YABANCI NEFES (3 HAFTAYA DÜZE...

Por maisie_ruby

190K 19.8K 14.9K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... Más

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2

15|Ayrılığın serzenişi

7.2K 824 484
Por maisie_ruby

Bu bölüme uyan bir şarkı belkide sadece Bora Duran~Sen de gidersen...

Anıl Emre Daldal~B

Bölüme başlamadan önce buraya kalbi kırılmış, zihninin karanlık mahzeninde kaybolmuş Aysu için anahtar emojisi bırakır mısın?

Bir umut kurtulur diye :)

🗝



15|Ayrılığın serzenişi.

Elimdeki anahtar yere düşerken, zamanın durduğunu ve korkularımın bir kez daha bir film şeridi gibi önümden geçip gittiğini gördüm.

Babam buradaydı. Hayır. Taşkın bey buradaydı.

Kucağında İnci'yi tutmuş bana gülümsüyordu.
Bu gülümseme bir babanın kızına şefkat, merhamet beslediği bir tebessüm değildi. Aksine alay dolu ve can yakıcıydı.

Dudaklarımın arasından kızımın ismi dökülürken, İnci'min ağladığını ve bize seslendiğini görüyordum.

Bize.

Aniden kafamı sağ tarafıma dönük ama benden bir kaç adım önde duran adama çevirdim. Dudaklarından ve ellerinden kırmızı kanlar dökülüyordu. Ona baktıkça gözlerimden akan yaşları ve kalbimin sızladığını görüyordum.

Ne olmuştu bize? Neydi bizi bu hale getiren?

"Aysu..."

İsmimi fısıldamasıyla, elimi kanayan ve ruhumu inciten kalbime götürdüm. Ellerime sızan kanım yere damlarken, dizlerimin üzerinde zemine sertçe çöktüm. Çöker çökmez etrafımın karardığını ve bir başıma kaldığımı görüyordum.

Hıçkırıklarım haykırışlara dönerken, beni bu denli bağırtan şeyi fazlasıyla merak etmiştim. Elimde sıkıca tuttuğum mine çiçeği saksısını yerde ağlayan Aysu'ya götürdüm.

Üzerimde bembeyaz elbise vardı. Uçları yoğun rüzgârdan dolayı uçuşuyor, beni güldürüyordu. Yerde oturan gelecekteki bana ilerledikçe geriye çekiliyor ve duvara yaslanıyordu. En son başını kaldırdığında ellerine bulaşan kanın, yüzünede bulaştığını gördüm.

İç çekerek bana bakarken, başını sağa yatırarak, titreyen dudakları ve sesiyle konuştu.

"Lütfen gelme..Lütfen gelme! Kendimden utanıyorum."

Dizlerimin üzerine çökerek, daha çok duvara yaslanan kendime baktım. Utanıyordu. Utanma sebebi çocukluğumuz değil, verdiğimiz sözü tutmamamızdı.

&&&

8 ay sonra. 19/11/2022

Uzandığım yataktan irkilerek uyandım.

Her gün gördüğüm rüyalardan biraz farklıydı. Bu kez acı daha yoğun ve gerçekdi.

Yüzümü buruşturarak, yorganı ayağımla itekledim. Sabah ışıkları gökyüzünü sarmıştı. Baş ucumdaki komodinde duran saat'e bakılırsa, ben uyuyalı bir kaç saat oluyordu. Elime hızla telefonumu alarak onun arayıp aramadığına baktım.

Yine aramamıştı.

Gerçi ne bir mesaj ne de varlığını bana hissettirecek bir şey vardı. En son onunla gittiği günün üzerinden haftalar geçtikten sonra konuşmuştuk. O da İnci için olmuştu. Özlüyordum. Önce kendisini sonra gözlerini, şimdi de unutmaya başladığım sesini.

Gözlerim yine onu hatırlamamla beraber dolarken, omuzlarım çöktü.

Aylardır ortada yoktu. Görev diyerek gitmişti ama ondan bir haber alamıyordum. Onunla konuşamıyordum. Firengiz abisiyle konuşabiliyordu ama o neden benimle konuşmuyordu? Neden aramıyordu? Yoksa benim onu özlediğim gibi o beni özlememiş miydi?

Belkide özlememişti. Zaten babamın da dediği gibi özlenilecek bir tarafım yoktu.

Gözyaşlarıma bulaşmış dudağım kıvrılırken, başımı uyuyan kızıma çevirdim. Geride bana koca bir sessizlik kalsa bile en azından onunla konuşuyor ve onu önemsiyordu. İletişimi benim telefonumdan yapmıyorlardı. Firengiz'i arıyor, öyle konuşuyorlardı.

Sanki ben hiç yokmuşum gibi.

Büyümüş ve 1 yaşına çoktan girmiş kızım gözlerini aralarken, yatağımdan kalkarak ona doğru ilerledim. Ellerimi beşiğin iki yanından koyarak ona doğru ilerledim. Yine sağ ayağındaki çorapı çıkarmış, solu çıkarmaya üşenmişti.

"Anneciğim günaydın!"

Heyecanıma karşılık gülümserken, "Nam!" diyerek sevincini gösterdi.

"Saatlerdir uyuyorsun bebeğim. Özledim seni!" diyerek onu kucağıma aldım. Tüm akşam ve gece boyu kesintisiz uyumuştu. Bu yüzden özlemiştim onu. Tombul kollarını boynuma sararken, saçına dudaklarımı bastırdım. Çok seviyordum onu öpmeyi. Bebek kokusunu içime çekerken, varlığına şükrettim.

"Bam?"

Gözlerimi yüzümde gezdirirken, "Bilmem. Birazdan arar belki." dedim. Tam da dediğim gibi çok geçmeden tüm evi telefon zil sesi sarmıştı. Firengiz kapıyı tıklatarak bize seslendi. Ona gel dedikten sonra sevinçle ellerini çırpan kızımı kucağımda zıplatarak, "Bak aradı!" dedim.

Firengiz telefonu açarak bana uzattı. Bunu ilk kez yapıyordu. Genelde İnci'yi alıyor ve öyle konuşuyorlardı. Bunda bir art niyet sezmiyordum. Çünkü ben de telefonumu bir başkasına veremezdim. Yani herhalde. Sesi biraz açarak, İnci'nin kulağına tuttum. Bu sırada Firengiz esneyerek odadan ayrılmıştı.

"Atam?"

Özlediğim sesi kulağıma dolarken, yatağa oturdum. İnci sevinçle babasına seslenirken, Turan'ın kahkahası kulaklarıma doldu. Mutluydu. İşte ben de buna mutlu olmuştum.

Kulağımı telefona yaklaştırarak sesini daha çok duymak istedim. İnci kendini ona anlatırken, Turan hmmlıyor yada can diyerek tepki veriyordu.

"Ata qurban olsun seni yaradana! Sesə bax." (Baban kurban olsun seni yaradana! Sese bak.)

"Omaz omadı!"

"Nə olmuyub qızım?" (Ne olmuyor kızım?)

"Nam! Aha ah! Omaz!" Aha ah derken sesini üzgün ve ağlayarak çıkarmıştı. Başımı kaldırıp İnci'ye şaşkınlıkla baktım. Meğersem kızım ağladığımı anlıyordu.

İlk bir kaç saniye ses gelmedi. Ardından az önceki sesinin tam tersi kulaklarıma doldu. "Ana ağlıyır?" (Anne ağlıyor mu?)

"Vet! Çok!"

Ne diyeceğini merak ve heyecanla beklerken, o sadece tamam dedi. Koca bir tamam. Oysa ben, beni daha çok sormasını bekliyordum. Çünkü eskiden olsa hep öyle olurdu. Dilimi kurumuş dudaklarımda gezdirerek, telefonun sesini hafif kıstım.

Bazen biz insanlara özlediğimiz sesler bile yakıcı gelmeye başlardı.

Şimdi de öyle bir zamandı. Bu yüzden İnci'mı yatağa oturtarak, ayağa kalktım. Etrafına düşmemesi için yastıkları sarmış, dolaba doğru ilerlemiştim. Çünkü işe gecikmemem gerekiyordu. Doktordum ben. Hastalarım vardı benim. Hem de çok. Kimisinin yarasını sarmam ve ya ilaç olmam gerekiyordu.

Boğazlı kazağımı çekiştirerek, yüzümü buruşturdum. Çok kaşındırıyordu bunlar. Hayır yani nefesimi de kesiyordu.

Acaba onunla yakınlaştığım için mi bunlar olmuştu? Benden iğrenmiş miydi?

Başımı aşağıya eğerek ellerime baktım. Acaba ellerim yanaklarına dokunduğu için mi iğrendi? Hem ellerime bir kere bile olsa yüzünü buruşturarak bakmıştı. Demek ki, iğrenmesi için bir neden vardı. Etrafım niye bu kadar bulanıklaşıyor?

Gözlerimi devirirken, elimi alnıma vurdum. Gözyaşlarım kendiliğinden akıyordu. Umursamadım. Ben hep ağlıyordum zaten. "Nerede duracağını bilmiyorsun Aysu. Hem de hiç!" Dolaptan rastgele kazak ve siyah etek alarak giyinmeye başladım. Tabii bunları yapmadan önce odanın içerisinde bulunan banyoya gitmiş işlerimi hızla halletmiṣtim. Ben kendimle ilgilenirken Turan ne söylediyse İnci geriye yatmış öylece gülmeye başlamıştı. Eteğimin kemerini kapatırken, ben de gülümsedim. Çünkü İnci'nin gülmesi demek mutlu olmam için bir neden demekti.

Onun gülüşüne hayran olmuşcasına bakarken, bu kez Turan'ın kahkahası kulaklarıma doldu. İkisininde mutlu olması beni gerçekten sevindirmişti. Çünkü benim aksime onlar mutlu olmak için bir neden aramıyorlardı. Makyaj masasının önüne geçerek saçlarımı toplamaya başladım. İkiside beraberken mutluydu. Ben olmadan.

Yüzümdeki çilleri kapatır kapatmaz, kirpiklerime rimel çekerek eşarbımı bağladım. Dolaptan kabanımı ve çantamı aldıktan sonra konuşması henüz bitmeyen İnci'me ilerledim. Dudaklarıma alnına bastırarak, Turan'ın duymasını umursamadan konuştum.

"Anne gidiyor birtanem."

Turan'ın sesi aniden kesilirken, İnci boynuma sarılarak, "Omaz! Ditme, omaz!" diyordu. Bu haline kıkırdarken, "Ama gitmem ve birilerini Allahın izniyle iyileştirmem gerekiyor." dedim.

"Omaz nam! Omaz!"

Dudaklarımı, yanaklarıma koyduğu ellerine bastırarak öptüm. "Bırakta gideyim anneciğim."

Gözleri dolu dolu olurken, "Nam omaz. Ditme." dedi. Sonra telefonu eline alarak, "Bam nam ditmez. Omaz." dedi. Turan'ın iç çekişi kulaklarıma dolarken, "Bırak gitsin kızım." dedi. "İşe gecikirse kızarlar ona. Anneye kızmalarını istemeyiz değil mi?"

"Ama omaz?"

"Olur yavrum olur."

İnci iç çekerek telefonu yatağa atarak bana sarıldı. Sarılışına karşılık vererek, çok geçmeden geri çekildim. "Anneye veda öpücüğü ver bakalım." İki yanağımada sulu öpücük kondurduktan sonra geri çekildim. Tekrardan tüm ilgisini telefona verirken, kucağıma alarak odadan ayrıldık. Firengiz oturma odasında koltukta uzanmış uyukluyordu.

Bu hale gelmesinin sebebi İnci'ye bakıcılık yapmış olmasıydı.

"Hadi kalk Firengiz ablası."

Ağlak ifadeyle bize bakan Firengiz, "Tatile çıkacağım bir gün! Haberiniz olsun." dedi. Biz onun haline gülerken, İnci'mi ona emanet ederek oradan ayrıldım.

&&&

Ameliyattan yeni çıkmış bir doktor olarak kendimi zemine atarak uzanmıştım. Yaklaşık 8 saat süren bir ameliyata girmiştim. Ne kadar zor olsada hastayı Allahın izniyle kurtarmıştık. Hasta küçük bir çocuk olduğu için ameliyat bittikten sonra ister istemez hepimiz gözyaşlarımızla bu anı kutlamıştık.

Yanımda gülerek uzanan Aysel, "Gidip saatlerce uzanmak ve dinlenmek istiyorum!" dedi.

Zeminde oturur hale gelerek, kollarımı dizlerimden sarkıttım. Yandan ona bakarak, "Gidip dinlen. Hatta direkt eve geç." dedim. Sevinçle uzandığı yerde tepinirken, haline güldüm.

Aniden aklına gelen şeyle duraksarken, yerinde benim gibi oturarak, konuşmaya başladı. "Cavanşir beyden bir haber var mı?"

"İyiler. Hatta dönme ihtimalleride varmış."

Gözleri sevinçle parlarken, yanakları kızarmıştı. Sonra buruk ifademe bakarak, "Peki ya siz neden sevinmiyorsunuz?" diye sordu. Bu kez ona bakmak yerine gözlerimi zeminde sabitledim. Aslında seviniyordum ama...

"Seviniyorum. Sadece endişeliyim."

"Hmm." Ellerini yanaklarına koymuş, bağdaş kurarak oturmuştu. Bu hali fazlasıyla tatlı gelmişti gözüme.

"Cavanşir abiden hoşlanıyorsun değil mi? Hatta daha fazlası?"

Yerinde utanarak küçülürken, "Aniden oluştu her şey. Ben onu seveceğimi düşünemedim bile." dedi.

"Zaten aşk düşünmeden oluşan bir şey."

Bana bakarak tebessüm etti. "Aşk değil ki...Sevda." Gözleri dolarken, "Aşk olsaydı eğer biterdi. Ama bu bitmiyor. Bitmesinde." dedi.

Mən də səni həkim qız. Mən də səni. (Ben de seni hekim kız. Ben de seni.)

Başımı daha çok eğerken, Aysel konuşmaya devam etti. "Onu göreli çok oluyor aslında." Burnunu çekerek, gülümsedi. "İlk önce rüyalarımda gördüm sonra gerçekte."

Oysa biz gerçek bile değildik. Yada olamıyorduk.

"Öyle bir bakışı var ki, nefesimi kesiyor. Ama kestiği yerden can olmasını da biliyor."

Benimde nefesim kesiliyordu ama o bana can olmuyordu.

"Hiç konuşmadık onunla. Bakışma süremiz bile 2 saniyeyi geçmiyor ama yetiyor. Gerçekten yetiyor."

Boğazımda oluşan bir düğüm vardı.

Oluşan düğümün 3 tane halatı vardı. Her gün biri boğazıma dolanan halatı acımasızca çekiyor, nefesimin kesilmesine neden oluyordu. Bu kez halatın bir ucunda Turan da vardı. Hiç olmasın isterdim ama bir anda olu vermişti.

Yerimden kalkarak, Aysel'e baktım. "Çok oturduk burada. Hadi kalk gidelim."

"Nereye gideceğiz ki?"

"Seni lahmacun yemeğe götürüyorum."

"Hmm, date mi çıkıyoruz?"

"Ne date kızım. Soğanlı lahmacun yiyeceğiz." diyerek ona yandan baktım. Bana gözlerini büyüterek baktı.

"Gerçekten mi?"

"Evet." dedim, bunda şaşırılacak ne var gibi. Kolumu omzuna atarken, onu kendime çektim. Beraber koridorda yürüyorduk. "Diyarbakırlıyım kızım ben. Gerekirse mumbar da yerim."

"Abla gözüne seveyim mumbar yeme."

"Yo yerim."

Yüzünü buruşturarak, "Biz pişmiş et yiyelim. Boş ver sen bağırsağı." dedi. Gülerek, başına öpücük kondurdum. Seviyordum Aysel'i. Güzel bir enerjisi vardı.

"Bir gün yiyelim ama. Yanında da sarımsaklı işkembe, oh mis!"

Duraksayarak kolumun altındayken bana baktı. "Şuan gözümde soğan kokan dayılar gibisin."

"Sus kız! Göme göme bitiremedin beni." Terslememe gülerken ben de gülmeye başlamıştım. Ardından o banyoya giderken ben de odama çekildim. Arkamdan kapıyı kapatır kapatmaz yüzümdeki tebessümüm soldu. Tıpkı omuzlarımın aniden çökmesi gibi.

İçeriye adımlamadan önce kapımı kilitleyerek, bir başkasının girmesine izin vermedim. Üzerimdeki ameliyat giysilerimden kurtulur kurtulmaz üzerime dün sabah giydiklerimi giyerek hazırlandım.

Evet, dünden beridir nöbetteydim ve nöbetim akşam olmadan bitmişti.

Belimi iki yandan kütleterek, çantamı ve kabanımı alarak odadan ayrıldım. Telefonumun şarzı bitmişti. Bu yüzden telefonumu direkt çantama atarak, aşağıya inmeye başladım.

Koridorların birinden geçerken, kulaklarıma dolan tartışma sesleriyle yerimde duraksadım. Tüm koridor insanlarla dolmuş, tartışan ikiliyi izliyordu. Gözlerim kısılırken, toplumun arasından birilerini itekleyerek geçtim. Tartışan ikiliden biri kadın diğeri erkekti. Kadın elinde nereden bulduğunu bilmediğim neşteri tutarken, erkek doktor olaya müdahele ediyordu.

"Bakın hanımefendi, elinizdeki neşteri bir kaza çıkmadan bırakın!"

Karnını göstererek, "Bir kaza olmuş zaten! Daha ne olacak?!" diyerek bağırdı. İstenmeyen bir hamilelik söz konusu olmalıydı.

"Elinin körü olacak Fadime! Bırak o elindekini!" Bağıran kocası olmalıydı.

"Kes be! Senin yüzünden oluyor zaten her şey!"

"Yavrum ben n'aptım?"

Fadime denilen kadın yerinde tabiri caizse tepinerek, "Allahım sen bana sabır ver! Keseceğim şimdi şu adamı!" diyerek bağırdı.

"Kes Fadime'm kes. Ama o elindekini bıraktıktan sonra."

Fadime elindeki neştere bakarak, "Elimdekini bırakırsam seni nasıl deşeyim mendebur surat!" diyerek sonlara doğru bağırdı.

Henüz ismini öğrenemediğim adam, "Yavrum sen benim kalbimi deşmişsin zaten, tenimi deşsen ne olur?" diyerek sordu.

Ferhat'ın dağları deldiği gibi Fadime de kocasının kalbini deşiyordu. Ey aşk sen ne garipsin!

"Tamam kes. Çok konuştun Fuat."

Fuat olan abi tebessüm ederek, "Hadi elindekini at da bebeğimizin kalp atışlarını dinleyelim." dedi.

Fadime olan abla eşine nazlanarak baktı. "Dinleyelim ama doğurmayayım?"

Eşini kolunun altına alan ve neşteri aldığı gibi doktora teslim eden Fuat, "Sen hele bir dinle sonra doğurup doğurmayacağına karar verirsin." diyerek odaya adımladı.

Valla ne diyim, ben böyle olay görmedim.

Herkesi geride bırakarak, bahçeye çıktım. Arabam hastanenin önünde park halindeydi. Arabamın yanına adımlayarak, kaputa yaslandım. Hava buz gibiydi. Buna rağmen soğuk hava insanı incitmiyordu.

Ağzımdaan firar eden duman, akşamın soğuk ayazına karışırken, kulağıma dolan adım sesleriyle başımı aşağıya eğdim. Açık gri ve beyaz rengin karışımı olan ve muhtemelen avucum kadar olan kedi eteğimin uçlarını tırmalıyordu.

Olduğum yerde eğilerek, miyavlayan küçük kediyi kucağıma aldım. Hemen avucumda kendine yer edinirken, miyavlaması hiç susmuyordu. Gözleri çapak bağlamış, yüzü kesiklerle doluydu. Bu hali içimi acıtırken, tüylerini okşadım.

"Ne hale getirmişler seni."

Daha çok titreyerek, miyavladı. Üşümemesi ve hafiften çiseleyen yağmur onu ıslatmasın diye kabanımın içerisine soktum. Başını göğsüme yaslarken, minik ağzını aralayak miyavladı. Gözlerimi etrafta gezdirirken, "Annen nerede acaba senin?" diye sorguladım.

Hastanenin sağ duvarına dayalı duran çöp konteynerinin yanında gördüğüm ıslanmış kutuyla, oraya doğru adımladım. Kutuyu öylece ortaya bırakan arkadaş, yağmuru akıl edememişti anlaşılan. Kutunun yakınlığına gelirken, burnuma dolan ceset kokusuyla yüzümü buruşturdum.

Elimi avuç içime kapatırken, kutuya doğru eğildim. Ölmüş hatta yarısından çoğu çürümüş olan kedi cesedi kutuyla beraber ıslanmıştı. Kutunun içerisindeki karton yemek tasları bile ıslanmıştı. 

Oradan uzaklaşarak, etrafa ışık tutarak izleyen güvenlikçi abiyle ona yaklaştım. "Hüsrev abi çöp konteynerinin yanında bir kedi cesedi var.  Birine söyler misin, kediyi oradan alsınlar?"

Hüsrev abi ilk önce dediğim yere ışık tutarak baktı. Sonra bana yaslanan ve sıcaklığımda uyuyan küçük kediye bakarak şefkatle tebessüm etti. "Vah vah! Daha çok minikmiş yavrucak."

Soğuktan kızaran parmaklarımı kirlenmiş tüylerinde gezdirerek, "Veterinere görünmesi gerekiyor." dedim. Hüsrev abi başını sallayarak, "Ben birilerine haber vermeye gideyim kızım." dedi.  O yanımdan ayrılırken, ben de arabama doğru ilerledim. Yanıma koşturarak gelen Aysel bana mahçup olmuşcasına bakarak, "Aysu abla benim acilen eve gitmem gerekiyor. Kusura bakma lütfen." dedi.

"Ne kusuru birtanem? Önemli bir durum mu? Seninle gelmemi ister misin?"

"Yok abla sen istersen eve git. Hem beni abim almaya gelecek."

"Tamam. Gelene kadar seninle bekleyeyim."

Yaklaşık bir yarım saat sonra abisi gelmiş, beraber gitmişlerdi. Ben de fırsattan istifade veterinere gitmiş, bebek kedi için gerekli her şeyi almıştım. Bir kaç tane de İnci'm için marketten çikolata almıştım. Genelde çok tüketmiyordu ama bazen onu çikolatayla sevindiriyordum.

Direksiyonu sağa doğru döndürürken, kaldığımız sokağın başından sonuna kadar dolup taştığını gördüm. İnsanlar birbirileriye konuşuyor kimisi ağlıyordu. İçimi bastıran merak ve endişe duygusuyla arabayı hızla park ettim. Minik kedimi ve eşyalarını alır almaz arabadan inerek, kaldığımız apartmana doğru adımladım.

Asıl toplum ve ambulans bizim apartmanın önündeydi. Yüzüm korku ve endişeyle kasılırken fısıltıyla, "Allahım lütfen onlar olmasın..." dedim. Bakışlarım korkuyla etrafta geziniyor, apartmandan içeriye geçmek için bir kaç kişiyi itekleyerek ilerliyordum.

"İzın verin geçeyim. Lütfen!"

Gözlerim benden bağımsız dolarken, sedyede siyahlarla kaplanmış cesede doğru ilerledim. Cesed. Bu gün kaçıncı kez cesed görmüştüm bilmiyorum ama şimdi göreceğim şey beni yok ederdi. Sağlık görevlilerinden biri bana müdahele edemeden, cesedin yüzünü büyük bir hızla açtım. Kalbim göğüs kafesimi kırarcasına atıyor, beynim gördüğü yüzü algılamaya çalışıyordu. Çok geçmediki geriye çekildim. Biri beni çekmişti. Muhtemelen sağlık görevlisiydi. Bilmiyorum. Şuan hiçbir şey bilmek istemiyordum. Gördüğüm yüzle gözlerim zaten kapanmış, başım sağa doğru eğilmiş, gözyaşlarım çoktan dökülmeye başlamıştı.

"Hanımefendi iyi misiniz?"

Konuşan kim bilmiyorum. Bilmekte istemem. Başımı iki yana sallıyor, adımlarımı geriye atıyor ve kendimi aniden kaldırımda oturur vaziyette hissediyordum. Aniden boşalan tüm duygularım kendini gösterirken, bir kişi bile bana yaklaşamıyordu. Çünkü bedenim delicesine titriyor, iç çekerek gözyaşı döküyordum. Bu insanların korkmasına neden oluyordu. Sağ elimi alnıma yaslayarak, dudaklarımı büktüm. Ağlamamı durduramıyordum ki! Hatta daha çok artıyor da diyebilirdim.

"Nam?" Bu sesle daha çok ağladım.

"Aysu? Ne oldu?!" Firengiz'in telaşla konuşması üzere oturduğum yerde daha da küçülerek başımı eğdim. Önümde diz çöktüğünü ve boşta kalan eliyle omzuma dokunduğunu hissettim.

"Bebeğim ne oldu sana? Neden böyle ağlıyorsun?"

Deli gibi titreyen sağ elimi kalbime yaslayarak, nefes almaya çalıştım. Alamıyordum. Gözlerim büyüyor, boğazımdaki düğüm sıkılaşıyordu.

"Biri buraya baksın! Aysu! Kendine gel güzelim, Aysu!"

Yaş 9.

"Anneciğim sence ben, bir gün iyileşebilir miyim?"

Ben yatakta yatar vaziyetteyken, annem saçlarımı okşuyordu.

"Bu da nereden çıktı?"

Elimi kalbime sararak, "Çünkü burası acıtıyor anneciğim. Hem de çok." dedim.

O gün annem bana sıkıca sarılmış, saçlarımı durmaksızın okşamıştı. "Geçer. Elbet bir gün acın geçecek kızım."

Yaş 25.

Acım hâlâ geçmedi anne. Artık daha fazla.

"Aysu! Beni dinlemek istemiyor musun? Tamam dinleme ama ellerini kulaklarından çek."

Ne zaman kapatmıştım ki, kulaklarımı?

Gözlerim korkuyla ağlayan İnci'me kayarken, Firengiz'in bir yandan onu bir yandan da beni sakinleştirmeye çalıştığını gördüm. Ellerimi bana doğru gelmek isteyen kızıma uzatarak, kucağıma gelmesini sağladım. Minicik kollarıyla sıkıca beni sararak, durmadan annem diyerek seslenmeye başladı.

"Özür dilerim anneciğim. Çok özür dilerim."

Gözleri dolu dolu olan Firengiz'i kendime çekerek, "Size bir şey oldu sandım...Yemin ederim size bir şey oldu sandım. Çok korktum." dedim sarılırken. Ardından aradan bir kaç dakika geçmiş, iç çekişlerim yavaşlamıştı. En son İnci'm geriye çekilerek minicik parmaklarıyla gözyaşlarımı siliyordu.

"Aha ah omaz an! Omaz!"

Kıkırdayarak avuç içleri öptüm. "İnsanlar bazen ağlayabilir bebeğim."

Başını iki yana sallayarak, "Omaz! Nam aha ah omaz. Bam omaz aha ah!" dedi.

"Baban ağlamak olmaz mı dedi?"

"Vet. Çok de omaz."

Birazdan çok dedi ama sen anlamıyorsun diyecek diye korkuyordum. Bu yüzden uzatmayarak ayağa kalktım. Bir kaç kişi nasıl olduğumu sormuş, onlara kısaca cevap vererek eve girmiştik. Aradan geçen saatler boyunca hiçbirimizden ses çıkmamış, yemeğimizi bile sessiz yemiştik. Minik kedim bile bir kez bile miyavlamamıştı.

Şimdiyse duşumu almış, üzerimi giymiş bir şekilde kafamda havlu, göğsümde uzanan İnci'mle cama vuran yağmur damlalarını izliyordum. Oturduğumuz koltukta bize minik kedimizde eşlik ediyordu. İnci'm o kadar sessiz bir şekilde mırıldanarak konuşuyordu ki, tombul yanaklarını ısıracaktım. Minicik parmağını göğsümün üzerinde gezdirerek, esnedi.

Yüzüne düşen saçlarını geriye çekerek, "Uykun mu geldi anneciğim?" diye sordum. Gözlerini kapatıp açarak, bir kez daha esnedi. Onunla beraber kedi de esnedi. Onların haline gülerek, "Şebekler." dedim.

İnci'mi beşiğine, kediyi de yeni hazırladığım yerine yatırarak odadan ayrıldım. Günlerdir uykusuz olmama rağmen şimdi uyumak istemiyordum. Bu yüzden abdest alarak, yağan yağmur eşliğinde Kur'an okumaya başladım.

Kaç saat geçti bilmiyorum ama bitirir bitirmez, dudaklarımı kitabın üzerine bastırarak, gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Bu kez akan yaşlarım üzüntüden değil, hissettiğim huzurdandı. Sanki okuduğum tüm kelimeler acıyan kalbime melhem olmuş yaralarımı sarmıştı.

Burnumu çekerek, bu saatte çalan telefonum yüzünden kafamı kaldırdım. Komodinin üzerinde şarzda duran telefonumu elime alarak, ekranda gördüğüm isimle bir kaç saniye duraksadım. Arayan Turan'dı. Hani kalbimi inciten, zihnimi meşgul eden adam var ya. İşte o.

Telefonu açmadan önce bekledim. Acil bir durum varsa zaten ikinci kez tekrardan arardı. Eğer öyle bir durum yoksa mesajlarıma dahi cevap vermeyen adamın aramasını yanıtlamak istemiyordum. Çok geçmedi ki, arama sonlandı.

Hemen ardından tekrardan aradığında, aramayı yanıtlayarak, telefonu kulağıma yasladım. Konuşmadım. Konuşmadı. Öylece soluklarını buruk bir tebessümle dinledim. Yeri geldi onu hayal ettim, yeri geldi iç çekişleri yüzünden gözlerimi sıkıca kapattım.

Söylesene sevdiğim, nedir bizi bu denli ayıran? Yada hiç birleştiremeyen?

"Nasılsın?"

Necəsən demedi. Nasılsın diyerek aylar sonra ilk konuşmayı yaptı. Bu kez kalbimin kalbinden kilometrelerce uzak olduğunu hissettim. Oysa ben böyle olacağını hiç düşünmemiştim.

"Çok şükür iyiyim. Sen nasılsın?"

Bir iç çekiş daha. "Elhamdulillah iyi olmaya çalışıyoruz diyelim." Görmeyeceğini bile bile baş salladım.

"Gecenin bu saatinde neden aradın?"

"Gecenin bu saatinde neden uyanıksın?"

Aynı anda konuşmamız sonucu ilk bir kaç saniye sustuk. Bizim susmamıza cevaben, yağmur daha şiddetli yağmaya başladı.

"Aysu..."

"Dinliyorum."

Bir kaç hışırtı sesi işittim. Uzanmış olmalıydı. "Neden ağlıyorsun?" Günler sonrası bunu sorması beni şaşırtmıştı. Çünkü böyle bir soru soracağını hiç düşünmemiştim.

Açıkta kalan camı kapatarak, koltuğa oturdum. "Gecenin bu saatinde bunu sormak için mi aradın?"

"Evet."

"Turan sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

Ne demek istediğimi anlamamış olacak ki, "Ne alaka?" diyerek sordu.

"Ya sen beni aylardır aramıyorsun, mesajlarıma bile cevap vermiyorsun! Sanki ben yokmuşum gibi davranıyorsun! Şimdi gelmiş neden ağladığımı mı soruyorsun?"

Konuşmadı. Çünkü haklıydım. Oysa ben bu konuda haklı olmak istemezdim.

"Turan." Derin bir nefes alarak, sakinleşmeye çalıştım. "Bak orada neler yaşıyorsun, psikolojin ne durumda bilmiyorum ama zaten psikolojisi berbat bir halde olan benden ne istiyorsun? Niye tüm duygularımla oynuyorsun? Neden bu kadar karışıksın?"

"Karışık olan ben değilim."

"Kim o zaman! Sen değilsen, kim?"

"Bak. Tartışmak için aramadım seni."

Omuzlarım çökerken, "Sen zaten beni hiç aramıyorsun ki? Ne halde olduğumu, nasıl olduğumu bile bilmiyorsun." dedim çaresizce.

"Bilmediğimi sana düşündüren ne?"

"Akılsız ve aptal olman." dedim bir şeyleri ima ederek.

İmamı anlamış olacak ki, "Unutmadım. Hem insan ilklerini unutmaz. Unutamaz." dedi.

"Ama kalbini kırıp, onu incitebilir. Onu hiç var olmamış gibi yok sayabilir. Öyle değil mi?"

Derin bir nefes alışını, ardından sesli bir şekilde verişini duydum. "Seni yok saymıyorum. Sadece–" diyerek aniden durdu. Çünkü o bile cümlesinin devamını getiremiyordu. Yada bilmiyordu.

"Sadece beni görmezden gelmen işine geliyor. Anlıyorum." Hep olduğu gibi.

"Kafanda kurup durma Aysu. Bilmediğin ve zoruma giden şeyler var."

Ayaklarımı kendime çekerek, çenemi dizimin üzerine koydum. "Anlat o zaman. Anlat ki, anlayayım. Sonuçta filmlerde ki ve ya kitablarda ki gibi esrarengiz büyülere sahip birisi değilim."

"Anlatamam."

"O zaman benden sendeki bu karmakarışıklığı anlamamı bekleme. Çünkü ben de bir insanım ve bir yerden sonra yoruluyorum."

Sustu. Aylardır hep yaptığı gibi beni sesinden mahrum bıraktı.

"Bana olan sevgin seni yoruyor mu?"

Burnumu çekerek, başımı yan yatırdım. "Beni sen yoruyorsun, sevgin değil."

"Özür dilerim." Öyle dolu dolu, öyle içten söylediki bu cümleyi, görende bana karşı affedilemez bir hata işledi sanır. Belkide işlemiştir.

"Neden özür diledin?" Sesim sert ama alacağım cevaptan korktuğum için titrek çıkmıştı.

"Seni kırdığım ve üzdüğüm için."

Sol gözümden akan damlayla, "Hâlâ üzüyorsun. Ve muhtemelen buna devam edeceksin." dedim zorlukla.

"Neye?"

Sevdiğim sen çok mu salaksın yoksa lafı dolandırmaya mı çalışıyorsun?

"Hiçbir şeye Turan, hiçbir şeye."

Aradan geçen sessiz saniylere İnci'min ağlaması eşlik etti. Yerimden kalkarak odaya giderken, "Eğer başka bir şey yoksa kapatıyorum?" diye sordum.

"Kapatma! Biraz böyle kalsın."

Sorgulamadım. Çünkü her ne olursa olsun buna benim de ihtiyacım vardı. Ona kırgındım ama seviyordum. Beni incitiyordu ama varlığı hâlâ huzurum.

İnci'mi kucağıma alırken, telefonu yatağa attım. "Şimşekten mi korktun sen?" diyerek kucağıma aldığım kızıma sordum.

Elinin tersiyle gözyaşlarını silerek, "Vet! İmşek tum." dedi nazlanan ifadeyle.

"Çok mu korktun?"

"Vet. Çok!"

Kaşlarım kalkarken, "Yaa! Ne yapsak ki, acaba korkun geçsin diye." diyerek ona baktım. Bana masum bir ifadeyle bakarken, "Babanla konuşmak ister misin? Belki korkun geçer." diyerek sordum.

Hızla başını sallayarak, "Vet, bam!" dedi. Yatağa geçmeden önce battaniyesini ve peluş ayıcığını alarak yatağa uzattım. Üzerimdeki elbiseyi ve eşarbı çıkararak koltuğun üzerine koydum. Ardından yatağa yatarak, telefonu aramıza koydum. Turan'ın sesini daha rahat duymamız için sesini hoparlöre aldım.

"Atanın gözəli.." (Babasının güzeli..)

Dudaklarım oluşan buruk tebessümle, sesi algılamaya çalışan İnci'ye baktım. Etrafa şaşkınca bakıyor, sanki buradaymış gibi Turan'ı arıyordu.

"Baba telefonda.."

Başını aramızda kalan telefona çevirirken, "Bam?" diyerek sorguladı.

"Haycan."

"İmşek tum bam! Çok."

"Can!"

İnci hemen babasına nazlanmaya başlarken, ben onları dinliyordum. İnci'nin rahatça babasıyla konuşması, ona hiç çekinmeden nazlanması, yada ne bileyim böyle olmaları içimdeki küçücük kız çocuğunu fazlasıyla mutlu ediyor ve heyecanlandırıyordu. Öyle ki, dişlerimi alt dudağıma geçirmiş heyecanla onları dinliyordum.

Çünkü bir babanın, kız çocuğuna olan yaklaşımı beni fazlasıyla meraklandırıyordu.

"Xanım qızım bəsdi bu qədər güldük. İndi yatmaq vaxtıdı." (Hanım kızım yeter bu kadar güldük. Şimdi uyku zamanı.)

İnci'm hemen gözlerini kapatırken, çok geçmeden kendini uykuya teslim etmişti. Onunla beraber ben de gözlerimi kapatarak, hem İnci'min hem de kalbimin serzenişi olan adamın soluklarını dinleyerek, aylar sonra gerçek bir uykuya daldım.

&&&

Biraz buruk, biraz heyecam verici, biraz kırıcı ama fazlasıyla gerçek olan bir bölümü okudunuz.

Bu bölüm biz biraz daha Aysu'yu anlamaya ve onunla aynı duyguları bölüşmeye başladık. Gönül isterdi ki, daha fazla yazayım ama sizi bekletmek istemedim.

Sizden bir ricam var. Hiçbir olayı bilmeden birini yargılamayın. Bu kitap bile olsa bu gibi durumlarla gerçekte de karşılaşıyoruz. Sizden isteğim Turan'ı linç etmeyin. Çünkü henüz tam anlamıyla neler olduğunu bilmiyoruz.

Sizleri seviyorum. Allah'a emanetsiniz...

Seguir leyendo

También te gustarán

GELECEK Por VeraHare

Ficción General

130K 6.5K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
ZEMHERİ Por yudumsucan

Ficción General

118K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
4.5M 269K 83
Her şey; aslında bütün aile fertlerinin yapmak isteyip de yapamadığı, ailenin küçük oğlu Murat ve eşi Nalan'ın isyanıyla aile apartmanını terkedip, o...
Kayıp Parça Por Rabikce

Ficción General

103K 8.1K 15
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...