ASTERYA

By acikyarada

52.8K 1K 1.5K

❝Sana istediğin her şeyi veririm, Asterya. Ama seni veremem.❞ DİZİLİM SERİSİ. More

ASTERYA
2. PERSUS SAPAĞI

1. ŞEYTAN VE DÖRT BÜYÜK GÜNAH

8.7K 435 607
By acikyarada


ig/ acikyarada
tw/ diorsvision


Ve tarih o günden beri yazar.
Kızlar, annelerinin kaderini değil,
isimlerinin kaderini yaşar.



Imagine Dragons, Enemy

1.  ŞEYTAN VE DÖRT BÜYÜK GÜNAH



Kayan bir yıldız, düşen bir gözyaşı.

Korktum, her zaman sevdiklerimi kaybetme korkusuyla büyüdüm. Bazenleri küçük bir çocukken boş tavana gözlerimi diker, saatlerce düşünürdüm. Kaybetmekten korktuğum herkesi kaybedersem nasıl birine dönüşürüm diye? Kontrolu kaybeder miydim diye... Ya da en dibe çöküp kendini kapatır mıydım? Saatlerce cevap arardım sorularıma, bazense paranoyaklaştığımı sanardım.

Ve ben sevdiğim herkesi kaybetmiştim.

Dışarıda devam eden bir hayat vardı, fakat alışılmışların dışında, yeni belirlenen yasalarla kontrol altına alınmaya çalışan bir hayat. Her ne kadar buna hayat denilebilirseydi.

Dışarıda bir hayat değil, savaş vardı.

Dünya'nın sınıf ayırmaya başlamasıyla bu sorun ortaya çıktı. Sorun beraberinde farklı problemleri de getirdi. Yanlış biyolojik dizilimleri, mutasyonları, farklılıkları...
İnsanları ikiye ayırdılar; Asil ve Asi olmak üzere. Yüzyıllar önce, ülkemizde, hatta dünyamızda 1700'lü yıllara dek uzanan bir hastalık var. Bir patlama sonucu yayılan kimyasaldan dolayı bazı insanların kanımda özel bir antikora saptandı. Ve dünya çapında özel, gizli kuruluşlar açılmasına sebep oldu.

Asi olan kişilerden kolayca kurtulabilmek için Mavisel isimli bir mekân açıldı. Bu şekilde bu mekân ünlenerek çoğu insanı içerisine çekti. Bazı insanlar sessizce ortadan kaldırıldı, ailesinin haberi bile olmadı. Bazılarıysa sebepsiz yere bir suç işlemiş gibi gösterildi, kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldüğü söylenildi. Haber yapıldı. Halkın bundan haberi yoktu, belki devletinde.

Ama tek bir doğru vardı. Bu şeyin arkasındaki kişi, ülkeyi yok ediyordu.

Sessiz sedasız.

Bütün bu olaylarlara rağmen, nefes boşluğundan intikam akan kalbi durmuş bir kız çocuğu vardı. Zihninde çınlayıp duran vahşet, kızı kayalıklara vurarak geçmişinin esiri yapıyordu. Gırtalığına kadar geçmişine gömülmüş bir kız çocuğu vardı.

O kız çocuğu bendim.

Dünyam doğdumdan beri bulanıktı, doğdumdan beri gözlerim yaşlıydı. Sebebi buydu. Yönümü bulamıyorum, savruluyorum. Parçalanıyorum, yok oluyorum. Ama hala nefes alabiliyorum. Günün sonunda kulaklarımın içinde tek bir cümle çınlıyor.

Ben kimsesizdim.

Kimsesiz olmaya mahkum edilmiştim.

Asterya.

Adım Asterya Ramona.

Kayan yıldız demek.

Belki de bu yüzdendir, etrafımdaki herkes bir kayan yıldız gibi kaymıştı hayatımdan. Kimsem kalmamıştı, herkesim dediğim herkes gitmişti buradan. Kendi mezarımı, kendi adıma kazımıştım ben. Yapayalnızdım. Bununda en büyük suçlusu bendim.

Mavisel, benim kardeşimin, Asi olduğunu iddia ederek tek bir gecede öldürdüler. Gözlerimin önünde aldılar ve ben hiçbir şey yapamadım. Aldılar. Adil'i benden aldılar. Ve ben sadece orada durdum. O gün, Mavisel öyle büyük bir hata yaptı ki, sadece Adil'i öldürmediler, siktiğimin düzenine karşı nefretle ve intikam hırsıyla büyüyen bir kız çocuğuda yetiştirdiler.

Bu şey, kesinlikle yasal değildi. Ama bir grup, bir çete büyüyerek Mavisel'i oluşturmuştu. Bir saniye olsun içimdeki nefret azalmadı, her saniye arttı.

Geçmiş asla ölmezdi, geçmiş geçmezdi de.

Bu yüzden nefes alıyorum, bu yüzden yaşıyorum. Geçmişim için. Kardeşimin intikamını almak için nefes alıyorum.
Gökyüzüne bak. Güneş her gün doğuyor, ardından batıyor. Bu dünya benim lanetim, bense tek bir yeminle büyüdüm. İntikam.

Mavisel örgütüne karşı yeni bir çete kuruldu. Persus. Henüz Persus'ta olanlar bir efsaneden ibaret olsada gerçek olduğunu anlamak zor değil. Ve bir kuruluş, gizli bir târikat var. Ve ben söz konusu intikam olunca kendi canımı bile hiçe sayabilecek bir kadınım.

Bu bilgilere halktan insanlar kolay kolay ulaşamazlardı. Çünkü bütün işlerini öyle bir titizlikle yapıyorlardı ki, arkalarında hiçbir iz bırakmıyorlardı. Bu yüzden her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenebilmek için içlerine sızdım. Mavisel, bir kuruluş olmasının yanında insanlar tarafından sevilen bir bardı. Kafes dövüşlerinin yapıldığı bir alanı vardı. Bir sürü insanı haliyle içine çekiyordu bu mekân. Ama tek amacı özel soydan gelen insanları öldürmek olduğundan bihaberlerdi.

Bu yüzden orada barmaid olarak çalışmaya başladım. Gelen zengin, soylu, bilgili insanları dinleyerek buz dağının bir kısmını öğrendim. Hala öğreniyorum.

Mekânın içi mavi ve loş bir ışıkla aydınlatılıyordu. Her yer oda parfümü kokuyordu, ferah bir yerdi. İyi havalandırılıyorlardı. Kulağımı bir caz müziği doldururken gözlerim etrafta gezindi. Elinde beyaz bir bez vardı, viski bardaklarını ve kadehleri ovalayarak temizliyordum.

"Asterya," dedi Cengiz tezgâha yaslanırken, gözlerim onu buldu. "Bugün baya kalabalık, öyle değil mi?" İş arkadaşımdı, o da burada barmendi. Buradakilerle sıkı fıkı olduğum söylenemezdi, fakat Cengiz iyi bir çocuktu. Omuz silktim, "Her zamanki Mavisel işte." Mırıldandım. Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Yine de, bugün farklı bir kalabalık var. Kafes dövüşünden dolayı."

Önüne döndüm. "Şu efsane olan adamdan bahsediyorsun değil mi?" Alayla söylemiştim bunu.

"O kadar hafife alma bence," dedi. Bakışlarının bana döndüğünü hissettim. "Bugüne dek kimseden tek bir yumruk yemediğine dair söylentiler var."

"Saçmalama," dedim elimdeki bezi kenara bırakıp bardağı ters bir şekilde tezgaha bıraktım. "Bu imkansız, bisiklet sürerken pedalları kullanmamak gibi bir şey bu."

Cengiz sessizce gülerken bense gözlerimi kıstım. "Gülmesene," Bir şey demeden, elindeki kocaman bardaklara fıçıdan içki doldurdu. Ve elime tutuşturdu. "Şunlar on yedinci masaya, hadi." diyerek işine koyulurken derince nefes alarak tezgahın arkasından çıktım, dediği masaya doğru ilerledim.

Herkes, gülüyor ve eğleniyorlardı. İçiyorlar ve yarın olmadan yaşıyorlardı. Herkesin unutmaya geldiği bu mekânda bense bana yaşatılanı tekrar tekrar hatırlıyordum. Üzerinde zehirli bir bulut vardı sanki. Bu bulut benim düşüncelerimdi. Tek bir şey istiyordu. Yeraltı dünyasına gir. Hepsinin işi teker teker bitir. Karanlık tarafıma hoşgeldiniz.

Elimdeki iki bardağı masaya bırakınca, oturan adamlardan birinin bakışlarını üzerimde hissettim. Zaten böyle bir ortamda olunca bu bakışlara alışıyordunuz. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken geri çekildim. Adamla göz göze geldiğimizde 40'lı yaşlarda olduğunu anlamak zor olmamıştı. Bana sarmasın diye yavaşça geri çekildim, o masadan uzaklaştım.

Cebimdeki telefon titreşirken etrafa bakındım, hızlı adımlarla bar tezgahının yanından geçip kör nokta olan bir yere geçip cebimdeki telefonu çıkardım ve gelen bildirime tıkladım.

Deniz Alaca:
Naber, Freyja? (19.44)

Asterya Ramona:
İş, güç. (19.50)

Asterya Ramona:
Sen? (19.51)

Deniz. En yakın arkadaşım. Kardeşim. Belki de, şu anda sahip olduğum tek kişi. Henüz kaybetmediğim. Sevgili hayatım, benden ilk başta babamı uzaklaştırdığı gibi önce annemi, sonra da kardeşimi kopardı. Ve en dipteyken, bataklığa gömülmüş bir kızken beni oradan çıkaran kişi Deniz olmuştu. Onuda kaybedemezdim, bir yakınımı daha kaybetmeye dayanmazdı aptal kalbim.

Deniz:
Seni uzun zamandır görmediğimi farkettim. Ve birazcık kendimi hatırlatmam gerektiğini düşündüm.
(19.53)

Gülümsedim.

Asterya:
Daha iki gün önce beraberdik.
(19.54)

Deniz:
Sanki yıllar gibi değil mi? (19.54)

Deniz:
Mavisel operasyonu nasıl gidiyor? Biliyorsun, istediğin zaman sana yardım ederim. Bu işe yalnız girişmen hiç içime sinmiyor.
(19.55)

Asterya:
İyi. (19.55)

Asterya:
Seni riske atamam. Burası çok tehlikeli.
Buraya gelme. (19.55)

Deniz:
Keşke biraz erken haber verseydin.... (19.56)

Deniz:
Şu meşhur kafes dövüşünü kaçıracak değilim. Kimbilir, belki gözümüz, gönlümüz açılır. Birimize kısmet çıkar. (19.57)

Deniz:
:))))))) (19.57)

Deniz'i tehlikeye atamazdım.

Dudaklarımın arasından bir küfür mırıldanırken telefonu cebime geri attım. Yüzümü sıvazlarken ofladım, yeniden işime geri koyuldum. Fakat aklım doluydu, Deniz'i her ne kadar bu intikam işinden uzak tutmaya çalışsamda, benim zarar görmemden korktuğu için o da dahil olmaya çalışıyordu. Saat sekiz buçuğa kadar mesai yaptıktan sonra Cengiz'in yanına gelmiştim.

"Arkadaşlarım gelecek, muhtemelem ringin oralarda olacağız." diye mırıldandım önündeki önlüğü çıkarıp kenara asarken. Gözleri beni buldu. "Tamam," önüne dönecekken duraksadı. "Bir dakika, dövüşü izlemeye mi gideceksin?" Kahverengi gözleri şaşkınlıkla dolmuştu.

"Evet," Kaşlarım havalandı. "Bir sorun mu var?" dedim aniden sormasına şaşırarak.

Başını iki yana salladı. "Hayır, yok tabi ki de... Gideceğini düşünmemiştim. Şaşırdım."

"Bakalım, şu şehir efsanesi kimmiş?" Dudaklarım kıvrıldı. "Kimle dövüşecek biliyor musun?" diye sordum. "Tanıdık mı?"

"Şu göt kılıklı bir herif vardı ya," Yüzünü buruşturdu. "Dişleri gümüş kaplamalı velet." Aynı şekilde bende yüzümü buruşturup burnumu kırıştırdım. "Hangi sıfatla?"

"6 yaşından beri kareteye gidiyormuş herif. Siyah kuşağı varmış amına koyayım." İnanmaz inanmaz mırıldandı. Başımı salladım. "Ee güzel, dövüş çekişmeli olacak o zaman."

Güldü. "Sanmam, o götlekin Damon T.'nin yanında şansı yok."  dedi açık ve net bir sesle. "Ancak o bebenin parçalarını hastane köşelerinden toplarlar." Kaşlarımı kaldırarak güldüm.

"Abartıyorsun,"

Cengiz tam konuşmak için dudaklarını aralayacaktı ki, bir kolun omuzuma dolanıp bana sımsıkı sarıldığını hissettim. "Oyyy, nasıl özlemişim ya." Deniz yanağıma öpücüklerini bırakırken tepki vermeme izin vermeden Cengiz'e döndü. "Lez değiliz canım, merak etme."

Cengiz yine gülerken Deniz'e kötü bakışlarımı yolladım. "Deniz, konuşacağız. Bak..." devam edecekken Cengiz beni böldü. "Size iyi eğlenceler kızlar, gece yarısına kadar buradayım maalesef. Bir şey içecek olursanız uğrarsınız." Göz kırptı ve uzaklaştı. Kötü bir niyeti olmadığının farkındaydım. Farklı bir niyeti yoktu yani.

"Yakışılı çocukmuş," mırıldandı. Gözlerim onu buldu. Kahverengi saçlarını dümdüz düzleştirmişti, vücudu olduğu ten renginden daha koyuydu, yazınki bronzlaşmalarından dolayıydı muhtemelen. Yeşil gözleri üzerimdeydi, elbisesi ise gözleriyle uyumluydu. "Bakma bana öyle."

"Nasıl bakayım? Seni buradan uzaklaştırmaya çalışıyorum. Sense bu cehennemin tam ortasına atıyorsun kendini." dedim, çokta sakin olmayan bir ses tonuyla. Başımı iki yana salladım. "Benim için kendini ateşe atamazsın."

"O zaman sende kendini ateşe atma, Asterya." dedi sert bir sesle.

Ben zaten kül oldum, Deniz.
Küller tekrardan tutuşmaz.

Dediği şey duraksamama neden olurken boğazımı temizledim. "Hadi," Geri çekildim. "Dövüşü izlemeye gidelim." Yeşil gözlerini kısarak baktı. "Kaç sen, kaç. Nereye kadar kaçacaksın acaba."

Ben önden önden ilerlerken o da minik adımlarla hemen hızıma yetişmişti benim. Aşağıda olan, dövüşlerin yapıldığı yere geçmiştik. İnsanlar kırmızı seyirci trübünlerinin üzerlerinde oturuyorlardı. Ortada ise kocaman bir ring vardı. Beyaz bir ışıkla aydınlatılıyordu. Çoğu kişi çoktan yerini almıştı. Elim Deniz'in elini bulurken derince nefes alarak ilerledim. Ortalarda boş olan iki kişilik bir yer bulunca oraya geçtik.

Bir süre sonra Cengiz'in bahsettiği dişleri gümüş kaplamalı olan adam ringe çıkarken bizim olduğumuz taraftan bir sürü destek sesleri gelmişti. Bu onun hoşuna gitmiş olsa gerek, sırıtarak ringin öbür ucuna geçti. Kısa süren tezahüratın ardından çevredeki uğultular kesildi ve yerini ölüm sessizliğine bıraktı. Gözlerimi ağır ağır kırpıştırırken sahneye çıkan o adama baktım.

Sessizlik büyüdü, büyüdü ve büyüdü.

Kasvetli bakan siyahı gözlerinin arkasında saklanan korkunç bir adam olduğunu biliyordum. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Böyle bir adamın Mavisel'de olması tamamen bir tartışma konusuydu. Korkunç bakışlara sahip olan o adam, ringe çıktığında az öncekinin neredeyse on katı bir gürültüyle ona tezahürat etmeye başladılar.

Aradığım adam o muydu, bilmiyordum. Ama onun bir şeyler bildiğine emindim. Bu kadar korkunç ve sert gözükmesi normal değildi. Öyle hissediyordum en azından.

Ringdeki hakem, önce diğerini tanıttı. Sarp. Sonrasındaysa diğerini...

"Vuslat Akkor,namı değer Damon T."

Damon T.

Şeytan.

Deniz'in koluma yapıştığını hissettin. "Şu ikisine bak. Damon mudur, ne zımbırtıysa.... Oha, kollarındaki dövmeler gerçek mi be? Yuh!" Alt dudağını dişledi. Kolumu çekiştirerek kurtardım. Odaklanmak istemiştim. "Deniz, abartma."

Ardından dövüş başlamıştı. Damon denilen adam, hiçbir şey yapmadan öylece dururken ilk hamle Sarp'tan geldi. Ona bir yumruk atmaya çalışmasıyla geri çekildi, kolunu tutup çevirerek ters döndürdü. Yumruğunu yüzünün tam ortasına geçirdi. Sarp, tek bir yumrukla bile sarsılmıştı.

"Bakamayacağım sanırım..." Deniz'in sesini işitirken o tarafa bakmadım bile. Şu anda bu dövüşü izlemek daha cazip geliyordu, kan ve vahşet seven birisi değilim, hayır. Yine de ilgi çekiciydi. Bir süre dövüştüler, Damon bir yumruk bile yememişti, yorulmamıştı bile. Sanki düşmanıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Sarp ise mahvolmuştu. Sanırım ortalıkta dolaşan efsane gerçekti.

O adam, normal birisi değildi.

Bir an, sanki zifiri andıran, dipsiz bir kuyu olan gözlerinin bana döndüğünü hissettim. Hayır. Gerçekten bana bakmıştı, dövüşün olduğu savaş meydanında gözü seyircilerin arasından beni bulmuştu. Damon'un aldından süzülen terler, yüzüne bulaşan kanlara karışıyordu. O sert, soğuk ve ürkütücü bakışlarından ödün vermedi.

Kalbimin atışını hızlandırdı, alevi vücudumu yaktı. O an, anladım. Biliyordu. Bir şeyler biliyordu. Kafamın içinde dönüp dolaşan ve asla susmayan o ses, Damon'un sadece bir efsane olmadığını söylüyordu. Daha fazlası vardı. Göz gözeydik. Gözlerini üzerimden çekmez dikkati çoktan dağılmış gibi duruyordu.

Ve yüzüne bir yumruk yemesi bir oldu.

Dudaklarım kocaman aralandı. Sonrasında gözlerinden geçen duyguları okumak imkansızdı. Çıldırmış gibi Sarp'a dönerek ona öyle sert yumruklar arttı ki, bir an müdahale edilmesi gerektiğini bile düşünmüştüm. Sanki onu öldürecekti. Bağırışlar artmıştı, herkes Damon, diye bağırıyordu. Haykırıyorlardı. Yenilmeyeceği aşikârdı. Deniz'in beni dürttüğünü hissettim.

"O buraya mı baktı, ben mi kafamda kuruyorum." dedi heyecanla. Gözlerim onu buldu.

"Baktı." dedim, gayet sakin bir şekilde. Önüme döndüm.

Bir süre daha devam ettiler, akrep yelkovanın üzerinden geçti. Bense nefesimi tuttuğumu farketmeden dövüşü izledim. Bir an bile durmadılar, en sonunda Sarp'ın yere yığılmasıyla kafes dövüşü son buldu. Haykırışlar daha da yükseldi. Hakem, Damon'un elini tutarak havaya kaldırdı. Kazanmıştı. 

İçimde değişik reaksiyonların tepkimeye girdiğini hissediyordum. Tehlikeliydi. Ve bu adam, sanki beni cevaplarıma götürecek o kişiydi.

Gözleri son kez, çok kısa bir süre gözlerimde oyalandı. Ve ringden indi.

O adam gerçektende bir şeytandı.


Bize ait olup kontrol edemediğimiz şeylerden nefret ediyordum. Zaman, bize aitti. Ama hiçbir zaman kontrol edemezdik. Kendi çizdiği çizelgede sayardı.

Yaşam, ruhumuz bize aitti. Ama ölmeyi ya da yaşamayı biz kontrol edemezdik.

Ve ölen ölürdü, yaşayanda ölürdü.

Ölüm.
İki hece, dört harf.
Ama bir o kadarda güçlü bir kelime.
Kısalığı kadar güçlü.

Bir insanı değiştirecek kadar güçlü. Çektirdiği acılarla insanı şekillendirecek kadar üstelik.

Suyun hafızası vardır.

Suyun, yıllardır olup biten olayların hepsine hâkim olduğuna inanıyorum. Ve hepsini hatırladığına dair atılan tezi doğru buluyordum. Su, bu evren yaratıldığından beri evrendeydi ve hala buradaydı. Bu dünyadaki bütün acılara şahit olmuş, bütün olacakları görmüştü.

Su, insanın acılarını ve geçmişini kendiyle beraber alıp götürürdü. Bu yüzden bazı insanlar acılarından kaçmak için suyun altına atarlardı kendilerini.

Günahlarından temizlenmek için.

Ama yine de, eğer bir gün suyun altında ölürsem, o kadar mı kirliyim de ruhumu denizlere teslim edeceğim, diye düşünmeden edemezdim.

Ayağımı küvete doğru attım, ardından çıplak bedenimi suyun altına soktum. Buz gibiydi. Soğukluk bütün bedenimi ele geçirirken ürperdim. Gözlerimi yumarak başımı havaya kaldırdım. Soğuk suyun acılarımı alıp götürmesine izin verdim.

Dişlerimin birbirine çarparak titremesine engel olamıyordum, ya da dudağımın titreyip morarmasına.

Su, acılarımı alıp götürmeliydi.
Su, geçmişimi almalı ama saklamamalıydı.

İçimde harlanan intikam duygusunun şarabını içiyordum yıllarca. İşin kötü yanı sarhoş olamıyordum. Sarhoş olmuş olsaydım, kimse beni durduramazdı. Hareketlerimi biçemezdim. Ve kontrol edemezdim. Hayat bazen hiç adil olmuyordu. Adil'i özlemiştim.

Saçımı şampuanlayıp güzelce köpürttüm. Bir süre sonra vücuduma duş jelinin köpüklerini sürdüm, duruladıktan sonra, saçımdan akan su damlalarını güzelce sıktım. Ve dışarıya adımladım. Soğuk hava vücuduma hücum ederken bornoza sıkıca sarıldım. O sırada aynadaki halim bana gözlerini dikti.

Mavi gözlerim vardı, bir insanın sahip olabileceği en açık maviler olabilirlerdi, bembeyaz bir tenim ve sarı saçlara sahiptim, göğüslerimin altına uzanıyordu. Dört yıl içerisinde ancak bu kadar uzayabilmişlerdi, o olaydan sonra saçlarım ancak bu kadarlardı... Kardeşimin katili, saçlarımı bıçakla yamuk yumuk kesmeden önce. Keşke o gün boynumu kesseymiş.

Derince nefes alırken banyodan çıkarak odama geçtim. Bugün yapacağım birkaç iş vardı. Öncelikle bu gece çalışma günüm olmamasına rağmen Mavisel'e uğramalıydım. Yine bir dövüş vardı, kimin olduğunu bilmiyordum fakat kalabalık olacağından eminimdim. Herkesin gözü kalabalığın üzerindeyken sessizce mahzene inen beni farketmeleri zorlaşırdı.

Bir ipucu, bir kanıt...

Bulmalıydım.

Üzerime siyah, dar bir body giyinmiştim, altımaysa bacaklarımı ikinci bir deri gibi saran taytım vardı. Bodynin üstüne siyah montumu geçirdim, ıslak saçlarımı kurutma gereği duymadan beremi taktım. Dışarıda zaten fırtına vardı, yine ıslanacaktı saçlarım. Ki, onları fazla kurutmazdım. Alışkın değildim. Kendimi önemsemeye. Tamamen siyah giyinmeye çalışmıştım, çünkü eğer sarı saçlara sahipseniz erkek tarafından çok dikkat çekiyordunuz. Ayaklarımaysa siyah botlarımı geçirdim ve evden çıktım. Ellerim montumun cebindeyken yağmur bardak boşalırcasına yağıyordu.

Sanki gökyüzü bana ağlıyordu, benim için gözyaşı döküyordu.

Aralık aylından nefret ediyordum bu yüzden.

Dudaklarımı birbirine bastırarak suların oluşturduğu birikintilere bastım. Bu işin arkasında Kuvars Yargıcı vardı. Biliyordum. Kardeşimi elimden alan, beni neredeyse öldürecek olan adam oydu. Kabuslarımın sahibi olan o adamı tanıyordum. Ama nerede olduğumu bilemezdim, koskocaman bir örgüt tarafından korunuyor olmalıydı. Ona ulaşmam epey sancılı olacaktı. Ama bende Asterya'ysam onu yaşadığına pişman edecektim. Bunu yapacaktım.

Yağmurun altında yürüyüşüm düşüncelerimle geçmişti. Dünki adamda aklımdan çıkmıyordu. onu tekrar görebileceğimi sanmıyordum fakat görürsem onunla ilgili güzel planlarım vardı. Sorularımın cevaplarına sahip gibi hissediyordum, onları ondan alacaktım.

Mavisel'in önüne gelince adımlarım yavaşladı, en sonundaysa durdu. Kocaman bir mekândı. Ön kapıdan girişim zor olacağı için dolanarak sadece personellerin giriş yapabildiği kapıya gittim ve kartımı okutup içeriye geçtim. İlerlerken sesler daha da arttı, feci tezahürat ve destek sesleri geliyordu. Derince nefes alarak mantıklı düşünmeye çalıştım. Sol tarafa doğru ilerleyerek merdivenlerin başına geldim, sessiz ama hızlı adımlarla aşağı kata doğru inen merdivenlerden indim.

Merdivenler bittiğinde çoktan en alt kattaydım, burası eksi kaçıncı kattı? Bilmiyorum. Montumun cebinden telefonumu çıkararak flaşını açtım, ilerlemeye başladım. Gözlerim odalarda ve hemen yanlarında yazan isimlerde geziyordu. Önemli birisi olmalıydı, önemli birilerinin odası olmalıydı...

Tekin Serter.

İşte bu. Bu adamın Mavisel'i yöneten kişilerle epeyce sıkı sıkı olduğunu biliyordum. Yani ismini duyduğum birisiydi. Kulağımı kapıya yasladım, içerden sesler gelmiyordu. Dudaklarımı ıslatırken içimde harlanan cesaretin kırıntılarıyla oraya doğru adımladım. Kapıyı kapatıp içeriye girerken gözlerim içeriyi taradı. İçeriye doğru adımladım. Daha yeni ütülenmiş bir palto asılı duruyordu. Bir sürü belgeler vardı, dosyaları alfabetik sıraya göre dizilmişti. Adımladım onlara doğru. Asiler yazıyordu. Asiler için liste mi vardı?

Gözlerim a harfine uğramadı bile. Kardeşimin adını orada görmek istemedim. Bir sürü, sayamayacağım kadar isim vardı. Ve anladığım kadarıyla imha edilenlerin dosyası yeşil oluyordu. Çok az kişinin dosyası maviydi. Bunlarda Asi olan ve hala hayatta olan kişilerin dosyaları olmalıydı. Ve üç tane kırmızı renkte dosya vardı. Merakla yaklaştım ve üzerinde yazana baktım. Soru işareti.

Üç tane soru işareti olan dosya vardı.

Bu üç kişiyi Mavisel bile tespit edememişti demek. Bu üç kişi, aradığım şey olabilirdi. Tam uzanacakken duyduğum konuşma sesleri ve adım sesleriyle etrafıma bakındım.
Kalbim göğüs kafesimi delmek ister gibi hızla çarparken masanın altındaki boşluğa girip saklandım. Ellerim ağzıma giderken nefesimi tutmaya çalıştım. Çünkü kapı açılmıştı. Ve içeriyi sesler doldurmuştu.

Sakin, Asterya.

"Çok iyi dövüşüyorsun," dedi tok sesli bir adam. "Liderimiz kesinlikle sen olmalısın, Patrik denen züppe değil." diye mırıldandı tekdüze bir sesle. Kaşlarım havalandı. "Örgütümüzün imajını zedeliyor bir kere, bir isyan başlatıp yeni bir seçim isteyelim. Hepimizin oyu senden yana." dedi garip aksanıyla.

Nefesimi tutarken onları dinliyordum.

"Kendi adına konuş, Ivan." dedi Tekin Serter "Hala adam yumruklamaktan başka bir hayırını görmedik. Bu kadar saf olma." diye mırıldandı. Vuslat'ın gözleri Tekin'e çok anlığına kayarken o karanlığı hissetmiştim. Ama cevap bile vermedi. Ve Ivan denilen adam yeniden konuştu.

"Yanılıyorsun, Serter. Persus denilen örgütü durdurmamızda büyük bir etken olacaksın. O düzeyde bir Asilsin." Kaşlarım daha fazla havaya kalkmıştı istemeden. Persus, diye geçirdim içimden. Bu ikinci örgüttü, Mavisel'e karşı kurulan, bu soykırımı engellemeye çalışan güçlü bir çete.

"Böyle iltifatlara gerek yok." Masanın önündeki minik delikten konuşanların yüzüne bakmaya çalıştım. "Mavisel için sonsuz savaşırım. Şüpheniz olmasın." dedi sert ve soğuk sesiyle.

Yanındaki kel, orta yaşlardaki adamı tanımasam bile diğerilerini tanıyordum. Tekin Serter ve yanındaki...

Damon T.

Namı değer Vuslat Akkor.

Damon'un eli Tekin'in omzuna gitti, bir iki kez patpatladı. Hayır. Dinleyici bir böcek yerleştirmişti. Gözlerim iri iri olurken o minik delikten olanları izlemeye çalışıyordum. Ağzımı daha sıkı kapattım, ben doğru mu görmüştüm? Bu adam onların vücuduna dinleyici bir alet yerleştirmişti.

"En sevdiğim özelliklerinden biri. Sadık olman." Kel adam pis bir şekilde sırıttı. Tekin'nin yeşil gözleriyse Vuslat'ın üzerindeydi. Onun ise dudağı sol tarafa doğru kıvrıldı.

"Ülkem için yaşıyorum diyebilirim."

Kel adam, ona hayran hayran bakarken Tekin Serter'in Damon'dan hoşlanmadığını anlamıştım. İyice sindim masanın köşesine.

"Harika, senin gibilere ihtiyacı var bu örgütün. O Patrik'i tahttan indirip seni başa geçirmek için elimden ne geliyorsa yapacağım koca adam." Vuslat'ın dudakları kıvrıldı, sırıttı. "Zeki adamın hali başka oluyor, Ivan." Gözleri Tekin'i buldu. "Bunun en büyük örneğisin, başa geçersem seni en büyük adamım yapacağım."

Ivan, piç gibi sırıtırken bir süre daha konuştular işle ve başa geçmekle alakalı. Bense şaşkınca boş boş önüme baktım. Vuslat Akkor, gerçekten önemsiz diyerek köşeye atabileceğim birisi değildi. Düzenbaz ve hilekârdı.

Eğer ilerde başa geçecekse,
ona yakın olmam gerekirdi.

Bir erkeğin zekasını geride bırakacak tek bir konu vardı. Zevkleri ve tatmin olma istekleri. Egoizimin ilk kuralları. Erkekler, sadece emzikleri ellerinden alınmış bir bebekten ibaret. İlk zevk aldıkları ve bir olaydan tatmin olacakları sırada zekâlarını geride bırakacak olan aptallar.

Bu sırada, beni buraya getiren bütün kurallarım alaşağı oluyordu. Ve kendime yeni bir düzen inşaa etmem gerekiyordu.

İşler burada daha karmaşık bir hal alıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

43.3K 2K 14
Bir sabah uyandığınızda evcil kedinizin insana dönüştüğünü görseydiniz, ne yapardınız..?? Muhtemelen böyle bir şeyin gerçek olduğuna inanmazdınız, de...
761 64 12
"İşte geliyor uzaktan, beze sarılmış Akrabalar her bir baştan başa şaşırmış Anam koşar yalınayak, yarı delirmiş Gelir anam, gelir desem, desem yaland...
3.4K 334 40
"Acıların senin parlayan yıldızlarındır, onlardan kaç." İçerik üreticisi olan Yıldız Kara, gittiği röportaj sonucu tanıştığı kişinin onun geçmişiyle...
781 57 14
Pek uzak değil, Delta'da yaşanan tüm bu olaylardan hemen öncesi... Delta'da Kral Jordan ve Kraliçe Alexandra döneminin 77 yıl öncesinde yaşanan bu...