Annemin Hikayesi

By zeeyneep41

51.6K 6.4K 2.4K

Kız gördü adamı içi sızladı... Adam gördü kızı yüreği yandı... "Evime hoş geldin hanımağam. Umarım bu bir sü... More

Kapak Tasarımları
Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39 (Finale bir kala)
Bölüm 40 (Final)
Duyuru

Bölüm 27

815 105 3
By zeeyneep41

Heeeyooooo iki yeni bölümle geldim

Satır aralarına çökelim.

Oy vermeden geçmezseniz sevinirim.

Keyifli okumalar dilerim.~

~~~~~~~~~~

Zeynep Ömer'e dışarı çıkarak oturmayı ve çaylarını orada yudumlamayı teklif etmişti. Birlikte dışarı çıkarak ilerlemiş ve Eşiyle bu güzel çiftliğin ve havasının tadını çıkarmaya başlamıştı. Bir süre sonra ise Ömer'e bir anı daha anlatmak istedi. Buradan nasıl gittiğini anlatacaktı çünkü bir isteği vardı.

                                                                                               ***

8 Yıl Önce

Zeynep artık dayakla büyümüş bir çocuktu. Sekizinci sınıfın sonlarına geldiğinde, liseyi İstanbul'da okumak için bahane arıyordu. Çünkü abisine yakın olsa, acıları dinerdi. Biliyordu bunu Zeynep.

Biliyordu ki, Savaş canını verir ama ona dokunulmasına izin vermezdi. Bunu söylemeye bile korkuyordu. Savaş ile konuşmayı ve babası ile onun konuşmasını istemişti. Bu yaz gittiği o bir haftalık tatilde Savaş'ı konuşmak için ikna edecekti.

Sınav'a gittiği okulun önünde arkadaşı ile oturmuştu. Aynı okulda sınava girecek olmaları büyük şanstı. Zeynep için Bahar, Bahar için de Zeynep'in kardeşten farkı yoktu. Savaş ve Ateş neyse, Bahar'da oydu.

Bahar ise kardeşi olmadığı için bilmediği bu duyguyu, Zeynep'i tanıyınca tatmıştı. Zeynep ona hep kardeşten öte olmuştu. Özel okulda okuyabiliyorsa, bu Zeynep'in sayesindeydi. Bazı şeyleri giyiniyor, yiyebiliyor ve görebiliyorsa, bu Zeynep'in gittiği yerlere gidebildiği içindi.

"Sınavdan erken bile çıksak, birbirimizi bekleyelim" diyerek sınava girdiler. Bu sene ikinci kez sbs sınavı yapılacaktı ve kızlar iki yıllık ortalamanın sonucunda bir liseye yerleşeceklerdi.

Dayak yiyerek, aç bırakılarak geldiği sınavın başlamasından önce yapılacakları yaptıktan sonra dua etmeye başlamıştı Zeynep. Gözlerinden yuvarlanan yaşları silerek sınava başlamıştı.

Bu sınavdan sonra bir hafta daha okula gidecekler ve karnelerini alacaklardı. Sonrasında ise Zeynep İstanbul'a gidecekti. Sınav sonuçları da oradayken açıklanacaktı. Zeynep, İstanbul'daki okullar içinde bir okula gidebilmek için abisinin babası ile konuşması ve tercihleri yapmasını istiyordu.

Hayatta her zaman planlar yaparız ama hayatın bize hazırladığı planlar, bazen bizim planlarımızla örtüşmediği için bu planlarımız bozulur. Hayatın büyüklüğü, bizim planlarımızın önüne geçer ve bozulan hep bizim planlarımız olur.

Bazen de bizim istikrarımız o kadar büyük olur ki, biz o planda ilerlerken hayatın planı bozulur. Bazen ise bizim planımız ile hayatın planı aynı doğrultuda olur ama ufak farklarla.

Zeynep o gün planladıkları ile hayatın planları örtüşüyordu. Bazı farkları olduğundan habersiz, hayallerini kurmaya devam etti. Sonunda sınavı bitince de ayrıldı. Bahar'ında gelmesi ile eve geçerek sınav hakkında konuşmak istemişlerdi.

Evin yakınlarına geldiklerinde ise gözleri babasını bulmuştu. Babası bir konaktan içeri girmişti. Zeynep ise ne yapacağını bilmeden babasını beklemeye başladı. Bahar'a gidebileceğini söylese de gitmemişti.

İki arkadaş orada sınav hakkında konuşurlarken, Zeynep babasını gözlüyordu. Yaklaşık bir saatin sonunda, babası evden çıkmıştı. Kilitlediği kapının anahtarını, kapının yanında bulunan bir taşın içine saklamıştı.

Duvara sabit görünen taş aslında duvara sabit olmadığı gibi, birde gizli bir anahtar koyma alanı gibiydi. Zeynep giden babasının peşinden gitmek istedi ama yapamadı. İçinden bir ses, o eve girmesi gerektiğini fısıldıyordu.

O an anlatılmaz bir his, Zeynep'i o eve çekiyordu. Kendine engel olmayarak içeri girmek istedi. Bahar ise onu kollayacaktı ve biri gelirse oyalayarak ses çıkaracaktı. Islık çalmayı bildiği için de ıslık çalabilirdi.

Zeynep hızla eve girdiğinde, evin boş olduğunu gördü. Zaten tahmin etmişti. "Boş olmasa neden kapıyı kitlesin? Değil mi?" diye mırıldandı. Odaları gezerken bir odanın kilitli kapısı dikkat çekmişti.

"Uzun zamandır yaşanılmadığı aşikâr olan bu evin içinde, neden sadece bu odanın kapısı kilitli? Baba ne işler çeviriyorsun?" diyerek kapının önündeki saksının etrafına baktı. Tahmin ettiği gibi de anahtar saksının altındaydı.

Odaya girdiğinde tanıdık bir koku burnuna geldiğinde, Zeynep'in gözleri yaşarmaya başladı. Dilinden ise "Anne!" sözcüğü koparak tüm odayı doldurdu. Bu koku annesine aitti. Yıllardır görmediği annesinin kokusunu bu kadar iyi hatırlaması imkânsızdı.

Zeynep bu durumun güzelliğine bile ağladı. Annesinin gözlerini, yüzünü bile hatırlamak için, gizli saklı annesinin fotoğrafına bakıyordu. Kokusuysa daha burnuna çarptığı anda kendisini hatırlatmıştı.

Odada biraz gezinince bu evin annesinin ayrıldığı evi ve bu odanın ise onun odası olduğunu anladı. Annesinin babası ile olan fotoğraflarına bakınca "Gerçekten de sana çok benziyorum, değil mi anne?" diye mırıldandı.

Odanın içinde gezinirken eline komodinin üzerindeki defteri aldı. Bu annesinin buradaki günlüğüydü. İçindekileri merak ediyordu. Babası ile o kadın nasıl evlenmişti, annesi buna nasıl izin vermişti...

Zeynep'in bu hikâyede bilmediği ve soramadığı çok şey vardı. Yanına aldığı günlük ile yavaşça evden ayrıldı. O kadar zordu ki bu evden ayrılmak, anlatamazdı. Bir ömür o kokuda yaşamak isterdi.

Bahar ile odasına giderek gizlice bu günlüğü okumaya başladılar. Artık odasında vakit geçirirken sıkılmayacağı bir aktivite bulmuştu. Annesi babası ile tanıştığı günleri bile bu günlüğe yazmıştı.

Zeynep, okuduğu o aşk romanları gibi başlayan bu aşkı okurken, fazlasıyla mutlu hissediyordu. En azından annesi mutlu olmuştu.

Günler geçmiş ve Zeynep günlüğü bitirmişti. Üç gün... Tam tamına üç gün içinde okuduğu günlükte yazanlara inanamamıştı. Okulunun bitmesine iki gün kala artık "Ne olacaksa olsun!" diyerek oturdu akşam yemeği masasına.

Zeynep o kadar aç bırakılmıştı ki, artık istese de çok yemek yiyemiyordu. Bu yüzden de onu yemek masasında görünce Mehmet ağa, hem şaşırmış hem de sevinmişti. Zeynep'in ise yüz ifadesi çok farklıydı.

Önüne koyulan yemekleri yemek yerine dalgınca oynamaktan başka hiçbir şey yapamadı o an Zeynep. Bir süre sonra başka yemek koyulunca, ona da bakmadı. Sadece çatalı ile oynamaya devam etti.

Ateş bu duruma kayıtsızken, Havva Hanım sinirliydi. Ziyan olan yemekleri bile dert ediyordu. "Yarın hesabını sorarım ben. Sen çok şımardın artık!" diyerek kendi kendine sinirini yenmeye çalışıyordu.

Mehmet ağa ise "Kızım sevmediysen istediğin bir şeyi pişirsinler" diyerek Zeynep'e baktı. Zeynep o an kendisi ile konuşan babasına baktı. İçinde bir acı ve tiksinme vardı. "Bu adam, benim babam bu adam olamaz!" diyordu içinden.

"Baba, biliyor musun? Annem son zamanlarında asla yemek yiyemedi. Şimdi hatırlıyorum da, ne çok zorlanmıştı benim annem. Biliyor musun bilmem ama canının istediği yemekleri bile yiyemezdi" dediğinde gözünden akan yaşları sildi elinin tersi ile.

"Biliyor musun? Azıcık yese bile kusardı. İşkence yaparlar gibi kusardı. Zaten bir süre sonra artık o yemeklerin kokusu bile midesini bulandırıyordu" diyerek önüne döndü. Bir bardak dolusu suyu eline aldı.

"Bu su var ya, hani yaşama sebebimiz... Olmazsa öleceğimiz bu su... Annem biraz fazla su içse onu bile kusardı!" diyerek suyu masaya dökmeye başladı. Fidan hemen toparlamak için atılsa da Mehmet ağa durdurdu.

Havva çok öfkeliydi. Gözlerinden çıkan alevler, her an konağı yakabilirdi. "Hangi cüretle o kadını benim konağımda anıyor" diye içinden çemkiriyordu. "Yarın! Bunun hesabını yarın sorarım sana sümsük!" diye mırıldandı.

Havva Hanımı duyan yoktu ama Fidan anlıyordu.. Olacakları fark ettiği için, Zeynep ve gitsin buradan diye dua ediyordu. Bazı şeylere göz yummak artık ona zor geliyordu.

Mehmet ağa ise kızının söyledikleri ile o günlere gitmişti. İçinde yaşadığı o vicdan azabı görülebilse, Zeynep bunları söylemezdi. Zaten hiç kızmadı kızına. Haklıydı ama böyle olmasını da istememişti.

Zeynep bu sırada ayağa kalkarak "O konağa nasıl gittin baba? Annemi, bir oğlun olduğu halde nasıl bu kadını kuma getirerek küçük düşürdün? Al bak, bak ve oku baba! Bak ve oku! Oku ki hatırla! Benim annemin öldüğü zamanlara kadar hatırla!" diyerek masaya attı defteri.

Zeynep daha elinde tutarken tanımıştı o defteri Mehmet ağa. Hızla defteri alarak odasına gitti. Zeynep ise kendi odasına giderek, kapıyı kilitlemişti. Havva öfke ile masayı toplattırmış ve kocasının yanına gitmişti.

Kocasına zaten hep bir adım uzaktı. Hep ona mesafeliydi. Mehmet ağanın, Demet'e baktığı gibi kendisine bakmadığını biliyordu ama bakıyordu işte. Bu Havva için yeterdi ve yetiyordu.

Mehmet ağa bütün geceyi ağlayarak geçirirken, Havva daha büyük öfke ile dolmuştu. Zeynep ise ağlayarak daldığı uykuda, annesinin kokusunu hissettiği o rüyayı görmüştü.

Gün Zeynep için erken başlamıştı. Zaten hep erken başlardı bu evde günler. Sebebi ise o kadının varlığının korkusuydu. Zeynep kendisini duşa atarak başlamıştı güne. Saçlarını kurutarak, okulun son günleri için hazırlanmaya başladı.

Aslında devamsızlık yoktu ama Zeynep yine de gidiyordu. Çünkü bu evde kalmaktan daha iyiydi okulda olmak. Oyunlar oynarken, gerçekten çocuktu. Bu evde ise asla çocuk değildi. Zeynep, kimseye görünmeden okula gitmeyi başarınca kendisini mutlu hissetmişti.

Okulda Bahar ile olanları konuşurken bile içinde kendisini hazırladığı bir son vardı. O kadının bunların hesabını soracağını biliyordu ve kendisini de buna hazırlıyordu. Zaten bu son dayaklar diye kendisini teselli etti.

Okuldan çıkarken, kendi evlerinin çalışanı Fidan'ı görünce şaşırmıştı. Kendisini görünce de şaşkınlığı artmıştı. "Ne yani dövmek için daha bekleyemedi de seni mi yolladı" diye mırıldandı.

"Seninle biraz konuşalım mı?" diyerek onu bir kafeye çağırınca, Zeynep daha da hayrete düştü. Hala dayak yiyeceğini düşündüğü için de sadece başını salladı. "Nasıl olsa hazırlanmıştım. Son bu... Son. Ne kadar acıtabilir ki?" diye mırıldanarak gitti peşinden.

Bu arada Bahar odasına girerken kardeş gördüğü kıza acıyan kalbi ile Allah'a yalvarışı arş-ı titretecek cinstendi. Ağlayan kalbine gözleri de eklendi. Açtığı o minik elleri ile ettiği duayı duyan annesinin kalbi buz tuttu.

Odasına girdiği kızından tüm detayları öğrendiğinde ise kalbi çok daha fazla acıdı. Bir yetim ağlarsa arş-ı âlâ titrerdi. Titremişti... Bir öksüz kaç gece ağlamıştı, sayılmaz. Arş titremiş ama kimse duymamış ve hissetmemişti.

Bu sırada Zeynep ve Fidan bir kafede oturmuştu. Fidan, sızlayan kalbi için bu kızdan özür dilemeye başlamıştı. "Benim durumum yoktu affet... Affet ki bu yaşadıklarına sustuğumun cezasını evlatlarım çekmesin!" diyerek af diliyordu.

Zeynep onun bu haline üzülürken sorduğu soru ile Fidan tarumar olmuştu. "Neden? Dedeme söylesen o sana para verirdi. Eminim ki dayım size iş bile verirdi. Ben konuşamadım siz neden sustunuz?" diye sordu Zeynep.

Fidan'dan bir cevap çıkmayınca da konuşmasına devam etti. "Gerçi ne bekliyorum ki? Annem eziyet görürken de susmuşsun sen. Sen o zamanlarda da varmışsın. Ona sustuysan, bana hayli hayli susarsın. Ne de olsa yabancı gelinin kızı!" diyerek cevap bekledi.

Fidan susuyordu. Zaten ne diyebilirdi ki? Neden sustuğunu, neyden korktuğunu... Nasıl anlatırdı ki annesinin ölümünde parmağı olduğunu...

"Zeynep, ben artık susmak zorunda değilim. Gidiyorum ve sen hep mutlu ol. Bir haftaya İdris'imle çocuklarımla gideceğim buradan. Senden tek ricam beni affetmen. Biliyorum zor ama affet. Havva Hanımım kovdu artık beni" diyerek gözünden yaşların akmasına izin verdi.

"Neden kovdu seni?" diyerek sebebini öğrenmek istedi ama Fidan sadece ayağa kalkmıştı. Kardeşinin evine gitmek için minibüslerin bulunduğu alana doğru ilerledi.

Zeynep ise olduğu yerde kalmıştı. Kadına üzülmüştü ama affetmeye de gücü yoktu. Ne yapacağını bilmeden oturdu bir süre... Sonra da kalkarak evin yolunu tuttu.

Eve vardığında kendisini bekleyen öfkeli bir Havva vardı. Havva ise Zeynep'i görünce gülümsemeye başladı. Zaten hep gülümserdi. Ona vururken zevk alıyordu. Zeynep'i durdurduğu yer, merdivenlerin başı ve mutfağa yakın olan girişteki avluydu.

Mutfağa giderek eline gelen ilk şeyi aldı. Bakmadan aldığı şeyin kepçe olduğunu, Zeynep'e vurmaya başladığında anlamıştı ama vurduğunda acı verdiği için devam etti. Ta ki kepçenin kırılmasıyla son bulan bu dayağı yerken Zeynep yere yığılmıştı.

Mutfaktan altığı oklavayla vurmaya devam ettiği kızın sırtı ve bacaklarına vurmaktan zevk alıyordu. Kapatılması kolay olan yerlere vurarak kocasının görmesine engel oluyordu. Bugün öyle bir öfkeyle vuruyordu ki kolları, bacakları ve sırt bölgesi morarmaya başlamıştı.

Zeynep o an artık öleceğine emin bir şekilde cenin pozisyonuna geçmişti. Kendisini savunmayı bırakalı çok olmuştu ama bugün daha farklıydı. Anne özlemi ile artık ölmeye bile hazırdı.

Kabulüydü!

Ölebilirdi...

Bölüm Sonu

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

9.9K 563 10
"peki kaç yaşındasınız"dedi bana bende "27 yaşındayım ben"dedim oda "Oha çok yaşlısınız"
9.2K 388 19
Bir yanda asiliyile tanınmış nefes bir yanda deliliyle tanınmış deli Tahir bakalım bu iki kişinin arasında neler olucak
152K 11.5K 34
Doğudan kaçıp gelen kızın annesini ve kız kardeşini korumasını anlatan bir kitap. Eski dönemlerde geçen bu kitap hem erkek kılığında dolaşmak zorund...
2.5K 247 18
Lucifer odasından asla dışarı çıkmazken bir gün çıkmıştı. Ama hotel sessizdi, biraz yürüdü alastor'ı gördü ve onla konuştu. Charlie ve diğerleri dışa...