyadı benim umurumda bile değil,'' dedim tiksinir gibi bakarken. ''Hatta bu soyadından o kadar nefret ediyorum ki...''

''Yeter,'' dedi babam sözümü keserek. ''Acını anlamaya çalışıyorum ama Ferda senin ablan olduğu kadar benim de kızımdı. Bizi neyle suçladığının farkında ol!''

Duraksadım ve babama öylece bakarken hiçbir şey diyemedim. Üşüyordum ve beni asıl yoran şeyin yalnızlığım olduğunu anladım. Kimsem yoktu. Birileri vardı ama birileri yoktu işte. Annem, babam ve abim dahi gözlerime bakarken zorlanıyordu.

Arkamı dönüp yemek masasının köşesinde kendime bir yer bulduğumda elimi çenemin altına götürüp düşünmeye başladım.

Ablamın intihar ettiğine inanmıyordum, inanmak istemiyordum. O bu hayatı çok sevmezdi ama eğlenirdi. Sonunu düşünmez ama sonsuza kadar yaşamak da cazip gelebilirdi. Deli ve tatlıydı ama asla kötü biri değildi.

Avukatlar evin içinde hararetli bir şekilde araştırmalar yapmaya devam ediyordu. Ben ise kendimi soyutlamış şimdilik sadece acımı ve yasımı yaşamaya çalışıyordum.

Cenaze merasimine kadar ağzıma tek bir lokma sürmedim, süremedim. Yapabildiğim tek şey temiz kıyafetler giyip son kez ablamı öpüp koklamak olacaktı ve bunu benden başka kimsenin yapabileceğini düşünmüyordum. O da yalnızdı ve beni yalnız bıraktığı için ona kırgındım.

''Hastaneye geçiyoruz,'' dedi babam ve yüzüme baktı. Siyah gözlüklerim olduğu için kimseye nefretle baktığım belli olmuyordu ve bu durum aslında dert edebileceğim şey bile değildi. ''Hep birlikte çıkacağız. Basın kapıda ve ağzımızı açıp tek kelime etmeyeceğiz.''

Annem, ''Konuşacak halimiz yok Ertan Bey,'' dedi. Yorgundu ve onu üzülmediği için suçlayamazdım ama bu kadarı yeterli değildi.

''İkindi ezanından sonra define işlemleri olacak.'' Babamın yanındaki avukat ona böyle söyledi.

Dün ablamla şakalaşırken bugün onun için sarf edilen sözler akıl alır gibi değildi. Aklımı yitirecek gibiydim. Keşke dün onu ciddiye alıp dinleseydim ve bir an bile onu yanımdan ayırmasaydım.

''Hadi,'' dedi abim öncülük ederken. ''Arabalar dışarıda.''

''Güvenlik kontrolü sağlandı mı?''

''Her şey hazır Ertan Bey.''

Birlikte evden çıktık ve arabalarımıza bindik. Arka koltukta kendime sığacak kadar yer bulduğumda harekete geçtik ve sahiden de bir ton gazeteci kapıda bekliyordu. Hepsi bir şeyler duymak ve yazmak için sıradaydı ama kimse onlara bir açıklama yapacak halde değildi.

Araba ilerlemekte zorlanırken babam şoför beye durması gerektiğini söyledi ve camı çok az açtı. Ona uzatılan mikrofona karşı da şöyle söyledi: ''Dün akşam saatlerinde kızımız Ferda'yı talihsiz bir şekilde kaybettik, çok üzgünüz ve sizden de biraz hassasiyet bekliyoruz.''

Gazetecilerden biri, ''Ertan Bey, Ferda Hanımın intihar etti söylemlerine karşı neler söyleyeceksiniz?'' diye sordu.

Babam kızdı. ''İntihar falan yok, böyle saçma ve içi boş şeyler yazarak yasımızı kaşımayın. Acımız büyük, saygı duyun.'' Sonra arabanın camı kapandı ve biz caddeye çıktık.

Kaşlarımı çatarken, ''Neden böyle bir yalana ihtiyaç duydunuz?'' diye sordum. ''Ablam intihar etmedi mi?''

Babam, ''Gerçeği yalnızca ailemiz bilecek,'' diye konuştu, sesi toktu. ''İntihar büyük bir olay ve basın bunun peşini bırakmaz.''

Gülümsedim. ''Ablamın ölümünü bile çok değerli soyadına gölge düşecek diye umursamıyorsun.''

''Yaptığım şey bizi korumak,'' dedi babam. ''Akça! Sözlerine ve tavırlarına dikkat et! Hassas bir konu ve acı bize ait. Şu an bunlar konuşulmayacak. Acını yaşa.''

Babam iyi bir adam mıydı gerçekten?

Onu severdim, beni her zaman düşündüğünü ve iyiliğimi istediğini bilirdim ama garip davranıyordu. Ani öfkeleri ve otoriter tavrının bizim üzerimizde bir türlü kuramadığı üstünlük onu sinirlendiriyordu.

Acımı yaşadım ama bu acı ömür boyu benimle yaşayacaktı.

Hastaneye geldiğimizde hiç kimseye görünmeden direkt morga indik. Babam, annem ve abimin ablamı görecek cesareti yoktu aslında görmek istediklerini dahi sanmıyordum. ''İlk ben göreceğim,'' dedim ruhsuzca ailemin yüzüne bakarken.

Kimse hiçbir şey söylemediğinde gücümü topladım ve morga girdim. Elimden gelse onunla ömrüm boyu kalırdım ama elimden gelmiş olsaydı onu da benimle götürürdüm.

İçerisi buz gibiydi. Daha önce bu kadar soğuk bir odaya girmemiştim. Ürküyordum. Bir görevli kadın ablamın adının yazılı olduğu yeri gösterdi ve onu çıkardı. Dudaklarım titrerken ablam boylu boyunca üzerinde bembeyaz bir örtü serili şekilde uzanmış yatıyordu. Usulca yüzünü açtım. Esmer teni bile beyazdı. Daha önce ölü birine bu kadar yakından bakmamıştım meğer ölüm ablam demekmiş, yüzünü görünce anladım.

Birkaç dakikalığına yalnız kaldığımızda parmaklarımı tenine götürdüm. Güzel yüzünde gördüğüm o duruluk gözlerimdeki ıslaklığa sebep oldu. Ağladım ve ağlayarak sevdim. Konuşmadım, ses çıkarmadım sadece sessizce ağlayarak onun güzel yüzünü öpüp sevdim.

Saçlarını okşarken, ''İntihar etmediğine inanmak istiyorum,'' dedim. ''Otopsi raporunda öyle çıkmış ama inanamıyorum abla, beni bırakıp gitmiş olmana inanamıyorum.''

Gülümsedim ve gülerken aktı gözyaşlarım. ''Keşke baksan yüzüme ve başına bir sürü iş açıp yine beni çağırsan, seni idare etsem...''

O kadar garip ki bunu kabullenmek, şimdi gözlerini açsa sorgulamadan devam ederiz hayatımıza ama o kadar gerçek ki ölüm; bir nefes bile yok ruhunda.

Doğrularak gözlerimin altını sertçe sildim ve son kez yüzüne baktım. ''Seni hep ziyaret edeceğim, hiç yalnız bırakmayacağım,'' deyip kulağına doğru eğildim ve fısıldadım. ''Ve seni benden alan her neyse onu kendinden alacağım. Söz!''

Ablama veda ettim ve odadan çıktım. Annem ağlamıyordu ama çok bitkindi. O da vedalaşmak için içeri girdi. Saatler sonra define işlemi için mezarlığa geldik. Ona büyükannemin yanında bir yer kazılmıştı. Dedem için ise diğer taraf. Büyükannem en çok ablamı severdi bu yüzden yeri belliydi. Ne kadar korkutucu ve hüzünlü bir cümle; bir insanın yatacağı yerin belli olması.

Hoca mezar başındayken babam, abim ve birkaç dost ablamın üzerine toprak atmaya başladı. Kollarım göğsümde, ölü bakışlarımla ablamı izliyordum. İnci yanımdaydı. Sırtımı sıvazlayarak bana destek olmaya çalışıyordu ama şu durumda annem bile bana iyi gelemezdi.

Yaka kartlarımızda ablamın güzel siması ile onun için toplanmıştık. Kalabalıktı fakat bu kalabalık içinde tek başınaymışım gibi hissediyordum.

Abim ve babam toprak atmaya devam ederken az sonra garip bir şey oldu ve boşta kalan küreği o tuttu; Albatros.

Kaşlarımı çatıp ona baktığımda simsiyah takımın içinde ablama toprak atıyordu. Kimdi ve neden buradaydı asla bilmiyordum ama öğrenecektim.

İnci bir şeyler söyleyecek gibi olurken Albatros'un yüzüne baktım ve onu anlık babama bakarken gördüm.  Bir şeyler olduğu o kadar aşikardı ki; sezgilerimin peşinden gideceğimden emindim.

Mezar kapandığında herkes duasını yapıp uzaklaşmaya başladı ama ben buradaydım. İnci'ye gitmesini söylemiş ve tek başıma ablamla kalmak istemiştim.

Saatlerce mezarının başında oturdum, ağladım ve dua ettim. Onun için dua ederek Allah'a yalvardım. O bu dünyada çok üzüldü, diğer dünyada canı incinmesin istedim.

Akşam karanlığında mezarlıktan çıkıp eve gittim. Güvenlikte kimse yoktu, sanırım babam basına iyi para vermişti lakin bahçe kapısında fiyakalı arabalardan önümü göremiyordum. Taziye için gelen çok kişi vardı. Eve girip doğruca odama çıktım ve cebimdeki bir parça toprağı küçük bir cam kavanoza koydum. Biriyle konuşmak istediğimde arkadaşım belliydi, bir avuç toprak.

Üzerimi değiştirip yatağıma uzandığımda tavanı izledim. Dün gece burası şenlik yeriydi ama şimdi korku tüneli gibi.

Annem kapımı çalıp yanıma geldi. Oturdu ve elimi tutarak yüzümü sevdi. ''Güzel kızım.''

''Aşağıya inmem gerekiyor mu?'' Sesim kuruydu ve ben tavana bakıyordum.

''İnsen iyi olur,'' dedi. ''Baban, abin, diğer meclis üyeleri tüm aile aşağıdayız.''

''Hayır değiliz,'' dedim. ''Ablam eksik, yok.''

''Akça,'' diye yaklaştı. ''Ben bir anneyim kızım, beni suçlayabilirsin bazı şeyler için ama yüreğimin nasıl yandığını bilemezsin. Güçlü kalmaya çalışıyorum sadece lütfen anla.''

Yutkunarak gözlerimi annemin gözlerine çevirdim. ''Babamın odasında ne var anne? Neden o odaya onun dışında kimse giremiyor?''

''Bu yıllardır böyle,'' dedi. ''Ben bile giremiyorum ama iş için, biliyorsun iş adamlarının hayatı yoğun oluyor.''

Aksice gülümsedim. ''Bu gizli iş yapmaları anlamına gelmiyor.''

''Akça,'' diye beni uyardı ve ses tonundan durumun hoşuna gitmediğini anlamam uzun sürmedi. ''Bu konuyu kapat ve ne düşünüyorsan düşünme. Baban hiç hoşlanmıyor.''

''Ablam bir şeyler biliyordu...''

''Ablan sadece çok sarhoştu ve ne dediğinin farkında değildi.''

''Ablam bir şeylerin farkındaydı.''

''Kızıyorum ama!'' Ayaklandı ve yüzüme bakmaya devam etti. ''Şimdi de bu mu yeni sorunumuz? Ablanın bildiği hiçbir şey yok ve sen de irdeleme artık! Daha fazla tatsızlık çıkmasın.'' Geri çekildi ve harekete geçti. ''Seni aşağıda görmek istiyoruz.''

Annem odadan çıktığında kapıya uzun uzun baktım ve beynimin içindeki her neyse susmamakta direttiği gibi gözlerim de öfkesini kusmaya devam etti.

Sanırım bir müddet çenemi kapatacak ama asla durmayacaktım.

Aşağı indim. Herkes hiçbir şey olmamış gibi konuşuyor ve gülüşüyordu. Babamın bile gülümsediği anları gördüm. Bu canımı çok yakmıştı. Kendi köşeme çekilmiş elimdeki su dolu bardağı inceliyordum. Az sonra tepemde bir gölge hissettiğimde Bahadır'ın sesi kulağıma dolmaya başladı. ''Başın sağ olsun.''

''Sağ ol,'' diyebildim.

Bir sandalye çekip yanıma oturdu. ''Çok üzgünüm.''

''Ben de.''

''Ablan iyi birine benziyordu.''

Tepki vermedim çünkü bu saçma cümleye karşı ne diyeceğimi bilemedim.

Bahadır, ''Nasıl olduğunu anlamadık,'' dedi. ''Aslında bir yandan üzüldüğüm şey; dün gece ki izdivaç haberimizin de yıpranması yani bunun sevincini bile yaşayamadık.''

Gözlerim öfkeyle açıldığında dişlerim sertçe çarpmaya başladı. Bahadır aval aval yüzüme bakarken elimdeki bardağı o kadar kuvvetli sıktım ki bir anda patladı ve su yere döküldüğü gibi kan damlaları da onunla akmaya başladı.

Herkes dikkatini buraya verdiğinde Bahadır korkuyla ayaklanarak elime uzanmaya çalıştı ama müsaade etmedim. ''Ben hallederim.''

Abim, ''Akça ne oluyor? İyi misin?'' diye sordu.

Kan damlayan elimi diğer elimin içine sakladığımda, ''Çok iyiyim,'' diyerek gülümsedim ve yukarı çıkmak için arkamı döndüm.

Birkaç adım sonra Birsen ablanın açtığı kapıdan bir aile içeri girdi. Orta yaşlarda bir adam, orta yaşlarda uzun boylu bir kadın, genç bir erkek, genç bir kız ve yine o; Albatros.

Elimden akan kanlarla karşılarında kalırken orta yaşlardaki kadın, ''İyi misin?'' diye yaklaştı.

Kafamı salladım.

Bir şey söylemediğinde gözleri direkt Albatros'u buldu. O ise bana bakıyordu.

Hepsi içeri geçtiklerinde çabucak elimi temizlemeye çıktım ve kaba saba bir ilk yardım uygulayıp sardıktan sonra aşağı indim. Sanırım kafamdaki parçaları bu gece birleştirebilecektim.

Merdivenlerden indiğimde beni ilk karşılayan yine Bahadır olmuştu. Endişeli bir halde, ''İyi misin?'' diye sorarak dokunmaya çalıştı. ''Seni kızdırmak istemedim sadece...''

''Sus!''

''Akça...''

''Sus dedim,'' diye ikaz ettim ama tepki çekecek sertlikte değildi.

Babam beni gördüğünde yanına çağırarak, ''Ah,'' dedi. ''Sevgili kızım Akça.''

Az evvel giren ailenin karşılarındaydık. Garip bir şeyler dönüyordu ya da artık herkesten o kadar şüpheleniyordum ki; bu tesadüflerin sürekli tekrarlanıyor olması mantıklı bir sonuca çıkmıyordu.

Elini belime koyduğunda ilgileniyormuş gibi yaparak, ''Doktor çağıralım mı?'' dedi. ''Ciddi bir şey olabilir.''

''Gerek yok,'' diyebildim düz bir sesle.

''Bak seni kimlerle tanıştıracağım,'' dedi ve koyu giyimleriyle yas ortamımıza ayak uyduran bu aileye çevirdi yüzümü.

''Atakum ailesi,'' dedi. ''Kendileri çok değerli ve eski bir aile dostlarımızdır. Uzun yıllardır Macaristan'dalardı ama artık buradalar.''

Bu ailenin babası olduğunu düşündüğüm adamın yüzündeki anlayışlı ifade tuhafıma gitmemişti hatta samimi bile bulduğumu söyleyebilirdim. ''Ertan'la dostluğumuz eskiye dayanır,'' diye karşılık verdi.

Kafamı salladım.

Babam elini uzatarak, ''Kalender,'' dedi. ''Bu ailenin babası.'' Sonra sırayla isimleri sayarak beni tanıştırdı. ''Nergis Atakum ailenin annesi, Ardıç Atakum ailenin abisi tıpkı bizim Levent gibi, Vera Atakum ailenin ablası ve...'' Sıra Albatros'a geldiğinde babamın konuşmasına izin vermeden koyu yeşil gözleriyle gözlerime baktı. ''Yavuz... Yavuz Atakum.''

Yavuz.

Demek Albatros'un adı Yavuz'du.

Kalender Bey gülümseyerek Yavuz'a baktı. ''Atakum ailesinin her şeyi.''

Yavuz'a bakmaya devam ederken onun da gözlerini üzerimden çekmediğini gördüm. Hafifçe boğazımı temizleyip yüzümü çevirdiğimde Ardıç'la göz göze geldik fakat bu kısa süreli oldu. Tıpkı isimlerini bu kadar kısa sürede benimsemem gibi.

Babam, ''Aslında çok küçükken bir araya gelmiştik ama Akça'nın hatırlaması zor,'' dedi. ''Ferda sizi bilirdi.''

Canım ablacığım.

Nergis Hanım hüzünlü sesiyle, ''O kadar üzüldük ki,'' dedi. ''Anlam veremedik. İstanbul'a geleli çok olmuyor ama böyle ani bir haber bizi üzdü.''

''Biz de bir hayli üzgünüz,'' dedi annem.

Babam, ''Gönül isterdi ki başka bir zamanda daha keyifli vakit geçirelim ama...'' dediği an Kalender Bey devam etti. ''Yanınızda olmak istedik sadece. Vaktimiz bol elbet başka bir akşamımız daha vardır.''

Sızlayan elimi tutarken sevimsiz Bahadır sanki ailemizin içindeymiş gibi yanımıza geldi ve selam verdi. Babam hemen fırsatını bularak, ''Bahadır,'' dedi gösteriş yapar gibi. ''Ortağımız, Cüneyt Bey'in tek oğlu aynı zamanda Akça ile güzel bir yola başlayacaklar.''

Başımı öne eğip dişlerimi dudağımım içindeki ete geçirip ısırdım.

Kalender Bey, ''Öyle mi?'' dedi. ''Ne güzel.''

Ablamın yasını tutarken benim olmayacak izdivaç haberlerimi vermen nasıl bir akıl tutulması baba? Kime üzülüp kimin için seviniyorsun bir çözebilsem ah.

''İzninizle,'' diyerek kenara çekildim ve oturdum. Gözlem yapmak ve izlemek istiyordum. Hayır bu cümlenin üzerini karalamak istedim çünkü şu an sadece Albatros yani Yavuz'la konuşarak tüm bu son üç günü özet geçsin istiyordum. Hayatımın bir yerine saplanmıştı ve onu tanımazlıktan gelmek saçmaydı.

Kuru bir sessizlik odanın içinde yayılıyordu ve ben dışarı çıkmak istedim. Üzerime ince bir hırka alarak dün gece ablamla son vakit geçirdiğim yere gittim. İki ağaç arasında usulca sallanan ahşap sandalyeye oturdum ve ablamın ruhunu izledim. Dalgındım.

Suyun yüzüme vuran yansıması az sonra bir çift adım seslerini de kulağıma yansıttı. ''Son zamanlarda karşına çok sık çıkıyorum sanırım.'' Bu ses Albatros'undu.

Kafamı eğdiğim yerden kaldırıp onun gözlerinin içine baktım. ''Adın Yavuz demek.''

Dudaklarını büktü. ''Annem koymuş.''

''Peki ya Albatros'u?''

Gülümsedi ve alnı ufacık kırıştı. ''Annemin koymadığını biliyorum ama onun için koyuldu.''

''Nasıl?''

''Boş ver.''

Soğuk bir gülüşle yutkundum. ''Ne kadar garip değil mi? Ben dün gece ablamı burada son kez gördüm ve artık yok. Şimdi de iki gece evvel aniden hayatıma giren adamla yıllardır tanışıklığımız varmış gibi sohbet ediyorum.''

Hareket etmeden yüzüme bakmaya devam ederken, ''Hayatına mı girdim senin?'' diye sordu. ''Farkında değilim.''

''Dün gece buradaymışsın, seni gördüm.''

''Biliyorum,'' dedi düz bir sesle. ''Ben de seni gördüm.''

''Kimsin sen?'' Dudaklarımı büktüm ve arkama yaslanarak kollarımı göğsümde topladım. ''Sahiden kimsin?''

''Yavuz Atakum,'' dedi kararlı bir sesle. ''Atakum ailesinin her şeyi.''

''Hayır,'' diye düzelttim. ''Bunu sormuyorum. Neden buradasın? Neden o gece arabaya bindin ve beni evime getirip bir nevi tehdit ettin?''

Gözleri irileşti. ''Tehdit etmek mi?'' Dudaklarını sarkıttı. ''Bu kadar ütopik düşüneceğini beklemezdim.''

''Bunu da her seferinde farklı biri olarak karşıma çıkan sen mi söylüyorsun?''

''Karşına çıkmıyorum, Akça. Sadece doğru zamanda ve olmam gereken yerde oluyorum o kadar.''

Kafamı sallayarak alayla mırıldandım. ''Sanki korumam gibi.''

''Bir nevi.''

Hızla kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda arkadan gelen Bahadır'ı gördüm. Bahadır, ''Hayatım üşümedin mi?'' diye sordu.

''Hayır,'' dedim buz gibi bir sesle ve oturduğum yerden kalktım. ''İçeri geçiyorum.''

''Aa,'' dedi Bahadır sevimsiz bir tepki verip Yavuz'a bakarken. Elini uzattı. ''Bahadır ben de.''

Yavuz uzatılan eli tutmazken, ''Tanıştığım biriyle tekrar tanışmak kitabımda yok,'' dedi. Sesi soğuktu tıpkı bakışları gibi.

Bahadır bozuntuya vermeden elini indirdiği gibi belime götürdü ve beni kendine çekti. Rahatsızlık duyarak çekilmeye çalışsam da bunu bir şekilde idare ederek konuşmasını sürdürdü. ''Akça da kız arkadaşım sayılır hatta çok yakında nişanlım olacak.''

''Saçmalık,'' dedim şaşkınca gülerek. ''Bahadır lütfen...''

''Şu an bunları konuşmak elbette ki çok yanlış, ortada bir cenaze var bu yüzden onun güzel tepkiler vermesini bekleyemem ama daima yanındayım.'' Dedikten sonra şakağımdan öptü.

Bu ne hadsizlikti böyle?

Sırf tatsızlık çıkmasın diye bir taşkınlık yapmadım ama bunun hesabını fena soracaktım ondan.

Hırkamı kollarıma sarıp, ''Üşüdüm,'' diyerek hızlı adımlarla onları geride bırakıp içeri girdim. Elimi de şakağıma götürüp ovuşturup sildim. Pislik herif.

Misafirlerin çoğu gittiklerinde Atakum ailesi de çıkmak için ayaklandılar. Kalender Bey elini babama uzatıp, ''Tekrar başınız sağ olsun,'' dedi. ''Ne zaman bir şeye ihtiyacınız olursa buradayız. Artık buradayız.''

Babam, ''Biliyorum,'' dedi. ''Sağ olasın eski dostum.''

Sırayla taziyeler yenilendikten sonra Yavuz karşımda dikildi. ''Başın sağ olsun.''

''Sağ ol,'' dedim sessizce.

Kısacık bekleyip, ''Ablan hayatta olsaydı seni böyle görmek istemezdi artık daha güçlü olmalısın,'' diye ekledi.

''Denerim.''

Ardından hiçbir şey söylemeden yanımda dikilen Bahadır'a ters bir bakış atıp çıktı. Çıktılar.

Onlar gittikten sonra Bahadır'a bakmadan arkamı döndüğümde babam, ''Akça hemen yukarı çıkma,'' dedi. ''Cüneyt Beyler biraz daha bizimleler.''

''Kusura bakmayın biraz başım ağrıyor da.''

Cüneyt Bey bacak bacak üstüne atmış rahat koltuğunda beni süzerken, ''Sen dinlenmene bak kızım,'' dedi. ''Nasılsa daha çok görüşeceğiz.''

Gözlerimi bile deviremeden dudaklarımı samimiyetsizce oynattım. Bahadır, ''Doktora gitmemekte ısrarcı mısın?'' diye baktı yüzüme.

Soludum. ''Doktora değil ama polise gidebiliriz çünkü bir daha beni iznim olmadan öpersen soluğu emniyette alırsın haberin olsun.''

Gülümsedi. ''Seninle her yere giderim.''

Bir şey söyleyecek gibi olup vazgeçtim çünkü insanlar delirmişti ve bu da gördüklerim arasında sadece biriydi hoş, belki ben de onlardan biriydim sadece normal olmak için çabalıyordum.

Odama çıktım ama uykum yoktu. Birkaç saatliğine kendimi hiç bilmediğim insanların arasında bulmak belki acımı hafifletir sanmıştım ama yöne dört duvar arasına girdiğimde acım da dört duvar olup kalbimi sıkıca sarmaya başladı ve yerim dar geldi. Odamın balkonuna çıktım, biraz hava aldım sonra da oturup beklemeye başladım.

Kafamı usulca sağa doğru yatırıp ağzımı aralayarak bir şeyler mırıldanmaya başladım.

Sonuna kadar geldim aşkın
Kavuşamadım ben sana
Yetişemedim ben sana
Anlatamadım derdimi
Ağla gönül ağla

Bekledim inan seni her gün
Dayanamadım sevgisiz
Yaşayamadım ben sensiz
Anlatamadım derdimi
Ağla gönlüm ağla

Yazık ettin yazık
Kendinden çok bana
Gücüm kalmadı artık
Her yokluğunda

Aylar geçse de yıllar
Geçse de bir ömür
Böyle sürse de
Ben seni unutamam
Aylar geçse de yıllar
Geçse de bir ömür
Böyle bitse de
Ben seni unutamam

Fark etmeden abim de yanıma geldi ve bu sefer beni göğsüne çekip saçlarımı sevmeye başladı. Gözyaşlarım akarken içimden söyledim bu kez şarkıyı.

Biraz sustuktan sonra burnumu çekip gözyaşlarımı sildiğimde, ''Ablam çok severdi bu şarkıyı,'' dedim. ''Çoğu gece balkona çıkar hem dinler hem söylerdi.''

''Ablam biraz arabesk takılırdı,'' diye karşılık verdi abim. ''Çılgın biriydi ama içindeki ağırlığı seziyordum.''

''Sanki ex şerefsiz eniştemiz dışında başka birini sevmiş gibiydi,'' dedim. ''Bu şarkı sözleri boşa dinlenmedi bunca zaman.''

''Bana bir şey anlatmazdı hiç.''

''Çünkü onu dinlemezdiniz.''

''Akça,'' dedi abim dik bir sesle. ''Bunun için bizi suçlama. Günlerdir bizi neyle kınadığının farkında mısın? Tabii ki çok üzgünüz, nasıl aksini iddia edebilirsin?''

Omzumu silktim ve başımı abimin göğsünden kaldırdım. ''Gördüğümü söylüyorum ve yanında daha çok olamadığım için kendime kızıyorum.''

''Ferda bakıma muhtaç bir bebek değildi Akça. Bu vakte kadar seçimleri yüzünden üzüldü ve yine ölümü de kendi seçti.''

''Gerçekten ölüm onun için bir seçenek miydi abi?'' dedim. ''Neden? Ona ölümü seçtirecek kadar ne yaşatmış olabiliriz?''

''Kendini bu kadar sıkma,'' diye baktı gözlerimin içine içimi rahatlatmak ister gibi. ''Belki de kimseye anlatamadığı ya da bundan korktuğu şeyler vardı.''

''Onu tanıyordum,'' dedim kısık sesimle. ''Ölüme koşacak biri değildi, yemin ederim ölümü istemiyordu abi. Başka bir şey var...''

''Sen düşünme bunları,'' diye sözümü kesti. ''Bak ben yanındayım ve acımızı birlikte atlatacağız.''

Güldüm ve delirdiğimi düşündü. ''Ablamız öldü abi, bu acı atlatılır mı?''

Gülmedi ve yanağımı sevdi. ''Her acı bir gün geçer, Akça. Çok sevdiğinin ölümü bile bir gün sadece iz olarak kalır ama acıtmaz.''

Duraksadım. Sesimin tonu açıldı ve düşüşe geçti. ''Ben bunu başaranlardan olamayacağım sanırım, hiçbir ölümü atlatamayacağım.''

''Şu an çok taze olduğu için böyle hissediyorsun ama öğreneceksin,'' diye kafasını salladı. ''Hepimiz öğreneceğiz.''

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp çekerken rüzgar tenime işlemeye başladı. Saçlarımın uçlarındaki kıpırtıyla gözlerimi kapattım. Şarkıyı tekrar mırıldanmaya çalıştığımda eş zamanlı olarak da gözlerimden akan yaşlar geldi ve ağladım.

Hiçbir zaman birisinin ölümüne alışamayacaktım.

                                           🖇️

Bir hafta sonra.  

Kahvaltımı yaptıktan sonra, ''Bugün işe dönüyorum,'' dedim. ''Size afiyet olsun.''

''Akça,'' diye durdurdu babam. ''Bir süre seni işe ve istediğin yere Kamil götürecek. Bu hepimiz için daha iyisi.''

''Araba kullanmayı biliyorum.''

''Bunu ben de biliyorum.''

Annem bana alttan al tarzı bir bakış attığında gözlerimi devirip çantamı aldığım gibi hızla arkamı döndüm. ''Hoşça kalın.''

''İyi çalışmalar kızım.''

Babam tekrar arkamdan seslendi. ''Akşama Cüneyt Beylere davetliyiz.''

Durup ona baktım. ''Ne güzel sevindim adınıza.''

Elindeki çatala sıkı sıkıya tutundu. ''Sen de geliyorsun, bu bir aile meselesi. O gece yarım kalan çok şey vardı.''

''O gece yarım kalan tek şey benim,'' dedim bir çırpıda. ''Bir kolum eksildi baba.''

Babam derin bir nefes alarak daha sakince, ''Akşam hepimiz orada olacağız,'' dedi. ''Bir sorun çıksın istemiyorum.''

Çenemin ucuna kaldırıp ona daha cüretkar baktım. ''Ablamın acısı bu kadar yeniyken, benim için de tasarladığın her neyse ona katılmayacağım. Size iyi akşamlar.''

Hiç kimse bir şey söyleyemedi.

Dışarı çıktığımda Kamil abi kapımı açmış beni bekliyordu. Hiçbir şey söylemeden arabaya geçip oturdum. Kamil abi az sonra kapıları kapattı ve yolculuğumuz başladı. Yolda giderken İnci'yi aradım. ''Nasılsın?''

''Bunu benim sana sormam gerekiyor sanırım,'' dedi İnci. ''Sen nasılsın? Toparlayabildin mi?''

''Sanırım,'' deyip iç geçirdim. ''İşe dönüyorum, vaktin varsa gelsene. Biraz farklı şeyler konuşmak iyi gelir belki.''

Çok sevindi. ''Bunu soracağın anı bekledim, koşarak gelirim sen yeter ki iyi hisset.''

Gülümsedim. ''Görüşürüz o zaman.''

İnci iyi, zor zamanımda yanımda olan bir kızdı keza ben de onun ama daha önce hiç kimseyle sırlarımı, ilk kalp çarpıntımı ve kırıklığını paylaştığım bir arkadaşa daha doğrusu dosta sahip olmamıştım.

Her şeye karşı mesafe oluşum da babamın bana öğrettiği bazı şeylerden biriydi.

İşe geldim.

Gün içinde birkaç toplantıya girip çıktıktan sonra dinlenmek için odamın kapısını kapatıp Aslı'ya içeri kimseyi almamasını söyledim. Şu halde bile çalışıyor olmam mucizeydi ama ablam da böyle olsun isterdi sanırım, o çalışmamı söylerdi.

Kafamı arkama yaslayıp gözlerimi on dakika kadar dinlendirdikten sonra kapım tıklatıldı. ''Müsait değilim,'' dedim sakince.

''Bana da mı?'' diye içeri giren İnci'ye doğru gözlerimi açıp yorgun bir şekilde gülümsedim. Kalkıp ona sarıldım ve karşılıklı koltuklara oturduk.

''Nasılsın?''

''Fena değilim sanırım,'' dedim. ''Ne içersin?''

''Kahve olur.''

Hemen iki tane kahve söyledim ve arkama yaslandım. İnci kendi gibi inci gözleriyle yüzüme bakarken, ''Yoğun musun?'' diye sordu. ''Yorgun gördüm biraz.''

Kaşlarımı kaldırıp indirdim. ''Çalışıyorum.''

''Yorma kendini.''

''Yormuyorum hem kafam dağılmış oluyor.'' Kafasını salladı. ''Neyse boş ver beni sen nasılsın?'' Gülümsemeye çalıştım. ''Var mı sanat galerinde dikkat çekici bir şeyler.''

Gözlerini devirdi ve rahatça arkasına yaslandı. ''Çok çekici hem de.''

''Kızım sen bu çocukla aylarca takılmadın mı? Şimdi neden geri pas yapıyorsun?''

''O sevgilisi olduğunu bilmeden önceydi,'' dedi. ''İkimizi aynı anda idare eden bir şerefsizden ne bekliyorum ki? Bir de çıkmış hediyeler, çikolatalar falan...'' Yüzünü ekşitti. ''Beni saf lise aşkı falan sandı sanırım.''

Güldüm. ''Erkekler biraz şeydir.''

''Şey evet,'' diye onayladı. ''Belli tanımı olmayan her şey erkektir.''

Kahvelerimiz geldiğinde İnci bir yudum alarak dudaklarını ıslatıp çekti. ''Aslında yeri mi bilmiyorum ama seninle bir şey paylaşmam gerekiyor.''

Merakla onu dinledim.

''Geçen ay yaptığımız müzayede de satışa çıkan o meşhur tabloyu hatırlıyorsun değil mi?'' Ufak bir geçmişe gidip hatırladım. Kafamla kabul ettim. Devam etti. ''Onu beğenen ve satın alan Dimitri Bey, beni Roma'daki galerisine davet etti. Adam orada inanılmaz bir üne sahip.''

''Bu çok iyi,'' dedim gözlerim parladığında.

''Evet öyle...'' Sonra durdu, sevinmişti ama buna engel olan bir durum vardı.

''Sen neden böylesin peki?''

Dudaklarını ıslattı ve beklemeden cevap verdi. ''Akça... Roma'ya gidersem uzunca bir süre orada kalabilirim ve bu aylarca sürebilir. Seni yalnız bırakmak istemiyorum.''

''Saçmalama İnci,'' dedim hafifçe yükselerek. ''Önünde çok güzel bir kariyer olabilir. Beni düşünme bile.''

''Bilmiyorum biletimi iki gün sonra alacaklar tabii ben kabul edersem ama seni de bu şekilde bırakmak içimden gelmiyor.''

''İnci,'' diye uzandım eline ve tuttum. ''Sen çok değerli bir arkadaşsın benim için ama hayat senin ve her zaman birbirimizin yanında olsak bile bir yerde kendimizi düşünmek zorundayız. Üstelik ben yalnız değilim gerçekten.''

Ailemi benden önce mi görmüştü? Yalnız olduğumu mu düşünüyordu?

''Ve çok ince bir davranış,'' diye ekledim. ''Açıkçası utandım çünkü arkadaşlar her zaman ilk sırada yer almaz. Şimdi git ve biletini almalarını söyle.''

''Emin misin?'' Gözlerime derin bakıyordu. ''İyisin öyle değil mi? Bazen kendi dertlerimle boğuyorum seni ama şimdi sen böyleyken...'' Derin bir nefes aldı. ''Babamı kaybettiğimde günlerce başımda bekledin ama ben yeteri kadar yanında olamadım.''

''Buna imkan sağlamayan bendim,'' dedim. ''Sen hep yanımdaydın ama ben yalnız kalmayı seçtim çünkü acılar farklı bedenlerde farklı şekilde sınanır.''

İnci mahcubiyet dolu ifadesiyle bir nevi bana olan vefa borcunu yeterli görmediğinden bana sorma gereği duymuştu, emin olmuştum artık ama içimde zerre kadar bir kötü niyet yoktu çünkü ben ondan emindim.

''Safsın ya,'' diye keyiflendirdim. ''Ayağına böyle şahane bir fırsat gelmiş ve geri tepiyorsun, sakın ola yapma.''

Omzunu silkti. ''Gözüm korkmuyor değil.''

''Ne için?''

Sırıttı. ''Ünlü olduğumda o kadar davete hangi kıyafetle katılacağım?''

''Allah'ım dertlere bak, bendeki hiçbir şeymiş!''

''Şaka yapıyorum,'' dedi. ''Aslında her şey farklı olsaydı birlikte keyifli bir akşam yemeği yiyelim isterdim ama...''

''Olur,'' diye kabullendim. ''Akşam için bir planım yok. Hem madem ki iki gün sonra aramıza uzunca bir zaman girecek bu gece plan yaparız.''

''Bak zorlamıyorum.''

Kolumdaki saate baktım ve ayaklandım. ''Oho akşam oluyor bile. Hadi git hazırlan bir rezervasyon falan yaptır madem ama hesap ödemek yok.''

Kaşlarını çattı. ''Küserim.''

''Küs.''

Alaycı bakışlarıyla çantasını kavradı ve kapıya yaklaştı. ''Akşam saat dokuz gibi, konum atarım.''

''Hay hay efendim.''

İnci odamdan çıktıktan sonra birkaç saatte de kalan işlerimi halledip şirketten ayrıldım. Kamil abi beni kapıda bekliyordu. Kapımı açtıktan sonra doğruca eve geçtik. Hazırlanıp İnci ile olan yemeğime gidecektim.

Eve geldiğimde salonda sadece annemi gördüm. Hazırlanmıştı. ''Hoş geldin kızım,'' diye karşılık verdi.

''Bir duş alıp çıkacağım anne.''

Beni durdurdu. ''Nereye? Cüneyt Beylere yemeğe gidiyoruz.''

''Afiyet olsun size,'' diye odama çıkan merdivenlere yöneldiğimde arkamdan yetişti ve kendine çevirmeyi başardı. ''Akça! Yeter artık bu başına buyrukluğun!''

Afalladım. ''Sizinle misafircilik oynamaya gelmemem başına buyrukluk mu oluyor anne? Üstelik ne için gittiğimizi bildiğimiz bir yere.''

''Baban bu durumdan hiç hoşlanmayacak ve sonucu kötü olacak.''

Sessizce heceler gibi mırıldandım. ''Artık hiçbir şey umurumda değil.''

Önüme döndüm ve ne söylerse söylesin beni yavaşlatmasına müsaade etmeden odama çıktım. Hızla bir duş aldıktan sonra sade siyah bir takım giyip, ufak birkaç şey sürüp hazırlığımı tamamladım. Aslında sadece rol kesiyordum çünkü içimdeki cenaze hâlâ oradaydı.

Çantamı alıp şarjımı çekip aşağı indim. Annem salondan ayrılmamıştı ve babam da gelmemişti. ''Hoşça kal anne,'' dedim ona bakmadan. ''Çok gecikmem.''

''Olay çıkarmak mı istiyorsun?''

''Hayır sadece arkadaşımla yemeğe çıkıyorum,'' dedim dümdüz bir sesle. ''Bunun bir olayı yok bence.''

''İyi,'' dedi kollarını göğsünde kavuşturarak. ''Baban ne söylerse araya girmeyeceğim ve ona mani olmayacağım çünkü bunu bilerek yapıyorsun.''

Dudağımın kenarını kıvırdım ve acınası bir halde karşımdaki kadına, anneme baktım. ''Sanki babamdan farklı düşüncelere sahipmişsin gibi değil mi anneciğim?''

Annem mahcup olduğunu bildiğim değil umduğum bir tavırla yüzünü başka yere çevirdi.

''Ben de öyle düşünmüştüm,'' dedim ve hızla evden çıktım.

Kamil abi çıktığımı görünce arabanın kapısına yaklaştı ama buna mani oldum. Elimdeki anahtarla kendi arabamın kilidini açarken, ''Sana gerek yok Kamil abi,'' dedim. ''Kendim giderim.''

''Ama Ertan Bey'in kesin emri var.''

''Gerekli açıklamayı ben yaparım,'' dedim ve arabama doğru ilerledim. Tam o esnada güvenliğin kapısı açıldı, babam siyah arabayla içeri girdi. Derin bir nefes alarak onun inmesini bekledim zira yüzleşmek için kaçacak değildim.

Az sonra arabadan indi ve sorgulayıcı bir şekilde karşımda durup, ''Nereye?'' diye sordu.

''Arkadaşımla yemeğe çıkıyorum, bir sorun mu var?''

Tekdüze bir sesle, ''Akşam için Cüneyt Beylere gideceğimizi biliyorsun,'' dedi. ''Bu da nereden çıktı?''

''Sabah gelmeyeceğimi belirtmiştim.''

''Bu yemek ailemiz için çok önemli.''

''Neden?'' dedim saf saf. ''Yoksa atacağımız imzalar için yeni kalemin ben miyim?''

''Hadsizleşme.''

''Baba sorun çıksın istemiyorum.''

''Evet bu yüzden bizimle geliyorsun.''

''Arkadaşıma söz verdim,'' dedim. ''Onu ekemem üstelik son günlerimiz bir daha uzun süre görüşemeyeceğiz. Hem Cüneyt Bey ve çok kıymetli gudik oğlu yırtık dondan çıkar gibi her yerde çıkıyorlar karşımıza onları daha çok görürüm.''

Babam hayretle beni izlediğinde, ''Sen nasıl konuşuyorsun böyle?'' diye sordu. ''Sanki karşımda Ferda var. Ablan miras diye sana da bu çiğ üslubunu mu bıraktı? Hiç sana yakışmıyor.''

''Haklısın,'' diye kafamı salladım ve bir miktar yutkundum. ''Bu bana yakışmıyor ama ablamı anlıyorum da; siz bu dayatmalarla beni bu üsluba bağlı tutuyorsunuz. Ben değil siz sebep oluyorsunuz.''

''Akça! Bana yapmadığım şeyleri yaptırma!''

''Size afiyet olsun baba,'' dedim geri çekilerek. Kapımı açtım ve gözlerimi kısıp ona baktım. Gözleri çok sert bakıyordu ve bu bakışı en çok ablama bakarken yakalardım ama artık benim üzerimde etki ediyordu. Sanırım ablam sırasını savmıştı ve sıra bana gelmişti.

Arabaya bindim ve umursamadan güvenliğe doğru yol aldım. Dikiz aynasından baktığımda babamın ardımdan uzunca beni izlediğini gördüm. Elini kaldırıp güvenliğe kapıyı açmasını söyledi ve gitmeme izin verdi fakat bunun da onun nezdinde bir yaptırımı olacağına hiç şüphem yoktu.

Hava çoktan karardığında İnci ile olan randevuma geldim. Karşılıklı oturduk ve siparişlerimizi verdik. Oldukça lüks bir restorandı ve sanırım ikinci gelişimdi. Ellerim bağlı yüzümü boğazın derin ve serin sularına çevirdim. ''Bazen kuş olup gökyüzüne hakim olmak bazen bir balık olup en dibe doğru yüzmek istiyorum.'' Sessizdim.

İnci gözlerini baktığım yere çevirdi. ''İstanbul'u seviyorum ama sadece bazı gecelerini.''

''Kalabalık ve yorucu bir şehir değil mi?''

''Çok.''

İç geçirdim. ''Ablam çok severdi bu şehri, hatta bir keresinde sevmesinin asıl nedenini kalbindeki kötülüğün bile bu şehirden daha az olduğunu söylemişti.'' Gülümsedi. ''Ablam kötü değildi ama sevilmemesini buna bağlardı.''

''Ferda ablayı her zaman sevdim,'' dedi İnci. ''Bazen senin ablan olduğuna inanamasam bile.''

Yüzümü önüme çevirerek masamdaki beyaz selpaka bakıp dudağımın kenarını kıvırdım. ''İki zıt kutuptuk ama onu bir ben anlardım.''

''Çok şanslıymış.''

Dudağımı büktüm. ''Şanslı olmasını isterdim ve yemin ederim biraz daha yaşaması için kendi ömrümden verirdim belki de tamamını...''

İnci derin bir sessizliğe gömülürken onun bir kardeşi olmadığından beni pek anlayamadığını biliyordum ve bunun için onu suçlayacak değildim fakat hissettikleri gerçekti.

''Neyse,'' dedim elim boş kadehe uzandığında. ''Aslında kendime söz vermiştim içmemek için ama bir yudumdan zarar gelmez.''

''Daha hafif bir şeyler içebiliriz.''

''Korkma zil zurna sarhoş olmayacağım,'' dedim. ''Ben ne yaptığını bilen biriyim.''

Gülümsedi. ''Sen Ertan Sezgin'in kızısın.''

Alayla kafamı salladım. ''Ne büyük şöhret!''

Biraz sonra hafif bir şeyler yemeğe başladığımızda birkaç yudum kırmızı şarabımdan içtim. Ablama saygısızlık mı yapıyordum? Neden buradaydım? Neden onun yanında değildim? Sahi! Ben iyi miydim? İyi biri miydim yoksa çabalıyor muydum?

Kafamda bir türlü cevabı olmayan sorularla meşgul olduktan sonra ağzımdaki lokmayı bitirip bir yudum daha aldım. Dudaklarım cam kadehi sahiplenirken başımı sağa çevirdiğimde gördüğüm kişiyle duraksadı. Gözlerim usulca aralanırken kadehi masaya bıraktım ve İnci'ye dönüp, ''Birazdan geliyorum,'' dedim.

İnci şaşırarak bir şey söylediğinde çoktan kalkıp Albatros'un karşısında duran sandalyesini çekip oturmuştum bile.

Soğuk tavrıyla ağzında yavaşça çiğnediği etiyle bana baktı.

''Pekâlâ,'' dedim ellerimi birleştirerek. ''Artık takip edilmediğimden emin olmak istiyorum.''

Parmakları arasında duran çatalı bırakmadan, ''Hep böyle kibar mısın?'' diye sordu.

''Her zaman değil.''

Gülümser gibi oldu. ''Fark ettim.''

''Başka neyi fark ettin?'' Sol gözüm küçüldüğünde ses tonumu ayarlamaya çalıştım.

Göğsünü fark edilebilir şekilde kaldırıp indirdiğinde çatalını da olası bir dikkatle tabağının kenarına bıraktı. Mendilini alıp ağzının kenarını sildikten sonra da kaşlarını kızgınlıktan uzak bir şekilde çatıp tam gözlerimin içine baktı. ''Mesela biraz daha içersen sarhoş olacağını.''

''Beni izlediğini inkâr etmiyorsun demek?''

Gülümsedi. ''Güzel olan şeyleri izlemeyi severim.''

Kalbim hiç ummadığım bir anda beni farklı bir ritmiyle tanıştırdı. Gerçekten kalbim daha önce bu şekilde atmış mıydı? Tanımıyordum. Bilmiyordum bile.

Renk vermeden dudaklarımı hızla ıslatıp çektim ve kendimi öne iterek, ''Derdin ne?'' diye sordum. ''Gerçekten bana açık ol ve derdinin ne olduğunu söyle.''

''Masama gelip benden bu şekilde hesap soramazsın. Ayrıca orada birinin oturup oturmadığını bile bilmiyorsun.''

''Sevgilin gelince kalkar iki çift de ona laf ederim; fazla çapkınsın diye.''

Tekrar güldü. ''Sevgilimin olup olmadığını öğrenmenin daha basit yolları var.''

''Küstah!''

Sustu ve suyundan biraz içti. ''Akça... Şu an tek derdim aç karnımı doyurmak. Tamam?''

''Hayır tamam değil,'' dedim kabullenmeyerek. ''Bana bir açıklama borçlusun. Kimsin diyorum sana?''

Elini uzattı. ''Yavuz Atakum ama sadece birkaç kişi Albatros diye seslenir.''

''Kendimi şanslı mı hissetmem gerek?''

''Bana hiç Albatros demedin ki.''

Bundan hoşlanmadım ve alt metnini bile okumak istemeden sandalyemi kalçamla geri itip ayağa kalktığım gibi ona tepeden baktım. ''Bundan sonra da demem zaten.'' Ardından karşısından çekilip kendi masama geçtim.

İnci sorgulayıcı şekilde, ''O kimdi?'' diye sordu. ''Bir yerde daha gördüğümü hatırlıyor gibiyim.''

''Tanımıyorum.''

''Emin misin?''

''Hıhım.''

Ses etmedi ve yemeğimizi yemeye devam ettik. Uzun bir gecenin ardından ara sıra birbirimize bakışlarımıza esirgemeden geçirdiğimiz bu süreç sona erdi. Hesabı istemek için bir uyarı verdim. Garson hesabı masaya bırakırken ben de kartımı içine bıraktım. Az sonra garson bana bakıp, ''Kartınız okumuyor hanımefendi,'' dedi.

''Bir de şunu deneyin,'' dedim bozuntuya vermeden diğerini uzattığımda.

Garson biraz sonra, ''Maalesef,'' dedi. ''Hata veriyor.''

''Hay aksi,'' dedim homurdanarak.

İnci, ''Ben hallederim sıkıntı etme,'' dediğinde buna mani oldum. ''Hayır ben halledeceğim ama kartlarımın çalışmaması çok saçma...'' Ayağa kalkıp uzun süredir kullanmadığım kartımı uzattım lakin o da yanıt vermedi. İnci itiraz etmeye çalışsa da ona engel oldum... ''Hayır eminim bir dakika...'' Sonra duraksadım ve tüm bunların tek bir sorumlusu olduğu aklıma geldi. Babam!

Burnumdan soludum ve sakin kalmaya çalışırcasına çantama yöneldim o sırada aşina olduğum bir ses nazikçe, ''Hesabınızı ben ödedim,'' dedi. ''Bir sorun yok.''

Şaşkın gözlerim Albatros'u görünce sinirlendiğinde garson yanımızdan uzaklaştı. Saçlarımı gözümün önünden çekip, ''Ne münasebet?'' diye çıkıştım. ''Sizden böyle bir şey istemedik.''

''Biliyorum,'' dedi. ''Ufak bir jestti sadece.''

İnci, ''Tam olarak kimsiniz?'' dedi ona bakarak. ''Bunu kabul edemeyiz de.''

Albatros gözlerini yüzümden ayırmadan donuk hareketlerle, ''Dediğim gibi büyütülecek bir şey yok,'' dedi.

''Borcum olsun,'' dedim uzatmadan. ''En kısa sürede kapatacağım.''

''Sıkıntı yok,'' dedi. ''Zamanımız bol.''

İnci'nin telefonu çaldığında birkaç saniye konuştu ve ayaklandı. ''Eve gitmem gerekiyor,'' dedi. ''Jülide huzursuzluk çıkarıyor şu günlerde.'' Bana döndü. ''Annem onunla pek anlaşamıyor biliyorsun. Seni ararım ve gitmeden sımsıkı sarılacağım.''

''Tamam haberleşiriz.''

''Aa, istersen seni bırakayım.''

''Yok,'' diye reddettim. ''Ters düşüyorsun bana. Hallederim. Jülide'yi öp benim için.''

İnci gözlerini açıp kapatırken beni onayladı ve elini kaldırıp uzaklaştı. Çantamı toparlarken Albatros tepemde dikilirken, ''Arkadaşın kız kardeşine düşkün biri sanırım,'' dedi.

Saf saf, ''Kız kardeşi?'' diye sordum.

Alnı kırıştı. ''Jülide?''

Gözlerimi devirdim. ''Kedisi.''

''Hım,'' dedi. ''Kediler kız kardeşlerden daha tatlı olabilirler.''

''Bir şey söyleyeyim mi?'' dedim çantamı kavrayıp bir adım öne çıkarken. ''Seni bir kez daha görürsem polise gideceğim.''

Koyu yeşil gözleri kendinden emin bir ifadeyle kısıldığında, ''Engel olmam,'' dedi. ''Peki ben bir şey söyleyeyim mi?''

Sol kaşımı kaldırıp onay verdim.

Sesi kısıldı. ''Senin karşına bir sefer daha çıktığımda bir sonraki buluşma için sen bana geleceksin.''

Restoran kapısından çıktıktan sonra yavaş hareketlerle valeye doğru baktım ve ona arabamı getirmesini istedim. İki elini birleştirip bana mahcubiyetle bakarken, ''Efendim arabanız Ertan Bey tarafından çıkarıldı,'' dedi.

''Ne?'' dedim sesimi yükselttiğimde. ''Ne hakla?''

Vale hiçbir şey diyemedi.

Elini saçlarıma götürdüm ve hoyratça karıştırıp sağıma soluma bakındım. Bu artık çok fazlaydı. ''Peki,'' dedim bunu da sindirip. ''Bana bir taksi çağır.'' Vale bir tepki vermediğinde dibine girdim. ''Duymuyor musun? Bir taksi çağır dedim sana!''

''Efendim üzgünüm.''

''Kaç para verdi size ya? Nerede bu restoranın sahibi?!''

Vale karşımdan çekilirken telefonu elime aldım ve babamı aradım fakat açmadı, abim ve annem de açmadı. Bu bir ceza mıydı yoksa bugünün faturası mı? Bana yaptıkları her neyse hak etmiyordum, hak etmemiştim.

Hiçbir aramama dönmeyen evime ve şirketteki çalışanlara inat telefonumu avuçlarımın arasına alarak sıktım. Yola çıkıp taksi beklemeye başladım. Biraz içtiğim için aşırı tepkiler göstermekten korkuyordum ve tek isteğim sağ salim eve gitmekti ama evim olduğu için değil, kendimi kaybetmemek için.

''İstersen seni evine bırakabilirim?'' dedi yanımda duran ve son zamanlarda çok sık karşıma çıkan adam. Albatros.

Olası bir sakinlikle yüzümü onun yüzüne çevirdim. İtiraf etmeliyim ki sert çehresinin altındaki yumuşak bakışları beni bir itiyor bir çekiyordu. ''Niye öyle bakıyorsun ki?'' diye sordum.

Şaşırdı. ''Nasıl bakıyorum ki?''

Sersem gibi gülümsedim. ''Her an kızmayacakmış gibi işte.''

''Neden sana kızayım ki?''

''Bilmem,'' dedim. ''Genelde herkes bana kızar da.''

''Doğru bildiğin şeyleri yaptığın için mi?''

Memnuniyetle kafamı salladığımda parmağımı tam göğsünün soluna götürüp bastırdım. ''Bravo! Daha iyi bir cevap olamazdı.''

Parmağımı götürdüğüm yere bakarken kafasını kaldırıp gözlerimin içine doğru, ''Sarhoş oluyorsun,'' dedi. ''Daha fazla ağırlaşmadan seni götürmeliyim.''

''İyiyim,'' diye doğruldum. ''Mesela seni çift görmüyorum.''

''Hadi Akça,'' deyip koluma dokunmaya çalıştığında kendimi hızla geri çektim. ''Dokunma bana! Bırak.''

''Özür dilerim,'' dedi elini çekerken. ''Benim hatam.''

Duraksadım ve yüzüne bakmaya başladım. O konuşmadı ama ben ona bakmaya devam ettim. Aslında kaybedecek bir şeyim olmasaydı ona kendimi açabilirdim çünkü bilirsiniz ki bazen hiç tanımadığınız insanlarla konuşmak her zaman daha iyi olanıdır.

Hoş, kaybedecek bir şeyim mi vardı sanki?

Ufaktan esneyerek elimin tersiyle ağzımı kapattım. ''Uykum geldi.''

''Fark ettim,'' diye gülümsedi ama çok değil. ''Hadi gidelim.''

Kaşlarımı çattım. ''Beni evine götürüp yatağında uyutacağını sanıyorsan yanılıyorsun, bu numaralar bana sökmez.''

''Asla,'' dedi hızla ve net bir şekilde. ''Ben tahmin edilmeyen numaraları severim.''

''İyi,'' dedim umursamaz yaklaşırken. ''Sevgilin olacak kişi çok şanslı o zaman.''

''Bilmem,'' dedi derin sulara dalar gibi. ''Bu soruyu bana soran kişiye cevap vermemiştim.''

''Neyse ne,'' diye homurdandım. ''Ee hadi bırak o zaman evime nasılsa ailelerimiz tanışıyormuş ama sadece bunun hatrı için emin ol.''

''Yok ben zaten başka bir şey anlamadım merak etme.''

Biraz sonra yola koyulduk ve arka koltukta oturmayı tercih ettim.

Gözlerimi açtığımda tenimi ısıran tatlı rüzgâr ve bir çift koyu yeşil gözle karşılaştım. ''Geldik.''

''Nereye?''

''Evine.''

''Evim?'' Gözümü zar zor açıyordum.

''Hıhım,'' dedi kafasını sallarken. Dağınık bir halde toparlanmaya çalışırken, ''Yardımcı olabilir miyim?'' diye sordu ve dokunmak için izin istedi.

İtiraz etmedim. Birlikte güvenliğe doğru yürüdük. Rafet abi kapıları açıp bana yardımcı olduğunda Albatros ona bir şeyler söyledi ama anlamadım çünkü henüz ayıldığım söylenemezdi.

Dakikalar içinde evimin kapısı açıldığında Birsen abla telaşa kapılarak koluma girdi. Güldüm. ''Dur abla ya, ölmedim.''

Ailemi salonda görünce, ''Vay vay,'' dedim. Babam, annem, abim hepsi bir aradaydı. ''Eğlenceniz bitmiş demek.'' Dik durmaya çalışarak ceketimin yakasını düzelttim ve babamı gözlerimin ağına aldım. ''Bugünkü eğlence için teşekkür ederim baba ama bak gelebildim.''

''Ne bu halin?'' dedi otoriter bir sesle. ''Yeni bir Ferda mı oluşturmaya çalışıyorsun?''

Güldüm. ''Hı! Çok seversiniz ya.''

''Akça,'' dedi abim uyarırcasına. ''Hemen git bir duş al, seni böyle görmeye alışık değiliz.''

''Ben sizi böyle görmeye alışkınım ama,'' dedim yarım yamalak konuşarak. ''Ne güzel sevgi dolu bir yuva...''

''Ayıldığın zaman konuşacağız seninle,'' dedi babam. ''Hem de hiç olmadığı kadar kendine gelerek.''

Korkmuş gibi dudaklarımı ısırdım ve şaşırdım. ''Eyvah, iptal olacak başka kartım da kalmadı ki.''

''Akça yeter,'' dedi babam ayağa kalktığında. ''Sabrımı sınıyorsun.''

Olduğum yerde gülümsedim ama öylesine acınası ve acı bir gülüştü ki bu; ablamın ölümüyle sarsılan ben en çok desteği ailemden görmeyi beklerken en çok yalnızlığı ve soğukluğu onlardan görmüştüm.

Hiçbir şey söylemeden yukarı çıktım ve kendimi öylece yüzüstü yatağa attım.

                                           🖇️

Sabah bir ilaç alıp duşun ardından hazırlandım ve aşağı indim. Çok sevgili ailem kahvaltı sofrasında beni bekliyordu. Bu derin sessizliğin sebebini merak etmiyordum ama hayra alamet olduğunu da söyleyecek değildim. Hiçbiriyle göz teması bile kurmadan yerime geçip oturdum ve elimi çenemin kenarına yasladım.

Babam, ''Ayılabildin mi?'' diye sordu.

''Evet,'' dedim kuru bir sesle.

Ayağa kalktı ve önüme gazeteleri bıraktı. ''O halde bana bunun açıklamasını yap!''

Gözlerim önüme bırakılan gazete haberinde kendi haber başlığını gördü. Elimi çenemin altından çektim ve haberi okumaya başladım. Üstelik dışımdan: ''Ünlü iş adamı Ertan Sezgin'in kızı Akça Sezgin dün gece lüks bir restoranın önünde sarhoş bir halde görüntülendi. Sezgin'in vale ile tartışması sonrası gizemli bir beyle de yakınlığı gözlerden kaçmadı. İkili bir süre sohbet ettikten sonra arabaya binerek uzaklaştı. Sezgin'in bir hafta önce ablası Ferda Sezgin'in evlerindeki bir davette öldüğü bilinmekte.''

Derin bir nefes alıp olağanüstü bir sakinlikle gazete kağıdını kenara ittim ve ortaya konuştum. ''Güzel çıkmışım.''

''Sen beni delirtecek misin?!'' diye sordu babam bir anda hiddetlenerek. ''Aklımı yitireceğim. Ne oluyor sana böyle? Neyin peşindesin? Aklı başında kızım gitti yerine şımarık bir kız çocuğu geldi!''

''Biraz fazla abartmışlar,'' dedim sakince. ''Sarhoş sayılmam üstelik o gizemli adamı da tanıyorsunuz, sadece bir tesadüftü ve sağ olsun arabam olmadığı için beni evime kadar bıraktı.''

Abim öfkeli gözleriyle bana bakarken, ''Böylesi bir yasın içindeyken dikkatleri bu kadar ucuz bir şekilde üzerine çekmek sana hiç yakışmadı,'' dedi.

Ona alayla baktım ve ellerimi birleştirdim. ''Peki böylesi bir yasın içinde dün gece ki davette iyi eğlendiniz mi abi?''

''Aynı şey değil,'' dedi babam çabucak. ''Biz iş konuştuk ve ailemizin geleceği için önemli.''

''Ailemizin geleceği umurumda bile değil.''

''Sezgin soyadı olmadan bir şey yapamayacağının farkında mısın?'' dedi abim de. ''Arkandaki bu güç olmasa ne olurdu sanıyorsun?''

Kıkırdadım. ''Daha mutlu olacağımdan eminim.''

Annem beni uyardı. ''Biraz alttan al.''

''Sen zaten hiç benim yanımda olma anne,'' dedim anlam veremediğim haline. ''Bir kere bana hak ver ya!''

''Hak verilecek bir durum yok,'' dedi babam. ''Son günlerde sürekli sorun çıkarıyorsun! Bizim akıllı ne yaptığını bilen kızımız gitmiş yerine bambaşka biri gelmiş! Sen bu değilsin ki.''

Oturduğum yerden kalktım ve babamın karşısında dikildim. ''Siz nasıl davranıyorsunuz peki? Bir hafta önce kızınızı kaybettiniz ama sanki çok normal bir durummuş gibi davranıyorsunuz? Ya bana bile iyi misin diye gelip sormak yerine reklam peşindesiniz? Gerçek sevginin bu olmadığını biliyorum.''

''Ben hepimizin iyiliğini düşünüyorum,'' dedi babam. ''Medyanın bu kadar gözü önündeyken nasıl davranmamı beklersin?''

''Sessizleşebilirdin baba,'' dedim. ''Fakat iki gün sonra Cüneyt Bey ve aptal oğlunu evimize davet edip beni resmen görücüye çıkardın ya!''

''Düzgün konuş!''

''Bu mu sorun?''

''Evet bu,'' diye gürledi. ''Bu şımarıkça hallerinden sıkıldım! Ablan gibi davranıyorsun!''

Gülümsedim. ''Ablamı neden sevmediniz?''

Bir anda hepsi buz kestiğinde annem öylece bana bakakaldı, babam ise cevap veremedi. Abim zaten joker kartı gibiydi ve hiçbir zaman etkili bir eleman olamadı. Doğruyu, yanlışı sorgulamadı ve babamın her davranışına onay verdi. Hiç mi bu düzene karşı çıkacak bir yanlış görmedi?

''Neden susuyorsunuz?'' diye sordum elimi açarak. ''Neden aksini iddia etmiyorsunuz?'' Sabırsızca dudaklarımı ıslattım. ''Bence bir şey söyleyeyim mi? Ablam intihar bile etmiş bile olamaz.''

''Otopsi raporu var!''

''Ben neden görmedim?''

''Sana yalan borcumuz mu var?'' dedi babam öfkeyle. ''Karşında baban olduğunu ve sözlerine dikkat etmen gerektiğini unutma. Artık bu saçmalıklarına diyecek bir şey bulamıyor ve yasına veriyorum.''

''O odada ne gizliyorsun baba?!''  Tüm aileyi en çok da babamı ateşe vermişim gibi bir yangını başlattığımda babamın göz bebeklerinde belki de ömrüm boyunca ilk defa bir durumun tedirginliğini gördüm. Ucunu yakaladığım ipi bırakmak niyetinde değildim. Bir adım öne çıktım. ''Sana bir soru sordum baba. O odada ne saklıyorsun? Ablam o gece neyi ima etti? Bana neden kaç kurtar kendini bu evden dedi?''

Babam cevap vermiyor sadece çenesi kaskatı kesilmiş bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu.

Abim direkt araya girerek, ''Akça,'' diye uyardı. ''Sakin mi olsan?''

''Sadece ufak bir soru sordum abiciğim. Neden bir cevap alamıyorum.'' Tekrar babama baktım ve yaklaştım. ''Yoksa verecek bir cevabın yok mu baba? Ablam haklıymış ama ya...'' Geri çekildim ve gülümsedim. Gözlerimin içi kızardı. ''Sevilmediğini bilmek dünyada cehennemi yaşamakmış, meğer giderken bu yüzden her yere ateşini salmış.''

''Ablan sevildi,'' dedi babam dümdüz sesiyle.

''Hadi ya?!'' diye kahkaha attım. ''Bunu ona da söylediniz mi? Yoksa gözünün içine baka baka ondan nefret ettiğinizi her fırsatta yüzüne mi vurdunuz? İğreniyorum artık bu iki yüzlülüğünüzden...'' Cümlemin sonu babamın dehşet veren öfkesi, büyüyen gözleri ve bana doğru havaya kalkmış eliyle son buldu.

Annem korkarak ayağa kalkarken yutkunup soluğumu tuttum. Babamın öfkeden deliye dönmüş gözleri sert bir kayadan ibaret ellerindeki parmaklar usul usul kapandı. Eli aşağı düştü.

Babam bir zamanlar benim kahramanımdı ama şimdi o kahramandan bir düşman var etti. Bizi birlikte savaştığımız günlerden birbirimize karşı savaşacağımız günlere getirdi.

Elini yumruk yaptığında seğiren gözümü kapattım ve birkaç saniye bekledikten sonra arkama bile bakmadan kapıya koştum. Annem, ''Kızım,'' diye seslense de onu duymadım.

Bir rüzgâr gibi çıktığım evden arabama binerken telefonum çalmaya başladı. Bahadır'ın aradığını gördüm açmadım. Arabaya bindim ve bahçeden çıktım. Bahadır ısrarla beni aramaya devam ettiğinde telefonu açıp kulağıma yasladım. ''Ne var?''

''O gazete haberleri ne?'' diye hesap sordu direkt. ''Nasıl sarhoş olursun? O herifle münasebet durumun ne? Yakında benim nişanlım olacaksın sen!''

''Sana hesap mı vereceğim?''

''Akça bundan sonra davranışlarına dikkat edeceksin.''

Gülmeye başladığımda bundan rahatsızlık duydu ve bir şey söylemedi. Gülüşümü dudaklarımdan hızla sildim ve arabamın gazına basarak sinirle ağzımdan bir şeyler savurdum. ''Senin değil nişanlın hiçbir şeyin olmayacağım, siktir git şimdi!'' Telefonu kapatıp yan koltuğa attım.

Kendimi son sürat bir halde en sevdiğimin ablamın mezarında buldum. Koşarcasına, yıllardır görmediğim birine sarılırcasına gittim yanına ve toprağının yanına çöküp onu sevdim. Onunla konuşmaya, ağlamaya, gülmeye ihtiyacım vardı ama sanırım önce biraz konuşacak sonra saatlerce susacaktım.

Saatlerce ablamla sustum. Öyle bir susmuştum ki oturduğum yerde uyuyakalmış, yüzüme düşen birkaç yağmur damlasıyla uyanmıştım. Gözlerimi açtığımda gök gürlüyor, hava ise grileşiyordu. Belim hafif tutulmuş bir şekilde ablamın toprağına düşen yağmur damlalarına bakıp gülümsedim ve toprağı severken, ''Umarım bu yağmur seni hasta etmez abla,'' dedim. ''Umarım ki artık üşümüyorsundur.''

Gülümseyerek izlediğim toprağına veda etme vaktim geldiğinde ayaklandım. Yağmur şiddetini artırırken çıkmak için önümü döndüm ve az ileride siyah şemsiyesinin altında beni izleyen Albatros'u gördüm.

Artık şaşırmayı bırakmıştım.

Saçlarımdaki ıslaklık ürpertirken ileri yürüdüm ve karşısında durdum. Hiçbir şey söylemeden bana yaklaştı ve ikimizi şemsiyesinin altına aldı.

''Artık eminim,'' dedim. ''Takip edildiğimin.''

''Polise gidecek misin?'' diye sordu.

Kafamı salladım. ''Ablam sağ olsun onlara çok kez gittim.''

''Sıkıntı değil,'' dedi. ''Şikayetçi olabilirsin.''

''Şu günlerde gündemime düşecek son insan bile değilsin maalesef,'' dedim. Soluk alıp verdiğimde şemsiyesinden uzaklaştım ve yağmura teslim oldum. ''Yağmuru severim ama bana kaybettiğim o insanın varlığını hatırlatıyor, artık sevemiyorum.''

Onu ardımda bıraktığımda ileri doğru yürüdüm ve seslenişini duydum. ''Kaybettiğin o insan,'' dedi. Adımlarım yavaşladı. ''Ablan...'' Ayaklarım titredi ve kulağım bu itiraf karşısında sağır olmayı istedi. ''İntihar etmedi.''

                                       🖇️

Bölüm sonu.

Yavaş yavaş başlıyoruz. O kadar başka şeyler olacak ki; inanılmaz heyecanlıyım. Şimdiden tüm yorumlarınız için teşekkür ederim.

Haftaya pazar AKÇA'nın yeni bölümünde saat 20.00'de görüşmek üzere. Tabii arada tatlı sürprizlerim olabilir mesela ansızın gelen yeni bölümler gibi. Bakalım ^^

Ek olarak bir WhatsApp kanalımız var. Kitaplarıma ve gündelik yaşantıma dair şeyler paylaşıyorum. Akça'dan spoiler veriyorum mesela :') Buradan bağlantı paylaşamadım sorun çıkıyor. Instagramdan paylaşacağım, bana oradan da kanal için ulaşabilirsiniz.

Sevgilerimle çiçeklerim. ❤️

Continua a leggere

Ti piacerà anche

260K 14.5K 18
Kaan yanıma gelip, omuzlarımdan tuttu."Kendine gel Rüzgar!Sen daha 15 yaşındasın. Ben inanmıyorum şaka değil mi? Maske sen değilsin."dedi."Hayır beni...
Düş Kuşu Da h

Storie d'amore

1.2K 105 9
Bir umut, bir sezgi; bir his, bir hayal, bir adım... Bunlara yol açan bir düş, bir de Düş Kuşu.
Amor Da gelbikahveyapayim

Narrativa generale

13.9K 946 16
"Firuze var oldu, aşık oldu, bir oyun oynadı ve yedi dakika önce öldü."
7.4K 1K 10
Zihnimin iki ucu var. Bir ucu delilik bir ucu ise uçurum," dediğimde yüzünde dehşet verici bir ifade belirdi. "Ben bir sınırı geçeli çok oldu, kimse...