KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

782K 50.3K 56.7K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

30 - SON SÖZ

8.9K 714 1.3K
By -zehradogan

Merhaba... Çok heyecanlı bir bölümle geldim. Oy verip yorum yapmayı unutmayın. Bu bölüm 600 yorumun altına düşmüyoruz. Size güveniyorum. Hemen başlayalım...

"Öfkenin bir görüşü olsaydı eğer, bu benim gözlerim olurdu."

Sıktığım yumruklarım üzerinde hissettiğim el, onları gevşetememişti. "Hesna, iyi misin?" İyi miyim? Ne hissedeceğimden emin değilim. Doğa karşıma geçtiğinde bakışlarımın yeni yönü olmak istiyordu. Fakat ben, giden uçağın ardından zeminde bir noktaya odaklanmıştım. Doğa diğer elini de omzuma koyduğunda yüzüme daha yakın durdu. "Gittiği için kızgın mısın?" dedi. Böylece ona istediğini vermiş oldum. Şimdi doğrudan gözlerine bakıyordum. "Gitmeliydi..." dedim. Sert ses tonum elini omzumdan indirmesine sebep olmuştu. Gitmesi gerekiyordu...

"Düşman devletinin gözü önünde ülkesine çağrılan bir asker, yıllar önce kaybettiği ailesini gördü. Yöneticileri öldüren bir ailenin oğlu, askeriyenin en güçlü ismi. Kwang Jee ülkesinde kalmalı. O tutsak edilecek biri değil." Sözlerim üzerine bakışları daha da derinleşti. "Sen de değilsin Hesna. Biz burada mı olmalıydık?" demesi üzerine kolunu tuttum. Çok gizli bir sır verir gibi ona yaklaştım. "Hacker ve adalet örgütü üyesi... Biz burayı kül edeceğiz ve rüzgarımız, burada tek bir toz tanesi bırakmayacak." Bu düşünce hoşuna gitmiş gibi dudağı sinsice kıvrıldı. "Aklında ne var?" 

Sorusu üzerine gözlerimi ondan alarak bizi uzaktan izleyen askerlere baktım. Avını en savunmasız halinde iken yemeği kurgulayan bu vahşilere onlar için bir tehditmişim gibi bakmayı sürdürdüm. "Şunlara bak," dedim. "Onlar ittifak istemiyor..." Doğa sözlerimle birlikte bize dikkatle bakan askerlerin niyetini anlamaya çalışıyordu. "Neden öyle bakıyorlar?" dedi. Kendimle ilgili yakaladığım çok mühim bir gerçek vardı. Askerlere bakarak konuştum. "Ne zaman huzursuz hissedersem hep haklı çıkarım." Ardından, "Ve?" dedi. "Ve, şu an epey huzursuzum... Bizi bırakmayacaklar."

Doğa başını hızla bana çevirdi. "Şöyle konuşma. Korku filminde gibi hissediyorum." Ciddiyetle ona bakıyordum. "Peki sen?" dedim. "Korkan olmayı mı istersin yoksa korkutan olmayı mı?" Yine bu sorum onu tedirgin edecekti. "Ortam yeterince gergin değilmiş gibi," derken sorduğum soru yüzünden gerilmişti. "Kendini hafife alarak yanlış yapıyorsun Doğa. Walter senden bilgi almak isteyecek. Onlara doğruların yanında yanlışları da vermelisin." Sonra Doğa kuşkuyla etrafına baktı. "Bizi tanıyor ve yanında istiyor, çünkü onun dikkatini çekecek kadar tehlikeli olduğumuzu biliyor," dedi. Beni anlamaya başlıyordu.

"Evet," dedim. "Tehlikeli olacağız." Bize doğru gelen bir askeri fark ettiğimizde doğrudan ona baktık. Oldukça ağır davranmamız gerekecekti. Asker, "Beni takip edin. Yöneticimiz sizinle konuşmak istiyor," dedi. Bir şey demeden askeri takip etmeye başladık. Şimdi bu konuşmanın sonunda burası hakkında kısa bir fragman izleyecektik. Bakalım Walter ittifak edilecek biri mi, yoksa yalancının biri mi? Düşünceler eşliğinde yürümeye devam ederken güçlü kalabilmek için dua ediyordum. Yine en başta konuştuğumuz o toplantı odasına gittik. Akhar asla insan içine çıkmazdı. Walter ise askeriyenin içinde rahatça gezebiliyordu öyle mi?

Kapılar açıldı. Bu sefer Walter yalnızdı. Yanında korumaları bile yoktu. Bizi görünce ayağa kalktı. "Buyurun, oturun lütfen." Gilda'nın da dediği gibi, şüphelerim beni hayatta tutacaktı sanırım. Uzun masaya doğru ilerledik. Masanın en başında oturuyordu. Çaprazındaki sandalyede tekrar aynı yerimi aldığımda Doğa da yanıma oturdu. Şimdi masada ölüm sessizliği vardı ve adam gülümseyerek suratıma bakıyordu. "Konu nedir? Bay..." diyecekken sözümü kesti. "Lütfen, bana sadece Walter diyebilirsiniz." 60 yaşına gelmiş bu koskoca ülkenin yöneticisi, ona adıyla seslenmemi mi istiyor? Adama soğuk bir tavırla bakarak, "Bay Walter demeyi tercih ederim," dedim.

Adam yine gülümsediğinde konuşmaya başladı. "Hepimiz aynı amaç için mücadele ediyoruz, daha iyi bir dünyada yaşayabilmek için..." dediğinde ters bakışlarımız yüzünden sessizliği sürdürmedi. "Tabi herkesin yöntemi farklı." Hiç samimi gelmiyordu. "Evet, kimisi sonsuzluk için insanların robot versiyonlarını üretiyor kimisi de halkının bebeklerini çalıyor. Tabi, ikincisinin amacının ne olduğu tartışılır," dediğimde adam gülmeye başladı. Rahatsız ediciydi. Doğa'ya baktım. Dikkatle adamı izliyordu. Adamın gülüşünü susturmak için konuşmaya devam ettim.

"Bana bir askeriniz bebeklerden alınan dokuların, robotları eritmeye yaradığını söyledi. Kendini büyücü ilan eden kadınların askeriyeye bebek gönderdiğinden de bahsetti. Ayrıca o kadınlardan biri bebeğimi almak konusunda ciddiydi. Hatta bunları söyleyen askeri bana tecavüz etmesi için gönderdi. Tüm bunları nasıl açıklarsınız Bay Walter? Çünkü ben sorularıma sağlıklı cevaplar verebilecek insanlar arasında değildim." Bir çırpıda söylediğim sözler üzerine adamın gülüşü gerçekten yüzünde solmuştu. Düşünmeye başladı.

"Eğer kim olduğunuzu daha öncesinde bilmiş olsaydım bunları yaşamanıza izin vermezdim," dedi. İstediğim cevap bu değildi. "Maalesef ki yaşandı. Bunların sebebini açıklayabilir misiniz?" Ortamı gerip kimseyi kışkırtmak istemiyordum. Yaşanan bütün saçmalıklar önüme gelmeye başladığında kendimi tutma konusunda az kalsın başarısız olacaktım. "O askerin size tam olarak doğru bir bilgi verdiğini söyleyemem," dediğinde sabırsızca konuştum. "Öyleyse doğru bilgiyi siz verin."

Yalancı bir öksürükle masaya doğru eğildiğinde gözlerime daha dikkatli bakmaya başladı. "Bir biyolojik deney laboratuvarı kurdum. Biliyorsunuz ki bu topraklar nükleer savaş sonunda radyasyondan etkilendi. Etkilenen insanları iyileştirmek adına aşılar üretmeye başladık. Fakat bu çabamız bizi başka seçeneklere taşıdı." Kaşlarımı ister istemez çatmıştım ve sessizce onu dinlemeye devam ediyorduk. "Radyasyondan etkilenen insanların kanını araştırdığımızda normal insanların aksine daha farklı olduklarını keşfettik. Daha vahşi ve daha güçlü bir yapıya sahipler. Fakat bazıları bu süreci ölerek sonlandırıyor."

Önünde duran bir bardak sudan biraz içti. "Biz ise buna hastalık olarak değil de bir yetenek olarak bakmaya başladık. Mutasyon geçiren bazı insanların içinde salgılanan bir sıvı var. Bu sıvı kusma yoluyla biyolojik bir silah ortaya çıkarıyor. Robotlarınızı eritmeye yarayan bir silah," deyince sinsi bir gülüşle dudağı kıvrıldı. "İyileştirme yolu başarısız olunca biz de bunu geliştirmek istedik. Bu laboratuvarda bebeklerin genetik yapısına müdahale ederek onları birer potansiyel silah haline getiriyoruz." Son cümlesiyle onu dinlerken sabırsızlığıma şaşkınlık da eklenmişti.

"Yani daha bebekken ya da çocukken onların biyolojik yapılarına, mutasyon geçiren insanların kanını enjekte ediyoruz. Tabi o kan üzerinde geliştirdiğimiz maddeler de ekliyoruz. Böylece belirli bir yaşa geldiklerinde daha yenilmez olacaklar. Robot değil. Düşünen, üreten, gelişen, daha önemlisi intikam, hırs ya da öfke gibi duyguları barındıran birer silah olacaklar. Büyüdüklerinde vücutlarını mükemmelleştirdiğim için bana teşekkür bile edebilirler," dediğinde bu psikopat düşüncelerin sahibine tiksinerek baktım.

"Tabi kimse bebeğini isteyerek bu tehlikeli deneylere vermezdi. Bu yüzden şehir dışında kalan bütün kasabalarda büyücü akımını başlattım. İnsanlar büyülerin kutsal olduğuna ve bebekleri gönderdikleri takdirde felakete uğramayacaklarına inanıyor. Hem topraklarımızı iyileştiriyorlar hem de bebekleri bize vererek bir işe yaradıklarını hissediyorlar. Kadınlar daha hayalperest oldukları için onlara fantastik bir dünya sunmak istedim. Erkeklere de asker olmak düştü. İki taraf da halinden memnun görünüyor." Sessizliğim onu konuşturmaya devam ediyordu.

"Akhar'ın yalnızca bir üyesi böyle bir çalışma yaptığımı biliyordu. Şu hiç konuşmayan, sessiz bir adam vardı," dediğinde o hiç konuşmayan yüzü düşünmeye başladım. "Savaş sonrası robotlar kontrolden çıkınca bana ülkenizdeki çocukların bir kısmını satmak istedi. Ben de satın aldım." Yine yumruklarımı sıkıyordum. "Bizim ülkemizin çocuklarının burada, deney laboratuvarınızda olduğunu mu söylüyorsunuz?" dedim. Yaklaştı. "Evet..." dediğinde içimi gergin bir soğukluk kapladı. "Kaç kişi?" dedim. "Aktarma yapacaktık, yavaş yavaş. Hemen ölmemiş olsaydı," dedi ve ekledi. "Şimdilik 10 çocuk. Fakat içlerinden bir tanesine epey para bayıldım."

Bütün sinirlerim gerilmişti. Bu acımasız ve kirli düşüncelerin bedeli acaba kaç çocuğun canını katledecekti? "Kim o?" dedim. Duyacağım isimden korkarak... Adam daha gizemli görünmeye çalışarak ses tonunu alçalttı. "Robot versiyonu çıkacak başka bir isim. Duygu'dan daha dinç olması beni sevindirdi," dediğinde Doğa'ya baktım. Anlattıklarından bir şey anlamış olabileceğini düşündüm ama o da neden bahsettiğini anlamamış bakıyordu. "Duygu? Daha açık konuşur musunuz?" dediğimde devam etti. Alaycı bir ifadeyle güldü.

"Doğru. Affedersiniz. Siz henüz bilmiyordunuz değil mi?" Sabırlı olmaya çalışarak, "Neyi bilmiyoruz?" dedim. "Lee ailesinin en küçük üyesi. Kocanın kız kardeşi. Robot versiyonuna anı aktarımı yapılıyordu fakat artık verilen ilaçlar yüzünden dayanamayıp ölmüş. Merak etmeyin ben de yeni öğrendim. Siz henüz kahvaltıdayken. Ülkenizde köstebeklerim olması çok işime yarıyor," diyerek sırıttı. "Her neyse, Akhar bu projeyi bütün çocuklar üzerinde deniyordu. İçlerinden bir tanesi bayağı iyi devam ediyor. İlaçlardan etkilenmeyecek kadar dirençli oluşu benim projem için de oldukça etkili bir isim olacak." Şaşkınlığımı katlayan o ismi söyledi. "Leyan Varlı..."

Zihnim duyduklarımı hazmedebilmek için beni ayağa kaldırdı. Kafam karışmıştı. Hayır. Karışmamıştı. Ben sadece... "Kwang'ın kız kardeşi... Duygu, öldü mü? Leyan burada mı?" dedim. Dengemi kaybetmemek için sandalyeyi tutmuştum. Doğa da düşeceğimi anlayarak ayağa kalktı ve yanıma yaklaştı. Peki başım neden dönüyordu? Karşımdaki adam da ayağa kalkarak ellerini cebine soktu. "Endişe etmeyin. Yalnızca kahvaltıda siz ikinizin suyuna hafif bir ilaç katıldı. Sadece uyuyacaksınız," demesi üzerine Doğa'ya baktım. Gözlerini açık tutmaya çalıştı fakat biraz yalpaladı. Onu tutmak üzere bir adım atamadan yere düştü. 

Artık sandalyeyi iki elimle tutuyordum. "Sen, ne yaptın?" diye ayık kalmaya çalışarak konuştum. "Bize bir şey olursa eğer ülkeni ezerler Walter!" dediğimde hala bayılmamak için direniyordum. Bana yaklaşarak konuştu. "Bay Walter'a ne oldu Hesna? Yoksa artık bana saygı duymuyor musun?" Kusma hissini veren bu adamın sözleri miydi yoksa içtiğim sudan mıydı emin olamadım. Gözlerim kararmaya, başım şiddetle dönmeye başladı. Gözlerimi kapatıp yere düşmeden önce duyduğum son cümleler beni daha da gerdi. "Duygu ve Leyan, ne yazık değil mi? Arkadaş olabilirlerdi. Neyse ki siz şanslısınız. En azından birlikte ölüyorsunuz..."

"Abla... Yemek hazır seni bekliyoruz! Hala tükenmeyen yiyeceklerimiz varken hemen aşağı in. Bir kaç gün sonra bulamaç yemeğe başlarsak bunları kaçırdığın için üzülebilirsin." Kız kardeşimin sesi bütün odamı inletmişti. Sanki bir kat aşağıdan konuşmamış gibi. "Şu an çok önemli bir bölümün ortasındayım! Yayınlamama az kaldı. Geleceğim!" Ardından kapıma alacaklı gibi vuruldu. Yatağımda yüz üstü uzanmış laptopa yazı yazmaya çalışıyordum. Doğrulup oturduğumda, "Gel!" dedim. Kapıyı açmasıyla hızla koşan erkek kardeşim üzerime doğru gelmeye başladı. "İyi ki bekleyin dedim!" 

Laptopu kapatıp bir elini sırtıma diğer elini de dizlerimin altına koyarak beni yataktan hızlıca kaldırdı. Küçük bir çığlık atışım üzerine, "Seni bekleyemeyecek kadar açız abla," dedi. İkimizi de çoktan kapıdan çıkarmıştı. Ne çabuk büyüyorlar! Abla olan bendim ama bu ergen benim iki katımdı. "Biraz bekleyin dedim, çok az yani!" derken merdivenleri inmeye başlamıştı. Merdivenlerin sonunda bize doğru konuşan babam, "Seni odandan her gün böyle mi çıkaralım kızım? Akşam yemeğine kendi ayaklarınla ne zaman geleceksin acaba?" dedi. Kızar gibi yapıyordu ama ellerini beline koymuş hali ciddiyetini azaltıyordu. Komik görüntüsü karşısında gülmemeye çalıştım.

"Yazar olmak kolay mı sence baba? Bölümün en heyecanlı yerindeydim üstelik," dediğimde babam ellerini belinden alarak bana uzattı. Beni kardeşimin kucağından alıp yemek masasına taşımaya devam eden o oldu. "Yazar olmak elbette zordur ama seni alanından uzaklaştırıyor. Yazılım geliştirme, sistem programlama, veri yapıları, senin işin bunlar olmalı," derken masada benim için ayrılan sandalyeye gelmiştik. Beni indirdiğinde kız kardeşim çoktan yemeğe girişmişti. Annem ise mutfaktan geliyordu. Bir yandan babamı dinlerken erkek kardeşim de sandalyesine oturmuştu.

"Hükümette yerin olsun istiyorsan derslerine odaklan. Kimse hükümete karşı zıt yazılar yazan bir yazara iş vermez. İleride büyük oynayacaksın. Onların içinden geçmen için söylüyorum bunları," dediğinde çorbadan bir kaşık aldım. "Biliyorum baba. Kitaplar bu zehirli dünyadan kurtulmamın tek yolu. Hükümete çalışan bir hacker olmak şu an pek ilgilendiğim bir şey değil," dedim. "Sen babanı dinle. Yazarlığına yine devam edersin ama bu sene önemli. Zayıf derse Akhar'ın tahammülü yok biliyorsun," demesi üzerine hemen konuştum. "Ne zaman zayıf ders getirdim?" Sorumu yanıtlayan annem oldu. Beni destekler gibi, "Hiçbir zaman," dedi.

"Benim kızım ikisini de yapar," diye eklediğinde kız kardeşim de atıldı bu konuşmaya. "Neden hep bu evde şımartılan ablam oluyor?" Kıskanç sesi de fazla gülünç çıkmıştı. "Çünkü en fazla çalışan o. İkimiz de onunla yarışamayız. Yıldız çocuk," diye söze giren erkek kardeşime kaşığımı kaldırdığımda atacak gibi yapmam üzerine kollarını kaldırıp kendini savundu. "Bu yıldız çocuğun seni dövebilecek gücü olduğunu biliyorsun değil mi?" dediğimde gülerek yanıt verdi. "Evde bir makine yetişiyor." Kahkahalarla geçen akşam yemeğimizde onları izlemeye başladım. Beni mutlu ediyorlardı... Onlar benim her şeyimdi.

Gözlerimi açmama sebep olan nemli yanaklarım beni uyandırmıştı. Tatlı bir rüyadan uyanır gibi oldum. Fakat rüya olmadığını iyi biliyordum. Ailem ile ilgili anılarım yine vücudumu ısıtmaya çalışıyordu. Baş ağrısı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Yavaşça kalkma çabam başarısız olduğunda başımı yana doğru çevirdim. Kwang ve benim için verilen odaya getirilmiştik. Yatağın diğer yanında Doğa'yı gördüm. "Doğa?" Elimi omzuna uzattım. Onu uyandırmaya çalışmam karşısında gözlerini yavaşça araladı. "Neredeyiz?" dedi. Acıyla yüzünü buruşturdu, başı çok ağrıyor olmalıydı. Kahvaltıda ilaçlı sularından çok fazla içmiş olabilirdi.

"Bizim kaldığımız odaya getirilmişiz," diyerek kalkmaya çalıştım. Odadaki sessizlik canımı sıkıyordu. Bir şey eksikmiş gibi... "Gölge!" diyerek sıçradım. Yataktan kalkıp yatağın altına baktım. Banyoya gidip odayı kontrol ettim. Etrafta biraz koşturdum. "Gölge yok Doğa. Nereye gitti bu kedi?" dediğimde Doğa hala gözlerini açmaya çalışarak yataktan doğrulmak için uğraşıyordu. "Dur Hesna. Dur iki dakika. Olanları hatırlamaya çalışıyorum." Söyledikleriyle Walter'ın sözleri aklıma düştü. "Pislik herif!" dedim. Birdenbire dünyanın bütün yükü üzerime düşmüş gibi omuzlarım çöktü. Öylece durup Doğa'ya baktım. Bana üzgün gözlerle bakıyordu.

"Demek Kwang'ı bu yüzden istediler," dedim. Sessiz söylediğim bu cümle yine de bu oda içerisinde çok net duyulmuştu. Kwang anne ve babasına nihayet kavuşacaktı. Fakat ölen kardeşi ona ne hissettirecekti? Yanında olabilseydim... Doğa, "Leyan burada Hesna. Leyan resmen burada," dedi. "Bizimkilere haber vermeliyiz," diyerek tableti bıraktığım yere gittim. Yatağı açtım, yastıkların altına baktım, çantayı araştırdım. Fakat ne tablet ne de hologram cihazı yoktu. "Almışlar!" demem üzerine Doğa da oturduğu yataktan gergin bir şekilde kalktı.

O sırada kapıya vuruldu. Bir müddet sessizlik sonunda konuşan Walter oldu. Onun sesini duymamla tüylerim diken diken olmuştu. "Müsaitsiniz değil mi?" Bir şey demedik. Biraz bekledikten sonra içeri girdi. Üzerimizde hala kıyafetlerimiz olduğu için daha iyiydim tabi. "Uyanmışsınız. Neden cevap vermediniz?" Kucağında Gölge'yi tutuyordu. Beni gören kedim onun kolları arasından atladı ve bana doğru geldi. Kucağıma sıçradığında onu kollarım arasına aldım. "Karnını doyurduk. Çok tatlıymış," dedi. Bu adam beni rahatsız ediyordu.

Ona dik dik bakıyorduk. "Bize ilaç verdiniz," dedim. "İttifak kurmak istediğinizi sanıyordum ama siz sanırım ölmek istiyorsunuz." Sözlerim üzerine gülümsedi. Bir yönetici elini kolunu sallayarak korumasız mı geziyordu gerçekten? Giydiği siyah takım elbisesi içinde sonuna kadar iliklediği siyah gömleğinin düğmeleri arasında sıkışan kalın boynu ona iri bir görünüm veriyordu. Çok uzun değildi. Kilolu yapısı ve yeni tıraş olmuş yüzüyle ilk görüldüğünde normal hatta masum bir görüntü verse de konuşmaya başladığında tehlikeyi hissediyordunuz. Canımı sıkıyordu.

"Evet, verdim. Uzun misafirimiz olacaksınız. Biraz dinlenin istedim," diye verdiği yanıt benim kalan psikolojimle oynuyordu. "Ayrıca siz demeye mi başladın yoksa toplu mu konuşmak istemiştin?" deyince rahat tavrı çıldırmam için yeterli oldu. "Tablet ve hologram cihazımı ver!" dediğimde yine rahatça cevap verdi. "Toplu konuşmuşsun... Tamam. Aramızda saygı kalmadığına ikna oldum," demesi üzerine ona doğru bir adım attım. Belimdeki silahıma uzandım. Fakat orada değildi! Bu hareketim üzerine kapıdan içeriye bir düzine asker girdi. Walter bilmiş bir ifadeyle, "Yapmazsın sandım ama, beni öldürme girişiminde bulunacakmışsın gibi," dedi.

Arkasına biriken askerler silahlarını bize doğrulttu. Bunun üzerine Doğa, "O silahları kullanmanız halinde ölüm piminizi çekmiş olacaksınız," dedi büyük bir kararlılıkla. "Bize ulaşamadıkları takdirde canınızın yanacağından şüpheniz olmasın!" diye de ekledi. Walter elini havaya kaldırarak silahları indirin der gibi bir işaret verdi. Askerler silahlarını geri indirdiğinde bize pislik bir ifadeyle bakıyorlardı. "Evet, silahlarınızı aldık. Tablet ve hologram cihazını da. Ben zaten size telefon verecektim," diyerek gülümsedi ve cebinden bir tane telefon çıkardı. Bir adama bir de elindeki telefona baktım. Ne çeşit bir ruh hastasıydı bu adam?

"Böylelikle ne konuştuğunuzu biz de dinlemiş olacağız. Her şeyin yolunda olduğunu ve iyi muamele gördüğünüzü söylersiniz değil mi?" dediğinde öfkeli bakışlarımda mimik oynamıyordu. "Deney laboratuvarından ve bizi bayıltmanızdan neden bahsetmeyeyim?" dediğimde sırıttı. "Çünkü Leyan elimde. Siz ikiniz onun ölmesini istemezsiniz herhalde," dedi. Doğa ile birbirimize baktık. "Elimde olduğundan şüpheniz varsa," dediğinde askerlerinden birisi bir tablet çıkardı. Laboratuvarın içini gösteren kamerada Leyan görünüyordu. O, bir kapsülün içinde miydi? "Bizimle ne yapacaksın?" dedim dişlerimi birbirine geçirerek konuşmuştum resmen.

Adam bu soruyu beklermiş gibi iştahla konuşmaya başladı. "Doğa Perla, Akhara'da öğrendiği en gizli bilgilerini bile benimle paylaşacak. Sen ise Hesna Kaner, kumanda edebileceğimiz insansız hava araçları üreteceksin. Her birini ülkenize yönlendirdiğimde bomba etkisi bırakacak makineler," dedi ve ekledi. "Sizin robotlarınız biraz geri zekalı oluyor. Kontrolü yitireceğimiz, sürümü değişen robotlar istemiyorum. Bana havada uçurabileceğim ufak bombalar yapacaksın." Adama dünyanın en aptal varlığı olduğunu vurgular gibi konuştum. "Siz beceremediniz mi? Sadece hayalperest gözüyle baktığınız kadınlardan birinin zekasına ihtiyacınız olması sizi rahatsız etmesin." 

Adam gülmeye çalışsa da fena bozulmuştu. "Bu uçan bombalar da senin hayal gücünün eseri sanırım. Fantastik dünyan içinde birinin gelip bunu yapmasını kurgulamış olmalısın," diye devam ettirmem üzerine kahkaha atmaya başladı. "Senden hoşlanmayacağımı biliyordum," dedi. Gilda da o saçma sapan inanışların içinde o kasabada mahsur kalan biriydi. Ve kasabalarda hapsettiği kadınlara istediğini düşündürmesi beni delirtmişti. Bebekleri seve seve vermelerini sağlamış resmen. Beyinlerini yıkamış! Telefonu uzattı. "Uzun süre uyudunuz. Sizinkiler varmış olmalı. Konuşun bakalım," dedi.

"Leyan'ı öldüremezsin," dediğimde bir çıkış yolu arıyordum. "Nedenmiş o? Siz de bayağı işimi göreceksiniz. Sizi benden almaya gelecek bir orduya sahip değilsiniz. Bu yüzden uslu duracağınıza eminim." Uslu mu? Bu adamı cidden boğmalıyım! Uzattığı telefonu elinden çekip aldım. "Akhara'nın iletişim konumu var. Sinyal gönder, arasınlar. Zaten dinliyor olacağım," diyerek yine pis sırıtışıyla kapıya doğru ilerledi. Ardından diğer askerler de odadan çıktılar. "Usluymuş. Bu sözleri suratını yumruklarken boğazına dökülen dişleriyle ona yutturacağım," dediğimde Doğa fikrime bayılmış gibi bana baktı. "Bunu yap."

Bakışlarıma hüzün çöktü. Güçsüz ve yorulmuş bir şekilde yatağa oturdum. Doğa da yanıma geçti. Elini sırtıma koydu, ben buradayım der gibi. Ona baktım. "Şu an, aramak için doğru zaman mı acaba? Kardeşinin ölümünü duymuş mudur? Ailesiyle mi konuşuyordur?" dediğimde Doğa hiç düşünmeden cevap verdi. "Aramanı bekliyordur." Öyle midir? "Ne diyeceğiz peki? Adam Leyan'ı öldürmekten bahsediyor," dedim. Bir plana ihtiyacımız vardı. "Şimdilik bir şey demeyelim Hesna. İki taraf için de savaş erken. Özellikle ülkemiz, bu kadar kayıp vermişken buraya gelmemeliler. Bizi alamayacaklarından değil, bizi alırlar. Fakat bizim için neden birileri ölsün?"

Doğru... Buradan kendimiz çıkmalıydık. Elimdeki telefonu yatağa bırakarak öfkeyle yerimden kalktım. "Asla ayrılmamalıydık! Nasıl ittifak olur? Daha ilk duyduğumda saçma gelmişti." Sözlerim üzerine boğazıma dolan duygular gözlerimden yaş akıtmıştı. Kwang'ı yakın zamanda göremeyebilirdim. Bunun mümkün olacağı düşüncesi de midemi ağrıtmaya yetmişti. "Onu göremeyebilirim Doğa..." Sesim titremişti. Doğa çoktan yaşaran gözlerle beni izlerken ona doğru yaklaştım. Neredeyse bacaklarına sarılarak hemen ayaklarının yanına çöktüm. Dizini tutarak kolumu bir bacağı üzerine koyduğumda kapanarak ağlamaya başladım. "Onu göremeyebilirim..."

Başımı okşamaya başladı. "Ayrılmasak işler güçleşirdi Hesna. Öyle bir ihtimali kapatmışlardı. Bizi hiçbir şeyin yıldırmasına izin vermeyeceğiz. Henüz burası kül olmadı. Rüzgarımız burada toz bırakmayacak, unuttun mu?" dedi. Elbette bunların bir bedeli olacaktı. Sadece sinirlerimi boşaltmam için biraz zaman gerekiyordu. Bir müddet düşünmek istedim. Bu ayrılığı kabullenmem gerektiğini biliyordum. Birazcık sabredecektim sadece, birazcık... Kendimi toparlamaya çalışarak kalktım. Lavaboya giderek elimi yüzümü yıkadım. Biraz da burada ağladım. Sonunda üzerimi düzelttiğimde tekrar Doğa'nın yanına döndüm. Telefonu elime alarak Akhara'nın sistemine bir çağrı bırakmak için gerekli yerlere girdim. İşlemi hallettiğimde telefonu yatağın üzerine bırakarak beklemeye başladık.

Çok geçmeden çağrı geldi. "Arıyorlar," dedim. "Aç." Derin bir nefes alarak telefonu açtım. Görüntüde gördüğüm yüz beni yine ağlatacak gibi duruyordu.  Kwang endişeli bir sesle, "Aramanı bekliyordum. Neden bu kadar uzun sürdü? Bir sorun mu var?" dedi ve ardından ekledi. "Ağladın mı sen?" Çok mu belliydi? Doğa elimi tuttu. Gözleriyle sakin ol diyordu. Aynı soruyu ben de ona sormalıydım. Gözleri kızarmış görünüyordu. Yüzü solgundu. Acı haberi almış olmalıydı. "Hayır ağlamadım," dedim. "Sen? Bir şey olmuş." Walter ülkemize soktuğu köstebeklerinin aşikar olmasını istemezdi. Leyan'ın hayatı söz konusuydu. Dikkatli konuşmalıydım. 

"Kız kardeşim, aramızda olamayacak..." dedi. Gözlerimde biriken yaşları zaten zar zor tutuyordum. Bilmiyormuş gibi nasıl davranabilirdim? Telefonu tavana tuttum. Elimle ağzımı kapatarak hıçkırıklarımı içime gömmeye çalıştım. Hiç iyi görünmüyordu. Onu böyle görmek canımı çok acıtmıştı. "Hesna, bana bakar mısın?" dedi. Çenem titriyordu. Dudaklarımı ısırarak sakin kalmaya çalıştım. Ona baktığımda o da daha fazla ağlamamak için direniyordu sanki. "Üzgünüm..." diyebildim. Dinlendiğimizin farkında olarak güçlü konuşmaya gayret etti. "Cenaze namazı kılınacak. Ve ölen bütün Müslüman askerlerin gıyabında da... Babam yeni kararları sıralamaya başladı. Akhara artık inançların sömürüldüğü bir yer olmayacak," dedi.

Gülümsedim. Sonunda oluyor muydu? Kimsenin inanışına karışılmadığı bir ülke... "Kaçırılan çocuklar için de araştırma yapılıyor. Hepsini bulacağız. Çağan da kardeşine kavuşacak," dedi. Yine içime çok ağır bir yumru oturdu. Leyan burada, diyemedim... "Sonunda bu dünyaya senin için ayçiçekleri dikeceğim," dedi. Gözlerimi kapattım. Yine yanağımdan süzülen bir yaşla ona baktım. Ayçiçekleri bizim için umut demekti. Ona anlatmalıydım. Fakat nasıl? Sessizliğimden kuşku duymasını da istemiyordum ama çoktan kaşlarını çatmıştı. "Bir sorun var," dedi. "Sorun yok," dedim aceleyle. Dikkatini çekmeliydim. "Sadece, ayçiçeklerini pek sevmem..."

Bakışları değişti. Doğrudan bakıyordum o gözlere. Mimik de oynatamazdım çünkü kesinlikle ekrandan izleniyor olmalıydık. Bir şey anlatmaya çalıştığımı anlamış gibi, "Doğru, sevmezdin," dedi. Bu şifreli konuşmadan bir şeyler anlamayı umarak... Bir şey yapmalıydım. Bizi içeriden koruyacak ve onların eline verebileceğim bir şey olmalıydı. "Ayçiçekleri hakkında bazı hikayeler anlatılır. Birine verdiğinde ölümü işaret edebileceğini duydum." Anlamaya çalışıyordu. Bir terslik olduğunu çoktan sezmişti. Öyle bir hikaye de yoktu. Tamamen uydurmuştum.

Düşünmeye başladı. "O zaman sen dik onları. Gözünün gördüğü her yere... Tohumlarından bana da ver. Ölüme işaret ettiğini düşünmüyorum," dedi. Doğa bunlar ne anlatıyor der gibi suratıma bakıyordu. Fakat ben anlamıştım. O da anlamıştı. "Tamam," dedim. "Tohumları sana vereceğim. Sen de onları dikkatli kullanmalısın." Aklımda dolaşan fikirleri ona aktarmanın bir yolunu bulmalıydım. Şimdilik bir şeyler olduğunu bilmesi yeterliydi. "Gölge de orada mı?" dedi. Huzursuzdu. Bir planım olduğuna inanmış gibiydi. Yatağın üzerinde yatan kedime elimi uzattığımda kalktı. Onu kucağıma alarak telefonu yüzüne yaklaştırdım. "Merhaba de." Miyavladı. Kwang parlayan gözlerden yoksun dümdüz bir gülüş sundu. İkimizde birbirimiz için ruh gibi görünüyor olmalıydık. 

"Küçüğüm, özledin mi beni?" Matteo telefonu eline almıştı. Matem havasını hissetmiştik fakat o da gülümsemeye çalışıyordu. Telefonu Doğa'ya verdim. O da Kwang'la ne yaptığımızı anlamış görünüyordu. "Çok özledim," dedi Doğa. Ekrandaki bakışlarımı ona çevirdim. Ardından tekrar ekrana baktığımda Matteo'nun kaşlarında hafif bir oynama oldu. Doğa'nın bu cümleyi bu kadar kolay söylemeyeceğini biliyordu. "Beni o kadar mı seviyorsun?" dedi ardından Matteo. Doğa'nın bu soru karşısında ona sesini yükselteceğini ya da tatlı tatlı tersleyeceğini de iyi biliyordu. "İlk gördüğüm andan beri..." İşte bu fazla işkillendirici bir cevap olmuştu. Sessizliği çok uzatmayan Matteo, "Akşam tekrar arayın. Şimdi kapatmak zorundayız," dedi. Son kez birbirimize bakıp buruk bir gülümsemeyle telefonu kapattık.

Ben Doğa'ya bakıyordum, Doğa da bana... Tam bir şey söyleyecekken işaret parmağımı susması adına dudaklarıma götürdüm. "Lavaboya gideceğim," diyerek yataktan uzaklaştım. Telefonu lavaboya götürüp kapıyı yavaşça kapattığımda Doğa'nın yanına geri döndüm ve ona sarıldım. "Anladılar," diye fısıldadım. Telefonu kapatsak da belki dinlenebilirdik. Risk almaya gerek yoktu. Odaya da bir kamera koyacak kadar ileri gideceklerini düşünmüyordum. Zaten ipler onların elinde görünüyordu. Bunu yapmalarına gerek yoktu. "Sen ne yapacaksın?" dedi. Ayçiçeklerinin anlamını soruyordu.

"Onlara bombalarını yapacağım. Askeriyenin her bir yerine de dikeceğim. Kumanda Kwang da olacak. Tohumları nasıl kullanacağını o bilir," dedim. Sonra ondan ayrıldım. Doğa memnun bakışlarla bana bakıyordu. Benden bomba mı istiyorlar? Tamam, bunu kumanda edebileceğimiz bir proje verecektim onlara. Uzaktan kumanda edebilecekleri, havada uçan bombalar yaparken askeriyenin bazı bölgelerine de bu bombalardan yerleştirecektim. Sonrasında Akhara'ya Kwang'ın oradan kumanda edebileceği bir sinyal vermeliydim. Böylece tek tuşla burayı patlatacağını belirtmiş olacak.

Telefon çalmaya başladı. Kalkarak lavaboya doğru yürüdüm ve aldım. Bizimkiler tekrar aramazdı. İçeriye doğru geri yürüdüğümde numaraya kaşlarımı çatarak baktım. Açıp kulağıma götürdüğümde o rahatsız edici ses konuştu. "Harika iş çıkardınız Hesna. Ne kadar duygusaldı öyle. Askerlerim kapınızın önünde sizi bekliyor. Hadi çıkın. Size laboratuvarımı göstereceğim." Ardından kapattı. Gözlerimi öfkeyle devirdiğimde Doğa da, "Bu ne saçma sapan bir adam," dedi. Düşüncelerimin sesi olmuştu. "Leyan'ı göreceğiz," dediğimde yatağın üzerindeki kedime doğru yürüdüm. "Sana dokunmaya kalkana pençelerini geçir Gölge. Hemen döneceğiz."

Doğa'ya bakıp, "Gidelim," demem üzerine de kapıdan dışarı çıktık. Kapıda bekleyen asker bizi görünce yürümeye başladı. Arkasından onu takip ettik. Umarım burası gittikçe daha tuhaf bir hal almazdı. Leyan iyi olmalıydı. Onu sağ salim ülkemize götürmeliydim. Artık canımızın yanmasını istemiyordum. Kwang kim bilir ilk duyduğunda nasıl tepki vermişti. Hiç görmemişti, varlığını hiç hissedememişti ama yine de... Yine de çok zor olmuş olmalıydı. Leyan da bana kız kardeşimi anımsatıyordu. Biz artık birbirimizin ailesiydik ve her birimizi korumamız gerekiyordu. Buradan Leyan'la birlikte çıkacaktık.

Koridorları geçerken etrafı incelemeye başladım. Bizim askeriyeye benziyordu. Metalik duvarlar ve soğuk zeminler. Biraz daha yürüdükten sonra bazı çelik yapı kapılardan geçtik. Walter en son geldiğimiz sürgülü kapı önünde duruyordu. Sonra bütün askerleri dağıldı ve sadece üçümüz kaldık. Ona öldürecekmişim gibi bakan gözlerimi yakaladı. "Beni öldürmeyi düşünme. Her daim izleniyorum, yakınlığını sezdiklerinde sen daha gözünü kırpamadan kafana dayalı silahlar bulursun," dedi. Onun için başka planlarım olduğunu bilmiyordu tabi. Bir şey demedim. Bakışlarımı da değiştirmedim. Yine sırıttı.

Kapıya yaklaştığında küçük bir kare kısma yüzünü yaklaştırdı. Gözünü açık tuttuğunda retina taraması yapıldığını gördüm. Ardından parmak izini de kullanarak sürgülü kapının yana doğru açılmasına sebep oldu. "Öncelikle sterilize edilmiş bir hava kilidinden geçeceğiz," dediğinde önden yürüdü. Doğa'ya baktım. O da ben de huzursuzduk. Bir basamak geçtiğimizde arkamızdan sürgülü kapı kapandı. Onun ardından bir cam kapı daha kapandı. Şimdi cam bir fanusun içinde hapsolmuş gibiydik. Yan duvarlarından üzerimize doğru gelen ilaçlı havayı hissettiğimde gözlerimi kapattım. Bir kaç saniye süren bu hava geçidinin ardından Walter köşede kalan bir duvardan cam bir kapı açtı. İçinden beyaz, şeffaf önlükler çıkardı. İkisini Doğa ve bana uzatmıştı.

Önlükler oldukça boldu. Üzerime geçirdiğimde kapüşon gibi şapkası da vardı. Walter başına takınca biz de taktık. Sonra beyaz eldivenler de verdi. Ayakkabılarımıza da galoş geçirdik. Sonunda hapsolduğumuz bu cam kapıları bir düğmeyle açtı. Bir basamak inerek laboratuvarın içine girmiş olduk. Beyaz önlük giyen bir sürü insan laboratuvarın belli yerlerinde çalışmalar yapıyordu. Soğuk ve buzdan bir kente girmiş gibi hissettiren bu yerin oldukça gergin bir havası vardı. Sırasıyla dizilmiş kapsüllerin önünde onları takip eden uzun kurşuni renk masalar gördüm. O masalar üzerinde mikroskopla çalışan insanlar bize dönüp bakmamıştı bile. Herkes dikkatle işini yapıyordu.

Tam ortada, devasa bir yapı vardı. Sanırım soğutma sistemiyle korunan özel bir dolaptı. Kapsülleri incelemeye başladım. Bir tanesine yeterince yaklaştığımda soğuktan dolayı buharlı duran camı sildim. Gördüğüm siluet ile irkildim. Geriye doğru bir adım attığımda Walter beni izliyordu. "Bu kapsüller..." dedim. Soğukkanlılığımı korumaya çalışıyordum. Ukala bir tavırla konuşmaya başladı. "Her bir kapsül nem kontrolü ve sıcaklık ayarına dikkat edilerek korunur. Güvenlik önlemleri yüksek seviyede ve evet, o kapsüllerde bebek ve çocuklar var." Başımı kaldırarak laboratuvarın her bir köşesini izlemeye devam ettim. Yüzümde tiksinmenin bütün emarelerini taşıyarak...

Laboratuvarın tavanına kadar her köşede kameralar görüyordum. Beyaz önlüklü çalışanlar bizden daha özel olarak tasarlanmış giysiler giymişti. Bazıları nefes maskeleri kullanıyordu. Oldukça büyük olan bu laboratuvarı incelemeye devam ederken Doğa'ya takıldı gözlerim. Bir kapsülün önünde, hareketsiz bir şekilde duruyordu. Walter ona yaklaştı. "Onu bulmuşsun," diyerek gülümsediğinde arkasında hissettiği nefes yüzünden ondan uzaklaşan Doğa bana baktı. Ben de onlara doğru yürüdüm ve baktıkları kapsüle gözlerimi diktim. "O?" dedim. Walter iğreti sesiyle konuştu. "Evet o, Leyan Varlı."

Onun donuk yüzüne, bembeyaz tenine baktım. Başı önüne düşmüştü. Belinden kemer gibi bir aletle kapsülün tavanına asılmıştı. Kafasına ve vücuduna yapıştırılan kablolar da onu kapsülün içinde havada asılı tutuyordu. Üzerine şeffaf, ince bir elbise geçirilmişti. "Merak etmeyin vücutları dondurulduğundan istediğimiz müdahaleleri yapabiliyoruz. Uyandırıp vücutlarındaki tepkilere de bakılıyor. Tamamen güvenilir," dedi. Yüzüm buruştu. Bu korkunç fikirlerin kurbanı olan çocukların olduğu kapsüllere baktım. "Burada," dedim zorlanarak. "Burada kaç çocuk var? Kaç, bebek var?" Ellerini ceplerine koyarak bana baktı. Walter yaptığı bu laboratuvarla öyle övünür bir ifadeyle bakmıştı ki, bu tavrı söyledikleriyle tüylerimi diken diken etti. "Bence bunu duymak istemezsin."

Bu cümleyle içimde biriken öfke dayanılmaz olmaya başladı. Kapsüllerin önünde duran uzun masa üzerinde ne varsa indirip, elime aldığım sivri bir cismi de boynuna geçirme arzum bütün benliğimi kapladı. Gözlerimde yanan öfkeyi görmüş olacak, "Aklından bile geçirme, eğer ölmek istemiyorsan," dedi. Yine içime fazla öfke yüklendiğinden sinirden gülmeye başladım. "Sen," dedim. İşaret parmağımı ona doğrultmuştum. "Sen bu yaptıklarının bir karşılığı olmayacak mı sanıyorsun?" Baskın ve tehditvari çıkan sesim karşısında tepki vermedi. Kendine güveniyordu ama daha neler yapabileceğimi bilmiyordu.

"Her şeyi anlattım," derken ellerini iki yanına kaldırıp kapsülleri işaret etti. "Ben canlı silahlar üretiyorum ve o hurdalar gibi bozulmayacak silahlar." Sinsi bir ifadeyle gülümsedi. "Şimdi sıra sizde," diyerek Doğa'ya baktı. "Sessizliğini bozman gerekecek Doğa Perla. Bana o örgütün içinde ne halt kurduysanız hepsini anlatacaksın," dedi. Walter şimdi çok açgözlü görünüyordu. Doğa kaşlarını çatarak dünyanın en pis varlığına bakıyormuş gibi ona gözlerini dikmişti. "Bu demek oluyor ki, bizi asla geri vermeyeceksin." Doğa'nın sözü üzerine Walter memnun bir ifadeyle gülümsedi.

"Doğru bildin. Biz aile olacağız. Size kendimi bu kadar açık etmemin tek sebebi bilgilerimizi paylaşmamız. Siz artık benimsiniz. Önce Akhara yok olacak. Sonra diğer ülke yöneticileri. Dünyaya hükmeden tek ülke ben olacağım. O zaman her şeyi iyileştireceğim." Gülümsüyordu. Beynim karıncalanıyordu sanki. Buranın soğuk havası içimdeki ateşi söndürmeye yetemiyordu. Boynum kaşınıyordu ve boğazıma diziliyordu her sıkıntı. Doğa tekrar konuştu. "Bütün yöneticiler mi geri zekalı acaba?" Bunun üzerine şiddetli bir tokat sesi duyuldu.

Doğa'nın dudağından süzülen kana takıldı gözlerim. Walter elinin tersiyle Doğa'nın yüzüne vurmuştu. O kadar hızlı olmuştu ki Doğa kendini geri çekememişti bile. Ardından tekme atmak için bir adım attığımda bize çevrilen silah sesleriyle yerimde zımba gibi durmak zorunda kaldım. O beyaz önlüklü bütün görevliler şimdi bize doğru silah doğrultuyordu. "Sana aklından bile geçirme demiştim," dedi o iğrenç sesin sahibi. Doğa yanağını tutarken ağzına biriken kanı adamın önüne tükürdü. "Bu tokat senin yüzünde daha ağır patlayacak Walter." Bağırmamıştı bile... Fakat sesi bütün laboratuvarda duyulmuştu.

"Gücün kimde olduğunu anlayacaksınız," dedi bana bakarak. Sonra tekrar gülümseyerek yumuşak sayılacak bir ses tonuyla konuştu. "Aileyiz, değil mi? Hesna?" Sonra Doğa'ya çevirdi bakışlarını. "Hadi ama Doğa, bu ilk tokadın değildir. Baban büyüklerinle nasıl konuşman gerektiğini sana öğretmemiş olamaz." Cümlesini bitirmesiyle ona doğru hızlı bir adım attım. Yumruk yaptığım elimin tersiyle yüzünün yanına bütün gücümle vurdum. Kulağına denk gelen yumruğumun gücüyle bir iki adım savruldu. Ardından silah sesleri acı dolu inlemelerime eşlik etti.

Ona vurmamla patlayan silahların acısını havaya kaldırdığım kolumda hissettim. Sayamadım. Koluma en az beş kurşun isabet etmiş olmalıydı. Walter hala doğrulmaya çalışıyordu. Kulağını sağır etmiş olmalıydım. Kolumu şimdi kullanılamaz halde tutuyordum. Ayak diplerime bakınca zemine damladığını gördüğüm kan bana aitti. "Seni!" diyerek nihayet doğrulan Walter bana doğru yöneldi. Elini kaldırdığında o vurmadan önce kendimi geri çektim. Bu ani savunmam yüzünden boşluğa denk gelip yere düştü. Gerçekten dengesini bozmuştum. Şimdi yerde yatarken ona tepeden bakan bendim.

Hala silahlar üzerimizdeyken sesimi hiç kontrol etme ihtiyacı duymadan konuştum. "Bu dünya! Teknoloji hırsı yüzünden zaten bir savaş verdi! Nükleer savaş bütün dünyayı etkiledi ve geriye kalan ülkeler beş parmağı geçmiyor! Dünya nüfusu git gide azalırken, bu çocuklar geleceğimiz için tek şansımızken..." İnip kalkan göğsümle derin nefesler alarak devam ettim. "Onları hapseden bir yönetici, dünyayı iyileştirebilir mi?" Adam yerden elleriyle destek alarak kalktı. "Aynı şeyler yaşanacak! Bunu göremiyor musunuz?" Sonunda yerden kalktığında beni öldürmek ister gibi bakıyordu.

Yüzüne tükürürcesine bağırmaya devam ettim. "Şansın varken barışı kabul edecektin. Şimdi savaş nasıl olur göreceksin. Ülkemiz için verdiğin zaman dolduğunda, bizi daha fazla burada tutmana müsaade etmeyecekler. Geberip gideceksin..." Bana masal anlatıyormuşum gibi bakıyordu. "Ne güzel hayaller bunlar," dedi. "Sizi terbiye edeceğimden endişe duymayın sakın. Bu gece yemek yok. O dört duvar arasında biraz düşünün bakalım. Benden başka şansınız da yok! Bana bir daha dokunmaya kalkarsan eğer, kaybedeceğin tek şey özgürlüğün olmaz. Kolunu alırım senden." Ardından arkasındaki askerlere dönerek, "Götürün şunları! Pansumanını yapıp bana geri gönderin," dedi ve geldiğimiz yöne doğru hızlı adımlarla yürüdü.

Şimdi dört tane adam silahlarıyla bize doğru yürüyordu. Biri koluma girecekken, "Dokunma! Kendimiz yürürüz," dedim. Kolumun acısı bütün vücudumu kavurmaya yetmişti ve başım dönmeye başlamıştı. Doğa'ya baktım. Kolumdan aşağı damlayan kanlara bakıyordu. Dudağı yarılmıştı. İkimizde dinmeyen bir öfkeyle birbirimize bakıyorduk. Üzerimizdeki fazlalıkları hışımla çıkardık. Eldiven ve önlüğü yere fırlatarak yürümeye devam ettik. Laboratuvardan çıktığımızda kapıda bizi bekleyen bir kaç asker gideceğimiz yöne doğru götürdü. Sağlık çalışanlarının olduğu bir alana geldiğimizde kolumu açtılar. Hiç uyuşturma zahmetinde bulunmadan koluma giren kurşunları sökmeye çalıştıklarında acıdan olduğum yere bayılacaktım. 

Koluma bakamadım. Kolumda kesik acıları hissediyordum. Belki de bayıldım. Gözlerim karardı. Kolumu hissedemez oldum. Bağırmamak için mücadele versem de inlemelerimi duydum. Göz ucuyla koluma baktığımda dikmeye başlamışlardı. Şimdi sarıyorlardı. Zaman diye bir şey kalmamıştı. Alçı yapmadıklarına göre kurşunlar sadece yumuşak dokularıma girmiş olmalıydı. Beni oturttukları hasta yatağından hızla kaldırdıklarında düşmemek için tutunacak bir yer aradım. Doğa koluma girdi. Çenem birbirine geçmişti sanki. Bütün uzuvlarım birbirine girmişti ve başım çok ağrıyordu.

"Bu taraftan," dedi bir asker. Onu takip etmemizi istedi. Yüzümden akan terleri kolumun tersiyle sildim. Ayakta duracak halim kalmamıştı ve bu asker bizi peşinden mi sürüklüyordu? Yine o toplantı odasına doğru gittik. Kapılar açıldığında Walter sandalyesine oturmuş fincanını ağzına götürüyordu. "Buyurun, size çay yaptırdım. Kasabalarımızdan özel olarak toplanan bitkilerle yapıldı." Sanki az önce Doğa'ya tokat atmamış, benden bir yumruk yememiş ve kolumu kurşunlamamış gibi konuşmuştu. Bu psikopatla aynı masada oturmak mı? İlk günün bu kadar şiddetli geçeceğini düşünmemiştim bile.

Olduğumuz yerde kaldık. Ona dik dik bakışımız yine devam ederken konuşan o oldu. "Silahla mı oturmak istersiniz?" Kibar bir soru yöneltmiş gibi gülümsüyordu. Senin gülüşünü... Onun yüzünü öyle dağıtacaktım ki suratında mimik dahi oynatamayacaktı. Ağır adımlarla ona doğru yürüdük. Eski yerlerimize oturup önümüze bırakılan fincanlardan yayılan buharı izledik. "Hesna? Kolun nasıl? Doğa, çok ağır vurmadım değil mi?" Bu ruh hastası kesinlikle ölmeyi hak ediyor. Öne eğik olan başımı kaldırarak ona baktım. "Bana öyle bakma Hesna. Neredeyse korkacağım," diyerek çayından bir yudum aldı. "Şimdi anlat Doğa. Adalet örgütünde neler duydun? Akhar neler planlıyordu?"

Doğa'ya çevirdim bakışlarımı. Hala kafasını kaldırıp o pisliğe bakmamıştı. "Konuşmazsan, Leyan'ın canının yanacağını biliyorsun değil mi?" dedi sesini alçaltarak. Doğa yavaşça başını kaldırıp bana baktı. Ne anlatacağını bilmiyordum. O bilgiler hep gizliydi. Hiç sorma fırsatımız da olmamıştı. Dudaklarını zar zor aralayarak konuşmaya başladı. "Akhar bütün ülkelerle tek tek savaşa girmeye hazırlanıyordu. İlk sırada burası vardı. Bu askerlik serüveni de bütün ülkelerle savaşa girdikten sonra bitecekti. Bu da çok uzun bir süre olacağından hesaplarımıza maaşlarımız yatıyordu. Sonunda istemediğimiz kadar parayla savaşlar bittiğinde lüks içinde yaşayacağımız hayatlar olsun istedi. Robotlarla yaşayacağımız bir hayat."

Walter kıkırdadı. Ardından ağzından tükürükler püskürtürcesine gülmeye başladı. "Robotlarla öyle mi?" dedikten sonra yine kahkahalarına devam etti. Doğa'ya baktım. Hiç bahsetmediği şeyleri şimdi anlatacak olması tuhaf hissettirmişti. Walter nihayet kendini toparladığında, "Şöyle bir gerçek var ki, bu yıllar sürebilir. Hayatınız boyunca asker olabilirsiniz. Henüz sadece benim ülkemle karşılaştınız ve işin içinden çıkamıyoruz," diyerek dudağının yanını sinsice kıvırdı. "Devam et tatlım, hepsini yazmanı istiyorum. Akhar'ın planları üzerinde düşünerek diğer ülkelere karşı nasıl savunma sağlayacağım konusunda çalışacağım," diye de ekledi. Doğa sinirden anlık gülümsediğinde dudağında kanın rengi görüldü.

Yeşil gözlerini çatılan kaşları arasında adama dikmişti. "Yoksa küçüğüm dememden mi hoşlanırdın? Sanki Matteo Marino ile hoş bir karşılaşma yaşamamışsın. Aranızdaki ilişki beni şaşırttı doğrusu." Bu Walter ne geveze bir adamdı! Doğa oturuşunu dikleştirerek ve yine aynı ölümcül bakışlarla adama bakarak konuştu. "Bizi ne kadar süre takip ettin? Bakıyorum da epey araştırmışsın." Walter bu soruyu bekler gibi hevesle, "Zaten ittifak istiyordum. Bir iş için ikinizi ülkeme davet edecektim. Akhara'nın güvenini kazandıktan sonra..." dedi ve çayından bir yudum aldı. "Fakat buna gerek olmadı. Ayağıma gelen siz oldunuz. Ne diyorsunuz bu işe? Kader mi?"

Kendi kendine gülüyordu. Sonra yine ciddileşti. "Endişe etmeyin. Burada istediğiniz gibi yaşayabilirsiniz. Ne giydiğiniz, nasıl göründüğünüz zerre umurumda değil. Umurumda olan tek şey," dedi ve işaret parmağını şakağına götürdü. "Zihinleriniz... Bana vereceğiniz fikirleri umursuyorum. Siz beni mutlu ederseniz, ben de sizi mutlu ederim ve canınız hiç yanmaz." Yine yumruklarımı sıkma girişimime karşılık vurulan kolumda dehşet bir ağrı hissettim. Elimde olmadan yüz ifademle acısını yansıttığımda Walter yine konuştu. "Çok mu acıyor? Senin biraz ders alman lazım Hesna. O kurşunların acısını iliklerine kadar hissedeceksin. Bana el kaldırmanın cezasını canınla ödemediğin için şanslısın." Susmuyordu...

"Sen benim kadar şanslı olmayacaksın," dedim. Sessiz söylesem de duyduğuna emindim. "Ne dedin sen?" Başım öne eğik, bakışlarım da kucağımdaki ellerimdeydi. Sorusuyla başımı ona kaldırıp, "Evet, öyleyim," dedim. Bakışlarım ondan asla korkmadığımı anlatıyordu ama o, ondan korkalım istiyordu. Masaya eğik olan gövdesini dikleştirip geriye doğru yaslandı. İşine yarayacak olmasam beni hemen öldürürdü. "Gidin, bugün dinlenin," dedi. Boş konuşuyordu. "Hemen başlayalım," diye söze girmem üzerine tek kaşını kaldırdı. Devam ettim. "Bir şeylerle uğraşmayınca bunalıma giriyorum. Beklemeye gerek yok. Ne istiyorsan başlayalım." Böylece hemen Kwang'a da ulaşabilecektim. 

Walter memnun bir gülüşle kolundaki saatten bir düğmeye bastı. Ardından hemen kapı açıldı. İçeri giren asker masaya doğru yürüdü ve Doğa'nın önüne bir kalem kağıt, benim önüme de bir hologram cihazı bıraktı. "Doğa," dedi işaret parmağını önündeki kağıda doğrulatarak. "Bana Akhara'nın bütün güzel detaylarını madde madde yaz." Sonra o parmak bana döndü. "Sen de, aklında nasıl bir proje olduğunu bana anlat. Yazar hanım..." Yazar hanım... Bunu epeydir birinden kolay kolay duymamıştım sanırım. "Artık yazar değilim," dedim. Duygudan yoksun sesimle. Anlık duraksadı ama yine konuştu. "Sen kendi hükümetini hiç eden bir yazarsın Hesna Kaner. Böyle anıldın. Şimdi hacker olman geçmişini unutturmuyor."

Ona cevap verme gereği duymadan hologramı açtım. Sohbeti çekilir gibi değildi. "Önce ben mi anlatayım, yoksa sen mi?" dedim. Aklında nasıl bir şey olduğunu öğrenmekti niyetim. "Sana bırakıyorum. Bana kumanda edebileceğim uçan bombalar yap." Tahmin ettiğim gibi hiçbir fikri yoktu. Bu iyi bir şeydi. "Bunun için askeriyenin bazı noktalarına kumanda edebilmen için sinyal oluşturacak cihazlar tasarlamalıyım," dedim. Tepkisini ölçmek için de hologramda bir şeyler açarken göz ucuyla ona bakmıştım. Bu cihazlarda yüksek dozda patlayıcılar olacaktı ve kumandasını Kwang'a verecektim. Doğru sinyallerle ve tek tuşlamayla buraya tehdit oluşturacaktı. 

"Ne gerekiyorsa yap," dedi. Kesinlikle başka çarem olmadığına o kadar inanmıştı ki ne yapacağım konusunda hiçbir fikri yoktu bile. Doğa'ya baktım. Kağıda yavaş hareketlerle bir şeyler yazıyordu. Akhara'dan neler çıkacağı da ayrı bir konuydu. Planım tutarsa Doğa'nın anlattıklarının bir önemi olmayacaktı. Hiçbirini gerçekleştiremeden geberip gidecekti. Hologramda masaya büyük bir ekran açtım. Maket görünümünde parçalar çizerek konuştum. "İlham alacağım şey drone olacak. Uzaktan kumanda edebileceğin insansız hava aracı. Biraz ufak bir görüntü vereceğim. Sağlam bir uçuş gücü ve kilometre sınırında sorun yaşamayacağın bombalar. Ben yaparım. Fakat siz, makineleştirebilir misiniz?" dedim. Onu küçümser gibi konuşmuştum.

"Mühendislerim işlerinde iyidir. Sen tasarla. Gerisini onlar halleder," dedi. Zaten Akhara da bu tip araç tasarımları da yapılıyordu. O parkur çalışmalarında bizi takip eden insansız araçlar da nasıl olacağı hakkında bana fikir verecekti. Yapmadığım iş değildi. Sistem odasında o acımasız robotların tasarımlarını yapıyorduk sonuçta. "Hackerleriniz yok mu?" dedim. Bir yandan hologramla uğraşıyordum. "Var. Daha çok biyolojik konular hakkında ilerledik. Laboratuvarda insan vücudu silahlanmam için etkili olacak. Alışılagelmişin dışında çalışmalar için senin beynine ihtiyaç duymadığımı söyleyemeyeceğim," dedi. Onunla konuşmak beni rahatsız ediyordu. "Fark ettim," dedim ondan tiksinir gibi. 

Sonra dikkatini Doğa'ya verdi. "Ne yaptın tatlım? Yeterince yazdın mı?" diyerek kağıdı almak ister gibi elini Doğa'ya uzattı. Doğa bir şey demeden hissiz bakışlarla kağıdı alıp ona verdi. Walter iştahlı bir şekilde, "Okuyalım bakalım," derken yine midemi bulandırmıştı. Tek elimi kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Bir yandan Walter'ı dinlemeye devam ettim. Kağıdı açıp okumaya başladı. "Bazı faktörlere bağlı olarak ayakta kalan ülkelerin sayısı sekiz," dediğinde bakışlarını kağıttan alıp Doğa'ya baktı. "Ne? Sekiz büyük savaş öyle mi?" dedi. Doğa bu soruyu hiç bekletmeden konuştu. "Belki diğerleri Akhara ve Kagatri'den daha akıllıdır da dünyayı öldürecek savaşlara girmek istemezler." 

Ardından kolunu masa üzerinde sürten Walter fincanları yere fırlatmıştı. Kırılma sesleri son bulduğunda gözü dönmüş halini yatıştırmak ister gibi, "Bir daha beni küçük gösterecek cümleler kurma tatlım," dedi. Karakter değiştirip duruyordu. "İkinci maddemize geçelim," diyerek iki eline aldığı kağıdı çocuk gibi bir hevesle okumaya başladı. "Bu sekiz ülkede mevsim değişikliği yaşayan tek toprak Kagatri. Bu yüzden ilk savaş orada verilecek. Toprakları kazanıldığında diğer ülkelerle ticaret oluşturmak adına imzalar atılacak." Gözlerini kağıttan alarak Doğa'ya baktı. "Diğer ülkeler hala kışı yaşıyor yani. Teknolojileri ne durumda?" dedi. Doğa tahammülsüz bir ifadeyle konuştu.

"Nükleer savaş olmadan önceki gibi. Herkes yarış içinde ve her ülke bir hücuma karşı hazır konumda bekliyor. Muhtemelen sizinle olan savaşımız da diğer ülkeler tarafından duyuldu. İttifak kurmak isteyen ülkeler ilk olarak kayıp veren bizler üzerine gelecektir." Walter bu ihtimali düşünmemiş gibi çatık kaşlar arasında Doğa'ya baktı. "Akhar diğer ülkelerde ne olduğunu nereden bilebilir ki?" Doğa onun bu hiçbir şey bilmez hallerinden zevk alır gibi cevap verdi. "Akhara'nın ağ sistemi çok kuvvetlidir. Diğer ülkelerdeki sinyalleri neredeyse emen bir güce sahibiz. Nerede yaşam formu varsa bu hareketlilik ekranlarımıza yansıyor. Sadece örgütün içine giren bir iki hacker dışında kimse bu bilgiye sahip değil."

Walter arkasına yaslanarak, "Devam et," dedi. Bu durumda ben hala hologramdan bir şeyler çiziyordum. Doğa, "Dünya üzerinde sadece sekiz bölgede hareketlilik var. Bu da sekiz hükümetin savaş hazırlığına gireceğini gösterir. Fakat yine de bilinmezlikler var. Belirli bir kilometreden sonra sinyal alanını kaybediyoruz. Belki de savaşmamız gereken ülke sayısı daha fazladır. Akhar bazı yöneticilerle görüşüp kimliğini açık etti. Bizim ve sizin varlığınızı şimdi bütün ülkeler biliyor. Biz ise onlar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz," dedi. Açık hedef olmamız düşman ülkelerin silah kuvvetlerini arttırmasına yetmiş olsa gerek...

Walter bir şey demeyince Doğa konuşmasına devam etti. "Peki sen? Çocukların büyümesini bekleyerek mi silah kuvvetini arttıracaksın? O zamana kadar ülkene saldırı yapılırsa, ne olacak dersin?" Bu sorunun ardından elimdeki işe ara vererek ikisine baktım. Walter düşünceliydi ve tedirgin halini fark etmek de zor değildi. "Mutant geçiren insanların ağız yoluyla çıkan sıvılarını kurşunlarımıza enjekte ettik. Sizin askerlerinizin çoğu kendi arızanız yüzünden mi öldü?" Ukala bir tavırla, "Yavaş yavaş, bizim kurşunlarımız sayesinde yok oldular. Fakat askerlerinize çok odaklı değildik. Odaklandığımız nokta robotlarınızdı. Şimdi gelecek bir saldırıda bu kurşunlar bütün bir ordunun hastalanmasına yetecektir," diyerek sözlerini bitirdi.

Yine de keyfi kaçmış gibi ayağa kalktı. Onun peşine bir kaç asker kapıdan içeri girerek bize doğru yürüdü. Walter doğrudan askerlerine bakarak, "Hesna Kaner'i sistem odasına götürün. Projesini hızlandırmasına yardımcı olsunlar," dedi. Askerle bu emri başıyla onaylamıştı fakat ben yerimden oynamamıştım. "Doğa benimle..." demeye kalmadan sözümü sertçe kesti. "Doğa ile konuşmamız bitmedi!" Askerlerine eliyle beni işaret ederek, "Hemen götürün," diye de ekledi. Doğa'yı bu psikopat adamın yanında bırakmak istemiyordum. Askerlerin bana dokunmasına fırsat vermeden hologramı kapatıp kapıya yöneldim. Doğa'ya dikkat et bakışlarımı attıktan sonra yürümeye devam ettim. 

Şimdi onların silahları önünde yürütülüyordum. Kendi dillerinde bir şeyler konuşuyorlardı. Arkama dönüp onlara baktığımda ise gülüyorlardı. Adımlarımı hızlandırdım. Bir tanesinin arkamdan gelen sesi durmama sebep oldu. "İyi dövüştüğünü duydum hacker. O eteğinle bize bir kaç hareket göstersene!" Adım atmayı bıraktığımda onlar da durdu. Ne gereksiz varlıklar. Yavaşça arkamı döndüm. Psikopat bakışlarım onların üzerinde sabit bir şekilde kaldı. Hala sırıtabiliyorlardı. "Sana elimi bile sürmeden burnunu kanatırım." Soğukkanlılıkla kurduğum cümlenin ardından aynı asker tekrar konuştu. "O nasıl olacakmış?" Sorusunun peşine elimi yumruk yapıp sıktığım elektro şok cihazını adama doğrultarak ateşledim. Odada yanlarından geçerken birinin arka cebinden kaçırmıştım.

Kaldırdığım cihazın sivri iğneleri gövdesine battığında titreyerek yere yığıldı. Yerde hala şiddetli bir şekilde titremeye devam etti. Şimdi gerçekten burnu kanıyordu. Hatta öksürdüğünde ağzından da kanlar geldi. Kanı ile boğulmaması adına onu yan çevirdiklerinde elimdeki cihaza baktım. Tahmin ettiğim gibi, ağır bir cihazdı. İki asker onu hemen taşıyıp buradan uzaklaştırdığında diğer ikisi ağır adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Silahlarını burnumun dibine kadar yaklaştırmışlardı. "At yere o cihazı," dedi bir tanesi. Gözlerimi ondan ayırmayarak elimi gevşettim. Cihaz yerle buluşunca metalik sesi koridorda yankılandı. "Şimdi bana da elini sürmeden aynısını yapsana," dedi. Beni alt etmiş gibi. Tek kaşımı kaldırdım. "Sana dokunmayacağımı söylemedim ki..."

Doğrulttuğu silahı hızla tutup yüzümden uzaklaştırdım. Boş koridorun ortasında patlayan silahı hala tutuyordum. Sağ ayağımı onun ayağının arkasına atarak topuğumla ayak bileğine vurdum. Ayağı öne doğru havaya kalktığında sırt üstü yere düştü. Başıma iş çıkarıyorlardı. Silah elimde kaldığında bana silah doğrultan adamla şimdi karşı karşıyaydık. O bana bakıyordu ben ona. Sabırsızca, "Bu daha ne kadar sürecek?" dedim. Zaten bir kolum sakattı. Bu aptallar yüzünden kendimi yormak istemiyordum. "Sen indirdiğinde," dedi. Ben de silahı yavaşça indirdim. Bu yavaş hareketim ile rahatladığını hissettiğimde sağlam olan kolumla yüzünün ortasına beklemediği bir yumruk geçirdim. 

Şimdi yerde yatan iki askere bakıyordum. Bıkkınlıkla derin bir nefes aldım. "Şimdi sistem odasını kendim bulmam gerekecek," diyerek koridorda gezindi gözlerim. Götürüldüğüm yöne doğru tek başıma yürümeye devam ettim. Çok sürmedi. Bir kaç adımımın ardından önümde bana doğru koşan askerler gördüm. Gelin, aynen. Film çekiyorduk. "Hesna Kaner yerinde kal!" Hiç umursamadan yürümeye devam ettim. "Sana yerinde kal dedim!" Bir de on kişiyle gelmişler Allah'ım. "Sistem odasına gidiyorum," dediğimde seslerini kestiler. Sadece yürüyeceğime emin olduklarında koridorun duvarlarına yaklaşıp bana yol verdiler. Sonuç olarak yine götürülmeye devam ettim. Gerek var mıydı bunlara? Kaşınmayın, zarar da görmeyin. 

Geniş koridorları geçmeye devam ettik. Sonunda bir kapı önünde durduk. Şifreyi girip kapıyı açtıklarında girmem için eliyle işaret etti birisi. Ben de girdim. Hemen bir bilgisayar başına geçirildiğimde işlemlerimi yapmaya başladım. Hareketlerimi izleyen bir kaç asker benim açtığım programlara girdiler. Projemi anlattım. Anlatmam üzerine onlar da fikirlerini ekledi. Önce askeriyeye dizeceğim patlayıcıların sinyali ve uzaktan kumandayı daha etkili hale getireceğinden bahsettim. Bazıları buna gerek olmadığını söylese de mıknatıs etkisi yapacağını anlattım. Arada mola vererek ortaya bir proje çıkarmayı başarmıştık. Amacım onlara bomba tasarlamadan önce askeriyelerine patlayıcılar yerleştirmekti. 

Hazır olan çalışmaları denenmesi için makine bölümünde olan askerlere gönderdik. Şimdi bana ihtiyaç olan vakti doldurmuştum. Makine bölümünden gelen düzenlemelerle çalışmalar devam edecekti. Saatlerimizi alan çalışmalar ardından bizim için ayrılan odaya gitmek için sistem odasından çıktım. Kwang'ın sesini duymak istiyordum. Koridorları geçtiğimde odaya doğru ilerlemeye devam ettim. Vardığımda içeri girdim. Girmemle yatağa uzanmış Doğa'yı gördüm. Saçlarını açmış, üzerini değiştirip rahat bir şeyler giymişti. Karamele yakın hafif sarı saçları yatağın kenarından sarkıyordu. Kapıyı kapattım ve ona doğru yürüdüm. "Doğa?" Başını bana çevirdi. Ben de üzerimi çıkarırken ona bakıyordum.

"Walter seni sinirlendirecek bir şey yaptı mı?" dediğimde yüz ifadesi yorulduğunu belli ediyordu. Başımı önüme eğip saçlarımı dağıttım. Parmaklarımla dağıtıp tekrar doğrulduğumda yatağa doğru yürüdüm. Kendimi Doğa'nın yanına attım. Sırtüstü yatıp kollarımı yanlarımda serbest bıraktım. O da bana dönüp saçlarımla oynamaya başladı. Bir yandan konuşuyordu. "Sabredebilirim. İşin sonunda buradan kurtulalım da başka bir şey istemiyorum," dedi. O sırada Gölge kucağıma atladı. Bu ani hareketi irkilmeme sebep olmuştu. Karnımın üzerine kıvrılıp yattı. Başını okşayarak ona baktım. "Seni ihmal ettim değil mi?" derken sanki ondan cevap bekler gibi konuşmuştum. "Keşke konuşabilseydin Gölge..."

Doğa'nın yorgun ama dinlendirici sesi ona odaklanmamı sağladı. "Uzun zaman sonra birlikte uyuyacağız, eskiden olduğu gibi..." Başımı ona çevirdim. Gözleri kapalıydı. Yavaşça konuşmaya devam etti. "Nasıl da istemediğimiz şeyler içine düştük öyle. Hiç özel şeyler konuşmak için zamanımız olmadı. Erteledik birbirimizi." Elimi yanağına götürdüm. Onun güzel yüzü gülümsememe sebep oldu. Yediği tokat yüzünden dudağında açılan yara ise beni hüzünlendiriyordu. Parmaklarımın üstüyle yanağını okşarken, "Ne yaşanırsa yaşansın, kalbimde güvendesin. Dostluğun her zaman çok özeldi Doğa," dedim. Sözlerim üzerine gözlerini açtı. Bir elim hala Gölge'nin üzerindeydi. Doğa da bir elini karnımın üzerine yatan kedimin üzerine koydu. Onu hafif dokunuşlarla severken, "Kardeşim oldun," dedi. "Bana hep bir kardeş gibi hissettirdin. Kolay şeyler yaşanmadı. Şartlar bu kadar ağırken, farkında olmadan seni üzdüysem affet beni," diye de ekledi.

Konuşmaya devam ediyordu. "İşimden dolayı bazen huzursuz ettim seni. Şüphe duvarına yaklaştım. Benden emin olamadığın anlar oldu belki de, bilmiyorum." Böyle düşünmemeliydi. "Hayır," dedim. "Öyle bir şey olmadı." Örgüt saklıydı. Askeriyeden bağımsızdı sanki. Sorumlulukları vardı ve zorlanıyordu. Devam etti. "Bağlılık yeminimiz vardı. Adalet örgütünün sırları dışarıya aktarılamazdı. Bileklerimize taktıkları cihazlarla da konuşmamızı engelliyorlardı. Fakat artık Akhar dağıldı. Bu yüzden endişe etmeye gerek yok. Walter de sadece Akhar'ın hayallerini dinledi benden. Artık bu sistem değişeceğine göre bunun üzerine de düşünmeye gerek kalmadı," dedi. Teyzesini düşündüm. Sonra sormama gerek kalmadan yine konuşan o oldu.

"Teyzem de hiçbir şey hissettiremedi bana. Aile anlayışım kayboldu. Önemi yok geçmişin ve geçmişte kalanların... Hiçbirinin önemi yok." Ben de ona dönmek istedim ama Gölge karnımın üzerinde çok tatlı uyuyordu. Yine de başımı Doğa'ya çevirmiş ona bakıyordum. Biraz daha sohbet ettik. Gelecek hayalleri kurmayalı uzun zaman olmuştu. Ne zaman gelecek hakkında konuşsak içimize buruk bir sessizlik dolardı. Zaman gerekiyordu. Güzel olan her şey zamana ihtiyaç duyuyordu. Bazı anlar ise yakalıyorduk o güzellikleri... Namazlarımızı kılıp bizimkileri aramaya karar verdik. Kolum ağrısını şiddetlendiriyordu. Canım yanıyordu. Aramak için hazır olduğumuzda yatağın üzerine oturduk. Siyah şallarımızı saçlarımıza örtmüştük. Odanın ışığı da biraz loş bir görünüm veriyordu. Aradım. Bekledik... 

Cevap gelmemişti ama sinyal düşmüş olmalıydı. Birazdan ararlardı. Bağdaş kurarak oturuyordum. Doğa bir dizimin üzerine elini koyduğunda stresten sallanıp durduğumu fark ettim. "İndir şu kaşlarını," diyerek de yüzüme bakıyordu. Farkında olmadan onları da çatmıştım. "Heyecanlıyım. Onu özlüyorum," dediğimde gülümsedi. Ardından telefon çalmaya başladı. Hemen elime alıp açtığımda Kwang'ın yüzü görüntüye geldi. Ardından Matteo da hemen yanında bitmişti. "Nasılsınız kızlar?" dediğinde tamamen Doğa'ya bakıyordu. Zaten trajik bir durumun içindeydik bu yüzden ortamı yumuşatmak istediği belliydi. Kwang araya dalan Matteo'ya biraz izin verdi. Matteo, "Dudağına ne oldu?" dedi. Fark edilmeyecek gibi değildi.

Doğa yatağın üzerindeki Gölge'yi kucağına alarak, "Onu biraz sıkıştırarak sevdim sanırım. Tırnaklarını kesme vakti gelmiş. Önemli değil," dedi. Yine şüphe doğuracak bir söz daha. Gölge asla hiçbirimize zarar vermezdi. Matteo yutkundu. Sinirlendiği belliydi. Görüntüden çıktı. Küfredebilirdi. Yanlış giden bir şeyler olduğunun farkındaydılar. Kwang şimdi bana bakıyordu. "Siz hep birlikte misiniz böyle?" dediğimde Matteo'nun her aramada görüntüye çıkması komiğime gitmişti. "Sadece Doğa'yı göreceği zaman," dediğinde arkadan Matteo'nun sesi duyuldu. "Abartma, normalde de yanındayım," dedi. Utanmış olduğu hissine kapılmış olmamız normaldi değil mi? 

Kwang'ın bakışları ciddiydi. Huzurlu değildi, düşünceliydi. "Yüzündeki ifade de ne öyle?" dedi. Doğa bana baktı. Acıyla yüzümü buruşturmam elimde değildi. Kolumdan çıkarılan kurşunların yarası dayanılmaz bir ağrı sunuyordu. Birden oyun oynamak ister gibi yanıma yaklaşan kedimi rahat sevebilmek için kolumu yavaşça kaldırdım. Yine elimde olmadan yüzüm acıyla buruştuğunda Kwang, "Bir yerin mi ağrıyor?" dedi. "Baş ağrılarım başladı. Önemli değil. Bir de seni özledim," dedim. Konuyu değiştirmek ister gibi. Burada olmamdan fazla huzursuz olduğundan doğru dürüst gülümseyemiyordu bile. "Ben de özledim... Merak etme, belki sen uyanmadan yanında olurum. Rüyana davet et beni," dedi. Yanında olurum? Yoksa onunda mı bir planı vardı?

"Edeceğim," dedim. Beni kurtar der gibi bakıyordum ona. Bir müddet sessizce birbirimizi izledik. Ona sarılmak, saçlarını koklamak ve sıcaklığını vücudumda hissetmek istiyordum. Bugün çok uzun sürmüştü. İzlendiğimizi bilerek konuşmak da zordu. "Yarın Bay Walter ile bir görüşmemiz olacak. Babamla ittifak için gereken imzaları atacaklar. Seni o büyük ekranda görmek istiyorum. Toplantıya katıl," dedi. Bunu başımla onayladığımda dikkat et lafızlarıyla telefonu kapattık. O imzalar atılmamalıydı. Kafamda yeni umutlar kuran ben miydim? Yoksa hiçbir şey olmayacak mıydı? Kırgın ve yorgun düşüncelerle uyumak için yatağa girdik... 

Uyku bir türlü rahat hissettirememişti. Gece boyu defalarca uyanıp geri uyudum. Bu mücadelem beni sabaha çıkardı. Doğa da öyleydi. Arada konuştuk, arada Gölge'yi sevdik. Kolumun ağrısı sancılı bir şekilde devam ediyordu. Akşam yemek yemediğimizden şimdi karnım gurulduyordu. Walter yine bir şey yedirmemek konusunu devam ettirebilirdi. Kalkıp hazırlandığımızda telefon geldi. Walter, Doğa'yı çağırdığında ben de sistem odasına gittim. Şu işi hızlandırmalıydım. Makine bölümünden bazı tasarımlar gelmişti. İnceleyip denemelerini yaptık. Yabancı askerlerle çalışmak beni gerse de onları fazla umursamadım. İşime odaklanmıştım. Bugün bu cihazları askeriyeye yerleştirmek istiyordum.

Ben sistem odasındayken Walter haber gönderdi. Akhara ile olan toplantının ertelendiğini ve işime devam etmem gerektiği söylendi. Bu habere sinirlenirken daha da hırslı çalışmaya başladım. Ertelemek de ne demek oluyordu? Sinirlerim bütün vücudumu gerdi. Üstelik bu durum bir anlık değildi... Bu işin devam edeceğinin sinyalleriydi içime biriken öfkeler. Öyle de oldu. Sadece hayatta kalacak kadar odamıza getirilen yiyecekler ve sistem odasında geçen günler... Evet. Günler! Zaman acımasız perdesini yine üzerimize çekiyordu ve altında kalmak artık çok ağırdı. Umutlarım yere düşerken hırsım beni ayağa kaldırıyordu. Bu çelişki içerisinde geçen zaman ise kalbimi cam kesiği gibi yakıyordu...

Bu zaman diliminde askeriye için uçurulacak bombaların sinyal cihazlarını bazı bölgelere yerleştirdik. Kameralarda izlediğim kör noktalara taktırdım onları. Akhara'nın sinyal ağına da girmiştim ve bu cihazların kontrol yazılımlarını onlara gönderdim. Burada kendime özel bir uygulama oluşturduğumdan kimse hareketlerimi göremiyordu. Ethan bu cihazların kontrolleri için diğer hacker askerler ile bir harita çıkarmış olmalıydı. Şimdi uçan bombaların kurulumu için acele etmemi istiyorlardı. Bizimkiler daha hızlı olmalıydı. Artık her şey onların elindeydi. Bu kozu iyi kullanmalıydılar. Gergindim. Buradan çıkmak istiyordum...

"Hesna!" Geçen hissiz günlerle beraber Kwang'la konuşmalarımız da seyrekleşmişti. Koridorda bazen karşılaştığım Doğa şimdi bana doğru geliyordu. "Walter toplantı odasına çağırıyor. Sanırım Akhara ona çok baskı yapmaya başladı. Görüşmeleri erteleyip duruyordu," dediğinde hızlı adımlarla toplantı odasına gittik. Heyecanlı kalbim boğazımda atıyordu. Toplantı odasına girmemizle bana bakan Walter kızgın bir boğayı andırıyordu. Ona doğru yürümemiz ardından öfkeyle konuştu. "Bu ısrarın sebebi sen misin? Neden arayıp duruyorlar? Bomba işini bitirmedin bile!" derken bana doğru yürüyordu. Bana doğru gelirken ona cevap verdim. "İttifak teklif edildiğinde onlarla imzalarının olacağını sen söyledin. Sana yeterince zaman verdiler. Ben bir şey söylemedim," dediğimde çoktan yanıma gelmişti ve onun gelişiyle yüzümde acı bir tokat hissettim. Nereden geldiğini anlamamıştım...

"Yalancı!" Vurduğu yöne doğru dönen başım üzerine elimi yanağım üzerine koydum. Eli ağırdı ve ben sanırım o eli kıracaktım. Ona baktım. Öfkenin bir görüşü olsaydı eğer, bu benim gözlerim olurdu. Sonunda ateşim onu yakacaktı. Ellerini yakama geçirip beni kendine yaklaştırdı. "İyi oyna hacker! Beni onların hedefinden çekersen sana belki daha iyi davranırım. O bombaların bitmesine kimse engel olamaz!" Ne kadar da korkuyordu. Bir şey demedim. Sadece zavallı haline bakıp gülümsedim. Bu gülüşüm bir tokat daha yememe sebep olmuştu. "Yeter artık!" diye ona doğru atılan Doğa'ya silahlar çekildi. Evet, yalnız değildik.

"Efendim, arıyorlar," dedi bir asker ekrana bakarak. Walter hemen kendini toparladı. Bize bakıp, "Masaya geçin," dedi. "Suratını düzelt Hesna!" diye eklediğinde o da kendi sandalyesine oturdu. Walter masanın üzerindeki kumandayı alıp bir düğmeye bastı. Çoktan rolüne girmişti. "Ne kadar da hevesli müttefiklerim var! Bu acelede neyin nesi böyle?" derken sevimli görünmeye çalışıyordu. Aşağılık adam. Ekrana baktım. İlk Kwang'ı gördü gözlerim. Soğuk bakışları ve dimdik duruşuyla tehlikeli bir görünüm veriyordu ekrana. Hemen yanında babası vardı. Onun yanında ise annesi. Diğer tarafında kalan kişi ise Matteo olmuştu.

Arkalarına baktığımda ise Ethan önüne açtığı bir hologram ile ekrana girmişti. Kwang'ın babası konuşmaya başladı. "Senin hevesine ne oldu Walter? Artık ittifak olmak istemediğini düşünmeye başlamıştım." Walter bu sözler üzerine güldü ve, "Olur mu öyle şey? Kang, bu anlaşmayı uzun zamandır istiyordum," dedi. Doğa'ya baktım. Nefret dolu bakıyordu bu aşağılık herife. Sonra bakışlarımı ekrana kilitleyen bir ses tonu bütün odayı kapladı. "Merak etme. Bu beklediğine değecek bir toplantı olacak." Walter kendini bozmayarak, "Ne demek istiyorsunuz Bay Lee?" dedi imalı bir şekilde. Kwang ona katili olacakmış gibi bakarken tehdit dolu sesle konuşmaya devam etti. 

"Hemen anlamana yardımcı olayım," dediğinde arkasındaki Ethan'a baktı. Sözünün ardından askeriyede duyulan bir patlama bu koca masayı sarsmıştı. Walter'a baktım. Gözleri irice açıldığında titreyen masasına bakıyordu. Sonra bana baktı, sen ne yaptın der gibi. "Yeterince anlaşılır oldu mu Walter?" Kwang şu an çok sabırsız görünüyordu. Öfkeliydi, gözlerinde gördüğüm hırsın başka bir boyutuydu. "Bu ne demek oluyor?" diyerek ayağa kalkan Walter bozguna uğramış gibiydi. Kwang yine Ethan'a baktı. Ardından daha yakından bir ses duyuldu. Bu patlamayla ayakta duran Walter dengesini kaybettiğinde hızla yerine oturdu. Kwang, "Üçüncüsü hiç hoşlanmayacağın bir yerde patlayabilir!" dedi. Bu yine Walter'i ayağa kaldırmıştı. Bana bakarak, "Ne yaptın sen!" diye bağırdı. Bu soru değildi. Ne yaptığımı biliyordu.

Kwang bana sesini yükselten adama ondan daha önce de işittiğim bir ses tonuyla konuştu. "Senin sesin benim karıma yükselemez! Gırtlağını eline vereceğim! O sesini keseceksin!" Kimse konuşamadı. Walter şaşkına dönmüş bir şekilde Kwang'a bakıyordu. "Şimdi iyi dinle Walter, çünkü tekrarlamayacağım," dediğinde babasının ona hayran ve gurur dolu bakışlarını yakaladım. "Hesna Kaner ve Doğa Perla için askeriyene bir uçak inmek üzere," dedi. Bu kalbimi hızlandırmıştı. Onu dikkatle izlerken öfkeyle konuşan Walter'ın sesi artık sinek vızıltısı gibi gelmeye başlamıştı.

"Sana onları vereceğimi kim söyledi? Bir anlaşma yaptık! O uçağın daha yere inmeden patlayacağını bilmiyor musun?" dedi. Kwang kararlı bir şekilde konuşmasını sürdürdü. "Akhar'ın bir üyesi ile yaptığın anlaşmadan haberimiz var," dedi. Walter yutkundu. Bunu ben söylememiştim. Nereden haberi vardı? "Hesna bizi aradığında hackerlerimiz daha telefonu kapatmadan ağ sistemine sızmayı başardı. Onun öncesinde ise buradan çocuk satın aldığını zaten öğrenmiştik. Akhar'ın bir üyesi henüz tam olarak ölmemişken onu konuşturalım dedik. Son nefeslerini verirken bize satın aldığın çocuklardan bahsetti. Şimdi o laboratuvarın bütün elektriğini kesecek şifrelemelerimizi aktif hale getirmemiz tek tuşa bakıyor."

Şaşkınlıkla aralanan dudaklarımla Kwang'a hayranlıkla bakmayı sürdürdüm. Konuşmasına devam etti. "Düşman devletinin içinde, kendi ülkesine bilgi sızdıran bir hacker. Eline iki ülkenin ittifakını bozacak bir koz geçirir. Kullanacak kadar cesur ve kontrolü sağlayacak kadar zeki. Hesna Kaner tutsak edilecek biri değil. O kendi ülkesinde kalacak!" Walter itiraz edecekken Kwang yine konuştu. "Şimdi tek yanlış hareketin bir savaş başlatacak Walter! Olacakları sayacağım, fakat sana verecek zamanım yok," dediğinde bu sefer Doğa ve bana baktı. "İnmek üzereler. Dışarı çıkın." Walter ağzını bir şey demek için açsa da köşeye sıkıştığını anlamıştı.

Ona ve askerlerine aldırmadan ayağa kalktık. "Laboratuvarın kapısı açık. Leyan Varlı sizi orada bekliyor," diye eklemesi ardından Walter olduğu yerde kıpkırmızı oldu. Daha fazla ona bakmadan hızlı adımlarla toplantı odasını terk ettik. Laboratuvara doğru koştuk. Onu nasıl kaldırmışları o kapıyı nasıl açtırmışları hiçbir fikrim yoktu. Koridorları geçerek laboratuvara ilerlemeye devam ettik. Nefes nefese kalmıştık. Kapının önünde bekleyen Leyan'ı görmemle sanki dizlerimin bağı çözüldü. "Hesna! Doğa!" diyerek o da bize koştuğunda kuvvetlice sarıldı. "Abim buradaymış. Hemen çıkalım," dedi heyecanla. Kafamda oluşan bin bir soruyla çıkışa doğru koşmaya devam ederken, "Siz çıkın, hemen geliyorum," dedim. Gölge'yi almalıydım.

Var gücümle odamızın olduğu yere doğru koştum. Sanki bacaklarım benden bağımsız hareket ediyordu. Adrenalin bütün benliğimi sarmıştı. Sonunda odaya şiddetle girdim. Yatağın üzerinde gördüğüm kedimi kucaklayarak hızla odadan ayrıldım. "Buradan çıkıyoruz Gölge." Çıkışa doğru koşmaya devam ettim. Askeriyenin avlusuna nihayet kendimi attığımda bir savaş uçağı meydanda duruyordu. Açılan kapısının önüne koşan Doğa ve Leyan'ı görüyordum. Onlara yaklaşmaya devam ettim. Kapıda Jun ve Seo göründü. "Hadi Hesna!" Onlardan daha uzakta olduğum için bana sesleniyorlardı. Sonra Çağan'ı fark ettim. Leyan onu gördüğünde üzerine atlayarak sarıldı. Hala koşuyordum.

Adımlarımın birbirine dolanmaması için verdiğim mücadelemin yanında Gölge'yi tutma çabam da vardı. Miyavlıyordu yavrucağım. Neye uğradığını şaşırmıştı. Sonunda açılan kapıya yaklaştığımda büyük bir adım atarak uçağın içine girdim. Üçümüz de içerideydik. "Aldık. Dönüyoruz!" Çağan, Jun, Seo ve ekibi. Seo ekibine emir vermeye başlamıştı bile. "Kalkıyoruz! Hemen, hemen gidiyoruz buradan!" Aklımda deli gibi yanıp sönen sorular vardı. Onları gördüğüme çok sevinmiştim. Seo bana yaklaşarak, "Hesna, iyi misiniz? Bir sıkıntı var mı?" dedi. Sadece başımı olumlu anlamda sallamıştım. Heyecandan kelimeler dilime dökülemiyordu. Seo tekrar konuştu. "Kwang buranın altını üstüne getirecek. İttifak değil, Walter kendi ölümünün imzasını atacak."

Biraz ilerlediğimizde bu ülkeye savaş için tekrar geleceğimi biliyordum. Altımızda kalan kasabayı fark ettiğimde, "Durun!" dedim. "Uçağı indirin!" Jun delirmişim gibi bana bakıyordu. "Yenge ne diyorsun sen?" Aceleyle konuştum. "Almamız gereken biri var! Hemen indirin!" Gilda'yı burada bırakmak istemiyordum. İnadımı bildiklerinden çaresiz iniş yapmaya başladılar. Gölge'yi Doğa'nın kucağına verdim. Jun hala konuşuyordu. "Bu kaçık kasabadan kimi alacaksın acaba? Bu kanı bozuklar sadece hastalık getirir!" dese de açtıkları kapıdan hızla indim. Kasabanın içinde koşmaya başlarken arkamdan Seo ve Jun da geliyordu. Ellerine aldıkları silahlarla beni korumaya hazırlardı.

"Gilda!" Kasabanın içinde adını tekrarlayarak bağırdım. Jun aceleci ve öfkeli davranıyordu. "Dönmemiz lazım yenge! Ne Gilda'sı? Gilda kim?" dese de arkamdan koşmaya devam etti. Kasabalı bana ürkek ve meraklı gözlerle bakıyordu. Bizi görenler bizden kaçıyordu. "Gilda!" Sonra o ince ses uzaklardan duyuldu. "Hesna! Buradayım!" Sesin geldiği yöne baktığımda ormanın içinden kasabaya gelen Gilda'yı gördüm. O koştukça belini saran gri elbisesi arkasından uçuşuyor ve dağılan kumral saçları da bu görüntüye eşlik ediyordu. O bana ben de ona doğru koşuyordum. Seo ve Jun ise sanırım durmuştu.

"Sonunda! Sonunda seni gördüm," dedi Gilda. Bana ulaştığında ellerimi tuttu. İkimiz de nefes nefese kalmıştık. "Ne oluyor? Veda için mi geldin? Askeriyede neler oldu?" dediğinde heyecanla konuştum. "Veda değil Gilda." Kaşlarını merakla çattı. Sanki hiç zamanımız yokmuş gibi aceleyle konuştum. "Gidiyorum ve sen de benimle geliyorsun. Kagatri diye bir şey kalmayacak. Savaş kapıda. Gidelim!" diyerek elini daha da sıkı tutup arkamı döndüm. Onu peşimden götürmek ister gibi bir adım attığımda ellerime asılarak beni durdurdu. "Gidemem Hesna. Ben ne yapabilirim ki? Nasıl olur bu?" dedi. Hiçbir şey bilmiyordu. "Bana güven," dedim. "Sen burada kalmamalısın."

Ardından kararlı oluşum ona da cesaret vermiş gibi başını onaylar gibi salladı. Bunun üzerine ikimiz de el ele koşmaya başladık. "Gidelim!" diye Seo ve Jun'a seslendiğimde Seo uçağa doğru koşmaya başlamıştı ama Jun, Gilda'ya tuhaf bakışlarla bakıyordu. Yanından geçerken, "Koşsana!" demem üzerine harekete geçti. Dördümüz savaş uçağına yaklaştık. İçeri dalar gibi girdiğimizde Seo yine, "Kalkıyoruz!" dedi ve uçak havalandı. Şimdi tekrar yükselmiştik ve Gilda dengesini kaybedip yere düşecekken onu Jun tuttu. Daha önce bir uçağa binmemiş olmalıydı. Jun kollarına düşen bu kızla ne yapacağını bilemez bir şekilde, "Ayakta duramıyorsun," dedi. Gilda bu durumdan utanır gibi sessizce, "Özür dilerim," dediğinde ona ulaşmaya çalıştım. Jun telaşla, "Hayır, özür dileme. Gel, böyle otur," diyerek onu bir koltuğa götürdü ve kemerini de bağladı. Uçağı da kim sürüyorsa sanki inadına bu kadar hızlıydı!

Bir yandan Çağan kardeşine sarılıyor bir yandan Doğa kediyi sabit tutmaya çalışıyordu. Boris, Bartu, Diego, Jonah, hepsi burada ne yapıyordu? Seo onlara bir şeyler anlatmaya devam ederken Jun, Gilda'ya olağanüstü bir varlıkmış gibi bakıyordu. Bu orta çağdan çıkma elbiseyle elbette farklı bir görünümü vardı. Kwang'ı göreceğim için heyecanlıydım. Kalbim ağzımda atıyordu. Camdan dışarı baktım. Arkamızda kalan Kagatri'ye bakarken buraya tekrar gelecek oluşumuzu düşündüm. O çocuklar için dönecektik. Yalanlara inandırılan bu kasabalara hayat verecek ve bu yönetimi bize bulaştığı için pişman edecektik. Hepsinin sırası vardı, hepsinin! Sonra uçağın içinden Kwang'ın sesi duyuldu. Hoparlörden gelen sese odaklandım. Son sözü ise benden bir daha ayrılamayacağının işaretiydi. "Sevgili karım. Bana geliyorsun. Ve bil diye söylüyorum, bu bensiz olduğun son yolculuk olacak... Sana sözüm olsun."

Bölüm Sonu...

Heyecanlı mıyız? Adrenalin doluyum şu an siz de öyle misiniz? 

Hemen Instagram fairymits hesabına girin çünkü mesajlarınızı bekliyor olacağım. Özledim sizleri. 

Sorularınızı buraya alalım. Evet, yine savaş bölümlerimiz olacak ve gümbür gümbür geliyor.

Gilda da artık bizimle.

Kwang Jee biz Kagatri'deyken epey yoğun planlar içindeydi. Diğer bölümde Akhara'da neler olduğunu okuyacaksınız. 

Gelecek bölümde görüşmek üzere.

Kendinize çok iyi bakın.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 938 8
Ben Ilgın; Hayatı babasının elleri arasına karışmış... O eller üzerinden kayıp gittiğinde ise tüm hayatı boyunca tek tabanca kalmış o kız çocuğu... B...
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

5.6K 477 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...
197K 11.3K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭