GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

90.6K 12.6K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

10. "Çıkmaz Sokak"

2.2K 392 103
By DuruMavii


Selam.

Öncelikle birkaç güne kadar bir yeni bölüm daha geleceğini bildirmek istiyorum. Motivasyon için sizden bolca yorum rica ediyorum.

Madrigal~ Yaşayamam Bu Benle


Keyifle okuyun.

Saatler geçmişti. Yaşadığımız şehir geride kalalı çok oluyordu. Su ve Berika, acıktıkları için birkaç kez söylenseler de Cihangir dediğini yapmış, şimdiye kadar geldiğimiz yol boyunca hiç durmamıştı. Karşımda oturan Can’ın normal halini bilmiyordum ama bence hala normaline dönebilmiş değildi. Çünkü gözleri sıkça boşluğa dalarken, aklından geçenlerin onu hüzünlendirdiğini yüzüne yansıyan ifadeden anlaşılıyordu. Su ise sık sık uyumuştu. Uyanık olduğu zamanlarda Can ile sohbet etmiş olmasına rağmen bizimle tek kelime bile konuşmamıştı. Nedeni açıktı; o, ne yazık ki kibirli bir kızdı ve bizi dengi olarak görmüyordu. Onun penceresinden, bizimle konuşacağı hiçbir konu olamazdı ama  hayat onu fena halde köşeye sıkıştırmıştı. Bu ara en çok bizimle konuşmak zorundaydı. Diğer yandan Yekta bu konuda bizim kadar şanssız değildi. Çünkü sık sık Asır ile sohbet ettiklerini; maçtan, dövüşten ve derslerden konuştuklarını duymuştum. Cihangir konuşmaya hiç katılmamıştı ama onun nedeninin Su’nun ki ile aynı olmadığını biliyordum.

Cihangir’in kimsenin bilmediği başka bir derdi vardı.

Onunla yeniden göz göze gelmemek için başımı tekrar çevirmemiştim. Sanki çevirdiğim an onun beni izleyen gözleriyle karşılaşacaktım. Bunu düşünmek bana müthiş bir gerginlik armağan etmişti. O gerginliği bir parça yenebildiğimde başımı cama yasladım ve gözlerimi kapatmayı denedim. Yol boyu akıp giden tekerleklerin verdiği titreşim şanslıydım ki gerçeklikle aramdaki bağı koparmayı başardı.

Gözlerimi açtığımda karlarla kaplı dar bir orman yolundan ilerliyorduk. Akşam olmak üzereydi ve yağan kar hızını giderek arttırıyordu.

Asır’ın “Ne kadar kaldı?” diye sorduğunu duydum. “Kar daha fazla bastırırsa yolda kalırız.”

“Navigasyon önünde.” Bu cevabı elbette ki Cihangir vermişti.

“On iki dakika.” dedi Yekta. “Bir aksilik çıkmazsa on iki dakika sonra oradayız.”

Neyse ki bir aksilik çıkmadı ve çok da dik olmayan bir rampayı buz tuttuğu için güçlükle geçtikten sonra seyrek ağaçlı bir ormana ulaştık. Ahşap dağ evi, hemen ormanın girişindeydi ve neredeyse kardan görünmüyordu. Evin varlığından haberdar olmayan birinin bulması neredeyse imkansızdı. Cihangir aracı, evin yan kısmına park ettikten sonra “Beyler.” dedi. “Bagajda yakacaklar var, biz onları taşıyacağız.” Kıpırdadığını hissettim. Sanırım bu taraf dönmüştü. “İçeride tüp var, kızlar da yemek pişirir.”

O vakte kadar uyuyormuş gibi görünen Su birden gözlerini açtı. “Yemek mi? Biz mi pişireceğiz.” Doğrulup omuz silkti. “Ben yemek yapmayı bilmiyorum. Ayrıca uğraşamam.”

Onun aksine Berika mahcup bir ifadeyle, “Ben de bilmiyorum.” dedi. “İnternetten tarife bakarız, diyeceğim ama bir süredir internet de çekmiyor.”

“Tüh ya!” diye tepki gösterdi Asır. “Abi, demiştim ben sana hazır bir şeyler alalım, diye. Ne bileyim, pizza, poğaça en kötü makarna falan…”

Yekta “Merak etmeyin.” dediğini duydum. “Şanslıyız, Lalin yemek konusunda fena sayılmaz.”

Oluşan sessizlik beni utandırdı. Yekta söylemeseydi de girip yemeği yapardım ama şimdi bir beklenti oluşacaktı ve insanlar benden bir şey beklediğinde elim ayağıma karışırdı. Ah Yekta! “E-evet. Ben, yaparım bir şeyler.”

Asır’dan bir “Oh be!” geldi. “Bir an aç kalacağız diye telaşlanmıştım.”

“O halde bir an önce işe koyulalım.” dedi Cihangir. “Çünkü ben fena halde acıktım.”

Elimin ayağıma karışacağını düşünmüştüm ama bu Cihangir konuşmadan önceydi. Şu an kelimenin tam anlamıyla tüm parmaklarım titredi ve bunun nedeni arabadan indiğimde dizime ulaşan kar ya da rüzgarla birlikte yüzüme vuran sulusepken değildi.

Ev iki katlıydı. Giriş kısmı iki çekyatlı salonu ve ufak mutfağı bir arada bulunduruyordu ama mutfak ve salonu ayıran yarım bir duvar vardı. İçeri girer girmez işe çekyatların üzerindeki çarşafları almakla başladık. Erkekler, iki çekyatın arasındaki şömine için yakacakları taşırken, Berika eşyalarımızı yukarı kata taşıdı. Su, çok yorulduğunu söyleyerek kendini çekyatlardan birine attı. Ben ise kendimi mutfakta buldum. Mutfağa yabancı sayılmazdım. Annem, küçüklüğümüzden beri çalıştığı için bazı zamanlar Levent ile başımızın çaresine bakmak zorunda kalırdık. Ben belli bir yaşa gelene kadar Levent’in sandviçleri ile idare etmiştik ama ocağı kullanmaya başladığımdan beri deneme yanılma yöntemiyle birçok yemeği öğrenmiştim. Son birkaç yıldır annemin yorulmaması için sıkça mutfağa girerdim. Bu yüzden kendime, kendi çapımda bir profesyonel olduğumu ve sakin olmam gerektiğini hatırlattım. Sonra da poşetleri karıştırdım. Toplamda dört poşet vardı; birinci poşette içecekler, ikincisinde atıştırmalıklar, üçüncüsünde yemeklikler ve sonuncusunda da kahvaltılıklar vardı. Yemekliklerin olduğu poşetten tavuk göğsü, mantar, un, süt, tereyağı ve pirinci aldım. İşe önce pirinci suya koymakla başladım. Tavuğu jülyen doğrayıp, mantarları hazırladım. Tavaya sırayla soğan, tavuk ve mantarı alıp kendi suyunda pişirirken, bol tereyağlı pilavı ocağa koydum. Çekmecelerde birinden bulduğum körinin tarihini kontrol ettim; bitmesine birkaç hafta kalmıştı, yani işime yarardı. Köriyi tavuk için hazırladığım kremaya yedirdikten sonra tavukla buluşturdum. Taze yeşillik yoktu ama yıkanmış doğranmış hazır salatalık malzemeleri vardı. Onlarla güzel bir salata hazırladım. Poşetten bulduğum hazır mezeleri de servis tabaklarına ulaştırdıktan sonra her şey hazırdı. Son on dakikadır içerisi sıcaktı. Başımı eğip, şöminenin başında kimin olduğuna bakmak üzereyken, biri mutfağa girdi.

“Burası nefis kokmuş!” Asır, iştahla dudaklarını yaladı. “Sanırım ziyafet çekeceğiz.”

Tezgahın üzerindeki yemeklerde göz gezdirdim. “En azından karnımızı doyuracağız.”

Gülümsedi. “Bu kadar mütevazı olma. Bu arada onca şeyi yalnız mı yaptın?”

Başımı salladığımda “Sana yardım etmemi ister misin?” diye sordu.

Aslında ondan tabakları masaya götürmesini rica edebilirdim. “Aslında evet, şun-”

“Asır!” Ses şöminenin olduğu kısımdan geliyordu. Evet, böylelikle şöminenin başında Cihangir’in olduğunu öğrenmiştim.

Ben göremesem de Asır başını eğip arkadaşına baktı. “Söyle.”

“Yakacaklardan biraz daha gerekiyor.” dediğini duydum Cihangir’in. “Hallet.”

“Lalin’e yardım edeceğim. Yekta getiremez mi?”

“Yekta arabanın etrafını kazıyor. Sen getir, kıza Su yardım eder.”

Su’nun memnuniyetsizce doğrulduğunu gördüm. “Ben mi?”

“Evet, sen.” Cihangir’in ses tonundan itiraz kabul etmeyeceği anlaşılıyordu. Bu yüzden Su sesini çıkarmadan yerinden kalktı ve Asır mutfaktan çıkarken o içeri girdi.

“Ne yapmam gerekiyor?”

Masa muhtemelen tozluydu ama onun gibi bir kızdan masayı temizlemesini isteyemezdim. Bu yüzden bezi ben aldım. “Ben masayı sileceğim. Sen de ardımdan tabakları getirebilirsin.”

Cevap vermeyeceğini tahmin ettiğimden beklemeden salona ilerledim. Şöminenin başında, ateşi harlamaya çalışan Cihangir’in sırtına kaçamak bir bakış atıp alçak masayı silmeye başladım. Su, getirdiği servis tabaklarını masanın üzerine öylece bıraktı ve kollarını birbirine bağladı.

“Onlar kendiliğinden dizilmiyor,” Merdivenleri inen Berika’nın gözleri uykuluydu ve o gözler doğrudan Su’ya bakıyordu. “Anlayacağın manuel olarak olarak yapılması gerekir.”

Su, sanırım Cihangir burada olduğu için ses etmeden tabakları dizmeye başladığında Berika mahcup bir tavırla yaklaştı. “Lalin kusura bakma ya, yukarıda içim geçmiş. Yol tuttu sanırım.”

“Sorun değil.” dedim kolunu sıvazlayarak. “Hallettim.”

“Olmaz öyle şey. Yemekten sonra ben de bulaşıkları yıkayacağım.” Su’ya baktı. “Sen de bana yardım edersin, değil mi Su?”

O sırada içeri Asır, Can ve Yekta girdi. Üçü de titreyerek ellerini ovuşturuyordu. Bir süre şöminenin önünde ısındıktan sonra masanın etrafına dizildiler. Asır, Su ve Can bir çekyatta, biz üçümüz diğer çekyatta oturmuştuk. Cihangir çektiği sandalye ile bir köşede tek başınaydı.

İlk lokmayı alan Asır gözlerini kapatarak, beğendiğine dair bir nida çıkardı. “Harika olmuş Lalin, eline sağlık.” Onun ardından Yekta ve Berika da aynı şeyi söyledi.

Birkaç dakika sonra Sui “Tuzu fazla olmuş.” dedi, yüzünü buruşturarak. “Ayrıca daha fazla pişmeliydi.” Yanındaki Can’a dönüp, çatalının ucundaki tavuğu gösterdi. “Hindistan da yediğimiz köri soslu tavuğu hatırlıyor musun? Efsaneydi…”

“Evet, gerçekten iyiydi.”

“Hadi ama…” dedi Asır. “Bence bu da oldukça lezzetli. Ayrıca pilav da-”

“Sizce buraya yemek değerlendirmek için mi geldik?” Cihangir’in çıkışı masayı ölüm sessizliğine boğdu. Tüm gözler Cihangir’e çevrildi. Önündeki yemeğe hiç dokunmamıştı.

“Neden geldik?” diye sordu sessizliği bozan Berika. “Öylece emrivaki yapıp getirdiniz. Sebebini söylemek ister misin?”

Cihangir arkasına yaslandı. Bu masada henüz hiçbir şey yiyemeyen ikinci kişiydim. “Doktor bir arkadaşım var. Geçenlerde onun muayenehanesindeydim.” diyerek doğrudan lafa girdi. “Çipler ensemizde.”

Hepimizi eli  aynı anda ensemize gitti. “Çipleri çıkarmanın bir yolu var mı?” diye sordu Yekta.

“O basit. “ Cihangir sakindi. Hep çok sakindi. “Sorun, çipleri çıkardığımızda o manyağın bize nasıl bir ceza vereceği...”

Su’nun yüzündeki o normal ifade birden silindi. Aslında her birimizin öyle… “Hayır! Hayır ben çipi çıkarmam, asla.” Yalvaran gözlerle Cihangir’e baktı. “Cihangir! Ben o adamı kızdırmak istemiyorum.”

“Sakin ol, Su. Çıkaracağız, diye bir şey söylemedim.”

“O zaman?” Can, Cihangir’den sonra en tepkisiz olanımız belki de oydu. “Bir planın var mı?”

“Bir dakika, bir dakika!” diye araya girdi Berika, elleri bunu söylerken havadaydı. “Bizi dinliyor olabilir. Sonuçta hormon değerlerimize kadar biliyor, ne zaman nerede olduğumuzu da öyle… Sesimizi neden duymasın ki?”

“Duymuyor.” dedi Cihangir. Hiç düşünmemişti. “Deri altındaki çipler dinleme cihangız yerine geçmiyor.”

Berika ve Su aynı anda derin bir nefes verdi. Cihangir ise hala çok ciddiydi. “O herifi durdurmanın yolu kim olduğunu öğrenmekten geçiyor. Kim olduğunu öğrenmek için önce bize duyduğu kinin sebebini öğrenmeliyiz.”

Asır elini şıklatırken bana baktı. “İşte bu. İlk ipucu Lalin’den gelecek. Hadi Lalin, söyle onlara.”

Tüm gözler üzerime çevrildi ama ben sadece ikisine karşı mahcuptum; Yekta ve Berika’ya…

“Ben… Dergide, sizin yanınızda sarışın bir kız gördüm. Tam olarak emin değilim ama kızın saçlarındaki toka, depoda uyandığımız gün Yekta’nın ağzından çıkan tokaya çok benziyordu. Bunu Asır’a söyledim.”

“Ama bize söylemedin. Öyle mi?” diye sitem etti Berika. Haksız sayılmazdı.

“Sadece emin olmadan sizi huzursuz etmek istemedim.”

“Berika, Lalin doğru olanı yaptı.” Asır, Berika’ya baktığında, arkadaşımın yüzünde artık serzeniş yoktu. “Zaten yeterince gerginiz. Emin olmadan ortalığı daha da germek istemedi.”

“Sonuç?” Su, şimdi dikkatle bana bakıyordu. “Tokanın kime ait olduğunu öğrendin mi?”

Cihangir arkasına yaslandı. Bakışlarını üzerimde hissettim ama o bakışlara karşılık veremedim. “Öğrenmek üzereydi. Kaçıp gitmeseydi…”

“Kaçıp gitmedim!” Sesimin heyecana bulanmasına engel olamadım. Ah, sakin kalmalıydım. Başımı önümde tutmaya devam ederken, “İşim çıkmıştı.” dedim.

“Sorun değil, senin yerine konuyu Cihangir’e ben açtım.” diyen Asır’a merakla baktım. “Ama bana bir şey söylemedi. Belki burada söyler.”

Cihangir hafifçe eğildi. Masanın altından küçük bir kutu çıkarıp masanın üzerine koydu. “Söylemekten daha fazlasını yapacağım.” Kutunun kapağını açtığında, orada birkaç resmin olduğunu gördüm. Cihangir resmi bize çevirdiğinde ise eski sevgilisi olan Serel’i… Kız, elindeki fotoğraflarda daha netti, saçlarındaki toka da öyle.

Artık emindim. “Bu o toka!” Hafızam, o depoda uyandığım günü benim için gözlerimin önüne serdi. Yekta’nın kustuğu an; tokanın yere yuvarlanan varlığı… Tüm detaylarıyla hatırlıyordum. “Depoda gördüğümün aynısı…”

Oluşan sessizlikte herkes birbirine baktı. Sonra Su, “Olamaz.” dedi. “Serel çok uzun zamandır burada değil. Ayrıca bu toka sadece onda yok.”

“Serel kim?” diye sordu Yekta. “...ve eğer toka onunsa, ağzımda ne işi vardı?”

“Anlamadın mı söylediklerimi?” Su’nun stresi yüzünün kızarmasına sebep olmuştu. “O toka sadece Serel de yok, toka takmayı seven birçok kızda olabilir.”

Bana nasıl davrandığını önemsemiyordum ama Yekta’ya olan tavrı hiç hoşuma gitmemişti. Bu yüzden kendimi tutmamaya karar verdim. “Ama ben Serel, dediğiniz kızda gördüm ve bu önemli bir ipucu. Sen anlıyor musun, söylediklerimi?”

Benden bu çıkışı beklemiyordu, sustu.

“Serel, bizim arkadaşımızdı.” diye açıkladı Asır.

“Ayrıca Cihangir’in de eski sevgilisi.” diye devam etti Su.
“Uzun zamandır burada olmadığını söylediniz? Bundan emin misiniz?”

Berika, bu soruyu Asır’a bakarak sormuştu Bu yüzden Asır cevaplamaya hazırlandı. “Gelse bilirdik, diye düşünüyorum.”

“O kadar da emin olma.” Can, kollarını masaya yasladı ve sırayla tüm arkadaşlarında göz gezdirdi. “Türkiye’den nasıl ayrıldığını hatırlamıyor musunuz? Cihangir onu terk ettiğinde dağılmıştı. Hiç birimizle vedalaşmadı.”

“Sadece çok üzgündü.” Su’nun gözleri masanın bir köşesinde kilitlenmişti. Bir şeylerden emin olmaya çalışan bir hali vardı. “Ama… Sonrasında da beni aramadı.”

“Gördünüz mü?” dedi Can. “Belki de döndü. Belki de o gün o yatta o da vardı. Aranızdan aksini söyleyebilecek olan var mı? Yattaki partide yaşananların büyük bir kısmı hala hafızalarımızda yok. O kısım, koca  ve lanet bir boşluk.”

“Asıl size lanet olsun!” Su hiddetle ayağa kalktığında artık gözleri de kıpkırmızıydı. “Neden durup durup hatırlatıyorsunuz ki!”

“Sen ne sanıyorsun?” Artık Berika da ayaktaydı. “Oyun mu oynuyoruz kızım!” Sorusu üzerine durup düşündü, başını salladı. “Evet, oyun oynuyoruz ve sana bir şey itiraf ediyorum; ben de çoğu zaman unutmayı tercih ediyorum ama yumurta göte dayanınca hatırlamak zorunda kalıyorum. Tıpkı şu an olduğu gibi…”İşaret parmağının ucunu zemine çevirip salladı. “Tıpkı senin de şu an burada yapmak zorunda olduğun gibi…”

Su ağlamaya başladı. Berika’nın başı önündeydi. Asır’ın önünde kendini tutamayıp küfretmek onu utandırmıştı ve bunu yalnızca ben biliyordum.

“Oturun.”

Her ikisi de Cihangir’i dinledi.

“Berika haklı. Eğer yedimiz bir arada değilsek, eğer elinize siyah bir kart geçmediyse istediğiniz gibi davranmakta özgürsünüz. Görebileceğimiz üzere şu an şartlardan birini sağlamıyorsunuz.” Başını Can’a çevirdi. “Planımın ne olduğunu sormuştun. O herifi araştıracağız. Ancak birlikte hareket etmemiz göze batar. Dağınık hareket edersek, kafasını karıştırmayı başarabiliriz.”

“Gruplara bölünmemizi mi öneriyorsun?”

“Evet, Asır.” Herkes pür dikkat Cihangir’e bakıyordu. Ben hariç herkes… “Aranızdan oyun oynamayan kim kaldı?”

Asır elini kaldırdı. Yekta, Berika ve Can da…

“Dördünüz…”

“Hayır.” dedi Asır. “Beşimiz. Sen de henüz hiç oyun oynamadın Cihangir.”
Yapmış, dedim içimden. Sözünü tutmuş. Bizi kimseye söylememiş.

“Evet. Kendimi atlamışım.”

Asır, “Hep yaptığın gibi…” diye mırıldandı. Anladıklarını sanmıyordum. Çünkü kimse üzerinde durmadı. Ancak, daha şimdiden Asır’ın kastetmeye çalıştığı şey benim aklımı kemirmeye başlamıştı.

“Oynayanların mı araştırmaya başlaması gerektiğini düşünüyorsun?”

Cihangir, başını salladı. Hemen ardından tavuktan bir parça aldı ve ağzına attı.

“Neden?”

“Çünkü maskeli iblisin gözü henüz oynamayanların üzerinde olmalı.” Bunu söylerken başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. Bunu söylerken, artık Cihangir’e bakıyordum.

“Evet.” dedi, sakin ve maskülen ses tonuyla. “...ve maskeli iblis, o itin bundan sonraki lakabı bu.”

“Lalin ile mi?” Su, bunu alaycı bir ifadeyle söylemişti. “Oyun oynayan sadece ikimiz varız.”

“Aslında üçünüz.” Can’ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. “Unuttunuz mu? İkiz kardeşim de oyun oynadı. Yalnızca, o sizin aksinize kaybetti.”

Bir süre kimse konuşmadı. Sonunda Asır, “Bu iş için iyi bir takım olunmalı. Üzgünüm ama Su ve Lalin’den iyi birer takım çıkacağını sanmam.”

“Çıkmak zorunda.” dedi Asır. “Dediğimi gibi, dikkatler şu an oyun oynamayanların üzerinde. Bir açık arıyor olmalı. Farkındaysanız küçük düşürücü şeyler istiyor; itiraf gibi… İyi bir itirafı ancak kaynağını bulursa ister.”

“Ne yapmamızı istiyorsun?” diye sordum Cihangir’e, Su ile birbirimize bakarken. “Elimden geleni yaparım.”

İsteksizdi ama “Ben de.” dedi Su. “Çünkü burdan çıkınca, yardım isteyebileceği kimse yoktu.

“Yatı araştırmakla başlayın.”

Asır, “Bunu daha önce yaptık.” diyerek araya girdi. “O bölgeye ait ne kamera kaydı ne de başka bir şey bulabildik.”

“Evet, araştırdık ama biz…” Ona bakmıyor olsam da Su’ya ve bana baktığını fark ettim. “Onlar değil. Atladığın bir şey var, olayın üzerinden bunca zaman geçmişken, iki liseli kızdan kimse şüphelenmez.”

Asır biraz düşündükten sonra “Haklı olabilirsin.” dedi. “Denemekte fayda var.”

Ne Su ne de ben başka bir şey söylemedik. Suskunluğumuz kabullenişimizdi. “Detayları size ileteceğim.” dedi Cihangir. “Şimdi yemeğinizi yiyebilirsiniz.”

Yemeğe devam ettik ama konuşan olmadı. Anladım ki yaşadığımız korkunç şeyi yok saymaya çalışan yalnızca diğer kızlar değildi. Erkekler de yaşamaya devam etmeyi bir çıkış yolu olarak görüyordu. Bu yüzden yeniden hatırlamak hepimizi birden derin bir sessizliğe boğmuştu.

Yemekten sonra bulaşıkları Berika ile birlikte hallettik. Cihangir arabanın yanında bir ateş yaktı. Asır ve Yekta ateşte pişirilecek hastaneleri hazırlamıştı. Can ateşin başına oturmuş, elindeki çubukla kara bir şeyler çiziyordu. Su üşüdüğü için dışarı çıkmayı tercih etmedi ama mutfakta işimiz bitince Berika ile birlikte montlarımızı alıp dışarı çıktık ve ateşin başında oturduk. Berika’nın benim için getirdiği beyaz eldivenler ve şapkayı takmış olmama rağmen üşümeye başladım.. Hatta birkaç dakika içinde burnumun sızlamaya başladığını hissettim.

“Bira?”

“Hı?” Asır’ın uzattığı bira şişesine baktım. Daha önce içmemiştim. “Şey ben…”

“İçmedin mi?” diye sordu Asır. “Dene, ısınırsın.”

İçkinin bana neler yapabileceği hakkında henüz bir fikrim yoktu. Bu yüzden alıp almamak konusunda tereddütte kaldım.

“Asır, ısrar etme.” Cihangir eliyle gel, işareti yaptı. “Bana at.”

“Sana daha iki dakika önce verdim.” diyen Asır, Cihangir’in gösterdiği boş şişeye gözlerini devirdi. “Artık vakumladığına eminim.”

Asır şişeyi açtı. Cihangir havada yakaladı, açtı ve başına dikti.

Yekta, soyduğu kestaneleri Berika ve bana uzattığında, ona teşekkür edip gülümsedim. Ateşte pişen kestaneleri severdim; ateşte pişen kestaneler bana babamı hatırlatırdı; küçüklüğümü ve onunla geçirdiğim nadir birkaç andan birini…

Birkan biradan sonra Can, “Cihangir.” dedi. “Sence o tokanın Serel’e ait olma ihtimali var mı?”

Cihangir, dizleri havada, ayakları yere basar vaziyette oturuyordu. Üzerinde kot pantolonu, siyah postalları ile aynı renk parkası vardı. Şapkasını hiç çıkarmamıştı. “Bilmiyorum. Senin de söylediğin gibi o gece olanları hatırlamıyoruz. Belki yata bizi ziyarete gelmiştir. Belki bir başkasına aittir. Bilemeyiz.”

“Öğrenebilirsin. Onu aramayı dene.”

Başımı kaldırdım ve Cihangir’in dudaklarından çıkacak cevabı bekledim. “Düşüneceğim.”

İçimde hissettiğim burukluğun sebebini bilmiyordum ama bundan hoşlanmamıştım. Elimdeki kestaneleri Berika’nın avucuna bıraktım ve ayaklandım. “Yatacağım, sanırım yol beni de yordu. İyi geceler.”

Verdiği karşılıkları arkama alarak eve girdim. Üst kata çıktığımda Su’nun uyanmaması için ışığı açmadım ama karanlıkta görebildiğim kadarıyla iki ranza vardı. Hızlıca üzerimi değiştirdim. Su’nun ikinci katında yattığı ranzanın altına geçerek diğerini Berika ile Yekta’ya bıraktım. Gözlerimi kapattığımda uykunun beni alması uzun sürmemişti. Çünkü gerçekten yorgundum; her anlamda…

Boğazımdaki kuruluk öksürmeme, öksürük ise uyanmama sebep olurken sesimin duyulmaması için avucumu ağzıma kapatarak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Karşımdaki ranza da tahmin ettiğim gibi Berika ve Yekta uyuyordu. Telefonumu bulup flaşını açtıktan sonra etrafta su aradım, yoktu. Her gece uyanıp su içmek küçüklüğümden gelen bir alışkanlıktı. Yanıma su almayı unuttuğum için kendime kızarak merdivene yöneldim. Küçük adımlarla aşağı indiğimde iki kişinin çekyatlarda uyuduğunu gördüm ama karanlık yüzünden kim olduklarını seçemedim. Cihangir, Asır ve Can… Burada üç kişi olmaları gerekiyordu ama yalnızca iki kişi vardı. Uyumayan bir kişi kimdi ve şu an neredeydi?

Merak duygusunu uzaklaştırmak için başımı iki yana sallayıp mutfağa ilerledim. Kendime koca bir bardak su doldurduktan sonra mutfaktan çıktığım an da karanlığa alışan gözlerim bana istediğim cevabı verdi. Çekyatta uyuyan iki kişi Asır ve Can’dı.

Dışarıda olan ise Cihangir’di.

Bu saatte dışarıda ne yaptığını bilmiyordum ama sönmüş olduğunu pencereye baktığımda görebiliyordum. Donmak mı istiyordu? Basamağa attığım ilk adım ile birlikte duraksadım. Belki de dışarıda uyuyaklamıştı. Olabilir miydi? Ah, ne yazık ki evet…

Bardaktaki suyu başıma dikip, kapıya  ilerledim. Kapıyı açtığım an yüzüme vuran soğuk bana derin bir nefes verdirdi. Geri dönüp montumu ve botlarımı almayı düşünürken, onu gördüm. Açık olan arabanın bagajına oturmuş, başını soluna yaslamıştı. Arkadan gördüğüm için uyuyup uyumadığını bilmiyordum ama hiç hareket etmiyordu. Eğer uyuyorsa kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Çıplak ayaklarımı karla buluşturarak ona yaklaştım.

“Cihangir.”

Karşılık vermedi. Uyuduğunu düşündüm. Biraz daha yaklaştım ve uyandırmak için omzuna dokundum. Aynı anda ani bir hareketle bileğimi kavradı, beni kendine çekti ve başını olduğu yerden kaldırdı. Bileğimdeki acı dudaklarımdan acı bir ifade dökerken, Cihangir ancak birkaç saniye sonra ne yaptığını farkına vardı.

“Lalin.” Önce karanlığın içindeki yüzüme sonra da elinin arasındaki bileğime baktı. Tutuşunu gevşetti ama bırakmadı. “Ne işin var burada?”

“Ben… Su içmek için aşağı inmiştim. Seni göremedim ve…”

“Merak ettin?”

Hemen başımı iki yana salladım. “Uyuyakaldığını düşündüm. Yanılmamışım.”

Birbirimize bakıyorduk ve yakındık. Karanlığa şükrettim.

“Yanılmadın. Eğer gelmeseydin sabah muhtemelen burada cesedimi-”

“Cihangir!” dedim tek nefeste. “Neden böyle şeyler söylüyorsun?”

“Ölüm seni korkutuyor mu?” diye sordu, bunu beklemiyordum. Cevabı kendisi verdi. “Korkutuyor.”

Uğultular vardı; gecenin ve rüzgarın ninni gibi gelen ritmik uğuldamaları…

Ben soru sormayacaktım. “Sen korkmuyorsun.” Neden korkmuyorsun?

Titremem omuzlarımdan başladı. Çıplak ayak parmaklarımı içe çektim. Soğuk can yakacak kadar keskindi ve ben şu an soğuğa karşı çok savunmasızdım. Bunu fark etti. Beni baştan ayağı süzdü. Bakışları çıplak ayaklarımda oyalanıp, yüzümde son buldu.

“Neden bu halde dışarı çıktın?”

Ne cevap vereceğimi bilemedim. Neyse ki cevabımı beklemeden arkasına uzandı. Bir battaniye aldı ve omuzlarıma sardı. “Su ile olmak istemediğini biliyorum. Dert etme, uzun sürmeyecek.”

Göğsümü derin bir nefesle şişirdim. Titrememe ancak bu şekilde karşı koyabiliyordum. “Teşekkür ederim.”

“Ne için?”

Görmediğini bile bile bakışlarımı kaçırdım. “Sırrımızı tuttuğun için…”

Burnundan sesli bir soluk verdi. Utanıyordum ve bunu bildiğini biliyordum. “Aksi mümkün değil. Unutma.”

“Unutmam. Sorun değil.” Ama bir sorun vardı. Hissediyordum.  Sadece henüz bana söyleyip söylemeyeceğini bilmiyordum.

“Herkese çok çabuk güveniyorsun, öyle değil mi?” diye sordu. Bunu neden soruyordu? Konuştukça dudaklarımızın arasından süzülen soğuk nefesimiz birbirimizin yüzüne vuruyordu.

“Aptal değilim.”

Başını eğdi. Gülümsemişti ya da bana öyle gelmişti. “Öyle olmadığını biliyorum.”

“O halde bana, buradan ayrılmana engel olan sorunu söyle.”

Bana baktı. Yalnızca parlayan irislerini görüyordum. Elini parkasının iç cebine attı ve siyah zarfı çıkardığında neredeyse çığlık atacaktım.

Yutkundum. Bir sonraki nefesi almak öyle kolay olmamıştı. “Kime?”

“Berika.”

“Ne? Ne istemiş?”

Zarfı sıyırdı ve kartı ortaya çıkardı. Ne yazdığını göremezdim. Bana okumak zorundaydı. Öyle yaptı.

Oyun: Anneni, babanın bir metresi olduğuna ikna et.
Süre: 48 saat

🎭

Göreve an ve an tanıklık edeceğiz. Bunu istersiniz değil mi?

Ayrıca son sahnenin kaldığı yerden devam etmesini de :)

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

163K 10K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1.2M 88K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.9M 71.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...