Bad Luck [EXO Fanfic]

By skydarknblue

26.2K 1.6K 2.2K

Hikayem için yaptığı kapaklardan ötürü @darknesshcr 'e teşekkür ederim. More

Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Özür
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24

Bölüm 16

449 30 145
By skydarknblue

Uzun bir ara oldu, gerçekten sebeplerim vardı. Tekrar yazmak bana iyi geldi. Ve bu bölümü yazarken çok eğlendim. Sehun'u sonlarda daha komik bir role bürümek istemiştim ama pek beceremedim. Keyfini çıkarın. 


Jongin poşetleri alınca yürümeye başladı. Haneul kendine gelmeye çalışarak Jongin'in peşinden yürümeye başladı. 


Haneul, Sehun'un söylediği ismi düşünüyordu. Kai...


Haneul, geçmişi düşünmeye başladı. Adamların bıçakladığı çocuğu hatırladı. O an gözlerinin önünde belirmeye başlamıştı.

*Flash Back*

"Seni uyarmıştım, değil mi? O para zamanında gelecekti." Adam elindeki bıçağı karanlıkta yüzü görünmeyen çocuğa sapladı. Olaylara gizlice şahit olan kızın, adamın bıçağı geriye doğru çekerken söylediği isim beyninde yankılanmıştı. "Kai."

Gördüğü manzara sayesinde hem korkan hemde şaşıran kız,  kendisini gören adamı fark etmemişti. Adamın sesiyle irkildi. "Ya! Küçük. Burada ne yapıyorsun?"

*Flash Back End*

 Dışarı da hala ateşi yakmaya çalışan Minseok ile Min ah'ın yanına geldiler. Jongin, elindeki poşetleri masanın üzerine koydu. Poşetlerin içindeki etleri çıkardı. Hala ateşi yakmaya çalışan Minseok'un yanına gelince onu koluyla kenara ittirdi. et paketini Minseok'a verdi. "Etleri yıkayıp, bir şeyin içine koy getir. Ben ateşi yakarım."


Eline bir kağıt parçası aldı ve çakmak ile kağıdı tutuşturdu. Daha sonra kömürün olduğu mangallığın içine ateşi attı. Elindeki gazeteyi ikiye katlayıp, sağa sola sallayarak ateşin iyice kızmasını sağladı.

Ateşi yakmıştı fakat etler hala gelmemişti. Dönüp evin kapısına doğru gelen giden var mı diye baktı. Masanın başında poşetlerin içini inceleyen kıza doğru seslendi. "Haneul, git etleri getir."

 Haneul, oflansada kendisine söyleneni yapmaya koyuldu. 

 Jongin, farkında olmadan bir havaya bürünüp emir verir moda geçmişti. Bu halini fark eden kardeşi "Salak, iyi ki bir ateşi yaktın." diye söylendi. 

 
Kardeşinin dediğini duyan Jongin, hemen kendini savunmaya geçti. "İki kişisiniz bir ateşi yakamıyorsunuz, salak olan ben oluyorum. Ayrıca ben markete de gittim."

"Evet, bizi şaşırtan da oydu zaten. Markete gittin!"

Jongin, kardeşinin lafı nereye getireceğini biliyordu. Bu yüzden lafı uzatmadan sustu. 

"Çok acıktıım! Hadi bir an önce etleri kızart!" Jongin, ettiğini çekiyordu. Biraz önce emir verdiği kız kendisine doğru gürültü yaparak geliyordu. Elindekini Jongin'e doğru uzattı. Jongin, kızın uzattığı etleri almayınca, Haneul elindekini zorla onun eline tutturdu. "Etleri kızartmak artık senin görevin."

Jongin, karşı çıkmadan kendine verilen emre uydu. Zorla eline tutuşturulan tabağı mangalın yanında duran masanın üzerine koydu. Jongin, buraya geldiğine şimdiden pişman olmaya başlamıştı. Bu yaptıklarına kendisi de şaşırıyordu. Etleri kesip kesip kızgın ateşin üzerindeki tele yerleştirdi. 

*     *     *     *

 Haneul, mangalı yakıp etleri kızartma görevini Jongin'in üzerine atıp içeriye kaçmıştı. Salonda tek başına oturan Mark vardı sadece. Mark, elindeki telefonun ekranına boş boş bakınıyordu. Yanaklarını şişiren Mark telefonu elinde döndürmeye başladı. Yanaklarına doldurduğu hava ile etrafına bakarken çok sevimli görünüyordu. Haneul ile göz göze geldiğinde yanaklarındaki havayı yavaşça ağzından dışarı verdi. "Ne dikizliyorsun, yoksa bana mı aşık oldun?" 


Haneul, Mark'ın konuşmasıyla gözlerini ondan çekti. Dudakları yukarı doğru kıvrılan kız, onu küçümser bir şekilde hıhladı. Bu hıhlamanın altında bir sürü uzun cümleler yatıyordu. Belki de küfür bile içeriyordu. Sıkıntıdan bunalmış olan Mark, karşısında dikilen arkadaşının bir konuşma açmasını ümit etmişti. Ama bu derin sessizlikte kızın hıhlaması bir rüzgar esintisi gibi sessizliğin içinden geçip gitmişti ve her şey olduğu gibi kalmıştı. Sadece sessizlik ve birbirlerine bile bakamayan iki sıkılmış insan. 


Mark ve Haneul, birbirlerini uzun süredir tanısalar da yalnız kaldıklarında konuşacak bir şey bulamayan iki 'yakın' arkadaştılar. Mark, sessizliği bozmak istedi. "Etleri kim kızartıyor?"

"Jongin."


Mark, kendisine verilen kısa ve öz cevaba karşılık olarak "Aç kaldık yani." diyebilmişti.

Ve tekrar koca bir sessizlik. 

Bu sessizliğin arasında gerilen Haneul, tekrar dışarı çıkmayı düşündü fakat dışarı da zaten birinden kaçtığı için içeriye girmişti. "Ben bir su içeyim. Sende ister misin?"

Mark, Haneul'ın sorusuna mimikleriyle 'hayır' cevabını vermişti. Haneul'da mimikleriyle 'peki' cevabını vererek mutfağa gitti. 

Haneul, bardakların olduğu yerden bir su bardağı aldı. Buzdolabının kapağını açarak içinde su var mı yok mu diye baktı. Sürahideki suyu buzdolabından çıkarıp elindeki bardağın yarısını su ile doldurdu. Sürahiyi mutfak taşına bırakarak, elindeki bardaktan bir yudum su içti. Arkasını mutfak taşına dönüp yaslandı. Elindeki bardaktan bir yudum daha alırken mutfağın penceresinden, etleri kızartmaya çalışan çocuğa ve onun yanında şarkı söyleyip şebeklik yapan kızın olduğu yere baktı. Derin bir iç geçirdi. Farkında olmadan ağzından çıkan kelime onu fazlasıyla düşündürüyordu. "Kai."

Mutfak kapısından gelen ses ile irkildi ve dışarıya bakmayı kesti.


"Yanlış mı duydum, yoksa Kai mi dedin?" Yüzünde belirsiz bir ifade olan Sehun, Haneul'ın yanına doğru yürüdü ve az önce Haneul'ın baktığı yere doğru baktı. Sehun, iç geçirip tekrar Haneul'a döndü. Gözlerini kızın şaşkın gözlerine dikerek sorarcasına konuştu. "Kai?!"

Haneul, 'Ben öyle bir şey demedim' demek istiyordu. Fakat, itiraz etse de Sehun'un kesin olarak ne dediğini duyduğuna emindi. Sehun onun itirazına inanmayacaktı. O, bunun farkındaydı. Haneul, önceden okulda Çince dersi görmüştü. Oradan aklına gelen şeyle bahanesini uydurmaya başladı.


"Ah, evet Kai." Yaslandığı yerden doğruldu ve Sehun'a sırtını döndü. Elindeki bardağı masanın üzerine bırakırken konuştu. "Çince dersinde görmüştük, birden aklıma geldi. Çince hangi kelimeleri hatırlıyorum diye düşündüm de kendi kendime." Tekrar Sehun'a döndü ve zoraki gülümsedi. Bu gülümsemenin altında da bin bir kelime yatıyordu. Sehun'un, palavrasına inanması umudu...


Sehun, Haneul'a doğru yaklaşıp onun etrafına kollarını uzattığında Haneul irkilerek mutfak taşına ellerini koydu. Sehun, fazlasıyla ona yakın duruyordu. "Umarım dediğin gibidir." 
 Sehun geriye çekilirken masanın üzerindeki sürahiyi almıştı. Haneul'a sırıttı. "Buzdolabına geri koyayım." 


Sehun, buzdolabını açıp sürahiyi koyarken Haneul mutfaktan sıvışmıştı. Sehun, arkasına dönüp Haneul'ın garip hareketlerini izliyordu. Haneul, mutfaktan çıktığında Sehun kendi kendine söylendi.  "Genelde aptal olsam da, bu konuda aptal olmadığım halde öyleymiş gibi davranacağım."  (Yani demek istediği normalde olayı sezecek kadar zeki değilim, ama bu olayı sezdim. Yine de sezmemiş gibi davranacağım diyor asdfgh)

Haneul, şaşkın şaşkın salona tekrar geldi. O koca sessizliğin olduğu salona. Sehun'un bu hareketi onun düşüncesini kesinleştirmişti. Duyduğu kelime doğruydu. Kesinlikle yanlış duymamıştı. Sehun'un tehditkar konuşması da, taşları yerine oturtmasını sağlıyordu. Jongin, kesinlikle O'ydu. O gece oradaki kanlar içinde yatan çocuktu. Haneul, ne kadar bu olayın içinden sıyrılmaya çalışsa da, ne kadar bu olaydan kaçmaya çalışsa da yine kendini bu olayın içinde bulmuştu. 

 Mark'ın sesini duyana kadar, uzun süredir salonun ortasında ayakta dikildiğini fark etmemişti. "Ne yapıyorsun ayakta dikilerek?" Mark, kendisine yaklaşıp koluna dokundu. "İyi misin?"


Kolunu Mark'ın elinden çekerek konuştu. "İyiyim. Sadece..." diyecek bir şey bulamıyordu. Mark, şaşkın kızın kolunu bu sefer daha sıkı kavradı ve sıkıca kavradığı kolunu çekiştirdi. "Etler hazır. En aç olanımızın sen olduğunu sanıyordum."

Haneul, tekrar normale dönmüştü. Kaşlarını çatarak Mark'a baktı. "En aç olanımız derken? Hep aç mıyım ben? Aç mıyım ben??" Fazla konuşmayan Mark, sadece gülümsemekle yetindi. Bahçeye çıktıklarında kızın kolunu bırakmıştı. 

 Jongin, kolundan çekiştirilerek getiren kıza baktı. Mark ile Haneul'ın sevimli atışmaları, insanların içini kıpır kıpır ettirecek türden bir sevimlilik olsa da Jongin için aynı şey geçerli değildi. Bu görüntü onu istemsiz olarak rahatsız etmişti. 

Jongin, kızarttığı etlere tekrar döndü  ve etlerden birini çatallayıp ağzına götürecekken birisi o iğrenç uzun dilini uzatıp eti kapmıştı. Jongin bir elindeki boş çatala bir de eti kıkırdayarak yiyen Sehun'a baktı. Gözlerini devirdi. Elindeki çatalı bırakıp elleri cebinde oturakların olduğu yere gitti ve boş sandalyelerden birine oturdu. Min Ah, "Hani etler nerede?" dediğinde oyuncağı elinden alınmış da oyuna küsmüş çocuk gibi "Onu da kendiniz alın." dedi. 


 Min Ah, hiçbir şeye anlam veremediği gibi abisinin bu hareketine de anlam verememişti. Oturduğu yerden böbürlenerek kalktı. Etleri tabağa koyup, masaya tekrar geldi. Herkes masaya oturduğunda, Jongin, sessiz sakince yemeğini yiyordu. Haneul ile Min Ah, hem konuşuyor hem yiyordu. Sehun, sessiz ve efendi gibi duran Mark'a sataşıyor ardından o da yetmiyor,Minseok'a sataşıyordu. Yemek bu şekilde geçmişti. 


Herkesin karnı doyduğunda, sıra masayı toplamaya gelmişti. Sehun, diliyle dişini kurdarken ellerini cebine koydu, bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandı. "Ben misafirim."

 Jongin, Sehun'a gözlerini devirip ayağa kalktı, hiçbir şey demeden içeriye gitti. Minseok, aynı Sehun'un kopyası gibiydi. Sessiz ve sevimli olan bu çocuk aslında o kadar da masum değildi. 


Haneul, zoraki olarak yerinden kalktı. "İki,üç şey hallederiz nasıl olsa Min Ah. Hem Mark' da bize.." gözlerini masanın etrafında gezdirdiğinde Mark'ın yok olduğunu fark etmişti. Sesini yavaşlatarak cümlesinin devamını getirdi. "Yardım edebilirdi, burada olsaydı." Minseok, oturduğu yerden konuştu. "Sahi Mark nerede?"

*         *           *          *

Jongin, içeriye girdiğinde tuvalete gitme ihtiyacı hissetmişti. Buraya geldiğinden beri tuvalete girmediği için, tuvaletin nerede olduğunu bilmiyordu. Elleri montunun cebinde, etrafına bakındı. Uzun koridorun sonunda olabileceğini düşündüğü için oraya doğru yürümeye başladı. Koridorun duvarlarına bakarak ağır ağır yürüyordu. Değişik sanat eserleri vardı ve aile fotoğraflarının olduğu bir resim. Resimde birisi gözüne takılınca, portrenin önünde durdu ve resmi incelemeye başladı. 6,7 yaşlarında 3 erkek çocuğu. Birisi diğerine göre fazla olgun duruyordu. Birisinin Minseok olduğuna emindi. Çünkü onlar çocukluktan beri arkadaştılar. Onu bu sayede hemen tanıyabilmişti. Mark'ı anımsatan bir çocuk vardı resimde. Biraz daha yüz hatlarını incelediğinde onun Mark olduğuna emin oldu. Üçüncü çocuk ise, onun suratı Jongin'e yabancı gelmemişti. Fakat kim olduğunu çıkaracak kadar da tanıyamamıştı. İyice yüz hatlarını inceliyor, beynini zorluyordu ama kim olduğunu kestiremiyordu. 

 Gelen birkaç tıkırtı ve bağırış sesinden sonra resmi incelemeyi kesmişti. Arkasına döndüğünde, dışarıya çıkış kapısı olduğunu gördü. Burası bahçeden farklıydı, arka bahçe olmalıydı. Jongin, ellerini cebinden çıkardı. Kapalı olan bahçe kapısına doğru yürüdü ve kolu indirip kapıyı açtı. Ağaçların arasında karanlıkta iki beden yüzleri birbirine dönük duruyordu. Jongin, açtığı kapıyı biraz aralık bıraktı ve oldu yerden iki kişinin konuşmasını izlemeye başladı.

"Buraya gelmemeliydin." Sesi fazla ince geliyordu ama erkeksiliğinden ödün vermiyordu. Bu ses Jongin'e tanıdık gelmişti. Yemek masasından erken kalkan Mark'a aitti bu ses.


"Bana karışma Mark!" Mark olduğu kesinlikle onaylanmıştı. "Şunu yap, şunu yapma demeye hakkın hala olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun."


"Çok değiştin, bunu yapmak için sebebin ne? "

"Arkadaşımmış gibi davranmayı kes. Önüme çıkıp sakın engel olmaya çalışma. Bugün bu işi burada halledeceğim."


"Lee Joon, kendine gel. Kimden mir alıyorsun da böyle saçma işlere bulaşıyorsun?"


Jongin, kendi kendine düşündü. 'Lee Joon, bugün buraya  geleceğini söyleyip benim gelmemi sağlayan Lee Joon mu?' 

Joon, Jongin'i bilerek mi buraya yönlendirmişti? Yoksa Joon'un bugün burada bitireceği iş Jongin miydi? Bu olamazdı. Joon ile Jongin'in arasında hiçbir bağ yoktu. Onlar birbirlerini tanımıyorlardı bile. Onların arasındaki tek sorun, Haneul'dı. Joon'un bugün burada bitireceği iş daha farklı bir şey olmalıydı. 


Jongin, kendi kendine söylendiğini fark etmemişti. "Mark onu nereden tanıyor? Arkadaş?" 

Mark, Joon'u ikna etmek için bir şeyler daha söylemek istiyordu fakat joon onun konuşmasına izin vermemişti. "Rahat bırak artık Mark beni, biz artık o iki küçük çocuk değiliz. Sen ve ben.. yollarımız tamamen farklı. Bu yolu ayıran kişi sensin, ben değil."

Jongin, olduğu yerden geri gitmesi gerektiğini düşündü. Yeterince şey duymuştu. Bu gizemi düşünüp, ip uçlarını bularak çözmesi gerekiyordu artık. Kapıyı sessizce kapattı ve geldiği yoldan tekrar salona gitti. Salonda, televizyonun karşısında oturan iki genç kız, yarı uykulu mayışmış bir şekilde oturan sevimli oğlan ve bacaklarını sonuna kadar açmış, kafasını geriye doğru atmış, ağzı açık uyuyan bir adet normalde yakışıklı olan fakat şu anda çirkin bir çocuğun olduğu salona girdi. Boş olan koltuğa -Haneul'ın yanının boş olması cabasıydı- oturdu. Kolundaki saate baktıktan sonra esnedi.

Min Ah, esneyen abisine laf atmayı düşünmüştü ama bunun için şu an çok üşengeçti. Onun yerine yemekten beri ortada görünmeyen çocuğun nerede olduğunu sordu. "Mark nerede?"

Jongin, kendisine gelen soruyla  şaşırmıştı. "Bunu neden bana soruyorsun?"

"Ortalıklarda olmayan sadece ikinizsiniz. Büyük ihtimal birliktesinizdir diye düşündük." 


"Bilmiyorum, nerede olduğunu. Bahçededir  belki."

"Bahçede olduğunu sanmıyorum."

"Bende evin içinde olduğunu sanmıyorum."


"Sanırım benimle itleşmeye bayılıyorsun. Git bütün evi ara, bu kadar çok merak ediyorsan değerli arkadaşını."

Minseok ikilinin arasına bir soruyla daldı. "Sende mi sevmiyorsun Mark'ı? 'Değerli arkadaşın' derken fazla vurgulu ve iğneleyiciydin."


Jongin'e cevap sırası gelmeden Haneul üstüne alınarak konuştu. "Sen 'de' mi? derken, sende fazla iğneleyiciydin Minseok."

Jongin kendisine gelen soruya soğuk bir şekilde cevap verdi. "Belki, sevmek zorunda mıyım?"


Min Ah, abisinin bu sözüne karşılık verdi. "Onu sevmemek elde değil. Neyini sevmiyorsunuz? Kötü bir insan değil, Mark."

Minseok, Min ah'ın sözlerine şaşırmıştı. "Onu sevmemek elde değil derken?"

Jongin, eski dostu Minseok'un cümlesini adeta tamamlıyordu. "Aşık mısın yoksa ona? Şimdiden söyleyeyim; aşkını desteklemiyorum ve hatta bu duruma karşı çıkıyorum. Cesedimi çiğnemeden asla onunla birlikte olmazsın." Jongin, kollarını iki yana açmış göğsünü kabartmıştı.

Haneul, Jongin'e gözlerini devirdi. "Ne biçim bir abisin sen? Hödük."

"Korumacı bir abiyim. Kardeşimi başı boş mu bırakayım istiyorsun?"

Min Ah, sonunda itiraz etme hakkını bulabilmişti. "Ne saçmalıyorsunuz? Sadece arkadaşım o. Ayrıca ona aşık olsam bile bu ilişki seni ilgilendirmez abi. Bana karışmaya hakkın yok."

Min Ah'ın sözleri Minseok'un kalbini fazlasıyla kırıyordu. Minseok'un kalbi neden kırılıyordu o bile bunu anlamamıştı. Ortada fol yok, yumurta yoktu. Buna rağmen korumacı abi asıyor kesiyordu. Aşık kız aşkını korumaya çalışıyor, kimsenin karışmasına müsaade etmiyordu. Ona karşılıksız, platonik aşık olduğunu sanan genç adam ise kederinden oturduğu yerde ölüyordu. 


Tamamen olayın kendisi hakkında olmasına rağmen olaydan bihaber olan çocuk içeriye girdi. Gülümseyerek Minseok'un yanına oturdu. "Ne hakkında konuşuyorsunuz?"


Minseok, ona acı acı baktı ve kafasını başka yöne çevirdi. Jongin, korumacı abi olan Jongin ise, "Sen konuşma, kardeşimi sana yar etmem." dedi.

Mark'ın kafasının allak bullak olduğu yüzünden okunuyordu. Haneul, konuştu. "Kafana takma sen o hanzonun dediklerini sen. Kendi kendine senaryo yazıyor."

Min ah, farkına bile varmadan bu senaryoya kapılmış, kendi kendine gelin güvey olmuştu bile. Narin narin konuşmuş ve göz kırpmıştı. "Abime bakma sen." 

Mark tekrar 'Ne oluyo lan?' olmuştu. En yakın arkadaşı Minseok'a baktı. Minseok ise, "Mark... ah." Kafasını iki yana salladı. Çoktan o, bu hikayenin içine dahil olmuştu. O, bu hikaye yazılmadan önce bile bu hikayenin içindeydi. O hep, onu seven genç adam değil, onu seven genç adam rolündeydi. (Yani onu seven genç adam. değilde sevdiğini sanıyor ya o role bürünen adamdı.)

Oyuncu kadrosunda olmayıp, yazarlıkta payı olan Haneul, kendi kendine güldü. Ona laf atmaya yer arayan Jongin, bulduğu aralıkta lafını hemen yapıştırdı. "Deli olduğunu biliyordum!"

"Kes sesini. Şunların haline bak, hepsi senin suçun." Min Ah'a döndü ve tekrar konuştu. "Sende ne istekliymişsin, hemen gevşedin. Gel bana dese çocuk, hemen everecen kendini."


Min ah, yüzünü buruşturarak en yakın arkadaşına baktı. "Benim hakkımda bunu söyleyecek en son kişi sen olmalıydın Haneul. Ayrıca abim bize engel oluyor."

Jongin, tekrar konuştu. "Tek bir şartla müsaade ederim aşkınıza. Evleneceksiniz."


Haneul, Mark'a döndü ve kötü haberi verdi. "Tebrik ederim, evleniyorsun."

Senaryoda repliği hiç olmayan ama hep orada var olan çocuk ilk repliğini sonunda söyleyebilmişti. "Ne?!"
Uykudan uyanan Sehun, afallayarak gözlerini açtı. "Ne, ne? Min Ah ile Mark evleniyor mu?"

Haneul, kahkahayı basmıştı. "Uyu Sehun, sadece rüya görüyorsun." 

Olayı açıklığa kavuşturmuşlar ve saçmaladıklarının farkına varıp artık uyumaları gerektiğini düşünmüşlerdi. Herkes kendine ayrılan yatağa gidip uyumuştu. Yorgunluktan uyuyan bu insanların içinde sadece bir kişinin gözü açıktı. Mark ile Joon'un konuşmasını dinleyen çocuk, ne olay döndüğünü anlamak istiyordu ve bu yüzden gözüne uyku girmiyordu. Gece boyu tavanı izlemişti. İçeriden gelen ses ile irkilerek yatağından kalktı. Ses salondan geliyordu. Sesin geldiği yere gidip baktı. Kötü bir şeyler ile karşılaşacağını düşünüyordu fakat sabahtan beri uyumuş olan, şimdi de uykusu olmayan arkadaşı Sehun'u görünce, Jongin küfür etti ve tekrar yatağına gitti. Gözüne uyku girmeyeceğini bile bile tekrar yatağına yattı.

Salondaki genç adam, yatakta aylak aylak oturmuş, kanepede oturarak açıkta yattığı için ağrıyan yerlerini sıvazlıyordu. Sanırım bu gece tek uyuyamayan Jongin olmayacaktı. Yalnız değilsin, Jongin. 



Continue Reading

You'll Also Like

103K 6.5K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
47K 2.5K 17
❝Benim ezbere bildiğim tek şey senin gözlerin.❞ kenan yıldız fanfic|23.01.24 ❥en cok okunan kenan yildiz kurgusu! ༶•┈┈┈┈┈┈୨♡୧┈┈┈┈┈•༶ Bin 01.02.24 5...
177K 7K 50
.
458K 26.4K 43
Sex bağımlısı Taehyung ve sex'in ne demek olduğunu bilmeyen sevgilisi Jungkook. Absürtlük içerir!