KEMİKLER MİRASI

By Onemacikgoz

260K 18.5K 17.4K

Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa so... More

Manifesto ve Birinci Bölüm: Tecrit
İkinci Bölüm: Sigara
Üçüncü Bölüm: Ejderha
Dördüncü Bölüm: Kargaşa Adamı
Beşinci Bölüm: Sahte Özgürlük
Yedinci Bölüm: Anlaşma
Sekizinci Bölüm: Günahkâr
Dokuzuncu Bölüm: Kırmızı
Onuncu Bölüm: Beyaz Tavşan
On Birinci Bölüm: Küçük Günah
On İkinci Bölüm: İsyanın Tadı
On Üçüncü Bölüm: Madalyon
On Dördüncü Bölüm: Yedi
On Beşinci Bölüm: İki Tür Kötü Adam
On Altıncı Bölüm: İhanet
On Yedinci Bölüm: Kan ya da Altın
On Sekizinci Bölüm: Kanunsuzlar
On Dokunuzcu Bölüm: Bizim Dünyamız
Yirminci Bölüm: Kral ve Kraliçe
Yirmi Birinci Bölüm: İntikam
Yirmi İkinci Bölüm: Aşık Bir Canavar
Yirmi Üçüncü Bölüm: Cehennem Kapıları
Yirmi Dördüncü Bölüm: Savaş
Yirmi Beşinci Bölüm Final: Yolun Sonuna Kadar

Altıncı Bölüm: Tatlı Düşman

8.2K 744 511
By Onemacikgoz

Hellooo!

Nabersiniz aşklarım, umarım hepiniz çok iyisinizdir.

Tatlı yalancının, tatlı düşman haline geleceği altıncı bölüme başlıyoruz ((:: Arzu ve nefretin savaşına start verdik akjsdhas

Bu hafta çookk fazla yeni asiler katıldı ailemize, hepinize tekrar hoş geldiniz demek istiyorum. Uzun, karanlık ama çok zevkli bir sürüşe çıkıyoruz beraber. Logan savaş istiyor ama yakında isteyeceği başka bir şey, bir kişi... olacak. Rebel ise o savaşı elleriyle ona teslim edebilecek kadın. Ama... Kızımızın epey sarsıcı bir sırrı var, ejderha dövmesini hiç unutmayın olur mu ((:::

Sınırımıza devam edelim bence 30 oy 50 yorum ve geçen bölüm sınırı geçmemize yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Oylar ve yorumlarla bana destek olmayı unutmayın lütfen. ♥️

O zaman sizi bölüme alıyorum.

Keyifli sürüşler ehehhe

Altıncı Bölüm
"Tatlı Düşman"

🐉


Sıçrayarak uyandım.

Gözlerimi açtığımda Logan'ın sürücü koltuğundan bana doğru uzanıp omzumu sarstığını gördüm.

Ağzımın kenarındaki kurumuş salyayı silerek aceleyle doğruldum. Lanet olsun. Gerçekten uyuyakalmıştım.

"Neredeyiz?" diye sordum park ettiğimiz, terk edilmiş gibi görünen benzinliğe bakarken. Etrafta ne trafik ışıkları ne de yaya yolları, hiçbir şey yoktu. Sadece ince gövdeli uzun ağaçların çevrelediği dar bir asfalt yol. Güneş batmak üzereydi. Benzin deposu öncekinden dolu görünüyordu ve bu da bir süre önce yine durduğumuz ama kahrolası uykumdan uyanmadığım anlamına geliyordu.

Logan bir elini dağınık ve son derece boyalı saçlarından geçirirken iç çekti. "Bir süre güvende olacağın bir bölgedeyiz."

Dik dik suratına baktım. "Peki bu güvenli bölge neresi Logan?"

"Ottalane."

Keskin bir nefes aldım.

Mahşer Sürüsü Yedi'nin bölgesindeydik. Rütbeleri ve babamın kulübü Boynuzlu Yılanlar'la olan üstü barış anlaşmalarıyla örtülmüş düşmanlıkları bir yana, bu kasaba, yerlilerinin kulübe olan sadakati ile biliniyordu.

Daha önce hiç bizzat gelmemiştim ama Sonya, kulüp ve kasabayla ilgili bana bilmem gerekenleri anlatmıştı. Beş Halka'nın motosiklet kulüplerinin arasına sızan diğer tüm kızlarımın yaptığı gibi. Tanrım. Onları özlemiştim. Onları aramak istiyordum, onları bulmak iyi olduklarından emin olmak istiyordum ama her şeyi riske atmışken, tamamen açığa çıkmışken onları tehlikeye atmaktan korkuyordum.

Logan'ı dostlarım mı yollamıştı? Bu yolculuğun sonunda beni bekleyen onlar mıydı?

"Neden beni yanında sürüklüyorsun? Güvenli bölgede olmak falan istemiyorum, beni hapishaneden çıkardın, şimdi kimle anlaştığını söyle, beni ona götür ve hayatımdan siktir olup git," diye hırladım.

Kendini bir anda koltuğundan ittirip üzerime doğru uzandığında arabanın kapısına yapıştım. Çenemi sertçe tuttu ve gözlerine bakmam için zorladı. Ağzını açtı sonra söyleyeceği her neyse ondan vazgeçti. "Aç mısın?"

"Hayır."

Açtım hem de kurt gibi.

Başını iki yana sallarken benden uzaklaştı. O kaba tutuşun yokluğunu bedenimin her yerinde hissettiğim için kendimden nefret ettim.

Anahtarı çıkardı, arabadan hızla indi ve kapıyı çarparak kapattı. Diğer tarafa dolanırken yumruğunun kenarıyla cama vurdu, "Uslu dur," derken camın ardındaki sesi boğuk geliyordu.

İri bedeninin ve sıkı kalçalarıyla, kaslı bacaklarını saran pantolonunun görüş alanımdan çıkıp markete girişini izledim. Kalp atışlarımın beni yavaşlatmasına izin vermeden yavaşça kapıyı açtım. Çıplak ayaklarımla güneşten ısınmış zemine bastım. Kapıyı ses çıkarmamaya gayret ederek itip, yere eğildim.

Yola çıkıp bir arabayı durdurmayı bekleyemezdim. Bu halde, nereye gideceğimi bilmediğim bir ormanda koşamazdım. Neredeyse dizlerimin üzerinde sürünerek kamyonetin arkasına geçtim ve nefeslerimi düzene sokmaya çalışarak soluklandım.

Düşün Rebel, düşün.

Bir araba yaklaştı ama durmadan benzinliği geçip gitti. İçimden küfrederken saniyeler sonra bir motor yolun kenarındaki cepte durdu. Siyah bir racing. Telefonunu çıkarıp sağına soluna baktı ve benzinliğe girdiğinde göğsümde bir heyecan dalgası yükseldi. Racingleri sevmezdim. Sesinden, hızından, hissinden hoşlanmazdım. Hiçbiri benim bebeğim gibi bacaklarımın arasında motorunun gücünü hissettirerek kükreyemezdi.

Doğruldum ve marketin kapısına hızlı bir bakış atarak, kamyonetin arkasında bir şey arıyormuş gibi yaptım.

Motorcu yanaştı, motordan indi, kaskını çıkardı. Başka bir dalgayla neredeyse kahkaha atacaktım, anahtarı motorun üstünde bırakmıştı. Turistler...

O da Logan'ın arkasından markete girdiğinde hızla motorun yanına koştum, kaskı elime aldım ama kıçımı yerleştirip öne uzandığımda dengede durmakta zorlandım. Benim boyum için hiç uygun değildi.

Kaskı başıma geçiremeden bir çift, kısmen tanıdık gürültüyle tüylerim diken diken oldu. Bedenim bu seslere her zaman garip bir haz ve heyecanla tepki verirdi. Çıplak ayaklarım gürültüyle, iki canavarın asfaltı yumruklayışıyla titredi. Harley motosikletler geçip gitmedi, benzinliğe girdiklerinde ve arkamdan yaklaşmaya başladıklarında heyecanım korkuya dönüştü.

Aynadan bir Fat Boy'a bir de Road King'e bakıyordum. Yamalarını okuyamadığım deri yelekli, Ray-Ban gözlüklü, gidonları dünyayı ellerinin arasında tutuyormuş gibi kavrayan iki adam...

Ottalane'deydim ve onların kim olduklarını gayet iyi biliyordum. Logan'ın Mahşer Sürüsü'nden olduğu artık açıktı. Ona eskortluk etmek için gelmişlerdi. Neden?

Bir hız motorunun üstünde oturan, bir erkek gömleğinden başka hiçbir şey giymeyen bir kadın ne kadar az dikkat çekerdi bilmiyordum ama kendimi bir deve kuşu gibi hissederek, gözlerimi aynadaki yansımalarından ayırmadan kaskımı taktım.

Gidonları tuttum, kontağı çevirdim ve racing'in canlanmasıyla sanki o sesi bastırabilecekmiş gibi gözlerimi kapattım.

Öne eğildim bir ayağım ayaklıkta diğeri yerde hazırda bekliyordu.

Son bir kez aynaya baktım.

"Siktir."

Adamlardan biri gözlüğünü indirmiş elleri belinde, gözlerini kısarak bu mesafeden bile anlayabildiğim bir şüpheyle bana bakıyordu.

"Motorumdan hemen in!"

Başımı kaldırıp bağırışın geldiği yöne baktım. Az önceki motorcu kıpkırmızı olmuş bir suratla bana doğru koşarken arkasındaki kapı bir hışımla açıldı.

Logan marketten hızla çıktı önce kamyonete sonra da dosdoğru bana baktı. Genişleyen burun delikleri, kasılan çenesi ve boynunda atan damar eğer beni yakalarsa olabileceklerin bir ön gösterimiydi.

Elindeki poşetleri yere fırlattığında arkamda da bir hareketlenme olduğunu biliyordum ama bakmaya cesaret edemedim.

Logan bana doğru değil kamyonete doğru koşmaya başladığında gazı kökledim. Motorcu bana ulaşamadan yanından geçip gittim. Benzinlikten ayrılırken kamyonetin içindeki Logan'la göz göze geldim. Gülümseyip ona orta parmağımı gösterdiğimde telefonu kulağına dayamıştı. Dudakları hareket ediyordu. Son gördüğüm ağzının kenarındaki çarpık kıvrımdı. Yola çıktığımda kaşlarım çatık bir halde vizörü indirdim.

Bana yabancı bir kasabada, az önce atlattığım adamların avuçlarının içinde yaşayan bir kasabada amaçsızca ve her saniye artan bir süratle sürüyordum. Yollar kısmen boştu nereye gideceğimi, kime gideceğimi, nereye sığınacağımı bilmiyordum. İki senedir vücudumda hissedemediğim rüzgâr, damarlarımda tutkuyla dolaşan adrenalin göğsümde biriken korkuyu bir parça yatıştırsa da gidonlardaki parmaklarım titriyordu.

Logan'la anlaşmam ne olursa olsun beni Mahşer Sürüsü'ne götürmesine izin veremezdim. Eğer onu peşime takan dostlarımsa, onları bir şekilde kendim de bulabilirdim o adama hiçbir borcum yoktu. Logan'ı Damgrave'a yollayan düşmanlarım değilse bile... Mahşer Sürüsü'nün arasına adım attığım an kulaklarına gidecekti. Fedakârlıklarımı yakalanmak için yapmamıştım. Kaybettiklerimin bedelini, tekrar ve tekrar yenilerek ödeyemezdim. Eğer beni ele geçirirlerse, bu sefer kendi hayatımdan daha fazla şey tehlikede olurdu ve buna izin veremezdim.

Görüş alanımda silikleşen ağaçları, arabaları ve benimle birlikte kayan gökyüzünü izledim. Özgürdüm. Tanrım. Özgürdüm.

Bunu beklememiştim. Umut da etmemiştim, hayal kurmak için kendime bir an bile izin vermemiştim ama şimdi... Kanımda bir kin, karnımda yakıcı bir güç, kalbim de ise varlığından zevk aldığım karanlık bir intikam açlığı vardı.

Aynalara baktığımda arkamda kimseyi göremedim ama rahatlamak için erkendi. Bana yetişemedilerse bile pes etmeyeceklerini biliyordum. Logan istediği her neyse, benden alana kadar peşimi bırakmayacaktı.

Kasabanın yüksek binaları, bir yokuşla alçalan ve gittikçe genişleyen yolun sonunda görünmeye başladı. Sağımda bir dağ sırası ve solumda Ottalane'in batı yakasının manzarasını gösteren bir uçurum vardı.

Dört yol ağzında tırlar ve kamyonetlerle vızır vızır akan trafiği gördüğümde bir küfür tıslayarak mecburen yavaşladım. Aynada kimseyi göremiyordum. Trafik lambalarında durduğumda yere koyduğum ayağımla gergin bir ritim tutuyordum. İzimi tamamen kaybettirdiğime emin olana kadar kasaba merkezine girmeden, sakin bir yer ve bir telefon bulmalıydım.

Sinirle dudaklarımı dişledim. Kimi arayacağımı bile bilmiyordum ki. Cebimde ne para ne de kimlik vardı. Kahretsin bir cebim bile yoktu ve doğru ya, bir kimliğim olamazdı çünkü herkes benim öldüğümü sanıyordu.

Aynı tanıdık iki gürültü kaskın içine kadar yankılandığında damarlarıma pompalanan panikle karşı yola baktım. İki Harley ve ortalarında kamyonetin içinde başını koltuğuna yaslamış, güneşli bir günde turlamaya çıkmış bir adamın rahatlığıyla Logan...

Sikeyim. Karşıma geçmeyi, yolumu kesmeyi nasıl başarmışlardı?

Işık yandığında ne yöne gidersem gideyim beni enseleyebilirlerdi, hızıma yetişemezlerdi ama ben de sonsuza kadar bu lanet motoru süremezdim.

Altımdaki motorla dağ yolunun engebeli patikalarına girmek intihar olurdu ama başka şansım yoktu.

Sarı ışık yandı. Yanımdaki arabaların önlerine geçerek sağa doğru sürdüm. Kornalar çalarken hızımı biraz artırdım. Logan'ın beni izlediğini ve o tarafa yöneleceğime kandığını varsayıyordum.

Yeşil ışık yandı. Frene bastım ve ön tekere kalkarken motorun kıçını ona küfredercesine Logan'ın tarafına döndürdüm. Arka teker yere indiğinde gaza yüklendim ve dağ yoluna girdim. Suratımdaki hafif sırıtışın solması uzun sürmedi çünkü bu mimiğin gerçek anlamını uzun süre önce unutmuştum.

Çakıl taşlarıyla dolu patikadan canıma susamış gibi bir hızla geçmek tek çaremdi. Ve ben de öyle yaptım. Arkamda bıraktığım kargaşaya bakmadım. Düz bir yol bulana kadar ağaçların ve tuzak gibi beni bekleyen çukurlarla, çalıların arasında sürdüm.

Ormanı yarıp geçen başka bir asfalt önümde belirdiğinde sarsılarak yola girdim. Hızla yaklaştığım iki yol ayrımının hangi cehenneme gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama boğazımda çaresiz bir çığlık birikirken bir seçim yapıp başımın çaresine bakmam gerekiyordu.

Aklımda amcamın yüzü dönüp duruyordu. Babam, Darius Don Viperan'ın sırdaşı, Boynuzlu Yılanlar'ın Çavuş'u Blake Viperan'ın yüzü... Ona güvenebilir miydim, onu arayabilir miyim? Tanrım, kafamı toplamam gerekiyordu.

Çatallanan yola yaklaştığımda kaşlarımı çattım. Uzun ağaçların batan güneşin ışıklarının tamamen önünü kapattığı, grinin turunculuğu bastırıp nefes kesici bir karartı yarattığı ormanda o ışıkları görüyordum. Sabit bir ritimle neredeyse eş zamanlı gürleyen motorların sesini duyuyordum...

Lanet olsun!

İki yolda da etten ve metalden bir duvar vardı. Chopper'lar yan yana dizilmiş önümü kapatmıştı. Mesaj çok açık ve netti. Burası onların bölgesiydi ve Logan'ın arabaya koştuğunda telefonla konuşurken neden sırıttığını artık biliyordum.

Siktir. Siktir!

Burnumdan öfkeli bir soluk verdim. Ve yavaşlamak yerine motorla aynı anda hırlayarak gazı kökledim. Çekilmelerini bekledim. Çekilmelilerdi yoksa ya çarpışacaktık ya da birini ezip geçecektim.

Rüzgâr saçlarımı savurdu, kıyafetimin içine işledi, motora doğru iyice kapandım, karnımla metal arasında hiç boşluk yoktu.

Çekilmediler aralarından bazıları başlarını çevirip birbirilerine baktı ama geri adım atmadılar bir lanet bacak bile kıpırdamadı.

Yenilgiden, pes etmekten, zayıf görünmekten nefret ediyordum ama Helbarvest'in her bölgesinde bir kuralın baki olduğunu biliyordum. Bulunduğunuz bölgenin kulübünün ağına takıldıysanız, istediğiniz kadar çırpının onlar istemeden dışarıya tek bir adım dahi atamazdınız. Özellikle Boynuzlu Yılanlar ve Mahşer Sürüsü... Sizi izler, sizi avlar, sizi er ya da geç yakalarlardı.

Burun buruna gelmeden yavaşladım. Ve kendini beğenmiş pislikler motosikletlerine yaslanmış sırıtırken tam önlerinde durdum. Gözlerim hemen deri yeleklerindeki yamalara gitti. Hiçbiri rütbeli değildi.

Kaskımı çıkardığımda aç gözleri arsızca vücudumda dolaştı ama sanki gökten bir emir inmiş gibi hiçbiri tek kelime etmedi.

Arkamdaki sanki bana işkence etmek istiyormuş gibi yavaşça yaklaşan tehlikenin sesini çoktan duymuştum.

Kamyonet sustu. Kapının çarpışı kemiklerimde dolaştı. Botlar asfaltı dövdü.

Sırtımda, bacaklarımda ve kalçalarımda bakışlarının yoğunluğunu sezebiliyordum. Yakınlığı ciğerlerimdeki nefesi söküp almakla tehdit ediyor, bana odaklanan dikkati yerimde kıpırdanmama sebep oluyordu.

Karşımdaki sürü başlarını sallayıp tek lanet kelime etmeden motosikletlerine atlayıp dağıldığında kalbim de bana ihanet ediyordu. Bir emir ve sorgulanmadan gelen bir onay. Hayır Logan sadece rütbeli bir kulüp üyesi olamazdı.

Hayır. Hayır. Hayır.

Gölgesi üzerime düştü. Bana tepeden bakıyordu, bana aramızdaki beden gücü ve cüsse farkıyla sataşıyordu. Benimle; varlığının tenimi ürperttiğini biliyormuşçasına hafifçe eğilip saçlarımın arkasına üflediği sıcak nefesiyle alay ediyordu.

Saçımı bir omzuma atıp kulağıma eğildiğinde, kıyafetleri kalçama ve tek bacağıma sürtünüyordu. Dokunuşundan kaçmaya çabalasam da beni vahşi bir hayvanmışım gibi sabit tutmak için çenemi kavradı.

"Gözlerime bak."

Çenemi kaldırmaya çalıştı ama dişlerimi sıkıp karşımdaki yolu izlemeyi tercih ettim.

"İkinci defa söylemek zorunda kalırsam bu kadar kibar davranmayacağım." Derin ve hırıltılı sesi, içimde bir yerlerde bir ateşi körükledi. Sessizdi ama sesinin tonu, dilinin keskinliği kulağımın dibinde kükremeyle aynı etkiyi yaratıyordu.

Elimi çenemdeki bileğine doladım ve tırnaklarımı geçirirken gözlerimi yüzüne kaydırdım.

Siyah lensler ve ilgisiz bakışlarla değil; soluğumu kesen buz gibi viski rengi gözlerin kararmış ifadesiyle karşılaştım. Gözlerine bakmak istemiyordum ama şimdi bakışlarımı başka bir yere çeviremiyordum. Piç kurusu. Kehribar, güneş ışığının altındaki viski ve sıvı altın... O göz rengi birçok zenginliği aynı zamanda da soğuk ölüm kadar sinsi bir tehlikeyi barındırıyordu.

Tanrım. Kime baktığımı biliyordum. Aniden Damgrave'deki o oyuncu hergele kaybolmuştu. Maskesini tamamen çıkarmıştı. Kandırılmış hissediyordum. Beni hapishaneden kurtarmıştı ama bunu dürüstlükle yapmamıştı.

Memnun bir şekilde dudaklarımı ve özellikle dudağımın üstündeki beni izledi.

"Sen anlaşmalarına böyle mi sadakat gösteriyorsun?"

Dilimi dudaklarımda dolaştırdım ve gülümsedim. "Sana hiçbir sadakat borcum yok," dedim ve o ağzımı izlerken boynumu büktüm. "Sin."

Onun ismini anmak şeytanı uyandırmak gibi bir şeydi. Dilimden döküldüğü an karanlıkla yutulmuştum sanki. Dudaklarında beliren tatmin dolu kıvrımsa ortaya attığım ismi doğrulamıştı. Kulüp üyeleri nadiren gerçek isimleriyle tanınırdı, onun gibi çoğunluğu lakaplarının gölgesiyle beraber yürürdü.

O Mahşer Sürüsü Yedi'nin Başkanı'ydı. Helbarvest'te herkesin Sin Gowan'dan ödü kopardı. Babam Don Viperan hâlâ tanıdığım en tehlikeli ve en psikopat adamdı ama Sin çok başka bir dünyanın çukurunda kavrulmuştu. O yer yüzündeki cehennemin kapılarını tutuyordu. Ne kadar düzenbaz, kurnaz ve akıllı olduğunu biliyordum, Helbarvest'te kimse kulübünün gizli işlerinden haberdar değilken ben neler yaptığını pek çok kişiden daha fazla biliyordum. Tıpkı diğer kulüplerin sırlarını bildiğim gibi. Bu sırların bana nelere mâl olduğu ise başka bir meseleydi.

"Bundan bu kadar zevk almamalıyım," dedi, "Ama alıyorum."

Çenemi sıkı tutuşundan kurtarmaya çalışarak hırladım. "Neden?"

"O tatlı, küçük ve son derece yalancı diline doladığın ismimden."

Ondan nefret ediyordum, çarpık konuşmalarından da...

"Sen hasta herifin tekisin," diye tısladım.

Cık cık etti. "Henüz hiçbir şey görmedin bebeğim."

Hızını takip edemedim ve elindeki bıçağı daha önce fark etmediğim için kendime lanet ettim. Pat, diye alçak bir ses duyuldu ve motor altımda sallanıp dengemi kaybetmeme sebep oldu.

Tekeri patlatmıştı. Bana öfkesinin yol açabileceği yıkımın ne kadar yakınımda olduğunu gösteriyordu. Ve ben hınçla, inatla ona bakmaya devam ediyordum.

"İn."

Kısık, boğuk bir sesle tek bir emir. İtaat etmek canımı resmen fiziksel olarak yakacaktı ama zaten eninde sonunda inmem gerekecekti. Bacağımı kaldırıp tekeri patlak motordan inerken diğer iki adamla aramda duruyordu.

Döndüğüm an üzerime yürüdü ama geri adım atmadım. Kollarını iki yana açtı ve arkasındaki adamlardan biri kıkırdadı. "Ottalane'e hoş geldin tatlı yalancı."



Boynuzlu Yılanlar'ın Başkanı ve Beş Halka'nın kansız lideri Don Viperan beni Ottalane ve Carltown sınırında bir görüşmeye çağırdığında ve çok az insanın bildiği Sorgucu mesleğimi yüzüme vurduğunda sadece onun yakın bir zamanda elimden gelecek ölümünün biraz daha fazla acılı olacağını düşünmüştüm. Damgrave'e girmemi ve Alex Cordali adındaki kadını çıkarıp ona teslim etmemi söylediğinde ona siktiri çekmiştim. Sonra telefonunu çıkarmıştı ve bir yatağa bağlanmış Layla'nın videosunu göstermişti. Ya iki ay sonra gerçekleştireceğimiz bir takas anlaşması yapacaktık ya da Layla'yı gözünü kırpmadan öldürecekti. Onu oracıkta gebertebilirdim ama bu savaş çıkarmak olurdu ve her ne kadar kanlı bir savaşı iple çeksem de aptal değildim. Don Viperan'a karşı kazanabilirdim ama Beş Halka'nın kurallarını yıkarsam diğer kulüpler yılanların tarafını tutardı ve sonunda büyük kayıplar verirdim.

Anlaşmayı kabul edip, motosikletimde ejderha logosunu bulduğum an o kadından nefret etmiştim.

Kamyonetimde için için bir öfkeyle yanan kıvırcık saçlı, kocaman yeşil gözleri olan küçük canavara baktım.

O bambaşka bir şeydi ve bunu hiç beklemiyordum.

Dövmeleri, yaraları, acıları, yetenekleri ve sırları... Bu kadının derinlerine inmek, her bir sivri köşesini keşfetmek istiyordum. Nefretim durmak bilmeden katlanıyordu çünkü daha önce hiçbir kadını onu merak ettiğim kadar merak etmemiştim. Kafasının içindeki düşüncelere bile sızmak istiyordum.

Elbette kaçmaya teşebbüs edecekti onu Damgrave'den çıkardığım andan beri tahmin edebiliyordum.

Ottalane benim bölgem, benim cehennemimdi. Ben istemeden kasabadan adımını atamaz benim haberim olmadan bir sokak lambasının bile yanından geçemezdi ama neler yapabileceğini görmek için ona zaman tanımıştım.

O da adamlarıma, kasabaya ve bana, sikik bir gösteri sunmuştu. Mahşer Sürüsü kulüp evinin sokağına dönerken direksiyonu daha sıkı kavradım. Spor motosikletin üstünde cehennemden henüz fırlamış bir ateş gibiydi, dayanılmaz ve neredeyse yıkıcıydı. İçten içe bir Harley Davidson'ın üzerinde nasıl görüneceğini hayal etmiştim. Öyle bir manzara karşısında kendimi tutabileceğimi sanmıyordum.

Göl kenarındaki, iki katlı, çitlerle diğer konutlardan ayrılmış, pencereleri filmli kulüp evine yaklaştığımızda ellerini çıplak bacaklarının üstünde yumruk yaptı.

Motosikletler arazinin toprak yoluna park edilmişti. Evin verandasında ve bahçesindeki uzun masalarda biralar tokuşturuluyor, garajın içinden bangır bangır bir Guns N' Roses parçası yükseliyordu. Barbekü hazırlığı yapılıyordu ama onlara bir sürprizim vardı. Neredeyse 1.60'lık vahşi bir kedi kadar ayarsız bir sürpriz.

Arabayı park ettiğimde bira şişelerinin bana doğru selamlarcasına kalktığını gördüm. Kardeşim Dez ve sürünün Çavuş'u Seth motosikletlerinden indiler.

Sahte Alex'in gözleri etrafı hızla tarıyor, çenesi gittikçe kasılıyor ve burun delikleri genişliyordu. Yabancı bir yerde olduğu için değil de, hayat tarzımıza ve yüzlerimize karşı başka bir öfke beslediğini düşünüyordum. Ama sebebini bilmiyordum. Bu kadınla ilgili tek bir bok bile bilmiyordum.

"Bana bir isim ver de seni düzgünce insanlara tanıtayım," diye buyurdum, bu bir rica değildi.

"Bana özgürlüğümü şimdi ver ve kimseye tanıtmak zorunda kalma."

Gözlerimi kıstım ve sonunda zorluk çıkarmasının, bana saldırmaya çalışmasının hiçbir anlamı olmadığı yerde gerçekler ağzımdan dökülürken merhametsiz bir keyif aldım. "İki ay tatlı yalancı. Seni teslim etmek için iki ayım var, seni elimde ve istediğim yerde tutabileceğim koskoca iki ay. Ya kolay yoldan senden istediğim her şeyi bana verirsin ve yoluna gidersin ya da bunu zor yoldan halletmek zorunda kalırız." Gözleri irileşti ve tırnaklarını çıkarmak üzereyken dudaklarım kıvrıldı. "Zor yolu her zaman daha çok sevmişimdir. Bana bu zevki tattıracak mısın gerçekten?"

Burnundan derin bir nefes alana kadar hayalet bir öfke her yerinden yayıldı sonra da metanetle, "Benden ne istiyorsun? Kim olduğumu bile bilmiyorsun," dedi.

Düşünüyormuş gibi çenemi kaşıdım. "Başlangıç olarak bana adını söyle sonra karnını doyuralım."

Benimle aynı renk kehribar rengi gözler ve annemizden aldığı siyah saçlarıyla kardeşim Dez, kamyonetin açık camına kollarını dayayıp içeri sarkıttı. Kadını arsızca baştan aşağıya süzdü ve, "Mıcır," dedi, "Küçük ama baş belası."

Sahte Alex ona ölümcül bakışlar attı. "Siktir git."

Dez'i sıçtığı boktan bile tanıyabilirdim bu yüzden sikini hiçbir vücuttan uzak tutamayan bir zampara olduğu için gözlerindeki alevleri fark etmiştim. Dişlerimi birbirine geçirdim.

"Onun kim olduğunu ve neden burada bulunduğunu bize söyleyecek misin Başkan?" diye sordu bana bakmadan kapıyı kadın için açarak.

Sahte Alex'in ayakları çıplaktı, kardeşimle ben bunu aynı anda idrak etmiştik.

Elini kadına uzattı, "Bırak da sana yardım-"

"O çıplak ayaklarla motor sürdü Dez, toprağın üstünde yürümekle baş edebileceğine eminim," diyerek kamyonetten indim, Dez'in yanından geçerken onu sadece bir kez bakışlarımla uyardım. Uyanık piç, bir kadına bir bana bakarak sırıttı ve kollarını göğsünde kavuşturmuş olan biteni her zamanki gibi sessizlikle izleyen Seth'in yanına geçti.

Mahşer Sürüsü Yedi'nin üyeleri biz yanlarından geçerken birer birer saygıyla ayağa kalktığı. Ben sadece bir Başkan değildim, Helbarvest'te zalim namıyla bilinen bir kraldım. Güveni, saygıyı ve sadakati birer birer kazanmıştım. Suratlarındaki garip ifadenin farkındaydım, başkanları daha önce hiç görmedikleri bir kadınla çıkagelmişti. Hayatımda bir kere bile ne kulüp evimize ne de barıma bir kadın getirmemiştim.

Büyükbabamın gençliğinden beri ailenin bir parçası olan Bolin deri yeleğimi bana fırlatırken ağır ağır gülümsedi. "Eve hoş geldin kardeşim."

Yeleği üzerime geçirirken Bolin'in yaşlı gözleri yanımdaki, herkese düşmancıl bakışlar atan kadına kaydı.

"Ruslar?" diye sordum.

Bolin omuz silkti. "Kargoyu Ivar'a teslim ettikten sonra meclise rapor verdik."

Ivar Ogarkov, Rus mafyası Bratva'nın Helbarvest'teki alt örgütleri için çalışan bir aracıydı. Uzun yıllardır silah ticareti yapıyorduk, İskelet Meclisi'nden bize gelen bir müşteriydi. Beş Halka'nın her kulübünün şahsi ve daha büyük müşterileri vardı ama kendi aramızda kararlaştırdığımız işleri bölüşür, sistemi bozmadan rapor verirdik. Faydalarını yok sayamazdım, aramızdaki barışa yardımcı oluyor daha çok ve daha güvenli para kazanmamızı sağlıyordu ama birilerinden emir ve onay alıp barış ortamında yaşamak sikimde bile değildi. Ben yalnızca zamanım gelene kadar sabrediyordum.

Tatlı yalancımın kulaklarını bir tilki gibi dikmiş her bir fısıltıya tanık olmak için dikkatle dinlediğini bilincindeydim. "Ödemeyi aldığınızı varsayıyorum?"

Kulübün mali işlerinden sorumlu, otuz beş yıllık hayatımda tanıdığım en zeki şerefsiz ıslık çaldı. Bir elinde viskiyle dolu bir matara vardı, göz altları mordu çünkü Tanrı size üstün yetenekler verirse, bunun mutlaka bir bedeli olurdu.

"O paranın üstünde yatağında olduğundan daha rahat bir şekilde sevişebilirsin Başkan."

Dez kahkahayı patlattı. Ben sevişmezdim. Hiçbir kasımda, hiçbir kemiğimde dürtülerimin hiçbirinde o kadar yumuşak bir yan yoktu.

"Ağzını topla Cooper amca."

İşte oradaydı. Sarı saçlardan oluşan bir fırtına, Bolin'in karısı Liena'nın elinden kurtulup bana çarptığında onu hemen kucağıma aldım.

Cooper, "Üzgünüm Wren, bir daha olmayacak," diye mırıldanırken, tanıdığım en harika kız çocuğu çoktan cılız kollarını boynuma dolamıştı.

"Sen yokken burası çok sıkıcı oluyor," dedi Wren burnunu kırıştırıp, "Benimle oynamaktan bile ödleri kopuyor. Dez amcama garajda ona yardım etmek istediğimi söyledim. Duymadığımı sandı ama ben duydum. Bacaklarını kırık değilken daha çok sev-"

"Wren..."

Sessiz uyarımla beraber çocuksu bir tavırla iç geçirdi. Saçlarını gözlerinin önünden çekerek başının üstünü öptüm, yanağındaki derin yarayı görmezden gelmeyi seçtim. Bakamıyordum bile. O hiddeti ve acıyı atlatabilmek mümkün değildi.

Wren kollarımdayken, ikimizin de üzerinde dolaşan bir çift yeşil gözün farkındaydım. Şaşkındı, yanakları kızarmıştı, eli yine, daha önce defalarca kez yaptığı gibi karnına gitti.

Wren'i sevgilim sanmıştı şimdi de kızım olduğunu düşünüyordu. O benim kızımdı, kanımdan değildi ama emanetimdi.

"Yüzüne ne oldu?"

Sahte Alex'in sorusuyla ortama bir ölüm sessizliği çöktü. Kanım buz kesti. Eğer suratındaki o ifadeyi görmeseydim patlayabilirdim. Ama görmüştüm. Hapishaneden bu yana ilk defa bomboş bakıyordu. Hissiz, duygusuz, bir kabuktan başka bir şey değil. Hoşuma gitmemişti, kadından nefret ediyor olabilirdim ama ateşi cezbediciydi. Derinlerde bir yerde o ameliyattan çok önce bir yara aldığını biliyordum.

Wren kuşkuyla kadına baktı. "Asıl sana ne oldu? Bok gibi görünüyorsun."

Hiç kimse Wren'i sözleri yüzünden azarlamadı. Çünkü kulüp o kadının kim olduğunu, neden burada olduğunu ve niçin benim kahrolası gömleğimden başka bir şey giymediğini merak ediyordu.

Sahte Alex yutkundu, gözlerini bir kere, iki kere, üst üste kırpıştırdı. Dudaklarına dişlerini geçirip Wren'e, yalnızca bu küçük kıza şefkatle gülümsedi. Dolgun dudaklarındaki tebessüm epey çatlaktı, gerçek olması için kendini çok zorluyordu ama başaramıyordu. "Ah, haklısın. Keşke senin kadar güzel görünebilseydim."

Bir yumruk, tam göğsümün ortasına. Sanki kalbim kan kaçırıyormuş gibi... Wren utangaç gülümsemesini bastırmaya çalışıp kızardığında onu kucağımdan indirdim.

Sürünün bir diğer emektarı, sakat bacağıyla topallayarak verandanın merdivenlerinden indi. O Bolin'den de yaşlıydı, neredeyse yetmişindeydi. Somurtuyordu ama bu onun için bir gülümsemeye en yakın şeydi. Gözleri benim üstümden yanımdaki ufak tefek bedene kaydığında bir duvara toslamış gibi durdu. Yüzünde gördüklerim bu inatçı pislikte daha önce hiç tanık olmadığım bir ifadeydi. Tırabzana tutundu, tuttuğu nefesini verirken bir yaprak gibi titriyordu.

Bu ne sikimdi şimdi?

Dez, "Hayalet görmüş gibisin Axel. Karın, arkasından becerdiğin sürtükler yüzünden seni de cehenneme almaya mı geldi yoksa?" diye hinlikle kıkırdarken ben yalnızca Axel ve sahte Alex'in birbirlerine kilitlenmelerini izliyordum.

Yaşlı herif sonunda yürüme becerisini hatırladığında sesi bir fısıltıdan daha alçaktı. "Şu anda bir hayalete bakıyorum."

Kadın sessiz kaldı ama çenesi ve omurgası kaskatı, bakışları endişe doluydu.

"Bu nasıl mümkün olabilir?" diye kendi kendine mırıldandı Axel, kadına biraz daha yaklaşmıştı. Bir adımla aralarına geçtiğimde beni fark etmiyordu bile. Onu baştan aşağıya tekrar ve tekrar tarıyordu. "Senin öldüğünü söylediler. Lanet cenaze törenine katıldım."

Dişlerimi birbirine geçirdim bir sonuca varmalarını, bitirmelerini bekledim. Bu ikisinin birbirini nasıl tanıdığını öğreneceğim anı gözledim.

Karşı karşıya durduklarında kadının alnında derin çizgiler oluşmuştu, yeşil gözleri cam gibi parlıyordu. Axel'in birkaç adım geri çekilmesi için elimi göğsüne bastırdım. Silkelenip beni geçtiğinde ona hesap soramayacak kadar meraklıydım.

"Rebel, bu gerçekten sen misin?"

Gözlerim sonuna kadar açıldı. Ayaklarımın yere çakıldı. Başımı hızla kadına çevirdiğimde neredeyse boynumu kıracaktım. Birkaç kişinin şaşkınlıkla nefesini tuttuğunu duydum.

Rebel...

Siktir. O olamazdı.

Gömleğimin içinde dünyaya meydan okuyan dik omuzları, verdiği derin nefesle düştü. Bu teslimiyet, küçük bir pes edişti. "Merhaba Axel, uzun zaman oldu," dediğinde sesi daha olgun, daha yaşlı ve daha yorgundu.

Sadece isim benzerliği olmalıydı. Aradaki bağlantı yalnızca bir rastlantıdan ibaretti. Öyle olsa iyi olurdu.

Çünkü kandırılmış. Aldatılmış. Nefretim tarafından yavaş yavaş yenmiş hissediyordum. Kulaklarımı uğuldatan hiddet taşarsa, ona gerçekten zarar verebilirdim.

Axel, kadının, Rebel denen küçük yılan dölünün omzunu sıkmak için uzandığında kolumu göğsüne dayayıp  ittim. Afalladı ama gözlerimdeki canlı karanlığı gördüğünde özür dilercesine kadına bakarak geri çekildi.

Ağır ağır üzerine yürüdüm. Bedenlerimizin arasından rüzgâr bile geçmezdi. Yakındım, çenemi kaldırıp ona tepeden bakarken başı bana bakabilmek için geriye düştü. Nefesi yüzüne düşen bir bukleyi havalandırıyordu. Kalp atışlarını neredeyse duyabiliyordum. Cesaretliydi, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Wren'i eve sok."

Liena sorgulamadan, sızlanan kızımı içeriye götürürken, bahçedeki herkes suspus olmuş dinliyordu. Seth ve Dez, kadının arkasında bir tehdit vaadiyle bariyer kurmuştu.

Bahçede rütbeli olmayan Mahşer Sürüsü üyelerine doğru bağırdım. "Parti bitti."

İkinci bir emri beklemediler. Neredeyse saniyeler içinde motosikletlerin patırtısı havayı doldurdu ve arkalarında toz bulutu bile bırakmadan araziden çıktılar. Konuşmayacaklarını biliyordum. Dönüşümü ve yanımda getirdiğim kadını tek bir kulak bile işitmeyecekti. Onlardan istemediğim sürece eyaletin hiçbir yerinde adımı ağızlarına almazlardı.

Adını Helbarvest'te herkes bilirdi yüzünü ise Tanrı'nın kendisinden başka kimsenin tanıdığını sanmıyordum. Don Viperan'ın, el üstünde tutup, hastalıklı kıskançlığıyla herkesten sakındığı biricik kızı.

Durum şu ki, o kız, tam olarak iki sene önce Don'un düşmanları tarafından delik deşik olana kadar taranmış aracının içinde öldürülmüştü. Evet, iki sene öncesi; kurtarmam gereken tatlı yalancının, yaralı bir halde, sahte bir kimlikle hapishaneye bırakıldığı zamana denk geliyordu.

"Bana, Rebel Viperan olmadığını söylersen..." Aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmak için açık duran bacaklarının arasına bir bacağımı yerleştirdim. Ona dokunmamıştım, tek bir saç teline bile değmiyordum yine de neler yapabileceğimin farkındalığıyla nefesleri sığlaşıyordu. "Anlaşmayı unutur ve gitmene izin veririm."

Evet, bunun olmayacağının farkındaydık. Rebel Viperan karşımdaydı. Helbarvest'teki her adamın, suratını görmeden güzel olduğunu düşündüğü, onu tanımadan kadını yapmak istediği o gizemli kadındı. Onu iki aydan önce teslim etmeyi değerlendirebilecekken, şimdi ihtimali bile yoktu. Elimde dünyadaki tüm mücevherlerden daha değerli bir bilgi kaynağı vardı.

Gözünü kırpmadı, varlığımın altında eğilip bükülmedi, ne inkâr etti ne de onayladı.

"Ya oysam?" diye diş bileyerek karşılık verdi. "O zaman ne olur?"

Yaz gecesi, gökteki yıldızların hepsi üzerimize yağsa bile şu an ona yönelttiğim bakışlarımı aydınlatamazdı. Kıvırcık saçları parmaklarımın arasında sıkışıp kalırken bir elimle ensesinden yakalayıp onu kendime çektim. Diğer elimle çenesini kavradım. Ağzından sinirli bir inleme döküldü. Tüm hücrelerim yoğun histen kurtulmak istese de o ses kemiklerime kadar sızmıştı.

"Kahrolası babanın toprağa verdiği, herkesin ölü sandığı kızını neden hapishaneden kaçırmamı istediğini anlatana kadar kâbuslarını baştan yaratırım. Çığlıklarının tek sebebi benim yüzüm, benim ismim, benim aklından çıkaramadığın varlığım olur..."

Sözlerimde ciddiydim, dibine kadar gerçekçiydim. Ahlak pusulam yoktu, düşmanlarım söz konusu olduğunda ne sınırım vardı ne de merhametim. Yine de, nefesinin seğirmesini, o ormanları kıskandıracak yeşillerin korkuyla dolmasını beklemiyordum. Yüzündeki ellerimi silkmesini, karşılık vermek için çırpınmasını, lanet olası bir tepki vermesini istiyordum. Çünkü onun ele avuca sığmayan bir malzemeden yapıldığına emindim.

Rebel Viperan şu anda beni görmüyordu bile. Ağzıma bakıyordu ama zihninde ben de yoktum, sözlerim de. Eğer onu bırakırsam, aynı pozisyonda bir kaya kadar kaskatı şekilde kalırdı. Dudaklarını o kadar sert ısırıyordu ki, yavaşça kan oturuyordu.

Kendini kapladığı tüm o kabuğu soymak, ruhuna ve düşüncelerine karışmak istiyordum. Derinlerde çok fazla şey gizli tutuyordu ve yoluma çıkan her engeli kırıp onu çırıl çıplak bırakmak istiyordum.

Tepkilerini dikkatle incelediğimin farkına varışını kanlı canlı bir şekilde gördüm. Ne kadar korku varsa yerini kendinden emin, tam olarak nereye ve kime yönelmesini bilen kararlı bir öfkeye bıraktı.

Tanrım. Onun içinde en az benim kadar kurnaz ve tehlikeli bir canavar vardı.

Elime doğru başını eğdi ve aniden, beni ısırdı. Küçük dişlerini derimi yırtmak istercesine etime geçirdi. Parmaklarımı ağzından çekmeye çalışırken tutuşum gevşedi. Kollarımın arasından kurtulduğunda nereye gittiğine bakmadan arkasını dönüp koşmaya kararlıydı. Belki yine bir motosikletin üstüne atlamayı, gerçekten Helbarvest'ten çıkabileceğini hayal etmişti.

Dibinde dikildiğini fark etmediği Seth'in neredeyse iki metrelik cüssesine öyle sert çarptı ki kıçının üstüne düştü.

Seth onun düşüşünü ve hırlayışını ilgisizce izledi. Bense kollarımı göğsümde kavuşturup bir sonraki hamlesini bekledim.

Ama Dez... Benim sikik kardeşim bana bakarak kaşlarını çattı. O şefkatli ve yumuşak kalpli bir adam değildi. O benim gölgemdeki karanlıktı. Temiz yüzlü bir psikopattı, birini delik deşik ederken aynı anda kakaolu bir pastayı mideye indirebilirdi.

Ondan hoşlanmıştı ama ben ilgisini görmekten hiç hoşlanmamıştım.

Rebel'ı yerden kaldırmak için elini uzattığında genzimden kopan hırıltıyla durdu. "Eğer ona dokunursan parmaklarını teker teker kırarım Dez."

Küçük kardeşim başını sallayıp geri çekilirken Rebel'a doğru eğildim. Tek bir kasını oynatamadan onu kalçalarından tutup sırtıma attım.

Kulüp evine yöneldiğimde diziyle karnıma vurmaya çalışıyor, kulağımın dibinde avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Sürü, olan biteni izlerken kenara çekildi, kadını benden daha iyi tanıyan Axel bile. Yaşlı pislikle kısa bir konuşma yapacaktım.

Az önce sergilediğimiz o samimi aile ortamı var ya? O sadece içeridekiler, bizden olanlar içindi. Ve Rebel kahrolası Viperan kesinlikle bizden biri değildi.

"Beni yere indir!"

Tırnaklarını sırtıma geçirdi. Avuçlarımın altındaki tenin pürüzsüzlüğünü düşünmemeye çalışarak daha fazla tepinmemesi için etini sıktım.

"Senin lanet suratını parçalayacağım! Beni yere indir, dedim!"

Aletimi tekmelemeye çalıştığında kollarımı tamamen bacaklarına sardım.

Verandanın basamaklarını tırmanıp kapıyı hışımla açtım. Geniş koridorun sağında vaktimizin çoğunluğunu geçirdiğimiz küçük bar ve solda, neredeyse hiç uğramadığımız şöminesi toz tutmuş salon vardı. Toplantı odası bodrum kattaydı.

Ben sırtımda Rebel Viperan'la dik merdivenlere yöneldim. Kulüp evinde kaldığım günlerde kullandığım en üst kattaki odama yürürken aklımda tek bir düşünce vardı.

O benim düşmanımın kızıydı. Kirlettiği koltuğu, hakkım olan yeri almak için neler yaptığımı ruhu duymayan, İskelet Meclisi'ndeki ve dünyamızdaki konumuma gelene kadar gizlice çıkardığım savaşlardan haberi olmayan Don Viperan'ın kızı. Benden hiçbir zaman hazzetmeyen, karşımda sesini yükseltirken bile tedbirli olan ama bana güvenmekten başka çaresi olmayan adamın kızı.

Wren'in, sürtüğün teki olan annesini kaçırmıştı, karşılığında takası gerçekleştirene kadar elime nasıl bir koz bıraktığının farkında değildi. Yıllardır, yavaş yavaş mezarını kazdığımı bilmiyordu.

Rebel Viperan'ı benim merhametime terk etmişti. Büyük, çok büyük bir hata yapmıştı.

Odamın kapısını açıp, siyah duvarlar ve siyah çarşaflar bizi karşılarken suratımda uğursuz bir gülümseme vardı.

Yıllardır bir gölge olmanın, en korkulan olup asla sadakatsizlik belirtisi görmeyen Başkan olmanın meyvelerini topluyordum.

Kollarımın arasında, çatımın altında, adımı her bir karışına kazıdığım kasabamda Boynuzlu Yılanları kökünden kazımamı sağlayacak bir silah tutuyordum.

Rebel'ı yatağa bıraktığımda sertçe çarşafların arasına düştü.

Başka bir hayatta bu manzaraya dayanamazdım. Ve kesinlikle az sonra yapacağım gibi sırtımı dönüp uzaklaşamazdım.

"Sana yemek ve kıyafet getirteceğim. Biraz uyu ve kafanı toparla, konuşmaya hazır olduğunda istediğim her cevabı alacağım Rebel."

Arkamı dönmek üzereyken, sert fısıltısı beni durdurdu.

"Pişman olacaksın."

Omzumun üstünden baktım. "Anlamadım?"

Kendini yataktan iterek ayağa kalktı ve ağır, rahat adımlarla, canımı sıkan kalçalarını kıvırarak bana yaklaştı. "Buna pişman olacaksın."

Sırtıma sinsice sokulacak cesareti varsa benimle yüz yüze duracak gücü de olmalıydı. "Hayır," dedim boynumu yavaşça yana yatırıp, boyuna erişmek için eğilerek, "İki sene önce ne olduğunu anlatmanla başlayacağız sonra biraz Don hakkında laflayacağız ve sonra da bir sır gibi saklamaya çalıştığın dövmelerinden bahsedeceğiz."

Eli gömleğimin yakasına tırmandı, tırnaklarını kumaşa geçirerek ayak parmaklarının üstüne yükseldi. Fısıltıları boynuma nefesiyle birlikte çarptığında bileğini tutup aramızda bıraktığı azıcık mesafeyi de kapattım.

"Pişman olacağın şey tam olarak bu Sin." Adımın her bir harfinin üstüne basarak tıslayışı, başka iç çekiş ve inleyişlerin hayalinin kapısını açtı zihnimde. "Don Viperan hakkında bilgi mi istiyorsun? İyi bende bilgiden bol bir şey yok. Sana seve seve hepsini anlatırım. Ama ağzımı açmamdan hoşlanmayacağına bahse girerim."

"Bana nedenini de söyle o zaman, sonunda biraz eğlenmeye başladım."

Tırnakları gömleğimin yakasından girip, derimi çizdiğinde cüreti beni öyle tatmin etmişti ki üzerinde kendi izimi bırakmayı istemiştim. Çünkü şu anda ikimiz de maskelerden sıyrılmış, gerçek çirkinliklerimiz ve tüm çarpıklığımızla ateşi harlıyorduk.

Tanrım, çok zevk alacaktım. Onu kırarken, bir yılanın başının nasıl ezileceğini gösterirken, boyun eğdirirken...

"Çünkü," dedi bir kedi neredeyse mırlayarak, "Damgrave'den neyi çıkardığın hakkında hiçbir fikrin yok."

Ruh halini aniden değiştiren bu özgüven beni sinirlendirmiş miydi? Öfkeli miydim? Ya da şaşkın? Hayır hiçbiri değil. Elimi pantolonumun cebine götürüp küçük bir peçeteye sardığım, onun dudaklarına değmiş sigarayı yoklamaktan bir düşünce gerideydim. Hiçbir anlam ifade etmiyordu, edemezdi ama onu yine de tutuyordum. Dudaklarının tadını başka şartlarda alamayacağımı düşünmüştüm.

Ama şimdi gözlerimin önündeydi ve bana baş kaldırıyordu.

Başının arkasından saçlarını kavrayıp bu sefer yavaşça boynunu kendime açtım.

"Aslında var Rebel. Sen benim ödülümsün. Çok yakında, babacığına kavuştuğunda içindeki tüm ateşi senden almış ve onunla bir yangın başlatmış olacağım."

🐉

Ve bölüm sonu canavarı!!

Sizi çok seviyorum

Kendinize iyi bakın

Continue Reading

You'll Also Like

68.5K 2.8K 25
Aldatıldığını öğrenen Lavinya Dinçer'in tek hedefi kocası Koray'dan intikam almaktır. Hayatını okulu ve Koray'dan alacağı intikama bağladığı anda git...
6.5M 404K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
230K 12K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
1.8M 50.8K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..