KEMİKLER MİRASI

By Onemacikgoz

261K 18.6K 17.4K

Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa so... More

Manifesto ve Birinci Bölüm: Tecrit
İkinci Bölüm: Sigara
Üçüncü Bölüm: Ejderha
Dördüncü Bölüm: Kargaşa Adamı
Beşinci Bölüm: Sahte Özgürlük
Altıncı Bölüm: Tatlı Düşman
Yedinci Bölüm: Anlaşma
Sekizinci Bölüm: Günahkâr
Dokuzuncu Bölüm: Kırmızı
Onuncu Bölüm: Beyaz Tavşan
On İkinci Bölüm: İsyanın Tadı
On Üçüncü Bölüm: Madalyon
On Dördüncü Bölüm: Yedi
On Beşinci Bölüm: İki Tür Kötü Adam
On Altıncı Bölüm: İhanet
On Yedinci Bölüm: Kan ya da Altın
On Sekizinci Bölüm: Kanunsuzlar
On Dokunuzcu Bölüm: Bizim Dünyamız
Yirminci Bölüm: Kral ve Kraliçe
Yirmi Birinci Bölüm: İntikam
Yirmi İkinci Bölüm: Aşık Bir Canavar
Yirmi Üçüncü Bölüm: Cehennem Kapıları
Yirmi Dördüncü Bölüm: Savaş
Yirmi Beşinci Bölüm Final: Yolun Sonuna Kadar

On Birinci Bölüm: Küçük Günah

9.8K 792 851
By Onemacikgoz


Hellooo asi bebeklerimmm!

Nasılsınız, keyifleriniz nasıl?

7klık bir bölümle geldim ben... valla ne ara bu kadar yazdım bilmiyorum ama uzun bölüm seviyoruz bu yüzden bir zararı yok bence eheheh

Birinci kısmın sonuna yaklaştık bu bilgiyi vermem lazım yaklaşık üç bölüm falan kaldı sanırım sonrası kıyamet ((:::

Şimdi alev ateş satırlar okuyacağız şimdiden kaskları takalım. Ayrıca küçük bir şeyden bahsetmek istiyorum. İlk bölümden ve açıklama kısmından uyarı yapmıştım daha önce bir daha söyleyeyim aşklarım. Bu seride cinsellikten madde kullanımına kadar birçok yetişkin içerik var ve gittikçe seviyesi yükselecek rahatsız olmanızı istemem o yüzden tekrar söylemek istedim.

Oy sınırımız 150 yorum sınırımız 300. Evetttt biliyorum çok hızlı yükseldiğimiz ve kulübümüz gittikçe kalabalıklaştığı için sınırda sürekli yüsekliyor kajdhkajsd Desteğiniz ve yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın.

Keyifli sürüşşlerrr (kasklar lütfen)

On Birinci Bölüm

Küçük Günah


Bir hafta geçmişti. Rebel'ı o partide basalı, onun tadının yalnızca birazına bakalı ve daha fazlasının, benim ellerimden gerçekten zevk almasının nasıl bir şey olacağının hayali bana musallat olalı bir hafta olmuştu.

O her yerdeydi. Benim kulüp evimdeki yatak odamda, geceleri birbirimize tek kelime etmeden kahve düşkünlüğümüzü giderdiğimiz mutfağımda, ailemle aynı masada gittikçe daha da samimileşen gülümsemelerle ve her gece Sinner'da müşterilerin en gözde barmeni olarak. Onu bırakıp kendi evime gidemiyordum bile, bunu istemiyordum da. Wren de aynı şekildeydi. Ağzından tek dökülen onun adıydı, bu kadına çoktan tapıyordu.

Onu izliyordum aramıza mesafe koyuyordum, babasıyla ve diğer kulüplerle ilgili bildiği her şeyi ondan alıyordum, nasıl öğrendiğini sormuyordum, dövmesinin ne anlamana geldiği konusunu açmıyordum.

Neden bir boklar çevirdiğini hissediyorum tatlı yalancı? diyerek üstüne gitmiyordum.

Damgrave'de rahmine o zehri salarken ona izin vermiş olmamın, onu durdurabilecek tek insanken hiçbir şey yapmamış olmamın göğsümde sebep olduğu yanmaya rağmen elbette Rebel'a konusunu açmıyordum.

Ama o bir adım attığında gözümü bile kırpmadan takip ediyordum. Üzerinde hissettiği her ilgili bakışımda, geçen haftanın hatırasıyla kızardığını görmek beni tatminle dolduruyordu.

Sırlarından birini ele geçirmeme, benimle belki de en büyük yarasını mecburen paylaşmış olmasına rağmen çok sakindi. Artık daha rahat hareket ediyordu. Onda farklı bir özgüven ve beni huzursuz eden bir neşe vardı.

Vurulduğu gecenin kayıtları bu gece elime geçecekti.

Anlattığı her şeyi zihnimde bir köşeye yerleştirip planlarımı çoktan harekete geçirmiştim. İhtiyarları Anma Günü'nde gerçekleştireceğimiz takas gittikçe yaklaşıyordu. Zaferin gelecekten yankılanan çağrısı derimi karıncalandırıyordu.

Wren'in annesini geri alacaktım.

Don'a kıymetli hain kızını teslim ederken, konumunu, parasını, ününü, meclisini ve belki de kendimi fazla kaptırırsam canını bile ondan alacaktım.

Kızını teslim ederken...

Onu çoktan çökmüş, alev almış ve düşmanlar tarafından kuşatılmış bir kaleye gönderecektim. Rebel'ın kendi başının çaresine bakabileceğini biliyordum, eylemlerimin en basit şekliyle yıkıcı olacağını bilmesine rağmen Boynuzlu Yılanlar'a gitmek istiyordu da. Sorun, endişeleniyor olmamdı. Küçük yalancımı ateş hattına yürütecek olmamdı. Onu bırakacak olmamdı.

İşte bahsettiğim şey bu. Siktir. Kafamın içini gerçekten sikip atmıştı.

Motosikletime yaslanmış yaz rüzgârı koluma geçirdiğim kaskımda uğuldarken başımı iki yana salladım ve birkaç arabanın önümden geçip gittiği yola baktım. Axel, Cooper, Rider, Jackson ve Rico yol kenarına tek sıra halinde dizilmişti Seth ve Dez'i bekliyorduk.

Telefonumu çıkarıp Sinner'ın kamera görüntülerini açtım. Bu akşam kalabalık olduğu için Rebel hem bardaydı hem de servise destek veriyordu. Onu tam boş bir tepsiyle salına salına bar tezgâhına dönerken yakaladım. Hem sürünün çaylaklarından hem de barmenlerimden biri olan Ducky, ona ve kızlara birer shot doldurduğunda kafalarına diktiler. Omuzları sarsılıyordu, şortunun beline bir gömlek bağlamıştı, şu an gülümsediğine emin olmama rağmen dudaklarını seçemiyordum. Sinner'da olmaktan keyif alıyordu, ilginçti.

Daha fazlasını görme isteğiyle Cleo'ya mesaj attım.

Sin: Bana Rebel'ın bir fotoğrafını gönder.

Barın diğer ucundaki kasadan kameraya doğru baktı ve telefonunu çıkardı.

Cleo: Şu anda bir araca eskortluk edip, limandaki buluşmaya gitmen gerekmiyor mu senin? Ne ara küçük günahın fotoğrafına bakıp kendini tatmin edeceksin?

Sin: Küçük günah?

Cleo: Evet Başkan. Sen ortalıklarda yokken senin küçük ama daha ateşli versiyonun olmayı görev edinmiş gibi. Hatta Sinner'da senden daha iyi iş çıkardığını bile söyleyebilirim.

Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. Demek ona küçük günah diyorlardı. Bu kulağa neredeyse bana aitmiş gibi geliyordu. Benim bir parçammış gibi.

Boğazımı temizledim.

Sin: Sadece fotoğrafı gönder.

Birkaç saniye sonra Cleo'dan gelen görüntüyü açtım. Rebel tariflerini vermeyi reddettiği özel karışımlarından birini hazırlıyordu şüphesiz çünkü buradan bile gözlerinin parladığını görebiliyordum. Bir kadını becerirken bile dudaklarıma yaklaşmasına izin vermezdim. Bir öpücüğü paylaşmak, seksten bile samimiydi. Güven ve bağ saçmalıkları yanında gelirdi. Ama Rebel... onun dudaklarını tahrip etmek, dişlerimin iziyle şiştiğini ve kızardığını görmek gerçek bir ödül olurdu. Evet, cennet ve cehennem bir araya geldiğinde bile belki.

Belindeki gömleğe gözlerimi kıstım.

Sin: O gömlek benim mi?

Cleo: Hayır, Dez'in.

Cleo: Dalga geçiyorum, adamı rahat bırak. Sanırım senin.

Ah evet, sahiplenicilik denen o mahlukla Rebel Viperan sayesinde tanışmıştım. Ve zihnimin kuytu köşelerinden kurtulup ışığa çıkmak istiyordu.

Son bir kez Sinner'ın kamera görüntülerini açtım. Rebel bir grup kadının bulunduğu masaya gidip içkilerini bırakırken bir tanesiyle kısa bir sohbet etti, gülüştü, kadın ona kendi shotlarından bir tanesini ısrarla teklif ederken geri çevirmedi.

Cleo'ya bir mesaj daha yazdım.

Sin: Konuştuğu kadın kim, onu tanıyor muyuz?

Cleo: Geçen hafta partide tanışmışlar Rebel ona Sinner'da çalıştığını söylemiş, ufak bir arkadaşlık kurduklarını söyleyebilirim. Merak etme, tatlı biri, zararsız. Adı Sawyer, kasabada yeni, Matt'in dövme stüdyosunda çalışıyor.

Bir süre Cleo'nun mesajına ve kamera görüntülerindeki açık renk örgülü saçları olan kadına baktım. Arkadaş grubunun içinde bile utangaç görünüyordu sahiden zararsız olduğunu söyleyebilirdim. Ama arkadaşlık kurmak mı?

Sin: Gözün üstünde olsun.

Cleo: Rahatla biraz. Rebel'ın bildiği her şeyi öğrenmek ve elini sağlamlaştırmak istiyorsan Ottalane'de bir tutsak gibi hissetmesine sebep olamazsın. Üstüne gittikçe ters tepecek, o uysal bir tip değil.

Sin: Kadın dayanışması mı?

Cleo: Sadece onu köşeye sıkıştırırsan ısıracağını söylüyorum.

Burnumdan güldüm. Belki de istediğim tam olarak buydu.

Uzaktan gürleyen motosikletleri duyduğumda telefonu kaldırdım. Dez ve Seth'in farları yolu aydınlatıyordu. Teslimat kamyonu ikisinin arasındaydı.

"Gidelim," diye seslendim diğerlerine.

Harley'ler toprak yoldan birer birer asfalta çıkarken Seth ve Dez'e yetiştik. Fermuar kortej düzeninde kamyonu ortamıza aldık. Başkan ve Yol Kaptanı olarak en öndeydim. Dez ve Cooper çaprazımda kamyonun iki yanındaydı. Wren'in babası, dostum Bob ölmeden önce sürünün Kuyruk Kaptanı'ydı. Artık Seth kortejin en arkasındaydı, onun görevini devralmıştı.

Bizim hayatımızda ölüm ve fedakârlıklar birer görevdi. Ama hiçbir zaman kayıpların ağırlığı azalmıyordu. Sürmeye devam ederek onları yanımızda taşıyorduk, onları anıyorduk, asla unutmuyorduk.

Yedi'nin bir parçası olmak isteyen çaylakları bu yüzden zorlu eğitimlere ve yedi sınava sokuyorduk. Sadakatlerini kanıtlamalı, kendi kıyametlerini getirip yeniden başlayacak kadar cesur olmalılardı. Gerektiğinde hapis yatmalılardı, hayatlarını kulübe adamalılardı. İşkenceye bile uğrasalar ve ölüm onlara çok yakından sinyal bile çaksa suratlarında hepimizin sahip olduğu o şerefsiz gülümseme olmalıydı.

Ottalane limanına girdiğimizde konteynerler kule gibi sağımızda ve solumuzda yükseliyordu. Yükleme alanında iki geminin arasında büyük bir yat vardı. Üç siyah Mercedes yan yana park etmişti. Uzak bir mesafede yavaşladığımda sürü bana uyum sağladı. Kısa farları açmalarını bekledim, sinyali verdiklerinde yeniden harekete geçtim.

İki haftayı Rebel Viperan'ın yönlendirmelerinin kanıtlarını toplayarak geçirmiştim. Ona güvenmiyordum ancak kibirli bir piç kurusu olsam bile anlaşmaya uyduğu için şanslıydım.

Geçen hafta Gusev ailesiyle görüşmüştüm. İskelet Meclisi'nin yani Don Viperan'ın kendi elleriyle sürümü müşterimiz için görevlendirmesini büyük bir memnuniyetle izlemiştim. Silah teslimatlarını eksiksiz hatta benden bir iyi niyet armağanı olarak fazladan birkaç mühimmatla teslim almalarını sağlamıştım.

Onları Carltown'da yönlendirdiğim konuma gidip, Don Viperan'ın öldürdüğü oğullarının gömüldüğü yerdeki cesetlerini bulup, kimliklerini teşhis ettiklerinde üç gün önce önerdiğim anlaşmayı kabul etmişlerdi. Beni gördüklerini kimseye söylemeyeceklerdi, iş birliğimiz devam edecekti ve takasa kadar Don'a hiçbir şey belli etmeden mesajımı bekleyeceklerdi.

Anlaşmanın bir benzerini kötü şöhretli ve güçlü bir iş adamı olan Sebastian Donovan ile yapmıştım. Aslında ona şantaj yaptığımı söylemek daha doğru olurdu. Sebastian'ın namı onun için her şey demekti, ailesi eski kafalıydı, üç kızı ve çok sevdiği bir karısı vardı. Ve bir de âşık olduğu ve otel odalarında düzüşmeyi sevdiği bir erkek arkadaşı. Meclis ve ben Sebastian'dan çok para kazanıyorduk ve Don, müşterisinin elinden kaçmasını istemediği için gelecekte kullanmak üzere bir hamlede bulunmuştu. Sebastian ve sevgilisinin videolarını elinde tutuyordu.

Şimdi bir kopyası da ben de vardı. O da takasa kadar benden haber bekleyecekti, Don'un tepesine bindiğimizde bana olan sadakatini kanıtlarsa, kopyaları ve gerçekleriyle beraber tüm görüntüleri ortadan kaldıracaktım.

Motosikletimden indiğimde üç Mercedes'in etrafını sarmış takım elbiseli hıyarlar ortadaki aracın kapılarını açtılar. Sarı saçlarını sımsıkı bir at kuyruğuyla toparlamış, kırmızı topuklu ayakkabıları karanlıkta parlayan bir kadın indi.

O, Helbarvest'e yakın bir eyalette kumarhaneleri tek eline almış İrlanda kökenli bir suç örgütünün prensesiydi. Babasının biricik kızı, en akıllı evladıydı.

Adamlarının önüne geçerek ilerlediğinde ben de onunla buluşmak için harekete geçtim.

"Sin," dedi aksanlı bir şekilde adımı telaffuz edip, elini uzatarak.

Başımı sallayarak elini sıktım. "Alana."

Başa geçen, erkekleri topuklu ayakkabılarının altında ezen kadınlardan hoşlanırdım. Annem de tam olarak öyle bir kadındı ve onun gibi birinin elinde yetişmiş olmaktan hep gurur duymuştum.

Aklım direkt barımda çalışan küçük düşmanıma kaydı. Rebel'ın eline bir fırsat verilse Helbarvest'e kök söktüreceğine şüphem yoktu. Don Viperan, motosiklet kulüplerinin ataerkil yönetim biçimlerini bahane ederek Rebel'ı hep yok saymıştı. Onu saklamıştı. Belki de esas sebep, ondan daha dişli olmasıydı.

"Sabah önemli bir toplantım var bunu kısa keselim olur mu?" diye sordu ancak bir yılan kadar tatlı bir şekilde gülümseyerek.

"Seninle iş yapmak her zaman bir zevktir Alana."

Beni baştan aşağıya şehvetli bir bakışla süzdü. Bir ıslık çaldığımda şoför kamyonu yanıma yanaştırdı. Alana'nın gözleri kardeşime kaydığında orada şehvetten daha fazlası vardı.

"İyi görünüyorsun Dez."

Kardeşimin sırıttığını biliyordum. "Nasıl göründüğüme daha yakından bakmak istersen, itirazım olmaz."

Ah evet, birkaç kez yatmışlardı. Alana'nın adamlarından biri hırladığında, sürüden birkaç kahkaha yankılandı.

Kendi bölgelerinde tehlikeli olabilirlerdi ama Alana da biliyordu ki, tek bir ters hareketlerinde buradan çıkamazlardı. Bu yüzden kadın yalnızca kardeşime göz kırptı.

Alana'nın adamları kamyondaki kokain dolu çantaları boşaltırken bekledik. Uyuşturucu madde üretimi işine asla bulaşmazdık, biz sadece kaliteli malları müşterilere en kolay ve güvenli yoldan ulaştırılmasını sağlıyorduk. O malların, bağımlıların ya da muhtaç gençlerin eline geçmediğini biliyorduk aynı zamanda bu bokları kullanmakla işimiz de yoktu. Yalnızca Alana'nın ailesinin kumarhanelerinin müdavimleri içindi.

Kadın telefonu çıkardı. "Ödeme hesabınıza aktarıldı..."

"Paketleri kontrol etmeyecek misin?" diye sorduğumda, sert yüzü yavaşça asıldı.

"Seninle iş yaptığımızdan beri buna hiç gerek duymadık, şimdi neden duyalım?"

Paketimden bir sigara çıkarıp yaktım. "Ama işlerinizi her zaman benimle yürütmediniz değil mi? Bence bu tedbirsizlik sende ezelden gelen bir alışkanlık Alana."

Kaşları kızgınlıkla çatıldı. "Neyin peşindesin?"

"Bana güveniyor musun?"

Başını aşağı yukarı sallarken tereddüt etmedi. Tehlikeli ve güvenilmez bir adam olabilirdim ama konu işe gelince, sadakatim sorgulanamazdı.

"2020'de yaşanan büyük skandalı hatırlarsın o zaman."

Burun delikleri genişledi ve porselen cildinde bir damar beliriverdi. Elbette hatırlıyordu. Tek gecede kumarhanelerinden dört ceset çıkarmışlardı. Dört önemli müşterilerinin cesedi. Sebebini tespit edememişler ve itibarlarına leke gelmemesi için alkol zehirlenmesi olduğunu ileri sürüp üstünü güç bela örtmüşlerdi.

Tatlı yalancı, gerçekleri bana anlatana kadar hepimiz öyle olduğunu sanıyorduk.

Çıkardığım iç savaşta, Kara Şövalyeler motosiklet kulübünün omurga rütbesini ellerinden almıştım. 2020'de Alana'nın ailesinin işlerini beceriksiz erkek kardeşi yürütüyordu. Ve o sene Kara Şövalyeler, Alana'nın ailesine farklı bir tedarikçiden aldıkları ucuz malı kakalamıştı. Evet, sonuç dört cesetti. Don Viperan ise bunu bildiği halde, müsamaha göstermişti.

Alana'ya kelimesi kelimesine aktardığımda ayak parmaklarına kadar kıpkırmızı kesilmişti. Gözleri kan, diye bağırıyordu. "Kanıtın var mı Sin? Eğer varsa, bu bir savaşa sebep olur."

"Brick'i gönderin," diye seslendim sürüye.

Kara Şövalyeler'in yıllar önce kara lekeyle kulüpten sürülen eski üyesi kamyondan indiğinde Alana'nın çenesinde bir kas attı. "Onu hatırlıyorum."

Adam yanımıza gelir gelmez dişlerini sıktı. "Doğru mu?"

Brick kahrolası bir keşti bu yüzden "evet" kelimesi ağzından zar zor dökülmüştü.

"İntikam istiyor musun Alana?" diye sordum.

"Önce onun ölmesini istiyorum. O gece ölenlerden biri, arkadaşımdı. Ve teslimat sırasında bu piç kurusu da oradaydı."

Gözümü bile kırpmadım. Tabancamı belimden çıkardım ve Brick'i başına bir el ateş ettim. Ses, limanda yankılandı. Kimse kılını bile kıpırdatmadı ve daha bedeni yere serilmeden Alana'ya yeniden elimi uzattım.

"Bu gece beni görmedin. İntikam istiyorsan hazırlıklarını yap ve mesajımı bekle."

Elimi sıktı ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Seth, aramızdaki tek çaylak olan Rico'ya cesetten kurtulması emrini verirken Dez yanıma geldi ve yarattığım pisliğe sırıtarak baktı.

"Sırada ne var?"

Kardeşimin omzunu sıktım, dokunuşumla gerilse de yüzüne aksettirmedi. Aramızdaki gerilim hiç bitmiyordu. "Rebel'a göre hareket edeceğiz sonra da müttefik kazanacağız. Don'un düşman edinmesini sağlamak çıkacak savaşta zaferimizi garantiler ama kayıp vermek istemiyorum..."

Bir ıslık çalarak başını geriye attı. "Hangisi?"

Aklımı okumuştu, beni iyi tanıyordu. "Matadorlar hiç başa geçmek istemedi ama Omurga rütbesinde yer almak, uğruna Don Viperan'a ihanet edecekleri bir konum."

"Peki ya diğer Viperan?"

Omurgamda kızgın ateşe çok yakın bir akım dolaştı. Kardeşimin soğuk gözlerinde gördüğüm endişe kıpırtısı mıydı?

"Ona karşı yumuşuyorsun."

Çenesini dikleştirdi. "Ona saplantılı bir hale geliyorsun."

Vücudumu tamamen Dez'e çevirdim. "Rebel'la ne yaptığım seni ilgilendirmiyor. Ama bir şeyi anlamanı istiyorum. Bir yerden sonra seni sadece uyarmakla yetinmeyeceğim Dez. Kafanda onunla ilgili herhangi bir şey varsa, unut."

Dez'in dudakları tehditkâr bir havayla kıvrılınca suratına bir yumruk geçirme isteğiyle doldum. "Rebel yürekli bir kadın. Bir adamın hayatında ve yatağında isteyebileceği her şeye sahip. Bir şansım olsaydı, muhakkak denerdim..." Kardeşime doğru bir adım attığımda sırıtışı genişledi. "Bölgeni işaretleme çabalarını bırak, ona zarar vermeye ya da baştan çıkarmaya falan çalışmıyorum."

Mesele bu değildi ikimiz de biliyorduk. İkimizin arasındaki sonu gelmez mücadeleydi.

"O Don Viperan'ın kızı, her ne kadar babasından nefret etse de bu ne olduğu gerçeğini değiştirmiyor," dedim, daha çok kendimi telkin ediyormuş hissini üzerimden atamadım, "Takasa kadar onu korkutmamaya çalış, onunla flört etme sadece güvende hissetmesini sağla. Elimizde olduğu ve kendi çıkarları her neyse onları gözeterek anlaşmaya uyduğu için şanslıyız."

"İşte problem de bu Başkan."

"Ne problemi?"

"Ah nereden başlasam..." diye alay edercesine parmaklarıyla saymaya başladı. "Don bile yıllardır bir akbaba gibi ölümünü beklediğini, en büyük düşmanı olduğumuzu, bilmemesine rağmen Rebel biliyordu. O kadın gerçekten çok fazla şey biliyor... Ve bunları bize kıçı kırık, laf üstünde bir anlaşma için vermiyor. Onun her an bize de kazık atacağı bariz bir gerçek ve sen göz yumuyorsun."

Kayıtsızca omuz silktim. "Rebel'ı merak ettiğimi inkâr edemem, yeteneklerini ve sınırlarını görmek istiyorum."

Yeteneklerini, sınırlarını, dilinin ucunda dönüp dolaşan tüm yalanları ve sadece benim gözlerime bir ziyafet çektirecek çıplak güzelliğini.

"Onu babasına vermek istediğine emin misin Logan?" diye sordu kardeşim, durgun bir deniz kadar açık ve ciddiydi, "Direkt kaosun içine yürüyecek."

Tüm bedenim bu düşünceye itiraz edercesine kasıldı. "Başının çaresine bakabilir, bana verdiği bilgilerle kumda oynamayacağımı biliyor. Layla'yı geri almalıyız. Sağ salim. Annesine bir şey olursa Wren beni asla affetmez."

"Rebel'ı yanında tut, onu müttefikimiz yap. Kısa bir mücadele olmayacak, sadakati yararımıza olur."

Seth konuşmamızın arasına girdiğinde, ki bunu çok nadir yapardı, kaşlarımı çattım.

"Hayır," diyerek onları kestirip attım ve motosikletime döndüm.

🐉

Kulüp evine döndüğümüzde arazi beklediğimden biraz daha kabalıktı. Sinner çoktan kapanmıştı ve sürünün bir kısmı buraya doluşmuştu.

Seth kısaca vedalaşıp kasaba merkezindeki tamirhanesine doğru yola koyulmuştu. Geceleri beyni ve elleri daha iyi çalışıyordu, o adamın doğru düzgün bir uyku çektiğini hiç görmemiştim. Yalnız bir kurttu ve sürünün bir parçası olmasına rağmen kalabalıktan pek hazzetmezdi.

Yaklaştığımızda kapı açıldı ve çıkan adamı görünce gözlerimi kıstım. Ethan'dı. Bir kulüp üyesi aynı zamanda bir doktordu. Sürüden birkaçının bağırsaklarını bile yerine koyup karnını diktiğine şahit olmuştum.

Küçük kızım Doktor'un arkasından el sallarken Fay de Wren'in yanında duruyordu.

"Seni seviyorum Ethan ama nedense seni görmekten pek hoşlanmıyorum," dedi Wren bir türlü süzgeçten geçiremediği sözlerini neşeyle etrafa saçarken.

"Çünkü beni gördüğünde genelde birilerinin canı yanmış oluyor Wren."

Kızım bu sanki masaya yatırılmış ciddi bir problemmiş gibi kelimeleri kafasında tarttı ve başıyla onayladı. "Sanırım öyle, alınmak yok."

"İyi geceler tatlı kız," dedi Doktor ve evden uzaklaşırken beni başıyla selamladı, "Başkan."

"Neden buradasın Doktor?"

Omuz silkti. "Büyük bir şey değil."

Motosikleti bir kere öksürdükten sonra yola koyuldu. Wren beni gördüğü gibi koşarak üzerime atladı. "Seni özledim. Evi özledim. Eve gidebilir miyiz?"

Ona kucaklayıp burnumu burnuna sürttüm. "Yatma saatinin geçtiğini fark etmedim sanma Miller."

Baş belası beni dinlemiyordu bile. "Son zamanlarda hep kulüp evinde kalıyorsun, Liena ve Fay'le olmaktan mutluyum ama eve gitmek istiyorum."

Wren'in kulüp evinde, benim evimde, Liena ve Bolin'in evinde ayrıca Fay'in evinde bir odası vardı. Bu çocuğu şımartmayı seviyorduk ama o en çok benim bekar evimden hoşlanıyordu.

"Rebel'ı burada yalnız bırakamayız o yüzden bir süre bu şekilde idare edeceğiz."

Yüzünü buruşturdu sonra aklına gelen fikirle -onun beyninin hızına ayak uydurmak için yaşlı olduğumu inkâr etmeyecektim- yüzü aydınlandı. "O da bizimle gelsin. Evet! Sen ben ve Rebel evde kalalım. Çok eğleniriz. Sabahları Rebel saçlarımı örer, birkaç kere yapmıştı. Gerçekten sıçıp batırıyor."

Sessizce güldüm. "Sıçıp batırıyor duruma pek uygun olmadı sanırım. Öğrendiğin her küfrü bir yerlere uydurmaya çalışmayı bırak." Omuz silktiğinde onu yere indirip elini tuttum. "Ve Rebel bizimle kalamaz Wren."

İsteseydim elbette kalabilirdi. İsteseydim, evimden dışarıya parmağını uzatamazdı. Ama kendi alanımı ona açmak, onu mutfağımda, banyomda, odalarımın kahrolası herhangi birinde bulunması bir seçenek bile değildi. Bağımlılıklara eğilimli değildim ama Rebel Viperan'ın üzerimde bir uyuşturucu kadar sarsıcı bir etki bırakacağına emindim.

Kızım somurttuğunda saçlarını dağıttım. Ciyaklayıp koşarak benden uzaklaştı.

Fay'in yanından geçerken, "Bu gece ne halt oldu da benim haberim yok?" diye sordum.

Kadın iç geçirdi. "Neden kendin görmüyorsun Başkan?"

Mutfaktan yükselen kahkahaları ve şişe şıngırtılarını takip ettim. Bir parçam, lanet olası çok küçük ama kalbimi deşen bir parçam Rebel'ı göreceği için heyecanlıydı.

Dez ve diğerleri ada tezgahının etrafında toplanmış kalabalığın arasına karışırken ben geriden gittim. Hararetli bir konuşma geçiyordu.

Rebel'ın kıvırcık saçları gözüme çarpan ilk şeydi. Yüksek sandalyede oturmuş, boyu yetmediği için bacaklarını altına kıvırmıştı. Rütbelilerimden biri olan Fox, yanında ayakta duruyor kalçasını adaya yaslıyordu.

Hem Fox'a hem de çaprazında oturan Bolin'e küçük şişelerde birer bira açıp büyük olanı kendisine aldı.

Bolin kucağındaki karısını neredeyse sarsacak hareketle öne eğildi. "Siktir, bu imkânsız." Liena ensesine vurdu. "Bebeğim, öyle bir kazadan sağ kurtulmasına imkân yok."

Rebel yandan kendinden emin bir gülümseme verdi adama. Tanrı aşkına. Onun çok farklı bir enerjisi, çok sıra dışı kadınsı bir karizması vardı. "Son hatırladığım kilisenin merdivenlerine kadar sürüklendiğim ve rahibin bana yardım etmek yerine dua etmesiydi."

Bir bacağını masanın üstüne koyduğuna, çizmelerinden kalçalarına kadar ipeksi tenini sergiledi. İç bacağındaki bir yarayı gösterdi. Fox bir Rebel'ın yüzüne bir de bacağına dikkatle bakıyordu. Kafamın arkasında hayalet bir ses çınladı. Bir tel geriliyordu ve kopmak üzereydi.

"Yirmi dikiş atıldı, kahrolası kemiğimi görebiliyordum."

Fox ıslık çalıp elini saçlarına götürdü, dövmelerinin altındaki cılız kasları şişirmeye çalışıyordu. Embesil.

Ve ben, Rebel'ın elinde aynı zamanda Fox'un da kolunda sargı olduğunu şimdi fark ediyordum.

İki adımda onun dibindeydim. Gelişimi görmesiyle ve Fox'la arasına girip bileğini tutmamla keskin bir nefes aldı. Dinleseydim, nabzının çarpıntısını duyabilirdim. Ama dinleyemiyordum. Elindeki sargıdan başka bir şeye odaklanamıyordum.

"Eline ne oldu?"

Ortama ürpertici bir sessizlik bulutu çöktü. Hepsi birbirine kısa bakışlar attı. Fox adanın diğer ucuna sıvışıyordu.

Rebel bileğini tutuşumdan kurtarıp ayağa kalktı. "Hiçbir şey olmadı."

Fox'a sormama gerek bile yoktu. "Sinner'da bir tartışma çıktı, turistler yine kafayı bulmuşlardı..."

Wren, Rebel'a olan hayranlığıyla araya girdi. "Adamlar Rebel'a asılmış o önce nazikçe uyarmış ama biri onu tutmuş ve Rebel da bira şişesini adamın başında patlatmış." Kıkırdadı. "Elini kesmesine çok üzüldüm ama yanlışlıkla Fox'un kolunu çizmesi biraz komik."

Rebel omuz silkti. "Hak etmişti."

Onu öpmek mi yoksa öldürmek mi istiyordum, bilmiyordum. Bu zaten onunla tanıştığımdan beri kafamı kurcalayan çıldırtıcı bir soruydu.

Çenemi sıvazlayarak kendimi sandalyeye bıraktım. Rebel aramıza mesafe koymaya çalıştığında onu kalçasından yakalayıp kendime çektim. Ne zaman bir yerine dokunsam, sersemliyordum. Ne zaman tenine değsem, o kadar çok dişlerimi tenine geçirme arzusu duyuyordum ki, bu istekle baş etmekte zorlanıyordum.

"O kadar hızlı değil," dedim ve o bana ters ters bakarken sürüme döndüm, "Yapılması gerekeni yaptığınızı umuyorum."

Fox ve Bolin başlarıyla onayladılar.

Rebel gözlerini devirdi. "Ne yaptınız?"

Bolin sırıttı.

Rebel'ın kulağına eğildiğimde hâlâ benden uzaklaşmaya çalışıyordu. Çabaları beni daha çok zorlamaya teşvik ediyordu. "İnsanların benden korkmasının bir sebebi var Rebel."

"Bana çok sevimli bir adam gibi görünmüştün, senden nasıl korkabilirler ki?" diyerek sataştı.

"Bir şekilde hâlâ kırılan kemiklerinden ve kustukları kandan beni sorumlu tutuyorlar inanabiliyor musun?"

Dudakları seğirince gülümsemesini gizlemek için yüzünü çevirdi ve masadaki bira şişelerini elini oyalamak için çöpe götürdü. Ama görmüştüm. O küçük tebessüm bile, bir orduyu tek başıma yıkıp geçmenin tatminini yaşatmıştı.

Sürümü izledim. Birkaçı gerçekten Rebel'dan hoşlanıyordu. Kim olduğunu unutmadan onu çözmeye çalışıyordu. Ama onunla yakın olmalarını, sahte gülücüklerle masamızda ağırlamalarını, hayatından hikâyeler anlatmasını sağlayacak kadar uyumlu görünmelerini tembihlemiştim. Samimiyetleri yalanlar silsilesinden ibaretti. Rebel'ı bir odaya kapatıp, karanlığa terk etsem pek çoğunun vicdanı bile sızlamazdı. Eğer bize güvenirse, bildiği daha derin sırları paylaşma konusunda daha cömert davranacaktı.

"Sonunda geldin Sin." Crystal'ın tiz sesi odayı doldurdu, eşiğe yaslanmış Rebel'a hasetle bakıyordu. "Bu sürtük yerini unutmuşa benziyordu. Sürünün masasında oturmaya layık olduğunu falan düşünüyor sanırım."

Rebel kollarını göğsünde kavuşturdu. "Affedersin?"

"Beni duydun. Bu kasabada nefes alabildiğin için bile kendini şanslı saymalısın."

Bu... keyifli olacaktı. Kardeşim'le göz göze geldik, bıyık altından gülümsedi.

Wren, Rebel'ın önüne fırlayıp parmağını Crystal'a doğru salladı. "Git ve kendini becer."

Cleo burnundan güldü. Tanrım bu kızın ergenliğini sabırsızlıkla beklediğimi söyleyemezdim. Crystal kıpkırmızı olmuştu.

Rebel hâlâ karşılık vermemişti, içindeki tatlı canavarın potansiyelini daha önce görmüştüm. Bir adamı duşlarda gebermişti, bir hapishane dövüşüne katılmıştı, bir gardiyanı dizinden vurmuştu. Şimdi onu tutan neydi?

"Senden daha tecrübeli, daha güzel ve daha az zehirli kadınlar bile bacaklarını açıp sürüde bir yer edinemez. Burası Boynuzlu Yılanların boktan kasabasına benzemez."

Rebel'dan daha güzel bir kadın olduğunu düşünmüyordum, o zehre rağmen değil zehriyle birlikte baştan çıkarıcıydı. Ve tecrübeye gelirsek... düşüncesi bile kanımı donduruyordu. Eğer bir Viperan olmasaydı, onun tadına bakma şansı yaşamış her adamın ismini dudaklarından söküp alabilirdim.

Rebel boynunu hafifçe bükmekten başka bir şey yapmayınca Crystal deliye döndü. Surat ifadesinden tehlikeli sulara gireceğini anladım.

"Bir kulüp sürtüğü olmak istiyorsan yanlış yerdesin tatlım."

Boynunu kırabilirdim, uğraşmam bile gerekmezdi ama Rebel'ın yerine yanıt vermek istemiyordum. Bu şirretliğinden sonra sürünün olduğu herhangi bir yere adım bile atamayacaktı, çenesini kapalı tutacak ve kasabadan sürülecekti.

Tatlı yalancım, Crystal'a gülümsedi. Parlak, kurnaz ve uğruna birkaç kişiyi deşmeye değecek bir gülümsemeydi. Tek kelime etmeden onu küçümsüyor, aşağılıyor, haddini bildiriyordu.

Bu kadarla yetinmedi. Wren'in elini tuttu ve Crystal orada yokmuş gibi kızımın saçlarını kulağının arkasına taradı. "Ailendeki her erkeği çok sevdiğini biliyorum ve kuralları ne kadar saçma bulduğunu da ama büyüdüğünde bir şeyi unutma Wren. Bir yere ait olmak için kişiliğinden ödün vermek zorunda değilsin. Diğerlerinden çirkin olabilirsin, daha küçük ya da zayıf olabilirsin ama masaların başına geçebilecek gücün ve aklın varken, insan kılığına girmiş bir ejderha olmak varken neden başkalarının değerini belirlemesine izin veresin ki?"

Wren'in ağzı açık kaldı. "Senin gibi olmak istiyorum Rebel."

Mutfaktaki herkes nefesini tutmuştu. Ben de öyle.

Rebel bana kısa bir bakış attığında dudaklarını yağmalamak istedim. "Benden çok daha iyi olacağına eminim bebeğim. Hadi yukarı çıkalım, uyumadan önce sana en sevdiğim şarkılardan dinleteceğim."

Kızımın elini tutup gitmek üzereyken, tişörtünün arkasında gizlediği ejderha dövmesini düşündüm. O sözlerin altında sırları yatıyordu. Rebel karanlık ve rutubette ömrünü geçirmiş, açılmayı bekleyen bir hazineydi. Ayrıca Crystal, ona ve kızıma tırnaklarını geçirmek üzere kapının önünde dikilerken gitmesine izin veremezdim.

Gitmesine asla izin veremezdim.

Tanrı aşkına...

"Wren odana çık, Rebel birazdan yanına gelecek."

Kızım mızmızlanmak için bana döndüğünde ona gülümsedim. Crystal'a hınzır bir bakış attı ve saçlarını savura savura mutfaktan çıktı.

Rebel'ın kaşları "şimdi ne halt edeceksin" dercesine çatılmıştı.

"Son vuruşu yapmak ister misin tatlı yalancı?" Bir kolumu ince beline, kalçasının kıvrımının hemen üstüne sarıp avcumu karnına yerleştirdim. "Kucağıma otur."

Elimin altında ne kadar kası varsa gerildi. "Sürünün önünde kolunu koparmadan önce elini çek," diye tısladı.

Onu sandalyeye doğru çektim ve bacaklarımın arasına girmesini sağladım. "Kucağıma otur Rebel. Hoşuna gidecek."

Crystal'a baktı, kadının gözlerindeki deliliği gördü ve bir eli uyluğumda yumruk halini aldı. Kararsızlığı kısa sürdü. Ada tezgahından destek alıp kucağıma yerleştiğinde neredeyse dizimin üstünde oturuyordu. Yeterince yakın değildi. Kolumu tamamen ona doladığımda, sırtı göğsümde, kalçası olması gereken tek yerdeydi.

Her nefesi neredeyse titreyerek dökülüyordu ve saçları çeneme değiyorken, Rebel Viperan kendi iradesiyle kucağıma oturuyorken sertleşmemem mümkün değildi. O takıntı kokusu yasemin kokusuna dönüyordu ve şampuanından değil teninden kaynaklandığını düşünmeye başlıyordum.

Bu an... Öyle doğru hissettiriyordu ki, bu hissi kendimi kesip içimden atmak istiyordum.

"Yarın sabah ayrılmış ol," dedim sesimi yükseltip şaşkınlıktan dilini yutmuş Crystal'a odaklanırken, "Hâlâ burada olduğunu duymamı istemezsin Crystal."

Crystal gözlerini kırpıştırdı. "Beni sürüyor musun? Onun için mi? Sandım ki sen ve ben..."

"Sana o umudu verdiğimi söyleyebilir misin?"

Kadın afalladı, elbette vermemiştim. Tek şaşıran Crystal da değildi üstelik. Rebel'ın göğsümü kaplayan sırtı gerilmişti. O... kıskanmış mıydı?

Sürümün Hakem'i; kurallarımızı denetleyen ve sürülmesi gerekenleri bir haşereymiş gibi kovalayan Cleo kadına doğru yürüdü. "Git Crystal."

O çırpınırken Cooper ve Fox koluna girip kapıya doğru sürüklediler. Çığlıkları sinirlerimi geriyordu. Rider'a çenemle işaret ettim. "Çenesini kapalı tuttuğundan emin ol."

Rebel kucağımda rahatsızca kıpırdandı. Hareket etmesinin ikimizin de yararına olmadığı kesindi. "Hoşuma gideceğini söylemiştin. Ve kesinlikle şu an senden daha çok nefret ediyorum."

Kıkırdadım. "Hoşuna gittiğini biliyorum Rebel. Sözlerimin değilse de kucağımda olmanın. Zevkini kovalamak için bacağıma sürtündüğün zamanı sen unutsan da ben pek unutmadım."

Rebel hareket etmeyi anında kesti. Bolin boğazını temizleyip sandalyesinden kalktığında bakmadan bile tatlı yalancımın kıpkırmızı olduğunu biliyordum.

Aletimi yumruklayıp kucağımdan inmeye çalışmaması ne anlatıyordu bilmiyordum ama ağırlığını bir bacağıma verip kolunu sırtıma doğru attı. Sandalyenin arkasına tutundu ve yüzünü bana döndü. Somurtuyor bana şüpheyle bakıyordu. O gözler ve kirpiklere sahip olabilmek için katil olabilecek birkaç kadın tanıyordum.

"Onu benim için mi kovdun gerçekten?"

Sorusunu yanıtlamadım bunun yerine bir parmağımı omurgası boyunca sürttüm.

"Ejderha ha? Sırtındaki gibi mi?"

Yüzünden hayalet bir gölge geçti. "Hayır, içimdeki gibi."

Sırtındaki parmağımı aşağı yukarı hareket ettirdim.

"Cehennem buz tutsa, senin ikimizi de sıcak tutacak kadar ateşin var değil mi Rebel?"

Duyduğu en komik şeymiş gibi alayla güldü. "Seni ateşe verirdim, bu beni sıcak tutardı Logan. Ayrıca ikimiz diye bir şey yok."

Elbette yoktu ama onunla ilgili bildiğim şeylerin arasına büyük bir gerçek eklenmişti.

Rebel sadece düşmanım değildi, o aynı zamanda benim rakibimdi. Artık neden Boynuzlu Yılanlar'a dönmek istediğini anlamaya başlıyordum. O da benim gibi koltuğa göz dikmişti.



Emerson: O evde geçirdiğin her an içim içimi yiyor. Dikkatli olmalısın Rebel. Sin Gowan, diğerleriyle aynı değil. Kan banyosunda yıkandığı için bir şeytan değil o, sinsi piçin teki.

Rebel: Dikkatliyim, öyleyim Em.

Morgan: Onu seksi kıçını kullanarak baştan çıkarmalısın. Seni becermesini sağla, kahrolası aklıyla oyna, erkekler yataklarındaki yılanları ayıklamakta iyi değildir.

Sawyer: Saçmalamayı bırakın lütfen. Ağzınla itiraf etmediğin sürece gerçekte ne istediğini asla bilemeyecek Rebel. Ellerindeki kanlı madalyonların neye hizmet ettiğinin bile farkında değiller.

Ağzımla itiraf etmediğim sürece. O hatayı yalnızca bir kere yapmıştım.

Partide Sawyer'dan aldığım telefonu bırakmadan kendimi yatağa attım. O gece dokunuşuyla aklımı yitirme derecesine geldiğimde neredeyse memelerimin arasına sakladığım telefonu yakalamasına sebep oluyordum.

Partiden beri kızlarımla iletişim halindeydik. Riley olmadan. Ona ulaşamıyorduk.

Sin'in kucağına bir ağaçmış gibi tırmandığımdan beri terliyordum. O geceden beri terliyordum. Kıçımda hissettiğim sertliği, boynumda duyduğum nefesini ve kalın parmaklarının vajinamda yarattığı zulmü aklımdan çıkaramıyordum. Neredeyse daha fazlasını hayal ederek kendime dokunmanın ucundan döndüğüm birkaç gece olmuştu. Korkutuculuğu, zalimliği ve yakışıklılığı kararlılığımı yıkıp geçiyordu.

Kucağında otururken kendimi muhtaç bir kadın gibi hissetmemiştim, öyle olmasını beklemiştim ama başımı döndüren duyguyu tanımlayamıyordum. Sanki bir kraliçeydim ve o da benim canavarımdı. Benim için kan akıtmaya hazır bir canavar.

Tanrı aşkına. Adamın bacağına sürtünmüştüm... Avuçlarımı gözlerime bastırdım.

Rebel: Bu gece madalyonu almalıyım ortalık sessiz, Sin dışarıda.

Emerson: Çıldırdın mı sen! Yakalanabilirsin.

Rebel: Evde yalnız kalmama izin vermiyorlar. O yokken iyi bir fırsat olur.

Sawyer: Yarın yeniden Sinner'a geleceğim, birbirimizden çok hoşlandığımızı, kasabadaki saf dövmeci kızla arkadaş olarak daha rahat davrandığını düşünsünler.

Morgan: Evet, bu gece iyi. Madalyonu al ve bir dövme yaptırmak için Sawyer'ın yeteneklerinden faydalanmak istediğini söyle. Bırak seni elleriyle onun yanına götürsünler.

Ayağa kalktım ve gölün kenarındaki kulüp evinin ıssız yollarını gözledim.

Rebel: Kasanın şifresini hâlâ bilmiyorum.

Emerson: Wren'in doğum gününü dene.

Sawyer: Kulübün kuruluş tarihi işe yarayabilir.

Emerson: Ah! Bir sürü 7 dene.

Morgan: Sin'in sikinin ölçüsünü bilseydin o da olabilirdi. O bir göt ve canavar götler bu tarz şeylere meyillidir.

Morgan: Büyük sayıları dene Rebel, küçük olmadığına çok eminim. Seni hayal kırıklığına uğratmayacak.

Sırıtışıma engel olamadım. Klasik Morgan. Onları gerçekten çok özlemiştim. Hayatımdaki yerleri öyle çok alan kaplıyordu ki, ne kadar acım ve acizliğim varsa üstünü örtüyorlardı.

Çıplak ayaklarımın parmak uçlarında ilerleyerek koridora fırladım. Birkaç kişinin horultusu duvarlardan sekiyordu. Wren'in odasına başımı uzatıp baktığımda mışıl mışıl uyuduğunu gördüm. Bu çocuğu çok seviyordum ve onu almadan hiçbir yere gitmeyecektim.

Bodrum kata inip kapıyı sessizce arkamdan kapattım. Telefonumun flaşını açtım, ışık yakmaya cesaret edemiyordum. Vitrinin önünde dizlerimin üzerine çöktüğümde parmaklarım titriyordu. Ciğerlerime derin bir nefes doldurdum ve Wren'in doğum gününü tuşladım. Kasa yanlış şifre uyarısıyla öttüğünde küfrederek arkama baktım.

Tamam. Pes etmeyecektim.

Mahşer Sürüsü'nün kuruluş tarihini girdim.

Kasa yine öttü.

Kıçımın üstüne oturup ter basan avuçlarımı bacaklarıma sildim. Üst üste bir sürü yedi. Elimde başka hiçbir şey yoktu.

Yavaşça tuşlarken yavaştım, gelecek olandan korkuyordum.

Hata uyarısı olduğundan daha yüksek bir sesle kulaklarıma vararak bodrum katı doldurdu. Öylece kalakaldım. Şimdi ne bok yiyecektim?

Düşün Rebel. Düşün.

Kasaya yaklaştım ve tuş takımının rakamlarındaki silikliği görmeye çalıştım. Çoğu solmuş görünüyordu tahmin etmek imkânsızdı. Ama...

2 3 5 ve 7 diğerlerinden daha içe göçüktü sanki. Boynumu büküp gözlerimi kıstım...

Tanrım!

Elbette. Hevesli kahkahamı bastırarak rakamlara bastım. Yedi. Rakamlar bir yedi çiziyordu.

Bir tıkırtı sesi yükselti ve kasanın kilidi açıldı.

"Umarım sikinin ölçüsü değildir Sin..." diye mırıldandım. Öyle olduğunu sanmıyordum gerçi. Büyük olduğunu biliyordum. Pantolonunun ardından verdiği hissin düşüncesi bile kulaklarıma ateş basmasına sebep oluyordu.

Kafanı topla kızım.

Sargılı elimi kasanın içine uzatırken, kırmızı leke avcuma yayılmıştı. Derin bir kesik değildi ama acıtıyordu.

Elime ilk gelenler dolu bir tabanca, kanlı bir haç ve bir fotoğraftı. Tabancalarla ilgili garip olan, benim ellerimdeyken zihnimde herhangi bir şeyi tetiklememesiydi ama bana doğrultulduklarında beynim kırmızı alarm veriyor bütün sistemlerim kapanıyordu.

Alt dudağımı ısırdım, Sin'in bu kasayı sürekli kontrol ettiğini sanmıyordum.

Siktir et.

Tabancayı şortumun beline soktum ve flaşı fotoğrafa tuttum. Vay canına.

Bu bir düğün fotoğrafıydı. Mahşer Sürüsü Yedi'nin motosikletleri çiftin etrafını çevirmişti. Yakışıklı, oldukça yakışıklı esmer bir adam gelinin suratını ellerinin arasına almış onu tutkuyla öpüyordu. Kadın sarışındı, beyaz mini bir elbise giymişti ve resmen adamın üstüne tırmanmıştı. Şişkin karnını görebiliyordum.

Parmaklarımı dudaklarıma götürene kadar gülümsediğimi fark etmemiştim. Çok güzeldi. Hep böyle bir mutluluğu elde etmek istemiştim, buna hep ayrı bir açlık duymuştum. Ama Konstantin'le ateşli ilişkimizin cicim aylarınca bile bu mutlu kareye yakın bir şeye erişemeyeceğimi biliyordum. Bebeğe rağmen... Kadının karnına tekrar baktım. Asla erişemeyecektim.

Fotoğrafın arkasını çevirdim.

Michael Micky Gowan ve Savannah Gowan.

Logan'ın ailesi.

Logan... Tamam artık benim için kesinlikle Sin değildi. Şeytanın onun kisvesine bakılarak yaratıldığına emin olduğum bir adamdan böyle arzularımı dağlayan bir çekim duymak tehlikeliydi.

Vakit kaybetmeden tekrar kasaya uzandım. Parmaklarıma değen soğuk metalle nabzım hızlandı.

Sürünün kemikler mirası benim avuçlarımdaydı.

Antik bir sikkeyi andırıyordu, boyutu neredeyse avucum kadardı ama üzerindeki karmaşık desenlerin ve Latince yazıların gizlediği sırlar... Tüylerim diken diken oldu.

Bu küçük madalyon parçası, Helbarvest'i hatta tüm dünyayı ayağa kaldırabilecek bir gücü taşıyordu. Anlamını bilerek onu üzerimde taşımaksa, neredeyse bir intihardı.

Ama elime ikinci bir şans geçmişti. Asla pes etmeyecektim.

Madalyonu sutyenime sıkıştırırken kasanın ucundan sarkan küçük şeffaf pakete uzandım.

Kaşlarımı çattım.

İçinde sigara izmariti vardı. Neden bir izmariti saklamıştı ki?

Parmaklarımın arasında inceledim. Markası yoktu. Özensizce sarılmıştı. Aklıma düşen fikrin ürkütücülüğüne karşın omurgamdan aşağıya tatlı bir ürperti yayıldı.

Bu onunla Damgrave'de paylaştığımız sigara mıydı? İzmariti çöpe değil, cebine atmıştı...

Hafif bir gürültü kulağıma iliştiğinde bir tilki gibi doğruldum. Boğuk sesler ve ağır adımlar bana yaklaşıyordu.

Lanet olsun.

Her şeyi kasaya atıp kapağını ve telefonun flaşını kapattım. Ayağa fırladığımda kalbim boğazıma kadar tırmanmıştı. Bodrum katın merdivenlerinin başındaki kapının açıldığını duyduğumda can çekişircesine bir nefes verdim.

Yakalanamazdım. Tanrım.

Deri koltuğa doğru atıldım, duvarla arasındaki boşluğa sıvıştım. Sırtımı yaslayıp yere eğildiğimde, bodrumun diğer ucundaki toplantı masasını görebiliyordum.

Kapı gıcırtıyla açıldığında geri çekildim. Bodrumun loş sarı ışıkları yandı.

"Çok uzun sürdü." Logan'ın huysuz, boğuk sesi damarlarımda adrenalinin patlamasına sebep oldu.

"Biraz daha uzun sürmüş olsaydı evine bir ziyaret gerçekleştirecektim." Seth'in burada olduğu duymaksa başka bir tedirginlik boyutuydu.

Çizmeleri zeminde tıkırdadı. Bir sandalye çekildi. Masaya geçmişlerdi.

"İzledin mi?" diye sordu Logan.

"Fırsatım olmadı ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum."

Merakıma yenik düştüm ve koltuğun kenarından gözümün ucuyla bakma cesareti gösterdim.

Logan bana çapraz şekilde oturuyor, Seth arkasında ayakta duruyordu. Laptop açıktı ve ekranı az çok seçebiliyordum. Ne izleyeceklerdi?

Ekranda siyah beyaz, ıssız bir caddenin mobese kaydı açıldı. Bir motosiklet kaydın sağ köşesinde belirdi. Motosikleti hemen tanıdım... Kanım dondu.

O bendim. Motosiklet de benim kırmızı bebeğimdi.

Kamera yalnızca belirli bir bölgeyi çekebilmişti ama açıkça motosikletten inen sürücünün kim olduğu belli oluyordu, saçlarım ve deri yeleğim beni ele veriyordu.

Bu vurulduğum gecenin kaydıydı. Logan onu bulmuştu. Nasıl... ve neden?

Az sonra yaşanacak kaosun her anını hatırlıyordum. İzlemek istemiyordum, yeniden canlı canlı görmek istemiyordum, bunu yapamazdım. Kendimi geriye çekip yumruklarımı o kadar sıktım ki avcumdaki kesikten kanın sızdığını hissettim.

Sürü o kaydı izlememeliydi. Yaşananları görmemelilerdi ancak şu an hiçbir şey yapamazdım.

"Neyi bekliyor?" diye sordu Seth.

Ölümümü bekliyordum ama o sıralar bundan haberim yoktu.

Logan'ın sesi elması kesecek kadar sertti. "Gergin görünüyor."

Birkaç dakikalık sessizlik boyunca kalp atışlarımın duyulmasından endişe ettim.

"Birileri geliyor..." İkisinin de ekrana eğildiklerini tahmin edebiliyordum.

"Tahmin etmiştim," dedi Logan hırlayarak, "Motosikletlerinde ve yeleklerinin sırtında Boynuzlu Yılanlar'ın arması var."

"Yüzleri belli olmuyor Başkan, kulüpten herhangi birileri olabilir."

Tanıyamadıkları için rahatlasam da gözlerime dolan yaşları geri tutmakta zorlanıyordum. Ben o yüzleri, o yüzü asla unutamıyordum.

Seth'in ilk defa şaşırdığına şahit oluşum elbette benim vuruluşumun kaydını izlerken gerçekleşmişti. "Siktir. SUV'ler etrafını sarıyor. Bu kahrolası herifler de kim?"

Üç SUV, motosikletlerin arkasında başka bir bariyerdi. Kaçacak yerim olmasın diye alanı daraltmışlardı. Kahrolası heriflerin de simsiyah takım elbiselerini gördüğümde, o donuk suratların karşılaştığım son şey olduğunu anlamıştım.

Logan'ın sandalyesi geriye düştüğünde yerimden sıçradım. "Bu sikik bir tuzak. Rebel'ı tuzağa düşürmüşler..."

Gözlerimi sımsıkı yumdum. Gerisinde ne ile karşılaşacakları belliydi.

Beni başımdan vurmaları için diz çökmeyi reddettiğim süre boyunca karnımı, başımı, bacaklarımı tekmelemiş en sonunda yere düştüğümde yine devam etmişlerdi. Bana sorular soruyorlardı, hiddetli tükürükleri suratıma sıçrıyordu. Yanıtlamamıştım, onlara hiçbir şey anlatmamıştım ama yalvarmıştım, bebeğimin hayatını bağışlamaları için durmalarını haykırarak yalvarmıştım.

Görüşüm karardığında, dünya karanlık siluetler karmaşası halinde gözümün önünden akıp giderken bana doğrultulan silahın sesini duymuştum. Karnıma, bilinçli olarak tam göbeğime ateş edilmişti.

Beni yolun kenarına taşıdıklarında bilincim henüz kapanmamıştı ama baygındım. Bebeğim için hayata tutunmaya çalışıyordum. Dişlerimi ve tırnaklarımı yaşamın alçak ensesine geçirmeye çabalıyordum.

Logan ve Seth her şeyi derin, soğuk bir sessizlikle izledi.

"Gidiyorlar," dedi Seth, "Öldüğünü düşündüler ya da yavaşça ölmesi için kendi haline bıraktılar."

Hıçkırıklarımı bastırmak için elimi ağzıma kapattım ve koltuğun kenarından eğildim. İkisi de ayaktaydı. Logan... Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki, o hiddetin karşısında olmak istemezdim. Viski rengi çalkalanıyordu. Parmak boğumları yumruk yapmaktan bembeyaz kesilmişti.

Elimde değildi, ekrana baktım. Kameranın beni daha iyi gösterdiği bir açıya doğru kendimi sürüklüyordum. Yaşlar yüzümdeki elime doğru süzüldü. Ağzım açıktı, ses olmasa da çığlığım dalga dalga kulağıma geliyordu.

Bir elimle hâlâ karnımı tutmaya çalışıyordum, titreyen kolumla insanların beni fark edeceği bir yere ulaşmak için bedenimi sürüklüyordum. Arkamda kandan bir şerit bırakıyordum.

Seth, "Siktir," diye homurdanarak odanın diğer tarafında volta atmaya başladı.

Perişan bedenim kayıt ekranından çıktı. O sırada mobesenin kayda almadığı bir bölgeye girmiş olmalıydım. Az sonra amcam Blake Viperan gelecekti. Beni hastaneye yetiştirecekti. Onlarca ameliyata girecektim. Sessiz kalmaları için doktorlara rüşvet verecekti. Bebeğimi kaybettiğimizi söyleyecekti ve beni Damgrave'e gönderecekti.

Logan gözlerini kapattı, boynunu kütletti. Patlamak üzereymiş gibi duruyordu. Delirmesine ramak kalmış gibi...

"Açık bir şekilde ortada, yılanlar bir sebepten Rebel'ı tuzağa düşürmüş," dedi Seth, "Ama diğer adamlar kimdi?"

"Dışarı çık."

Seth de ben de Logan'ın genizden yükselen emriyle donup kaldık.

"Başkan..."

"Siktiğimin bodrumundan çık!"

Seth başını salladı ben de onunla gidebilmeyi buradan çıkabilmeyi diledim. Kendimi tutamıyordum, hıçkırmamak için vücudumu kastığım her an karnım ağrıyor, boğazım acıyordu.

Kapı kapandığında Logan kollarını masaya dayamış ekrana bakıyordu. Bir duygu gösterseydi daha az ürpertici olabilirdi ama o kadar soğuk ve ifadesizdi ki, neler olacağını tahmin edememek onu okuyamamak daha korkutucuydu.

Kaydı geriye sardı, motosikletimle geldiğim kısma. Baş parmağını ekrana götürdüğünde soluğum kesildi. Görüntümün üstünde, dokunuşundan izler bıraktı. Sanki tenime, saçlarıma, dudaklarıma dokunuyordu.

"Rebel..." diye ölümcül bir fısıltı döküldü ağzından, "Sana ne yaptılar güzelim, senden ne istediler?"

Tüm bedenim kilitlendi. Bir an benimle konuştuğunu sandım ama hayır, ekrandaki görüntüme sesleniyordu. Bu... Bu. Tanrım. O kadar şefkatli, o kadar gerçek ve göğsümü parçalayacak kadar yoğun bir tepkiydi ki...

Laptop pat sesiyle kapandığında sığındığım yere iyice sindim. Kendine içecek bir şey-muhtemelen viski- doldururken onu dinledim. Kana kana içerken boğazından çıkan sesi de duyabiliyordum.

Sonra bir şangırtı yükseldi. Bardağı duvara çarptı cam kırıkları paramparça olarak yere döküldü. Adımları uzaklaşırken dişlerimi sıktım. Gıcırdayan merdivene ulaşmadan ansızın durduğunda, panikledim. Bir, iki, üç kalp atımı süre geçti sonra da ışığı söndürüp bodrumdan çıktı.

Ve ben de parçalandım. Kollarımı bacaklarıma sararken, yüzümü dizlerime gömdüm. Kendime yaşadığım hiçbir şey için ağlamama sözü vermiştim. Bu sözü ara sıra bozuyordum. Hepsi benim hatamdı, benim aptallığım.

İçimde fokurdayan volkana söz geçiremedim. Bu yüzden bıraktım. Uyuşana, sakinleşene kadar ağladım.

🐉

Koridorları kolaçan ederek odama çıktım. Kapıyı yavaşça arkamdan kapatırken ışığı açamadım. Karşımdaki pencerelerden ay ışığının siyah çarşaflı yatağa süzülüşünü izledim. Banyoya geçerken tişörtümü başımın üstünde çekiştiriyordum. Kapının arkasındaki tuvaletin rezervuar kapağını kaldırdım ve sutyenimin arasındaki madalyonu suyun içinde, görünmeyen bir yere yerleştirdiğimden emin oldum.

Şortumu çıkarıp atarken, tabancayı yastığımın altında saklamaya karar verdim.

İç çamaşırlarımla odaya girip üstüme bir tişört geçirmek için şifonyere yürürken karanlık odanın havasında bir ağırlık hissettim. Bir de koku. Misk, sigara ve viski kokusu.

Yutkunurken silahtaki parmaklarım sıkılaştı. Omzumun üstünden ağır ağır pencere tarafına döndüğümde nefesini çoktan işitmiştim.

"Karar veremiyorum Rebel," dedi Sin, Logan değildi, şu anda Sin Gowan'dı. Mahşer Sürüsü'nün Başkan'ı olarak pencerenin kenarındaki gölgelerin gizlediği berjerde oturuyordu. "Suratındaki panikle birlikte kaçmana izin verip, seni yakalayana kadar biraz eğlensem mi? Partide yarım kalan işimizi senin diz çökmenle mi sonlandırsam?"

Ayağa kalktığında geri geri gittim, kalçam kapıya çarpınca durdum. Sözlerinin bacaklarımın arasını sırıl sıklam yapması normal değildi. Ben normal değildim.

"Yoksa hainlere yaptığım şeyi yapıp, seni direkt öldürsem mi?"

Çizmelerindeki metaller bana doğru attığı her adımda birbirine çarpıyordu. Üzerinde yalnızca kaslarını saran bir tişört vardı, kendini öyle bir kuvvetle sıkıyordu ki, kollarının üstündeki dövmeler kasılıyordu.

Onun, çıplak vücudumda hırsla dolaşan yırtıcı gözlerini izlerken sözlerini duymuyordum bile.

Ona doğru hafifçe kaldırdığım silaha kısa bir bakış attı, gülümsemesi yeryüzünü yerinden oynatabilirdi. Parlayan dişleri, çarpık ifadesi... "Benimle flört etmeye mi çalışıyorsun Rebel? Çünkü işe yarıyor. Eğer derdinin beni bir kaya kadar sertleştirmek olduğunu varsayıyorsak tabii..."

Silahı hızla indirdim. "Seni bir tehdit olarak gördüğü için silah tutan bir kadını ancak sen flörtöz ve çekici bulabilirsin zaten. Hasta herif."

"Tatlım, sadece sen. Başka bir kadın tabancasıyla yanıma yaklaşamazdı bile."

Kızardığımı hissediyordum ve tenimdeki rengi tırnaklarımla kazımak istiyordum.

"Neredeydin Rebel?"

Çoktan biliyordu. Yanıtlamadım. Kalbimin atışı yüzünden ağzımı açamadım. Sadece susup, hareketlerini tahmin etmek istiyordum. Bir yırtıcı karşısında en akıllıca tavır bu olurdu. Beni masum, korkmuş, sinmiş, yalnızca bir yere kadar hain olarak görmeliydi. Gerçek potansiyelim ona karşı bir tehdit oluştururdu.

Elini uzattığında aramızda yalnızca bir adımlık mesafe vardı. Kapının pürüzlü yüzeyi kıçıma çizikler atıyordu.

"Silahı bana ver."

Gözlerimi inatla yüzüne diktim ve başımı iki yana salladım.

"Silahı bana ver Rebel."

Artık gülümsemiyordu, kıpırdamıyordu, bekliyordu. Saldırmak üzere olan bir yılan gibi.

Gönülsüzce silahı avucuna bıraktım.

Ağırlığını elinde tarttığında yüzünde hoşuma gitmeyen plancı bir ifade vardı. Soğuk metal boğazıma değdiğinde vücudumdan bir titreme geçti. Korkuyordum. Ancak şu anda sebebi silah değildi. Tamamen değildi. Gözlerindeki şiddetli vaatlerdi.

Tabancayı boğazımdan çeneme doğru kaydırırken dizlerimin bağı çözülmek üzereydi. Diğer eli boynuma varıp sıkıca kavradığında tişörtüne tutundum.

"Ağzını aç."

"Ne?" Lanet olsun, çatlayan sesimden nefret etmiştim.

Metal şimdi alt dudağımın altındaydı. "Ağzını aç."

Ne yapmaya çalıştığını anladığımda yutkundum. Beni öldürmeyeceğini biliyordum. Öldüremezdi. Hastalıklı bir oyun oynuyordu. Zayıflıklarımı parça parça çözüyordu. Tahrik olduğum için utanıyordum.

"Hayır Logan."

"Korkularını yenmelisin Rebel, güvendiğin biriyle daha kolay olur."

Güvendiğim biriyle mi? Kahkaha atmak istedim ama yapmadım.

"Sana güvenmiyorum."

Tabancayı dudaklarıma dokundurdu, bir çerçeve çizer gibi etrafında sürüdü. "O zaman güvenmeye başla. Canını ellerimde tutuyorum sonuçta."

"Bu o kadar yanlış ki, nereden başlayacağımı bile bilmiyorum."

Tabanca dudağımın yanına doğru kaydı diğer köşesinde baş parmağı vardı. Dudaklarımı ayırmaya teşvik etmeye çalışıyordu.

"Ağzını aç Rebel."

Gözlerinde çatırdayan ateş, beni ısıttı. Öyle ısıttı ki ağzımı çok az araladım. Göz kapakları yarıya indi ve metali, dişlerimin üstünde kaydırdı. Odağı yüzünden kendi dolgun dudakları da benimle birlikte hafifçe açılıyordu.

"Hem yalancı hem de hırsız... Bu hissi aklında tutmanı istiyorum. Yüzüme karşı cüretkâr olabilecek, bana meydan okuyabilecek kadar güçlü olabilirsin ama benim de, cesaretini şu an olduğu gibi takdir ederken, arkamdan iş çevirdiğin an yerle bir edebileceğimi unutma."

Ağzımın ucuna dayanan silah yüzünden değil ona verecek bir cevabım olmadığı için konuşmadım. Asıl ben onu yerle bir ettiğimde itaatkâr tavırlarıma kandığı için pişmanlık duyuşunu zevkle izleyecektim. Tamamen masum olmadığımı tabii ki biliyordu ama planlarımın gerçek yüzü onun karanlık zihninden bile geçmezdi.

Bir araç yoldan geçtiğinde ışık kısa bir an içeriye vurdu. Logan'ı hem öfkeli hem de son derece arzuyla dolmuş bir tanrı gibi aydınlatırken benim de suratım açığa çıktı. Kurumuş gözyaşlarım, kızarmış gözlerim, şişmiş ağzım ve burnum.

Yüzümün her bir noktasını aklına kazırcasına tararken kaşları çatıldı. Silahı dudaklarımdan çekip yanımızdaki şifonyerin üstüne bırakırken tükürüğümü sildim.

"Bana bir isim vermeyeceksin değil mi?"

Evet, bodrumda olduğumu biliyordu.

"Hayır."

"İntikam istiyorsun değil mi?"

"Evet." Çenemi dikleştirdim.

"Bunu kendin yapmak istiyorsun değil mi?"

"Evet Logan."

Başını geriye attı. Tanrı'dan sabır dilenen bir adam gibiydi. Sınırdaydı. Varlığımın onun kadar sabırlı ve soğuk bir Başkan'ı sınırlarda dolaştırıyor olması tatmin ediciydi.

"Buna izin veremem Rebel," diyerek itiraz etti, "Gördüklerimden sonra olmaz."

Yüzümü kafa karışıklığıyla buruşturdum. Neden bu kadar ısrarcıydı? Don'la ilgili bilmek istediklerinde beni her zorlayışını anlayabiliyordum ya da sırtında bir bıçak dolaştırdığımı her sezdiğinde beni tehdit edişini ama bu benim meselemdi. Onunla hiçbir alakası yoktu.

Bir eli hâlâ ensemde duruyordu beni kendine çektiğinde tökezledim ve tişörtüne asıldım. Bir an beni öpeceğini sandım, Tanrım hatta izin bile verecektim.

Ama beni öpmedi. Dilini yanaklarımda kurumuş gözyaşlarının üstünde dolaştırdı. İnlememek için nefesimi tuttum. Vücudum yanıyordu.

"Gözyaşlarının bile nefis bir tadı var," diye fısıldadı diliyle ıslattığı yere ılık nefesini üflerken, "Onları nasıl silebilirim tatlı düşmanım, söyle bana."

Ne...

Ne?

Şaşkınlığım gözeneklerimden bile sızıyordu. Burnu burnuma değerken uzaklaştı ama beklenti içindeydi. Logan Sin Gowan, gözyaşlarımı nasıl yok edeceğini söylememi istiyordu.

Nefret, kin, şehvet ve özlem karnımda bir karmaşa yumağı haline gelmişti. Nabız gibi atıyor, zihnime karmaşık talepler yolluyordu.

Gözlerimi kırpıştırdım. Bu an hayatımızda hiçbir şeyi değiştirmeyecekti ya da her şeyi değiştirecekti bilmiyordum. Tek istediğim Logan'a aç olduğumdu. Kim olduğunun, bana ne yaptığının ya da ne yapacağının önemi yoktu.

Elini tutup bacaklarımın arasına götürdüm ve gözlerimi talepkâr tavrıma inanamayarak kırpıştırdım.

Çenesinde bir kas seğirdi. Nefesinin altına bir küfür gizledi.

"Devam et."

İç çamaşırımı kenara çekip avucunu bana bakacak şekilde çevirdim ve zonklayan, çoktan ıslanmış kadınlığıma bastırdım. İnilti alt dudağıma saplanmış dişlerimin arasından tiz bir sesle taştı.

"Tanrım Rebel." Vücudumu adeta içiyordu. Memelerime, göbeğime, merkezimdeki eline başka hiçbir şey görmek istemiyormuş gibi bakıyordu. "Parmaklarımı kullan. Elime boşaldığını hissetmem gerekiyor."

Sözleri beni çoktan o eşiğe sürüklemişti. Tek bir okşama yetecekti.

Bileğini kavradım ve elinin üstünde ileri geri hareket ettim. Zevk yüzünden çarpılmak bu olmalıydı. Daha fazlasına ihtiyacım vardı.

Bir parmağını içime ittiğinde koluna tutunarak inledim. Avcuyla klitorisimi uyarırken parmağını içime sokup çıkarıyordu. Çok yakındım, titriyordum, inliyordum, gözlerim yavaşça geriye dönüyordu.

"Bir yeterli mi?" diye sordu hırıltılıyla, "Ya da iki mi?" İkinci parmağı da kaygan duvarlarımı aştığında küçük bir çığlığı tutamadım. "Ah, üç o halde." Üçüncü parmağı eklediğinde başım geriye düştü.

Kasıklarımdaki düğüm çözülmek için yakarıyordu. Kendimi tuttum. Manzaramın o olmasını istiyordum.

Ereksiyonunun zorladığı kotuna uzandım. Kalın aletini avuçladığımda belimi sıkıca tutarak homurdandı. Kemerini çözmeme, fermuarını indirmeme yardım etti.

Serbest kalıp karnına çarpan aletinin büyüklüğüne karşı yutkundum. Bir kere yumruğuyla kendini sıvazlayıp başındaki zevk suyunu yaydığında ikimiz de aynı anda inledik.

Kendini aşağı yukarı okşarken, bakışları kararmıştı, burnundan derin nefesler alıyor, boynundaki her kas geriliyordu.

Odayı dolduran ıslak sesler ve beni gözleriyle yiyip bitirirken kendi zevkini kovalaması o kadar erotikti ki, sarhoş gibi hissediyordum.

Hem kendi hızını hem de bacaklarımın arasındaki ritmi artırdı. İri bedenini benimkine bastırıp, aramızdaki tüm boşluğu kapattı.

"Benim için gel Rebel," diye hırladı kulağıma.

"Sen de benim için gelirsen Logan."

Parmakları o noktaya vurduğunda ve klitorisime bir kere daha baskı uygulandığında ben de onun kulağına doğru çığlık attım.

"Senin her yerine geleceğim güzelim."

Zevk yıkıcı bir dalga gibi içimde patladığında omzuna tutundum ve dişlerimi koluna geçirerek bağırışımı bastırdım. Etkisini birkaç saniye boyunca üzerimden atamadım. Hayatımda hiç böyle bir tatmin yaşamamıştım. Ve yalnızca kahrolası parmaklarını kullanıp kulağıma edepsiz sözler fısıldamıştı.

Logan da kısa bir süre sonra arkamdan geldi. Aletinin başına ulaştı, yumruğunu etrafına sardı ve omuzlarımı kapıya doğru itip karnıma boşaldı.

Terle parlayan vücuduma, karnımdan damlayan menisine baktım sonra da onun derin nefeslerle inip kalkan göğsüne. İkimizin de şehvetin etkisinden sıyrılan bakışları sertleşmişti.

Logan başını iki yana salladı. Önce kirli sakallı çenesini sıvazladı sonra parmaklarını dağınık saçlarından geçirdi. Yandaki şifonyere gitti bir çekmeceyi açıp eline geçen ilk tişörtle tenimdeki izlerini temizledi.

Tişörtü bırakırken bakışlarımız buluştu. Kendi hissettiğim karmaşayı onda da görebiliyordum. Zayıflık, zaaf, düşkünlük ve saplantı.

Dünyamızda, birinin hayatına mâl olabilecek en tehlikeli birleşimler.

İkimiz de bunun bir dikkat dağıtıcı olacağını, birbirimizi sistemimizden atacağımızı sanmıştık. Tanrım onun da aynı şeyi düşündüğünü bir şekilde biliyordum.

Yüzümde ve vücudumda bir cevap arıyor gibiydi. Dişlerini gıcırdatıyor, yavaşça derisinin altından öfke yükseliyordu.

Kotunu düzeltirken ondan uzaklaşıp odanın ortasına varmıştım. Güvenli bir mesafedeydim... Kapıyı açmadan önce bana dönmeden duraksadı.

"Bana ihanet etme Rebel, gerçekten senin canını yakmak istemiyorum."

Bir şey söylememe fırsat vermeden çıktı. Sanki cevabı duymak istemiyordu ya da sessiz yanıtımı.

Sürünün diğerleri gibi olmadığını biliyordum. Logan her ne kadar herkesten çok kana bulanmış olsa da; onurlu, korumacı ve kendi dünyasında tanrı kabul edilen yürekli bir canavar olduğunu biliyordum.

Yine de hepsine ihanet edecektim. Cleo'ya, Dez'e, Axel'a, Sinner'daki çalışanlara... Logan'a. Arkadaşlarım ve ben onca fedakarlığı boşuna yapmamış, onca acıya vicdan yüzünden geri adım atmak için katlanmamıştık. Ruhumu ancak böyle kurtarabilirdim. Hiçbir kulüp verdiğimiz savaştan sonra ayakta kalamayacaktı. Helbarvest'in çetelerinin çoktan tarihten silinmiş olması gerekiyordu.

🐉

Ve bölüm sonu canavarrrı!

Sizi çok seviyorum

Kendinize iyi bakın

Haftaya görüşürüüüzzz

Continue Reading

You'll Also Like

6.5M 404K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
1.8M 50.8K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
Budapest By Jazal

Fanfiction

5.9K 570 22
Budapest de ne olmuştu
3.4K 651 41
Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde yaygınlaştı. Artık cinsiyet ya da statü...