KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

785K 50.5K 56.7K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

29 - ZOR TERCİH - 2

7K 633 915
By -zehradogan

Merhaba... Nasılsınız? Heyecanlı ve hızlı bir giriş yapacağız. Hazır mısınız?

Bölüme Medusa'nın anlatımıyla başlayacağız ve sonra Hesna'dan okumaya devam edeceksiniz. 

Kwang'ın anne ve babasının Akhar'ı öldürmeden önce neler yaşadığını okuyacaksınız. 

500 yorumun altına düşmeyelim. Oy vermeyi de unutmayalım, keyifli okumalar... 

***

3 saat önce, Medusa'nın anlatımıyla...

"Ölmesi gerekiyor!" Çağan... Bu adamı zapt edemiyordum artık! Onu kolundan tutarak kendime çektim. "Herkes uyuyor! Saat sabahın beşi! Dur artık." Sözlerim onu durdurmuyordu. Bütün gece yine uyuyamamıştı. Leyan'ın kayboluşundan beri her gün askeriyeyi altını üstüne getirmişti. Çağan kalın kaşlarını çatmış, ormanın en vahşi şeklini andıran yeşil gözlerle bana bakıyordu. Konuşmak için dudaklarını araladığında seçici konuşması gerektiğinin farkındaydı. Onun öfkesinin yanında ben de delirirsem buradan ikimizin de sağ çıkamayacağını iyi biliyordu. "Neyi bekliyoruz Medusa? Daha ne olması gerekiyor bu yönetimden kurtulmak için?" 

Tuttuğum kolunu daha da sıktım. Ona iyice yaklaşarak, "Çok güzel diyorsun da kocam, Akhar seni en temizinden öldürse nasıl olur sence?" dediğimde sorum sessizdi. Kolunu bırakarak ellerimle yakasını kavrayıp onu sarstım. "Beni hasta etme adam!" diye eklediğimde sesimin dozunu ayarlayamamıştım. "Leyan götürüldüğünden beri şubede kırılmadık eşya bırakmadın.  Üstelik eşyayla da kalmadın, kemik kırdın. Hücreye atıldın, kaç gece ayrı kaldım senden! Sana Akhar'ı öldürmeyelim demiyorum. Planın var mı? Planın varsa konuş! Planın varsa dök, kır ya da öldür!" Neredeyse yüzlerimiz arasında mesafe kalmayacak yakınlıkta konuşmuştum. Hayır, yakışıklılığının dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim.

Yakasındaki ellerim üzerine ellerini koyarak indirdi. Derin bir nefes alarak, "Var," dedi. "Bir planım var." Vay canına! Plan yapacak sakinliği kendinde bulmuştu öyle mi?  "Neymiş o?" dediğimde sıktığı dişlerinden olsa gerek çenesi gerilmişti. "Uyandıracağız," dedi ve ben anlamaz bir ifadeyle ona baktım. "Kimi uyandıracağız?" Tek kaşını kaldırdığında kendinden emin bir şekilde, "Lee ailesini," dedi. Bu planı sevmediğimi söyleyemezdim. "Nerede saklandıklarını bile bilmiyoruz." Onun kafasının içinde ne döndüğünü merak etmiştim. "Burada," dedi. "Bu askeriyenin içindeler çünkü robot versiyonlarına düzenli olarak anı aktarımı yaptırıyorlar."

Doğru. Akhar bu saçmalığa kendini fazla kaptırdığı için ikizlerin anne ve babasının robot versiyonlarına onlardan anılar anlatmasını istiyordu. Böylece mekanik vücutlar içinde bir insanın yaşayabileceğine inandı. Şimdi Hesna'nın robotları devre dışı bırakması onların sürümünü de etkilemişti. Zeki kızım... Gözümüzün önünde hepsini indirmişti. Şimdi Akhar üç kişi kalmıştı ve ortada bir kız kardeş de vardı. Üçünü bulup uyandırmalıydık. Hükümete yıllarca çalışan anne ve babaları elbette bize yardım edecekti. "Yapalım o zaman," dedim. "Onları uyandıralım," bu planın işe yaramasını umarak konuşmuştum.

"Ethan bütün kameraları izlemeli ve kamerada görüntüleyemediği yerlerde üçünü aramalıyız. Neyle uyutulduklarını bilmiyoruz. Ahsen'e de ihtiyacımız var. Umarım uyandıklarında bilinçleri yerinde olur," dedi. "Hemen şimdi mi?" Sorumun üzerine hızla konuştu. "Hemen şimdi. Bizimkiler Akhar'la görüşme yapmadan önce. Tehlikeli kararlara imza atılmadan önce." Bazen çok zeki oluyordu. Bu adamın agresifken beyni daha hızlı çalışıyordu. Onu başımla onayladığımda hızla üniformalarımızı giymeye başladık. Omuzlarımı biraz geçen siyah saçlarımı dağınık bıraktım. Çekmecemden silahımı alarak belime yerleştirdim. Çağan da kendi üzerine silahlarını takıyordu. 

"Yanımdan ayrılma prenses," dediğinde çakısını da göğsünün altında yer alan gizli cebin içine yerleştirdi. "Sen ayrılma, prenses," dedim kızacağını bilerek. Onunla eğlenmekten inanılmaz derecede keyif alıyordum. "Bu ilişkide erkek olan benim Medusa," dediğinde ses tonu uyarı barındırıyordu. Elime antrenmanda kullandığım siyah eldivenleri geçirirken birilerinin suratını dağıtacağımı biliyordum. "Ne olmuş yani? Bazen prenses gibi okşanmak istiyorsun," dedim. "Medusa!" diyerek kolumdan tuttuğunda ikimizi de odadan çıkardı. "Seni ilk gördüğümde anlamıştım beni nasıl delirteceğini," diye eklediğinde bilmiş bir ifadeyle gülümsedim. "Neyse ki çok hoşuna gidiyorum." Ardından göz kırptım.

Güzel gülümsemesi yüzüne yayıldığında, "Evet," dedi, gözleriyle beni baştan aşağı süzerken... "Çok hoşuma gidiyorsun." Sonra kulağıma yüzümü kızartacak iltifatlar fısıldadı. Koridor boyu yürümeye devam ediyorduk. Asansöre binerek binadan çıktık. Artık kuralların pek işlediği söylenemezdi. Şubede askerlerin sayısı çok azalmıştı. Robotlar kontrolden çıkınca biz mühendislere çok iş düşmüştü. Hasar gören bazı yerlere kaynak yapmaktan bıkmıştım. Yatakhanelerin olduğu yere gittiğimizde ben Ahsen'i, Çağan da Ethan'ı uyandıracaktı.

Ayrılarak Ahsen'in olduğu yatakhaneye doğru gittim. 1083 numarasını bulmam gerekiyordu. Yattığı yeri biliyordum ama kocaman yatakhanede ne yöne gideceğimi bazen şaşırıyordum. Bir de zaten gelmeme ihtiyaç olmuyordu. Ranzaları geçerken en sonunda Ahsen'in olduğu yatağı gördüm. Fakat Ahsen uyumuyordu. Yatağı üzerinde oturmuş yere bakıyordu. Sırtı bana dönüktü. Onun yanına yürümeye devam ettiğimde adım seslerim yüzünden başını bana doğru çevirdi. "Medusa?" Evet, bu saatte burada olmam ne ilginçti ama...

"Neden uyanıksın?" dedim. Çok yorgun bakıyordu. Kolundaki yarayı gözleriyle işaret etti. "Ağrılarım uyutmuyor," diye cevap verdiğinde uykusuz hali devam ediyordu. "Sen neden buradasın?" Sorusu üzerine yanına oturdum. Diğerlerini uyandırmamak için sessiz konuşuyorduk ama yatakhane neredeyse boş sayılırdı. Robotlar yüzünden verdiğimiz kayıplar korkunçtu. "Çağan'la bir planımız var. Ethan, Kwang'ın kız kardeşi, anne ve babasını bulmak için askeriyenin görüntülerine girecek. Sende onları uyandırmamıza yardım edeceksin."

Kaşlarını çattı, uykulu halinden çıkmaya çalışıyordu. "Verdikleri ilaçlar yüzünden uyanırken problem yaşayabilirler. Yanımızda olman gerekiyor. Müdahalede bulunabilmen için," diye eklediğimde sordu. "Ne zaman?" Ona doğru yaklaştım. "Şimdi... Hemen hazırlan." Böylelikle Ahsen de kalkarak hazırlanmaya başladı. Üniformayı kolundan geçirirken ona yardım ettim. Kurşun yarası yüzünden hareket ettirirken zorlanıyordu. Robotlar arasında sıkışıp kaldığında çok korkmuştum. O tahmin ettiğimden daha güçlüydü.

Saçlarını toplayıp küçük bir at kuyruğu yaptığında artık bu şekilde hazırlanmaya da tahammülü olmadığını anlıyordum. Ben tesettürlü değildim. Onlar gibi olmak isterdim fakat henüz buna hazır olduğumu düşünmüyordum. Bu yüzden onlara bakarken çok imreniyordum. Çünkü onlar, ortak verdiğimiz savaştan daha büyük bir savaş veriyordu kalplerinin en derininde... İnsanların canını yakan bu hükümeti devirmenin zevkini bugün yaşamak istiyordum. Yarın değil, ertesi gün ya da daha sonrası da değil. Bugün. Artık bugün... Şimdi olmalıydı.

"Çağan nasıl?" dedi. Pimi çekilmiş bomba gibi olduğundan sorması normaldi. "Bugün gazını alacağım," diye verdiğim yanıt üzerine Ahsen'i güldürmüştüm. "Aslında Çağan, senden önce sakin biriydi. Adamı kendine benzettin," dedi. Bak bunda haklı olabilirdi. Çağan'ın da şu an fazla agresif oluşuna bir şey diyemezdim. Böyle olmasını anlayabiliyordum. Kimsenin ortada bir ailesi kalmamıştı. Olanlar da kaybetmemek için direniyordu. "Leyan onun en değerlisi. Söz konusu kız kardeşi olunca kurt adama dönüşüyor." Onu yine güldürmüştüm. "Söz konusu sen olduğunda da ölmeye hazır duruyor," dedi. Evet, robotların kontrolsüzlüğünden az kalsın nalları dikiyorduk. Çağan kaç kere kurşun önüne atladı. Aptal herif. Benim yüzümden ölecekti.

Yatakhaneden çıktık. Şimdi sistem odasına gitmemiz gerekiyordu. Sadece nöbete kalan askerler dışında herkes hala uyuyordu. Akhar buradaydı. Hala ondan korkanlar vardı. Gözlerimiz öyle kararmıştı ki artık her şeyin sonunu yaşıyormuşuz gibi hissediyordum. Bu sonun da artık hızlanmasını istiyorduk. Çağan, Leyan'ı en son tepkisiz ve kanlar içinde görünce kendini kaybetmişti. Bir kaç asker onu götürdüğünde robotlar tarafından öldürülmemek için de uğraşıyordu. O çocukları nereye aldıklarını bilmiyorduk. Sistem odasına doğru giderken koridorun sonunda Çağan ve Ethan göründü. Durup bize yaklaşmalarını bekledik.

Ethan, "Akhar uyanmadan şu işi beceremezsek geberdiğimiz gündür," dedi. Uykusundan uyandırılmanın şaşkınlığı hala üzerindeymiş gibi duruyordu. Çağan, "Öyleyse acele edelim Ethan. Bugün ölmek yok, öldürmek var," deyince yürümeye başladık. Acaba kayıtlardan Kwang'ın ailesini bulabilecek miydik? Bulduğumuzda plandan ikizlere de bahsedecektik ama onlar ayağa kalkamayacak kadar kötüydü. Vücutlarında çok fazla yanık olduğundan tedavileri uzun sürmüştü. Belki bugün ayaklanırlardı. Emin değildim. Sistem odasına giden asansörün önünde duran bir askeri görmemizle adımlarımız yavaşladı. Bizi fark ettiğinde, "Erken bir saat değil mi? Burada ne işiniz var?" dedi. Sana soracaktık zaten değil mi?

Çağan hiç uzatmadan belindeki elektroşok tabancasını çıkardı ve hiç zahmet etmeden kullandı. Askerin sorusu ağzının içinde kalmıştı. "Seninle uğraşacak vaktimiz yok," diyen Çağan sistem odasına giden asansörün kapısını açtı. Yere düşen elektrik yüklü adamın üzerinden geçerek asansöre bindi. Bak Çağan sen çok fena bir koca olmaya başladın. Bu havalı hareketler karşısında sana daha çok aşık oluyorum. Her neyse... Asansöre bindik. Buralara alanım olmadığından uğramazdım. Akhar'la görüşme sağlayana kadar umarım Lee ailesini bulurduk. Sonunda kata inmiştik.

Sistem odasının içine girdiğimizde Ethan hemen bir bilgisayarı açtı. Yanına da hologramları çıkardığında çabuklukla bir şeylere girmeye başladı. Başım dönüyordu bunları izlerken. Gözlerim Ahsen'e kaydığında hafiften Ethan'ı izlediğini fark ettim. Hemen yanına sokularak sessizce, "Sen neye bakıyorsun öyle?" dedim. Çöpçatanlık benim işimdi. Ahsen hemen o güzel kaşlarını bana çatmasa olmazdı. "Görüntüleri izleyeceğim Medusa, ne var?" Hemen de agresifleşirmiş. Birbirinden hoşlandığının deli gibi farkında olan ama asla itiraf etmeyen o çift... Ömür törpüsü gibi. Şu işler bitsin sizinle de ilgileneceğim hiç merak etmeyin. 

Ethan bütün görüntüleri açıp kapamaya başladığında o kadar hızlı hareket ediyordu ki bu hackerlerin kafasının çalışma hızına şaşkındım yani. Her zaman şaşkındım. İşin tuhaf yanı Ethan sağlık sektöründe de devam ediyordu. Demek ki belli başlı yazılımlardan anlıyordu. Bazı görüntüsü açılmaz yerlerin sistemlerine girmeye başlayınca esnemeye başladım. Çağan bunu fark ettiğinde yanıma geldi. Hemen yanımda durduğunda başımı omzuna yasladım. Gözlerimi kapattığımda yüzünü bana çevirip başımın üzerinden öptü. Kollarımı göğsümde birleştirmiş ve ona yaslanmış halim üzerine biraz ayakta kaldık. Uykuya dalarsam beni kimse uyandıramazdı bu yüzden birazcık gözlerimi dinlendirecektim.

Sonra çok geçmeden Çağan kulağımın dibinde konuşmaya başladı. "Medusa..." Başımı omzundan alıp sabit tutmaya çalıştım. Önüme düşecekken avuç içini yukarı bakacak şekilde kaldırmıştı. Alnım onun eline düşünce kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı. Şu an çenemi tutmuştu ve yanaklarım parmakları arasındaydı. Kaşlarımı çatarak, "Beni bu saatte uyandırdığın için mutlu musun?" dedim. Yüzünü bana yaklaştırıp kulağıma fısıldadı. "Seni özel olarak uyutacağımdan şüphen olmasın." Yüzüne tokat atar gibi hafifçe vurdum. Serseri gülüşlerle yüzüme bakıyordu. O sırada Ethan'ın sesi duyuldu. "Onları bulduk."

Ekrana döndüğümüzde onlara ait bir görüntü yoktu. Çağan uzun süre ekrana baktıktan sonra, "Buldun mu? Ben mi göremiyorum?" dedi. Ethan parmağıyla açılan sekmelerden siyah bir görüntüyü işaret etti. "Her yerin görüntüsü açılıyor. Burası hariç. Orada olmalılar," dediğinde Çağan eğildiği ekrandan doğrularak kalktı. Ethan tekrar konuştu. "Önce Seo ve Jun'a gidelim. Onlara danışmadan hareket edemem." Ekibine olan bağlılığını fazla takdir edilesi buldum. O ikisini de uzun zamandır görmemiştik. "Tamam, acele edelim," diye atılan ben olduğumda Çağan sorgulayıcı bakışlarla bana baktı. Tamam her şeye atılmamı sevmiyorsun kocam da biraz sakin...

Ahsen kolunun ağrısından dolayı biraz sessizdi. Muhtemelen ağrılarından dolayı da bütün gece uyuyamamıştı. Bunu fark eden Ethan, "Ahsen, sen iyi misin? Revire gittiğimizde seni kontrol etmemi ister misin?" dedi. Çağan'a imalı bakışlarımla bakmam üzerine Çağan bırak şu işleri der gibi hareketlerimi gözetliyordu. Bu şımarık hallerime gülmeden edemiyordu. Ahsen, "İlaçlarımı aldım. Teşekkür ederim," diyerek kibarca reddetmişti bu teklifi. Ahsen ben daha ne diyeyim sana kızım? Gül gibi çocuk gel bak tabi diyecektin! Böylelikle Seo ve Jun'un olduğu revire doğru yürümeye başladık. Hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Umarım anne ve babaları hemen ayağa kalkabilir ve Akhar'ın yaptığı ve yapacağı bütün işleri bozarlardı. 

Revire ulaştığımızda yataklarına doğru koşmamız üzerine sargı bezleriyle boydan boya sarılı olan Seo ve Jun'u yataklarında yatarken bulduk. Ethan ilk Seo'ya yaklaşarak, "Seo, uyan," dedi. Seo direkt sıçrar gibi olduğunda, "Ne oldu?" demeye hazırmış gibi kalkmaya çalıştı. Onu göğsünden tutup tekrar yatıran Ethan, "Kalkma, sadece dinle," dedi. Jun da gözlerini aralamıştı. "Ne oluyor burada? Yoksa ölüyor muyuz?" İkizler beni çok güldürüyordu doğrusu. Özellikle Jun. Kıkırdadığımda Çağan'ın yine kaplan bakışlarını üzerimde buldum. Ona sessizce öpücük yollar gibi dudaklarımı uzattığımda göz de kırpmıştım. 

Ethan, Seo'dan biraz uzaklaşarak ikisinin arasında durdu. Çabuklukla konuşmaya başladı. "Sanırım anne ve babanızın nerede yatırıldığını bulduk. Kwanglar, Akhar ile görüşme yapmadan önce onları uyandırmalıyız. Akhar muhtemelen robot üretimi için Hesna'yı geri isteyecek ve bunun için de can yakan kararlar vermekten de geri durmaz. Onları sadece anne ve babanız durdurabilir." Seo duydukları üzerine ayağa kalkmaya çalıştı. Ethan hemen engellemek için bir adım attığında Seo elini kaldırarak bunu durdurdu. "Henüz iyileşmedin," diye konuşan Ethan'ı dinlemeyen diğer isim Jun'du. İkisi de doğrulduğunda Jun, "Onlar, sağlıklı mı? Burada mı? Emin misiniz?" dedi.

Konuşan Çağan oldu. "Robotlar devre dışı bırakıldığında sanırım buraya getirildiler. Ya da en başından beri burada saklanıyorlardı. Robot versiyonları artık olmadığına göre öldürülebilirler. Anılarını aktaracak başka robotlar üretmeyi de bekleyebilirler. Ama uyandıramazlar. Çünkü uyandıklarında Akhar'a çok kinleneceklerini biliyorlar. Onlara ulaşmalıyız." Çağan'ı dinlediklerinde ayaklanmaya başladılar. Ethan onların inadını kıramayacağını bildiği için Ahsen'e seslendi. "Ahsen, yardım eder misin?" İkisine de iğne vurdular. Kötü yanıklarının olduğu kol ve bacaklarından sargıyı çıkarmadılar. Gövdeleri de boydan boya sarılıydı. Üniformalarının önünü iliklemeden giyindiler. 

Sonunda ağır adımlarla revirden çıktıklarında Seo diğerlerini de sordu. "Boris, Diego, Jonah ve Bartu'nun da haberi var mı? Neredeler?" Ethan kalkarken onları da uyandırdığını ve silahlanıp emir beklediklerini söyledi. Seo, "Onları ara. Anne ve babamızın tutulduğu yer korunuyor olmalı. Sesli bir giriş gerçekleştirebiliriz. Gelsinler," dedi. Seo ekibini nasıl yöneteceğini biliyordu. Çok geçmeden onlarla da buluştuk. Hala Akhar'ın emirlerine uyan askerler olduğundan her şeyi özgürce yapamıyorduk ama bugün bir şeyler değişecekti. Değişmeliydi...

Artık hepimiz toplandığında Ethan elindeki hologramla görüntüsü kapalı olan yere doğru bizi yönlendirmeye devam etti. Daha önce yürümediğim koridorlardan geçtim. Bilmediğimiz kapılar açtık. En sonunda ise tahmin ettiğimiz gibi bir yığın askeri bir arada gördük. Hepsi bizi görmesiyle silahlarını kaldırdı. Sadece altı kişiydiler. Hallederdik. Seo sesini daha önce hiç duymadığım bir tonda yükselterek konuştu. "O silahlardan biri patlayacak olursa, burayı kanınızla boyarım!" Biz de silahlarımızı onlara doğrulttuk. Bizim sayımız daha fazlaydı ama destek çağırabilirlerdi. Biri bunu yapmak için telsizine uzandığında Seo o elin üzerine ateşledi. 

Ardı ardına bacaklarına ateş edip yürürken buna biz de eşlik ettik. Onlar da silahlarını ateşlediklerinde gizlenen odanın giriş kapısının dışından savunma yapıyorduk. İçlerinden biri konuştu. "Akhar burada! Hepinizi öldürür. Geri çekilin!" Seo sabrı kalmamış gibi kükremeye devam etti. "Artık Akhar olmayacak! Onların emirlerine uymayı bırakırsanız kimse ölmez!" Jun da onu destekledi. "At yere silahı! Yere at!" Derin bir sessizlik hakim oldu. Sanırım düşünüyorlardı. Karşı taraf saklandığı kapıların arkasından çıkmaya başladı. Onlar da Akhar'dan emir almaktan bıkmış olmalıydılar.

Kenara çekildiler. Bir şey de söylemediler. Silahlarını yere atmışlardı. İleri doğru yürüdük. Demir sürgülü bir kapı burada da vardı. Seo, "Açın burayı!" dedi. Askerlere baktık. Bir tanesi konuştu. "Bize bu yetki verilmedi. Kapıyı açacak şifreyi bilmiyoruz." Harika, içeri nasıl girecektik acaba? O sırada Ethan öne çıktı. Kapının önüne gittiğinde, "Şifreye bakmam gerekiyor. Kırabilirim," dedi. Jun kapıyı koruyan askerleri buradan çıkardı. Şimdi sadece bizim ekip kalmıştı. Muhtemelen Akhar bizimkilerle konuşmaya başlamıştı. Ethan hologramını da kullanarak şifre kombinasyonları girmeye başladı. 

O odada kimler vardı? Nasıl ve ne halde olduklarını merak etmiştim. İkizler, anne ve babalarını insan halleriyle hiç görmemişti. Onların burada tutulduğundan bile emin değildik ama robotlara anı aktarımı yapıldığına göre başından beri buradaydılar. İkizlere baktım. Çok gergin görünüyorlardı. Neyse ki birileri ailelerine kavuşabilecekti. Ablamın hayatta olup bana destek olmasını isterdim. Ama o bir yalancı yüzünden öldürülmüştü. Onu gebertme fırsatı elime geçmediği için nefret doluydum. Buradan gitmekle akıllılık etti.

Dakikalar ilerlerken konuşan Jun oldu. "Açılacak gibi mi Ethan? Yoksa kapıyı mı kıralım?" Sesi öfkeli çıktı. Ethan, "Bu kapıyı biz kıramayız. Şifre çözülmek üzere," dedi. Biraz daha bekledik. Çağan yanıma yaklaştığında elimi tuttu. Gözlerine baktım. O da bir kapıyı geçip kardeşini bulmak istiyordu. Fakat kardeşinin nereye götürüldüğünü bilmiyorduk. Bu yönetim çocuklardan ne istiyordu böyle? Çağan karşımda öyle yakın durunca başımı göğsüne yasladım. Alnımı göğsüne koymam üzerine bir elini başımın arkasına götürdü ve beni kendine çekti. Hepimizin yaraları vardı. Herkes kayıp verdiği için duygularımızı konuşmamıza gerek bile kalmıyordu. Biz aynı oyunun kaybeden çocuklarıydık...

Sonra Ethan, "Açıldı!" dedi gergin ama heyecanlı bir sesle. Kapıya hızla girip içeri daldık. Ortamın karanlık görüntüsünü aydınlatan Ahsen oldu. Işıkları açtığında bomboş odada üç hastane yatağının yan yana olduğunu gördük. Hepimiz uyutulan bu üç insana bakıyorduk. Bakışlarımızın yeni yönü Seo ve Jun oldu. Dizlerinin bağı çözülmüş gibi öylece duruyorlardı. Seo bu halini fazla uzun tutmamaya çalışarak, "Uyandıralım onları," dedi. Ahsen ve Ethan birbirine bakarak ne yapacaklarını biliyormuş gibi birbirini onaylamıştı. Yatakların yanına girerek yanlarında kalan ilaç masasından bir şeyler seçtiler. Başlarındaki aletleri çıkarmadan önce yaptıkları iğnelerle onların solunumunu dengelemeye çalıştıklarını söyleyen cümleler kurdular. 

En sonunda aletleri çözdüklerinde ikisi de onlarla konuşmaya çalıştı. Onları adım adım gerçek dünyaya bağlamaya çalışırlarken Ahsen kız kardeşin yanındaydı. Hafif seslerle onu uyandırmaya çalışırken Ethan da diğerleri için aynı şeyi yapıyordu. Bu duruma Seo ve Jun da katıldı. Ethan, "Çok uzun süredir uyutulmuyorlarsa bilinçleri hemen yerine gelir. Fakat uzun sürmüşse her şeyi hemen hatırlamayabilirler," dedi. İkizler anne ve babasına bakarken biz de biraz uzaklarında durmuştuk. "Baba?" Seo'nun sesi üzerine babasına baktım. Gözlerini aralamaya çalışıyor gibi duruyordu. Kardeşlerden en çok Kwang'ın babasına benzediğini görebiliyordum. Aynı siyah saçlar ve aynı çekik gözler.

"Oğlum..." Adam iki yanında duran Seo ve Jun'dan ilk Seo'yu fark ettiğinde ona bakıyordu. Sonra ikisine de bakmaya başladı. Kalkmak için hareket ettiğinde Jun, "Yavaş ol baba," dedi. Adamın yavaş olacağı yoktu. Kendini doğrultarak kalktığında yanında yatan karısına baktı. Ahsen hala onları uyandırmaya çalışıyordu. İlaçlarını kontrol ediyordu. Seo, "Baba, iyi misin?" dedi ve sözlerine Korece devam etti. O konuşmaya başlayınca adamın gözleri doldu. Büyük bir özlem duygusuyla kalkıp iki oğluna da kuvvetlice sarıldı. İkisini de sırasıyla enselerinden tutup başlarından öptü. 

"Çok uzun sürdüğü için affedin beni," dedi adam. İki oğlu kadar genç ve gelişmiş duran vücudunda ya da yüzünde neredeyse bir yaşlılık alameti yoktu. Babaları gibi değil de onların abisi gibi duruyordu. "Nasıl girdiniz buraya? Yaralı mısınız?" dedi kollarındaki sargı bezlerine bakarak. Üniformalarının altında sarılı olan bedenlerini de incelemişti. Jun, "Robotlar kontrolden çıktığında ikinci bir savaş verdik," dedi. O sıradan annesinin narin sesini duyduk. "Kang Tea... Burada mısın?" Hepsi annelerinin yanına geçtiğinde Adının Kang olduğunu duyduğumuz adam konuşmaya başladı. "Buradayım Hazan, oğullarımız da burada..." dedi.

Hazan ve Kang... Bu iki isim bana Hesna ve Kwang'ın ileriki yaşlardaki görüntüsünü gözümün önüne getirdi. Onları ne kadar da uyumlu bulmuştum... Hesna bu ailenin içinde mi olacaktı? Anne ve baba diyebileceği birileri mi olacaktı? Bu düşünce içimi yumuşatırken yaşlı gözlerle onları izlemeyi sürdürdüm. Bu kavuşmaya Çağan da beni bir kolunun altına alarak katılmıştı. Ona yaslandığımda ondan güç almaya başladım. Hazan denen kadın konuştu. Duru bir güzelliği vardı. Onun da saçları siyahtı. Omuzlarını biraz geçen bu saçlar düzdü. Beyaz ten ve siyah saç geni bu ailede yayılmış gibi duruyordu. Çok güzel görünüyorlardı. 

Kadın, kocasının aksine yaşlarını gözlerinde biriktirmedi. Hepsini yıllardır akıtmamış gibi ağlamaya başladığında, "Yaralısınız... Nasıl girdiniz buraya? Canınızı yaktılar mı?" dedi. Seo olgun bir gülümsemeyle anne ve babasına bakarken, "Önemli değil anne. Artık endişe etmemizi gerektirecek bir şey kalmadı. Bugün her şey bitecek. Size ihtiyacımız var," dedi. Jun bu sözleri devam ettirdi. "Akhar şimdi üç kişi. Onların sonunu getirmeliyiz. Ortada güveneceği robotları kalmadı." Kadın gözlerini bizde gezdirdiğinde Seo ve Jun'un elini tutuyordu. "Kardeşiniz nerede? Kwang nerede?" dedi. 

Jun derin bir iç çektiğinde, "Savaşta düşman askerleri tarafından eşiyle birlikte kaçırıldı. Düşman ülkesinde tutuluyorlar. Eşi Hesna Kaner. Robotları devre dışı bırakan kişi. Akhar şimdi onlarla görüşme yapacak. Akhar, Hesna'yı ülkeye geri almak adına robot sürümünü tekrar aktif hale getirmek için tehlikeli anlaşmalara imza atabilir. Onları durdurabilecek tek kişi sizlersiniz." dedi. Çift birbirine baktığında bakışları ciddileşti. Bu işi nasıl sonlandıracaklarını biliyor gibiydiler. O sırada rahatsız ve huzursuz görünen Ahsen'e kaydı bakışlarım. "Uyanmıyor," dedi. Kızın yatağının başında öylece dururken...

Anne ve babaları kızın yanına koşar gibi gittiğinde Seo ve Jun tepkisiz bir şekilde ayakta duruyordu. Kız kardeşlerini hiç görmemiş ve hiç tanımamışlardı. Onlara yaklaştım. Kızın narin ve sudan şeffaf tenine baktım. Bembeyaz olmuştu. "Kızım... Buradayız," diyerek ellerini tutan annesi korku dolu gözlerle ona bakıyordu. Ahsen donuk ve beti benzi atmış bir ifadeyle kızı izlerken kadın ayağa kalktı. "Neden uyanmıyor?" Ahsen soğukkanlı durmaya çalışarak kadının gözlerinin içine baktı. Sonra herkesin kalbini buza çevirecek bir kelime söyledi. "Uyanmayacak..."

Kadın gözlerini Ahsen'den alarak kızına çevirdi. Onun yanağını okşamak ister gibi elini uzattığında dokunamadı. "Hayır... Hayır, emin misiniz?" Ahsen yutkunarak cevapladı kadını. "Vücudu verilen ilaçların dozunu kaldıramamış. En son uyutulduğunda çoktan..." dedi ve cümlelerini düzgün kullanmaya gayret ederek devam etti. "Uzun süre önce." Yumruklarını sıkıyordu. "Uzun süre önce nefes almayı bırakmış..." Ellerimi korkudan aralanan dudaklarım üzerine götürdüğümde ağzımı şaşkınlıkla kapatmıştım. Seo ve Jun'a baktım. Jun, "Hayır Ahsen. Emin misin? Biz, biz onu henüz hiç..." dedi ve cümlesini Seo bitirdi. "Tanımadık..."

Dakikalar saate dönüşürken zaman kavramı kendini askıya almış gibi her şey yavaşladı. Anne ve babası kızlarının ellerini öperken elimi kalbime götürdüm. Bu vedasız gidişlerden nefret ediyordum... Boğazımda bir yumru hissettim. Çağan'a baktığımda orada sanki kendi kız kardeşi varmış gibi kıpkırmızı kesilmişti. Buna sebep olan hükümeti öldürmek ister gibi bakışları derinleşmişti. Annesi kızı kucaklayarak kendine doğru çekti ve ona sarıldı. Onun cansız bedeninde hareket etmeyen kolları yanlarına düşmüştü. Babasının gözlerinde de acı ve intikamın en sert zerrelerini bile görmüştüm. 

Üstelik Kwang, onu hiç görememişti bile... Bu sesli ağlayışlar devam ederken Ahsen fazla zamanımız kalmadığını biliyordu. "Elleri arasında bu vardı." Herkesin dikkatini çekmişti sözleri. "Sanırım bir mektup," diye eklediğinde annesi kızının karnına gömdüğü başını Ahsen'e kaldırdı. Elini uzattığında titriyordu. Mektubu annesinin eline veren Ahsen'in yüzü de acı bir ifadeyle onlara bakmaktaydı. Kadın mektubu açarken kocasına baktı. Hala bunun olduğuna inanamıyormuş gibi mektubu açtığında bir hıçkırık duyuldu. Mektubu Jun'a uzattığında, "Size yazmış," dedi. Jun karmaşık duygularla ona uzatılan mektubu aldı. Beceriksizce açarken Seo'ya bakıyordu. Sessiz ama hepimizin duyacağı bir sesle okumaya başladı.

Sevgili abilerim, Seo Hoon, Jun Woo ve Kwang Jee...

Sizinle hiç tanışmadık... En büyük hayalim size bir gün kavuşabilmekti. Fakat bunun gerçek olabileceği ihtimali gün geçtikçe zihnimde yerini kaybetmeye başladı. Anne ve babam her zaman sizi anlatırdı bana. Daha çok küçükken başlamıştım sizinle övünmeye. Görev için, ailemizi korumak için gittiğinizi söylediler. Bu karara saygı duymam gerektiğini biliyordum. Bazı geceler asker olmak zorundalar mıydı diyerek ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü hep hayal ederdim, üç inanılmaz adamın bir gün yanımda olduğunu... Çok güzel olmaz mıydık?

Anne ve babamız Akhar'ın toplantılarında daha çok bulunmaya başladığında okuldan kulübe, kulüpten eve geçerdim. Bazı günler onların yüzünü göremeden uyurdum. Uyandığımda ise onlar çoktan çalışmaya gitmiş olurdu. Akhar beni hacker olarak devlet işlerine sokmak istediği kararını verince benim için eğitim şekli daha farklı oldu. Sonuçta Lee ailesinin hükümette yeri büyüktü. Tehditlerle robot versiyonlarımızın yapılacağı kararı da verilince ilk benim robotum yapıldı. Her gün hatıralarımı anlatırdım. Kaydederlerdi. Sonra da robottan dinlememi ister ve doğrularlardı. Çok istemiştim, sizinle olan anılarımı anlatmayı. Ama biz hiç tanışmadık...

Sadece fotoğraflardan tanıyorum yüzünüzü. Görüşme yasağımız vardı. Anıları anlattığımızda ve robot versiyonlarımız yeterince geliştiğinde bizi öldüreceklerini söylediler. Acı çekmeden uyutulacakmışız, çelik bir bedende geri uyanabilmek için... Ne ahmakça değil mi? Sanırım bu yönetim bizi hiçbir zaman bir araya getirmeyecek. Öldüğümü duyduğunuzda çok üzülmezsiniz değil mi? Üzülmeyin... Hiç tanımadığınız kardeşinize özlem de duymazsınız. Sizin için çok zor olmaz belki ama benim için zordu. En azından bir mektupla size ulaşabilmeyi başarmak istedim. 

Çabaladım... Bazen hayat ne yaparsan yap olmayanı olduramıyormuş, onu da gördüm. Bu mektubu hiç yazmak istememiştim. Çünkü sizi göreceğime çok emindim. Fakat bu artık imkansız. Ben ölüyorum... Anıları anlattığımdan beri iyi değilim. Anne ve babam daha fazla üzülmesin diye onlara bir şey söyleyemedim. Anıları anlatıp geri uyutulduğumuzda ilaçlar çok ağır gelmeye başladı. Söylesem ne olacaktı ki? Zaten henüz 18 yaşıma bile girmedim. Akhar için yeterince olgun değildim. Amaçları uğruna kullandıkları bir deneğin ölecek olmasını umursamazlardı. 

Ailemizi korumaya devam eder misiniz? Bir gün kazananın biz olduğunu görmeyi de çok istemiştim. Kardeşinizin bu hayalini gerçekleştirebilir misiniz? Affedin, ben başaramadım. Sizin de çocuk olamadığınızı biliyorum. Büyüdüğümü görmenizi çok isterdim. Bu dünyayı iyileştirmek adına size bir sebep daha vermek için yazdım. Daha da uzun yazmayı isterdim ama şimdi uyutulacağım ve muhtemelen bir daha gözlerimi açamayacağım. Bir çocuğun hayallerini çaldılar. Başka çocuklar yaşayabilsin istiyorum. Yaşayamadığım için üzgünüm... Size güveniyorum. İyi ki abimsiniz. 

Yeni umutlar için yaşamak üzere, hoşça kalın. 

Duygu.

Artık ağlıyordum. Boğazım öyle kasılmıştı ki kendimi durduramıyordum. Jun mektubu sesinin titremesine engel olmaya çalışarak zar zor bitirmişti. "Adını," dedi Jun. "Adını şimdi öğreniyorum..." Seo başını gökyüzüne kaldırır gibi gözlerini kapattı. Yanağından yaşların dökülmesine izin verirken bakışlarının yeni yönü kız kardeşi oldu. Anne ve babası onlara  müsaade eder gibi yatağın başından uzaklaştı. Şimdi yatağın iki yanına Seo ve Jun oturmuştu. "Duygu... Sen affet kardeşim. Seni daha erken bulamadığımız için sen affet." Jun sözlerinin ardından elini kardeşinin saçlarına götürdü. Ve avuçlarına aldığı saçlarından öptü.

Onun sesini duymadan, gözlerine bakamadan, nefesini hissedemeden ayrılmak zorunda kaldılar. Bütün ekip Seo ve Jun'un karmaşık duygularına ortak olmuş gibi hüzünle bakıyordu onlara. Kavuşma ve veda birlikte olunca, nasıl hissederdi insan? Çağan bu anı bozmayı tabi ki istemezdi ama planı gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Öne çıkarak konuştu. "Akhar şu an belki de ülkeyi yaşatmayacak kararlar vermek üzere. Teknoloji hırsı uğruna girdiği bu savaşı daha fazla kan dökmeden durdurmalıyız." Çağan'ın sözleri üzerine kardeşinin üzerini örten Seo, ekibine onu morga götürmesini söyledi. 

Babası ise bütün vücudunu intikam hırsı bürümüş gibi ayaklandı. "Seo," dedi babası. "Şimdi bize forma ve silah ver." Hemen dışarı çıktık. Az önce ağlamamışlar gibi öfkeli bakışlarla odadan çıkan anne ve baba her şeyi yıkacak güçte gibi duruyordu. "Ne yapmayı planlıyorsun?" dedi Seo, babasına bakarak. Yürümeye devam ederken adamın intikam dolu sesi çok ürkütücü duyulmuştu. "Öldürmeyi..." Demek Akhar'ı öldürme zevkine ulaşacak kişi Lee Kang Tea idi. Yanında yürüyen eşi Hazan da onun kadar ölümcül duruyordu. Bu iki ismin bizim üzerimizde büyük bir koruma kalkanı oluşturacağını şimdiden iliklerime kadar hissetmiştim.

Seo ve Jun onların silahlanmasına yardım etmek için bizden ayrıldı. Biz koridorda beklerken Ethan hologramla Akhar'ın görüşme odasını takip ediyordu. "Çoktan girmişler," dedi. Çok geçmeden koridorun sonunda görünen Lee ailesi silahlanmış olarak bize doğru yürümeye başladı. Gözlerinde öfkenin derecesi şaşan anne ve baba yan yana yürüyordu. Giydikleri siyah askeri üniforma ve ellerine aldıkları silahlarla ölüm makinesi gibi duruyorlardı. Jun ve Seo da ikilinin yanındaydı. Sanki onlara değen gözleri oyacakmış gibi birbirlerini koruyorlardı. 

Karşımızda durduklarında bütün ekibe baştan aşağı bakan adam, "Ben Kang Tea. Mücadelenize tanık olduğumuz zamanlarda planlarımız için susmak zorunda kaldık. Şimdi güvenilen robotların hiçbiri olmadığına göre bu yönetimi ele alma vakti gelmiştir. Cesaretinizi takdir ediyor ve sizleri yanımızda görmek istiyoruz. Hala Akhar'a hizmet eden isimler muhtemelen korkudan dolayı değil, bu devlete hainlikten hizmet ediyor. Size silah doğrultan hainleri ise öldürmekten çekinmeyin," dedi. Onu başımızla onayladığımızda bir adım attı. Yol verip yürümelerine müsaade ettik. Şimdi onların arkasında onları koruyacak olan bizlerdik.

Tahmin ettiğimiz gibi ilerlediğimiz yol üzerinde askerler görmeye başladık. Bizi fark ettiklerinde hepsi silahlarını doğrulttu. "Buradan geçemezsiniz!" Ciddi misin? Şimdi nasıl öleceğini izle. Bay Kang hiç tereddüt etmeden silahını kaldırdı ve önüne biriken bütün askerlere ateş etmeye başladı. Onun hareketiyle biz de çoktan çıkardığımız silahları kullanmaya başlamıştık. Silah sesleri ardı ardına patlayarak koridoru devam edişimiz yerde yatan kanlı bedenler üzerinden geçmemize sebep oldu. Kapıya bir tekme savuran Bay Kang önüne geçen herkesi yere indirmişti. Hemen yanında duran eşi Hazan, ölüm makinesi gibi ateş etmeye devam ediyordu.

Kırdığı kapıdan içeri dalan ikilinin açtığı kapıyla üç kişinin ekrana baktığını gördük. "Müttefiklerimle ülkene girdiğimde, toprağında ayakta duran tek baş bırakmam!" Akhar'ın sesi duyulduğunda bu sesi kesmesini sağlayan Bay Kang öfkeyle konuştu. "Önce senden başlayalım o zaman!" Tetiği çektiğinde Akhar'ın kafasının arkasına bir kurşun sıkmıştı. İçeri dalan ikiliyle beraber ekranda Hesna, Kwang, Doğa ve Matteo'nun ayağa kalktığını gördüm. Peşine arkalarına bile dönmesine fırsat vermeyen eşi Hazan silahını kullandığında kadın resmen gözümde devleşmişti. Öldürdükleri eserlerin önünde durdular. 

Üçü de yere devrildiğinde ikili ekrana yaklaşmıştı. "Walter Braun! Artık Akhara'nın yeni ve gerçek yöneticileriyle konuşacaksın. Tekliflerimizi duymaya hazır mısın?" Bu sözler üzerine biz de kapıdan içeri girerek onların arkasında durduk. Seo ve Jun hemen yanlarına geçmişti. Çağan, Ethan, ben ve Ahsen birbirimize yakın duruyorduk. Hemen yanımızda Diego, Bartu, Jonah ve Boris vardı. Ekrandakiler şaşkınlıkla buraya bakarken Walter adındaki adam konuştu. "Akhara'nın ünlü savcılarıyla mı görüşüyorum?" onları çok iyi tanıyormuş gibi konuşmuştu.

"Sadece savcı değil..." dedi Bay Kang. "Yöneticileriyle konuşuyorsun." Walter memnun olmuş gibi konuşmasını sürdürdü. "Sizin yönetiminiz insanları yok eden bir robot nesli üretmek istedi. Bu konu hakkında ne söyleyeceksin Bay Lee?" Soruya hızlı bir cevap geldi. "Ülke yönetimi değişecek. Askerlerimizi geri verdiğiniz sürece yeni bir saldırı olmayacak. İttifak teklif ediyorum." Şimdi izlediğim tek şey bizimkilerin şaşkınlığıydı. Buraya gelebilirler miydi? Umarım Walter denen adam işleri zorlaştırmazdı. Aksi halde onları almak için savaşacak asker sayımız hem azdı hem de ortada robot yoktu. Şimdi sadece sorun bir ülke değildi. Ülkelerdi...

***

Gördüğümüz manzarayla birlikte şaşkınlığımızı sürdüren sözler duymaya devam ediyorduk. Onları görüş odasına bu kadar hararetli sokan şeyin altındaki sebep derin manalar içeriyor olmalıydı. Kwang'ın babası konuşmaya devam etti. "Dışarıda hala yeni bir savaş için hazırlanan ülkeler var. Tek başına bu savaşları atlatacak güce sahip olmadığını biliyorum Walter. Muhtemelen dışarıda ittifak kurmayı düşünen ülkeler oldu. Askeri birliğimi kurmak için askerlerimizi bize vermelisin." Walter denen adama baktım. İkna olmuş gibi dursa da şüphe duyuyor gibiydi. O da bana baktı. "Tamam," dedi. "Kwang Jee ve Matteo Marino'yu askeri birliğini düzenlemen adına sana göndereceğim. Fakat o kadar." 

O kadar? Doğa ile birbirimize baktık. Kwang yöneticiye ağır ve ters bakışlarla döndüğünde konuşma sırasının kendinde olmadığını bildiğinden şimdilik sustu. Babası tekrar konuştu. "Hesna Kaner ve Doğa Perla da askeri birliğimiz için önemli isimler. Onları bırakmak istememe sebebini öğrenebilir miyim?" Adam sabrediyor gibi konuşmuştu. Dişlerinin arasından konuştuğu belli oluyordu. Walter, "İttifak istiyorsun. Tamam, anlaşalım. Fakat bu süreçte robotları tekrar aktif hale getirmeyeceğinizi bilemem. Bu yüzden hacker bizde kalacak. Devlet işlerinizin bütün sırlarını bilen adalet örgütü üyesi de..." dedi. 

Her şeyi kilitlenmiş gibi hissediyordum. Bay Lee, "Ne kadar bir süreden bahsediyoruz?" dedi. Walter ise bizi salmamak konusunda kararlıydı. "Hemen bugün Kwang Jee ve Matteo'yu bir savaş uçağımızla ülkenize ulaştıracağım. İttifak imzalarımız olacak ve görüşmelerimiz devam edecek. Askeri birliklerimiz hakkında ilerledikten sonra aramızda bir sorun kalmadığına emin olana kadar, onlar misafirimiz olacak," dedi. Susuyorduk. Susuyorduk çünkü artık kan dökmemek adına birbirini anlamaya ihtiyacı olan iki ülkeydik. Kwang bu anlaşmadan hiç hoşlanmamıştı. "Onlara misafir olarak mı muamele edeceksiniz Bay Walter, yoksa tutsak olarak mı?" Kwang'ın sorusu karşısında sessizlik oldu.

Walter bir şey diyecekken babası konuştu. "Onlara telefon vermenizi istiyorum. Her aradığımızda görüşebilmeliyiz. Güvenliklerinden emin olmalıyız." Walter yine huzursuzca konuştu. "Bunun için konuşmaları kayıt altına almalıyım. Hesna Kaner'in robot üretimi konusunda size bilgi sızdırmayacağını bilemem." Yine bu da onaylandığında Kwang ve Matteo'nun gideceği kesinleşti. Ne kadar zor tercihler sunulsa da bazen hoşlanmadığımız kararlar vermeliydik. Hem böylelikle Walter bizim için gerçekten iyi mi, yoksa kötü mü bunu anlardık. Şu an herkesin içinde özel ailevi bir mesele konuşamayacaklarından dolayı Kwang ailesiyle bir iletişime geçmedi. Konuşmalar bittiğinde odadan dışarı çıktık.

Walter kapıdan çıktığımızda kahvaltı yapmamızı istedi. Sonra Kwang ve Matteo'yu bırakacaklardı. Askerlerinin yönlendirmeleriyle yemekhanelerine indik. Bize ayrılan masaya oturduğumuzda konuşan ilk kişi Kwang oldu. "Hesna, kalabiliriz. Buradan birlikte döneriz," dedi. Bu tanımadığı yerde bizi bırakmak istememesini anlıyordum. Matteo da onu destekledi. "Evet. Bebekleri kurşunları için kullanan bu ülkenin kasabasından yeni çıktığımızı düşünürsek, bu ülkeyle ittifak yapmak ne kadar sağlıklı olur tartışılır," dedi. 

Haklıydı. Orası da ayrı bir meseleydi. Doğa, "Eğer ittifak olacaksa burayı da izlememiz gerekir," dedi. Donuk ve düşünceliydi. Kwang gözlerini bana dikmiş konuşmamı bekliyordu. Kal dememi bekliyordu. Çünkü kal dersem kalacak ve git dersem gidecekti... Masanın üzerine ellerimi birleştirip ileri doğru yaslandığımda Kwang'a baktım. "Kwang, belli ki ailenin sana ihtiyacı var. Açıklayamadıkları şeyler olabilir. Biz iyi olacağız. İttifak konusunda doğru karar verip vermediğimize bakacağız. Çünkü bu ülkeyle bir barış olacaksa burada neler döndüğünü de bilmeliyiz." Sözlerim başka, gözlerim başka anlatıyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu.

Önümüze verilen yemekler Akhara'ya göre tazeydi ve her şey doğaldı. Bu güzel yemeklerin üretimi çevre kasabalarda yapılıyor ve buraya gönderiliyordu. Tabi yiyecek iştah kalmamıştı. Hepimiz aslında çok sinirli ve duyguları karışmış haldeydik. Konuşacak hem çok şey vardı hem de bir şey konuşmaya gerek yoktu. Öyle bir belirsizlik içinde karnımızı biraz doyurduğumuzda yemekhaneden çıktık. Onlar için ayarlanan uçağa doğru gittik. Bu hızlı kararlar karşısında ne düşüneceğimizi bile bilememiştim. Gerçekten ayrılıyor muyduk? Ne kadar hızlı olmuştu her şey...

Uçak kalkmak için hazır olduğunda Kwang bana baktı. Ellerimi tutarak, "Hesna," dedi. "Bu bir ayrılık değil. En kısa sürede geleceksiniz. Babama güveniyorum ve aldığı kararları merak ediyorum. Aksi bir durumun yaşanması halinde direkt ara. O zaman gerçek bir savaş nasıl olurmuş hepsine gösteririm." Şu an gerçekten sinirliydi ama susuyordu. "Bu ayrılık ülkemizin emniyeti için. Merak etme, çok yakında görüşeceğiz," dedim. Matteo da Doğa'ya bakarak konuştu. "Beni özleyeceksin." Doğa ise kırgın bir gülümseme sundu ona. Hiçbir şey demedi. Kwang'a sarılamadım bile. Bu hızlı kararlar her şeyi kaskatı etmişti. Yabancı askerlerin bakışları üzerimizdeydi. Veda da değildi. Korkmamalıydım ama içimi huzursuz eden bir şeyler de vardı. Uçağa bindiler. Şimdi bilmediğimiz bir ülkede Doğa ile kalan bendim...

Bölüm sonu...

İki tarafta da neler olduğunu okudunuz. Şimdi bundan sonra gerçekleşecek süreci okumaya hazır mısınız? Sizce neler olacak?

Lee ailesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki mektup? Duygu beni ağlatmıştı.

Bu bölüm çok duygusal olduğum için sorularım varsa da unuttum. Sizin sormak istedikleriniz varsa buraya yazın.

Yeni umutlar için yaşamak üzere, hoşça kalın...

🌻

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 746 5
Elanur💖ateş Benim acımda ateş ve elanurun aşkına şahitlik edeceğiz
79.2K 725 21
Bir ülke üç tane krallık. Sahandy ülkesinin katı kuralları ve işkencelerine karşı halk dayanabilecek mi? Her aileden gelen yeni varisler ülkenin kade...
10.3K 806 13
Bazen denemek gerekir, Nironya olmamak için.
1.7K 939 8
Ben Ilgın; Hayatı babasının elleri arasına karışmış... O eller üzerinden kayıp gittiğinde ise tüm hayatı boyunca tek tabanca kalmış o kız çocuğu... B...