GÖLGE KANI

By yzrperest12

240K 21.1K 12K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR
S2- BÖLÜM 29: BAŞLANGIÇLAR
S2- FİNAL: KAN YOLDAŞLARI

S2- BÖLÜM 15: YÜKLER

1.7K 232 272
By yzrperest12

   Heeeellloooooooo!!!!

Nasılsınız bakalımmm???

Ben kendimi yeniledim ve geldimmmm! Sizlerleyim ve benceee oldukça da iyi gideceğizzz!!!

2 hafta burada değildim çünkü kendimi buraya hazır hissetmiyordum öyle ki önceki bölümdeki yorumlarınızı dahi okuyamadım ve bunun için çokça özür dilerim. Yorumlarınız iyi veya kötü eleştiri olsun bana her zaman heves verirrr!!!

Tam gaz devam diyoruuummm!

Oy diyoruuummm!!

İyi okumlara efenimm!!

🌜🌚🌛

"Ruhun yükleri o kadar ağır gelirdi ki siz bile ruhunuzu unuturdunuz, siz bile kendinizden geçmek zorunda kalırdınız."

🌜🌚🌛

     Gözlerimi araladım ve beni tanıdık bir manzara karşıladı. Sayın Soy Dedem karşımda beni bekliyordu. Gözlerimizin birleşmesi ile kaşları havalandı. "Hoşgeldin." dedi beklentili bir sesle.

"Hoşbuldum?" dedim ben de kaşlarım havalanırken.

Bir süre sessizlik oluşurken beni baştan aşağı süzdü. "Daha umutlu görünüyorsun." Dudaklarım hemen iki yana şekillendi.

"Aiden ve Caleb ile konuşabildim." derken bile içim içime sığmıyordu. "Kanımı verdim onlara. Ve zihinlerini acıya kapadım. Belki yeniden uyandıklarında acıyacak ama en azından ben onları kurtarana kadar kendilerini daha güzel bir yerde bulacaklar."

"Büyük bir adım." dedi bana doğru bir adım atarak. "Hatta oldukça büyük bir adım." Dudakları gerildi. "Senin için bile, soyum. Fevri davranmaya başlıyorsun." Başını iki yana salladı. "Dikkatleri üzerine çekiyorsun ve dediklerimi unutuyorsun. Ben sana ne demiştim?"

Onun gri gözleri ve benim ela gözlerim bir an çatıştı. Ben hayır dedim o evet dedi. Ve o kazandı. Çünkü haklıydı. "Başımı eğmemi söylemiştin." dedim sakin bir sesle.

"Bunu sadece kendin için değil arkadaşların için de yapacaksın. İzimi belli etmeyeceğim derken koşarak ilerleyemezsin, Eleanor. Koşarsan sesini duyarlar, ayak izlerini takip ederler, takılırsın, kokun siner, kokunu bulurlar ve bu sefer elinde bir umut daha kalmaz." Göğsü şişip indi. "Biliyorum, çok heyecanlısın ve çok yoruldun ama başka çaresi yok, Eleanor. Eğer kanındaki güce sahipsen büyük bir düşmana sahip olursun;" Gözlerimin içine bakarak kısa bir es verdi. "kendine."

"Çok fazla durdum."

"Ve çok hızlı hareket etmeye çalışıyorsun."

"Çünkü kurtulmak istiyorum."

"Bu işin sonu çırpınmaya dönmesin, Eleanor." Başını dikleştirdi. "Çırpınman seni sadece daha fazla batırır."

"Ne yapmalıyım? Öylece oturup sevdiğim herkesin acı içinde kıvranmasını mı izleyeyim? Bunu uzun süredir yapıyorum. Daha yeni başladım ve vazgeçmeyeceğim."

"Vazgeç demiyorum Eleanor, asla demem. Ama şunu unutma ki hızlı esersen kendini bir döngüye hapsedersin, hortum olayım derken kendini kendi döngüne hapsetme." Alt dudağımı ısırırken bakışlarımı kaçırdım. "Biliyorum bazen çok aptalca davranıyorsun ve bazen sen bile kendini aptal olduğuna inandırıyor, bunu oynuyorsun ama Eleanor ben senin zeki bir kız olduğunu biliyorum. Bunu kullan. Güçlerinin rehavetinden çok zekân ile ilgilen ki kimse gücünle zekânı birleştirebileceğine imkân vermesin." Boğazıma bir yumru oturdu.

"Güçlerimi arka plana atmamı söylüyorsun."

"Hayır." dedi başını hafifçe iki yana sallayarak. "Senden ikisini birleştirmeni istiyorum. Tek biriyle değil ikisiyle oynamanı. Ama zekânın güçten daha önemli olduğunu unutmamanı istiyorum." Nefeslenerek güldü. "Her şey güç olsaydı Marcus çoktan herkesi ve her şeyi alt etmiş olurdu. Gölgeler yok olmazdı. Sen herkesle aranda olan farkı koy. İnsan ol, zekânı kullan. Güç olma, gücü yönet. Kontrol et."

"Bunu zaten yapıyorum." Başını anında iki yana salladı.

"Sen güce kapılıyorsun, Eleanor. Herkes gibi, hepsi gibi, bizim gibi. Bunu yapma diyorum ben de sana. Sen sadece Eleanor ol. Bu seni sonuca uzatır zaten." Anlayışlı bir şekilde gülümsedi. "Bugün ders yok."

"Ama..."

"Yok dedim." dedi sertçe. "Dediklerimi düşün ve yolunu buna göre ayarla." Bir anda geri çekildim ve buna karşı koymadım.

🌜🌚🌛

İçime derin bir nefes çektim. Gözlerim karşımda dikilen Sally'deydi. Gözleri kısılmış beni izliyordu. Yeniden ayağa kalkmıştım. Karşısında dikiliyordum. "Şunu yapmayı kes." dedi Hanry Sally yerine. "Karşılık dahi vermiyorsun."

Kaşlarım hafifçe havlandı. "Ne buyur ederdiniz?" dedim sakin bir sesle. Ama öfkeliydim. Çok öfkeli.

Ve bu durumda öylece durmak zorundaydım. Boğazımda koca bir düğüm vardı. "Enerjini yönlendirerek bizi kolayca bertaraf edebilirsin." Sally katı bir sesle söylemişti bunu. "Bunu daha önce de yapmışsın."

Omzum bıkkınlıkla indi. "Şimdi yapmak istemiyorum." Tüm salon bir anda sus pus kesildi. "Şimdi sizden dayak yemek daha mantıklı geliyor." Sally'nin kaşları havalandı. "Ne? Çok mu şaşırdın?"

"Saçmalamayı kes."

"Ne yapıp yapmayacağımı sana sormuyorum Marcus Alaric Russel." dedim sertçe. Gözlerim onun siyah gözlerini hedefledi. İfadesizdi. "Öyle bir yetkin yok."

"Ben..."

Kaşlarım havalandı. "Ya!" dedim alayla. "O hiçbir işe yaramadı, Russel." Gözlerim kızıldı. "Hem de hiçbir zaman." Zaten tek tük kişinin olduğu salonda sessizlik peyda oldu.

Adem elması titredi. "Kiminle konuştuğuna dikkat et, Gölge."

"Ne yaparsın? En fazla karşıma geçersin, bir posta da seninle dövüşürüm." Başımı iki yana salladım. "Artık koymuyor." dedim dişlerimin arasından.

"Haddini bil, Eleanor." dedi Danny kaşlarını çatarak. "Karşında senden daha üstün biri var."

Dudak büktüm. "Üstünlüğü bir işe yarasaydı şu an karşımda olmazdı." Nefes sesi bir anda kesildi. Öylece bana baktı. İfadesinden bir şey çıkaramıyordum, kalp atışları aynı ritimdeydi, nefesi kesilmişti. Fark etmesiyle beraber nefesini usulca dışarı vurdu.

"Karşında olsaydım bunu anlardın, Gölge." Yüzüme alay dolu bir gülümseme yayıldı. Özür dilerim.

"Nedense sizi hiç yanımızda da göremedik, Marcus Russel." Dudakları birbirine sıkı sıkı yapıştı. Kaşlarım çatıldı. "Doğru, siz tek tabancaydınız. Sizi kimse yanında göremez." Başımı hafifçe eğdim. "Tabii kibir ve babanız hariç." Çok, çok, çok özür dilerim...

"Kelimelerine dikkat et."

"Eleanor yeter bu kadar!" dedi Hanry bağırarak. "Kiminle konuştuğuna dikkat et!" Sesi salonda inledi. Gözlerim sertçe ona doğru çevrildi.

"Yabancılarla nasıl konuştuğuma dikkat etmem." Gözlerim yeniden Marcus'a doğru çevrildi. "Ben samimi olmayı tercih ederim."

"Sesini kes." dedi dişlerinin arasından.

"Herkes dışarı çıksın!" dedi Hanry katı bir sesle. "Danny Eleanor'u al ve buradan götür. Nişanlına ahlak dersi versen iyi olur." Salondaki tek tük kişi dışarı çıkarken attığım kahkaha ile bakışları bana çevrildi.

"Bunu sen mi diyorsun?" Delice kahkaha atmaya başladım. "Bir dakika!" dedim gülüşümün arasından.

"Yeter bu kadar!" diyen Danny gelip koluma doğru davrandı. Kolumu hızla kendime doğru çekerek ondan uzaklaştım. "İyice ergenleştin! Bizi rezil ediyorsun!"

Ağzım aralandı. "Nişanlım? Neler diyorsun öyle? Bana karşı daha kibar olmalısın."

"Götür onu." diyen kişi sessiz olan Sally'di.

"Kimse sana fikrini sormadı Sally." dedim ona dönerek. Kızıl gözleri daha fazla keskinleşti.

"Benim türümden biriyle saygılı konuşacaksın!" diye tısladı Hanry dişlerinin arasından.

"Sesinin tonuna dikkat et, Hanry!" diyerek onu uyardı Danny. Marcus ise sessizliğini koruyordu. Tam da benim istediğim gibi.

"Sana onu götür dedim, Danny!" Dudak büküp hepsine alayla baktım, Marcus da dahil olmak üzere.

"Sizde en çok neye gülüyorum, biliyor musunuz?" Cevap vermelerini beklemedim. "Hepiniz kendinizi çok güçlü sanıyorsunuz. İstisnasız hepiniz ama. Tek biriniz harici değil. Ama şu hâlinize bakın. Hepiniz birbirinizin lafına uymak zorundasınız. Bana köleymişim, kuklaymışım gibi bakıyorsunuz ama biriniz benden tek bir eksik değil. Ben en azından güçlerimi bilmeden bu hâldeyim. Siz ise o yüce güçlerinizle bu hâldesiniz." Gözlerimi Marcus'u hedef hâline getirdi. "Ama sorsak hiç kimse sizi karşısına alamaz. Ne büyük yalan. Kesinlikle aynaya bakmalısınız."

Marcus'un tüm damarları atmaya başladı. Gözleri kopkoyu oldu. "Götür onu buradan." dedi bana bakarak Danny'e. Danny'nin bana doğru davranmasına izin vermeden Marcus'a doğru adımladım. Tam karşısında durdum. Yüzüme çaresiz ve tiksinir bir ifade koydum. Şu an sadece kendimden nefret ediyordum. Bunu yapmak zorunda olduğum için herkesten nefret ediyordum.

"Keşke sözlerin her zaman bu kadar geçerli olsa, Marcus Alaric Russel." Alayla nefesimi verdim. "O zaman burada olmazdım." Son bir bakış atıp kapıya doğru ilerlemeye başladım. Arkamdaki Danny de hemen yanıma yetişti. Tabii ona da hak veriyordum. Sonuçta Marcus'un öfkesi hafife alınamazdı.

Kapıyı aralayıp dışarı çıktım. Mikealson haklıydı. Kendi gücüme kapılıyordum. Kendimi geri plana atıyor, gücü öne getiriyordum. Ve bu büyük bir riskti. Elimden her şeyi çekecek bir hata. Bu hata tüm doğruları silebilirdi ve ben bu riski alamazdım. Benim yönlendirmem gerekiyordu, kandırmam ve oynamam. Okları kendime yöneltmem değil. O kadar meşgul olmalıydılar ki beni unutmalılardı. Kim olduğumu unutmalı, neler yapabileceğimi zihinlerinde silmem gerekiyordu. Sadece zavallı gölge olarak kalmalıydım gözlerinde.

Merdivenleri tırmanırken düşünceliydim. Yanımda yürüyen Danny'e bakmıyordum. Onlar bela mı istiyorlardı? Onlara seve seve verirdim. Ama bu bela ben olmayacaktım. Marcus olacaktı.

Gözlerim gelen ayak sesleri ile ve tanıdık koku ile yukarı tırmandı. Otuz saniye sonra Alissa, Watson ve Lauren görüş alanıma girdi. Beni görmeleri ile duraksasalar da Danny'e bakması ile daha fazla hızlandı. Yanımızdan geçip gitmesi ile Danny'e yandan bir bakış attım. Kaşlarını kaldırıp indirdi. Bay Canavar, canavar olmasını istediği oğlunun kimin için canavar olacağını görecekti. Yaratmak istediği şeyden korkacaktı. Başka yolu yoktu.

Özür dilerim, Marcus. Bu yolda sen benim piyonum olmak zorundasın.

🌜Alissa Barners🌛

Elimdeki kahveyi hiçbir işe yaramayacağını bile bile yudumladım. Sadece tadını seviyordum. Vücuduma hiçbir faydası yoktu. Zaten normalde de uyuyamıyordum. Bu lanet yerde düzgün bir şekilde uyuyabilen kimsenin olduğunu sanmıyordum.

Küçüklüğümden beri ilk defa güzel bir uykuyu Marcus'un annesinin evinde geçirmiştim. Meclis'te ayrıldığımız ilk gün, en güzel günümdü kesinlikle. Caleb'ı yıllar sonra ilk defa gördüğüm günden bile daha güzel bir gün.

Ve Caleb...

Eleanor'un ona yaratık dediğin gün bana, "Neden hâlâ aramızda kuvvetli bir bağ var gibi hissediyorum?" diye sormuştu. Bir süre yüzüne bakmıştım. Gözleri dolmuştu çünkü onun için de her şey Eleanor'du. Onunla büyümüştü, onunla insanlığına dokunabilmişti, onunla beraber o da ruhunu beslemişti. Ona o günden sonra hak vermeye başlamıştım. Çok haklıydı. Ve bu haklılıktan nefret etmiştim. Çünkü ben hiç tadamamıştım. Çünkü ben hiç hayat nedir görememiştim.

İnsanları sevmezdim. Çünkü onlar her ne olursa olsun acılarını bile yaşayabiliyorlardı. Çok kötü şeyler yaşayabiliyorlardı evet ama en azından yaşayabiliyorlardı. Ben doğduğumdan beri lanetimi beraberimde getiriyordum. Sadece ben değildim, eğer kanınızda güç varsa en büyük rakibimiz kendiniz oluyordunuz. İşte bu yüzden yıllar sonra Caleb'ı ilk gördüğüm gün çok mutlu olmuştum. Onu Eleanor ile görmeme rağmen onunla ilgili hayaller kurmuştum çünkü o... O benim en masum yıllarımdı. O benim çocukluğumun iziydi, inci tanesiydi. O rezaletteki tek masum kalan duygumdu. "Çünkü çocukluk her zaman en fazla izi bırakır." diye yanıtlamıştım Caleb'ı. Çünkü çocukluk sizi her zaman beklerdi.

Gözlerimi kapatıp başımı duvara yasladım. Yanımdakilerle aynı suskunluğu paylaşıyorduk. Aramızdan ölü çıkmıştı.

Ölüler...

Elim bardağın sıcaklığı ile yansa da bunu umursamıyordum. Kurt adam güçlerimin çok yararı olabilirdi. Ama zararları ile tüm ruhum kavruluyordu.

Hiçbiri elimi çekmememe bir şey demedi. İyileşmek için çabalayan derimi hissediyordum. Bu problem değildi. Problem olan çok daha büyük şeyler vardı.

"Çocuklar," diyen birinin sesini insan seviyesini indirdiğim duyularımla duydum. Gözlerimi aralamak ile gözlerim yüzü terle kaplı olan Leigh buldu. Tek kaşım havalanırken o Lauren'a bakıyordu. "Salonda kavga çıkacak gibi duruyor. Gölge herkesi sinirlendirmeye ant içmiş durumda." Kaşlarım anında çatıldı.

"Ne oldu?" diye sordu Watson ciddi bir sesle.

"Sormak yerine gidip bakmanızı öneririm." deyip geri gitti. Lauren hemen ayaklanırken ben de hızla ayaklandım. hızla ilerlemeye başladık hepimiz. Alt dudağımı dişleyip nefesimi sertçe verdim. Bizi nasıl bir karanlık bekliyordu merak ediyordum.

"Lanet olsun!" dedi Lauren dişlerinin arasından. Marcus tam o noktada kopuyordu; Eleanor'da.

"Bizi büyük bir yıkım bekliyor desem şaşmaz herhâlde."

"İyi düşünmek istiyorum." diyerek merdivenleri indim. Tüm duyularımı arkadaşlarımdaydı. Bu hayattaki tek sevdiklerimde.

Tam bu noktada anlıyordum Eleanor'u.

Hızla merdivenleri adımlarken görüş açıma Eleanor girdi. Kısa bir duraksama yaşadık hepimiz. Eleanor bize duygusuz gözlerle bakarken kaşlarım çatılır gibi oldu. Meclis tam olarak bunu yapıyordu.

Gözlerim Danny'e kaydı ve merdivenleri daha hızlı adımlamaya başladım. Bizi kesinlikle bir felaket bekliyordu. Eleanor'un bakışlarını Marcus gördüyse...

Nefesimi sertçe üfledim.

Kapıyı ilk önce Lauren araladı. Marcus ringin kenarında öylece dikiliyordu. Sally ve Hanry tedirgin bir şekilde ondan uzakta duruyorlardı. "Bence kötü bir gün geçiriyor." dedi Hanry başını hafifçe sallayarak. Sally düz bir ifade ile Marcus'a bakıyordu. Gözleri bana doğru çevrildi. Başını hafifçe iki yana salladı.

"Marcus?" diyerek ona doğru ilerlemeye başladı Lauren. Genellikle mantıklı düşünen taraf o olurdu. Sakin ve mantıklıydı ama o da hepimiz gibi bir kurt adamdı. Bir kurt adam ne kadar sakin ve mantıklı olabilirse o da o kadar sakin ve mantıklıydı.

Lauren'ın ilerlemesi ile ben ve Watson da ilerlemeye başladık. İkimiz de Marcus'a odaklanmıştık. En son Eleanor böyle yaptığında olanlar oldukça açık ve netti. Yıkım, kan ve dehşet.

Yanına vardığımızda hiçbirimize bakmadı. Çenesi kaskatıydı, damarları atıyordu. Gözleri simsiyah olmuştu. Bu ifade şu sıralar çok fazla ortaya çıkıyordu. Gri ışık bile yoktu. Sadece karanlık, sadece öfke. "Gitti mi?" diye sordu kaskatı, dişlerinin arasından gelen kısık sesiyle. Alt dudağımı dişledim. Tüm hücrelerim titredi. Kendi arkadaşımdan korkuyordum. Çünkü onun gözü öfke anında sadece Eleanor'u görüyordu.

"Marcus..." diye konuşmaya cesaret eden kişi Lauren oldu.

"Gitti mi?" diye sordu gözlerini Lauren'a çevirerek. Lauren bir süre yüzüne baktı. Yutkundu. "Beni zora zorlama."

"Gitti." diye cevapladı Watson onu. Bunu demesiyle beraber etrafa olağanüstü bir enerjinin yayılması bir oldu. Gözlerimi yumup enerjinin beni atmasını beklesem de öyle bir şey gerçekleşmedi. Gözlerimi açtığımda önümdeki beyaz kalkanı gördüm. Watson ve Lauren'da da aynısı vardı. Gözüm Sally ve Hanry'e kaydığında ise ikisinin de duvara yapıştığını ve duvarda kırıkların oluştuğunu gördüm.

Marcus sessiz öfkesiyle arkasını dönerken kalkanın geçmesini bekledim. Kapıdan çıkmasıyla beraber kalkanın geçmesi bir oldu. "Lanet olsun!" diye tısladı Hanry dişlerinin arasından. Biz ise çoktan Marcus'un arkasından hareketlenmiştik.

"Bay Lionel!" dedi Watson sert bir sesle.

"Eleanor kendi sonunu hazırlıyor adeta!" diye inledim. Bu olmamlıydı. Eleanor ne dediyse onu tamamen babasına yönlendirmişti. Ve bildiğim bir şey varsa o da iki Russel'ın karşı karşıya gelmemesiydi. Bu her zaman felaketle sonuçlanırdı.

Marcus çoktan merdivenleri bitirmişti. Koşmuyordu belki ama adımları seriydi. Ve kesinlikle ne yapmak istediğini biliyordu. Çünkü kontrol O'ndaydı.

Marcus'a yetişip kolunu tutan kişi ben oldum. Kolunu tutmam ile durması bir oldu. Gözlerini gözlerime kaldırdığında karşımdaki kişi tamamen bir yabancıydı. Karanlığa bürünmüş bir yabancı. "Marcus bu işin sonu kötü. Bunu yapma." Kolunda duran elimi enerjisinin çarpması ile hızla çektim. Elimi yakmıştı. "Onu düşün. Ona daha fazla..." Koridordaki tüm gözler bizdeydi.

Başını hafifçe eğdi. "Daha ne yapabilir ki?" Yanağı seğirdi. "Ona her şeyiyle zarar veriyor. Bana..." Başını dikleştirip önüne döndü. Hızına hız katarak ilerlemeye başladı. İyileşmeye başlayan elime baktım.

"Çok yararlı oldun, sağ ol." dedi Watson sinirli bir sesle.

"Ne oluyor?" diye soran sese doğru döndü başım. Sarah kaşları çatılmış Marcus'un arkasından bakıyordu.

"Daha hiçbir şey olmadı." diye yanıtladı onu Lauren. Buz mavisi gözleri beni hedef aldı. İkimiz de birbirimize onay verip yeniden ilerlemeye başladık. Marcus'un hareketlenmesi ile herkes gözünü ondan çekmişti. Etrafa yaydığı enerjiyi geç gözlerini görmeleri bile yeterliydi. O gözler Bay Lionel'e af diletirdi.

Bay Lional ise hepimize kan kusturturdu.

Arkasından ilerlemenin tehlikeli olduğunu biliyorduk. Çünkü Bay Lionel ilk bize saldıracaktı onu durdurmak için. Hepimiz sonradan Marcus'un bundan pişman olacağını biliyorduk. Eleanor'a belki fiziksel bir zarar vermezdi ama Caleb ve Aiden vardı. Marcus onları önemsemese bile Eleanor önemsiyordu. Ve Marcus da bu hayatta en çok Eleanor'u önemsiyordu. Ona ne ara bu kadar tutulmuştu hiç anlayamıyordum. Ya da içimdeki kıskançlık buna engel oluyordu.

"Marcus bunun nasıl sonlanacağını görmek istersen göreceğini biliyorsun." Watson hemen Marcus'un yanında yerini alsa da ona dokunmadı. Bana doğru baktı. "Herkes zarar görecek."

"Bu sefer değil." derken Watson'ı başını hafifçe eğerek sola doğru attı. Watson göğsünü şişirerek ardından baktı.

"Marcus!" diye bağırdım ardından. Duyuruları çok fazla arttığı için sesin şiddeti yüzünden başını attırdı.

Lauren kolumu tuttu. Başını iki yana salladı. "Şu andan itibaren yanında durmaktan başka hiçbir işe yarar hâlimiz yok."

Yutkundum. "Eleanor'u getirsek?" diye önerdim.

"O hâlini görmesini istemediği için kendini tuttu. Daha fazla sinirlenir." Göğsü indi. "Bırakalım Bay Russel istediği canavarla savaşsın."

"Haklı." diyerek onu onayladı Watson. "Yanında durmaktan başka hiçbir şansımız yok." Boğazımdaki kitleyle onları onayladım. Lauren önümden bir adım geri çekilerek yürümem için bana yol açtı. Her ne olursa olsun birbirimizin yanında duracaktık.

Son bir defa ikisine de bakıp yürümeye başladım. Benimle beraber yürümeye başladılar. "Lionel Russel!" diye bir kükreme duyuldu biz holden geçerken. Başımı dikleştirirken sevgili Temsilcimizin odasına doğru ilerlemeye devam ettik. Görüş açımıza ilk önce kapısından yeni çıkan Bay Lionel ve onun üzerine tüm hiddetiyle giden Marcus girdi. Marcus'un Bay Lionel'in yanına varması ile Bay Lionel'in burnunu kıracak bir yumruk atması bir oldu. Üçümüzün de kaşları aynı anda havalandı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diyerek hiddetlenen Bay Jaxsen vampir hızıyla Marcus'un yeniden havalanan elini tuttu. Marcus'un elinin tutulması ile Bay Jaxsen'ın elini kıvırıp sırtında kıracak kadar yukarı çekmesi ve odanın camına kafasını geçirmesi bir oldu. Cam parçalanırken Bay Jaxsen camın içinden geçti. Bay Lionel arkaya sendelemişti. Marcus'un yumruğu bile onu yere sermeye yetmezdi.

Bay Ambrose güçlerine başvuramadan bir anda dizlerinin üzerine çökmesi bir oldu. Burnundan, gözlerin, ağzından ve kulaklarından kan akmaya başladı. Bu bir vampir veya kurt adam için çok etkili olmasa da bir büyücü için bir insan için ne kadar etkili ise o kadar etkiliydi. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?!" diye kükredi Bay Russel burnundan akan kanı elinin tersiyle silerken. Çoktan burnu düzelmişti.

"Senin yüzünden!" diye kükreyip tüm enerjisini babasına yönlendirdi. Bay Russel hemen önüne kendini koruyacak bir kalkan koydu. Etrafı beyaz olan kalkan üzerine yönlendirilen güçle zar zor başa çıkıyordu. Bay Russel'ın ağzının kenarından bir damla kan süzüldü.

"Ne oluyor bu arada?!" diyerek gelen kişi Brendon'dı. Beklemeden Marcus'un üzerine bir büyü dalgası yolladı. Marcus'un başını ona doğru çevirmesi ile Bay Russel'ın üzerindeki etkisi kalkıp Brendon'a yönlendirildi. Brendon üzerine gelenle başa çıkamadan arkaya doğru atılırken kemiklerinin kırılma sesi kulaklarımda can buldu. Dudağımın ucu umarsızca kıvrıldı. Bay Russel içine derin bir nefes çekmeden önce ağzındaki kanı tükürdü.

"Tek bir hareketin daha kıza mâl olur!" Sinirli bir Marcus'a ne mi söylenmez? Tam olarak bu!

Tüm camlar tek tek patladı. "Yine mi?" diye sordu buz gibi sesiyle. "Bu hatadan asla vazgeçmeyeceksin değil mi, Lionel Russel?" Başını iki yana salladı.

"Şu hâline bak!" dedi Bay Lionel dişlerini arasından tiksinerek. "Bir paçavra için..."

"Ona paçavra diyemezsin!" Sesi her yerde çınladı. "Asıl paçavra sensin!"

"Seni bu hâlde görseydi keşke, zavallı gölge." dedi aynı tiksinir ifadeyle. "Eminim o da senden tiksinirdi." Marcus tüm öfkesiyle sustu.

"O benden tiksinmiyor." dese de sesindeki inanç sıfırdı. Sesi titremişti. Öfkeden değil. Üzüntüden.

Demek Eleanor ona bunu yapmıştı.

Bay Lionel'in dudağının ucunun kıvrılması ile Marcus'un saldırması bir oldu. Kimse aralarına girmek için çabalamadı. Marcus onun bir harekette bulunmasına izin vermeden tek eliyle boğazını kavradı. Sürükleyerek duvara yapıştırdı. "Bana senin yüzünden..." dedi dişlerinin arasından. "Russel dedi." Sesi titremişti. Canavar geri çekiliyordu. Çünkü canavar üzen kişi Eleanor olsa bile düşüncesiyle geri çekiliyordu.

Bay Lionel'in yüzü kızarırken gözleri kocaman olmuştu. Ama ne yazık ki ifadesinden üzüntüyü veya öfkeyi değil zaferi seçiyordum. Oğlunu sonunda o kızdan uzaklaştırıyordu sonuçta.

Onu tekrar sertçe duvara çarpıp bıraktı. Bay Lionel dizlerinin üzerine değil iki ayağı üstüne düştü. Hep öyle olmuyor muydu?

Marcus hızla uzaklaşmaya başlarken kısa sürede yarattığı kaosa son bir bakış atıp arkasından ilerlemeye başladım. Bizi kocaman bir enkâzın beklediğini biliyordum. Hep beklerdi.

Arkasından hızla ilerlerken bize değmekten çekinen gözleri hissedebiliyordum. Kimse şu an öfkeden çıldıran bir Marcus'un dikkatini çekmek istemezdi. Marcus'un dikkatiyse kimsede değildi. O şu an sadece yalnız kalmak istiyordu muhakkak. Caleb'ı o hâlde ilk defa gördüğümde ben de yalnız kalmak istemiştim.

Sonunda odasının olduğu kordiora geldiğimizde Marcus çoktan odasına girmişti. "İlk kim girer?" diye sordu Watson kaşlarını hafifçe kaldırarak. Lauren bana doğru baktı.

"Tamam." dedim sakin bir sesle. İçime derin bir nefes çekip kapısına yöneldim. Ardımdan gelen Lauren ve Watson temkinliydiler. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk, bize bilerek zarar vermezdi ama karşılaşacağımız enkâzdan hepimiz korkuyorduk.

Kapısını tıklatmadan yavaşça araladım. İçeri doğru bir adım atmamla kulağıma bir patlama sesi doldu. Bir kırılma sesi onun eşliğinde geldi. İçeriye daha hızlı girdim. Görüş açımı kapıyı tamamen açmamla duvara tüm hiddetiyle vuran Marcus girdi. Elinden kanlar süzülüyordu. Vücudu onu iyileştirmek için çabalıyordu. Bu hissi biliyordum. Vücudu onu iyileştirmek için çabalıyordu ama parçalanan ruhu için yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Watson ileri doğru atılırken elimle onu durdurdum. Buna ihtiyacı vardı. Vurarken sesi çıkmıyordu. Bize bakmıyordu. Sadece öylece duvara vuruyordu. Duvar kırılmıştı. Kanı duvara sıçramıştı. O ise tüm kasılı çenesiyle duvara bakıyordu. Bir anda haykırıp daha da sert vurdu duvara. Duvarda oluşan oldukça derin çukura baktım. Eli vurduğu yeri değiştirdi. "Onun yüzünden!" diye bağırdı duvara doğru. "Bana Russel dedi!" diye kükredi. "Her şey onun yüzünden!" Sonra doğru duvara avuç içiyle vurdu. Eliyle duvardan destek alarak durdu. Nefeslendi. Nefeslenişindeki çaresiz haykırışları hissettim. Çenesi titredi. "Bana Russel dedi!" Sesi titriyordu. Gözlerim her şey için doldu. Marcus için, kendim için, Eleanor için. Başını iki yana salladı. "Hepsi damarlarımda akan kan yüzünden! O adamın kanı yüzünden!" Bakışlarını bizden tarafa doğru kaldırdı. Tüm öfkesi oradaydı, bir çift yaşla parlayan kömür karası harede.

"Emin öyle demek istememiştir." dedi Watson umutla. "Hadi ama! O Eleanor!"

"Gözlerimin içine baka baka söyledi her şeyi!" dedi dişlerinin arasından. "Ben onun hiç yanında değilmişim." Kaşları çatıldı, gözyaşları ile savaştığını görebiliyordum. Gözlerini bana kaldırdı. "Öyle değil, değil mi?" diye sordu adım adım titreyen sesiyle. Kaşlarım çatılırken ona doğru bir adım attım.

"Saçmalama. Tabii ki de öyle değil." Dudağı titredi.

"Ama o öyle söyledi." Alt dudağımı ısırdım.

"O da kötü şeyler yaşıyor. Her şey üstüne gelmiştir." dedi Lauren Marcus'a doğru yaklaşarak. "O da çok kötü şeyler yaşıyor Marcus."

"Ama Eleanor bana öyle söylemezdi." dedi boğazından gelen hırıltılı ve zor çıkan sesiyle. Bir damla gözyaşı süzüldü sol gözünden elmacık kemiğine doğru. Kalbim orta yerinden kırıldı. O Marcus'tu. "Bana Russel demezdi ki o. Bana öyle bakmazdı." Kırık duvar parçalarının düştüğü yere doğru eğilerek oturdu. "Ban tiksiniyor gibi baktı. Bana ışığın yansımasıyla bakan o kız benden tiksindi." Ben de geçip yanına oturdum. Gözlerimi yere diktim. "Eleanor öyle bakmazdı bana."

"Eleanor'u hapsettiler çünkü." diye yanıtladım onu. "Onu esir ettiler, bizi öne sürdüler. Sen yanında yoksun, Caleb yanında yok. O şu an o odada yine deli ilan edilen o kız."

"Benim yüzümden. Ben onu o gün evde tek bırakmasaydım hiçbir şey olmayacaktı. Ama o şu an burada. Canı çok yanıyor. Ben onu bıraktım diye." Bakışlarım ona çevrildi. Dudağı titrerken elinin terisyle burnunu sildi. "Her gün kanı akıyor. Her gün canı yanıyor ve ben onun gidip yaralarını saramıyorum bile. Ben elini tutup geçecek diyemiyorum. Ben gözlerine bakıp ona onu sevdiğimi dahi söyleyemiyorum. Ama o benim gözlerime baka baka Russel dedi." Omzu sarsıldı. "Bana tiksinerek baktı. İlacım dediğim kız benden tiksiniyor."

"Senden..."

"Tiksiniyor!" diye bağırdı yine. Gözlerinden akan yaşları silmek için çabalamıyordu. Ne yapacağını bilemeyerek bakıyordu bana. Çünkü bilmiyordu. Onu ilk defa bizden başka biri sevmişti, o olduğu için. Ve şimdi bu hayatta en çok sevdiği kişi ona tiksinerek bakmıştı. Ama Eleanor yapmazdı ki. Eleanor bakmazdı öyle. "Kalbimi yerinden sökseydi daha az acırdı. En azından işine yarayacak derdim ama o bakışlar, o bakışlar... Ben ilk defa o gözlerin bakışını sevmedim."

"O öyle bakmak istememiştir."

"İstedi." diye fısıldadı. Gözlerindeki kızarıklıktan dökülen yaşlara baktım. "Tam karşıma geçti sözlerimin yalan olduğunu, onu koruyamadığımı söyledi. Doğru, ben onu korumayı beceremedim. Ben onu kendimden bile koruyamadım ki." Başını ilk yana doğru salladı. "O kadar haklı ki."

"Sen onun için buradasın."

"Ama o da burada." Dudaklarından kopan hıçkırıkla dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu ikinciydi. Ve yine Eleanor için ağlıyordu. "O burada ve onun canı yanıyor. O çok kötü ve ben onu iyileştirmek için hiçbir şey yapamıyorum." Elini yere geçirdi. "Bana yabancı dedi." Dizlerini kendini doğru çekti. Kollarını etrafına doladı. "Bana yabancı dedi." Zayıf sesi kulaklarımı tırmaladı. Sustum. Bunu yaşamalıydı. Bunu hak ediyordu. Kime kızmalıydım? Eleanor'a mı? Ona kim kızabilirdi ki? O da bunu hak ediyordu. Herkesin açık yaraları vardı ve her vuran rüzgar o yarayı kanatıyordu.

Bir süre daha orada öylece oturduk. Marcus ağlarken biz de onun gözyaşlarına eşlik ettik. Kafamı duvara yaslayıp öylece duvara baktım. Tüm hayatım burada şekillenmişti, tüm hayatım burada mahvolmuştu. Buradaki şeyler yüzünden içimdeki çocuk yok olmuştu. Mutluluğum burada bir yalan dönmüştü. Ben burada bitmiştim. Ben burada yokluğumu imzalamıştım.

Yine buradaydım. Yine tutsak olmuştum tüm hayatıma. Ben yine buradaydım ve yine tüm hayatım bir oyuncağa dönmüştü. Bunun bir suçlusunu aramayı bırakalı çok olmuştu. Eğer Meclis'teyseniz bu kimsenin suçu değildi.

"Bazen," diye konuşan ilk kişi Lauren oldu. "Eleanor'u hiç bulmamış olsaydık ne olurdu diye düşünüyorum. Burada olmamızı onun omzuna yüklemiyorum ama düşünmeden de edemiyorum. Caleb hiç yanımıza gelmeseydi, ne olurdu?"

"Çok basit değil mi?" diye yanıtladı onu Marcus onu. "Yine bu hâlde olurduk." Ondan tarafa baktığımda dudağının ucunun kıvrıldığını gördüm. "O her türlü bana gelirdi." Bunu demesinin üstüne ben de güldüm.

"Vay be!" dedi Watson alayla. "Yüce Marcus'un bir kız için döktüğü gözyaşlarını bile lütuf sayacağını kim söylerdi?" Kısa bir sessizlik oluştu.

"İsterse benden nefret etsin, isterse beni bir daha görmek istemesin ben o bakışları gördüğüm an ondan vazgeçemeyeceğimi anlamıştım." Göğsü kalkıp indi. "Onu ilk dans ederken, saçları dağınıkken ve temizlik yapmanın çıkışı gördüm ama daha önce hiç öylesine güzel birini görmemiştim. O kadar güzel bakan birine hâlâ denk gelmedim." Sesi sonlara doğru kısılmıştı. "Ve şimdi o kızın umut dolu bakışları yok."

"Bazen böyle olur, Marcus. Bazen sadece düşeriz ve biz de ne yapacağımızı bilemeyiz. Sağımız solumuz, önümüz arkamız birbirine girer ve bize sadece önüne bak derler, önümüzün nere olduğunu bile seçemeyiz." Ruhun yükleri o kadar ağır gelirdi ki siz bile ruhunuzu unuturdunuz, siz bile kendinizden geçmek zorunda kalırdınız.

"O da bununla savaşıyor." diye devamını getirdi Watson. "O da ne yapacağını bilemiyor, o da nereye dönmesi gerek bilmiyor. Kime bakması gerektiğini bilmiyor."

Sert bir nefes veriş sesi duyuldu. "Biliyorum. Biliyorum ama o bakış..." Gözlerini kapadı. "O bakışı hayatım boyunca unutamayacağım. O sözleri zihnimden hiç silemeyeceğim, dilemem ki."

Lauren alayla güldü. "Hepimiz biliyoruz ki tek bir güzel bakışı ve sözü ikizini de silmen için kâfi." Marcus'un dudakları iki yana doğru açıldı.

"İkisini de reddedemem çünkü." dedi duvara bakarak.  "Onu buradan kurtaracağım. İsterse benden nefret etsin her zaman o burada kurtulacak. Uğrunda ne olursa olsun." Sesine sinen karanlığın kokusunu aldım. "Ben kurtulamasam bile o kurtulacak." Karşısındaki duvara düşmanıymış gibi bakıyordu. Elinden destek alarak ayağa kalktı. Odadan çıkarken sadece ardından baktı. O karanlık sadece ışıkta sönüyordu.

Kötü şeyler olacaktı belki ama... Şu an hangisi iyiydi ki?

🌜🌚🌛


Kulaklarımda Sen Beni Unutamazsın çalıyor şu an...

Evvett canikkolarr nasım buldunuz bölümüşkoyuuu???

Değişik kelimeler olabilir ama harfler zaten bunun için yok muu ;)

Eleanor'un Marcus'un öfkesini yönlendirmesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Eleanor'un Marcus'a dedikleri sizce bu uğurda değer miydi?

Marcus'un Bay Lionel'e bir tane çakması pekiii???

Pekiii Alissa'nın bakış açısını nasıl buldunuz??

Marcus'un ağlaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

En sevdiğiniz sahnelerrr??

Uffak mı uffak yıldımız aydınlanırsa benim gökyüzüme sizin aydınlattığınız kadar yıldız eklenir biliyor musunuz? Lütfen aydınlatır mısınız???

Yeni bölüm sorularını duyar gibiyim...

Ee, o da yarın olsun sizin hatrınızaa ;))

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
1.1M 27.6K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
38.7K 2.9K 51
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...
40.1K 4.5K 63
Taylan, on dört ciltlik bir fantastik romanın son cildini bitirince büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve ufak bir sinir krizinden sonra geçirdiği ufa...