ZAMAN SARNICI

By as_nighthawk

16.6K 1.3K 261

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... More

1: Bir Gece Ansızın
2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
4: Altın Kafes
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
10: Sorular Ve Sorgular
11: Boomerang
13: Bir Bakışta Bin Anlam
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
18: Kırk Birinci Tilki
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

12: İlkler Ve Şimdiler

676 62 20
By as_nighthawk

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

Işıklar içindeki mekan ilk gördüğüm andaki halinden farksız bir şekilde karşımda uzanırken, hislerim ilk geldiğim andakinin yanından dahi geçmiyordu. Tenimde misafir olan ürperti burada bulunma nedenimi biliyor olmamdan kaynaklıydı.

Gidecektim!

Zamanın bilmem neresine, kimsesizliğe ve peşi sıra gelen onlarca bilinmezliğe gidecektim.

Zaman ve mekan olarak bu yolculuğa yaklaştıkça, durumun farkına daha yeni varıyormuş gibi hissediyordum.

Doktor'un hemen arkasından, sütunların arasında yürüken yeni yeni içine çekildiğim gerçeklik, beni yapacağım yolculuktan daha çok ürkütüyordu.

"Hoş geldiniz, efendim." gelen sese başımı çevirdiğimde, buraya döndüğümde beni karşılayan ve arka çıkışı gösteren güvenlik görevlisi olduğunu gördüm.

"Hoş bulduk Serhat. Bir sıkıntı var mı?" onlar Doktor ile birlikte önden yürürken ben arkada sakin adımlarla takip etmekle yetindim. Ne konuşmalarına dahil oldum ne de yanlarında yürümek gibi bir gayrete giriştim.

Medusa heykelinin önünde durmuş beni beklediklerini görünce adımlarımı hızlandırarak yanlarına ulaştım.

"Madem farklı bir giriş var, arkadaki kapıya neden gerek duyuldu?" buraya döndüğümde beni çıkardıkları kapıyı fark edince, bu tarz gidiş gelişler için olduğunu düşünmüştüm ama karargahtan direkt buraya çıkan bu tünelin varlığı kapıyı sorgulamama neden olmuştu.

"Orası binanın zaten var olan kendi kapısı, bazen acil durumlarda falan kullanıyoruz. Bir de senin gibi davetsiz misafirlerde." gözlerimi devirdim. Sanki ben isteyerek yaşamıştım bu misafirliği. Bu kez de bakışlarımı güvenlik görevlisine çevirdim.

"Madem burada böyle mevzular dönüyor. İlk geldiğim gece cinayet mahallini incelerken niye bana engel olmadın?" şu an tüm yaşadıklarımın hıncını bu adamdan çıkarabilirdim.

"Bir polis memurunun cinayet mahallini incelemek istemesine karşı çıksaydım, daha çok şüphe çekip ortalığın ayağa kalkmasına neden olmaz mıydım?" gülerek omuzlarını silkeledi. "Böylesi daha kolay ve sessiz oldu." söyledikleiryle kaşlarım çatıldı. Kolay mı demişti o?

"Haklısın acayip kolaydı her şey." alaylı sesim ve sert bakışlarım sayesinde önce Doktor'a bakmış daha sonra bana cevap vermeden başını kolundaki saate çevirmişti.

"Ben artık gideyim, vakit geliyor. Size iyi yolculuklar." giden üniformalı adamın arkasından bakarken dudaklarımdan alaylı bir 'hah' nidası döküldü. Sanırsın memlekete uğurluyordu bizi.

"Hazır mısın, Gonca?" diyen Doktor'a döndüğümde her ne kadar içimden hayır demek gelse de, bunu yapmamıştım.

"Hazırım." dediğimde tutmam için kolunu uzattı. Öylece koluna baksam da uzatmayıp, koluna tutundum ve onun heykele dokunmasını beklerken gözlerimi kapattım. Nasıl olsa kendiliğinden kapanıyordu, her seferinde.

Göz kapaklarıma rağmen içeriye sızan yeşil ışığın yanı sıra yüzüme karşı esip saçlarımı ve elbisemi uçuşturan rüzgarı her zerremde hissedebiliyordum.

Rüzgarın dinmesi ve göz kapaklarımın arasından sızan ışığın kesilmesi ile gözlerimim araladım ve bizi karşılayan karanlığa küçük bir selam çaktım.

Ayaklarımın altının su ile kaplı olması her ne kadar beni rahatsız etse de elbisenin eteklerini toplama gibi bir girişimde bulunmadım.

Başımı kaldırıp küçük pencereden sızan ay ışığı eşliğinde Doktor'un yüzüne baktım. O da ıslak zeminden en az benim kadar rahatsız olmuş olacak ki yüzünü buruşturmuştu. Sürekli gidip gelen birinin bile böyle tepki verdiği düşünüldüğünde, benim davranışlarım oldukça normal kalıyordu.

"Nasıl her seferinde aynı zamana gidip gelebiliyoruz? Niye hiç zamanda sıçrama olmuyor?" bu da aklımı kurcalayan sorulardan birisiydi. Özellikle geri dönüşlerimi düşündüğümde; ya 2023'e değil de çok farklı bir zamana gidersem diye ödüm kopuyordu açıkçası.

"Ne yazık ki bu gizemi biz de henüz çözemedik. 46 yıldır yaptığımız yolculukların hepsinde 497 yıl öncesine gidebiliyoruz sadece. Mesela 2010'da yolculuk yapmış olan biri kendini 1513 yılında buluyordu." tuhaf bir durumdu.

Bu durumun mantığını kavramak için daldığım düşüncelerden beni uyandıran şey duyduğum adım sesleriydi. Yeni bir dejavunun kucağındaydım. Fakat bu kez bir fark vardı ki; ne sudan çıkmış balık gibi şaşkındım, ne de yalnız ve kaçaktım. Şu an her şey tuhaf bir şekilde kitabına uygundu.

İçeriye giren adamlar ellerindeki meşaleleri boş alana doğru tuttuğunda bizi görüp yanımıza geldiler. Bunlar ilk gece beni götüren adamlardı. Esat Ağa olarak hatırladığım adam diğerlerinden bir adım öne çıkıp, bakışlarını kısa bir an bana değdirse de üzerimde çok oyalanmayıp Doktor'a döndü.

"Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam
(Ruhla aynı cihanı paylaşan, âlemle aynı zamanı yaşayan benim. Ancak şu hoşluğa bak ki, ben ne bu âleme, ne de bu zaman sığarım.)" hiç kimsenin konuşmasına fırsat vermeden bunları söyleyen Doktor ile Esat Ağa başta olmak üzere burada bulunan bütün yeniçeriler esas duruşa geçmişlerdi. Anladığım kadarıyla parola bir şiirden alınmış bu beyitti.

"Hoş geldiniz, paşam." Esat Ağanın Doktor'a hitabıyla bu adamın, bu zamanda bir sadrazam olduğu gerçeği bir kez daha suratıma çalınmıştı resmen.

"Hoş bulduk Esat, var mı bir sıkıntı?"

"Yok paşam, her şey buyurduğunuz gibi." Esat konuşurken arada merak ve kin - ki bunun sebebi büyük ihtimalle adamlarından ikisini öldürmemdi - içerikli bakışları bana kayıyor, muhtemelen buradaki varlığımı sorguluyordu.

İnan ben de sorguluyorum be Esat.

"Seni tanıştırayım Esat, bu Gonca. Bundan sonra bizimle beraber." Esat'ın binbir içerikli bakışları tekrar beni bulurken, benim bakışlarım onun aksine son derece keskindi.

"Ama paşa-" sözü Doktor'un elini kaldırmasıyla yarıda kesilmişti.

"Sözümü tekrarlatma bana Esat. Ne dediysem, o! Hepimizi kolladığın gibi Gonca'yı da kollayacaksın bundan sonra. O, benim sana emanetimdir." son raddeye kadar direnen itiraz içerikli bakışları son cümleyle omuzlarına eşlik etmiş ve ikisi birlikte çökmüştü. Sanırım bu sessiz kabullenişti.

"Emriniz olur paşam." bu da bu kabullenişin dile dökülmüş haliydi.

Her ne kadar Doktor'un emrine karşı çıkmayacak gibi dursa da bu adama karşı gardımı asla indirmemem gerektiğini hissediyordum. Tedbirli olmakta fayda vardı nihayetinde.

"Hadi artık çıkalım buradan." rutubet kokusu genzimi sızlatmıştı. Doktor'un beni onaylayıp çıkışa doğru yürümesiyle hepimiz peşine takılmıştık.

Nihayet çıkışa geldiğimizde, bakışlarım etrafta gezindi. Askerlerin ellerindeki meşaleler ve gökyüzündeki ay dışında etrafta herhangi bir ışık kaynağı yoktu.

Her ne kadar ışık kaynağı olmasa da gittiğimiz güzergahı az çok fark ediyor ve bu yolun iki yeniçeriyi öldürdüğüm eve gittiğini biliyordum.

Umuyordum ki bana ayarladıkları ev, o ev değildi.

Adımlarımı hızlandırıp Doktor'un yanına geldim.

"Nereye gidiyoruz?" filmlerde sürekli soru soran tiplere acayip sinir olsam da, bu iş başıma geldiğinden beri sorduğum sorular beni de onlardan biri yapıyordu. Neyse ki manipülatif bir yanım vardı da benim durumum onlarla bir değil diyerek kendimi yatıştırıyordum.

"İlk karşılaştığımız eve. Araba bizi orada bekliyor." anladım dercesine kafamı salladım.

Arabaların sarnıcın önünde beklememesinin nedeni etraftaki evlerin çokluğu yüzündendi sanırım. Sürekli gelip giden arabalar halkta merak uyandırabilir ve sarnıç gereksiz yere ziyaretçi çekebilirdi.

Gideceğimiz evi gündüz gözüyle görmediğim için nasıl bir yerde olduğunu pek bilmiyordum ama, ormana yakın olduğunu biliyordum. Muhtemelen daha sakin bir yerdi ve bu yüzden seçilmişti.

Hızlanan adımlara eşlik ederek söz konusu evin önüne geldiğimizde, etraftaki meşalelerin küçük ışıkları sayesinde görebildiğim kadarıyla bir araba ve etrafına konuşlanmış birkaç asker bizi bekliyordu.

Doktor adımlarını hiç duraksatmadan arabaya bindiğinde ben de arkasından binmiştim. Karşılıklı iki oturağın birine o oturunca, ben de karşısına oturmuştum. Dışarıdan Esat Ağanın askerleri yönlendirme sesi gelse de onu umursamadan Doktor'a baktım.

"Daha önce konuştuğumuz konu vardı ya..." deyip bir süre anlamasını bekledim. Alnı anlamadığını belirtircesine kırışınca derin bir nefes aldım. "Saraydaki kızlar..." yüz ifadesi değişince neyden bahsettiğimi anladığını fark ettim. Bu sırada at arabası da hareket etmeye başlamıştı.

"Bir iki güne sana bir haber göndereceğim. O zaman saraya gider kızlarla konuşursun, eğer seninle gelmek isterlerse ben azat edilmelerini sağlayıp, sana gönderirim." kurduğu cümleler beni heyecanlandırmıştı. Umuyordum ki kızlar da benim gibi düşünüyor olsunlardı.

"İyi de beni öylece saraya alacaklar mı?" bu adamın her şeyden çok kolaymış gibi bahsediyor olması bana kendimi çok pimpirikli biriymişim gibi hissettiriyordu.

"Sana göndereceğim haberle birlikte, bir de bir mektup göndereceğim. O mektup sayesinde seni saraya alacaklar." dediğinde başımı sallamakla yetindim.

"Yarın sana bir adamımı göndereceğim, benimle iletişim kurman gerekirse onun aracılığıyla kur." yine başımı salladım.

"Eğitimler başlayana kadar dışarıda falan dolaşabilir miyim? Bunda herhangi bir sakınca var mı?"

"Dolaşabilirsin, herhangi bir sakıncası yok. Hatta sürekli dışarıya çıkman daha iyi olur, evdekiler açısından. Eğitimlere başladığında evden çıkışların dikkatlerini çekmez böylece." oturduğu yerden öne doğru eğilip dizerseklerini dizlerine yasladı ve ellerini önde birleştirdi." Zaten senin gibi sızma görevlerinde yetenekli olan birine şüphe çekmemesi için neler yapacağını söyleyecek değilim. Sadece burada oluşturduğun kimliğini unutmaman gerekiyor. İstersen son bir kez üzerinden geçelim." karargahtaki odasında oluşturduğum kimlik üzerinde detaylıca bir konuşma yapmıştık.

"Ben Mora'da yaşayan bir Rum'dum. Komşumuz olan bir Türk'ten Türkçeyi öğrendiğim için tam anlamıyla konuşamıyorum. Babam büyük bir tüccardı, bu yüzden varlık içinde yaşıyordum. Eflak'a yaptığım bir geziden döndüğümde tüm ailemin vebaya yakalandığını öğrendim. Durumları günden güne kötüye gittiği için babam bütün mal varlığını satarak hepsini bana verdi ve vebanın ulaşamadığı Payitahta gelmemi istedi. Zaten daha önceden burada almış olduğu bir evi vardı. Orada yaşıyorum şimdi. Burada insanları, insanlar vasıtasıyla da dinlerini tanıdıkça Müslüman olmaya karar verdim. Bu sayede de Helen olan adımı değiştirdim ve Gonca oldum." bir solukta uydurduğumuz hayat hikayemi anlattığımda başını sallayarak beni onayladı.

"Evde senin için hazırlattığım odada bir sandık altın var, dışarıya çıkarken en az bir kese yanında bulunsun." tam ağzımı açarak ititraz edecektim ki, elini konuşmama müsaade etmeden devam etti. "Sen soylu bir hanımsın Gonca, bir elin daima cebinde olacak. Harcamaktan çekinmeyeceksin. Alışverişe çıkarken evdeki dört cariyeden en az ikisini yanına alacaksın. Ama diğer zamanlarda yalnız çık, çünkü eğer alıştırırsan, eğitimlere başladığında onlarsız dışarıya çıkman dikkatlerini çeker." sonda yaptığı uyarı zaten aklımda olan bir durumdu. Bazı şeyleri birden yaparsanız dikkat çekerdi. Her şey en başından kitabına göre olmalıydı.

At arabası durduğunda, Doktor'a baktım. Sanırım ikimizden birisi için yol burada bitmişti.

"Hangimiz?" gülümsedi.

"Sen." başımı sallayıp sabahtan beri elime yapışmış olan elbise poşetini tuttum ve alçak tavanlı arabanın izin verdiği ölçüde ayaklanıp, arabanın kapısını araladım.

Karşımdaki üç katlı Safranbolu evleri gibi olan konaktan bozma eve baktım. Sanırım uzun bir süre yeni yuvam burasıydı.

Arabadan inip arkamı döndüm ve Doktor'a baktım.

"Görüşmek üzere Doktor." dediğimde gülerek başını salladı.

"Görüşeceğiz Gonca." başımla minik bir selam verip evin kapısına doğru yürüdüm. Kapıya vardığımda arabanın uzaklaşma sesini duysam da umursamadan kapıyı tıklattım.

Açılan kapının arkasından bana gülümseyerek bakan kıza, nezaketen küçük bir gülümseme gönderdim.

Dışarının karanlığına tezat bir şekilde evin içinde, yanan kandiller ve mumlar sayesinde loş bir ışık vardı.

"Buyurun kime bakmıştınız?"

"Ben Gonca, bu evin sahibesiyim." dediğimde kız gülüşüne mahcubiyet ekleyerek aralık açtığı kapıyı sonuna kadar araladı.

"Bağışlayın hanımım, ben sizi tanmadığımdan sordum." sesi de en az bakışları kadar mahcup çıkan kıza bir şey demeden ayağımdaki sandaletleri çıkarıp, elbisenin ıslak eteklerini umursamadan içeriye girdim. O, arkamdan kapıyı kapatırken, ben de elimdeki karton poşeti yere bırakıp, boynumdaki pelerinin askılarını çözdüm.

"Adın ne senin?" kız az önce onu cevapsız bırakmam yüzünden tedirginlikle bakıyordu bana.

"Safiye, hanımım." her ne kadar 'hanımım' hitabından hoşlanmamış olsam da, burada kim olduğumdan çok, kim olmam gerektiğiyle ilgileniyordum. Ve dürüst olmam gerekirse yirmilerinin başında, bir dediği iki edilmemiş bir kızın 'hanımım' gibi deyişlere çokta uzak olmayacağını tahmin ediyordum.

"Bu eve ilk kez geliyorum Safiye. Şimdiye kadar Bursa'daki uzaktan akrabamın yanındaydım. O yüzden beni tanımaman çok doğal." deyip pelerinimi, almak için uzattığı eline bıraktım.

"Şimdi bana odamı gösterir misin?" deyip yerden poşeti aldım ve onun önden yürümesini bekledim. Poşeti de almak için uzansa da onu geri çekmiş, vermemiştim.

Merdivenleri önden önden çıkarken ben de arkasından onu takip ediyordum. Merdivenlerde yanan mumlardan birini eline alıp, sönmesin diye önüne eliyle perde yaparak basamakları tırmanmaya devam etti.

En üst kata geldiğimizde merdivenlerin bitişinde uzun bir koridor ve karşı duvarda çift kanatlı iki tane kapı vardı. Renklerini şu an ışığın azlığından dolayı tam seçemesem de sanırım kahverengiydiler.

Aşağı taraftaki kapıyı aralayıp içeriye girdiğinde. Bana da yine peşinden takip etmek düşmüştü.

İçerinin karanlığını azaltmak için, elindeki mumla odada bulunan mumları yakmaya başlamıştı.

Yavaş yavaş aydınlanan görüş açımla odayı incelemeye başladım. Evin - tahminlerime göre sokağa bakan - duvarlarından birinde yaklaşık altı tane pencere, ve pencerlerinenin hemen önüne boydan boya kurulmuş bir divan vardı. Pencerelerin yukarı çaprazında kalan duvara geniş bir yatak yaslanmıştı. Yatağın diğer tarafında kalan duvarda ise kitaplık rafına benzer raflar vardı, fakat bunlar kitap değil renkli renkli kumaş - ki muhtemelen hepsi elbiseydi - doluydu. Yatağın hemen karşı duvarına baktığımda, duvarlarda küçük küçük oyuklar, oyukların içerisinde de sandıklar vardı. Sanırım söz konusu altın sandığı bunlardan biriydi.

"En alt katta küçük bir hamam var hanımım, isterseniz hazırlayayım." her ne kadar duş almayı deli gibi istesem de kızın gözlerinden akan uyku beni ve isteklerimi durdurmuştu.

Ah, şimdi evde olsaydım ne güzel olurdu.

"Kalsın. Çok yorgunum hemen uyuyacağım." dediğimde Safiye odadaki mumları yakmayı bitirmiş, elindekini de bir yere iliştirmişti. Koşarak elbiselerin olduğu raflardan birine ilerledi ve seçebildiğim kadarıyla beyaz bir elbiseyi alıp yatağın üzerine bıraktı. Adımları bana ilerleyince her ne kadar itiraz etmek istesem de dilimi ısırdım ve üzerimi çıkarıp, geceliği giyindirmesine izin verdim.

"Neden sadece sen varsın? Diğerleri nerede?" Doktor'un söylediğine göre burada dört kız olması gerekiyordu.

Elbise üzerimden sıyrıldığında döneme uygun çamaşırlar giyindiğim için kendimi tebrik ettim. Karargahta benim için hazırlanmış odada bulduğum iç giyim ürünleri işime yaramıştı. Her ne kadar sutyensiz dolaşmak beni rahatsız etse de elbiselerin göğüs kısmındaki dolgu, hem sıkı duruyor hem de bir şey belli etmiyordu.

"Onlar uyudular. Sizin geç geleceğiniz bize söylendiği için sadece birimiz bekleyelim dedik." geceliğin yakasındaki ipleri bağlarken arada bir bakışlarını yaptığı işinden kaldırıp bana bakıyordu.

Bir şey söylemeyip, kafamı sallamakla yetindiğimde hızlıca yatağa doğru ilerledi ve yatmaya uygun hale getirdi.

"Mumlar yansın mı?"

"Söndür." ışıkta yatmaktan nefret ederdim. Uyuyabilmem için zifiri karanlık olmalıydı.

Ben yatağa girdiğimde yaktığı bütün mumları tek tek söndürerek dışarıya çıkıp kapıyı da ardından kapattı.

Gözlerim karanlığın da etkisiyle kapanırken, kendimi rahatlatmaya çalıştım. Umarım elime yüzüme bulaştırmadan bu işten alnımın akıyla çıkabilirdim.

****

Günün ilk ışıkları odayı doldururken, gözlerim kendiliğinden aralanmıştı. Zaten erken kalkmaya alışkın olan bünyem ve güvende hissetmediğim zamanlarda diken üstünde olan uykularım sayesinde hemen uyanmıştım.

Aşağıdan gelen takırtılardan anladığım kadarıyla, kızlar da kalkmışlardı.

Yatakta gerinip, gözümde bugünü canlandırmaya çalıştım. Üstün körü bir plan yapıp yataktan çıktığımda. Bir süre raflardaki kıyafetlerle bakıştım.

Ne yapmam gerekiyordu? Kendim mi giyinmeliydim, yoksa aşağıdan birini mi çağırmalıydım? Bu olaya da ayrıca sinir oluyordum; ne alaka yani, benim elim ayağım yok muydu?

Kendime verdiğim gazla birlikte kıyafetlerin olduğu raflara ilerledim. Gün ışığında renkleri daha canlı ve bir o kadar da cafcaflı duruyordu.

Elbiseler arasındaki seçimimi yaparken komiser Gonca'nın değil de aristokrat sınıfına mensup bir genç kızın tercihlerine göre hareket ettim.

Koyu yeşil, gözlerimle hemen hemen aynı tonlara sahip elbiseyi üzerime geçirdiğimde diğer duvara yaslı duran aynanın önüne geçtim.

Elbisenin rengi gözlerimi daha çok ortaya çıkarmış, hem bedenime hem de yüzüme çok yakışmıştı. Kuzgun karası saçlarımı raflardan bulduğum eski tarakla zor bela taramış, elbiseyle aynı tonlara sahip şifon eşarbı da saçlarımın ön tarafını açıkta bırakacak şekildearkaya tokalarla tutturmuştum.

Saçlarımın önden büyük bir kısmı açık kaldığında, sandıklardan birinde bulduğum alnımın ortasına doğru sarkan zümrüt taşlı bir aksesuarı, ki buna ne dendiği hakkında hiçbir fikrim yoktu, başıma takmıştım.

Elbisenin kolları dirsekten aşağıya açık olsa da başka aksesuar takmak istememiştim. Çünkü bu kadarı bile beni fazlasıyla boğmuştu.

Yine eşyaları kurcalamam sonucu bulduğum küçük bir keseye, Doktor'un bahsettiği sandıktaki altınlardan biraz doldurup, ağzını sıkıca bağladım ve elbisenin üstüne takmış olduğum gümüş kemere sıkıştırdım.

Kenara koyduğum karton paket gözüme iliştiğinde ona doğru gidip içinden Gülcan'ın verdiği elbiseyi çıkardım ve tıpkı diğerleri gibi katlayarak boş bir rafa koydum.

Odaya şöyle bir göz gezdirdiğimde gördüğüm, toplanmamış yatak her ne kadar rahatsız etse de çok takılmamaya çalışarak odadan çıktım. Merdivenleri indikçe yükselen sesler herkesten geç davrandığıma delalet ediyordu ki, bu da bürünmeye çalıştığım kişiliğe oldukça iyi uyuyordu.

Giriş kata geldiğimde, bakışlarımı antrenin etrafındaki kapılarda gezdirdim. Nereye gitmem gerektiğini bilmesem de seslerin çoğunlukla çıktığı kapıya doğru ilerledim.

Kapıyı araladığımda, burasının mutfak olduğunu gördüm. Kızların ikisi tezgahta bir şeylerle uğraşırken, birisi de şömine tarzı ocağın başındaydı. Kapının sesini duyunca, başlarını kaldırıp beni gördüklerinde kendilerine çeki düzen verdiler. Halbuki düzeltmeleri gereken bir durum da yoktu.

"Hayırlı sabahlar hanımım." Kızlardan birinin konuşması ile diğer kızlar da kendilerine gelip konuşmuşlardı. Safiye aralarında yoktu.

"Size de. Safiye nerede?"

"Biz kahvaltıyı hazırlarken o da fırıncıdan ekmek almaya gitti hanımım." tezgahtaki kızlardan uzun boylu, esmer olanı konuşmuştu.

"Sizin adınız ne?"

"Ben adım Hacer hanımım." az önceki kız konuşmuştu yine.

"Ben de Maria hanımım." bu da tezgahtaki diğer kızdı. Diğer kıza göre daha kısa ve sarışındı. Hatta minyon bile denebilecek bir görünümü vardı ve sevimliydi. Konuşmasındaki aksandan anladığım kadarıyla buraya geleli çok olmamıştı.

"Ben de Zümrüt hanımım." ocağın başındaki orta boylu, yine esmer olan kız konuştuğunda başımı sallamakla yetindim. Her şey iyi güzeldi de, şu 'hanımım' hitabı resmen kulaklarımı tırmalıyordu.

"Kahvaltıdan sonra dışarı çıkacağım. Normalde tek gezmeyi severim ama buraları çok tsnımadığım için bir süre içinizden bazıları benimle birlikte gelsin. Bir süre sonra tek çıkarım." her birinden onaylayan mırıltılar çıktığında, bu konunun da bitmiş olması rahatlığıyla tekrar onlara döndüm.

"Şimdi biri bana nerede oturacağımı gösterebilir mi?"

*****

Kızların beni oturtmuş olduğu odada kahvaltımı etmiş ve çıkmak için kızların hazırlanmasını beklemiştim. Benimle sadece Safiye ve Zümrüt geliyordu. Hacer ev işlerine hakim olduğu için kalmıştı, Maria ise en az benim kadar yabancı olduğu için.

Kızların hazırlanıp yanıma geldiklerini görünce kenarda duran pelerinimi üzerime geçirdim, fakat şapkasını örtmeden açık bırakarak çıkışa doğru yürüdüm.

Arkamdan gelen kızların ayak sesleriyle onlara bakma gereği duymayarak dış kapının önüne geldim. Kızların kapıyı açmasını bekleyip, açtıkları anda da beklemeden dışarıya çıktım.

Kapının önünde hazır bekleyen bir at arabası ve yanında iki adam gördüğümde duraksadım. Sorgular bakışlarımı adamlardan, iri olana diktiğimde ellerini önünde bağlayarak bir adım öne çıktı.

"Beni paşam gönderdi, kendisine bir diyeceğiniz olursa bana söyleyecekmişsiniz." Doktor'un bahsettiği ulak sanırım buydu.

"Peki bu araba ne?" bakışlarımda arabayı işaret ettiğimde, dönüp yandan bir bakış atmış ve tekrar bana dönmüştü.

"Onu da paşam sizin için tahsis etti." derin bir nefes alıp başımı salladım. Soylu gibi yaşayayım derken, sultanlar gibi yaşıyordum resmen. Alt tarafı bir askeri eğitim vermeye geldik, ne bu tantana?!

Kızlara başımla arabaya geçmelerini işaret ettim. Onlar arabaya bindiğinde, karşımdaki adama döndüm.

"Adın ne?" gözümü alan güneş yüzünden gözlerim kısılıyordu.

"Halis." çok şükür biri bana hanımım demiyordu.

"Çarşıya gideceğiz Halis." deyip arabaya yöneldim. Benim yönelmemle, önce arkasındaki adam ardından da Halis arabanın ön kısmına binmişlerdi. Diğer adam da arbacıydı anlaşılan.

Arabanın içine girdiğimde karşılıklı iki oturağın birine kızların oturduğunu görünce, ben de diğerine geçip oturdum.

Arabanın hareket etmesi sonucu arkama yaslanıp, beklemeye başladım. Benim konuşmamam, kızların da cesaretini kırmış olacak ki kendi aralarında bile konuşma girişiminde bulunmuyorlardı. Bu kadar itaatkar olabilmeleri bazen hoşuma gidiyordu, çünkü bu kolay eğitilebilir oldukları anlamına geliyordu. Ama bazen de bu durumdan hoşlanmıyorudum, çünkü bu kadar itaatkar olmaları yanlkş bir amaç uğruna da çok kolay eğitilebileceklerini ve bu yanlışa sıkı sıkıya bağlı kalabileceklerini düşündürtüyordu.

Bu kanıya sadece bu iki kız vasıtasıyla varmadım tabii ki, sarayda gördüklerim de bu düşüncelerimi destekler nitelikteydi.

Araba durduğunda önden inip kızları bekledim. Başımı etrafa çevirdiğimde, karşılıklı dükkanlardan oluşan bir çarşı sokağının hemen girişindeydik. Sokak çok dar olduğu için içeriye arabayla girmek mümkün değildi. Sanırım o yüzden burada durmuştuk.

"Siz burada bekleyin. Biraz dolaşıp geleceğiz." Halis'e emrimi verdikten sonra kızlara bir bakış atarak hafif yamaç olan sokağa giriş yaptık.

Esnaf ürünlerini dükkanlarının önğndrki tezgahlara açmış, kendilerince tanıtımını yapıyordu.

Tezgahlarda oyalana oyalana ilerlerken bakışlarımı tezgahtaki gördüğüm tokadan kaldırıp, dar sokağın yokuşuna diktim. Ne görmeyi bekleyerek baktım bilmiyordum, fakat gördüğüm şey kesinlikle beklediğim değildi.

İlk gördüğüm haline nazaran daha basit kıyafetlerle ve yanındaki iki arkadaşıyla sokağın başında öylece durmuş yamacın alt tarafında kalan bana bakışlarını dikmişti.

Sanırım benim onu tanıdığım gibi şehzade de beni tanımıştı.











Continue Reading

You'll Also Like

275 308 9
Esila Çınar, yaşadığı acı kayıpla başa çıkmak için çocukluğundan beri yaptığını yapmış ve kalemine sığınmıştır. Fakat bu sefer kaçış yolu önüne bamba...
135K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️
969K 47.3K 70
0545 *** ** **: Hanımefendi şemsiyeniz bende kalmış Siz: Pardon tanıyamadım? 0545 *** ** **: Kader Ortağın 0545 *** ** **: Ruh Eşin 0545 *** ** **: v...
51.1K 1.8K 39
Tarihi Kurgu Kategorisinde 1numara -11.11.2023 Zaman -11.01.2024 1numara. Mila, hayatının en zor anını yaşarken kendini birden 1682'de Aysima olarak...