Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''

2.3K 273 459
By dameadrasteia

Lütfen oy verin. Sizden bunu özellikle rica ediyorum. Şimdi, bölümü okumadan geçen 28 bölümde oy vermediğiniz bölümler varsa, dönün ve oy verin. Her ne kadar bunu istemesem bile artık hikâyelere sınır koyduğumu söylemiştim. Size şu kadar şu kadar yorum, oy, demiyorum. Ben gidişatı anlayabilirim, uçuk isteklerim ve hayallerim yok ama ara bölümlere oy vermeden geçenler var, sadece ilk ve son bölümlere oy verenler var... Bunlar düzelsin lütfen. Siz bu bölümü okurken ben ara bölümü yazıyor olacağım:

Anlayacağınız, Paradise ailesi geri döndü...

İyi okumalar.

28:"You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family."

Seul'un en şatafatlı restoranlarından biri, Jeon Jungkook'a ve sahip olduğu şirketin üst düzey yöneticilerine ev sahipliği yapıyordu. İş yemeği adı altında toplanmış olan bu dört kişinin amacı, aslında şirketin patronuyla kaynaşmak ve işten çıkarılmayacakları konusunda emin olmaktı. Bu yüzden hepsi birden Jeon Jungkook ile konuşmak için sabırsızlanıyor, patronun gözlerinin içine merakla bakıyorlardı.

Hiç kimse patronlarının, kulağına fısıldanan "Umarım ben de gecenin sonunda birisine numaramı vermem." sözlerinden sonra, öfkeden gözü döndüğü için kendisini kaybettiğini bilmiyordu. Zavallı ve çekingen bakışları patronlarında ve onun elektrik akımına kapılmış gibi titreyen ellerindeydi.

Taehyung yuvarlık masanın tam ortasına konulmuş, abartı ışıklar saçan, gereksiz gösterişli şamdandan bakışlarını ayırdığında eşine döndü. Jungkook avına saldırmayı bekleyen bir aslan gibi, uzun süredir kendisine dik dik bakıyordu.

Taehyung sanki ortamdaki gerginliğin asıl sebebi kendisi değilmiş ve bundan haberi yokmuş gibi, şarap kadehini dudakları arasına götürdüğü sırada, kocasının gözler içine bakarak cilveyle gülümsedi.

Kırmızı şarap boğazını yakarak, rahatsız edici bir his eşliğinde midesine indi. Bakışları elinde tuttuğu ve salladığı kadeh bardağındayken "Bana öyle bakmaya devam edersen kalkıp gideceğim." dedi. "Gerçekten rahatsız oluyorum. Rahatsız ediyorsun beni bakışlarınla..."

"Burada rahatsız olan biri varsa o da benim."

"Rahatsız olma sebebin nedir?" derken, içten içe bu durumdan yoğun bir haz duyuyordu. "Varlığım mı? Öyleyse gidebilirim ve seni yalnız bırakabilirim. Gelme sebebim, sana destek olmak istememdi. Fakat şu an... hiç de bundan hoşlanıyor gibi değilsin. Aldığım karardan pişman olmamı sağladın."

"Sebebini gayet iyi biliyorsun. Saçma sapan yanıtlar verip beni daha fazla sinirlendirme."

"Seni sinirlendirmek için hiçbir şey yapmama gerek yok ki... Nefes alıp vermem bile yeterli oluyor bazen... Bana stres topunmuşum gibi davranıyorsun..."

"Eğer bu kadar çekici bir adamsan, evet, bazen nefes alıp vermen bile yeterli oluyor."

"Gerçekten... Abartıyorsun Jungkook."

"Abartıyorum... öyle mi?" Jungkook ellerini kocasının oturduğu sandalyenin arkasına yerleştirdi ve Taehyung'un üzerine eğildi. Hâlâ hızlı hızlı soluklanıyordu ve süratle şişip inen göğsü Taehyung tarafından hissedildiği için tedirgin olmasını sağlıyordu. "Bana ne söylediğinin farkında değilsin. Numarasını vermekmiş..." Jungkook genzinden güler gibi bir ses çıkardı. "Eğer yapabiliyorsan şimdi yap. Sonra da o kişiye neler olacağını seyret. Arzuladığın buysa tabii..."

Taehyung oturduğu sandalyede huzursuzca kıpırdandı. "Beni tehdit etmeyi kes."

"Seni tehdit etmiyorum ki güzelim... Sana direkt olarak ne yapacağımı söylüyorum." Eşinin buz gibi ses tonu Taehyung'un tüylerini ürpertiyordu. Jungkook ise bu durumdan keyif aldığı için sözlerine, Taehyung'un kırmızı saçlarını okşarken devam etti:

"O adamı öldürürüm Taehyung. Gözümü bile kırpmadan yaparım bunu. Yapamayacağımı sanıyorsan eğer... fena halde yanılıyorsun."

"Bu cümlelere katlanmak zorunda değilim. Sus artık."

Jungkook, eşinin kıkırdağındaki halka küpeyle oynadığı sırada "Kulağıma fısıldadığın o cümleden sonra benden nazik olmamı bekleme." dedi. "Bugün yapacağım her şeyi sen istedin."

Taehyung omuzlarını hareket ettirdi. "Çek ellerini üzerimden."

Jungkook Taehyung'un kızıl tutamları arasına parmaklarını daldırdı ve öyle bir yavaşlıkla okşadı ki, Taehyung nefesini tuttu. Jungkook'un üzerinde uyguladığı psikolojik baskıyı kelimelerle ifade edemezdi. Sanki, Jungkook her an saçlarına asılabilecekmiş gibi gözlerine bakıyordu... Fakat hareketleri, bakışlarına tezat olarak çok nazik ve yumuşaktı.

Taehyung, eşi ellerini geri çektiğinde ve temaslarını bozduğunda ancak rahat bir nefes almayı başardı. Jungkook onu tedirgin ediyor ve bunu bilinçli bir şekilde, hareketlerine dikkat etmesi için yapıyordu. Taehyung bundan nefret etmişti.

Ruhunda harlanan intikamın boğucu ateşini hissediyor, yanaklarının alev alev yandığını duyumsuyordu. Hâlâ elinde tuttuğu şarap kadehini, bir kez daha dudakları arasına götürdü ve tek dikişte içti. O esnada masanın etrafında dolanan garsona döndü ve eliyle boş kadehi işaret etti. "Bir tane daha."

Jungkook, Taehyung'a ters bir bakış attı. "Biraz hızlı gitmiyor musun?"

"İnsanın senin gibi kocası olunca nasıl sakinleşeceğini bilemiyor..."

Garson süratli adımlarla masaya geldi. Taehyung'un kadeh bardağını doldurdu. "Afiyet olsun efendim." derken önünde saygıyla eğildi ve gitmeye hazırlandı. "Başka bir isteğiniz var mı?"

"Ah, teşekkür ederim." Taehyung, şarabından bir yudum daha aldı. "Çok naziksin..."

Jungkook dişlerini gıcırdatarak ilk önce garsona, ardından Taehyung'a dik dik baktı ve önüne döndü. "Sarhoş olacaksın. Alkole dayanıklı olmadığını biliyorsun. Daha fazla içme. Bu son olsun lütfen."

Taehyung biraz da alkolün vermiş olduğu yersiz cesaret duygusuyla konuştu, "Fena mı olur? Evde beni uzaktan izlemekle yetiniyorsun. Sarhoşken istemediğim şeyleri yapmaya fazlasıyla müsait ve hevesli olurum." Sinirleri bozulduğu için gülüyordu. "Seks yapmak istemez miydin sahiden?"

Jungkook Taehyung'un sözlerini büyük bir umutsuzlukla dinliyordu. Eşinin aniden sarf ettiği cesur cümlelerle birlikte ise, içmekte olduğu alkol boğazını delip geçti ve öksürmeye başladı. "Sen... ciddi misin?"

Taehyung bakışlarını etrafta gezdirdi. Masanın çevresindeki şirket çalışanları kendi aralarında sohbete dalmışlardı ve evli çiftin fısıltıyla konuşması dolasıyla da hiçbir şey duyamıyorlardı. "Dürüst olalım." dediği sırada kocasının gözlerinin içine baktı. "Restorandan içeri girdiğim ilk anda beni becermeyi hayal etmedin mi?"

"Neden bunu yapıyorsun?" Huzursuzca oturduğu yerde kıpırdanma sırası Jungkook'a geçmişti. "Beni azdırarak sakinleşeceğimi ve her şeyi unutacağımı düşünüyorsan... yanılıyorsun."

"Seni azdırmak için konuşmama gerek yok." Taehyung gözlerini devirdi. "Bana baktığında kendiliğinden azıyorsun zaten."

"Doğru fakat yine de," Jungkook kocasının ne amaçladığını algılayamadığı ve onun ne kadar kurnaz olduğunu bildiğini için temkinli yaklaşıyordu. "tam olarak ne yapmaya çalışıyorsun diye soruyorum sana."

"Sadece soru soruyorum..."

"Hayır... Sanki üzerimde baskı kurmaya çalıştığını ve aklımı kurcaladığını hissediyorum."

Taehyung'un kaşları çatıldı. "Cevap ver bana. Düşündün mü? Düşünmedin mi?"

"Düşündüm. O an aklımdan geçen tek şey seninle baş başa kalmaktı." Taehyung'un gözlerinin içine ihtirasla baktı. "Hâlâ aynı arzularla doluyum. Seni acımasızca becermek istiyorum... O saçlara sahip olduğun ve bunu bana sormadan yaptığın için, sana, daha önce hiç olmadığı kadar hırçın, sert davranmak istiyorum. Bir anlık dalgınlığına gelerek sarf ettiğin o sözler aklımda yer edindi... şimdi, tekrar dolgun kalçalarında o izleri bırakmak istiyorum."

Kocasının sandalyesini tuttu ve kendisine sürükledi. Gürültüyle zeminde hareket eden sandalyenin sesi, herkesin dikkatini çekmiş ve bakışları evli çiftin üzerinde toplamış olsa da, Jungkook aldırış etmiyordu. "Taehyung... Sana dair olan her şeyi arzuluyorum. Neden bilmiyormuşsun gibi tekrar tekrar soruyorsun?"

Taehyung oltanın ucuna balığın en sevdiği yemi takmış ve daha sonra onu avlamıştı.

Dudaklarında kıvrak ve sinsi bir tebessüm oluşurken "Öyleyse benimle iyi geçinmeyi denemelisin." dedi. "Tıpkı bir kediyi sevmeden önce ona zararsız olduğunu hissettirmek gibi... Ne demek istediğimi anlıyor musun? Arzuladığın bedene(bana) ulaşmak için beni tehdit etmemelisin. Saçlarımı okşamalı ve bana iyi hissettirecek sözler söylemelisin. Ancak o şekilde uysal davranırım. Aksi takdirde pençelerini suratına geçirmek isteyen hırçın bir Taehyung ile karşı karşıya kalacaksın..."

Taehyung'un karakteri karmaşık değildi. Sırf bu yüzden Jungkook'a ne istediğinin ve ne yaparsa onunla yakınlaşacağının sinyallerini açık açık verebiliyordu. Taehyung kaostan hoşlanmıyordu. Kıskanılmayı seven şımarık ve bencil bir yanı olsa bile, Jungkook kıskançlık konusunu o kadar abartıyordu ki... kıskanılmak artık kendisine keyif değil, zarar veriyordu. O yalnızca sevgi görmek istiyordu.

"Seni gerçekten anlayamıyorum Taehyung." Jungkook hâlâ gergindi. Kolay kolay sakinleşmeyeceğini eşine hissettiriyor, dolasıyla da Taehyung'un moralini bozuyordu. "Daha birkaç dakika önce kulağıma başka bir adama numaranı vereceğine dair saçma sapan şeyler söyledin. Şimdi ise saçlarını okşamamı ve seni sevmemi bekliyorsun. Öyleyse neden beni tahrik ettin?"

"Seni tahrik etmedim. Bana yaptığının aynısını sana yaptım. Ne saçlarını boyatırken ne de o kadına numaranı verirken, sen benden izin almadın ya da ne yaşayabileceğimi düşünmedin. Bencillik yapmıştın... Şimdi aynı şeyi sana yaşatıyorum. Unutacağımı düşünmemiştin öyle değil mi?"

Jungkook'un kendisini sıkmaktan ötürü gözü seğiriyordu. Başka bir ortamda olsalardı Taehyung'a bağırıp çağırırdı. Şu an ise bunu yapamadığı için vücudu anormal tepkiler veriyordu. "O kadına numaramı verdiğim için benden intikam mı alıyorsun yani?"

"Hayır. Sadece sana ikimizin eşit olması gerektiğini gösteriyorum. Öfkeli bir adam olabilirsin. Beni sahip olduğun hırçın ve dehşete düşüren davranışlarınla bastırmaya çalışabilirsin, ki bunu sık sık deniyorsun... Ama işe yaramayacak. Sen ve ben eşitiz. Sırf huysuz bir adamsın diye beni baskı altında tutmana izin veremem."

"Kendini kanıtlama çaban yüzünden mi saçlarını boyattın?"

"Saçlarımı boyattım." derken Taehyung, boğazı kuruduğu için içkisinden bir yudum daha aldı. "Çünkü öyle olmasını istedim."

"Yalnız başına aldığın kararlar sayesinde benden bağımsız olduğunu düşünüyor ve eşit olduğumuz kanısına mı varıyorsun? Doğru mu anladım?"

Jungkook Taehyung'u şaşırtacak biçimde gözüne sakin gözüktü. Taehyung kocasının takındığı bu davranışın fırtına öncesi sessizlik mi, yoksa kendisine itaat etmek ve evliliklerini kurtarmak için çabalamak mı olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Çünkü Jungkook'un sağı solu belli olmazdı. Şu an durgun gözükebilir fakat ansızın parlayıp Taehyung'a bağırmaya başlayabilirdi.

"Normalde olsa senden ve senin tepkilerinden çekindiğim, yaygara koparacağını bildiğim için buraya bu şekilde gelemezdim. Bunu sen de biliyorsun. Sürekli sorun çıkaracağından endişe ettiğim için susuyorum ve sana itaat ediyorum. Eğer değişebilseydin, ben seni alttan aldıkça sen de beni alttan alsaydın, inan bana böyle davranmazdım. Ama sürekli kendimden taviz veren taraf benim. Bu defa aynı şeyler olsun istemedim. Sırf senin "Neden böyle geldin?" diye bağırmandan korktuğum için arzularımı geri plana atamadım. Ne olacaksa olsun diye düşündüm."

"Anlıyorum."

Jungkook'un bu yalın cümlesi, Taehyung'a müthiş bir korku veriyordu. Taehyung bu sebepten "Söyleyeceklerin bu kadar mı?" diyerek kocasına tekrar laf attı.

"Sevgi görmek isteyen birisine göre... neden benimle ters düşmek için can attığını düşünüyorum sadece. Eğer böyle yaparsan sana sevgi gösteremem. Beni sinirlendiriyorsun."

Taehyung iç çekti ve sandalyesini Jungkook'tan uzaklaştırdığı esnada konuştu, "Beni anlayacağına dair hiçbir umudum kalmadı. Konuşmasak daha iyi olur."

Taehyung anlaşılmadığını düşündüğü için sustu. Muhtemelen Jungkook'un anlamamakta ısrar etmesinin sebebi öfkesine yenik düşmesiydi. Taehyung hiçbir şekilde toz konduramadğı eşi için "Durgun bir anında olsaydı böyle davranmazdı..." diyerek kendisini avutmayı denedi.

Oysa ikisi de farklı düşüncelere sahip oldukları için anlaşamıyorlardı. Jungkook, Taehyung tarafından söylenen sözleri ve yapılan davranışları yanlış anlıyor, kasıtlı olduğunu düşündüğü için kin besliyordu. Taehyung ise eşine isteklerini ve düşüncelerini açıkça söylüyor, yaşadığı duygu karmaşası nedeniyle zaman zaman yersiz davranışlarda bulunsa bile, aslında sürekli olarak aynı şeylere değiniyordu:

Beni öfken aracılığıyla bastırmaya son vermelisin. Sen ve ben aynıyız. Ben senin tutsağın değilim. Tek istediğim sevgi görmek... Beni ürkütmek ve bana gözdağı vermek yerine, beni sevmelisin.

Jungkook şirket çalışanlarına döndü ve bir sohbet başlattı. Böylelikle iki eş arasındaki iletişim sonlanmış oldu. Taehyung ne yapacağını bilemediği için bakışlarını sıkıntıyla etrafta gezdirdi. Arkasına dönüp baktığında, çocuklarının camla kaplı olan ve dışarıdan rahatlıkla gözüken oyun salonunda oynadıklarını gördü. Çocuklarının keyfi yerindeydi, onların yanına gitmesine gerek yoktu. Yapacak hiçbir şeyi kalmadığı için, mecburen, dışlandığını hissettiği ortama döndü ve önüne konulan yemeği yemeğe girişti.

Bu esnada masaya yüksek topuklularının rahatsız edici sesi eşliğinde, kırmızı saçlarını savura savura Park Sooyoung geldi. Taehyung'un suratı asılmıştı. Bu kadını sevmiyor ve kendisine edilen hakaretleri de unutamıyordu.

Kocasına sırnaştı ve Jungkook'un takım elbisesinin ceketini avuçları arasına alıp çekiştirirken "Bu kadını buraya sen mi çağırdın?" dedi.

Küçük bir çocuğun mızmızlanmasına benzeyen eşinin sevimli tavrı, Jungkook'u gülümsetti. "Ben çağırmadım. Asistanım olduğu için kendisi geldi. Zaten yemeği ayarlayan da oydu. Burada bulunması oldukça doğal."

"O zaman söyle, geri gitsin. Onu burada görmek istemiyorum."

"Ne oldu birdenbire?"

Taehyung Jungkook'a dik dik baktı. "Sana söylediğimi yap. Soru sorma."

"Bay Jeon biraz konuşabilir miyiz?" Sooyoung sandalyede oturan Jungkook'a arkadan yaklaşarak üzerine eğildi ve kulağına tane tane fısıldayarak konuştu. Taehyung nefesini tuttu.

Ciğerleri sanki içine çektiği oksijeni reddediyor ve alev alev yanıyordu. Kıskançlığın rahatsız edici hissi eşliğinde oturduğu yerde kıvranmaya başladı. Eğer rezil olmayacağını bilseydi ve çocuklarıyla aynı ortamda bulunmasaydı, kesinlikle Sooyoung'a saldırırdı.

Jungkook irkilerek omuzlarını havaya kaldırdı. Böylelikle Sooyoung'un, kulağına üflediği sıcak nefesinden ve boğucu parfüm kokusunu soluyacağı biçimdeki yakınlığından kurtulmuştu. "Ne oldu? Söyle."

"Burada konuşmasak daha iyi olur. Dışarıya gelebilir misin? Fazla vaktini almayacağım."

"Dışarıya gelmek isteseydim, dışarıda konuşalım derdim... değil mi?"

"Fakat çok önemli, Jungkook."

Jungkook sol tarafındaki boş sandalyeyi kendisine çekti. "Otur." diyerek Sooyoung'a bakışlarıyla sandalyeyi işaret etti. "Anlat. Sonra da git. Varlığınla sinirlendiriyorsun beni." Sooyoung Taehyung'a ukala bir bakış fırlattıktan sonra, Jungkook'un kendisine söylediği cümleyi görmezden gelerek gülümsedi ve Jungkook'un diğer tarafına oturdu.

Taehyung dişlerini gıcırdatmaya başladı. Sıktığı çenesinin uyuştuğunu hissediyordu. Bu kadından nefret ediyordu ve Jungkook'a bunu hissettirmesine rağmen, kocası hiçbir şey yapmıyor, kadını yanından ayırmıyordu.

Jungkook ve Sooyoung kısa süre sonra, Taehyung'un duyamayacağı biçimde fısır fısır konuşmaya başladı. Neredeyse dip dibe duruyorlardı ve restoranın gürültüsünden dolayı, birbirlerini duyabilmek için git gide yakınlaşıyorlardı.

Taehyung ağzındaki lokmayı zorlukla çiğnedi. Küçük et parçasını, taş yutuyormuş gibi hissederek ve yüzünü buruşturarak yutabildi. Elindeki metal çubukları öfkeyle porselen tabağın üzerine bıraktığında gürültüyle düşmelerine sebep oldu. Tüm iştahı kaçmıştı.

Buradan çocuklarını da alıp çekip gitmek, Jungkook'u yalnız bırakmak ve sebep olarak da "Sooyoung sana seve seve eşlik eder..." demek istiyordu.

"İyi misiniz?"

Titreyen elleriyle kadeh bardağına uzandığı sırada kulağını hoş ve erkeksi bir ses doldurdu. Taehyung şaşırdığı için, kekeleyerek "Oh, teşekkür ederim. Sanırım... iyiyim." dedi.

Taehyung geldiği andan itibaren dikkatini Jungkook'un üzerinde yoğunlaştırmıştı ve masanın etrafına dizilmiş olan diğer kişilere göz ucuyla bile bakmamıştı. Yanında oturan adam, Taehyung ile konuşmak için ilk adımı attığında ise, sonunda Taehyung'un keskin ve çekici bakışları kendisiyle buluşmuştu.

"Ben Park Seojoon." Seojoon Taehyung'a uzak otursa bile sesini duyurabilecek seviyede ve sağında kalıyordu. "Eşinizin şirketinde çalışıyorum."

"Memnun oldum. Ben de Taehyung."

Seojoon yakışıklı suratıyla ve cazip bakışlarıyla Taehyung'u incelemeye başladı. "Sizinle daha önce tanışmış mıydık?" derken, Jungkook'un dikkatini çekmemeye gayret ediyor ve kısık bir sesle konuşuyordu. "Sanki... sizi bir yerden tanıyor gibiyim."

Taehyung göz ucuyla Seojoon'a baktı. Otuzlu yaşların ortasında olduğunu düşündüğü bu adamı, daha önce hiç görmediğine kuşkusu yoktu. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Üzgünüm... fakat daha önce tanışmadığımıza neredeyse eminim."

Seojoon utangaç bir tavırla ensesini kaşıdı. "Sanırım karıştırdım. Sadece... yüzünüz fazlasıyla tanıdık geliyor da."

"Bir kereye mahsus olsa da eşimin şirketine gelmiştim. Belki o zaman görmüşsünüzdür."

"Ah! Sanırım anımsadım." Seojoon hatırladığı anısıyla birlikte keyifle güldü ve dikkatleri üzerine çekmiş oldu. "Sizi tesadüf eseri, şirketten çıktığım esnada görmüştüm. Tabelaya arabanızla vurup ezmiştiniz... Değil mi?"

Taehyung'un utandığı için yanakları kızardı. "Evet, şey... yanlışlıkla olmuştu."

Seojoon gülümsemekle yetindi. Yanlışlıkla olmadığını, Taehyung'un sinir krizi geçirdiği esnada Jungkook'un şirketini bastığını ve kocasının odasını "Senden nefret ediyorum." diye bağırarak dağıttığını, çok iyi biliyordu. Yine de bunu Taehyung'un yüzüne vurmayacaktı. Bilmezlikten gelmek daha cazip ve eğlenceliydi.

"Anlıyorum." Seojoon suyundan bir yudum aldı ve tekrar Taehyung'a döndü. "Sanırım sizde benim gibi sıkılıyor ve bu tarz ortamları sevmiyorsunuz."

"Sıkılmak değil... sadece bu konulardan fazlasıyla uzağım."

Seojoon güzel bir an yakalamıştı. Hemen harekete geçti ve "Mesleğiniz nedir?" sordu.

"İç mimarlık okudum fakat şu an çalışmıyorum."

"Oh, kız kardeşim de iç mimar." dediğinde o kadar keyiflendi ki neredeyse kahkaha atacaktı. Otuz dört senelik hayatında şansı ilk defa yaver gidiyordu. "Ne güzel bir tesadüf böyle..."

"Gerçekten de öyle." Taehyung hem şirin bir utangaçlık duygusu besliyor, hem de Hoseok dışında, bir başkasıyla uzun süreli iletişime geçtiği için sevinçli hissediyordu. Bu sebeple diyaloğu sonlandırmak yerine "Kız kardeşiniz çalışıyor mu?" diye sordu ve konuşmaya devam etmek istediğini belli etti.

"Evet, şu anda bir şirkette çalışıyor. Evlendiğinde ve yeğenim doğduğunda ara vermişti ama şirketin ayrıcalıkları sayesinde buna gerek kalmadı. Yeğenimle birlikte işe gidip gelebiliyor."

Taehyung kaşlarını merakla havaya kaldırdı. "Oh, öyle mi? Bebeğiyle birlikte işe gidebiliyor mu? Çok tuhaf... Daha önce hiç duymamıştım."

Seojoon göz ucuyla patronuna baktı. Jungkook asabi ve huysuz gözüküyordu. Asistanına bir şeyler söylüyor, kaşlarını çatıyor ve elindeki bardağı kıracakmış gibi sıkıyordu. Seojoon hâlâ Jungkook'un dikkatini çekmediğini fark ettiğinde rahat bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.

"Şirketin genel müdürü bir anne olduğu için, çalışanlarına hoşgörülü davranıyor ve onlara kreş yardımında bulunuyor. Aynı binada hem şirketin hem de kreşin olduğunu düşünebilirsiniz. Birkaç senedir bunu uygulayan şirketlerin olduğunu duymuştum zaten. Bilmiyor muydunuz?"

"Hayır." Taehyung'un gözlerinden adeta ışıklar saçılıyordu. "Hiç duymamıştım."

"Heyecanlandığınızı hissediyorum. Özel bir sebebi var mı?"

"Uzun zamandır çalışmayı istiyordum ama oğlum henüz küçük olduğu için onu yanımdan ayırmak bana doğru gelmiyordu." Bakışlarını arkasına çevirdi ve oyun salonunda hararetle oynayan çocuklarına tatlı bir tebessümle baktı. "Üstelik bize fazlasıyla düşkün ve sorunlar yaşamasından da endişe ediyordum. Bu yüzden planlarımı sürekli ertelemiştim."

Seojoon, iki çocuk babası bir adamla iletişim kurmak için en doğru yolu tercih ettiğinin farkındaydı. Dudaklarında zaferin coşkulu tebessümü oluştu. Siyah ceketinin iç cebinden kartını çıkardı ve "Burada numaram yazılı." dedi. "Eğer benimle iletişime geçerseniz, size kız kardeşimin hangi şirkette çalıştığını ve gerekli bilgilerini atarım. Belki aynı şirkete başvurmak isterseniz."

Taehyung sevinçle gülümsedi. Kartı Seojoon'dan almak üzere elini uzattı. Fakat kart, üçüncü kişi tarafından sertçe çekildi ve Seojoon'un parmakları arasından aniden kayboldu.

Jungkook kartı dikkatle incelerken "Bu nedir?" diye sordu. Dudaklarında Seojoon'un anlamlandıramadığı tuhaf bir tebessüm vardı. Hem kızgın görünüyor, hem de Seojoon'un gereksiz özgüveninden keyif almış gibi, garip garip gülümsüyordu.

Seojoon, patronun ruh halini algılayamadı. O anlarda tek varsaydığı, Jungkook'tan korktuğu ve buradan gitmek istediğiydi.

Seojoon fantastik karakterlere inanmazdı. Fakat eğer inansaydı, Jungkook'un gerçek dışı olduğunu düşünürdü. Kendisine dik dik bakan simsiyah gözler, tek bir yıldız barındırmayan gökyüzünü anımsatıyordu. Seojoon en çok da bundan ürkmüştü. Gözleri nasıl bu kadar zifiri karanlık gözükebilirdi? Sanki ruhsuz bir et parçası gibiydi...

"Kart."

Taehyung'un sade yanıtı Jungkook'u çileden çıkarmak için yeterliydi. "Güzelim... Şaşkınlık içerisindeyim!" Keyiften uzak bir kahkaha attı. "Bende ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordum! Tanrım!"

Taehyung göz devirmekle yetindi. Jungkook'un bu tavrını gereksiz buluyordu. "Ne hakkında konuştuğumuzu duymadın bile Jungkook. Lütfen hemen yargılama. Kartı bana geri var."

"Sahiden." Jungkook arkasına yaslandı ve gülmeyi sürdürdü. Sinirden gözü seğiriyor ve gömleğin sıkıştırdığı boynundaki damarlar patlayacakmış gibi duruyordu. Herkesin bakışları istemsiz şekilde patronlarına döndü. Bu halini şaşkınlık ve kaygı barındıran gözlerle izliyorlardı. "Dibimde oturan kocamın, başka bir adamla kurduğu iletişimi umursamayacak kadar, ahmak bir adam olduğumu mu düşünüyorsun?"

"Dibinde kocan varken, sevmediğimi açıkça belli ettiğim bir kadınla iletişim kurup beni yalnız bırakacak kadar, ahmak bir adam olduğunu düşünüyorum. Evet."

Taehyung'un öfke anında yüksek sesle sarf ettiği cümle, masanın tam ortasına düşmüş bir bomba etkisi yarattı. Hiç kimse, patronun ve eşinin kavga edeceğini düşünmemişti. Fakat Jeon ailesi, geldikleri andan itibaren huysuzluk çıkarmışlar ve geçimsiz bir çift olduklarını herkese belli etmişlerdi.

Bu durum en çokta Seojoon'u şaşırttı. Taehyung ile yakınlaşmak isterken amacı, evlilikleri sallantıda olan çiftin arasını daha çok bozmak değildi. Tamamen saf bir niyetle Taehyung'a yaklaşmıştı. Şimdi ise kavganın fitilini ateşlediği için, direkt olarak Jungkook'un hedefiydi. Avcısı tarafından avlanmayı bekleyen zavallı bir ceylan gibi ürkek ürkek patronuna bakmaya başladı.

Jungkook orta ve işaret parmağı arasındaki siyah renkli kartı sallayıp duruyordu. "Kocama neden bu kartı verdin?"

"Eşinize kardeşimin şirketi hakkında bilgi verecektim. Bana ulaşması için kartımı uzattım."

Jungkook gözlerini kıstı ve Seojoon'a daha özenli baktı. Yoongi'de hissettiği tedirginlik ve kuşkuyu Seojoon'da yaşamamasına rağmen, bu adamdan nefret etti ve ona kin besledi. "Hangi konumda çalışıyorsun?"

Seojoon bu sorunun kendisine neden yöneltildiğini biliyordu. Yutkundu ve kısık sesiyle "İnsan kaynakları yöneticisiyim." dedi.

Jungkook pis pis sırıttı. "Pekâlâ."

Taehyung da dahil olmak üzere, herkes Jungkook'un bu soruyu neden sorduğunu anlamıştı. Bir sonraki gün, insan kaynakları yöneticisi konumunda bulunamayacak olan Seojoon başını önüne eğdi ve iç çekti.

Jungkook'un onu duymadığını sanmış ve dikkat çekmediği için sevinmişti. Oysa Jungkook en başından beri onları dinliyordu... Anladı ki, patronun sıktığı bardağın sebebi konuştukları konu değildi. Kendisiydi.

Ne hissedeceğini bilemedi. Taehyung'a kaçamak bakışlar attı. Taehyung'ta en az kendisi kadar neşesiz ve mahcup görünüyordu. Buna ek olarak ise hırçındı. Jungkook'a ters bir bakış attı ve "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu.

"Konuşabilirsin. Seni dinliyorum."

"Baş başa kalabileceğimiz ve konuşmamıza parazit yapmayacak insanların olduğu bir yere gidelim." Taehyung Jungkook'un yanında oturan ve kendisini dinlediğine emin olduğu Sooyoung ile göz göze geldi. Yüzünü buruşturdu.

Jungkook sandalyesini gürültüyle geriye ittirdi ve ayaklandı. Taehyung'un da kalkması için beklerken bakışlarını çevresinde gezindi. Korumalar, restoranın dört bir yanını kuşatmıştı. Jungkook bunu kendisi için istemese bile oyun salonundaki çocuklarının güvenliğini düşünmek zorundaydı. Yugyeom ile göz göze geldiğinde ferahlamıştı. Yugyeom, oyun salonunun gürültüsünü, hatta çocukların sesini işitecek biçimde yakın olan bir masada oturuyordu. Sözde yemek yiyor ve telefonuyla ilgileniyordu. Aslında vazifesi çocukların güvenliğini sağlamaktı.

Taehyung'da ayağa kalktı ve hareketlenen Jungkook'un peşinden durgun adımla yürüdü. Jungkook restoranın tuvaletine ilerledi. Karanlık koridorlardan birlikte geçip tuvalete ulaştıklarında, otomatik yanıp sönen ışıklar ikisi için açıldı. Birbirlerinin suratına her an saldırabilecekmiş gibi kızgınlıkla bakıyorlardı.

İlk konuşan Taehyung oldu. "O adam işten atılmasını gerektirecek bir şey yapmadı. Saçma sapan hırslarına ve öfkene kurban etme onu."

Jungkook genzinden hırıltıya benzer boğuk bir ses çıkardı. "Birkaç dakika önce tanıştığın adam seni neden bu kadar ilgilendiriyor?"

"Çünkü bana tamamen saf niyetlerle yaklaştı!" Taehyung sonunda patladı ve bağırmaya başladı. "Kocamın başka bir kadınla kulaktan kulağa konuşmasına bozulduğumu fark ettiği için iyi misiniz diye sordu! Senin umursamazlığına tezat olarak Seojoon bana karşı kibar ve ilgiliydi!"

Jungkook Taehyung'u dehşete düşürecek biçimde durgundu.

Yarım dakika kadar durdu. Tek yaptığı Taehyung'un suratına boş boş bakmaktı. Ardından sırtını yasladığı kapıyı kilitledi. Ortamın sessizliği, Taehyung'un kilitlenen kapıyı duymasını sağlamıştı. "Ne yapıyorsun?" Eşine doğru birkaç adım attı. "Bana bir şey söylemelisin. Susup..." Yutkundu ve tedirgin bir şekilde kocasının gözlerinin içine baktı. "ardından da kapıyı kilitleme."

Jungkook'un bakışları birden çok duyguya aynı anda ev sahipliği yapıyordu fakat en göze çarpanı hayal kırıklığıydı. "Benden bu kadar korkuyor musun sahiden?"

Taehyung'un düşünceleri karışmış bir haldeydi. "Ne?" diye sordu. "Nereden çıktı bu?"

"Benden... aynı ortamda kilitli kalamayacak kadar korkuyor musun?" Jungkook Taehyung'a ağır ağır yaklaştı. "Sana zarar vereceğimi mi düşünüyorsun yoksa?"

"Jungkook..."

Jungkook "Korkuyor musun?" diyerek bir kez daha aynı soruyu sordu. "Sana zarar vermemden korkuyor musun? Bana cevap vermelisin güzelim..."

Kimi zaman ufacık bir söz, bir tavır ya da bir davranış, insanı düşündüğünden daha fazla yaralardı ve birçok duygusuna yön verirdi. Jungkook buraya gelmeden önce kızgın, asabi ve gergindi. Fakat kapıyı kilitlediği anda, aynı ortamda sıkışıp kaldıklarını fark eden kocasının gözlerindeki tedirginliği görmek, Jungkook için birdenbire hayal kırıklığı yarattı ve tüm kızgınlığı uçup gitti.

Şu anda yalnızca tek bir şeyi merak ediyordu: Kocası ile birbirlerinden sahiden bu kadar uzaklaşmışlar mıydı?

Jungkook Taehyung'un dibinde bitti. "Bebeğim..." Taehyung ürkmüş bir kedi yavrusu gibi omuzlarını havaya kaldırdı. Işıltılı gözlerle kocasına bakıyordu. Jungkook ona gülümsedi ve ellerini kırmızı saçlarına atıp yavaş yavaş okşadı. Taehyung uysallaşmıştı. Omuzları kendiliğinden çöktü ve gözleri kapandı. Jungkook "Rahatlamalısın." diye fısıldadı. "Benden korkmana gerek yok. Sana asla zarar vermem. Asla bebeğim."

Taehyung ruhunda kabaran duyguların yoğunluğundan ötürü titriyordu. Jungkook'un kaslı kollarına tutundu ve ceketin sert kumaşını yumruk yaptığı elleri arasında sıkmaya başladı. "Artık seni tanıyamıyorum. Bu beni korkutuyor fakat korkumun nedeni bana zarar vermenden duyduğum endişe değil. Her an her şeyi, hiç düşünmeden yapabilecek olman dehşet verici. Anlıyor musun?" Ürkek bakışları kocasının gözlerini buldu. "Tehlikeli bir adam olduğunu farkına varmak..."

Taehyung cümlesinin devamını getiremedi. Jungkook ise Taehyung'un sözlerinden ne anlaması gerektiğinin farkındaydı. Kocasını ferahlatmak ve ona aynı Jungkook olduğunu duyumsatmak istiyordu. Yüzlerini birbirine yaklaştırdı ve burnunu Taehyung'un burnuna sürttü. "Ben hâlâ aynı kişiyim, âşık olduğun adamım, çocuklarının babası olmasını arzuladığın Jungkook'um. Sana olan davranışlarım asla değişmeyecek. Beni çevremdeki insanlara karşı takındığım tutuma göre yargılama olur mu?" Taehyung'un dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "İstemediğin şeyler yapabilirim. Tüm herkesin karşısına dikilebilecek kadar tutkulu bir adam olabilirim. Ama karşımda sen olduğun sürece, sadece dizlerimin üzerine çökecek ve sana itaat edeceğim."

Jungkook Taehyung'un umutsuzluğa kapılan ruhunu okşuyor ve ona her şeyin düzeleceğini haykırıyordu. Taehyung kapanmak üzere olan gözlerini açtığı sırada "Eskiden olsaydı bunu kabul edebilirdim fakat şimdi... bilmiyorum." diye mırıldandı.

"Hiddetli, huysuz ve kontrolsüz bir adam olduğumun farkındayım. Ancak böyle olmak için nedenlerim var. Seojoon'a güvendin, numarasını aldın ve belki de ileride kardeşiyle iletişime geçecektin. Sana karışmak zorundaydım çünkü bu şirkette bana itaat etmek istemeyip Seokjin'e sadık kalan kişilerde mevcut. En son anlaştığım kadın, Kim Jisoo, henüz birkaç gün geçmeden, onu tehdit ettiğim halde... Seokjin'in tarafında yer alıp beni ifşa etti. Nelerle uğraşmak zorunda olduğumu şimdi daha iyi anlıyor musun? Seokjin'den kurtulana dek, güvende olduğunuzu bilmeye ihtiyacım var." Beklenti dolu bakışlarını kocasına dikti. "Bana yardımcı olamaz mısın?"

Taehyung hoşgörülü davrandı. Kavga etmeyi ve sorun çıkarmayı arzulamıyordu. "Pekâlâ. Olabilirim." Geri çekilmek için yeltendiği sırada "Gidelim. Herkes bizi bekliyor olmalı." dedi.

Jungkook Taehyung'un uzaklaşmasına izin vermedi. Yüzünü kocasının boynuna gömdü. İlkbaharda çiçek açan ağaçların eşsiz kokusu, kocasının teninden yayılan ferahlık ve canlılıkla eşdeğerdi. Jungkook Taehyung ile yaşam doluyordu. "Bebeğim... Gitme."

"Jungkook," Taehyung güçsüz sesiyle mırıldandı, "ne yapıyorsun?"

"Bazen öyle sıkıntılı hissediyorum ki... sanki tüm gücüm sömürülüyormuş gibi..." Ellerini kocasının beline sardı ve bedenlerini birbirine yapıştırdı. "Sana sarılmama, birazcık olsun huzur dolmama izin ver. Buna ihtiyacım var. Lütfen bebeğim..."

Taehyung önce hareketsiz kaldı. Ardından, Jungkook'un yorgun düşmüş sesinden etkilendiği için sırtını ağır ağır okşadı. "Tamam ama... birazcık."

"Seni çok seviyorum bebeğim." Jungkook'un dudakları, acı çektiğini belli eden bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Her koşulda yanımda olduğun için minnettarım."

"Sorun değil. Mutlu olmanı istiyorum sadece."

Jungkook bozulduğu için kızgın sesiyle "Sen de beni sevmiyor musun?" diye sordu. "Neden hiçbir şey söylemedin?"

"Söylememe gerek yok Jungkook."

"Ama benim duymaya ihtiyacım var."

Taehyung ve Jungkook birbirlerine baktı. Taehyung usul usul geri çekildiği için kalçasını lavabo tezgahına yaslamıştı. Jungkook ise bunu fırsat bilerek eşinin bacakları arasına yerleşti. Taehyung neredeyse tezgâha oturacaktı. Ayakları yerden hafifçe yükselmişti. "Söylemek istemiyorum."

"Eğer söylemezsen..."

Taehyung alt dudağını sarkıttı ve masum masum Jungkook'a baktı. "Ne?"

"Seni o büzüp durduğun dudaklarını parçalayacak biçimde sertçe öperim."

Jungkook Taehyung'un üzerine eğildi. Taehyung'un gidecek yeri kalmamıştı. Jungkook'un sıcak nefesini suratında hissediyordu ve tensel temaslardan kaçınmak için ellerini tezgâha koyup geri çekilmeye çalışıyordu. "Jungkook..."

Jungkook kocasının geriye doğru kıvrılan ince belini tuttu ve hırçın bir tavırla kendisine çekti. "Yemek esnasında bana restorandan içeri girdiğim ilk anda beni becermeyi hayal etmedin mi diye sorduğunu hatırlıyor musun?"

Jungkook Taehyung'u aniden ters çevirdi. "Jungkook." diyerek kocasına seslenmek istedi fakat bedenleri birbirine yaslandığı anda, dolgun kalçalarına dayanan kocasının kasıklarını hissetmesi yüzünden sesi boğuk ve inliyor gibi hırıltılı çıktı. "Ah, Jungkook..."

Jungkook ellerini Taehyung'un karnına sardı ve hoyratça kendisine bastırdı. "Seni özlemekle meşgulüm." Kocasının boynuna içini gıdıklayan öpücükler bıraktı. "Bu his beni tüketiyor. Gözlerim kararıyor, bacaklarım uyuşuyor, aklım başımdan gidiyor. Mahvoluyorum. Bebeğim... Mahvediyorsun beni."

Taehyung'un gözleri kapanır gibi oldu. Kocasının dokunuşları karşısında güçsüz düşmüştü. Ellerini geriye atıp Jungkook'un kaslı uyluklarına tırnaklarını geçirdi. "Jungkook..." Kalçasını geriye iterek kendisini kocasına bastırmaya çalışması... onun da aklının başında olmadığının bir göstergesiydi.

Jungkook hırıltılı sesiyle "Çıldıracağım." dedi. Kendisini Taehyung'a sertçe ve sanki içinde hareket ediyormuş gibi bastırmaya devam ediyordu. "Durmak istemiyorum." Sol eli Taehyung'un karnını sıkıca tutuyor, bedenlerinin uzaklaşmasını engelliyordu. Sağ elini ise kocasının giymiş olduğu gömleğin içine soktu. Soğuk parmakları Taehyung'un sıcak tenine kavuştuğunda, ikisinin de bacakları coşku ve hazdan dolayı şiddetle titriyordu.

Jungkook Taehyung'un göğüs uçlarını parmakları arasında sıkıştırırken kulağının arkasına yumuşak öpücükler kondurdu. "Beni özlemedin mi güzelim?" Taehyung kocasının dokunuşlarına hasretti. Daha fazlası için yalvarmamak adına dudaklarını birbirine bastırıp boğuk sesler çıkardı. "Cevap vermelisin." Jungkook Taehyung'un karnına baskı uyguladı. Taehyung'un dizleri büküldü, üst bedeni ileri doğru savruldu ve başı önüne düştü. "Hadi Taehyung. Beni özlediğini söylemeni istiyorum."

Jungkook onu kıvrandırıyordu.

"Lütfen... Lütfen..." Taehyung'un yalvarışları Jungkook'un yüreğini hoplattı. En başında amacı kocasının saklamaya çalıştığı arzularını gün yüzüne çıkarmak ve onu kıvrandırdıktan sonra serbest bırakmaktı. Fakat Taehyung'un arzu dolu inleyişleri aklını başından almıştı. Kendisini, aniden, kocasının pantolonunu ince bacaklarından parçalamak ister gibi sıyırırken buldu.

"Devam et." Taehyung'un boynuna öpücükler bırakıyor ve dar pantolonu kocasının dizlerine çekiştiriyordu. "Benimle konuş bebeğim."

Taehyung konuşamıyordu. Yoğun haz başını döndürüyor, midesi çalkalanıyor ve ne yaptığının bilincinde olmasına rağmen kendisini durduramıyor, durdurmak istemiyordu.

"Oh, Jungkook..." Ellerini koyacak yer bulamadığı için kırmızı saçlarına daldırdı ve kendi saçlarını çekiştirmeye başladı.

Jungkook parmaklarını kendi dudakları arasına götürüp ıslattı. Eş zamanlı olarak kocasının aynadaki görüntüsüne baktı. Taehyung kendi saçlarını yolmak ister gibi çekiştirirken seksi ve baş döndürücü gözüküyor, Jungkook'u inletiyordu. Jungkook "Aklımı kaçıracağım," dediğinde ıslattığı parmaklarını ağzından çıkardı. "senin yüzünden... bir gün aklımı kaçıracağım Taehyung."

Taehyung gözlerini zorlukla araladı ve kocasına bakmaya çalıştı. Ancak baktığı yeri göremiyor sanki tuvaletin loş ışığı gözlerini kamaştırıyordu. "Acele et," diye fısıldadı. Başını önüne düşürdü ve ağlayacak gibi sızlanmaya başladı. "Yap... yap ş-şunu."

"Oh, bebeğim... Hayır. Önce bana ne yapmamı istediğini söylemek zorundasın."

Taehyung konuşamayacak kadar sarsılmıştı. Yalnızca dolu gözlerini kocasına çevirdi ve onun tehlikeli gülüşünü seyretti. Taehyung Jungkook'un çeşitli hallerini görmüştü. Fakat en tehlikeli, en arzulu, en tutkulu, en coşkulu ve en azgın olanı, şu an karşısındaydı.

Bu adam, Taehyung'a tek bir bakışıyla diz çöktürürdü.

"Hadi bebeğim. Söyle bana." Taehyung'un giymiş olduğu dantel, ince ipli, dolgun kalçalarını tamamen açıkta bırakan siyah iç çamaşırı kocası tarafından sıkıca tutuldu. "Eğer söylemezsen yapmayacağım." Jungkook işaret parmağını ince ipe takıp gerdi ve bıraktığı anda Taehyung'un kalçasında şaklamasını sağladı.

Taehyung canı yandığı için sızlanıyordu. Jungkook "Duyamıyorum..." dedi. Boştaki eliyle Taehyung'un kızıl saçlarını çekiştirerek önüne düşürdüğü başını kaldırmasını sağladı. "Neden benimle konuşmuyorsun?" Direkt olarak kocasının aynadaki görüntüsüne bakıyordu. "Sanırım canını yakmamı arzuluyorsun..." Kaşlarını havaya kaldırdı. Taehyung'tan bir cevap bekledi. Gelmediğinde "Ah, pekâlâ." diye mırıldandı. "Nasıl istersen..."

İnce ipi serçe parmağına takıp gerdikten sonra bir kez daha serbest bıraktı. Taehyung acı acı inledi. İp kalçasının kızarmasını sağlamıştı ve canını yakıyordu. Jungkook kocasının kalçalarına hınzır bir gülümseyle baktı. "Tek istediğim benimle konuşmandı fakat... sen konuşmamayı tercih ettin." dedi. Kocasının kalçasına sert bir şaplak attı. Jungkook'un iri elleri, ipin verdiği acıdan kat ve kat fazlasıydı. Taehyung'u kıvrandırıyordu.

Taehyung, Jungkook'un baskınlığına dayanamıyordu.

Gözlerini sıkıca yumdu. Jungkook onun aklını almıştı. Eğer gözleri açık olsaydı, gözyaşları yanağına usulca süzülür ve kocasının önünde iç çeke çeke ağlardı. Titreyen sesiyle "Lanet olsun," dedi. "n-ne söylememi istiyorsun?"

"Seni parmaklarımla kıvrandırırken benim için inlemeni istiyorum." Jungkook az önce acımasızca şaplak attığı kalça yanaklarını bu defa ağır ağır okşadı. Boştaki eliyle kocasının çenesini kavrayıp yüzünü kendisine çevirdi. "Duydun mu beni?" Taehyung'un dudaklarına sert bir öpücük kondurup geri çekildi. Parmaklarını Taehyung'un girişine yasladı. "Adımın güzel dudakların arasından dökülmesini istiyorum."

Taehyung hızlı hızlı başını salladı. Girişinde hissettiği parmaklar gözlerinin arkaya kaymasını sağlıyordu. Hiç dokunulmamış olmasına rağmen penisi sertleşmişti ve kasıklarına sancılar giriyordu. "Daha fazla dayanamıyorum." dediğinde kocasını içinde istediği için ona yalvarıyordu. "Lütfen Jungkook..."

Jungkook seks yapmak ihtiyacıyla değil, kocası kendisine yalvardığı için cinsel doyuma ulaşıp sertleşiyordu. Taehyung'ta bunun farkındaydı. Kocasını yakarışlarıyla azdırıyordu.

Jungkook'un simsiyah gözlerinden alevler yükseliyordu. Tutkulu bakışlarını kocasından ayırmadan incecik kumaş parçasını dizlerine indirdi. Taehyung'un çıplak kalçasını ve girişini üç parmağıyla okşadığı sırada dudaklarını öptü. Taehyung ona karşılık veremeyecek kadar kendinden geçmişti, sadece itaat ediyordu. Her şey tıpkı Jungkook'un istediği gibiydi.

Jungkook orta parmağını kasılıp gevşeyen deliğe itti. Taehyung'un nefesi kesildi. Ayak uçlarında yükselerek kocasının soğuk parmaklarından kaçmaya çalıştı. Jungkook ise elini karnına bastırarak onu sıkıca tutuyordu ve dilini ağzına gönderip ateşli bir öpücüğe çekiyordu.

Taehyung tırnaklarını, kocasının karnını tutan eline geçirdi ve yumuşak deride kanlı izler bıraktı. Jungkook nefes nefese geri çekildiğinde gülüyordu. "Herkesin tuvalette ne haltlar yediğimizi anlamasını mı istiyorsun?"

Taehyung içinde hareket eden parmaklar yüzünden kesik kesik konuşabildi, "Herkes... anlayacak... zaten..."

"Haklısın." Jungkook kocasının alışmasına fırsat vermeden işaret parmağını da içine yolladı. Parmakları hırçın hareketlerle kocasının deliğinde hareket ediyordu ve hissettiği sıcaklığın getirisiyle parmak uçları alev alev yanıyordu. "Buradan çıktığında yürümeyecek vaziyette olacaksın çünkü."

"Herkesin... bunu görmesini... istedin..."

Taehyung'un iniltileri arasında zorlukla fısıldadığı cümle, Jungkook'un neşeli bir kahkaha patlatmasını sağladı. "Ah, bebeğim! Beni çok iyi tanıdığın için sürekli yakalanıyorum!"

Jungkook'un bunu bilerek yaptığını Taehyung'un anlaması fazla uzun sürmedi. Jungkook kurnaz ve tehlikeli bir adamdı. Eğer sorun çıkarıp Seojoon'a saldırsaydı(bunu fazlasıyla arzulamıştı) Taehyung'un nefretini kazanacaktı. O ise kocasını tuvalete sürükleyerek daha sinsi bir plan hazırlamıştı. Buradan çıktıklarında zaten her şey belli olacaktı. Jungkook kolay yoldan zafer kazanmayı tercih etmişti.

Jungkook'un egosu kocası tarafından okşandıkça hareketleri de eş zamanlı olarak şiddetini arttırıyordu. "Bunu seviyor musun?" diye sordu. Taehyung'un sınırlarına baskı uygulayıp kıvranmasını sağlıyordu ve gereğinden fazla hoyrat davranarak kocasının bacaklarını titretiyordu. Taehyung'un, zevk noktasına baskı uygulayan parmaklar yüzünden hazla dolan gözleri arkaya kaydı. Başını geriye atıp kocasının başına yasladı. Jungkook, Taehyung'un ensesine ıslak öpücükler kondururken "Yalnızca parmaklarımı kullanarak orgazm olmanı sağlayabilirim." diye fısıldadı. "Bunu istiyor musun bebeğim?"

Taehyung konuşmak yerine kalçasını arkaya ittirdi ve daha fazlasını istediğini belli etmiş oldu. Jungkook üçüncü parmağını da onun içine soktuğunda, artık titreyen bacakları yüzünden ayakta kalması imkansızdı. "Jungkook." diyerek haykırdı. Jungkook kocasını düşmemesi için karnından sıkıca tutuyor ve zaman zaman kendisine çekerek boğuk sesler çıkarmasını sağlıyordu. "Jungkook, ah, ben..."

Jungkook'un parmakları süratlendi. Taehyung'un canını müthiş derecede yakıyordu ve kasılıp gevşeyen deliğe dayanılamaz bir yanma hissi veriyordu. Taehyung'un dizleri kırıldı. Bacaklarını kapatmaya çalıştı ve bükülmesini sağladı. Çizgi film karakterleri gibi titriyordu. Ellerini önündeki tezgâha yerleştirdi ve başını önüne eğdi. Kalçasını geriye savurduğu sırada çığlığı bastı.

Taehyung'un önünde iki büklüm olması ve hazdan dolayı tüm bedeninin titreyişi Jungkook'u azdırıyordu. Kocasının karnını tutan eli dolgun kalçasına yerleşti. İlk önce sert bir şaplak attı. Taehyung'un çığlığı bu defa cılız çıkmıştı. Jungkook kıkırdadı. "Hadi." dediğinde vurduğu yeri sıkıca tuttu. "Bırak kendini bebeğim." Kocasının dolgun kalçalarını hareket ettirmesine izin vermiyor ve onu parmaklarıyla becererek çıldırtıyordu.

Jungkook ve Taehyung çığırından çıkmıştı.

Özellikle Taehyung, bir restoranın tuvaletinde boşanmak üzere olduğu kocasının onu parmaklarıyla becerdiğinin, önünde iki büklüm kaldığının, zevk çığlıkları atmaktan sesinin kısıldığının ve aldığı hazdan dolayı saçını başını yolduğunun... farkında değildi.

Orgazmın yoğunluğu Taehyung'un tüm bedenini titretti. Gözleri kaydığında her yer zifiri karanlıktı. Yalnızca karanlığın ortasında ışıltılar saçıldığını duyumsuyordu. Bu uzun zamandır ulaşamadığı zevkin doruklarıydı. Taehyung kendisini tamamen kocasına bıraktı ve orgazmın sarsıcı hissini tüm bedeninde hissetmek için sabırsızlandı.

Jungkook elini kocasının zevk sularıyla ıslanmış penisine sardı ve parmaklarıyla eş zamanlı olarak hareket ettirdi. Taehyung'un sesi soluğu çıkmıyordu. Ayakları yerden kesilmişti ve düşmemek için kocasının ayağına basıyordu. Eğri büğrü bir pozisyondayken zirveye ulaştığında güçsüz sesiyle haykırarak kocasının eline boşaldı.

Jungkook parmaklarını Taehyung'un orgazmın etkisiyle kasılan deliğinden çıkarmadı. Kocasının ensesine yumuşak öpücükler konduruyordu ve parmakları ağır ağır hareket ediyordu. "Bu hissi özlemiş olmalısın." dedi. Dakikalar süren güçlü sarsıntılarına ve gereğinden yoğun orgazm yaşamasına atıfta bulunmuştu. "Değil mi güzelim?"

Taehyung uğuldayan kulakları yüzünden Jungkook'u duyamıyordu. "Bacaklarım... tutmuyor." diye mırıldandı. Bitkin düşmüştü. Zevkle kasılan bedeni ağrıyordu ve ayakta durmasını zorlaştırıyordu.

Dizleri üzerine düşecekken kocasına yaslanarak ayakta durabildi. Jungkook Taehyung'un nemli boynuna öpücükler bıraktı. Parmaklarını kocasının sızlanmasına sebep olacak biçimde sertçe deliğinden çıkardı ve "Temizlenmene yardımcı olacağım." dedi. "Biraz sabretmelisin."

"Eve gitmek istiyorum." Taehyung dudaklarını büzdü. "Bacaklarım çok ağrıyor."

Jungkook lavaboda ellerini yıkamaya koyuldu. "Gideceğiz bebeğim." Ellerini kuruladıktan sonra kocasının dizlerine düşen pantolonu ve iç çamaşırı giydirdi. Taehyung kalçasını tezgâha yaslayarak zorlukla ayakta durabiliyordu. "Şimdi masaya dön olur mu?"

Taehyung baygın baygın kocasına baktı. "Sen... ne yapacaksın?"

Jungkook sertleşmiş penisi yüzünden kıvranıyor olmasına rağmen "Sorun değil." dedi. Ağır adımlarla kocasına yaklaştı. Buz gibi ellerini Taehyung'un ısınan yanaklarına yerleştirip dudaklarını öptü. "Evimize gidene kadar sabredebilirim."

Taehyung onaylayan mırıltılar çıkardı. Eve gittikleri zaman Jungkook ile ilgilenmek isteyeceğine emin değildi. Şu anda olumlu ya da olumsuz hiçbir şey duyumsamıyordu. Sanki beyaz bulutların üzerindeydi ve etrafında kelebekler uçuşuyordu. Zevkin doruklarına ulaştığı için böyle hissettiğinin farkındaydı. Her an yükseldiği yerden süratle çakılabilirdi ve ne yaptığının bilincine vardığında yoğun bir pişmanlık duyabilirdi. Bilmiyordu. Belki de bilmeyi istemiyordu. Ruhu ve bedeni zevkle dolup taşmışken, tek isteği beyaz bulutların arasında kalmaya devam edebilmekti.

Taehyung ellerini kocasının bileklerine sardı. Geri çekilmesini arzuluyordu. Nazik bir şekilde yanaklarını saran ellerden uzaklaştı. "Gidip... işini halletmelisin." dedi. İç mücadelesinde yaşadığı karmaşa sebebiyle Jungkook'a sevimsiz davranmak, ona pişman olduğunu düşündürmek istemiyordu. Kocası kendisine dokunduğu esnada zevk çığlıkları atan ve daha fazlası için yakaran Taehyung'tu. Şimdi hoşnutsuz davranması Jungkook'a haksızlık olurdu.

Jungkook kocasını serbest bırakıp tuvalet kabinine ilerledi. Tedirgin ve kaygı doluydu. İçten içe düşüncelere kapılıp giden tek kişi Taehyung değildi. Kocası da onun pişman olmasından endişe duyuyor, ilişkilerinin eskisi gibi olmasından kuşkulanıyordu.

Taehyung derin bir nefes aldı. Düşüncelerini zihninden uzaklaştırmayı denediği sırada aynanın karşısına geçti ve yolduğu kırmızı saçlarını düzeltmeye başladı. O esnada tuvaletin kapısının çalındığını işitti. Dikkati dağınık olduğu için ürkmüş ve irkilmişti. Oysa kapıyı çalan kişi fazlasıyla nazik davranıyordu. Taehyung bunun sebebini Jungkook'tan çekinmelerine bağladı. Bacakları ağrıdığı için kapıya kadar zorlukla yürüdü. "Bir sorun mu var?" diye sordu. Kapıyı henüz açmamıştı.

Kapının diğer tarafında duran kişi Taehyung'a "Bay Jeon." diye seslendi. "Ben Yugyeom. Dışarı çıkabilir misiniz? Bir sorunumuz var."

"Jungkook şu an müsait değil." Taehyung kapıyı açtı ve kollarını göğsünde birleştirerek Yugyeom'un karşısına dikildi. "Bana söyleyebilirsin."

Yugyeom, patronun eşini göz ucuyla süzdü. Taehyung'un dağılmış görüntüsü ve ikilinin dakikalardır tuvalette kilitli kalması birçok şeyi açıklıyordu. Yugyeom, patronun ve eşinin tuvalette seks yaptığı detayını görmezden gelmeye çalışarak "Seokjin geldi." dedi. "Ne yapmamız gerektiği konusunda Bay Jeon'dan bir emir almam gerekiyor."

Taehyung'un ruhu kin, tiksinti ve öfkeyle kabardı. Jihoon'u kaçırdığını öğrendiği andan itibaren Seokjin'den nefret ediyordu. Hemen tuvaletin kapısını kapattı. Yugyeom'a yaklaşırken "O herifin burada ne işi var?" diye sordu. "Burada olacağımızı nereden bilebilir?"

"Bilmiyorum, Bay Jeon. Sanırım... aramızdan biri söyledi."

Taehyung önsezilerine dayanarak kin güttüğü ve nefret ettiği insanı suçladı. "Yemeği düzenleyen kişi Sooyoung'tu. Buna rağmen ilk anda yemeğe katılmadı. Sonra aniden geldi... Peşinden de Seokjin'i sürüklemiş olmalı." Sinirden gülüyordu. "Hepsi onun suçu."

Yugyeom Taehyung'un önyargılı cümlelerini fazlasıyla ciddiye alıyordu. "Ne yapmamızı emredersiniz? Sooyoung'u sıkıştırmalı mıyız?"

"Ben... bilmiyorum." Taehyung Yugyeom'un ondan komut beklemesine şaşırdı. "Sana emir verecek durumda değilim."

"Öylesiniz. Sizin için çalışıyorum. Sadece söylemeniz yeterli olacaktır. Ne isterseniz yapabilirim."

Taehyung kaşlarını havaya kaldırdı. Çok şaşkındı. Yugyeom'a "Sooyoung'u öldür." derse, öldüreceğini biliyordu ve bunu yadırgamıştı. Kocası sayesinde içine düştüğü bu hayat, onun kaldırabileceği türden değildi...

"Sadece gidelim. Jungkook tuvaletten çıkmadan önce Seokjin'i buradan yollamak istiyorum. Aksi takdirde... Jungkook yeniden hiddetlenecek ve etrafa saldıracaktır. Bu gece fazlasıyla uzadı. Daha fazla kaosu kaldıramayacağım."

Yugyeom ve Taehyung karanlık koridorlardan birlikte geçti. Yugyeom "Çocukları güvenli bir şekilde eve götürmemi ister misiniz?" diye sordu.

Taehyung tereddüt etti. "Üzgünüm... Seni tanımıyorum. Çocuklarımı sana emanet edemem. Arkadaşımı arayacağım. Yine de teşekkür ederim."

"Ben de bir babayım, Bay Jeon." Yugyeom hoş bir gülümsemeyle Taehyung'a baktı. "Çocuklarınızı koruma içgüdünüzü anlayabiliyorum. Bu konuda bana güvenebilirsiniz. Benim asıl görevim Jihoon ve Jihyo'nun güvenliğini sağlamak."

Taehyung sustu. Yalnızca onaylayan mırıltılar çıkarmakla yetindi. Restoranın girişinde gördüğü ve göz göze geldiği Seokjin tüm dengesini alt üst etmişti. Direkt olarak "Öyleyse onları götür." dedi. "Bu adamın çocuklarımı görmesini istemiyorum."

Restoranın dört bir yanını çevreleyen korumalar Seokjin'in varlığıyla birlikte kendini gösterdi. Seokjin Taehyung'un yanına yaklaştıkça, korumalar da ikilinin etrafını tıpkı bir kurt sürüsü gibi kuşatıyorlar ve Taehyung'u koruma içgüdüsüyle hareket ediyorlardı.

Seokjin alay edercesine güldü. "Yediği kaba tükürmek bu olsa gerek... Bir zamanlar yoktan var ettiğim adamlarım şimdi beni öldürecekleri anı kolluyorlar."

Taehyung sahte gülücükler saçtı. "Demek ki yoktan var ettiğin adamlarına bile hiç geçmeyecek türden zararlar vermiş, minnetlerini değil nefretlerini kazanmışsın." Seokjin ve Taehyung restoranın ortasında karşı karşıya kaldı. "Etrafında senden nefret etmeyen tek bir kişi bile yok."

Seokjin Taehyung'un özgüveninden çok hoşlanıyor ve etkileniyordu. Hayran ve beğeni dolu bakışları Taehyung'un üzerinde gezinmeye başladı. "Sonunda tekrar karşılaşabildik... Hem de böyle ışıltılar saçtığın bir anda... Sahiden şanslı bir adam olmalıyım."

Taehyung yüzünü buruşturdu. Seokjin'in kendisini alıcı gözle seyretmesini iğrenç bulmuştu ve rahatı kaçmıştı. "Ahlaksız bir adam olduğunu bu kadar belli etmemeni tavsiye ederim."

"Neden?" Seokjin kaşlarını havaya kaldırdı. "Jeon Jungkook'un bana zarar vermesinden endişe ettiğimden dolayı mı?" Kıkır kıkır güldü. "Kocandan korkmalı ve kaçmalı mıyım? Hiç sanmıyorum. Bugün buraya eğlenmeye ve seninle doya doya konuşmaya geldim."

"Seninle konuşmak isteyeceğimi düşünecek kadar ahmak mısın?"

"Hayatında sana dürüst davranacak tek kişi olabilirim... Böyle bir fırsatı kaçırma derim."

Seokjin acımasızca Taehyung'un damarına bastığında, onun vahşileşeceğini ve kendisine saldırmak isteyeceğini biliyordu. Amacı buydu. Seokjin, etrafındaki insanlara dingin olma şansı sunmazdı. İnsan, sakinken verdiği kararları iyi yönetebilirdi ve aklı başında olurdu. Fakat öfkenin bedeni sinsi bir sızıyla kapladığı o an... insanın çileden çıktığının ve davranışlarının, ipini koparan bir köpek gibi savruk olduğunun göstergesiydi.

Taehyung asabileşmişti. Seokjin'in oyununa çok çabuk aldanmışa benziyordu. "Benimle konuşma haddini bile kendinde bulmaman gerekirken buraya kadar gelmişsin... Ne istiyorsun bizden?"

"Seni istiyorum."

Seokjin'in sözleri Taehyung'u dehşete düşürdü.

Seokjin ise ağır adımlarla Taehyung'a yaklaştı. "Bence bunu anlayabilecek kadar akıllı bir adamsın. Ben birçok şeyi istiyorum. Ama en çok da... senin gibi bir kocam olmasını arzulardım. Ne yazık..." Ahmak bir gülümseme sundu. "Belki hayatında benim gibi bir adam olsaydı daha mutlu olabilirdin. Jungkook sersemine kıyasla... babanın ve senin isteyeceğin türden birisiyim öyle değil mi?

Taehyung'un bacakları titriyordu. Bu korkusunun sebebi Seokjin'in kendisine alenen söylediği sözler değildi; Jungkook'un bunu duyduktan sonra vereceği tepkiden ürküyor, felaketin gelip çattığını duyumsuyordu.

"Saçmalıklarını bir kenara bırak ve defol git, Seokjin."

"Bugün burada hep birlikte olacağız... Üzgünüm."

Seokjin etrafına bakındı. Restorandaki insanlar birer birer masalardan kalkıyorlardı. Birkaç dakikanın içerisinde restoran tamamen boşalacaktı. "Sizinle başbaşa kalmak istediğim için restoranı kapattırma kararı aldım. Ama biraz geç geldim üzgünüm. Birtakım işlerim vardı da..." Pis pis sırıttı ve en başından kendisi için ayrılmış olan masaya yöneldi. Taehyung put gibi dikiliyordu. "Hadi, Taehyung! Beni yalnız bırakmayacaksın değil mi? Buraya senin ve kocan için geldim!"

Taehyung kendisini, çevresi kuşatılmış bir kalede esir kalmış gibi hissetti. Seokjin'in en başından bunu planladığını tahmin edemezdi. Eğer bilseydi çocuklarını asla getirmezdi. Seokjin'i bıraktı ve arkasına dönüp oyun salonuna yöneldi. Tehlikede olduğunu hissettiği ilk anda aklına sadece çocukları gelmişti.

Oyun salonuna yaklaştığında, Yugyeom'un, Jihoon'un montunu giydirdiğini gördü. Jihyo ise ayakta dikiliyordu. "Baba, neler oluyor?"

Taehyung dizleri üzerine çöktü ve Jihyo'nun kahverengi, dalgalı saçlarını okşadı. "Yugyeom sizi Hoseok'a götürecek. Birkaç saat amcanızla birlikte kalırsanız sorun olmaz değil mi? Çok geç kalmadan geleceğiz bizde."

Jihyo kuşkuyla etrafını inceliyordu. "Daha yemek bile yemedik... Neler olduğunu anlamıyorum. Jungkook babam nerede?"

Taehyung dalgın dalgın iç çekti. Kaos peşini bırakmıyordu. Aslında tuvaletten çıktığı anda çocuklarını alıp eve gitmek istemişti. Fakat bulunduğu durumda Jungkook ve Seokjin'i başbaşa bırakamazdı. Bu, ateş ile barutun yanyana durmasıyla eşdeğerdi. "Baban tuvalette. Gerçekten hiçbir sorun yok. Yugyeom ile birlikte gidin. Evde görüşeceğiz."

Jihoon'a döndü. Jihoon çok uykusu olduğu için konuşamıyordu. Yumruk yaptığı minik elleriyle gözlerini kaşıyor, montunu giydiren Yugyeom'u seyrediyordu. Ardından kollarını Yugyeom'un boynuna sardı. Sessiz ve anlamsız şeyler fısıldadı. Taehyung şanslıydı ki Jihoon konuşacak ve itiraz edecek halde değildi. "Hadi, gidin."

Yugyeom Jihoon'u kucağına aldı ve Jihyo'nun elini tuttu. Birlikte restoranın arka kapısından çıkıp diğer korumalar eşliğinde arabaya binmişlerdi. Taehyung çocuklarının gidişini seyrederken, kendisini berbat ve işe yaramaz hissediyordu. Çocuklarını tanımadığı bir adama emanet etmişti.

Ayrıca Jihoon'un bu saatlerde uyuması gerekiyordu. Fakat o oğlunu uyutmak yerine, eşinin ağabeyiyle uğraşmak zorundaydı. Arzuladığı yaşam bu değildi. Taehyung çocuklarının yanında olmak istiyor ama bunu yapamıyordu. Bu da Seokjin'e kin beslemesini sağladı.

Süratli adımlarla geri döndü. Seokjin görkemli masanın tam ortasına oturmuştu ve elindeki menüyü inceliyordu. Taehyung çıldırmanın eşiğindeydi. Seokjin nasıl bu kadar rahat olabilirdi?

"Oh, sonunda geldin." Seokjin elindeki menüyü tabağın üzerine bıraktı ve gülümseyerek Taehyung'u seyretti. "Ben de ne yememiz gerektiği hakkında düşünüyordum."

Taehyung ağır adımlarla masanın yanına geldi. Seokjin'in tam karşısına dikilmişti. Kollarını göğsünde birleştirdi. "Hayal dünyandan çıkmalısın. Seninle aynı masaya oturmam. "

Seokjin başını omzuna eğdi. "Yapma... Benden nefret etmeni gerektirecek hiçbir şey yapmadım sana... Bu kadar kin ve hiddet dolu olmamalısın. Senin gibi zarif bir adama yakışmıyor."

Taehyung'un sinirleri yay gibi gergindi. Sıktığı dişlerinin arasından "Sen benim oğlumu kaçırdın!" diye haykırdı. "Nasıl bu kadar kaygısız, aldırışsız ve ilgisiz davranabilirsin? Defalarca aileme zarar vermek istedin!"

"Ailene zarar vermedim." Seokjin kadeh bardağına uzandı ve beyaz şarabından bir yudum aldı. "Aslında bakarsan... şu an oturduğun evden, bindiğin arabaya ve giydiğin giysiye kadar, her şeyin parası bana ait. Kocana bu görkemli hayatı altın tepside sunan bendim..." Arkasına yaslandı ve Taehyung'u özenle seyretti. "Bu yüzden... bulunduğumuz konumda bana minnet etmeli, dileğimi geri çevirmeyip benimle aynı masaya oturmaya boyun eğmelisin."

"Sen... çıldırmışsın."

Taehyung'un beyninde şimşekler çakıyordu. Yoğun baş ağrısı yüzünden neredeyse bilincini kaybedecek noktadaydı. Buradan gitmeyi arzuluyor ve bu konuşmayı hiç yapmamayı diliyordu. Seokjin ile karşı karşıya kalmak ruhunda soldurduğu tüm hisleri canlandırmıştı. Seokjin ve Jungkook'un benzer adamlar olduğu gerçeğini kabul etmek istemiyordu. Fakat bu düşünce adeta başına vuruyor, kulakları uğulduyor ve yoğun iç sarsıntılar geçiriyordu.

"Oh, Taehyung... İyi misin?" Seokjin hızla ayağa kalktı. "Bunları duymayı beklemiyordun değil mi? Kabullenmek zor olsa gerek. Nefret ettiğin adam olmasaydı..." Taehyung'un dibine geldi. "Kocan bir hiçti ve asla bulunamayacaktı. Onu yaşatan, yirmi sekiz yaşına gelmesini sağlayan bile benim..."

"Egonu bu şekilde mi okşuyorsun? Jungkook'a sahiden ferah bir yaşam sunduğunu düşünerek mi?" Taehyung sinirlerini bozulduğu için güldü. "Sen sahiden delirmişsin... Akıllı bir adam olduğunu sandığım için utanıyorum kendimden."

"Senin yaşamında ne şekilde etkili olduğumu, ne şekilde tüm hayatını alt üst ettiğimi ve ne şekilde aile yaşantına ince ince sızdığımı bilseydin... bana tapardın."

Taehyung keyiften uzak bir kahkaha attı. "Aslında senin sorunun tam olarak bu. Kendini tanrı zannediyor olman... Çevrendeki herkesi parmağında oynatacak kadar kurnaz bir adam oluşunu tanrıcılık oynamak sanıyorsun. Oysa sen sadece bir ahmaksın, Seokjin. İnsanların hayatına karışmayı kendisinde hak olarak gören, (senin) kapsamlı ve dar dünyanın tanrısı olduğunu sanan, ama aslında... bu yaşamda bir kum tanesi kadar bile değeri olmayan... zavallı, ıssız ve acınası bir adamsın."

Seokjin'in tüyleri ürperdi. Tüm bedenini rahatsızlık veren boğucu bir his kapladı. Duymayı beklemediği cümleler onu alt üst etmişti. Taehyung Seokjin'in üzerine yürüdü. Onun nasıl hissettiğini duyumsuyordu.

Seokjin'i mahvedecekti.

"Neden insanların hayatına karıştığını hiç düşündün mü? Çünkü onları kıskanıyorsun, Seokjin. Sahip olamadığın her şeyi başkalarında görmek seni delirtiyor. Bu yüzden Jungkook'un ailesini, ailemi dağıtmak istedin. Böylelikle mutlu olacaktın. Öyleyse..." Seokjin'in darmadağın olmuş suratına baktı. "Neden mutlu değilsin Seokjin? Bak... Ailem mahvoldu işte. Kocamdan boşanıyorum. Her şey, tıpkı senin istediğin gibi. Neden hâlâ tatmin olmuyorsun? Neden durmuyorsun? Neden çevremizde dolaşmaya devam ediyorsun?"

Seokjin cevap vermedi. "Ben söyleyeyim; çünkü sanmıştın ki Jungkook'un ailesi parçalanırsa, o da tıpkı senin gibi, hiç kimse tarafından sevilmeyen, iyileşemez ve kimsesiz bir adama dönüşecekti. Ama, hayır, ailemi darmadağın etsen ve Jungkook'tan boşanmamı sağlasan bile, onu asla yalnız bırakmayacağım. Senin arzuladığın gibi asla çocuklarımı ondan alıp, kocama kalıcı hasarlar vermeyeceğim. Asla." Duraksadı ve tiksinti dolu bakışlarıyla Seokjin'in içini titretti. "Asla. Senin tam olarak istek duyduğun ve bu uğurda her şeyini ortaya serdiğin o hayatı kocama yaşatmayacağım."

Taehyung Seokjin'in yanına yaklaştı. Burun buruna gelmişlerdi. "Asla ama asla sana yenilen bir adam olmayacağım Seokjin. Beni alt ettiğini ve senin dileklerini yerine getirdiğimi düşünüyorsan eğer... sen sahiden ahmağın önde gidenisin demektir."

Seokjin, hem duymayı beklemediği hakiki ve korku barındırmayan cümlelerin getirisiyle afalladı, hem de yaşamı boyunca, karşısına cesurca dikilen hiç kimseyle karşılaşmadığı için Taehyung'a yoğun bir saygı duydu. Az önce bana tapmalısın dediği kişiye şimdi kendisi tapmak istiyordu. Taehyung'a hayrandı.

Seokjin dalgın dalgın "Sana karşı neden özel bir ilgim olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum." dedi. "Sen insanın yaşamı boyunca karşılaşabileceği nadide kişilerdensin."

Taehyung göz devirdi. Seokjin'in dudakları arasından dökülen her kelime içi boş ve saçma geliyordu. "Saçmalıkların bittiyse defol git artık."

Taehyung Seokjin'den uzaklaşmak için geri adımladı. Seokjin ise Taehyung'un kolunu sertçe tuttu ve onu kendisine çekti. "Bekle." dedi. "Bende hangi duyguyu uyandırdığını hiç merak etmiyor musun?"

Taehyung'un Seokjin tarafından hiddetli biçimde tutulması korumaları hareketlendirdi. Ateş çemberi git gide daralıyor, korumalar Seokjin'in etrafını kuşatıyordu. "Bırak beni Seokjin."

Korumalar, silahlarını çıkarıp Seokjin'e doğrulttu fakat karşılarındaki adam cesurdu. Taehyung'un kolunu daha sıkı tuttu. "Seninle ne yapacağımı artık biliyorum." Taehyung Seokjin'ın sıcak nefesini suratında hissediyordu, tüyleri diken diken olmuştu. Kanadı kırılmış bir kuş gibi çırpınıyor ve Seokjin'den kurtulmaya çalışıyordu. "Jungkook'u nasıl alt edeceğimi bana göstermiş oldun."

Taehyung müthiş bir öfkeye kapıldı. "Jungkook benim canımı yaktığını görürse sana neler yapar tahmin edebiliyor musun? Canına susamış olmalısın Seokjin."

Seokjin Taehyung'u serbest bıraktı fakat bunun sebebi Jungkook'tan korkması ya da Jungkook'un yanlarına ulaşması değildi. Onun farklı bir amacı vardı. Konuşmak ve ikisini de tahrik etmek istiyordu. Jungkook'un onun canını yakması fazla ucuz bir tepki biçimiydi. Seokjin insanların sinirleriyle oynar, onlara ruhsal çöküntüler yaşatırdı. Fiziksel acıları ise küçümser ve önemsiz görürdü.

Jungkook karanlık koridorlardan geçtiğinde karşısına bomboş bir restoran çıktı. Kısa süreliğine bunun sebebini algılayamadı. Daha sonra, Seokjin'in Taehyung'un kolunu tuttuğunu ve ikilinin yakın temasta bulunduğunu gördü. Kanı adeta damarlarından çekilmişti.

"Seokjin."

Seokjin'in en görkemli yıkımı gelip çattı.

Jungkook'un, şiddetli kalp çarpıntısı sebebiyle gözleri kararıyordu. Ağabeyinin yanına geldi ve onu kolundan tutup hiddetle geriye savurdu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Oh... sonunda geldin. Ben de seni bekliyordum, kardeşim."

Taehyung'un kalbi sanki boğazında atıyordu. Her şey bir anda felakete dönüşmüştü. Eli ayağına dolaştığı için kocasının yanına yaklaşamadı. Olduğu yerde dikildi ve ikiliyi seyretti.

"Geberip gitmek mi istiyorsun?" Jungkook, ağabeyini tekrar savurdu. Seokjin'in kalçası arkasındaki masaya çarptı. Masanın üzerinde yer alan porselen tabaklar, cam bardaklar, ışıltı yayan şamdanlar ve yanmaya devam eden mumlar zemine saçıldı. Eşyaların kırılma sesi restoranda bulunan herkesin kulaklarını çınlatıyordu. Taehyung gözlerini sımsıkı kapattı.

Jungkook'un saldırganlığını onu dehşete düşürmüştü.

"Neden geldin? Ne istiyorsun? Konuş!" Jungkook, Seokjin'i yakalarından tutup masaya yatırdı. "Konuşsana!" Seokjin cam parçalarının sırtına battığını duyumsuyordu. Tıslayarak "Burada değil." dedi. "Özel konuşacağız. Taehyung'u gönder."

Taehyung'un isminin, Seokjin'in dudakları arasından çıkması bile Jungkook'u çıldırtıyordu.

Seokjin'in üst bedenini, sıkıca tuttuğu ceket yardımıyla havaya kaldırdı ve ağabeyinin sırtını bir kez daha masaya çarptırdı. Seokjin sırtına saplanan camlar yüzünden acı çekiyordu. Yine de yüzü cansız ve ifadesizdi. "Hadi." dedi. "Gönder kocanı buradan. Yoksa... senin nasıl bir adam olduğunu, öfke anında bana neler yapacağını görmesini mi istiyorsun?"

Jungkook'un gözü dönmüştü. Taehyung'un yanlarında oluşunu, onun asıl yüzünü görüp görmemesini, bu mekânı dağıtıp olay çıkarmasını... Jungkook hiçbir şeyi umursamıyordu.

Aklı Seokjin'in Taehyung'a dokunan ellerinde kalmıştı. Seokjin'in parmaklarını kırmayı ve ağabeyinde hiç geçmeyecek türden hasarlar bırakmayı istiyordu.

"Senin canını fena halde yakacağım." Jungkook gülmeye başladı. Aklı başında değildi ve sağlıklı davranmıyordu. Senelerdir ruhunda sakladığı duygular "garip" bir şekilde açığa çıkmıştı. "Biliyorsun değil mi? Bugün... seni ölmekten beter edeceğim Seokjin."

Taehyung Jungkook'un yanına yaklaştı. Kendisinin bile duymakta zorluk çektiği kısık ve sıkılgan sesiyle "Bırak onu Jungkook." dedi. "Amacının seni tahrik etmek olduğunu görmüyor musun? Buna izin verme. Kanma ona." Jungkook'un sırtını ağır ağır okşadı. "Hadi. Evimize gidelim."

Taehyung'un güzel ve etkileyici sesi Jungkook'a her daim durgunluk veriyordu.

Yine de bugün, rüzgâr ters yönden esiyordu. Jungkook sakinleşmeyecekti. Seokjin'e acı çektirecek ve ağabeyinin fiziksel acıyı küçümseyen bedenine, uzun süre etkisi geçmeyecek türden güçlü yaralar armağan edecekti.

Jungkook Seokjin'u fırlatır gibi bıraktı. Taehyung'a döndü ve ellerini kocasının ince beline sarıp onu restoranın çıkışına sürükledi. "Çocuklarımızın yanına git bebeğim." dedi. Sesinin durgun çıkması için gayret gösteriyordu. "Çok geç kalmayacağım. Hemen geleceğim."

Taehyung Jungkook'un koluna sarıldı. "Ona zarar verme. Lütfen." Yaşlar birikmiş gözlerini kocasına dikti. Jungkook'un evirildiği kişiyi kabul edemiyor, sarsıldığını hissediyordu. "Sen böyle bir adam değilsin. Lütfen sevgilim..."

Jungkook Taehyung'un yanaklarını sevdi. "Bu zamana kadar bastırılmış duygularımın esiri olarak yaşıyordum ve şiddetli hazlarımı senden saklıyordum. Ama bebeğim... şimdi olmasını istediğim kişiyim. Ben buyum. Jeon Jungkook... Bu."

Taehyung konuşmak yerine kocasından uzaklaştı. Jungkook nadiren de olsa kendisine dürüst davranmış, içinden geçenleri söyleyip "Ben buyum." demişti. Taehyung için öyle tuhaf bir andı ki ilk defa Jungkook'un kendisine yalan söylemesini arzuladı. Çünkü kaldıramadığı gerçekleri işittiğinde, kendisine yalan söylenmesini beklemişti.

Garipti... Oysa Jungkook'ta seneler boyunca sakladığı gerçekler ve söylediği yalanlar sebebiyle Taehyung'a hep aynı şeyi söylemişti: "Kaldıramayacağını bildiğim için sustum ve senden saklamak istedim."

Taehyung, restoranın otoparkında bekleyen aracının arka koltuğuna bindi. Böylelikle Seokjin ve Jungkook'u yalnız bırakmaya boyun eğmişti. Jungkook kocasına sıcak bir tebessüm sundu. Ardından korumalara gitmeleri yönünde işaret verdi. Araba hareket etti ve kısa süre içerisinde Jungkook'un bakış açısından tamamen kayboldu.

Jungkook restoranın girişindeki diğer adamlarına dönerek "Hiç kimse içeri girmeyecek." dedi. "Ne olursa olsun... Bizi yalnız bırakacaksanız." Jungkook tekrar restorana girdi. Çalışanlar bir köşeye dağılmış ve kaçışmışlardı.

Seokjin ayırttığı masasına tekrar oturmuştu. Şarabını yudumlarken "Sonunda gelebildin." dedi. "Seni beklerken epey sıkıldım." Jungkook'a baktı ve alaylı alaylı güldü. "Bu yüzden, Taehyung'u ve yeni boyattığı kırmızı saçlarını düşündüm..."

Jungkook ağır ağır Seokjin'in üzerine yürüdüğü sırada belindeki silahı çıkardı.

"Hadi." Silahın sürgüsünü çekip mermiyi namluya doldurdu. "Kocamla ilgili söylediğin şeyleri tekrar et." Silahı Seokjin'e doğrulttu. "Hadi."

Jungkook korkutucu derecede soğukkanlı ve kendinden emindi. Seokjin ise kardeşinin onu vurmayacağını, buna cesaret ve cüret edemeyeceğini sanıyordu. "Dedim ki... Taehyung kırmızı saçlarıyla müthiş seksi gözüküyordu-"

Silah patladı.

Seokjin, Jungkook'un onu omzundan vuracağını akıl edemezdi. Dehşet içerisindeydi.

Bedenine saplanan kurşunun keskin acısı soluğunu kesti. Neredeyse oturduğu sandalyeden düşecekti. Tutunacak yer ararken masanın örtüsüne sarıldı ve kendisine çekti. Masadaki eşyalar gürültüyle etrafa saçılırken Seokjin'in başı dönüyor, dört duvarla çevrili ortamda patlayan silahın sesi kulağını çınlatıyordu. Tıslayarak "Siktir." dedi. "Siktir Jungkook. Aklını mı kaçırdın?"

Seokjin sağ omzunu tuttu. Kurşun yarasından oluk oluk kan akıyordu. Avcunu yaraya bastırdığı sırada karşısına dikilen kardeşine ürkek gözlerle baktı. "Söyle. Hadi. Tekrar etmeni istiyorum." Silah hâlâ Jungkook'un elindeydi. Keskin bir sıcaklıkta olan silahın namlusunu Seokjin'in omzundaki yaraya bastırdı. Seokjin acı acı bağırdı.

"Seni... orospu çocuğu!"

"Kardeş olduğumuzu unutmuş gibisin." Jungkook neşelendi. Seokjin'in canını yakmak ona olağanüstü bir haz vermişti. Dizleri üzerine çöktü. Kardeşi ile yüzlerini birbirine yaklaştırdı. Seokjin'e özenle baktı. "Hatırlıyor musun Seokjin? Henüz lisedeydim. Bana fiziksel acının hiçbir değeri olmadığını göstermek istiyordun. Beni, öz kardeşini, iki iri yarı adama dövdürmüştün." Jungkook gülmeye başladı. "Hatırladın değil mi? Günlerce yatmaya mahkûm edildim. Uyandığımda ise bana öfkelenmiş ve mücadele etmediğim için bu hale düştüğümü söylemiştin. Oysa henüz on beş veya on altı yaşındaydım... Nasıl direnebilirdim ki?"

Seokjin Jungkook'un suratına boş boş baktı. "Şu an heybetli ve yenilmez bir adamsan eğer, bunu geçmişteki bana borçlusun. Seni tıpkı bir asker gibi yetiştirdim."

Jungkook düşündü: Eğer ağabeyinin ifadesiz bakan gözlerinde en ufak bir sevgi kırıntısı görseydi onu bağışlar mıydı? Hiç sanmıyordu. Seokjin'i hırçın bir şekilde tutup yere fırlattı.

Seokjin omzunu zemine çarptı, canı o kadar yandı ki gözleri doldu. Jungkook dizleri üzerine çöktü. Silahı yere bırakmıştı. Elleri Seokjin'in omzundaki yarasını buldu. İşaret parmağını kurşun yarasının üzerine bastırdı. Seokjin çektiği acı sebebiyle haykırmak istiyordu. Dudaklarını araladı ve baygın baygın Jungkook'a baktı.

"Bana basit bir ruh sarsıntısından çok daha fazlasını yaşattın. Beni tamamen tükettin. En sonunda ise baştan yarattın." Jungkook çıldırmış gibi gülüyordu. "Tekrar doğduğumda, eski Jungkook'tan bağımsız, apayrı birisi olacağımı biliyordum."

Jungkook Seokjin'in yarasına baskı uyguladı. Seokjin'in üst bedeni zeminden ayrıldı. Kardeşinin bileklerine tutundu. Bu müthiş acıdan kurtulmak için, bakışlarıyla Jungkook'a yalvarıyordu. Jungkook yarayı deşmeye devam ederken konuştu:

"Ama... kendimi bir türlü durduramadım. Durdurmak istemedim. İntikamın yoğun hazzına kapılmıştım. Sandım ki..." Seokjin'in omzunda açmış olduğu kurşun yarasına işaret parmağını biraz daha bastırdığında, parmağı yaranın içine gömülmüştü. Ağabeyi acı acı inliyordu. "Çektiğim acıların aynısını çektirirsem huzuru yeniden bulabilirim. Ama, hayır... Hayır Seokjin. Ailemi kendi ellerimle kaybettiğimde çektiğim o dayanılamaz acıyı, hiçbir zaman ruhunda tam anlamıyla hissedemeyeceksin."

Jungkook'un, durdurmayı başaramadığı kıkırtıları sessiz restoranı dolduruyordu. Gülmekten gözlerinden yaşlar boşandı. Başını önüne eğdi. Çıldırdığının ve kendinden geçtiğinin farkındaydı. Seokjin'in omzundan oluk oluk akan kan, Jungkook'un elini koyu kırmızı bir renge bulamıştı. Sanki elini boya kutusuna batırmış gibiydi. Bunu yapıyor olmak kendisini iğrendirdi ve midesinin bulandığını hissetti. Yine de durmadı, durmak istemiyordu.

Parmağını, ağabeyinin kurşun yarasına tekrar bastırdı. Tenin yumuşaklığını ve kanın sıcaklığını parmak uçlarında duyumsuyordu. "Bu çektiğin acı aslında önemsiz... Her şeyini kaybettiğinde, yüreğinde oluşan o kahreden sızının yanında... yemin ederim ki, değersiz tüm bunlar."

Jungkook Seokjin'in açık yarasını elleriyle deşiyor ve ağabeyine dayanılamaz bir acı armağan ediyordu.

Seokjin'in gözleri karardı. Acı tüm bedenindeydi. Her yerdeydi. Kuruyan boğazı yüzünden sesi çıkmadığı için, fısıltıyla "Jungkook." dedi. "K-kes şunu."

"Hayır. Yaptıklarının bedelini ödemen için tıpkı benim gibi acı çekmen gerekiyor."

Jungkook bunu söylemesinin ardından Seokjin'in omzunda açtığı yaradan elini çekti. Seokjin'in alnından süzülen ter damlalarını seyretti. Mahvolmuş görüntüsüne uzun uzun baktı. Ayağa kalkmadan önce ağabeyinin saçlarına asıldı. Başını yerden kaldırıp yüzüne yaklaştırdı. "Bu yüzden alışsan iyi edersin. Çünkü ileride yapacaklarımın yanında, bugün yaptıklarım bir hiç olacak."

Jungkook ayaklandı. Restoranın darmadağınık görüntüsünü incelerken elindeki silahla ensesini kaşıyordu. Tok bir sesle adamlarına seslendi: "Seokjin'i götürün ve buradaki karmaşayı çözün."

Yerde uzanan ağabeyine döndü. Silahını beline yerleştirirken pis pis sırıtıyordu. "Güzelce dinlenmelisin. Çünkü tekrar karşılaştığımızda bu son seferimiz olacak. Yakında sen de, beni bu hayata mahkûm edip, bana acı çektiren anne ve babamın yanında yer alacaksın. Tıpkı onlara yaptığın gibi, seni hiç kimsenin bilmediği bir yerde öldürecek ve bir kenara atacağım. Ağaçların güz yaprakları döküldükçe, karlar yağdıkça, mevsimler geçtikçe... kapanacak mezarın. Tamamen toprağa kavuşacaksın. Sonra ise... en başında olman gerektiği gibi bir hiçe dönüşeceksin."

Continue Reading

You'll Also Like

505K 58K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
12.5K 553 2
oneshot, domkook & subtae. "Zar havaya atılacak, gelen sayı ile mahvedeceksin beni Jeon Jungkook. "
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...