GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

99.1K 13.3K 7.5K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

15. "Küçük Tesadüfler"

2.9K 435 368
By DuruMavii

Selam.

Bölüm sonunda kurgumuzla ilgili önemli bir açıklama var. Okumadan geçmeyin lütfen.

Yaklaşık iki bölüm uzunluğundaki bölümümüze bolca yorum ve oy bekliyorum.

Keyifle okuyun.

🎭

Korkunun tüm bedenimde hüküm sürdüğünü düşünüyordum. Bir süredir o kadar fazla korkuyordum ki diğer tüm kötü duyguların varlığını unutmuştum.

Şatafatlı bir restoranın ortasında, annem hiç tanımadığım bir kadın tarafından incitilirken, o kadının dudaklarından çıkanlar bana daha kötü bir duygunun varlığını hatırlattı. Utanç.

Utanç, sinsi bir hastalık gibi beni kuşattığında, bacaklarım olduğu yere çivilendi. Annem çırpınıp dururken onu kurtarmak için hiçbir şey yapamadım.

İnsanlar yemek yemeyi bırakmıştı. Tüm odakları bizdik. Bazı masalardan sesler duyuyordum. Açıkça annem hakkında konuşmaktan çekinmeyenlerin çirkin sesleri kulağımda çoğalıp duruyordu.

“Bırak beni!” Annem bir hışımla kadını üzerinden iterek ayağa kalktı. Nefes nefese kadına bakarken, kim olacağını soracağını sandım ama yapmadı. Oysa o kadını tanımıyor olması bana güç verebilirdi…  “Uzak dur benden!”

Kadın yeniden annemin saçlarına yapışmak için hamle yaptı ama görevlilerin tutmasıyla bu kez başarılı olamadı. “Asıl sen ailemden uzak dur! Bu nasıl bir utanmazlık? Hem bir adama metreslik yapıp hem de mekanına gelecek kadar yüzsüzsün!”

Levent yerinden kalktı. Tahmin ettiğim gibi hiçbir şey söylemedi. Ceketi aldı ve bizi o kaosun ve meraklı gözlerin ortasında bırakarak çıkıp gitti. Annemin gözleri dolu dolu oldu. Yolunmuş saçlarını titreyerek kulağının arkasına koyarken zayıf bedeni az önce mutlu bir şekilde oturduğu sandalyeye yığılıp kaldı.

“Anne!” Gözlerindeki hüzün, dizlerimin bağını çözerken yanına koştum. Koluna girip, “Gidelim burdan.” diye fısıldadım.

“Bence de, götür anneni buradan.” Kadına baktım. Dudakları büzüştürüp düzeltiyordu. Sinirden bordo ojeli elleri titriyordu. “Hadi ufaklık. Mert Tunalı’nın metresini bir daha görmek istemiyorum!” Sesi, mekanın en uzak köşesinden duyulabilecek kadar yüksekti. Başka bir yerde görecek olsaydım, zarif ve güzel bir kadın olduğunu düşünürdüm ama şimdi korkunçtu. O korkunç kadını daha fazla görmek istemiyordum.

“Anne, gitmemiz gerekiyor.” Annemi kaldırmak istedim ama oturduğu yere yapışmış gibiydi, sadece elli kilo olmasına rağmen bir türlü başaramıyordum. Kolunu bu kez iki elimle kavrarken, bakışlarım bir çift mavi göz ile çarpıştı. Acıyan ve aşağılayan bakışların sahibi Serel’di. Onu fark ettiğim halde gözlerini üzerimden çekmedi. Aksine beni baştan aşağı süzdü; yarım bir gülümsemeyle yanında oturan kadına bir şeyler söyledi.

“Kalksana sürtük! Kızını da al, kocamın mekanını terk et!” Kadının sesi kulaklarımı çırmalayacak kadar inceldi. Görevlilere dönüp “Bir daha buraya ne bu kadını ne de çocuklarını almayacaksınız!” diye emretti.

“Baş üstüne Selen Hanım.”

Annemi kaldırmayı ben başaramadım ama görevliler bunu yaptı. Annemle birlikte apar topar dışarı alınırken, onlara bize dokunmamalarını bile söyleyemedim. Söyleyebilmeyi isterdim; o kadına haddini bildirmeyi, herkese küfür edebilmeyi ve annemin elinden tutup kendi isteğimle dışarı çıkabilmeyi isterdim. Daha yürekli olabilmeyi isterdim.

*

Saat gece ikiyi geçiyordu. Bir süredir yatak odasının pervazına yaslanmış, yatağında bornozuyla uyuyan annemi izliyordum.

Bulduğumuz ilk taksiye binip eve gelene kadar hiç konuşmamıştı. Ancak kendini banyoya attığında hıçkırıklarını duyabilmiştim. Zavallı annem çok uzun bir süre acı içinde ağlamıştı. Sonra da üzerinde bornozuyla yatağında uykuyakalmıştı. Tam anlamıyla çıkmayan makyajı gözlerinin altına akmıştı. Kapalı olmasına rağmen şişen göz kapaklarını görebiliyordum. Nasıl bir durumun ortasında olduğunu bilmiyordum ama yanında olacaktım. Eğer bana anlatmaya karar verirse onu dinleyecektim. Her sözüne kayıtsız şartsız inanacaktım.

Çünkü o benim annemdi.

*

Annemin yanında kalmak için çalan alarmı kapatıp, uykuya geri dönmek istedim ama dış kapının kapanma sesi bana yataktan çıkmamı söyledi. Annem işe gitmişti ve okulu kırıp evde kalmamın bir anlamı yoktu. Üstelik okul çıkışında benim de gitmem gereken bir işim vardı artık... Bu yüzden iş kıyafetlerimi poşetleyip okul çantama sıkıştırdıktan sonra evden çıktım. Servise bindiğimde bir huzursuzluk hissettim; sanki herkesin gözü benim üzerimdeydi… Üzerinde durmamaya çalıştım ama aynı huzursuzluğu okul bahçesinde de hissettim. Bu yüzden kimseye bakmamaya çalışarak hızlı adımlarla binaya girdim. Sınıf arkadaşlarım içeri girdiğim andan itibaren bana bakıp fısıldaşmaya başladı. Birkaçına ne olduğunu sormayı denedim ama beni geçiştirdiler. Ben de pes ederek Yekta ve Berika’yı beklemeye başladım. Yekta, dün akşam Berika da kaldığı için okula birlikte geleceklerini biliyordum ama epey geç kalmışlardı. Neyse ki derse üç dakika kala sınıftan içeri birlikte girdiler.

Dün geceden sonra tek kelime edecek halim yoktu ama Berika’nın yaşadığı trajediyi atlatması için onu ayakta karşıladım ve gülümsemeye çalıştım. “Günaydın.”

Berika da gülümsemeye çalıştı. Sorun şu ki başaramamıştı… “Günaydın canım.”

Yekta’ya baktım. Pekala, ortada benim henüz bilmediğim bir şeyler dönüyordu. “Neler oluyor?”

Yekta kolumdan tutarak beni sırama oturttu. Yanıma kendisi oturdu. “Sen iyi misin?
Şaşkınlığım ikiye katlandı. Çünkü kimseye tek kelime etmemiştim. Önce annemle konuşacaktım. “Sorun ne?”

Birbirlerine baktılar. Sonra Yekta telefonunu çıkardı. Biraz karıştırdıktan sonra bana çevirdi.

Hayır… Hayır! Hayır! Hayır!

Böyle bir şeyin olacağını asla aklıma getiremezdim. Rüyamda bile göremezdim… Ama olmuştu işte, önümdeydi. Bilinen bir sosyete dergisinin manşetini bu kez annem ve ben süslemiştik. Korumalar bizi dışarı atarken, bize bunu yapan kadın arkamızdan gülümsüyordu. Fotoğraf karesi çok acımasızdı; atılan manşetler gibi…

Sosyetik güzel Selen Tunalı metresini ve kızını mekanından attırdı!

Selen Tunalı metresini önce dövdü. Sonra da kapı dışarı etti.

Tunalı Holding’in sahibi Mert Tunalı’nın yeni kaçamağı bu kez pahalıya patladı!

Telefonu sıraya düşürdüm. Çünkü ellerim yüzüme kapandı. Gözyaşlarım avuçlarıma akarken, Yekta bana sarıldı, sırtımı sıvazladı. Berika’nın eli de saçlarımdaydı ama içimdeki utanç duygusu başka hiçbir şey hissetmeme izin vermedi.

“Lalin, senin suçun yok. Ağlaması gereken sen değilsin?”

Elimi yüzümden çekip Berika’ya baktım. “Annem mi? Bunu mu söylemeye çalışıyorsun?”

“Şey… Hayır. Yani ben…”

“Annemin de suçu yok.” dedim gözyaşlarımı silerek. “O adam annemi kandırmış olmalı. Akşam konuşacağız. Bana her şeyi anlatacak.”

İnanmış görünmüyordu ama bu umrumda değildi. Ben anneme inanıyordum. Kim ne derse desin, inanmaya devam edecektim. Öğretmen girmeden kendimi lavaboya atmayı başardım. Zor da olsa kendimi ilk teneffüse kadar toplamayı başardım. Çünkü mecburdum. Ben başımı eğersem, insanlar anneme istedikleri yakıştırmayı yapma cesaretini kendinde bulurdu. Bu yüzden başımı dik tutup, onların karşısında dimdik durmalıydım.

Yekta ve Berika ile birlikte kantine indik. Berika ile boş masalardan birine geçerken, Yekta bizim için tost ve ayran aldı. Burada da durum farklı değildİ. Eğer üçüncü sayfa haberi olsaydık; bana ya da ailem bir şey olsaydı kimse bilmezdi ama bu bir magazin haberiydi; kulaktan kulağa herkes bilmek zorundaydı!

“Benimkinde mayonez var. Lalin’in tostuna koydurmadın değil mi? Lalin mayonez sevmez.” Berika dikkatle tostuma bakarken, asıl niyetinin kafamı dağıtmak olduğunu biliyordum. “Eğer varsa yenisini yaptıralım.”

Ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra “Yok. Sağol.” dedim. Aslında ne yediğimin bile farkında değildi. Aklımda sürekli Mert, denen o adam vardı. Onu nereden tanıdığımı bulmak için beyin fırtınası yapıyordum. “Sen nasılsın?”

Sargılı parmağına baktı. “”Arada sızlıyor ama daha iyi. Aslında… Korktuğum kadar acımadı. Galiba bazı şeyleri kafamızda çok büyütüyoruz.”

Elimi elinin üzerine koydum. “Böyle düşünme, küçümseme. Senin yerinde kim olsa korkardı.”

“Kesinlikle!” diye destek verdi Yekta. “Hatta senin yerine Su olsaydı çoktan ortadan toz olmuştu.”

“Ondan zaten eminim.”

Yekta yarım bir gülümsemeyle arkasına yaslandı. “Hadi ama Beri, mütevazi olmadığını buradaki herkes biliyor.”

“Pekala.” Berika’nın suratında görmeye alışık olduğumuz o kendini beğenmiş ifade geri geldi. “Evet, ben cesur bir kızım. Eğer bir korku filminde olsaydık kesinlikle son üçe kalanların içinde olurdum.”

Birde gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu. “Zaten bir korku filminin içindeyiz.”

Sonra Yekta gülmeye başladı. Berika da ona katıldı. Ellerimizde birkaç ısırık alınmış tostlarla başımıza gelenlere gülerken, Yekta elini cebine atmasıyla donup kaldı.

“Hey!” dedi Berika. “Ne oldu?”

“Cebimde bir kart var .”

“Emin misin?” diye sordum. Başını salladı. “Sakin ol.” Sakin olmak zorunda değildi. Sakin olması için hiçbir neden yoktu.

“Telefonum da cebimde, yanıma almıştım.”

Berika, sargılı elini Yekta’nın elinin üzerine koydu. “Telefonu dert etme. Etrafta nöbetçi öğretmen yok..”

“Sorun öğretmenlerin görecek olması değil.” Gözlerimi baktı. Gördüğüm en ciddi halindeydi. “Cebimdeki gizli telefon.”

Hala kıvrık olan alt dudağımı dişledim. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Hepimiz biliyorduk.

“Bak hadi.” dedi Berika. “Bundan kaçamayız. Sonra da fotoğrafını çekip gruba at. İcabına bakalım.”

Yekta kaçamayacağımızı zaten biliyordu. Onu korkutan şey oyun oynamayan son üç kişiden biri olmasıydı. Çünkü sona yaklaştıkça oyunlar daha da korkunçlaşıyordu. Aslında durum Yekta’nın sandığından daha vahimdi. Çünkü bilmiyor olsa da oyun oynamayan son iki kişiden biriydi.

Elini cebine attı. Kartı  çıkarırken, “Bana şans dileyin.” dedi.

“Saçmalama oğlum!” Berika işaret parmağıyla onun burnuna vurdu. “Dalga geçmeyi bırak da elini çabuk tut”

“Başka türlü aşamam.” Yekta kartı çıkardı ve masanın altında açtı. “Benim yöntemim bu.” Başını karta eğdiğinde, nefesini özgür bıraktı.

“Benim okumamı ister misin?” diye sordum ama bunu çoktan yapmıştı. Üstelik şimdi ifadesinde şaşkınlık vardı.

“Bekleyin. O kadar da kötü değil.”

“Ne!” Berika başını masanın altına eğdi ama Yekta kartı cebine soktu. “Söylesene! Ne istemiş o iblis?”

Yekta arkasına yaslandı. Konuşmadan önce kaşlarını kaldırdı.

Oyun: Kaydını oyun arkadaşlarının okuduğu kolejine aldır.

Süre: Yirmi dört saat

“Siktir!” Berika’nın gözleri kocaman oldu. Farklı olduğumu sanmıyordum. “Bunu neden istedi ki?”

“Bilmiyorum.”

“Ayrılacak mıyız şimdi!”

Berika’nın yüksek çıkan sesi bazı meraklı bakışları üzerimize çekerken, masanın üzerinden onlara eğilip, “Sakin kalalım.” diye uyardım. “Yekta haklı, bu o kadar da kötü değil. İyi yanından bakarsak… Bundan sonra iyi bir eğitim alacak.”

“Ama.” dedi Yekta. “Ailemin beni bir kolejde okutacak kadar parası olduğunu sanmıyorum.”

“Gerek de yok.” dediğimde bana baktılar. Aslında aklımdan geçenler bir dakika sonra onlarında aklından geçebilecek kadar basit ve olması gerekendi. “Oyun arkadaşlarımız oldukça zengin. Eminim içimizden birini kendi okullarında okutmak onları zorlamayacaktır.” Parmaklarımı hafif bir dokunuşla Berika’nın sargısının üzerinde dolaştırdım. “Sonuçta Berika da onlar için ağır bir bedel ödedi.”

Berika iç rahatlamasıyla arkasına yaslanırken, “Elbette öyle!” dedi. “Hadi Yekta, şu kartın fotoğrafını gruba at, yardım etsinler.”
Yekta insanlardan yardım istemeyi becerebilen biri değildi ama tam da şu an hayatı için başka şansı yoktu. Biz etrafı kontrol ederken, cebinden gizli telefonunu çıkardı ve kartın fotoğrafını çekip gruba attı. Üç dakika sonra ilk karşılık Asır’dan geldi.

“Anlaşıldı. Kimliğinin fotoğrafını gönder. Sabah seni basketbol sahasından alırım. Sanırım veli gerekmiyor. On sekizden büyüktün, değil mi?”

Yekta yaşını onayladıktan sonra bir sonraki mesaj Cihangir’den geldi.

Okul çıkışı üçümüzün de sahanın orada olmasını istemişti. Hiç birimiz nedenini anlayamadık ama yardım edecek olan onlar olduğu için sorgulamaya niyetimiz yoktu.

“Ben gelemem ama siz gidin.”

Berika kaşlarını çatarak, “Ne demek gelemem?” diye sordu. “Aaa… Annenin yanında mı kalmak istiyorsun?”

“O da var ama…” Bunu onlardan gizleyemezdim. Onlar en yakınımdı. “Biliyorsunuz, işe başladım. Bunu size söylemedim ama… Bizim birikmiş kira borcumuz vardı?”

İkisi de şaşkınca birbirine baktı. Sonra da bana… “Ne kadar birikmiş?” diye sordu Yekta.

“Bu artık önemli değil. Çünkü annem halletti. Yine de işi boşlayamam. İkinci günümde zaten gitmedim.” Bu benim açımdan bir savunmaydı.

“Borcunuz olduğunu neden bize söylemedin?” Savunmamı ezen ise Yekta’ydı.

Başımı iki yana salladım. “Sizden yardım istemeyi düşündüm. Hatta bunu yapacaktım ama her ikinizin ailesi için de sıkıntılı bir döneme denk geldi.”

“Ve sen de kendi başının çaresine mi baktın?”

“Hayır Berika.” diye itiraz ettim. “Aslına bakarsanız, sorunumuz çözüldü.Dediğim gibi, annem kira borcumuzu ödemiş ama ben yine de çalışmak istiyorum. Çalışırken bir şey düşünemediğimi fark ettim, iyi geliyor.” Ellerimi, ikisinin de masanının üzerinde duran ellerinin üzerine koydum. “Geç söylediğim için üzgünüm. Bana kızmayın.”

Yekta burukça gülümseyip saçlarımı karıştırdı. “Saçmalama.” Sonra burnuma dokundu. “Ama sen yine de bir daha yapma.”

Berika “Bence de!” diyerek araya girdi. “Yoksa seni o hamburgerciden kovdurmanın bir yolunu buluruz.”

“Yaparsın, biliyorum!”

Beni sorunlarımdan bir parça da olsa uzaklaştırmayı başarmışlardı. Yekta ve Berika gibi iki iyi dosta sahip olduğum için çok şanslıydım. En azından bu konuda şansım vardı…

Okul çıkışı ayrıldık. Onlar diğerleriyle buluşmak için basketbol sahasına doğru giderken, ben ters yönde kalan iş yerimin yolunu tuttum. Cihangir’in bizi neden çağırdığını merak ediyordum. Bu yüzden öğrenir öğrenmez bana mesaj atmalarını söyledim.

Hamburgerci gördüğüm en kalabalık halindeydi. Şefin talimatıyla hemen iş kıyafetlerimi giyip saçlarımı sıkıca topladım. Daha ilk saatin sonunda epey yorulmuştum ama sorun değildi. Çünkü arkadaşlarıma söylediğim neden gerçekti; çalışırken hayatımda kötü olan her şeyi unutuyordum. Servis yaparken ve boşları mutfağa ulaştırırken, kulağım sürekli telefonumdaydı. Henüz hiç titrememişti. Ya da titremişti ama sürekli hareket halinde olduğumdan fark edememiştim. İkinci saatin sonunda baş garson mutfağa geçmemi söyledi. Bir sorun olduğunu düşünmüştüm ki mutfakta beni bekleyen hamburger menüyü görünce servis yapacağımı anladım.

“Hangi masaya?”

İhtiyar şef gülümseyerek, “Mutfakta boş masa yok ama istediğin sandalyede yiyebilirsin.” dedi.

“Aaa… Bu benim mi?”

Şef “Evet.” diye yanıtladı. “Normalde yarı zamanlı çalışanlar yemeğini burada yemiyor ama arada yeni çalışanlara hoşgeldin jestlerimiz oluyor.” Siparişi hazırlarken göz ucuyla bana baktı. “Özellikle senin gibi çalışkan olanlara.”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Tepsi duvar tezgahında duruyordu. Bir sandalye çekip hamburgerimden koca bir ısırık aldım. Gerçekten lezzetliydi ve gerçekten acıkmıştım. Çalışırken telefon kullanmak yasaktı ama yemek molasında olduğumu düşünerek telefonumu cebimden çıkardım ve ekranı açma tuşuna bastım. Açılmadı. Of! Şarjım bitmişti.
Eve gidene kadar herhangi bir şey öğrenmemin mümkün olmadığını düşünerek işe geri döndüm. Hava karardıkça akşam yemeği için gelenlerin mekanı daha da kalabalıklaştırmasıyla neredeyse nefes almadan çalıştık. Mesai bittiğinde, hemen uyumak isteyeceğim kadar yorgundum. Hakkıma düşen bahşişi alıp eve doğru yola çıktım.

Annem evdeydi. Bunu daha kapının önünde, içeriden süzülen yemek kokusundan anlamıştım. Bu yüzden apartmanın girişinde çıkardığım anahtarımı çantama geri koyarken, kapıyı çaldım. Annem kapıyı açtığında daha iyi görünüyordu. En azından gözleri hala şiş değildi. Üzerindeki mutfak önlüğüne ıslak elini silerek “Hoşgeldin kızım.” dedi.

Ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçtim. Yanaklarından öptüm.  “Hoşbuldum.”

Yüzünü ekşitti. “Kızartma kokuyorsun.”

“Çalıştığımı söylemiştim…”

“Gerçekten istiyor musun? Bu saate kadar dışarıda olman hoşuma gitmiyor?”

Okul çantamı kapının yanına koyduktan sonra kabanımı askıya astım ve annemin nemli ellerinin tuttum. “Gerçekten istiyorum. Hem saatte bir şey yok ki anne…” Gülümseyerek “Daha dizin bile başlamamıştır.” diye takıldım.

Gülümseye çalıştı ama her zamanki gibi değildi. Üzerimi değiştirip hızlıca yüzümü yıkadıktan sonra salona geçtim. Hazır yemek masasına otururken, çok aç olmamama rağmen iştahım kabarmıştı. Çünkü menüde kızarmış hamsi ve roka salatası vardı.

“Eline sağlık annecim.”

Masaya birlikte oturduk. O ana kadar normaldik ya da normal davranmaya çalışıyorduk. Annemin gözü boş sandalyeye ilişip hüzünleninceye kadar… “Keşke Levent de gelseydi. Hamsiyi çok sever.”

“Ona kızgın olman gerekiyordu.” Kendimi tutamamıştım ve haklıydım. “Sen açmadan konuyu açtığım için beni affet anne. Ama oradan bizi almadan gitmesi doğru muydu? Eve gelse bile bizden özür dileyene kadar onunla konuşmayacağım. Bence sen de aynısını yapmalısın. Onun bu her şeyi umursamayan hali artık fazla fazla canımı sıkıyor.”

Kızgınlıkla çatalımı salataya uzattım ama annemin başını önüne düşürdüğü görünce elim havada donakaldı. “Utandığı için gitti. Sebebi benim. Kızman gereken benim Lalin, ağabeyin değil.” Gözünden birkaç damla yaş aynı anda düşerken, başını salladı. “Sizi oraya hiç götürmemeliydim.”

Çatalımı bırakıp anneme döndüm. Ellerini ellerimin arasına alıp içten gelerek “Annem.” dedim. “Ağlama, ne olur. O adamın evli olduğunu nereden bilecektin ki?”

Başını kaldı. Gözlerinde büyük bir yanılgı vardı. Biraz daha baktığımda, o yanılgının esiri olduğunu gördüm. Hayır…

“Biliyordum Lalin.”

Öylece kaldım. Sesimi çıkaramadım.

“İlişkimizin başında değil ama sonra öğrendim. Öğrendiğim an bitirmek istedim. Yemin ederim, onu terk ettim. Peşimi bırakmadı. Evliliğinin sadece kağıt üstünde olduğunu, yakında tamamen biteceğini söyledi. Beni sevdiğini, ciddi olduğunu söyledi. Sizinle tanışmak isteyen oydu. Ben…” Başını yukarı kaldırıp, gözyaşlarının çenesi boyunda akmasına izin verdi. “Onu anladım. Çünkü onunla aynı durumdayım. Nüfus cüzdanımda evli, yazıyor ama babanızı en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. Onca yıl sonra ilk kez bir erkeği hayatıma aldım. İlk kez kalbimde bir şeyler kıpırdadı. Bunları sana anlatmam doğru değil, biliyorum ama-”

“Doğru.” Hiç düşünmedim bunu söylerken. “Biz arkadaşız da. Öyle değil mi? Sen bana böyle öğretmiştin küçüklüğümden beri…”

Ağlarken gülümsedi. “Öyle tabii.”

“Anlat o zaman. Ben seni hep dinlerim anne.”

Yumuşacık avucuyla yüzümü okşadıktan sonra “Bu kadar.” dedi. “Onu sevdim. Beni sevdiğini de biliyorum ama artık onunla görüşmeyeceğim. Kendim için değil, sizin üzülmenize sebep olduğu için…”

“Annecim, ben bu işlerden pek anlamam. Yani… Birkaç flörtüm olmuştu ama bilirsin, çocukça şeyler. Evet, şu an görüşmemeni doğru buluyorum ama seni gerçekten seviyorsa gerçekten boşanacağını da düşünüyorum. O zaman yeni bir şansı hak etmez mi?”

Bana minnetle baktıktan sonra sıkıca sarıldı. “Ah Lalin. İyi ki benim kızımsın.”

*

Alarmın ikinci çalışında uyanabildim. Ütülediğim iş kıyafetlerimi hızlıca çantama koyduktan sonra kendimi dışarı attım. Gömleğimin düğmelerini ancak merdivenleri inerken ilşkleyebilmiştim. Saçlarım en son hamburgercide topladığım haliyle duruyordu ve yatarken her tarafından çıkmıştı. Koşar adımlarla servis durağına ilerlerken, sol spor ayakkabımın açık bağcığı ayağıma dolanıp duruyordu ama durup bağlarsam servisi kaçırabilirdim. Muhtemelen kaçırmıştım da… Bilmiyordum çünkü telefonumu evde bıraktığım için saate bakamıyordum. Geç kalmamın sebebi dün gece geç vakitlere kadar annemle ettiğim sohbetti. Annemin yanından ayrılamadığım için telefonumu şarj etmek de aklıma gelmemişti.

Nefes nefese durağa ulaştığımda etrafıma bakındım. Gelen giden yoktu!  Saati sorabileceğim kimse de yoktu!

“Of ya! Kaçırmış olamam. İkinci alarm çalar çalmaz evden çıktım.”

Kendi kendime söylenirken siyah bir aracın yaklaştığını fark ettim. Geldi ve üstünde durduğum kaldırımın tam önünde durdu. Camı açtığında küçük dilimi yutacaktım.

“Günaydın, diyeceğim ama pek uyanmış gibi görünmüyorsun.” Bana baştan aşağı baktı; bir bağcığı açık ayakkabılarıma, fermuarı yamuk duran eteğime, yarısı dışarıda olan gömleğime ve ne halde olduğunu bilmediğim saçlarıma… “Atla.”

Gözümde çapak olmamasına dua ederek servisin gelmesi gereken yöne baktım. Yoktu. “Ben… Geç kaldım. Servisi kaçırdığımı sanmıyorum. şimdi gelir.”

“Artık o servise ihtiyacın yok.” dediğinde ona anlamayan gözlerle baktım. “Telefonun nerede senin?”

“Şey… Şarjım bitti de. Neden ki?”

Uzandı ve yanındaki koltuğa ait kapıyı açtı. “Atla, konuşuruz.”

Servisin gelmeyeceğini anlamıştım. Kendime bunu bahane ederek arabasına binerken, içten içe biliyordum ki asıl sebep bu değildi.

Arabayı çalıştırdığı an “Neden buradasın?” diye sordum.

“Seni almak için.”

Gözlerimi devirdim ama bana değil yola bakıyordu. “Onu zaten anladım. Neden beni almak istedin?”

“Okula götürmek için.” dedi ama saptığı yol bizim okula giden yol değildi. Doğrudan sahil yolundan ilerlerken, “Kimliğin yanında mı?” diye sordu.

“Evet, neden?”

“Reşit misin?”

“Evet, neden?”

“Güzel.”

Bana cevap vermemeye yemin mi etmişti?

Daha baskın bir şekilde sormaya hazırlanırken, “Sakin ol.” dedi. “Koleje kaydını yaptıracağız.”

“Ne!”

Bir an için bana baktı. Sadece tek bir an. “Kayıt diyorum, bizim okulda okuyacaksın.”

Şaşkınlıktan bir süre konuşamadım. Ciddi miydi? Yoksa benimle dalga mı geçiyordu? “Bir dakika. Sanırım bir yanlış anlama oldu. Bu Yekta’nın göreviydi. Benim değil.”

“Arkadaşın öyle söylemiyor?

“Ne?”

Dik bir yokuşu son hızla tırmanırken sırtım koltuğa yapıştı.

“Berika.” dedi. “Kaydı yapılırken gayet mutluydu.”

“Berika’nın da mı kaydını yaptırdınız?”

“Evet. Şu gel, dememe rağmen yine gelmediğin buluşmadan sonra birlikte koleje gittik ve kayıtlarını yaptırdım.”

Başımı, birbirine sürtüp durduğum ellerime eğdim. “İşim vardı.”

“Hayatından daha mı önemliydi?”

Uzun trafiğin ortasında durduk.

“Oyun sırası Yekta’daydı. Ona yardım edecek olan da sizlerdiniz. Hayatımı hiçe saymadım. Saymam da.”

Başını bana çevirdiğinde, istemsizce ona baktım. Üzerin beyaz gömlek ve kahverengi keten pantolondan oluşan okul forması vardı. Aynı renk ceketin arabaya binerken arka koltukta görmüştüm. Zaten kısa olan saçlarını biraz daha kestirmişti ve boynundaki morluk rengi açılsa da yerli yerinde duruyordu.

“Nasıl olduğunu merak ediyorsun.” dediğinde boynunda kilitlenen bakışlarımı güçlükle oradan aldım.

“Ben… Hayır. Yani… Anlatmak istersen-”

“İstemem.” Yeniden önüne baktı.

Trafik biraz da olsa açıldığında yavaşca ilerlemeye başladık. “Bunu sen mi istedin? Üçümüzün birden kaydını koleje aldırmak epey masraflı.”

“Evet. Benim kararımdı. Bu oyunu hep birlikte oynuyorsak,” Bana baktı. “Yakın olmalıyız.” Bakışlarını benden aldı.

“Ailelerimize nasıl açıklayacağız?”

“Burs kazandığınızı söylersiniz. Hiçbirinizin ailesinin itiraz edeceğini ya da irdeleyeceğini sanmam. “

Bu doğruydu. Birkaç dakika sonra okulu gördüm. Duvarlar parlak beyaz, pervazlar gri renkteydi. Büyükçe bir bahçesi vardı. Korkulukların iç kenarına belli aralıklarla konumlandırılmış ahşap çardakların arasında bodur ağaçlar sıralanmıştı. Bir örüntü şeklinde; bir çardak, üç bodur ağaç… Düne kadar okuduğumuz okuldan çok farklı görünüyordu. Önünde bir sürü lüks araç ve zengin insanlardan oluşan küçük topluluklar vardı. Kapısına kadar ulaştığımızda içeri gireceğimizi sandım ama Cihangir önünden geçip gitti.

“Neden girmedik? Kayıt yaptırmayacak mıydık?”

Dudaklarında yarım bir gülümseme yakaladım. “Az önce bu kadar hevesli görünmüyordun.”

“Hevesli değilim.” dedim hemen. “Sadece merak…”

Okulun yan sokağına girdi ve büyük bir giyim dükkanının önünde durdu. Burası lüks bir tuhafiyeye benziyordu.

“Okul üniformasına ihtiyacın var.”

“Berika ve Yekta ile birlikte alırım.”

Aracı park ettikten sonra indi, elini kapının tutacağına koydu. “Dün o işi de hallettiler. Şu an okulda seni bekliyorlar.” Kapıyı kapattı ve mağazaya doğru yürümeye başladı. Peşinden giderken, bahşişlerimi ve harçlığımı yanıma aldığım için kendimi tebrik ediyordum. İçeri girdiğimizde bizi güler yüzlü bir kadın karşıladı. Cihangir, üniforma alacağımızı söyledi.

“Bedeni öğrenebilir miyim?”

Cihangir bana bakmadan, “Small.” dedi.

Beden ölçümü bilmesine şaşırmıştım. Çünkü bakışları hep anlıktı.

“Şanslısınız.” dedi kadın askıdaki üniformaları karıştırdığı sırada. “İstediğiniz bedenden son bir tane kaldı.” Bulduğu üniformayı bana uzattı. “Kabin şu tarafta, deneyebilirsiniz.”

Üniformayı aldığımda Cihangir, “Üzerinde kalsın.” dedi. “Doğrudan okula gideceğiz.”

Başımla onayladıktan sonra kabine girdim. Eteğimi çıkarıp, siyah külotlu çorabımın üzerine kahverengi şort eteği geçirdim. Kendi gömleğimi çıkardım ve üzerinde kolejin baskısı bulunan gömleği giydim ve kabinin aynasında saçlarımı parmaklarımla tarayarak düzelttikten sonra salık bıraktım. Toka izi kalmıştı ama fena görünmüyordu.

O da ne!

Of!

Sol gözümdeki çapağı görmüş müydü?

Avuçlarımı suratıma kapattım, görmemiş olmasını diledim. Kabinden çıkmak istemiyordum. Kabininin beni uzay boşluğuna fırlatmasını istiyordum…

“Küçük hanım, yardıma ihtiyacınız var mı?”

Görevli kadının seslenmesiyle, derin bir nefes aldım ve kabinden çıktım.

“Tam üzerine oturmuş. Hoş görünüyorsunuz.”

Gülümsememle teşekkür ettikten sonra çıkardığım formamı koymak için bir poşet rica ettim. Cihangir’e hiç bakmamıştım. Bu yüzden bana bakıp bakmadığını bilmiyordum. Kadının getirdiği poşete artık eski olan formamı koyduktan sonra poşeti çantama tıktım ve kasaya ilerledim.

“Ne kadar ödeme yapmam gerekiyor?”

Kadın, “Yapmanız gerekmiyor.” dedi. Sonra da arkamda kalan Cihangir’i işaret etti. “Küçük bey halletti.”

“Hayır, olmaz öyle şey… Ne kadar olduğunu söyler misiniz lütfen?”

Elimi çantama uzattım. Parayı doğrudan Cihangir’e verecekken kadın “Beş bin Yedi yüz elli tl.” dedi.

Elim çantamdan kayıp düştü.

Neyse ki geriye döndüğümde Cihangir’in çoktan arabasına yürüdüğünü gördüm. Adımlarını yakaladığım ilk an “Teşekkür ederim.” dedim. “Ama sana borcum var. Çok yakında ödeyeceğim.”

“Arabayı burada bırakacağım. Okulun arka kapısı şurada.” dedi sorumu es geçip sokağın sonunu işaret ederek.

“Ne dediğimi duyma-”

“Çapağını aldığın iyi olmuş. Salık saçla yakışmazdı.”

Tükürüğümü yutarak öksürmeye başladığımda durdu, öksürük krizim son bulana kadar bekledi. Son bulduğunda ise benim adımlarım onunkilerin önündeydi. Çünkü utançtan kıpkırmızı kesildiğimi görmesini istemiyordum!

Önce müdüriyete gittik. Müdür velimi görmek istedi ama Cihangir’in araya girmesiyle sorunsuzca kaydım yapıldı.

“Dün getirdiğiniz iki öğrenci gibi küçük hanımın da bir yıllık peşin mi ödeyeceksiniz?”

Cihangir müdüre ters bir bakış attıktan sonra “Evet.” dedi.

Adam memnuniyetle gülümseyerek bana döndü. “Okulumuza hoşgeldiniz küçük hanım. Sınıfınız  12/D.” Saatini kontrol ederek “İlk ders iki dakika sonra sonra eriyor.” bilgisini verdi. “İkinci derse teşrif edebilirsiniz.”

Müdürün elini sıktıktan sonra “Teşekkür ederim.” dedim. Daha sonra Cihangir ile birlikte koridora ilk katta bulunan müdür odasından ayrıldık. Koridorlar uzun ve genişti. Zemin ise tıpkı okulun rengi gibi parlak beyazdı. Bazı köşeler birer sergi alanına benziyordu ve buram buram temizlik kokuyordu. Sınıfımızın bulunduğu ikinci kata çıkarken tenefüs zili çalmaya başladı. Burada olmak garip olsa da Berika ve Yekta’yı yeni okulumuzda, yeni üniformalarımızın içinde göreceğim için heyecanlıydım.

İkinci kata ulaştığımızda, sınıftan çıkan öğrencilerin arasında ilk olarak Su’yu gördüm. Beni görünce duraksadı ama asıl tuhaf olan, yanındaki kızların bana şaşkın gözlerle bakıyor olmasıydı. Koridor giderek kalabalıklaşırken, kızlardan biri ağzını bir karış açarak bana yaklaştı.

“Hey! Okulumuzun yeni öğrencisine bakın.” Uzun boylu ve ince yapılı kız sarışındı. Yeşil gözleri beni merakla süzerken karşımda durdu. “Onu dünkü manşetten tanıyoruz!”

“Mira!”

İsminin Mira olduğunu öğrendiğim kız, kendisini uyaran Cihangir’e bakıp gülümsedi ama sonra odağı yine ben oldum. “Gerçekten osun... Ne bu şimdi?” Anlam veremediğim bir şekilde gülümserken, Su ve diğer arkadaşları yanımıza geldi.

“Annenin yolundan mı ilerliyorsun?” Kız bana eğildi ve küçük gözlerini yırtarcasına açtı. “Annen babamla takılırken, sen de amcamla mı takılıyorsun?” Başım dönmeye başladı Etrafımdaki her  detay ciddi anlamda dönmeye başlarken, kız başını kaldırdı ve Cihangir’e baktı. “Bir şey söylemeyecek misin, Cihangir Tunalı?”

🎭

Öncelikle bölümü nasıl buldunuz?

Artık Bizimkiler hep birlikte!
Ve kafalar karışmasın. Mira, Cihagir'in üvey yeğeni.

OyDo severler, bu ay başka bölüm okumayacağız. Çünkü Kızıl Gece'nin üçüncü kitabını tamamlayıp yayınevime teslim etmem gerekiyor.

Ancak Aralık ayı boyunda sadece ama sadece OyDo yazacağım. Haftada en az 2-3 bölüm okuyacağız.

Kesitler için İnstagram hesabındaki Bizimkiler 🍀 isimli kanalı takip edebilirsiniz.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.7K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
751K 10.8K 6
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
486K 28.8K 31
ablasına yazacakken yanlışlıkla dünyaca ünlü boksöre yazan Ahu 💋💋