GÖLGE KANI

By yzrperest12

226K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

S2- BÖLÜM 18: RİSKLER

1.9K 203 210
By yzrperest12

  
Heeelllooooooovvv!!

Nasılsınız bakemmm???

Ummarım koccaaaammaann iyi bir gün geçirmişsinizdirrr!!

Girişte spoiler vermek gibi olmasın ama bomba gibi bir bölümle geldimmm ;))

Bu bombaya bir de yıldızlar parlasa...

İyi okumalar o hâldeee!!

🌜🌚🌛

"Riskler her zaman sizi sonunda beyaz ışık olan bir kuyuya atardı. O ışık sizi ya sona götürürdü ya da çıkışa."

🌜🌚🌛

    Gölge olmak ne demekti? Gölge olmak hayatınızın tamamen alt üst olması demekti.

Ve benim hayatımın ne üstü ne de altı güzeldi.

Güzel olan sadece insanlardı, onların da çoğunluğu değildi. Ben sevilmezdim, ben dışlanırdım. İnsanlara göre aptal, ne yapacağı belli olmayan bir deliydim. Güçsüzdüm, beceriksizdim, geri zekâlıydım. Bunların hiçbirini inkâr da etmezdim. Ben hem deli, hem geri zekâlı, hem güçsüz, hem beceriksizdim. Ama hepsinin zıddını da taşırdım içimde.

Çok zeki değildim, bunu kabul edebilirdim.

Çok güçlü değildim, bunu bu evrene girdiğim ilk anlarda değil belki ama biraz zaman geçtikten sonra anlamıştım.

Ben tam bir çocuktum.

Öğrenmeye ihtiyaç duyan, hem güçlü hem güçsüz, becerikli bir beceriksiz ve çoğunlukla deli. Ve hiçbir çocuk tutsaklığı sevmezdi. Arkadaşlarına çok bağlı olurlardı, sevdikleri kişiler sınırlıydı çünkü kimse onlara işine gelen herkesi seviyormuş gibi yap dememişti. Oyunlardan zevk alırlardı. Ben bunlara sahiptim.

Ben çocuk ruhlu bir kızdım. Hep böyle olmuştum. Çünkü her şey elimden alınmıştı. Annem ve babam elimden alınmıştı. Yıllarım çalınmıştı. Yalanlar ekilmişti tüm hayatıma. Parça parça dağıtmışlardı hayatımı ama sökememişlerdi gülüşümü. Benden anne ve babamı dahi alabilmişlerdi ama gülüşümü alamamışlardı. Şimdi de bunu istiyorlardı. Gülüşümü çalmak istiyorlardı, ben de onlara yapabilmişler gibi gösteriyordum.

Bildiğim bir şey varsa o da görmek istediklerini verdiğiniz kimse sorgulamazdı. Herkes sadece görmek istediğine odaklanırdı.

Tıpkı benim de bir zamanlar yaptığım gibi.

Ben her şeyi bile bile yıllarca kendimi kandırmıştım. Anne ve babamı sırların içine koymuştum. Ben annemle babamı toprağa değil sırlara gömmüştüm.

Şu an tam olarak bu nedenden ötürü bu ortamda bulunuyordum. Her zamanki gibi Bay Canavar'ın yokluğunu kollamıştım. Tabii diğer Temsilciler içinde aynı şey geçerliydi. Casuslar her zaman olurdu ama onların talihsizliği de benim zihnimdi. Ama tabii yine de henüz saatlerce herkesi kandırabilecek kadar güçlü değildim. Bir bakımdan o yüzden Marcus'un yokluğu iyiydi. Değiştirelim bir bakımdan değil, çoğu bakımdan.

Sally beni baştan aşağı süzüyordu. Yine o donuk bakışları üstündeydi. O yüzyılı aşkındır yaşayan bir vampirdi. Yüksek ihtimaller dahilinde babamı da tanıyor olsa gerekti. Hatta soy dedemi bile tanıyor olsa gerekti. Gözlerimi ondan çekip Hanry'e çevirdim. Herkes gibi sessizdi. Onları ben çağırmıştım, muhtemelen benim konuşmamı bekliyorlardı. "Burada benim kişisel meselem için bulunuyoruz." dedim oldukça ciddi sesimle. Hiçbirinin yüzünde mimik oymamadı. Elena tabii ki de ne olduğunu tahmin etmişti. Tek kaşı havalandı. "Siz eski vampirler bu konu için harikasınız."

"Eski mi?" dedi Hanry kaşlarını havaya dikerek. "Yaşlı bu kadar koymazdı."

"Hayat sana yeterince koymuş zaten, Hanry." dedi Elena baştan aşağı süzerek. "Gevşeklik yapma."

Sally'nin bakışları sakince Elena'ya çevrildi. Hanry ise ona gereksiz bir detaymış gibi bakıyordu. "Çoğunlukla açık sözlülüğünü sevsem dahi Cadı, ben o kalıba girmiyorum."

Elena gülümseyip kibirle Hanry'e baktı. Sakince ikisini izledim. "O kalıba girmeseydin senin kadar eski bir vampir burada olmazdı, Hanry." Hanry'nin tüm yüz ifadesi gerildi. Düşmancıl bakışlar ile Elena'ya bakarken ona doğru hareketleneceğini anladım.

"Düşman isteseydim en bolundan var zaten." diyerek ikisini de böldüm. Derin bir nefes aldım. "Tamam, bunu kısa bir ara reklamı gibi düşüneceğim. Şimdi asıl konumuza gelelim." Gözlerim ikisi arasında mekik dokudu. "Vaktim az ve harcıyacak saniyem dahi yok."

"Başla o hâlde." dedi Sally soğuk sesiyle.

"Annemle babamı tanıyor muydunuz?" diye sordum direkt ikisine yönelik.

İkisi de aynı anda yanıtladı. "Elbette."

"Peki bu işin içinde Meclis var mıydı?" diye sordum daha çok Hanry'e yönelik. Hanry alt dudağını ısırıp gözlerini kısarak bana baktı.

"Vampirlerden yana bir şey yoktu. Bizler için gölge kanı lütfedilen en güzel şeydir. Üstelik yüzyıllar boyunca çoğunlukla gölgelerle arası en iyi olan tür vampirlerdi." Duysam da hiç inanmıyordum! Kim buna inanırdı! Kaşlarım inanmadığımı belirten şekilde havalandı. "Gerçekten."

"Biz kanla beslenen varlıklarız. Elbette gölgeler bizim için daha önemli olacaktı." diye yanıtladı beni Sally. "Anneni de babanı da tanırım. Babanın küçüklüğüne dahi şahit oldum." Kalbim hızını aldı ve coştu. Dikkatim daha fazla ona yöneldi. Ben babamı tanımıyordum. "Hırslıydı, güçlüydü ve deliydi." Dudağının ucu benimkiyle paralel şekilde şekillendi. "Kibirliydi. O hep baş kaldırandı. Aykırı olan, kendi yolunu çizen biri. Öyle birinin düşmanı tek olmaz, düzinelerce olur. Ölümü bir yerden değil onlarca yerden gelir, Eleanor. Annen de baban da yapmaması gerekeni yaptılar." Beni süzdü. "Kendi soylarının dışına çıktılar. Meclis'i karşılarına almakla kalmadılar, bir bomba doğurdular."

"Beni." Başıyla beni onayladı.

"Annen hamile kaldığında tüm türler ayaklandı. Sen en potansiyel katildin. Annen çok güçlü bir kara kurt adam, baban ise güçlü bir gölge. Bu o bebeğin gölge olma ihtimalini artıyordu ve dahası tahmin edilemez bir güç yaratıyordu."

"Marcus'a rakip bir güç." Hanry başını iki yana salladı.

"Hayır. Tüm türleri tehdit eden bir şey." Yaslandığı duvardan bana doğru hareketlendi. "Gölgeler bizi yarattı, Eleanor. Ama sonra yaptıkları hatayı fark ettiler. Yok etmek istediler. Tıpkı onlardan güçlü hiçbir şeyi istemeyen bizler gibi. Buranın olayı bu, Eleanor. Güç görürsek ya köle yaparız ya da yok ederiz."

"Meclis bunun için kuruldu." derken kaşlarım çatılmıştı. "Gölgelere bir kalkan. Tek birleşebildiğiniz yer."

"Biz gölgeleri ezmek için buraya kabul edildik." Başını iki yana salladı. "Bana öyle bakma. Bize güç vermeniz çok önemli olabilirdi ama daha önemlisi vardı, yok olmak. Sizsiz de yaşayabiliriz sandık, yanıldık. Bunun yüzünden sizi öldürmeye çalışmadık, kan zaten lanetinizdi. Döngü bozulursa biz de bozulurduk. Biz de eğitmek istedik. İpleri elimize alalım istedik." dedi gözlerimin içine baka baka. "Bunu uzun süre ben de istedim. Yok olmanızı değil, kanınıza hükmetmek. Her varlık bunu ister, insanlar bile."

"Ve başardınız."

"Siz yok olana kadar." diye devamını getirdi Sally. Danny gözlerini devirdi. "Şu an varlığın ben ne kadar inkâr etmek istesem de bana güç veriyor." Alt dudağımı dişledim. Anlamlandıradığım şeyler vardı.

"Güçlerim ve enerjim o okula gidene kadar asla ortaya çıkmadı. Ne enerjim ne de muazzam güçlerim." Kafa karışıklığı ile onlara baktım. "Onlarca kez kavga ettim. Çok kez zor durumda kaldım ama hiçbirinde gücüm ortaya çıkmadı. Enerjimi hiçbirinde yaymadım."

"Belki de o kadar tetikleyici unsurun içinde bulunmak seni tetiklemiştir. Belki de korkun." diye tahminde bulundu Danny. Başımı iki yana salladım.

"O zaman çok korkmuştum ama daha fazla korktuğum bir an daha vardı, annemle babamın öldürüldüğü zaman." Boğazımda bir yumru saplansa da devam ettim. Annem ve babam için. "Onların ölümünü gördüm ama tek bir karşı hareket dahi hissetmedim. Ve dahası ondan önceki hayatımda ne annem ne de babam hiç öyle... Kurt adam ya da gölge gibi değillerdi. Hem de hiç. Bir anı dahi hatırlamıyorum. Biz hep normal bir aileydik."

"Annenle baban hiçbir zaman bu işlere bulaş istemedi." dedi Elena olaya dahil olarak. "Seni her zaman öne koyarlardı. Ama... Bir ara sana korkarak baktıklarını hatırlıyorum. Sana senden korkarak bakıyorlardı. Ebeveyn korkusu da vardı tabii ama babanın sana baktıktan sonra annene endişeyle bir şeyler dediğini hatırlıyorum."

"Ben neden hatırlamıyorum." dedim daha da büyük bir merakla.

"Annenle baban büyüde ustalardı, Eleanor." dedi Hanry. "Baban gerçek bir büyücüydü. Annen ise gerçek bir kara büyücü."

"Kurt adamlar ve büyücü ahalisi daha da şüphe çekiyor." diye mırıldandım.

"Herkesten şüphelenmelisin, Eleanor. Sıra sana gelemez belki ama... Emin ol gelmesini istetirler."

"Annemle babamı tanıyorsunuz, Meclis'in değil de vampirlerin bir ilgisi olmadığını söylüyorsunuz, annemle babam yasak ilişki ve ben potansiyel bir güç bombasıyım." Gözlerimi kapadım. İhtimaller beynimde döndüler. Her biri bir parçaya yapıştı. "Ve dahası bana saldıran iki şey var." diye açtım gözlerimi. "Biri Rothlar. Diğeri ise gözlerimden etkilenmeyen şeyler." Hepsinin aynı anda kaşları çatıldı.

"Ne?" dedi yanımda duran Danny şaşkınlıkla. "Rothlar sana saldırdı mı?"

"Kendileri bana ilk yarayı açanlar, mine çiçeği ve kurt boğan onların işi. Gerçi kurt boğan konusunda ikilemdeyim. Ve bir de..."

"Mercan gözler." diye tamamladı beni Elena. "Bu detayı atlayalı çok olmuştu." Kaşlarım onun bunu demesiyle havalandı. "Sorgulaman gereksiz." Dediklerinin aklıma gelmesi ile bu detayı ona sonradan sorma kararı aldım.

"Mercan gözler benim de aklımdan çıkmıştı. Rothlar paylarını alacaklar ama... Onların annemi ya da babamı öldürmediklerine eminim. Belki parmakları vardır ana orada değillerdi."

"Annenle babanın ölümünü tam olarak hatırlıyor musun?" diye sordu Sally şüpheli bir ifade ile. Gözlerimi kırpıştırdım. Nefes almam beni tamamıyla o ana götürdü. Nefesimi kısa bir süre tuttum.

"Hayır." diye yanıtladım birkaç saniyenin ardından. "Sadece annemle babamın ölülerini hatırlıyorum. Bir cam patlaması, babam bir şeyler diyor. Sonra ölüleri. Kurtlar var ama yüzler yok. Kurtlar bile bulanıktı. Ama erkeklerdi ve kurtlar..." Tüm kelimeler boğazıma dikildi. "Hiçbiri kara kurt adamların olması gerektiği kadar büyük değildi." diye mırıldandım. Ağzım bir süre öylece açık kaldı. Öylece boş boş baktım yere. Ben...

Ben bunca zamandır bunu nasıl fark etmemiştim?

Ben bunca zamandır böyle büyük bir ipucunu nasıl bulamamıştım?

"Ben..." diye mırıldandım kısık bir sesle. Boğazımı temizledim. Dilimle dudağımı nemlendirdim. "Ben..." Devamı gelmedi.

Ben görmek istediğimi seçmiştim.

Haklılardı, ben sadece Lionel Russel'a odaklanmıştım.

"Bu senin suçun değil." diyen Danny yanımda kolunu koluma yasladı. Bakışlarını hissetsem de gözlerimi yerden kaldıramadım. O da sustu. "Üzgünüm." diye mırıldandı.

Bir an gözlerim doldu. Gözlerimi kırpıştırıp gözlerimi Danny'e çevirdim. "Sonrasında öylece gittiler." Sesim yıkılmış çıkıyordu. "Ben orada öylece saatlerce annemle babamın yanında durdum. Kimse gelmedi." Dişlerimi birbirine geçirdim. "Saatlerce! Bir kişi bile gelmedi! Hem de işlek bir sokakta!" Sesim titriyordu ama hüzünden değil, öfkeden. "Beni denemişler, saatlerce. Bir şey vermemi beklemişler!" Anılar bölük pörçüktü. "Polisler gelmeden önce kararan bir anım var."

"Her kimse zihnine girebiliyor." Başımı salladım.

"Lionel Russel giremiyor." dedi Hanry. "O bunu yapamıyor."

"Arkada daha sert biri yatıyor." dedi dişlerinin arasından Elena.

Yüzümde bir gülümseme belirdi ve bu bir kahkahaya evrildi. Elimle karnımı tuttum. Kahkahalarım daha da güçlendi. Gözlerim sulandı ve birkaç damla süzüldü. "Biri benimle oyun oynuyor!" dedim delice kahkaha atarak. "Benimle!" Daha da fazla güldüm. Hadi ama! Benimle oyun oynamak mı?! "Vay canına!"

Hadi ama!

Benimle oyun oynamak mı? O oyuna girdikten sonra oyunun kendisi ben olurdum!

"Deli birinin kriz anı tam olarak böyle oluyor demek ki." diyen Hanry'nin sesi bir belgeselci gibi çıkmıştı. Yüzümdeki gülümseme ile başımı iki yana salladım. İçimde şiştikçe şişen bir volkan vardı. Her şey birbirine giriyordu. Her yanımda bir bıçak izi vardı, derin olmayan ufak ufak izler. Canım her zaman onlarda daha çok yanardı. Halbuki bunu hep kalbimin ortasına saplanan bıçağı gizlemek için demiştim.

"Hepsini, tek tek bana bulaştıkları için mahvedeceğim." Alt dudağımı dişledim. "Hayatımı nasıl darma duman ettilerse hepsi sadece bir duman olacak." Sesimden hırs akıyordu. Öfke şelale misali akıyordu zihnimde.

"Şu an bunu yapmak için hâlâ zayıfsın." dedi Sally aynı donuk bakışlar eşliğinde bana bakarak. "Hırsın seni yenik düşürür. Adımların birbirini takip etmezse takılır ve düşersin. Dahası lanetin de seninle. Bir gölge en çok lanetini düşünmeli." Başımı sallayarak onu onayladım.

"Haklısın. Bu yüzden siz benimlesiniz." Hanry'nin yüzüne de Danny'nin yüzüne de eş zamanlı bir gülümseme yayıldı. Hepsine göz gezdirdim. "Bana sizin gibi onlarcası gerekiyor. Beş kişiyle hiçbir şey hâllolmaz." Gözlerim Elena'ya çevrildi. "Sana etrafı yoklamanı söylemiştim. Hanry dışında başka kimse yok mu?'

Başını iki yana salladı. "Kimseye bir şey vermezsen alamazsın. Sen şu an sadece vazgeçmiş bir gölgesin, aylardır kurda bile dönüşememiş bir gölge. Kimse sana yanaşmaz." Başımı sallayarak onu onayladım.

"Meclis'i kimse karşısına almak istemez, Eleanor. Hanry'nin de dediği gibi biz yönetmek istiyoruz, yönetilmek değil." Kaşlarım çatıldı.

"O devri geçeli çok olmuş, Sally. İsterseniz geçmişi bir süre arkada bırakalım. Ben son gölgeyim ve siz de buraya tutsak olmuş bir avuç virane. Günden güne güçsüz düşüyorsunuz, soyunuz tükeniyor. Benim varlığım isteyin veya istemeyin size bir umut veriyor. İster tutsak olayım ister olmayayım." Kaşlarım hafifçe havalandı. "En ufak bir kıpırtım herkese bir atak verecek."

"Kendini belli edemezsin." dedi Elena hızla.

"Kendimi elbette belli etmeyeceğim. Sadece istedikleri kurdu onlara vereceğim." Başımı dikleştirdim. "Ve bunun için biraz karışıklığa ihtiyacım var. Sizin yardımınızla." Hepsinin yüzünde bir gülümseme belirdi. "Bu kadar istekli olmanız şahane."

🌜🌚🌛

Sakin bir tavırla etrafa baksam da içimde bir şaşkınlık vardı. "Vay canına!" dedim Danny'nin zihnine. "Bu kadar kolay bir şekilde olay yaratabiliyor olmanız... Biraz korkutucu."

Danny her zamanki gibi yanımda dikilmişti. Yine bir toplantı odasındaydık. Dünkü konuşmanın ardından hepsi sağ olsunlar o kadar güzel bir şekilde organize olmuşlardı ki ağzım açık onları dinlemiştim. Üstünden sadece 16 saat geçmişti ve biz daha şimdiden toplantı salonunda ayakta dikilmiş bir şekilde bekliyorduk. Hatta Bay Canavar'ın üzerinde bile gerginlik vardı. "Teveccühümüz, Prenses."

Elini arkasında bağlamış, sert bir ifade ile etrafa bakıyordu. Yanında Marcus duruyordu. Marcus'un yanında ise Bay Canavar yerini almıştı. Diğer tarafımda duran Clark'a yandan bir bakış attım. Lakin o bana bakıyordu. Yüzündeki geniş bir sırıtma ile göz kırptı. Göz devirip bakışlarım karşımdaki kapıya çevirdim. Kimse konuşmuyordu ve ortam kesinlikle daha da fazla geriliyordu. Bundan zevk almadığımı söyleyemezdim.

Kapının açılması ve ardından altı kişinin girmesi bir oldu. En önde gelen açık kahve dalgalı saçlara, koyu ela gözlere, sert bir çehreye sahipti. Sakalları yüzünü kaplasa da rahatsız edecek yoğunlukta değildi. Vücudu kalıplıydı ama boyu o kadar da uzun değildi. Otuzlarının başında görünüyordu. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle bize baktı. Gözü hepimizde gezinirken bende duraksadı. Beni baştan aşağı süzmeye başladı. Aynısını ben de ona yapmakta bir sakınca görmedim. Beyaz tişortünün üzerine kahverengi bir deri ceket giymişti. Altına da koyu mavi dar olmayan bir kot giymişti. Düz kaşları havalandı. "Vay canına!" dedi bana doğru bakarak. "Gölgemizin enerjisi şimdiden ciğerlerimi doldurdu."

"Elbette." dedi Bay Canavar. "Eminim ki bu binaya ilk girdiğin andan itibaren bunu hissetmişsindir." Arkasında giren beş kişi de bana bakıyordu.

"Aslında binadan girerken değil de kasabaya girerken hissetmeyi beklerdim." dedi adamın iki yanındaki kız. Sert ve meraklı bir ifade ile bana bakıyordu. "Daha güçlü bulmayı beklerdim." Gözlerini Temsilcilerde gezdirdi. "Meclis, malumunuz." Bir iğneleme sezmiştim.

Bu iş kesinlikle eğlenceli olacaktı!

Kız koyu kırmızı saçlara sahipti. Saçları ucu dalgalanarak açık gerdanına dökülüyordu. Koyu kahve gözlerine keskin bir eyeliner çekmişti. Fazla dolgun olmayan dudaklarını da kırmızı rujla renklendirmişti. Yüz hatları fazla sert değildi ama bakışları bunu kapatabiliyordu. "Üzerinde çalışıyoruz." dedi Bay Canavar. "Her şey yavaş yavaş."

En baştaki dudaklarını birbirine bastırıp bana doğru yürümeye başladı. Elini iki yana açıp beni yeniden baştan aşağı süzdü. Üzerimde simsiyah dizlerimde biten bir elbise vardı. Kalın askılıydı. Üzerinde oldukça koyu kırmızı detaylar vardı. Verdiği mesaja açıktı; Gölge Kanı. "Ben karşımda yüzyıllarca efsane olacak bir kadın görüyorum."

"Kadın mı?" dedi arkadaki adamlardan biri. Kehribar rengi koca gözlerini kısarak bana bakıyordu. "Daha ufak bir kız çocuğu."

"Daha." dedi Bay Ambrose baskıyla. Iy! Gerçekten ama ıy! "Biliyorsunuz ki her kız çocuğu büyümeye mahkûmdur." Görüş açımda olsaydı kesinlikle benden tiksinti dolu bir bakış yiyecekti.

"Gölgeleri daha..." dedi arkadaki sarışın kız. "Nasıl desem? Daha şatafatlı hayal etmiştim." Kaşlarım hafifçe havalandı. "Öyle efsaneye benzeyen bir hâlin yok, Gölge."

"Eleanor." dedim anında. "Adım Eleanor."

"Parker." dedi ilk giren. Gelip önümde durdu. Bay Canavar'ın gerginliğini buradan bile hissedebiliyordum. "Eleanor Parker. Seninle tanışmak benim için bir şereftir." deyip elini uzattı. Eline bir saniye bakıp elimi uzattım. Hafifçe eğilip elimin üzerine hafif bir buse kondurdu. İçime iğrenç bir titreme yayıldı. Hadi ama! Bu kadar saçma olmamalıydı bu! Gözlerini gözlerime kaldırdı. "Ben de Stevard Triant." Başımı hafifçe eğip titrekçe gülümsedim. Elimi geri çekmemle o da elini geri çekti. Yanımdaki Danny'e yandan bir bakış attı.

O Stevard Triant'dı. Normal kurt adamlar arasında liderlik koltuğu için savaşan bir diğer adaydı. İç karışklığa yol açan biriydi. Ayrıca Ethan pisliği gibi kara kurt adamlara da özel bir kini yoktu. O Meclis'in destekleyeceği bir üye olurdu, Ethan karşısında bu kadar zayıf olmasaydı. Zayıf dediğime bakmayın zamanında iç karışlık yüzünden hem kendi tarafından hem de Ethan'ın tarafından iki yüzü aşkın asker kaybetmişti. Ethan'ın en büyük düşmanı; Stevard Triant.

Ve tabii ki de benim yanıma gelmesi gereken kişi.

"Umarım tanıştığımıza memnun olurum." dedim klasik lafımı söyleyerek. Gözlerimin içine bakarak başını salladı.

"İsterseniz artık masaya..."

"Ah, lütfen!" dedi adam Bay Canavar'dan tarafa dönerek. Kendinisi aynı zamanda asiydi. "Böyle yerlerde zaman harcamayalım. Beni sahaya götürün lütfen!" deyip hepsine baktı. "Birbirimizi sıkmanın bir manası yok." Kısa süre bir sessizlik oldu.

"Bir sakıncası yok."

"Tabii." dedi arkadaki kadın, Bay Canavar'a gülerek bakarken. Gözleri bana çevrildi. "Hem Eleanor'un yeteneklerini de görmüş oluruz." Asıl amaçları elbette buydu.

Stevard son kez bana bakıp Bay Canavar'ın yanına doğru ilerledi. "Marcus?" derken sesindeki zevk belliydi. "Danny'den çok seni Eleanor'un yanımda görmeyi beklerdim." Bu adamın da Marcus'u sevmediğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. "Kulağıma ikinizle ilgili..."

"Böyle saçma konuların lüzmu yok." diyerek kesti onu Bay Canavar. "İlerlemeye ne dersin Stevard?" Üzerimde gezinen inceleyici gözleri elbette fark ediyordum. Başımı hafifçe yere eğip bıkkın bir nefes verdim. Şeytan diyordu herkesin boğazına dan diye sarıl! Ama neyse ki ben şeytana uymuyordum.

Deliler genelde sadece kendilerine uyarlardı.

"Çok iyi olur derim." diyen Stevard'ın yüzünde kesinlikle bir gülümseme olmalıydı. İlk önce Temsilcilerin ilerlemesini beklerken gelen grup önlerini açtı. Danny bana kolunu uzattı. Koluna girerken görmelerini isteyerek omzumu dikleştirdim. Marcus, Hanry ve Clark'ın ardından Danny ve ben hareketlendik. Kapıdan geçerken grup da hareketlendi. Üçü de yavaşlayarak Danny ve benim etrafımı sardı. Kaşlarım hafifçe havalanırken yanımdaki Clark'a baktım. O ise katı bir ifade ile karşıya bakıyordu. Alt dudağımı dişlerken başımı aynı onun gibi yapmaya çalıştım. Tabii ki de bilerek.

Alayla gülmesi kaçınılmaz oldu. "Komik duruyorsun." Danny kaşlarını çatarak ona baktı. Sonra gözleri beni buldu. Kısılan gözleri tüm vücudumu taradı.

"Düzgün dur." dedi kulağıma doğru eğilip sert bir sesle.

"Sesini sabit tut, Shepard." diyen buz gibi ses hemen Danny'nin ardından duyuldu. Sesi kısık değildi, birilerinin onu net bir şekilde duyması umurunda değildi. İçime derin bir soluk çektim. Bay Canavar'ın boynu kasıldı. Bizden tarafa bakmak istese de hemen yanındaki Stevard buna engeldi. Bu kendi otoritesini çiğnenmesi anlamına gelirdi. Elinde tuttuğu ipler titriyordu.

Tamam, bu olanlara sürekli bir kalıp uyduruyor olabilirim ama... Aması yok.

Danny sustu. Dili dudaklarının üstünde gezindi. Marcus'tan hazzetmiyordu, ondan emir almaktan çok daha fazla hazzetmiyordu. O, bu oyuna artık arka plana atılan olmak istemediği için girmişti. İkinci plan olmak istemiyordu. Ve ben bunu anlayabiliyordum.

Merdivenleri tırmanırken bu kadar sürü şeklinde hareket etmenin mânâsı olmadığını düşünüyordum. Hadi ama! Şu an burada on kişiden fazlaydık ve tüm binayı bu kadar kişi mi turlayacaktık?

"Sürü anlayışınız beni benden alıyor!" diye sitem ettim en sonunda. "Kaç kişi binayı turluyoruz şu an?!"

"Kesinlikle." Bunu söyleyen Clark'dı. "Kurtların bu özelliği fazla boğucu."

"Siz büyücüler de," diye girdi arkadaki başka bir ses. "fazla bencilsiniz." Başım insansal bir refleksle arkaya çevrildi. Bunu söyleyen kehribar rengi gözlere sahip esmer adamdı. Gözlerimiz kesiştiğinde tek kaşı havalandı. "Siz gölgeler ise hep yalnızlığınızın tutsağı olmuşsunuzdur."

"Kendimden başka gölge tanımadım." İzin vermediler.

Clark'a doğru baktı. "Kenara çekil." dedi sert sesiyle. Clark kaşlarını çatarak adama baktı.

"Bana emir verme..."

"Kenara çekil, Clark." diye emir veren ses Bay Canavar'a aitti. "Onunla sohbet etmek onun da hakkı." Kaşlarım onun bunu demesi üzerine havalandı. Bay Canavar? Ne düşünüyorsun?

Adam gülümseyerek Clark'a bakarken Danny beni kendine biraz daha fazla çekti. Clark gerilen çenesi eşliğinde kenara çekildi. Adam yanımda Clark'ın yerini aldı. "Ben Hoover."

"Kendimi tanıtmalı mıyım?" Yüzüne gerçek olmayan bir gülümseme yayıldı.

"Elbette hayır." Başımı hafifçe sallayıp başımı önüme çevirdim. Eğitim alanına gidiyorduk. Eğitim alanı dediğime bakmayın, başka bir yer daha varmış. Ben de yemekhanede ki o kadar kişi nereden geliyor diyordum! Orası sadece fiziksel güç için olan, üç türün de bulunduğu tek yermiş. Her türe ayrı yer varmış bir de! Bu binayı hâlâ çözememiştim!

Bay Canavar ve diğerleri kapıdan içeri girdi. "Baban ve halan da bir gölgeydi." Kaşlarım çatılır gibi oldu. Yutkundum.

"Evet." dedim kuru bir sesle.

"Amacın ne Hoover?" Hoover'ın dudağı iki yana doğru açıldı.

"Seninle kon..."

"Sesini kes ve haddini bil. Amacın çok basit. Tıpkı senin gibi." Danny beni bu sefer daha rahat kendine doğru çekti. Hoover'ın gözleri Danny ve onun yanındaki Marcus'a kaydı. "Ben seni ve amaçlarını yok etmeden onun yanından uzaklaş."

"Onlara karşı koyamayacak kadar zayıfsın, öyle mi?" Bunu demesiyle Danny beni hızla diğer yanına çekti.

"Sesini kesmeye ne dersin Hoover?" dedi Danny ismini alayla telaffuz ederken. Bay Canavar'ın hafifçe oynayan omuzu tam olarak bunu istediğini bağırıyordu. Onlar her zaman pis işlerini yandaşlara yaptırırlardı. Gözlerim hızla yanımdaki Marcus'a çevrildi. Dümdüz karşısına bakıyordu. Ama yanına geçmemle titreşen nefesini duymuştum. Bu boğazımdaki bıçağı çevirdi ve aldığım her nefes zaten yeterince eziyet değilmiş gibi daha da büyük bir eziyet oldu.

"Düşmüş bir yandaşın bir faniden farkı olmadığını söylerim." dedi düşen meleğe atıfta bulunarak.

"Hoover!" diyen ses uyarıcıydı ama uzlaşmacı bir uyarıydı bu. "Misafirliğimizi zehir etmemeliyiz." Hoover bana doğru bir bakış atarken ben hızla bakışlarımı kaçırdım. "Burası gün geçtikçe büyüyor mu yoksa bana mı öyle geliyor?"

"Gölgenin yeniden Meclis'te olduğunu duyan herkes geri dönüyor." dedi büyük bir gurura sahip Bay Jaxsen.

"Bir tüp kandan daha ümit verici olduğu gerçeği hiçbir şekilde değişmez tabii." Bir tüp kan... O mesele vardı bir de.

"Bu muhabbetten çok sıkıldım. Ne zaman gelecek eğlence kaynağımız?" dedim Danny ve Hanry'nin zihnine.

"Yakında olacağını umuyorum." dedi Danny gergin bir sesle.

"Eğlencelere bayılırsın sanıyordum, Shepard?" Ona yandan kaçamak bir bakış attım.

"İşin ucunda tehlike varsa," O da bana yandan baktı. "bir de bu tehlikenin ucu sana dokunuyorsa, eğlence anlayışım biraz değişiyor." Neredeyse gülüyordum, neredeyse.

"Neredeyse beni sevdiğini düşünmeye başlayacağım, Dandikler Dandiği Danny."

"Deliliğine verebilirsin, Prenses. Tabii bir prensesin nasıl deli olduğunu hâlâ anlamlamdıramıyorum, orası ayrı tabii." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladı. O sırada üzerime yönlenen hareleri hemen fark etmiştim tabii. Gözlerim ona doğru kalktı hemen. Kaşlarım içe gömüldü. Onun ise kaşları çoktan içe göçmüştü ve gözleri kısılır gibi olmuştu. Başımı hafifçe iki yana sallayarak ne var dedim. Gözleri tüm yüzümde gezindi. Adem elması titreşirken önüne döndü. Tamam, yanımdaki adamı biraz hafife almıştım. O tehlikeli bölgeydi. Benim en güvenli bölgem.

Gözlerim etrafta gezinirken Elena'yı kenara yaslanmış bize bakarken buldum. Gözleri Danny ve benim üzerimde gezindi. Kulağıma birinin koşuşturan adım sesleri geldi. Gerilen nefesler, fısıltılar ve hızlanan kalp atışları. Bu böyle bir yerde kaos demekti. Bingo! Tam da benim istediğim! "Efendim!" diyen şiddetli nefeslerin sahibi bir kadındı. Hızla kapıyı açtığında demişti bunu. Başım hızlı insansal bir refleksle oraya dönerken diğerleri zaten duydukları için bunu sakin bir merakla karşıladılar. Daha kimse benim kurt yetilerimi yönetebildiğimi bilmiyordu.

"Ne oldu?" dedi Bay Canavar sakin ama sorgulayan bir sesle. Gözleri ona doğru koşan kadındaydı. Kadının yeşil gözleri hepimizi turladı. Nefes nefeseydi ama o bir kurttu.

"Efendim..." derken tereddütlüydü. Hadi ama!

"Çabuk ol." dedi Bay Ambrose.

"Efendim Ethan Hersky gelmiş." Meraklı bakışlarım Danny'e çevrildi.

"Ben hiçbir şey anlamadım." Oyunculukta cidden iyiydim ama! Kesinlikle buradan çıkınca bir ajansa yazılacaktım. Meclis de ilk iş yerim diye kayda geçerdi artık!

"Birkaç dakikaya anlarsın. Merak etme." dedi kaşlarını kaldırıp indirirken.

"Onu götür." Marcus'un sesi red istemiyordu. Ama ben Eleanor'dum. Tabii ki de aksi olacaktı.

"Benim bir adım var." dedim sertçe Marcus'a bakarak. "Bana "o" diye hitap edemezsin." Gözleri beni hedefledi.

"Son sorunumuz şu anda bu."

"Bir sorun mu?" dedi Stevard. "Ethan hiçbir zaman sorun olamaz." Hadi ama be! Her ne olursa olsun kabul edelim, Ethan bir sorun. İğrenç bir sorun. "Ama tabii iki karşı cepheyi aynı partiye çağırmak bir hata."

"Ya da değildir belki de?" dedi kızıl. "Tuzak da olabilir."

"Meclis sorun çözmek için var, güzelim." dedi Hanry sert bir ifade ile.

"Vampirler hâlâ çözülemedi, Maxim." Kabul edelim, güzel laftı.

"Danny, Eleanor'u götür." Danny beni kolumdan sertçe tutarken dişlerimi birbirine geçirdim. Marcus kolumu tutan Danny'nin elini kavradığı gibi ters çevirip tam kaburgasına sert bir tekme geçirerek Danny metrelerce öteye fırlattı. Bakışlar tabii ki de doğal olarak bize çevrilmişti. 

"Ben de tam nişanlılığınızı tebrik edecektim, iyi ki etmemişim." dedi Stevard Marcus'a bakarak. Gözlerim Marcus'a çevrildi. Gözlerine kara bir perde inmiş yerde inleyen Danny'e bakıyordu. Tüm çenesi gerilmiş, boynundaki tüm damarlar atıyordu.

"Ne yapıyorsun?!" dedim gözlerimi kısarak Marcus'a bakarken. Gözleri hızla bana çevrildi.

"Canın yanıyordu." dedi sert bir şekilde.

"Ben kendimi korurdum." Tamam, bu kulağa çok saçma geliyordu ama... Bilirsiniz, klasik bir tribal kız lafıdır bu! Bunu söylemem gerekiyordu.

"Bir dahakine artık."

"Üzgünüm ama odak siz değilsiniz." dedi Hanry yanımızda bitip beni nazikçe geri çekerek. Kolumu hızla ondan çekip Danny'nin yanına gittim. Ayağa kalkmış üzerini silkeliyordu. Gözleri bana doğru kalkarken orada saf öfke vardı. Bu plana dahildi ama... Kabul ediyorum, bu hiçbir zaman Danny için uygun olmayacaktı. Başıyla bana yolu işaret ettiği sırada kapının sertçe açılma sesi kulaklarıma doldu. Danny beni kolumdan tuttuğu gibi arkasına çekti.

"Affedersin, Prenses. Aslında senin arkana saklanmak lazım ama şimdilik böyle olsun."

"O günleri görsem mi görmesem mi bilemedim şimdi." dedim zihnine alayla.

"Bak şimdi heyecanlanmaya başlıyorum." Bıkkın nefesini duydum. "Ama şu lanet tekmeyi yemeseydim iyiydi."

Ethan ve arkasından giren bir dolu kurt adamı izledim. "Burası sizin kavga ettiğiniz ormanınız değil. Ethan git buradan." dedi Bay Canavar sert ve itiraz istemeyen sesiyle.

Ethan keyifle karşısındaki adamlara baktı. "Anlaşmayı bozdun, Lionel." dedi Ethan yüzündeki gülümseme ile. "Ben varsam o yoktu, o varsa ben yoktum. Ama şu an ikimiz de varız."

Stevard elini arkasına birleştirdi. Yüzünü göremediğimden nasıl bir ifade takındığını göremiyordum. "Açıkçası ben hâlâ senin kendini bir şey yerine koymanı aşamadım, Ethan." Öne doğru bir adım attı.

"Dur durduğun yerde." diyen Hanry Stevard'ın önüne vampir hızıyla geçmişti.

"Sizi bir büyüyle yerinize mıhlayabileceğimizi biliyorsunuz değil mi?" Tabii. Ben bu kaosu istemeseydim.

"Taciz işleri nasıl gidiyor, Hersky?" diye sordu kızıl. Anında yüzümü buruşturdum. "Duyduğuma göre işlere tüm iğrençliğini bulaştırmışın." Ürperirken Danny'nin ardından çıktım.

"Bence bırakın bir tacizciyi silsinler bu dünyadan." dedim yüzümdeki tiksinti ifadesi eşliğinde. Ethan'ın iğrenç gözleriyle beraber birçok göz daha bana çevrildi. "Belki de ilk defa canavarlığınız bir işe yarar." Tüm yüz ifadesi gerilirken omuzları kabardı. "Kişisem algılama, tavizcilerden de tecavüzcülerden de nefret ederim. Irk fark etmez."

"Ee, gölgemizden de onay geldiğine göre... Lionel kusura bakma. Bir gölgenin istediğini yapmamak uğursuzluk getirir." Ve anında Ethan'a doğru atıldı. Havaya zıplaması ve kahverengi kürklü bir kurda dönüşmesi bir oldu. Sürüsü de onu takip ederken gözlerim irice açılmış üzerimizden atlayarak geçen kızıl kürklü kurda bakıyordum. Ethan yana kaçarak Stevard'dan kurtulsa da o da çok beklemeden kurda dönüştü. Alt tarafı gri, üst tarafı siyaha çalan bir kurda dönüşüp ona saldıran Stevard'a karşılık verdi. Danny beni hızla arkasına çekti. Kaşlarım havalanmış, ağzım açılmış bir şekilde etrafta dalaşan kurtlara bakıyordum. Çoktan bir ölü vardı bile. Ölen kurt gözlerimin önüne çıplak bir kadın bedenini dönüşürken kadının kolu yoktu ve başı 360 derece dönmüştü. Gözlerimi hemen kaçırdım. Midem ağzımakadar yükseldi. Kaşlarım içeri göçtü.

"Biz buna kaos diyoruz, Prenses." Danny gözlerini gözlerime sapladı. "Az önce fitilini ateşlediğin kaos." Ağzım açılıp kapanırken kalbim bu sefer gerçekten benim isteğim dışında hızlandı.  Gözlerimin önüne gelen iki beden vardı sadece. Hareketsiz ve buz gibi.

Gözlerimi sıkıca yumup açtım. "Şunu kesin!" diye gürledi Bay Canavar. Enerjisi etrafa dalga dalga yayılırken diğer herkes hareketlenmişti çoktan. Hanry bilmediğim bir kurdun kalbini yerinden sökerken öylece ona bakakalmıştım. Elindeki kalbteki kasılmaları net bir şekilde görebiliyordum. Midem tümüyle ağzıma yükseldi. Ve ben de tutmadım. Başımı hemen yana eğip tüm midemdekileri dışarıya kustum. Bir çift el saçlarımı saçlarımı önümden topladı. Yandan uzattığı peçeteyi alırken kulağıma hırlama, kan damlama sesleri ve daha birçok kaos sesi geldi. Bu kaosu ben çağırmıştım.

Dikelirken yanımdaki Danny'i bir şey hızla yanımdan uçurdu. Başım hızla Danny'nin gittiği yere çevrildi. Peki! Tamam! Bunu planlamamıştım. Kafamı çevirmem ile bana doğru gelen gri kurda baktım. Gözlerim kocaman açılmıştı! Ama... Lanet! Ben daha kendimi tam hazırlayamamıştım bile!

Tamam.

Ben Eleanor Parker'ım.

Yapabilirim.

Bunu yapmak için saniyeye ihtiyacım bile yoktu. Kurt tam bana saldırmadan önce tüm hislerime odaklandım. Kana bakmam yeterli olmuştu. Bana o kanının fazlasının hayat alabileceğini çok küçükken öğretmişlerdi.

Kurt tam bana pençesiyle saldıracakken bir anda tüm hücrelerim ısındı. Hiçbir yerimi hissedemedim birkaç saniye. İlk önce ayaklarımı hissettim. Gözlerimi açmam ile etrafa müthiş bir enerji dalgası yaydım. Karşımdaki kurdun pençesi bana değmeden enerjimle beraber metrelerce geriye doğru sürüklendi. Gözlerim etrafta gezinirken herkesin enerjimle gerilediğini gördüm. Gözüm hemen birkaç metre solumda ayaklarıyla sürüklenmeyi durduran simsiyah kurda kaydı. Onun parlak gri gözleriyle benim parlak sarı gözlerim buluştu. Gözlerindeki parıltılar daha da arttı. Bir kurt nasıl hayranlıkla bakardı? İşte bu muhteşemdi!

Bir süre sadece ona baktım. Sonra gözlerimi etrafta gezdirdim. Kan her yerdeydi ve dahası herkes kavga etmeyi bırakmış bana bakıyordu. Bir ayağımı ileriye doğru atıp düşmancıl bakışlarımı herkeste gezdirdim. Gözlerim Bay Lionel'in gözleriyle kesişince hırladım. Ciddi ciddi hırladım! Gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum!

Bunu ben tam olarak nasıl yapıyordum, inanın hiç bilmiyorum!

Kaşları içe gömüldü. Sürüklenmesini sonlandırmak için öne attığı adımını bu sefer duruşunu güçlendirmek için kullandı. Güzel. Çok güzel.

Başımı dikleştirirken etrafa otoritemi belirten bir bakış attım. Gözlerim bana saldıran kurdu aradıysa da o duvarın diğer tarafına geçmişti. Bir anda gözlerim ardına kadar açıldı. Sanki ne yaptığımın yeni farkına varıyormuşum gibi başımı bir o yana bir bu yana çevirdim. Bu sırada kulaklarım da dikleşmişti. Gözlerim simsiyah kurtla yeniden çakıştı. Gözlerim yavaş yavaş, şaşkın şaşkın kırptım. Ve bir anda tüm hücrelerim yeniden ısındı. Yine ilk önce ayaklarımı hissettim. Gözlerimi kırpıştırarak açarken ellerim havalandı. Ellerime bakarken ağzım açılıp kapandı. Gözlerim Marcus'a doğru çevrildi. O da insan formuna dönüşmüştü. Dudağının bir ucu kıvrık şekilde bana bakıyordu. Ağzım yeniden açılıp kapandı.

"Vay be!" diyerek ortamdaki ilk sesi canlandırdım. "Vay canına!" Sesim bu sefer daha yükse sesli çıkmıştı. Ona doğru bir adım atacaktım ki vazgeçmiş gibi yapıp durakladım. Tek ayağım üzerinde Danny'e doğru döndüm. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ağzı açıktı ve kaşları havadaydı. Ona bakmakla elini üzerine sildi. Sorun şu ki; Elinde kan vardı. Kalbim teklese de yanındaki varlığa bakmadım. "Dönüştüm!"

"Dönüştün." dedi sessiz bir şekilde. Elimi iki yana açtım.

"Nasıldım?" diye sordu hevesle. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı.

"Herkesi götürün!" diye bağıran ses elbette ki Bay Canavar'a aitti. Başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerimiz birleşti. Gözlerindeki titreşimi gördüm. Ne de çok üzüldüm.

🌜🌚🌛

Bacak bacak üstüne atıp karşımdaki adamın koyu ela gözlerine baktım. Kaşları anında havalandı. "Saatlerdir seni bekliyordum. İlk uykuya daldığım anda gelmen biraz yanıltıcı oldu. Daha erken uyurdum."

Dudaklarım bir gülümsemeyle şekillendi. "Erken uyumanı isteseydim söylerdim." Dudağını büktü.

"Danny'nin senden bahsettiğini ilk anlattığında anlamıştım. Görünce vazgeçmiştim ama şu an... Şu an işte bu o diyorum." Yüzümü ekşittim.

"Adımı kullanmanı tercih ederim, Stevard." Dudaklarına geniş bir gülümseme bahşedildi.

"İkiniz arasında bu kadar fark olması... Nasıl herkesi kandırabildiğin açık." Başını yana doğru eğip masanın diğer ucundaki sandalyeye oturdu. Burayı sadece bunun için tasarlamıştım. Oldukça geniş bir yerdi. Eski kraliyet yemek odalarını anımsatsa da çok daha boştu. Duvarlar resimlerle donatılmıştı. Odanın bir köşesinde müzik enstürmanları vardı. Ve odanın ortasında uzun, üzerinde hiçbir şey olmayan bir masa. İki baş köşesinde tahta benzer iki sandalye. "Bu riski göze almama değecek gibi görünüyorsun, Eleanor." dedi adımı özenle telaffuz ederek.

"Riskler..." diye mırıldandım. "Siz riski benim için değil kendiniz için aldınız."

"Dünya üzerindeki son gölgeyle sizli bizli konuşmak istemem açıkçası." Gözleri etrafta gezindi. "Bunu yapabilen biriyle ise, asla."

Benim de gözlerim etrafta gezindi. "Sen neden buradasın biliyor musun, Stevard?" dedim oldukça sakin bir sesle. "Neden benimle bir iş birliği kurmak istiyorsun? Neden kendini kör bir kuyuya atıyorsun?" Gözlerimi ona doğru çevirdim yeniden sakince.

"Çok basit değil mi?" dedi o da sakince. Yüzündeki tüm ifadeler silinmişti. "Ben adaleti savunurum, Eleanor. Tüm savaşım bu yüzden. Yoksa ben de bilirdim o Ethan şerefsizine ortalığa bırakmayı ama o kendi türüne eziyet ediyor. Kara kurt adam veya değil. O ondan olmayan herkese eziyet ediyor. Vampir, kurt adam ya da büyücü. İnan umurumda değil. Ben bir teraziye inanırım. O terazinin ölçüsü ise bir gölgedir. Her zaman öyle olmuştur."

"Ben ölürsem ne yapacaksın?"

"Riskler." dedi yeniden. "Ben bu yüzden de annenle babanın ardına geçtim, Eleanor." Kalbim bir an durdu. Gözlerim kısıldı. "Uzak bir ihtimalmiş gibi bakmamalısın. Ben atalarımın izinden gidiyorum." Alt dudağımı dişledim. "Bu riski her zaman alırım." Riskler her zaman sizi sonunda beyaz ışık olan bir kuyuya atardı. O ışık sizi ya sona götürürdü ya da çıkışa.

"Adaletten bahsediyorsun ama ben seni isteyene kadar esameni bile duymadım, Stevard. Buna ne dersin?" Kahkahası boş odada yankılandı.

"Daha çok baştasın derim, güzelim." deyip rahatlıkla arkasına yaslandı. "Sende o hırsı görebiliyorum."

"Evet, çünkü bizzat senin türün benden ailemi aldı." dedim hırsla. "Benim ittifağa ihtiyacım var Stevard çünkü kurtarmam gereken arkadaşlarım, aydınlatmam gereken ölümler var. Senin ittifağını istiyorum çünkü hedeflerim var. Hedefim Meclis'i yok etmek değil. İki tane hedefim var. Bencil diyebilirsin."

Başını iki yana salladı. "Bencil demem. Bilgisiz derim. Buraya adım attığın an artık tüm türler senin meselen oldu, Eleanor. Ve bu öylece kurtulabileceğin bir toz parçası değil. Tenine kazınan kan pıhtısı." Gözlerimin içine baktı. "Ben senden yanayım, Eleanor. Sürüm senden yana. Yandaşlarım senden yana."

"Ne?" dedim şokla. "Daha tam olarak konuşmadık bile."

Gülümsedi. "Çünkü gerek yok. Ben şu an gözlerine baktığım kızı görebiliyorum ve tüm riskleri alıyorum." Gözlerim birkaç saniye şaşkınlıkla kırpıştırdım.

"Hiçbir şartın yok mu?" Başını iki yana salladı.

"Karşımdaki kızın her istediğinin benimle aynı yönde olduğuna eminim." Kaşlarım havalanıp indi. "Şimdi gelelim mührümüze." Pekâlâ. Bu çok hızlı olmuştu.

Nasıl olsa tüm yollar şu an bendeydi.

🌜🌚🌛

Yennniddenn hellooovvv!

Bölümü nasıl buldunuz bakemm??

Eleanor'un kurda dönüşmesiii?

Peki Eleanor'un anne ve babasının ölümü?

Sizce kim öldürdü?

Sizce Stevard nasıl biriii?? Sevebildiniz mııı??

En sevdiğiniz sahnnee desemmm??

Diğer bölümde sizce ne olacakkk???

Ummarım beğenmişsinizdir bölümüüü!!!

Şimdi gelelim bölüm atma mevzusunaaaa!

Şöyle ki Instagram'da bir anket yaptım; Ya 1 ayda 5 bölüm ya da 2 haftada 2 bölüm diye. Orada 1 ayda 5 bölüm seçildi. Rica ediyorum sizde fikrinizi belirtin ben de ona göre bir yol belirleyin. Sonucu da profilimden paylaşacağımmmm!!

Oyylaaarrrrrrr! (Çaycı Hüseyin olmayayım lütfennn!!!)

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

JEANNE By Koray Yılmaz

Historical Fiction

1.6K 128 38
Tam anlamıyla bir öykü değil gibi Jeanne. Her bölümü ayrı ayrı okunabilir halde olmasına karşın, bir bütünlük de sağlanıldı. Fransız kahramanın öykü...
Suç Mahalli By Nur Celebi

Mystery / Thriller

34.9K 5.9K 37
{Kapak tasarım Nimburse} Gece İstanbul'un üzerine çöktüğünde, yollar evlerine ulaşmak isteyen son insanları da uğurlar. Ve şehir, sessizliğe gömülüp...
3.8K 465 53
~Öteki Diyar serisi 1. kitap~ 💜🌿 Lavina, annesinin anlattığı Öteki Diyar hikâyeleri ile büyümüş ancak hiçbir zaman onların gerçek olabileceğine iht...
623K 7.1K 5
İstanbul'da yetimhanede küçük bir kız çocuğudur Luna.. Kimsesiz olduğunu sanan, ama aslında Kral'ın kaderini yaşayan.. Büyülü, sihirli kocaman bir dü...