ZAMAN SARNICI

Av as_nighthawk

16.7K 1.3K 261

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... Mer

1: Bir Gece Ansızın
2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
4: Altın Kafes
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
10: Sorular Ve Sorgular
11: Boomerang
12: İlkler Ve Şimdiler
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
18: Kırk Birinci Tilki
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

13: Bir Bakışta Bin Anlam

659 55 26
Av as_nighthawk


Yazım yanlışı olan pasajlara yorum olarak nokta(.) koyarsanız, düzeltmem daha kolay olur. Şimdiden teşekkürler, iyi okumalar.

Bakışları güneşin etkisiyle kısılırken, üzerimden çekme gibi bir gayrette bulunmayışı istemsizce gözlerimi devirmeme neden oldu.

Neydi bu, sidik yarışı mı?

Onu umursamayarak yoluma devam ettim. Sanki onu hiç tanımıyormuş gibi, gözlerim tezgahtaki ürünlerle haşır neşir olmuştu. İkinci kez dönüp bakma gereği dahi duymamıştım.

Her ne kadar bakışlarım ondan uzak olsa da adımlarım gittikçe yaklaşıyordu. Tedbil-i kıyafetletle dolaşıyor olmasına ve kimliğini açık etmemek için bana bir tepki vermeyeceğine güvenerek birbirine yaklaşan bedenleri önemsememeye çalışıyordum.

Bir takı standının önüne geldiğimde, sırf şehzadeye daha da yaklaşmamak adına, durup takılara bakınmaya başladım. Elime aldığım gümüş kolyeyi incelerken, hızla yaklaşan adım seslerinin, arkamda kesildiğini fark ettim. Yine de başımı çevirip bakma gafletinde bulunmadım. Pelerinin şapkasını başıma örttüğüm için çaprazlardan arkamı görme ihtimalimi de yok etmiştim. Herhangi bir müdahalede bulunmaması, muhtemelen arkamı dönmemi beklemesindendi ama daha çok beklerdi.

Elimdeki takıyı yerine bırakıp, vücudumu sağa çevirdim ve yanından geçip gitmek için ileriye yönelik bir adım attım. Şimdi tam olarak yan yanaydık ama ona bakmak yerine bakışlarımı dimdik karşıya odaklamıştım. Herhangi bir şey söylememesine güvenerek ondan uzaklaşmak adına atacağım ikinci adımım, kolumdan tutulmamla yarıda kalmıştı. Tutuşu sert değildi, incitmek için değil de durdurmak için tuttuğu belliydi.

Sesli bir nefes alıp sadece başımı çevirerek tuttuğu koluma baktım. Pelerinim sayesinde tutuşu diğer insanlar tarafından görülmüyordu.

Bakışlarım kolumdan yavaşça uzaklaşarak yüzüne tırmandı. Benim yüz ifadem sabitken onunkinde gıcık bir sırıtış mevcuttu. Gülüşü sinirimi bozarken sorgular manada tek kaşımı kaldırdım. Sırıtışı büyürken etrafa küçük bir bakış atıp bana döndü.

"Adın Helen miydi?" onunkinden daha alaylı bir sırıtma belirdi yüzümde. Kolumu çekip kurtardım elinden.

"Bilmem, öyle miydi?" sesimde hem alay hem de bıkkınlık vardı. 'Salın beni artık' modundaydım. Güldü tavrıma.

Bazen düşünmeden edemiyordum, acaba ben komik biri miyim diye. Cemre, Doktor, şimdi de bozuk şehzade... Bu insanlara karşı ne kadar ciddi olsam da her dediğime gülüyorlar, beni de çileden çıkarıyorlardı. Gülün gülün çok komik(!)

"Bakıyorum da aksiliğinden hiçbir şey kaybetmemişsin." bu kez kendimi tutamayıp, gözlerimi devirdim.

"Siz de ukalalığınızdan, şehzadem." yine güldü.

"Madem tanıdın, niye selam vermiyorsun?" kahverengi gözleri kısılırken, başını da biraz eğmişti.

"Bu halde," deyip bakışlarımla üzerini işaret ettim. "dolaşmanızın sebebi, sanıyorum ki tanınmamak. Sizi tanıyıp da işinize çomak sokmak istemedim." dedim masumane bir şekilde.

"Eminim öyledir." oda en az benim kadar dalga geçiyordu benimle. "Ayrıca..." Alayını yüzünden silip, sinirli bir yüzle ana bakmaya başladı. Siniri bile sahteydi. "Sen az önce bana ukala mı dedin?" anlık yaşadığı aydınlanmaya kahkaha atmak istesem de küçük bir kıkırtıyla yetinmiştim.

"Bilmem, öyle mi dedim?" yaptığım oyunla kaşları daha çok çatıldı.

"Senin o dilini var ya..."

"Ne? Kesip köpeklere mi yedirirsiniz?" dedim bilmiş bir tavırla.

"En azından akıllısın." kendi kendine mırıldandığı cümleyi duymuştum. "Aynen öyle yapacağım." Aramızdaki küçük mesafeyi kapatarak iyice yaklaştım ve gözlerimi kısarak yüzüne baktım.

"O zaman sözüm olsun şehzadem, ilk size ikram edeceğim." deyip hiç bir şey demesine izin vermeden yüzüme sahte bir şaşkınlık ekleyip dizlerimi hafif kırdım ve etraftakilerin beni duyabileceği bir şekilde yüksek sesle konuştum.

"Bağışlayın şehzadem, sizi tanıyamadım." o yüzündeki şaşkınlıkla kalakalırken, etraftaki insanlar da yanımıza doluşmaya başlamışlardı bile.

Doğrulup, kirpiklerimin arasından bir bakış attım. Afallamış görüntüsü hoşuma giderken, bana bakan gözlerine karşı, tek gözümü kırpıp, güldüm. Gözleri gülüşümle ortaya çıkan sağ yanağımdaki gamzeye değince, anında yüzümü düzeltip, şaşkınlıktan sıyrılıp da sırıtan yüzüne son bir bakış atarak arkamı dönüp oradan uzaklaştım.

Al sana sidik yarışı!

Az önce olanları, hiç olmamış gibi yaparak çarşıdaki gezintime devam ettim. Kızlar da küçük ördekler gibi ben nereye gidersem takip ediyorlardı. Az önceki olaya karşı hiçbir şey söylemeden, benim olmamış gibi davranmama eşlik ediyorlardı. Bayılırdım böyle insanlara. Şimdi onların yerinde Cemre olsaydı bir bakıştan bin anlam çıkarırdı.

***

Akşama kadar çarşıda gezinmiş, göz boyamak adına birkaç şey satın almış ve tekrar eve dönmüştük. Gelir gelmez hamamı hazırlatmış, bir güzel yıkanmıştım. Üzerime koyu kırmızı bir elbise geçirip, aynanın karşısına geçmiştim.

Gördüğüm görüntü karşısında istemsizce gülmüştüm. Aslında görünürde bir problem yoktu hatta oldukça hoş görünüyordum fakat içten içe komikti bu durum. Dışarıda herhangi bir işim yoktu, eve misafir de beklemiyordum dahası bir düğüne falan da davetli değildim; yapacağım tek şey evde oturmaktı ve bunun için bindallı giyinmiştim. Daha çok güleceğimi fark ettiğimde aynanın karşısından uzaklaştım.

Sanırım bu duruma uyum sağlamam zaman alacaktı. Ki ben, her duruma uyum sağlamak için yetiştirilmiştim. Ama tabi beni eğitenler de - üstelik bu kişilerin başını babam çekiyordu - zamanda yolculuk yapacağımı tahmin etmemiş olacaklar ki, beni bu duruma hazırlamadılar.

Odadan çıkıp, sessiz adımlarla merdivenleri indim. Aslında sessiz olmak gibi bir gayem yoktu fakat adımlarım her zaman sessiz olmuştur. Ki bu da muhtemelen aldığım eğitimlerden kaynaklı bir durumdu. Tabiri caizse karda yürür izimi belli etmezdim.

Basamakları bir bir inerken, yaklaşan kısık sesli konuşmalar daha dikkatli ve sessiz hareket etmemi sağlamıştı. Açıkçası bu evdekilere güvenmiyordum. Bunun kasıtlı bir sebebi yoktu, tamamen tanımıyor olmamdan kaynaklanıyordu. O yüzden bir süre gözlemlemek istiyordum.

Merdivenleri indikçe uğultulu gibi gelen konuşmalar netleşmeye başlamıştı.

"Hacer abla bir görsen var ya, Yusuf yüzlü derler ya öyleydi." Zümrüt'ün heyecanla anlattığı konunun başını kaçırdığım için, pek anlayamasam da dinlemeye devam ettim.

"O kadar yakışıklı mıydı? Keşke ben de sizinle gelseydim."

"Aman abla gelseydin ne olacaktı, şehzademizin gözü hanımımdan başkasına dönmedi ki." sesinin düşmesiyle anladığım kadarıyla bu durum onu üzmüştü.

Yine mi aynı terane ya!

Hayır yani Allah'tan merak falan etmiyorlar dedim. Resmen arkamdan kazan kaynatıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere maşallah dediğim üç gün yaşamıyor ey cemaat.

"İyi de şehzadenin hanımımla ne işi olur ki?" kaşlarım çatıldı. O ne demekti öyle, asıl benim o züppeyle ne işim olurdu?!

"Valla abla ben orasını bilmem, bir bakışmalar, bir gülüşmeler... Sorma gitsin." aslına bakarsanız o anlarda dilimin kesilmesiyle ilgili küçük bir münakaşa yaşıyorduk ama siz bilirsiniz.

"Dur bakalım yakında çıkar kokusu." dediğinde daha fazla bu konunun konuşmasına fırsat vermemek adına ayaklarımımyere vura vura sesli bir şekilde kalan merdivenleri de indim ve kızların seslerinin geldiği odaya girdim. Sabah kahvaltıyı yaptığım odaydı ki, kızlar da zaten sofrayı kuruyorlardı.

Beni gördüklerinde yine bir toparlanma seremonisine giriştiler, fakat onlar hiç orada değilmiş gibi geçip baş köşeye kuruldum. Aramdaki mesafeye dikkat etsem iyi olacaktı. Çünkü yüz buldukları an, bir şeyleri eşelemeye başlayacak türde insanlardı. Ve ben bu kadar sır taşıyorken, böyle meraklı insanlarla çok fazla yüz göz olamazdım.

Umuyordum ki, Gülcan ve Reyhan da böylesine meraklı çıkmazlardı. Yoksa harbiden almıştım başıma belayı.

Kızlar sofrayı kurup çekildiklerinde gözlerimi sofrada gezdirip, heyecanla oturdum. Her şey neyse de bu dönemin mutfağı bir harikaydı. Sırf bunun için bile birçok şeye katlanabilirdim.

Keyifle yediğim bir akşam yemeğinden sonra, evi gezmek için ayaklanacağım sırada çalan kapı dikkatimi çekti.

İçimdeki meraklı Melahat 'koş git, bak' dese de onu çok umursamayarak vakur tavrımı takındım ve kızların kapıyı açmasını bekledim.

Açılan kapının sesi ve konuşmalar küçük bir uğultu şeklinde kulağıma ulaşırken, sabırsızca yerimde kıpırdandım. Bir süre sonra kapı kapandı ve oturduğum odanın kapıları aralandı. Loş ışıkta gölgesi büyüye büyüye, Safiye içeriye girdi. Elinde silindir şeklinde işlemeli bir kutu vardı.

"Hanımım bu size gelmiş." elimi uzatıp, kutuyu avucuma koymasını bekledim. Kutu tenimde yer edinir edinmez, elimi kendime çektim ve Safiye'ye kirpiklerimin arasından bir bakış attım.

"Çekilebilirsin." her ne kadar akşam üzeri gerçekleşen dedikodu faslında Safiye'nin olmadığını bilsem de, bu konuda tavrımı net bir şekilde koymalıydım.

"Safiye!" odadan çıkmak üzere olan adımları, duraksamıştı.

"Buyurun hanımım." bakışlarımı elimdeki kutuya çevirmiş, önemsiz bir konudan bahseder gibi umursamaz bir tavır takınmıştım.

"Dedikodumun yapılmasından hoşlanmam. Diyecek bir şeyiniz varsa, yerimi biliyorsunuz." bakışlarımı en sert haliyle gözlerine diktim. "Ama tepkimden korkup susuyorsanız; yüzüme söylemeye cesaret edemediğinizi arkamdan konuşmaya da cüret etmeyin." mahçup bakışlar eşliğinde kafasını eğdiğinde, içten içe kendime kızsam da işleri baştan kontrol altına almam gerektiğinin de farkındaydım.

"Şimdi çıkabilirsin." tekrar elimdeki kutuya dönmüştü bakışlarım.

"Emriniz olur hanımım." sessiz fısıltısını takip eden sessiz adımlarına kayıtsız kalmıştım.

Odadan çıkıp kapıyı kapattığında, elimdeki silindir kutunun kapağını çekip, çıkardım ve içindeki, dürülmüş iki sararmış kağıdın kucağıma düşmesine izin verdim.

Üstteki kağıdı açtığımda içindeki yazının Osmanlı Türkçesi değil de, Türkiye Türkçesi ile yazılmış olması beni mutlu etmişti, çünkü Osmalı Türkçesini okumayı bilmiyordum. Her ne kadar Arapça bilsem de, Osmanlı Türkçesinin kendine özgü karakterleri vardı. Nasıl ki Türkiye Türkçesi, Latin alfabesinin dilimize uyarlanmış haliyse, Osmanlı Türkçesi de Arap alfabesinin o günkü dile uyarlanmış haliydi. Farklı olan karakterlerin okunuşlarından emin olamadığım için, şimdilik iletişimimi ya Türkiye Türkçesi ile - ki bunu sadece Doktor ile konuşurken yapabilirdim - ya da tamamen sözlü olarak gerçekleştirmeliydim. Hatta yazmak üzerine birilerinden ders alsam çok iyi olurdu.

Odağımı tekrar kağıtta yazılanlara verdiğimde, okuduğum her kelimeyle omuzlarım çökmüştü. Mektupta aynen şunlar yazlıydı:

Sevgili Gonca,

Saraydaki kızlarla ilgili olan talebini, padişahımız seferde olduğu için, şehzademize bildirdim. Fakat önceki gelişinde senden şüphelendiği için olsa gerek, sorgulamaya başladı. Konuyu daha fazla uzatmayıp, irdelememesini sağlamak amacıyla talebimi geri çekmek zorunda kaldım.

Senin burada kendini ne kadar yalnız hissettiğinin de farkındayım, bundan mütevellit kızların sana gelişine yardımcı olamasam da, senin istediğin zaman - tabi geceleri hariç - saraya daha doğrusu hareme girmene izin alabilmeyi başardım. Yalnız bu ziyaretlerinde dikkatli olmanı sana tembih etmek durumundayım çünkü şehzadenin bu konuya bu kadar çabuk ikna olmasının sebebi sanıyorum ki, seni daha yakından incelemek ve arkandaki sırrı açığa çıkarmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden tekrar söylüyorum: dikkatli ol!

Sana bu mektupla birlikte gönderdiğim ikinci kağıt, saraya giriş çıkışlarında kullanacağın bir nevi izin kağıdı işlevi görmektedir. Onu da sakın kaybetme.

Özel eğitimli birini bu konuda uyarmam abeste iştigal etse de, tedbirli davranıp, elindeki notu imha etmen gerektiğini sana hatırlatıyorum.

Doktor.

Sondaki uyarısına gözlerimi devirsem de, kısmı olarak da olsa benim için çabaladığını bilmek iyi hissettirmişti. Çünkü yalnızlığım konusunda haklıydı. Ben bu insanlara, bu ortamlara, bu zamana ait değildim. Her adımımı 'acaba bir fire verecek miyim' diye korkuyla atıyorum.

Hayatımda ilk defa gizli göreve dahil olup da bir yerlere sızmıyordum belki ama ilk defa kendimi bir yerde bu kadar yabancı hissediyordum. Kendi zamanımda bir sızma görevi alsaydım, dünyanın öbür ucunda bile %100 bir soğukkkanlılıkla halledebilir, üstesinden gelebilirdim. Ama burada durum farklıydı, oluşturduğum kimliğe ayak uydurmaya çalışmanın yanı sıra, zamana, insanlara, kurallara ve imkanlara da ayak uydurmak zorundaydım. Daha fazla noktaya dikkat etmek zorunda olmak beni sürekli diken üstünde tutuyordu. Ve bu durum tahmin edildiğinden daha da yorucuydu.

İkinci kağıda şöyle bir göz gezdirip tek tük okuyabildiğim kelimelere katlanamadığımdan, onu tekrar dürerek silindir kutuya koyup kapağını kapattım.

Mektubu elime alıp yanan mumlardan, şöminenin üzerindekine ilerledim. Kağıdın ucunu tutuşturup, biraz yanmasına müsaade ettikten sonra boş olan şöminenin - yaz ayında olduğumuz için yanmıyordu - içine attım. Gözlerimin önünde yavaş yavaş küle dönen kağıdı izlerken derin bir nefes aldım.

Aslında kızların gelmemesine bir taraftan üzülmüşken bir taraftan da mantıklı olanın bu olduğuna karar vermiştim. Ben burada sonsuza kadar kalmayacaktım, en geç  bir yıl sonra ait olduğum zamana dönecektim, o zaman kızlar ne yapacaktı? Azat edildikleri için saraya dönemezlerdi, burası bana ait olmadığı için burada da kalamazlardı. Kendimi canı sıkılıyor diye yavru köpek satın alınan şımarık çocuklar gibi hissettim. Buradaki yalnızlığım dinsin diye isteğim gerçekleşecekti ama ben gittikten sonra kızlara ne olacağını umursamamamıştım. Buraya geldiğimden beri belli başlı şeylere odaklanıp, ayrıntıları atlıyordum ve bu durum beni cidden rahatsız etmeye başlamıştı. Artık içine düştüğüm şu kurban psikolojisinden bir an önce kurtulup, kendimi ve tüm dikkatimi görevime vermeliydim.

Tamamen görev odaklı hareket edersem, buradaki sosyal hayatı aksatırım ki, bu da birileri tarafından dikkat çekebilirdi. O yüzden sürekli olmasa da arada bir saraya gitmeye karar vermiştim. Böylece ne çok göz önünde olurdum, ne de ortadan kaybolmuş olurdum. Sevgili şehzademiz(!) de artık dilediği kadar incelerdi beni. Bakalım ne bulabilecekti?!

Havanın kararmazı üzerine saatin geç olduğunu düşünerek yatmak için ayaklandım. Sedirin üstünde duran kutuyu da alarak odanın kapısına geldim. Artık işin ciddiyetini iyice idrak ettiğim için, gerçek bir soylu gibi davranıp, duruşumu daha da dikleştirerek odanın kapısını tıklattım. Bu saatten sonra kapımı dahi açmazdım.

Açılan kapı ile bakışlarımı direkt karşıya dikip, kapının iki yanındaki kızlarla bakışlarımla dahi muhatap olmadım.

"Sabah odamın kapısında biri beklesin, kalktığımda bir daha kendim hazırlanmak istemiyorum. Kahvaltı da erken saatte hazır olsun. Şimdi yatacağım."  emirlerimi sertçe sıraladığımda, onları dedikodumu yapmaya şimdiden pişman ettiğimin farkındalığıyla dik duruşumu bozmadan merdivenlerden adeta süzülerek yukarıya çıktım. Arkamdan gelen küçük, adımları hissedebiliyordum.

Odaya girip ayakta beklemeye başladığımda, içeri giren Zümrüt çekinerek yanıma yaklaştı ve üzerimi çıkarmama yardım etti. O raftan geceliği almak için giderken ben de elimdeki ferman kutusunu, altınların olduğu sandığın içine bıraktım.

Zümrüt geceliğimi giymeme yardımcı olduktan sonra, yatağı yatmaya hazır hale getirip, kenara çekildi ve yatmamı bekledi. Ben yatağa girdiğimde odadaki mumları birer birer söndürmeye başladı. Bütün bu süreçte ne ona bir şey söyledim, ne de bir şey söyleyebilmesi için cesaret verdim. Üzgünüm kızlar ama bu canavarı siz yarattınız. Yoksa gül gibi yaşar giderdik bu evde.

Oda tamamen karanlığa gömüldüğü sırada, aklımda yarın saraya gitme fikri dönüp duruyordu.

****

Sabah güne her zamanki gibi erkenden başlamıştım. Aldığım eğitimler gün geçtikçe rutin haline geliyordu ve bu durum, kontrol etmeyi seven tarafımı inanılmaz derecede tatmin ediyordu.

Bir kontrol manyağı olmasam da, içimde kontrol etmeyi seven küçük de olsa bir yanım vardı. Kontrolüm altında olan her şey bana kendimi güvende hissettirdiğinden olsa gerek, bu küçük kontrol duygusunu beslemeyi seviyordum.

Yataktan doğrulup, odanın kapısına baktım. Umarım sözümü dinleyip biri buraya gelmiştir.

"Gelebilirsin." inşallah boşluğa seslenmiyorumdur diye düşünürken, kapının yavaşça aralanmasıyla az önceki düşüncem buhar olup uçmuştu.

İçeriye giren Hacer ve tedirgin bakışları omuzlarımı daha da dikleştirmeme neden oldu. Ne demişti 'iyi de şehzadenin hanımımla ne işi olur ki?', asıl benim o şehzadeyle ne işim olurdu be! Kasıntı herifin tekiydi.

"Hayırlı sabahlar hanımım." sadece başımı sallamakla yetindim.

"Bugün saraya gideceğim," bakışlarım raflarda bulunan elbiselerde geziniyordu. "Oraya uygun bir şekilde hazırlanmak istiyorum." deyip şaşkın yüzünü görmezden geldim.

"E-emriniz olur hanımım." tedirgin çıkan sesi kendimden tiksindirse de dışarıdan hiçbir şey belli etmedim. Hep çalışanlarına falan yukarıdan bakan insanlara uyuz olurdum. Şimdi benim onlarla aynı şarkıyı söylüyor olmam 'kınadığını yaşamadan ölmezsin' sözünü kanıtlar nitelikteydi.

Raflarda gezinen elleri koyu kırmızı, parıltılı bir elbisenin üzerinde durduğunda gergin bir şekilde yerimde kıpırdandım. Cırtlak bir kırmızı olmasa da kırmızıydı nihayetinde ve buradan, katlı haliyle bile çok dikkat çekici duruyordu.

"Hanımım bu elbise sarayın şatafatına yakışır." eline aldığı kırmızı elbiseyi getirmiş önümde tutuyordu. Çenem dik bir şekilde başımı sallayıp, onay verdim ve uzatmadan elbiseyi giyinmeye başladım.

Elbisenin üzerine yakışacak takılar ve kokularla tamamen bezendiğimde bana bir pelerin getirmesini istedim. O pelerini getitirken, ben de Doktor'un yolladığı mektubu elime aldım ve elbisenin yeleğinden içeriye soktum. Belimde kemer, silindir kutunun aşağı düşmesini engelliyordu. Sağ tarafımda oluşturmuş olduğu tuhaf bir şişlik vardı ama umursamadım.

Son olarak kemerime - Hacer'in tuhaf bakışları eşliğinde - kını çok güzel işlenmiş bir hançer yerleştirdim. Hâlâ yadırgayan bakışlarını çekmediğini farkettiğimde tek kaşımı kaldırarak sorgular bir şekilde yüzüne bakınca, gözlerini yere indirdi. Pelerini koluna astığında ben önden, Hacer arkamdan olmak üzere aşağıya indik.

Her zaman yemek yediğim odaya geçip çoktan hazırlanmış sofranın başına oturdum. Diğer kızları hiç görmemiştim ki, Hacer de yanıma gelmemişti. Büyük ihtimalle diğer kızların yanına geçmişti direkt.

Hızlıca yaptığım kahvaltının ardından, toparlanarak odadan çıktım. Kapım yine kızlar tarafından açılmıştı. Onlara hiç bakmadan çıkış kapısına doğru ilerledim. Arkamdan koşturan adımlarını duyuyordum.

Omuzlarıma yerleştirilen pelerinle, onların dokunmasına müsaade etmeden, pelerinin önündeki ipleri bağlayıp, şapkasını yüzümü açıkta bırakacak şekilde başıma geçirdim.

Açılan kapıyla, gözlerimi alan gün ışığına gözlerimi kısarak baktım. Yüzüme vuran ışığın bir süre tenimde gezinmesine izin verdikten sonra dışarıya adımımı attım.

Halis ve arkasındaki araba beni bekliyordu. Duraksamayan adımlarım eşliğinde arabanın önüne geldim.

"Saraya gideceğiz." deyip arabaya bindim. Arabanın kafes gibi olan oymalarından eve baktığımda kızların aralık kapıdan beni izlediğini gördüm. Perdeyi kapatıp, arkama yaslandım ve sarayın benim için açılacak olan kapılarını beklemeye başladım.

Aslında saraya gitmemin asıl nedeni kızları görmek değil de şehzadenin sınavlarıyla karşılaşmaktı. Açıkçası hem sınavlarını, hem de onlara cevap olarak yapacaklarım karşısındaki tepkilerini merak ediyor ve içten içe bu küçük oyun karşısında heyecanlanıyordum.

Bana bir şeyler soracaktı ve benim sözlü cevaplarım uydurduğum hikayeye uygun ilerlerken, davranışlarım zaman yolculuğu konusundaki şüphelerini canlı tutacaktı. Dilim ile ikrar etmedikçe ya da bir şekilde ona yakalanmadıkça asla emin olmayıp, hep bir şüphe barındıracaktı içinde. Bense bir yandan bu şüpheleri söndürürken, başka bir yandan iyice alevlendirecektim. Madem benimle kapışmak istiyordu; benim için sorun değildi. Eğer zaman yolculuğu konusundan bihaber ya da, çalıştığım kurumun karşısında yer alıyor olsaydı, onda böyle bir şüphenin oluşmasını bırakın, bütün şüphelerini tek bir günde yok edebilirdim ama neyse ki sevgili(!) şehzademiz benimle aynı amaç uğruna çalışıyordu.

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından araba durmuştu. Geldiğimizi hafif araladığım perdeden fark edip, yeleğin içine tıkıştırdığım kutuyu çıkardım. Tam o esnada da Halis kapıyı tıklatıp, yavaşça araladı.

Konuşmaya gerek duymadan içeriye doğru uzattığı eline bıraktım kutuyu. Kutuyu aldığı gibi kapıyı kapatıp, uzaklaştı.

Perdeyi tekrar hafif aralayıp, olanları izlemeye başladım. Halis elindeki kutuyu dış kapıda dikilen muhafıza uzattı. Muhafız kutuyu açıp, içindeki dürülmüş kağıdı çıkardı ve eliyle düzelterek okudu.

Okuduklarından sonra başını kaldırıp arabaya bir bakış atıp, yanındaki diğer muhafıza bir şeyler söyledi. Yanındaki muhafız emir almış asker edasıyla koşarak içeriye girdi. Sanırım o asker gelene kadar bekleyecektik.

Tahmin ettiğim gibi asker, gittikten on dakika sonra geldi ve bize kapılar açıldı. Halis askerin elindeki mektubu ve kutuya alarak, getirip bana verdi ve arabaya bindi. Elimdeki kutuyu oturduğum sedirin üstünde bırakıp, mektubu katladım ve kemere sıkıştırdığım altın kesesinin içine sakladım.

Araba nihayet hareket ettiğinde taş duvarların içine girmiştik. Arkamızdan kapanan kapıların sesini duymuş ve yeniden kafese kapatılmış gibi hissetmeye başlamıştım.

Araba harem kapsının önünde durduğunda, hemen inmiştim. Ben inmiştim inmesine ama etrafta bana eşlik edebilecek bir tane Allah'ın kulu yoktu. Algılarım bu durum karşısında anında açılırken, başımı çevirip Halis'e baktım.

"Siz burada bekleyin, işim bitince ben geleceğim." deyip, onayını aldıktan sonra dikkatli adımlarla daha önce Mihriban kalfanın eşliğinde geldiğim yolu yürümeye başladım.

Harem kapısından girip, taş duvarların arasına sızdığımda hâlâ herhangi biriyle karşılaşmamış olmak, şüphelerimde haklı olduğumu gösteriyordu.

Sanırım şehzade hazretleri kendince giriştiği küçük oyununa başlamıştı. O zaman benimde yapacağım şey belliydi; onun açtığı şarkıda gönlümce dans etmek...

Yürüdüğüm yer koridor değilde tavanı yüksek, yedi sekiz kişinin yanyana rahatlıkla sığabileceği genişlikte örülmüş taştan bir tüneldi sanki. Etrafta herhangi bir pencere yoktu ve gün ışığı almıyordu. Duvarlara çakılmış demir halkaların içinden geçirilen meşaleler sayesinde loş bir ortam vardı içeride. 

İçeriden dikkatli davransam da, dışarıdan savsak adımlarla ilerliyordum. Sanki ortalıkta hiçbir şüpheli davranış yokmuş gibi, hiçbir tereddüt ve, tedirginlik emerasi göstermiyordum. Son derece dik, asil ve zarif bir yürüyüşle adeta süzülüyordum taş zeminli bu koridorda.

Birkaç köşeyi döndükten sonra ilerlemeye devam ettim. Döndüğüm her köşeden önce dışarıdan meraklı, içeriden ise temkinli bakışlarla köşe başlarını inceliyordum.

Yine bir köşenin önüne geldiğimde, duyduğum düşük desibelli soluk sesleriyle, karşılamanın yapılacağı yerin burası olduğunu anlamıştım.

Solukları oldukça sessiz ve düzenliydi, sanki bunun için kendini yetiştirmiş gibiydi. Eğitimsiz biri kendini bu şekilde sakladığında, solukları sessiz olsa da, bu denli düzenli olmazdı. Eğer işitme duyularım bu kadar keskin olmasaydı, bu solukları fark edemeyip tuzağa düşebilirdim.

Kaşlarım çatılmak üzereyken kendimi toparladım ve adımlarımın duraksamasına engel olarak yürümeye devam ettim. Her şeyden habersizmiş gibi davranmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım.

Köşeyi döndüğüm an bir elin ağzıma kapanması ve beni sürükleyerek yüzümü duvara yaslaması bir oldu. Bir eli, ağzımı kapatırken, diğeri kolumu tutmuştu. Boştaki elimi hançerime götürüp, onu çok rahat kullanabilirdim fakat bunu yapmadım. Şimdilik tek hedefim beklemekti.

Sırtımı göğsüne yaslayıp, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Solukları yanağıma ve boynuma dokunup geçerken, tanıdık sesi doldu kulaklarıma.

"Parakalo."




Fortsett å les

You'll Also Like

BELA ÇİÇEĞİ Av busraeroguu

Mysterium / Thriller

276 308 9
Esila Çınar, yaşadığı acı kayıpla başa çıkmak için çocukluğundan beri yaptığını yapmış ve kalemine sığınmıştır. Fakat bu sefer kaçış yolu önüne bamba...
56K 4.5K 24
40 Kere Öpen bir bilinmeyeniniz olsa ne yapardınız ? Hayat bir anda bir çeteye fırlatsa ve hayatınız hiç olmadığı kadar güzelleşse.. Bilinmeyen ve Çi...
38.9K 2.8K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
51.2K 1.8K 39
Tarihi Kurgu Kategorisinde 1numara -11.11.2023 Zaman -11.01.2024 1numara. Mila, hayatının en zor anını yaşarken kendini birden 1682'de Aysima olarak...