Gökyüzü'nün İçinde - 1 (TA...

Door mybahap

30.1K 3K 1.1K

Beş asırdır kayıp olan Ay ve Yıldız Prensesleri yeniden Gökyüzü'ne dönerler. Başlarına ne geldiğini kendileri... Meer

1. BÖLÜM - BEYAZ VE SİYAH
2. BÖLÜM - YALANLAR VE PRENSESLER
3. BÖLÜM - SARHOŞ EDEN BOŞLUK
4. BÖLÜM - AY, GÜNEŞ VE YILDIZLAR
5. BÖLÜM - ESKİ BİR FİLM
6. BÖLÜM - UÇURUMLAR VE YILDIZLAR
7. BÖLÜM - GÖKYÜZÜNDE BİR CENNET BAHÇESİ
8. BÖLÜM - YABANCI VE YALNIZ
Örnek Karakter Fotoğrafları
9. BÖLÜM - YABANCI AMA TANIDIK
11. BÖLÜM - BAYAN ACEMİ PRENSES
12. BÖLÜM - HATIRALAR VE ARKASINA SAKLANANLAR
13. BÖLÜM - ŞİFACI
14. BÖLÜM - ÖTEKİ ÖZ
15. BÖLÜM - İKİ APTAL
16. BÖLÜM - YOK OLAN UMUT KIRINTILARI
17. BÖLÜM - BOLCA GÜLÜCÜK VE BOLCA GÜVEN
18. BÖLÜM - OYUN BİTTİ
BASIN AÇIKLAMASIIII
19. BÖLÜM - SERT ESEN RÜZGAR
20. BÖLÜM - ATEŞLE OYNAMAK
21. BÖLÜM - ZİHİN OKUYANLAR
22. BÖLÜM - YERYÜZÜNDEKİ YILDIZLAR
23. BÖLÜM - LANETLİ KAN
24. BÖLÜM - KAVUŞUM
25. BÖLÜM - KURTLAR VE PRENSESLERİ
26. BÖLÜM - KONTROLSÜZ GÜÇ
27. BÖLÜM - BÜYÜK İHANET GÖSTERİSİ
28. BÖLÜM - HAYAL KIRIKLIKLARI
29. BÖLÜM - PERDE ARKASI
30. BÖLÜM - ŞİFASI OLMAYAN ACI (FİNAL)

10. BÖLÜM - BİR YOK OLUŞ İLE BAŞLANGIÇ ARASINDA SIKIŞMIŞ BİR EZGİ

942 110 40
Door mybahap

Selamlar! Bu bölüm için heyecanlıyımmm ve umarım beğenirsiniz. Oy vermeyi unutmayın😊 Keyifli okumalar dilerim❤️

Instagram: miray._.y



    Gecenin geç saatlerinde oturmuş düşünüyordum. Her şey çok çabuk gerçekleşmişti ve bu durum beni yoruyordu. İyice düşünmek için zaman bulamamıştım. Aklıma Yeryüzü'nde iken okuduğum bir Kızılderili hikayesi gelmişti. Onu düşünüp duruyordum.

    Hikaye şöyleydi: Bir Kızılderili çok yol aldığı zaman hemen bir yerde oturup beklermiş. Neden diye sorulduğunda da "Çok hızlı gittim ve ruhum geride kaldı, ruhumu bekliyorum," dermiş. Ben de ruhum geride kalmış gibi hissediyordum. Öz'e kavuşma çabaları, Arya ile yaşadığımız o kırıcı an, Gökyüzü'nde köylülerle yaptığım tanışma sohbetleri, prenseslik görevleri ve Gökyüzü Elçisi'nin zihnimde yaptığı garip konuşmalar...

    Sorgulama fırsatı bulamamıştım hiç. Alelacele girmiştim işin içine. Şimdi ise odamdaki kanepede oturmuş duvarımdaki büyük boşluktan Ay'ı ve Yıldızlar'ı seyrederek sessizliği dinliyordum. Herkes bana bir şey söylüyordu ama ben sessizliğin içinde gizlenenleri dinleyememiştim. Herkes bana bir şey söylüyordu ama sessizlik çok daha fazla şey söylüyordu.

    Beş yüz yıldır kayıp olduğumuzu söylüyorlardı. Durup dururken olacak şey değildi ya. Ne olmuştu da hiç kimsenin bizi bulamayacağı bir zaman boşluğuna hapsolmuştuk? O boşlukta yaşadığımız her şeyin de birer zihin yanılsaması olduğunu öğrenmiştim sonra. Aslında hiç büyümemiştik orada, hiç ağlamamış, hiç gülmemiştik. Beş asırdır orada öylece beklemiştik. Tanıştığımız insanlar, yaşadığımız anlar, okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz müzikler, oturduğumuz ev... Hepsi birer yanılsamaymış. Bu gerçekten de çok ağırdı. Anılarımın sahte olduğu gerçeği çok ağırdı. Üstüne benim hatırlamadığım 'gerçek' anılarımın varlığı da cabasıydı.

    Ay Öz'üne kavuştuğum zaman her şey biraz daha katlanılabilir gelmeye başlamıştı. Sürekli bir deja vu hissi yaşıyordum ve her şey tanıdık geliyordu. Ama bir türlü arkasında yatan gerçek anıları hatırlayamıyordum ve bu his beni deli ediyordu. Her şey zihnimin ucundaydı ama dalga geçer gibi ortaya çıkmıyordu. Yanılsama anılarım ve gerçek anılarım birbirine giriyor ve aklımı bulandırıyordu. Buna rağmen daha katlanılırdı çünkü bir şekilde buraya bağlı olduğumu hissedebiliyordum. Bir bağ vardı hiçe sayamayacağım kadar güçlü olan.

    Gökyüzü Elçisi vardı bir de. O ise ayrı bir şeydi. Benden istediği şeyi yapıyordum, bilinçaltımın derinlerine iniyor ve deniyordum. Ama hep boştu ellerim. Bana kaçacak yerin kalmadı demişti. Neyden kaçıyordum bir kere? Acaba kayıp olmamızın sebebi benim kaçmam mıydı? Ama ben kaçacaksam peşimden neden Arya'yı sürükleyeyim? Neden Nora değil de Arya? İşte burada bir şey daha devreye giriyordu.

    Ortalıkta olmayan Yıldız Kralı.

    Sürekli bunları düşünüyordum ama hiç somut bir şey elde edemiyordum. Kimse bana hatırlamam için baskı yapmıyordu. Gökyüzü Elçisi hariç tabii. Diğer herkes akışına bırakmıştı ve anılarımın bir şekilde geri geleceğini söylüyorlardı. Ama farkındaydım, diken üstündeydiler. Ben ve Arya hatırlarsak bir şeyler ortaya çıkacaktı ve belki de bir kaos olacaktı.

    Derin bir iç çektim sessizliğe. Sessizlik deyince dinlenmek gelir insanın aklına ama bu sessizlik gerçekten de çok şey söylüyordu. Çok yoruyordu. Sessizlik çok gürültülüydü.

    Hafiften aydınlanmaya başlamış olan Gökyüzü'ne baktım. Kollarımı kanepenin sırtında birleştirmiş, çenemi de kollarıma yaslamış açıklığı öylece izliyordum. Yıldızlı gece yerini yeni doğan pembe güne teslim etmiş fakat Ay, Güneş'e inat orada bekliyordu. Gitmek için benden izin istiyor gibiydi.

    Ayağa kalkıp devasa kitaplığı incelemeye başladım. Kitapları çok severdim ve geldiğimden beri burnumun dibinde olan bu kitaplara elimi bile sürememiştim. Ne aradığımı bilmiyordum. Yine de bakmaya devam ettim.

    Üzerinde 'Krallıklar' yazan kalın kırmızı ciltli bir kitabı gözüme kestirdim. Bu yerin kendine özgü bir dili ve yazısı vardı ve ben bunları kolayca anlıyor ve okuyabiliyordum. Annem bunun bilinçaltımda yatan bilgilerden kaynaklı olduğunu söylüyordu. Ve tabi Öz'e kavuşmuş olmamdan.

    Uzanıp kitabı çıkardım ve hemen yanda bulunan beyaz çalışma masasının üzerine koydum. Masanın başına geçip kitabın sayfalarını çevirmeye başladım.

    "Bakalım burada ne varmış..." diye mırıldandım.

    Kitapta şöyle bir paragraf görünce durup okumaya başladım: "Dünya yaratıldığı andan itibaren Gökyüzü'nün Ruhu oradaydı. Gecenin ve gündüzün, sıcağın ve soğuğun, ölümün ve yaşamın dengesinin sağlanması gerekiyordu. Gökyüzü'nün Ruhu bir elçi yarattı ve onu Yeryüzü'ne yolladı. Üç dişi ve üç erkek insan seçmesini emretti ona. Elçi denileni yaptı ve amaca uygun üç dişi ve üç erkek insanı Gökyüzü'ne sundu. Gökyüzü dişileri Güneş'e, Ay'a ve Yıldızlar'a böldü ve böylece Öz'ün ilk adımları atıldı. Sonra ise dişilerden, seçilen erkek insanlardan birini kendine eş olarak seçmesini istedi ve böylece ilk Krallıklar kuruldu. Güneş Krallığı'na gündüzü ve sıcağı, Ay Krallığı'na geceyi ve soğuğu, Yıldız Krallığı 'na ise ölümü ve yaşamı, aynı zamanda da geceyi bahşetti. İnsanlar bu kutsal görevi kabul etti. Dişiler yönetime geçti, erkekler emirlere uydu ve korunmayı sağladı. Böylece ilk Öz devri başlamış oldu."

    Diğer paragrafa geçmeden önce durdum. Yıldız Krallığı bu durumda daha güçlü gibi gözüküyordu. Mia'nın bana söylediklerini hatırladım. Yıldızlar daha fazlaydı bu yüzden Yıldız Krallığı çok güçlüydü. Okumaya devam ettim.

   "Güneş Krallığı tek başına bütün gündüze hakimdi. Yıldız Krallığı hem ölüm ve yaşam dengesine hem de geceye hakimdi. Ay Krallığı ise sadece geceye hakimdi ama bazen Ay, Güneş'in tepede olduğu zamanlarda bile gözle görülebiliyordu. Fakat gündüzleri gücü yok denecek kadar azdı. Bu yüzden denge sağlanması için..."

    Cümlenin geri kalanı yoktu. Yırtılmıştı ve bu çok tuhaftı. Dengenin sağlanması gerekiyordu ve bunun bir çözümü vardı. Ama birileri bunu öğrenmemi istemiyordu anlaşılan. Sayfaları çevirmeye başladım ve gözlerimle hızlı hızlı dikkatimi çekecek bir şey aradım. Sayfaları çevirirken kapı açıldı ve içeri sivri kulaklı, kocaman yeşil gözlü ve açık yeşil saçları olan sevgili yardımcım girdi.

    "Uyanmışsın," dedi Mia tatlı bir tebessümle. Mia ile samimiyetimizi bayağı bir ilerletmiştik.

    "Hiç uyumadım ki," dedim yavaştan esneyerek.

    Mia hemen yanıma geldi ve elini alnıma koydu. "Hasta mısın? Şifacı çağırayım mı?"

    Kıkırdadım ve alnımdaki elini yavaşça tutup indirdim. "Hayır hasta değilim. Sadece düşünüyorum. Zihnim yorgun."

    "Bedenin de yorgun gözüküyor."

    "Bedenimin yorgunluğu, zihnimin yorgunluğunun yanında hiçbir şey kalıyor," dedim yorgun bir tebessümle. "Biraz düşünmem gerekiyordu. Ben iyiyim."

    "İstersen kahvaltıya inmeyeceğini söylerim, uyuyup dinlen."

    "Hayır, kahvaltıya ineceğim. Ailemle vakit geçirmek istiyorum," dedim. Ayrıca karnım gerçekten de çok acıkmıştı. "Hadi beni hazırlayalım." Tatlı tatlı güldüm. Mia da kıkırdadı ve eliyle bana yolu gösterdi.

    Günlük Öz kıyafetlerinden birini daha giymiştim. Bu sefer turuncu ve göz alıcı bir renk seçmişti Mia. Beyaz tenim ve beyaz saçlarıma çok yakışan ateş turuncusu bir renkti. Gözüme sade siyah bir makyaj yapmış, dudaklarıma da kahve tonlarında bir ruj sürmüştü.

    "Sadeliği temsil ediyoruz sanıyordum," dedim alayla.

    "Aynı zamanda da dişil enerjiyi temsil ediyorsunuz," dedi bana hiç bakmadan saçlarımı tararken. "Turuncu , dişil enerjisi en yüksek renktir." Anladığımı belli edercesine başımı salladım.

    Tamamen hazır olduktan sonra odadan çıktım ve aşağıya, yemek yediğimiz salona indim. Annem ve babam her zamanki gibi masanın başköşelerine geçmiş, beni bekliyorlardı. Onları beklettiğim için biraz utanmıştım. Beni fark ettiklerinde ikisi de aynı anda ayağa kalktı.

    "Beklettiğim için üzgünüm," dedim mahcup bir şekilde. İkisinin de tam ortasında duracak şekilde ilerledim ve önce anneme sonra babama saygılarımı iletmek adına reverans yaptım.

    "Ne kadar da hoş olmuşsun bugün böyle. Otur lütfen, Diana." Annemin beni rahat ettirme çabalarına her zaman olduğu gibi minnettardım.

    "Annesi gibi, bugün de ışık saçıyor," dedi babam. Ah bu adamın anneme ettiği iltifatları beni öldürecekti.

    Annem hoşnut bir şekilde kıkırdadı. "Ah yapma, beni utandırıyorsun."

    İkisi tekrar aşk kuşları hallerine dönerken ben de masada yerimi aldım. Tabağıma biraz meyve aldım. Burada her şeyin en tazesi ve güzeli bulunuyordu. Yapay ve Yeryüzü'nde bulunan paketli hiçbir şey yoktu.

    "Bugün için bir planın var mı, tatlım?" diye sordu babam.

    "Nora ve Arya ile beraber gideceğim. Nora bize portasyonu ve diğer birkaç basit büyüleri öğretiyor," diye açıklama yaptım.

    "Yıldız Prensesi ile aynı ortamda bulunman pek hoşuma gitmiyor," dedi annem hafiften burun kıvırarak.

    "O benim en yakın arkadaşım ama," diye sabırla yeniden ve yeniden hatırlattım.

    Çatalını ve bıçağını bırakıp bıkkınca iç çekti. "Evet, ama başınıza ne geldiği hala bir muamma. Seni korumak benim görevim."

    "Benim ondan korunmana ihtiyacım yok. Ayrıca Yeryüzü'nde iken beni asıl koruyan oydu."

    "O anların bir zihin yanılsaması olduğunu biliyorsun, Diana."

    "O halde o 'zihin yanılsamalarını' görmemin bir nedeni vardır, öyle değil mi?" Sesim istemsizce yükselmeye başlamıştı. Annem ve babam olabilirlerdi ama benim hatırladığım kadarıyla hayatımın büyük kısmında Arya vardı. Zihin yanılsaması olup olmaması umurumda değildi. Arya da aynı şeyleri görmüştü ve aynı şeyleri hissediyorduk.

    "Sadece biraz daha dikkatli olman gerektiğini söylemeye çalışıyoruz sana," diye babam araya girdi.

    Çenemi kapalı tutup hızlıca yemeğimi yedim. Daha sonra da hemen izin isteyip yemek salonundan çıktım. Bu konuşmalar beni çok geriyordu ve tahammülüm kalmamıştı artık. Arkamda Mia ile beraber sarayın büyük kapısından çıkarken Mia hızlıca omzuma beyaz renkli bir pelerin atmıştı, onu bağladım ve beni alması için Nora'nın gönderdiği Elio'yu görünce ofladım. Ay Kraliçesi'nin emri ile bir yere gidip gelirken yanımda Nora veya Elio olmak zorundaydı. Yıldız kardeşlere zerre güvenmiyordu.

    Elio bir pegasusla gelmişti buraya.

    Pislik.

    Portasyon yapabiliyordu ama yine de bu yolu tercih ediyordu.

    Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bu ata binmek zorunda mıyız?"

    "Ona at deme lütfen, o bir pegasus," dedi küstah bir tavırla.

    "Portasyonla hemen gitsek?" dedim şansımı deneyerek. Bu ukala prensi ikna etmeyecekti ama bir denedim.

    Tıpkı beklediğim gibi cevap verdi, "Ne eğlencesi kalır ki o zaman?" dedi pegasusa binerken ve dudağını yukarı doğru kıvırdı.

    Pegasusa binmem için elini uzattı ve Mia'nın da yardımı ile eyersiz ata bindim. Ellerimi göğsümde bağladım. Ona tutunup amacına ulaşmasını istemiyordum ama o yine yapacağını yaptı ve bir anda ata komut verdi. Ağzımdan bir çığlık koptu ve refleksle ona sarıldım.

    "Her zamanki gibi inadını kırmak benim için çok kolay," diye seslendi gülerek.

    "Ne?" dedim ama beni duymazdan geldi ve atı sürdü.

    Nora bizi bir açıklıkta toplamıştı yine. Yeşil bir açıklıktı, etrafını büyük ağaçlar çevreliyordu ve bir çember şeklini oluşturuyordu. Pegasus yavaş yavaş yere inerken Arya ve Davin'in de orada olduğunu gördüm. Pegasustan iner inmez koşarak Arya'nın yanına gittim ve ona sıkıca sarıldım.

    "Nasılsın," diye sordu bana.

    Başımla atı Gökyüzü'ne geri gönderen Elio'yu işaret edip kıkırdadım. "Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim." Arya da kıkırdadı.

    "Seni rahatsız mı ediyor?" diye konuşmamızı böldü Davin.

    "Bu seni neden ilgilendiriyor?" dedim tersleyen bir ifadeyle. Ona bakarken heyecanlanmama engel olamıyordum ve bunun nedenini bir türlü anlayamıyordum. Gözlerimi gözlerine diktim meydan okurcasına.

    "Prensesleri korumak prenslerin görevidir," dedi umursamayan bir tavırla.

    "O halde o da beni korumak zorunda ve bana herhangi bir rahatsızlık vermemeli," dedim imalı bir şekilde. Sadece bana baktı. Öylece baktı. Geçen gece yaptığı gibi, aklımdan geçenleri anlamaya çalışırcasına, sadece baktı.

    "Herkes burada olduğuna göre başlayalım o halde," dedi Nora yüksek bir sesle, dikkatimizi çekmek için yanımıza gelip konuşurken. "Davin, Elio." İsimlerini söylemesi yetmişti ve ikisi de aynı anda harekete geçerek bir köşeye çekildi ve etrafı kolaçan etmeye başladılar.

    Nora bize portasyonla bir yerden bir yere kolayca gitmeyi anlatacaktı bugün. Üçümüz de yan yana dizilmiştik ve ortamızda Nora duruyordu. "Öncelikle nereye gideceğinizi zihninizde canlandırmanız gerekiyor," diye başladı. "Uzun zamandır burada olmadığınız için en ilkel yöntemle başlayalım. Kendinizi rahat bırakın lütfen."

    Dediğini yaptık ve vücudumuzu rahat bıraktık. "Şimdi, omuzlarınız dik, göğsünüz önde, duruşunuzu düzeltin. Burnunuzdan derin nefesler alıp ağzınızdan verin."

    Birkaç derin nefes alıp verdikten sonra uyuştuğumu hissettim. "Saymaya başlayın. Bir... Nefes al. İki... Nefes ver. Üç... Nefes al," diye dokuza kadar saydık. "Ona gelip nefesinizi verirken de gözlerinizi yavaş yavaş kapatın."

    Çok ipeksi bir ses tonuyla konuşuyordu ve bu daha da yatışmama sebep oluyordu. "Zihninizde nereye gideceğinizi hayal edin. Bu alandan başlayın. Buraya gelirken gördüğünüz bir köşeyi düşünün ve oraya odaklanın. O alanı yukardan izlediğinizi ve oraya bir merdivenden inerek ulaştığınızı imgeleyin."

    Bunu yapmak beni çok zorluyordu ama sınırlarımı zorladım. Elio'ya veya başka birine muhtaç kalmak istemiyordum.

    "Hazırsanız yavaşça gözlerinizi açın." Gözlerimi açtım ve gördüğüm şeyle ağzım kulaklarıma vardı. Bulut merdivenler ayaklarımın dibinde belirmişti. İlk denememde başardığım için oldukça heyecanlanmıştım. "Adım atın. Acelesiz ve sakin bir şekilde. Odağınızı bozmadan, dikkatlice," diye uyardı Nora. 

    İlk adımımı atarken gideceğim yer silik bir şekilde belirmeye başlamıştı. Kaşlarımı çattım. Ben on metre ötede bulunan büyük ceviz ağacının yanını hayal etmiştim fakat burası etrafımızı çevreleyen ormanın derinlikleriydi. Hemen geri dönmeye çalıştım ama portasyon beni içeri çekti ve ormanda yapayalnız kaldım.

    Yani bir anlığına öyle sanmıştım.

    Yeşil renkli bir sis yavaşça ağaçların arasından sızıyordu. Bana doğru yaklaşırken geri geri adım atmaya başladım. Bir dala takıldı ayağım ve kalçamın üzerine yere düştüm. Sis dalgalandı, hızlandı. Hızlanarak etrafımı sardı, şimdi de hiçbir şey göremiyordum. Ayrıca sisin kokusu midemi ağzıma getiriyordu. Bir kurt uluması duyunca gözlerim irileşti ve hemen ayağa kalktım. Hiçbir yeri göremiyordum ama yine de koşmaya başladım. Var gücümle koşarken suratıma ve vücuduma ağaç dalları çarpıyor ve her yerimi yara bere içinde bırakıyordu. Bu işi daha kötü hale getiriyordu çünkü kurtlar kan kokusunu iyi tanırdı. Ne yapacağımı bilemedim ve bir anlığına durdum. Korkuyla inip kalkan göğsümden ve benim hırıltılı nefes alış verişimden başka ses yoktu.

    Ve üstüme atladı. Kurt koluma pençesini geçirdi ve tekrar gözden kayboldu. Yara oluk oluk kan akmaya başladı hemen. Onun acısıyla çığlık atmamak için dişlerimi birbirine sıktım fakat gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Elimi yaranın üstüne bastırdım ama temasımla yara daha çok canımı yaktı. Kurdun uluma sesini bir daha duyunca tekrar koşmaya başladım. Sisin yavaş yavaş dağıldığını fark edince umutla gülümsedim.

    Ne büyük bir yanılgı...

    Sis dağıldıkça her şeyi daha net görebiliyordum ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Adımlarımı yavaşlattım fakat artık çok geçti. Bir kurt sürüsünün ortasında kalmıştım. Simsiyah bir kurt sürüsü. Etrafımı sardılar. Korkudan kuruyan damağımı ıslatmak için yutkundum. Kaçacak bir yerim kalmamıştı. Buraya kadardı.

    Kurtlar aynı anda var güçleriyle ulumaya başladılar. Bir kurdun koşma sesini duyunca hemen arkamı döndüm ve döndüğüm an kurdun birinin hızla üzerime geldiğini görünce küçük dilimi yutacaktım. Yanıma varan kurt dişlerini bacağıma geçirince acı içinde yere yığıldım. Bu sefer kendimi tutamamıştım ve var gücümle çığlık atmıştım. Öyle bir şekilde haykırmıştım ki, ruhum bedenimden çıplak ellerle sökülüyor gibiydi.

     Kanayan vücudun ve kalmayan takatimle bir kurt sürüsünün ortasında savunmasız bir şekilde yerde yatıyordum. Gözyaşlarım benden izin almadan öylece toprağı suluyordu. Hıçkırıklarım sıklaşmıştı ve acı beynimi kemiriyordu. Bütün vücudum tir tir titriyordu. Görüşüm bulanıklaşırken kulaklarımda tiz bir ses konuşmaya başladı.

"Bir şifacı, bir ölüm meleği, bir hipnoz, bir kahin ve diğer her şey.

Bir yok oluş ile başlangıç arasına sıkışmış bir ezgi.

Güneş doğmaz, Ay parlamaz, Yıldızlar ışıldamaz.

Kaçmak yok, saklanmak yok, gidecek bir yer yok.

Veliahtlar ve geleceğin koruyucularına seslenir.

Bulunması gereken, uzun zamandır kaybolan.

Alışılmışın dışında saklanır, bilinmez nerede.

Yeni Güneş, yeni Ay, yeni Yıldızlar, eski aşklar.

Tek bir şeye bağlı bütün kaderler.

Bir şifacı, bir ölüm meleği, bir hipnoz, bir kahin ve diğer her şey.

Yeniden yazılacak bir bütün, tek kalem tarafından."

    Kulağımı tırmalayan tiz sesten sonra bu defa kulağımı okşayan bir ses işittim. "Diana!" Gözlerim bulanıklaşıyor ve kan kusuyordum. Davin yanıma geldi koşarak ve beni kollarının arasına aldı.

    Ağzımdaki kanla beraber kendimi zorlayarak konuştum. "Yardım et."

    "Şşş, tamam. Buradayım, güvendesin. Sana kimse bir şey yapamaz artık."

    Tekrar bir ağlama seli beni kendine hapsetti ve daha fazla kan kusmaya başladım. Davin'in bir küfür savurduğunu duydum. Bilincimi kaybedemiyordum orada öylece can çekişiyordum. Davin beni kucağına aldı ve ayağa kalktı. Yolunda gitmeyen bir şey olmalıydı çünkü portasyonu kullanmak yerine koşmaya başlamıştı.

    "Yardım edin!" diye haykırdığını duyunca panikledim. Kontrolsüz artan nabzım ve beni boğan kan yüzünden sonunda gözlerim kararmaya başladığı için şükretmeye başladım. Acı dayanılmaz bir hal alıyordu.

    "Hayır Diana, hayır! Uyanık kalmak zorundasın!" Buğulu cümlelerini son anda duyduğum Davin görüş alanımdan silinmişti.

The song : Tom Odell - Another Love


Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

7.5K 576 1
Bu kitap hiç büyüyemeyen kız çocuklarına ithafen yazılmıştır... Başlama tarihi : 07.12.2022
20.8K 2K 38
Ben Kayla Kamer, doğum gününde babası gözünün önünde yedi kurşunla katledilen Kayla. Ben Kayla Kamer, annesinin evlendiği pislik adamdan şiddet gören...
137K 8.1K 85
Her şeyimizi kaybetmiştik. Bir havlama sesi doldurdu kulaklarımı. Cesur delirmiş gibi havlıyordu. Adımlarım beni deliğe götürürken, Eymen'in çıldırm...
893K 20.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...