YABANCI NEFES (3 HAFTAYA DÜZE...

By maisie_ruby

191K 19.8K 15K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... More

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2

14|Terkedilmiş kız çocuğu

7K 758 600
By maisie_ruby

(Turan Əhmədov)



14|Terkedilmiş kız çocuğu.

▪︎ Sezen Aksu- Ben sende tutuklu kaldım▪︎

"Kaybetmek kimi zaman zor olsada, bazen iyi ki gitti demeye mecbur oluyorsun..."


Küçük bir kız çocuğu düşünün.

Saçları kulak hizasında, yüzü çillerle kaplanmış, dudaklarında acıya tebessüm eden gülümsemesi...

Ocağın başına geçmiş, çay suyunun kaynamasını bekliyordu. Annesi hastalanmıştı. Babası ve tanımadığı bir abla evde olmadığı için kendisi hazırlamak istemişti.

Şimdiyse fokur fokur kaynayan suyu, bardağa dökmekle meşguldu. Ara sıra sıçrayan su tenine değerken alt dudağını dişliyor, acısını belirtmemek için çaba gösteriyordu. O annesinden böyle öğrenmişti. Acın olduğunda, canın yandığında belirtme. Çünkü insan oğlu görse bile anlamaz.

Gözleri dolmak için direnirken, burnunu çekti. "Geçcek şimdi. Ağlamayam." Sol gözünden akan yaş eline damlarken, hıçkırdı. Acıyordu eli. Muhtemelen birazdan kızaracaktı. Minik, tombik elini musluğa tutarak suyu açtı. Elinin acısı azda olsa hafiflerken iç çekerek susmaya başladı.

Ellerini havaya kaldırarak görünüşüne baktı. Kızarmıştı. Su toplayacaktı ve bunu babası görecekti. Babasının görme ihtimalini düşünen Aysu ellerini hemen arkasına sakladı. Gözlerini etrafta korkuyla gezdirirken, bir anlığına babasının evde olmadığını unutmuştu.

Babası sevmiyordu kız çocuğunun görünüşünü. Özelliklede ellerini. Temiz olmadığını söylerdi hep ona. Oysa Aysu'nun elleri çok temiz ve güzeldi.

Tepsiye koyduğu bardağı sallamamaya özen göstererek annesine doğru götürmeye başladı. Annesi koltukta uzanmış, öylece etrafı izliyordu. Aklı kocası ve o kadında kalmıştı. Yaşanılan olaylar gözlerinin önüne gelirken, mavi harelerine yaşlar hücum etmeye başladı.

Bu sırada kızı içeriye gelmişti.

"Anne! Bak ben naptım."

Annesi yerinden yavaşca doğrulurken, "Ellerine sağlık bebeğim." dedi.

"Bak bakem, beğenecen mi."

"Sen yine kelimeleri mi büküyorsun?"

"Yoo. Azıcık ucundan kendimce konuşayım istiyorum annem."

Çayı yudumlayan annesi, "Baban duymasın. Sonra kızıyor." dedi.

Aysu gülümserken, ellerini hemen cebine soktu. Bunu bile isteye yapmıyordu. Farkında bile değildi yaparken.

"Babamın yanında hiç konuşmuyom ki anne. Duymaz."

"Sen yine de dikkat et."

Aysu iç çekerek otururken, bakışları masanın üzerinde duran kameraya kaydı.

"Anne fotoğraf çekek mi? Lütfen! Anı kalsın. Masal kitabımı da getireyim."

Boşalan bardağı tepsiye koyarak, gülümsedi kızına. "Getir bakalım." Aysu yerinden kalkarak hızla kamerayı kavradı. Annesi üzerine örttüğü yorganı omuzlarına alarak düzeltti. Aysu da yanında yer edinirken, kamerayı eline aldı.

"Gülümse bakalım."

İkiside kameraya gülümserken, ilk ve son kez bir karede aynı anda gülümsemişlerdi.

&&&

Kendine acımak insanoğlunun yaptığı en büyük hatalardan biriydi. Ve ben bunu yeni farkediyordum.

Bu yüzden en büyük acımasız bendim.

Geçmişimin kaybolmayacağını düşünüyor ve kendime acıyordum. Aslında ben terkedilmiş çocukluğuma acıyordum.

İnsanoğlunun geçmişi belki kaybolmazdı ama yaraları geçerdi. Zaman zaman kanar, tekrardan kabuk bağlar, hatta iyileşebilirdi.

Umut. Yaralarımızı saran sadece umuttu.

Sevgi bir gün bitebilirdi ama umut asla. Çünkü insan umudum yok derken bile umut ediyordu.

Omzumu duvara yaslamış, cama vuran yağmur damlalarını izliyordum. Öyle bir anda yağmur yağmaya başlamıştı ki, ben buna akıtamadığım göz yaşlarım derdim.

Hastaneden gelir gelmez kendimi odaya kapatmış sadece resme ve içerisinden çıkan annemin yazdığı masal kitabına odaklanmıştım. Resmin yanında bir mektub vardı ama o mektubu okumaya korkuyordum. Çünkü masamın üzerinde duran mektub babamındı. Orada zihninden dökülen parçalar vardı ve yazılan cümleleri okumak istemiyordum.

Belkide ben şuan için hiçbir şey yapmak istemiyordum.

İnci, Turan'ın yanındaydı bu yüzden rahattım. İkiside sanki gerginliğimi anlamış gibi kendi kabuğuma çekilmeme izin vermişti. Arada sesleri tüm evi sarıyor, Turan kısık sesle kendilerini uyarıyordu.

Mesela şuan da aynısını yapıyordu. "Qızım sakit olaq. Ana yatıb." (Kızım sessiz olalım. Anne uyuyor.)

Gözlerim bu kelimeyle dolarken, yatağa oturdum. Duygularımı bu bir kaç günde o kadar yoğun yaşıyordum ki, söylenilen tüm sözlere oturup ağlayasım geliyordu. Dirseklerimi dizlerime yaslayarak, oturduğum yerde eğildim. Avuç içlerimi yüzüme kapatarak, hıçkırığımın çıkmasına engel oldum.

Anne.

Anneydim artık ben. Belki onu aylarca rahmimde büyütmemiştim ama ömrüm boyunca kalbimde büyütecektim. Sonuçta anne olmak bunu gerektiriyordu.

Usulca akan tuzlu damlalar yüzümün her bir hissesini talan ederken, iç çekerek cenin pozisyonunda uzandım. Başımın altına İnci kokan battaniyeyi örterek huzur kokusunu içime çektim. Yatağın üzerine attığım resmi ve masal kitabını göğsüme bastırırken, gözlerimi sıkıca yumdum. Ağlamak uykumu getirmiş, yorgun düşmeme sebep olmuştu.

Bir umut annemle olan anılarıma dönerim diye kendimi uykunun güven vermeyen kollarına teslim ettim.

&&&

İnci'yi göğsüne yatırmış bebek saçlarını koklayan Turan, bir yandan da kulağına salavat okuyordu. İnci çok seviyordu salavat okunurken uyumayı.

Kız çocuğu güvenli kolların arasında uyurken, genç kız gördüğü rüyalar yüzünden kan ter içinde kalmıştı.

Sanki Turan bunu hissediyormuş gibi kız çocuğunu sıkıca tutarak yerinden kalktı. Adımları yatak odasına doğru ilerlerken, oturma odasından çıkmadan önce tüm ışıkları kapatmıştı.

Sonuçta fatura yazıyordu.

Odadan içeriye ses çıkarmamaya özen göstererek girerken, Aysu'nun çenesi titrer vaziyette uyuduğunu gördü. Adımları duraksarken, genç kızın sessizce, özellikle de uykusunda ağlaması içini burktu.

İnci'yi beşiğine yatırıp üzerini örttükden sonra Aysu'ya doğru ilerledi. Yatağa oturmadı çünkü oturursa uyanacağını ve rahatsız olacağını düşünüyordu. Tamam beraber uyumuşlardı ama bu çekinmeyeceği anlamına gelmiyordu.

Dizleri üzerinde oturmadan önce üzerini örttü. Sonra dirseklerini yatağa, çenesini de büktüğü kollarına yasladı. Gözleri genç kızın çehresinde gezinirken, gülümsedi.

Çok güzeldi. Hele çilleri daha güzeldi!

Çoğu zaman kapatıyordu ama evdeyken, özelliklede evlendikten sonra kapattığını hiç görmemişti.

Belkide artık ona alışıyordu.

İşaret parmağının tersini genç kızın yanağında hafifçe gezdirirken, Aysu'nun kaşları anlık çatıldı. Buz kesilmişti Turan'ın elleri genç kıza yaklaşırken.

Parmağını irkilen Aysu'nun yüzünden geri çekmek isterken, bu istekten hemen vazgeçti. Çünkü Aysu rüyasından uyanmadan önce hissettiği adamın varlığına tebessüm etmişti. Aysu'nun gözleri aralanırken, Turan ormanın en derin kuytusu olan yeşil harelere bir kez daha yenildi.

"Günaydın." dedi sabah olduğunu düşünen Aysu.

Yutkunan Turan iç çekerek, yanağını eline yasladı. "Hələ sabah olmuyub həkim qız." Aysu aniden esnerken, genç adam iki parmağının tersini kadının dudaklarına yasladı. İkiside duraksarken, gözleri birbirine kenetlendi. Ne Aysu ne de Turan bakışlarını çekmedi. O an sadece gözleri ve kalp atışları konuştu.

Aysu'nun gözleri korkuyu, kederi, savunmasızlığı anlatırken; Turan'ın gözleri merhameti, mutluluğu, güveni anlatıyordu.

Bu durum hep böyle olacaktı. Birisinin gözleri korkuyu andırırsa diğeri mutlaka güveni verecekti. Birisi acı çekerse diğeri o acıya melhem olacaktı. Çünkü sevmek bunu gerektiriyordu.

Farketmeden yaklaşan Turan daha fazla dayanamadan dudaklarını genç kadının yumuşacık yanağına yasladı. Teni yumuşacık ve bebeksi kokuyordu. Muhtemelen hep İnci'yle gezmesinden kaynaklanıyordu. Dudaklarını teninden çekmeden önce burnunu yanağına sürttü. Hoşuna gitmişti bu haraket. Ürkütmemek adına geri çekildi Turan.

"Ama hava aydınlanıyor." dedi anın yoğunluğundan kurtulmak isteyen Aysu. Duygu yoğunluğu genç kadını hep korkuturdu. Sanki bir gün bitecekmiş gibi hissettirirdi. Bu yüzden anın akışıyla asla haraket edemezdi.

Şaşıran Turan önce havaya baktı. Gerçekten öyleydi. Ne yani saatlerce onu mu izlemişti?

"Olsun. Hələ aydınlanıb qurtarmayıb." (Olsun. Henüz aydınlanamadı.)

"Sabah ezanı okundu mu?"

"Beş ya da on dəqiqə əvvəl oxundu." (Beş bilemedin on dakika önce okundu.) Duymamıştı ezanı. Farkettiği detayla bakışlarını kaçırdı. Yine yalan söylemişti ona. Oysa söylememek için kendini tembihlemişti.

"E niye uyandırmadın?"

Nasıl uyandıracağımı bilemedim diyemedi. Onun yerine, "Tam oyandırmaq üçün çalışırdım ki, durdun." dedi. (Tam uyandırmak için çalışacaktım ki, uyandın.)

Yerinden kalkan Aysu, üstü başını düzeltti. "Koş abdest al Turan! Sabah namazı çabuk bitiyor." Kendisi abdest almak için giderken, Turan dizleri üzerinden kalktı. Uzun bir süre aynı şekilde durduğu için acıtıyordu dizleri. Cebinden telefonu çıkarırken saate baktı.

Şükür dolu bir nefesi verirken, telefonu açtı. Ezan okunalı 10 dakika olmuştu. Böylelikle yalan sayılmıyordu. Telefondan whatsapp kısmına girerken, tim grupundan mesajlar biriktiğini gördü.

Yetimçələr qrupundan 125 mesaj var. (Yetimler grubundan 125 mesaj var.)

Elçin: Atanşiklər nə var nə yox? (Atanşikler ne var ne yok?)

Elçin: Mənsiz həyat necə gedir? (Bensiz hayat nasıl gidiyor?)

Orhan: Sən yenə gəldin? (Sen yine mi geldin?)

Elçin: Geldim kör müsün?

Orhan: Hə. (Evet.)

Elçin: 🥸

Oktay: zang zung, zang zung. Nolub? (Zang zung, zang zung. N'oldu?

Elçin: OQTAYIM!!!!!

Oktay: azzar Oqtay. Yoxdu Oqtay (tercümesini bulamadım.)

Orhan: Şəxsidə Orhan'ım deyip burada Oqtay'ım deməyin... (Özelde Orhan'ım diyip burada Oktay'ım demen...)

Elçin: Ay töybə ehhhhh!

Oktay: ata oldun amma adam ola bilmədin də. (Baba oldun ama adam olamadın.)

Orhan: Həri səni canavar! (İşte bu be kurt!)

Cavanşir: Qulağcığımın sol qulağını kim qoparıb? (Kulaklığımın sol kulağını kim kopardı?)

Elçin grubtan ayrıldı.

Orhan adlı kişi Elçin adlı kişiyi gruba saldı.

Orhan: Hara qaçırsan cırtdanım? :D (Nerereye kaçıyorsun cırttanım?)

Cavanşir: Mutasyon keçirtmiş it! Ona o qədər pul vermişəm mən. (Mutasyon geçirmiş köpek! Ona o kadar para verdim ben.)

Elçin: O qədər dediyin 3 manatdı Cavo. (O kadar dediğin 3 manat Cavo.) 49,37 Türk lirası yapar.

Cavanşir: 3 manat pul deyil bəyəm? (3 manat para değil mi?)

Orhan: Sənin üçün yox. (Senin için değil.)

Oktay: yaşıl köynəyimi kim yandırıb? (yeşil gömleğimi kim yaktı?)

Orhan grubdan ayrıldı.

Elçin Orhan adlı kişiyi gruba saldı.

Elçin: Ataların bir sözü var Orxan. Bilirsən?(Ataların bir sözü var Orhan. Bilir misin?)

Cavanşir: Orxan bu dəqiqə özünü belə tanımır hxjzbxhzjs (Orhan şuan kendini bile tanımıyor hxjzbxhzjs)

Elçin: Araya wolt reklamı kimi girmə Cavanşir. İki dəqiqə ciddi ol. (Araya wolt reklamı gibu girme Cavanşir. İki dakika ciddi ol.)

Cavanşir: ok.

Elçin: Harda qalmıştım mən? Həh! (Nerede kalmıştım ben? Heh!)

Elçin: Sonrasını bilmədiyin işə burnunu soxma. (Sonrasını bilmediğin işe burnunu sokma.)

Orhan: Birincisi mənim burnum cıqqılıdı. İkincisidə ki, atalar belə söz demiyib. Atış gəlmə. (Birincisi benim burnum küçücük. İkincisi de atalar böyle bir söz söylemedi. Yalandan atma.)

Oktay: BU DƏQİQƏ ƏSAS MƏSƏLƏ MƏNİM KÖYNƏYİMDİ! (Şuan esas mesele benim gömleğim!)

Orhan: Bir qələt idi elədim ceyranım. Bağışla. (Bir hataydı yaptım ceylanım. Affet.)

Oktay: ceyran özünsən Orxan. (ceylan kendinsin Orhan.)

Orhan: Baş üstə maralım. (Anlaşıldı maralım.)

Elçin: Aldatmam dedin aldattın!

Elçin: Aldatmak ezikliktir.

Bu mesajı yazdıktan bir kaç dakika sonra bu cümleyi yazmıştı.

Elçin: Ürəyim əzgil istədi. (Canım amazil çekti.)

Orhan: Sən canı bəsdi. Əlindən müflis olmuşam. (Canını seveyim yeter. Senin yüzünden iflasın eşiğine kadar gəldim.)

Elçin: Bəxtiyar sənin aşqındı? (Bahtiyar senin aşkın mı?)

Orhan: Nə? (Ne?)

Elçin: Bəxtiyar aşqındı sənin? (Bahtiyar aşkın mı senin?)

Orhan: Bu nə danışır? @oqtay @cavanşir @turan

Cavanşir: Arada antennası tutmur onun. Boş ver. (Arada anteni tutmuyor onun. Boşver.)

Oktay: onu bilmirəm amma bir nəfərin antennası ömür boyu tutmayacaq. (onu bilmiyorum ama bir kişinin anteni bir ömür tutmayacak.)

Orhan gruptan ayrıldı.

Orhan Oktay kişisini engelledi.

Oktay: yan otağda yatır, gəlib buradan əngəlliyir. Qorxaq siçolu ölüsü. (Yan odada uyuyor, gelib buradan engelliyor. Korkak fare ölüsü.)

Bu mesajdan sonra yaklaşık 3 dakika geçmişti ki, Elçin tekrardan mesaj yazmıştı.

Elçin: Yaxşı oğlan idi. (İyi erkekti.)

Cavanşir: Tülkü nəslindən idi. (Tilki soyundan idi.)

En son mesaj bir kaç saat önce burada bitmişti. Yukarıdan gelen seslerden anlaşıldığı kadarıyla Oktay Orhan'a ceza vermişti. Sırıtarak mesaj yazmaya başladı Turan. Önce Orhan'ı grupa tekrardan ekledi. Şuan hepsi namaz için kalkmış olmalıydı. Bu yüzden mesaj yazmaya başladı.

Turan: Gicin biri idi. (Salağın tekiydi.)

Oktay: ooo komandir siz buralara gələrdiz? (Oo komutanım siz buralara gelir miydiniz?)

Turan: İstiyirsən yuxarı da gəlim? (İstersen yukarıya da geleyim?)

Oktay: başım üstündə yeriniz var amma siz yenədə gəlin bacıyla qızınızı tək qoymayın. (başım üstünde yeriniz var ama siz yinede gelin bacıyı ve kızınızı tek bırakmayın.)

Orhan Elçin kişisine yanıt verdi.
Orhan: Sən də olmasan məni adam yerinə qoyan olmaz. (Sen de olmasan beni adam yerine kimse koymaz.)

Orhan Cavanşir kişisine yanıt verdi.
Orhan: Dedi cavan şir nəslindən gələn Cavanşir.

Cavanşir: Sən yaşıyırsan? (Sen yaşıyor musun?)

Orhan: Yox.

Cavanşir: Bəs necə yazırsan? (Peki nasıl yazıyorsun?)

Orhan: Arada telefon çəkir ona görə yazıram. (Arada telefon çekiyor ona göre yazıyorum.)

Orhan: Qardaşımsan sən səysən? (Kardeşim sen geri zekalı mısın?)

Orhan: Bax düzünü de. Söz heçnə eləməyəcəm. (Bak doğruyu söyle. Söz hiçbir şey yapmayacağım.)

Elçin: Cavanşir yoxa çıxdı xhmxbzksjs

Turan: Birazdan mən də səni yoxa çıxardacam. (Birazdan ben de seni yok edeceğim.)

Elçin: Vıy nənə!!!!!!

Elçin: Mən nə elədim? (Ben n'aptım?)

Turan: Yenə mənim şalvarımı geyinmisən. Oqtay deməsə xəbərim olmazdı. (Yine benim pantolonumu giymişsin. Oktay söylemese haberim olmayacaktı.

Oktay: komandir bunun yeri indi deyildi axı! (komutanım şuan bunun sırası değildi ki!)

Dedikten hemen sonra gruptan ayrıldı.

Elçin: nEEEEEEEE!

Elçin Oktay kişisini gruba ekledi.

Elçin: Sən indi görərsən. (Sen şimdi görürsün.)

Elçin: Mənə o şalvarı kim verib bilirsiz komandir? (Bana o pantolonu kim verdi biliyor musunuz komutanım?)

Turan: Yoo. Kim verib? (Yoo. Kim verdi?)

Elçin: Oqtay.

Elçin: Özüdə mənə dedi ki, yazığsan al geyin. Öz şalvarından da verə bilərdi ama o sizinkini verdi. (Hem bana söyledi ki, yazık sana al giy. Kendi pantolonundan da verebilirdi ama o sizinkini verdi.)

Cavanşir: Öz şalvarın yoxdu ay yetim?

Elçin: Varrrr. Amma komandir şalvarı qədər rahat deyil.

Turan tam cevao verecekti ki, arkadan gelen Aysu'yla telefonu kenara bıraktı. Şaşkınlıkla ona bakan Aysu, "E hani abdest almamışsın?" dedi.

"İndi gedirəm." (Şimdi gidiyorum.)

"Koş koş!"

&&&

"Bebeğim ağzını açar mısın?"

Oyuncağını dişleri arasına alan İnci bana bakarak, "Ağğğ!" dedi. Artık bıkmış olacak ki, hayır bile demeden ağğğ lıyordu.

"Ama güzelim senin yemek yemen gerekiyor. Neden yemiyorsun?"

İnci bana sen ciddi misin bakışları atarak oturduğu bebek masasında haraketlendi. "Ba del! Bam del!!"

"Babam gelmiş, peh!" dedim gözlerimi devirirken. Sabaha karşı işe gitmek mecburiyetinde olduğu için namazı kılar kılmaz gitmişti Turan. O gittikten hemen sonrada İnci uyanmış, babasının yokluğuna bir bilemedin iki saat boyunca arada sakinleşerek ağlamıştı.

Bu ne baba sevgisiymiş arkadaş! dediğinizi duyar gibiyim ama ben de olsam böyle bir baba için saatlerce ağlardım.

"Kızım, hadi anneciğim bak son lokma bu. Ye de rahatlayayım."

Başını geriye çekerek, "Iğğğ!" diye bir tepki verdi. Bunu yaparken, ellerini de haraketlendirdiği için dolu kaşık üzerine dökülmüştü. Bu onun meraklanmasına sebep olurken, bir parmağını oraya batırarak emmeye başladı.

Böylelikle İnci kızımın birer maymuncuk olduğunu anlamış oldum. Yoksa başka bir açıklaması olamazdı.

"Turan bunu görürse kalp krizi geçirir annem. Bu yüzden hadi duş alalım."

Duş almayı sevdiği için duyduğu kelimeyle kollarını bana uzattı. Gülerek onu kucağıma aldım. Önce duşunu aldırıp, uyuttum. Ardından evde kirlenen yerleri temizleyerek sıcak bir duş aldım. Ben bunları yaparken çoktan akşam olduğu için akşam namazımı kılmış, iki kişilik yemek yapmıştım.

Bilin bakalım yemekte ne var? Çorba ve kıymalı makarna!

O kadar yorulmuştum ki, gün içerisinde güzel bir yemek yapmaya gücüm yetmemişti. Akşam namazından sonra uyanan İnci'yi oturma odasına götürmüş önüne oynaması için oyuncaklarını koymuştum. O onlarla ilgilenirken ben masayı hazırlamış, Turan'ın gelişini beklemiştim.

Ama gelmemişti.

Tıpkı 1 hafta boyunca haber vermeden eve hiç gelmediği gibi.

&&&

"Doktor hanım! Acil karmakarışık durumda. Gelmeniz gerekiyor."

Başımı geriye atarak boynumu çıtlattım. Daha yeni gelmiştim oradan. Yerimden kalkarken, hızla ilerlemeye başladım. Kendimi Turan gittikten iki gün sonra tamamen işe vermiş, gecelerimi İnci'yle ilgilenerek geçirmiştim. Her ne kadar bir şeylerle ilgilensem de gözlerimi yumduğum an aklıma o geliyordu. Bu yüzden uykusuz bile kalıyordum.

Sabahları ben işteyken İnci'ye Firengiz bakıyordu. Kendisi çalışmıyordu, çünkü biraz abi parası yiyeceğim diyordu. Ne demişler nerede beleş, oraya yerleş. Firengiz bu cümlenin gerçekleşmiş haliydi.

Acilden içeriye geçerken, içerisinin tamamen karışmış olduğunu gördüm. Kaşlarım çatılırken, başında doktor olmayan üzeri yırtıklarla dolu bir çocuğa ilerledim.

Öylece donmuş zemini izliyordu. Yanıma gelen Aysel'e bakarak konuştum. "Ne olmuş burada?"

"Otagarda yangın çıkmış. Bu kız çocuğu da yangına şahit olanlardan biri."

Önünde eğildiğim çocuk alttan dolmuş gözlerle bana bakarken, gülümsedim. "Şimdi senin yaralanı saracağız tamam mı?"

"Canım yanar mı dohtor abla?"

Baş parmağım ve işaret parmağım arasında küçücük nesafe bırakarak, ona gösterdim. "Şu kadarcık acıyabilir ama merak etme Allahın izniyle hemen geçecek."

İç çekerken, yaklaşık yarım saat boyunca onunla ilgilendim. Kirlenmiş pamukları ve eldivenleri çöpe atarak, uzakta duran Aysel'in yanına gittim. "Çocuğun ailesinden haber var mı?"

Aysel'in gözleri durgunlaşırken, burukca tebessüm etti. "Yok. Hepsi yangında vefat etmiş." Kalbime oturan hislerle elimi kalbime bastırdım. Tarih tekerrür ediyor gibi hissediyordum. Sanki tekrardan o patlamayı yaşamış ve İnci'nin yer de öylece ağlayarak kanlar içinde kalışını izliyordum. Yutkunurken, gözlerimi sıkıca yumdum.

"Çocuğu yalnız başına bırakma tamam mı? Uyanınca korkar."

İlk başlar bizde de böyle oluyordu. İnci uyanıyor ve korkuyordu. Tâ ki, Turan ve benim varlığıma tamamen alıştıktan sonra.

Uyuyan kız çocuğuna bakarken, yüzündeki gülümseme silindi. Yüzünde gördüğüm ifadeler yüzünden duraksarken, Aysel'in yutkunuşunu izledim. Sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi eski haline dönerek, "Nasıl isterseniz efendim." dedi.

Baş sallayarak, onunla konuşmayı bir kenara not ettim.

Hastaneden ayrılırken, bir an önce eve gitmek ve inci kızıma sarılmak istiyordum. Sanki ona sarılırsam her şey geçecekti. Çağırdığım taksiyle eve geçerken, çok geçmeden apartmanın önünde durmuştuk. İner inmez hızla içeriye geçerek, asansöre binmiş ve kaldığımız kata ulaşmıştım.

Anahtarla içeriye geçerken, dikkatimi siyah botlar çekti. Ardından portmantodan asılan ceket ve oturma odasından yükselen kahkaha sesleri...

Gözlerim dolarken, bir haftadır özlemini çektiğim sesi kulaklarıma doldu. Ayakkabılarımı çıkarıb direkt oturma odasına koşar adımlarla giderken, odadan emekleyerek çıkan İnci ve Turan karşıladı beni.

Üzerinde siyah boğazlı kazağı varken altında siyah kumaştan pantolonu vardı. Onu görür görmez hızlanarak, kollarımı boynuna doladım.

Varlığın diyorum adam. Varlığın nefesim.

Burnumu farkında olmadan boynuna gömerken, gözlerimden sızan damlalar tenine dokundu. Donduğu için haraket edemezken, ben konuşmaya başladım.

"Bir daha bana haber vermeden gitme!"

Sonunda bir eli belimi bulurken, beni hafif kendine çekti. Sıcaklığını hisseden yüreğim hızla atmaya başlarken, ona daha fazla sarıldım. Hiç bırakmak istemezcesine.

"Mənim üçün bu qədər darıxdığını bilmirdim Aysu." (Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum Aysu.)

Yalan konuşmadım. İçimden geçenleri direkt dile getirdim.

"Özledim...Emin ol bu kadar özleyeceğimi ben de bilmiyordum."

Baş parmağı belimin bir tarafını okşarken, beni geri çekti. Bunu beklemediğim için anlık durakserken, aklıma gelen şeyle daha çok ayrıldım. Gözlerim hızla üzerini tararken, "Yaralanmadın değil mi?" diye sordum korkuyla.

Gece'nin en güzel ayrıntısı olan kömür karası gözleri gözlerime hiç değmezken, konuşmaya başladı. "Yox. Yaralanmamışam." (Hayır. Yaralanmadım.)

Ellerimi elbisemin kenarlarına silerken, "Öyle dan diye sarıldım. Kusura bakma." dedim çekinerek. Başını sallarken, "Heçnə olmaz." dedi. (Hiçbir şey olmaz.)

Neden benden sevgim kadar uzak olduğunu düşünüyordum.

Yerde emekleyen İnci'ye bakarak gülümsedim. Oysa içim tirtir titriyordu. "Kızım! Özledin mi beni?"

İnci oturduğu yerden bana gülerken, "Heee!" dedi. Ha böle vaauğğhhk dedi! Ona şaşkınlıkla bakarken, "Ne desin sen?" diye sorguladım.

"He dedim." diyecek hali olmadığı için ifademe gülmeye başladı. Ellerim kirli olduğu için onu kucağıma almazken, lavaboya giderek ellerimi yıkamaya başladım. Bir, iki, üç, dört...Tam dört kez ellerimi yıkayarak, titreyen ellerimi iki yandan yüzüme doğru kaldırdım. Kokusu güzel, yüzeyi tertemizdi.

Temizdim.

"Ama babacığım ben kirli değilim ki! Baksana."

Tombul ellerimi ona doğru uzatmış avuç içimi gösteriyordum. Oturduğu yerde kendini geriye çekerken yüzünü buruşturdu. Bir çöpmüşüm gibi davranarak, eline sardığı bez parçasıyla beni itekledi.

Babacığım beni iteklediği için yere düşmüş sırtımı sehpanın kenarına çarpmıştım. Yüzüm hafif buruşurken, elimi o noktaya götürdüm. Minicik avuç içim tenime bulaşan kırmızı sıvıya boyanırken, kaşlarım kalkmış avuç içime bakıyordum.

Bu renkten hep annemde de olurdu.

"Babacığım bu kan mı?"

Hep olduğu gibi yüzünü buruşturarak ayağa kalktı. Üstten bana bakarken, beni göstererek, "İşte bu yüzden senden nefret ediyorum." dedi. "Canın yanıyor ama sen farklı konulara odaklanıyorsun! Seni üzüyorum, seni dövüyorum, sana olan nefretimi dile getiriyorum ama sen hâlâ babacığım diyorsun!"

"Ama nefrette bir duygudur babacığım."

O zamanlar babam beni sevmiyor diye bu yüzden üzülmüyordum. Sonuçta bile isteye nefret ediyordu ve nefrette bir duyguydu.

O günü hiç unutamazdım mesela. Çünkü son cümlemden sonra babam bana ilk kez gülmüştü. Biliyor musunuz? Ben o gün canımın acısını babamın alay dolu kahkahasında unutmuştum.

Ah küçücük ben...

Çok mu safdın sen yoksa duygularını öyle mi bastırıyordun?

Farkında olmadan tuzlu damlalarım yanaklarımdan süzülürken, iç çekerek elimi zamanında yara almış bölgeme götürdüm. Kazağımı sıyırıp, elimi oraya dokundurduğum zaman hissettiğim uzun çizikle iç çektim. Çok çirkin bir çizikti.

Ama biri sorsa bu çizik sana neyi hatırlatıyor diye babamın ilk gülüşünü derdim.

Ne olursa olsun acı çeksen bile içine hapsettiğin kız çocuğu bu konuda asla pes etmiyordu.

Göz yaşlarımı sildikten sonra aynadan kendime baktım. Derin bir nefesi sesli vererek, gülümsedim. Şayet bu halim bir tablo olsaydı, ressam "Acıya tebessüm eden kız çocuğu." derdi.

Daha fazla beklemeden lavabodan çıktım. Etraf fazlasıyla sessizleşmişti. Bu yüzden ilk yatak odasına geçerek üzerimi değiştirdim. Üzerime krem rengi bol kazak ceket ve kazak eşofman altı giyindim. Saçlarımı tarakla tarayarak tokayla tutturduktan sonra hazırdım. Dün regl olduğum için kasıklarım fazlasıyla sızlıyordu. Bu yüzden kalın çorap giyerek odadan ayrıldım.

Odaları bir bir gezerken, dış kapının açıldığını Turan'ın geldiğini gördüm. Koridorun ortasında şaşkınlıkla beklerken, Turan içeriye girdi.

"İnci nerede?"

"Bizimkilərə buraxdım." (Bizimkilere bıraktım.)

Ceketimin kollarını bileklerimden aşağıya çekerken, başımı salladım. "Anladım." dedim sadece.

Başını sallarken, elini ensesine götürdü. "Danışaq biraz?" (Konuşalım mı biraz?)

"Olur."

Oturma odasına geçtiğimizde ilk başlarda olduğu gibi o tekli koltuğa ben ise üçlü koltuğa geçerek oturdum. Kazağının boğazını çekiştirirken, konuşmaya ilk ben başladım. "Nereye kaybolmuştun?"

"İşlərim var idi. Üstlər bir neçə iş tapşırmışdı." (İşlerim vardı. Üstler bir kaç iş emretmişti.)

Avuç içimde işaret parmağımla çizimler yaparken, "Bana haber veremeyecek kadar mı vaktin yoktu?" diye sordum elimi izlerken.

"Evet."

Boğazımda oluşan düğümle, yutkundum. Belki çözülür diye. "Ne konuşmak istiyordun peki?"

"Mən gedirəm." (Ben gidiyorum.)

Bakışlarım direkt gözlerini bulurken, "Nereye?" diye sordum. İçimde oluşan bu korku o konuşuncaya kadar geçmeyecek gibiydi.

"Görev çıxdı. Getməliyəm." (Görev çıktı. Gitmem gerek.)

"Temelli mi?"

Omuzlarını silkerek, "Bilmirəm. Amma uzun ola bilər." dedi.

"Ne zaman gideceksin peki? Ne kadar sürer?"

"Sabah..." dudaklarım titrerken ona baktım. "1 həftə, 1 ay, bəlkə də 1 il...Dediyim kimi bilmirəm." (1 hafta, 1 ay, belki de 1 sene...Dediğim gibi bilmiyorum.)

"Ama bu çok uzun bir süre Turan..." Gözlerim dolmuş, omuzlarım çökmüş bir şekilde ona bakıyordum. Ben onsuz bir haftayı zor geçirirken, aylarımı, senelerimi onsuz nasıl geçirecektim? Yerinden kalkıp yanıma doğru ilerleyerek, oturdu. Beni kendine çekerken, kollarımı beline sararak bu kez ona sarılı bir şekilde ağlamaya başladım.

"Gitmesen olmaz mı? Turan kalsan olmaz mı?"

Yokluğun diyorum nefesimi kesiyor...

"Ağlama. Ömürlük gedirəm demirəm ki Aysu. Bir gün gələcəm deyirəm." (Ağlama. Ömürlük gidiyorum demiyorum ki Aysu. Bir gün geleceğim diyorum.)

İç çekerek, hafif geri çekildim. "Beni kendine bu kadar alıştırdıktan sonra gitmen koyuyor." Avuç içleri yanaklarıma kapanırken, dudaklarında tebessüm yer edinmişti.

"Ağlama həkim qız."

"Ağlama deyince ağlamam durmuyor ama benim!"

Ben iç çeke çeke ağlarken, o bana bakarak gülüyordu.

"Niye gülüyorsun? Komik mi!"

Daha çok gülerek, dudaklarını yanaklarıma bastırdı. İkisine de öpücük kondurup, kokumu içine çekmişti. "Əvvəl ancaq xoşuma gəlirdin. İndi daha çoxusan həkim qız." (Eskiden sadece hoşuma gidiyordun. Şimdi daha fazlasısın hekim kız.)

Yüreğimin sıkıştığını, dudaklarımın aralandığını hissettim. Hoşuna gidiyordum. Hayır. Şimdi daha fazlasıydı.

Elleri yanaklarımda, gözleri gözlerimdeyken kafasının haraketlendiğini gördüm. Gittikçe yaklaşıp nefesi dudaklarıma çarparken, tam beni öpeceğini ve dudaklarımızın vuslat edeceğini düşünürken kapı zili tüm odada yankılandı.

"İnşAllah gələn Oqtay olar. Olsun ki, boş başını əzim!" (İnşAllah gelen Oktay olur. Olsun ki, boş kafasını ezeyim!)

Ben anın yoğunluğunda kaybolduğum için yerimde kıpırdamazken, Turan kapıya ulaşmıştı bile.

"Çor komandir! Nə azzarınız var qapımda? Demədim sizə gəlməyin!" (Komutanım mış! Ne işiniz var lan kapımda? Söylemedim mi size gelmeyin!)

"Deyəsən səhv vaxtda gəlmişik..." (Galiba yanlış bir zamanda geldik...)

Konuşan Cavanşir abiydi.

"Kəs səsini Cavanşir!" dedi Turan. (Kes sesini Cavanşir!)

"Baş üstə komandir." (Emredersiniz komutanım.)

"Nə işiniz var burada?" (Ne işiniz var burada?)

"İnci ağlıyırdı. Atam da atam, anam da anam deyir. Biz də məcbur gətirdik." (İnci ağlıyordu. Babam da babam, annem de annem diyor. Biz de mecburen getirdik.)

İnci'ni şimdi görmüş olacak ki, "Qızım? Ağlamısan sən?" diyerek muhtemelen kızımızı kucağına aldı. İnci kendi dilinde bir şeyleri nazlı sesiyle anlatırken, Turan, "Qurban olar atan səni yaradana. Ağlama atam." diyordu. (Kızım? Ağladın mı sen? Kurban olur baban seni yaradana. Ağlama babam.)

"Nam! Nam!" diyerek içeriye seslenince beni aradığını anladım.

Gözlerim bu kez anneliği iliklerime kadar hissettiğim için dolarken, iç çektim.

"Çıxın gedin indi." (Çıkın gidin şimdi.)

"Baş üstə komandir!" (Emredersiniz komutanım!)

"Yoxdu komandir! Qocaltdız komandiri!" (Yok komutanım! Yaşlandırdınız komutanınızı!)

Kapı kapanma sesi geldikten sonra oturma odasına İnci ve Turan girdi. Yerimden hızla kalkarken, kızımı kucağıma aldım. Kendi dilinde bana bir şeyler anlatırken, hiçbir anını kaçırmak istemezcesine onu dinledim. Bıcır bıcır haraketlerle konuşurken arada babasının varlığını görmek ister gibi arkasını dönüyor yada babam diyerek sesleniyordu.

"Caş del, dit! Bek omaz."

Kaşlarım çatılırken, "Ama ben seni anlamıyorum ki." dedim.

Sanki ne dediğimi anlamış gibi iç çekerek, babasına baktı. "Bam, Caş dit, bek omaz. Çin omaz."

"Çin əlbəttə olmaz qızım amma mən də anlamadım. Cavanşir neyniyib yenə sənin başın qarışıb?" (Çin elbette olmaz kızım ama ben de anlamadım. Cavanşir naptı da yine senin kafanı karıştırdı?)

"Caş dit! Omaz!"

"Cavanşir abi galiba gitmiş. Onu demek istiyor."

Turan ellerinu beline koyub İnci'ye bakarak, "Hara gedib?" diye sordu. Evet bunu sordu.

"Bek dit. Çin omaz dit."

"Çin Elçin'in çini mi acaba?"

"Ola bilər. Atasının balasıdı, hamıya ləqəb taxır." Son cümleyi söylerken omuzları çökmüş İnci'ye şefkatle bakmıştı. (Olabilir. Babasının kızı, herkese lakap takıyor.)

İnci'nin bebek saçlarını okşarken, "Öz atası da belə idi...Hamının adı yadından çıxardı. Ona görə ləqəb taxardı. Düzdü bir mənim adım bir də öz komandirinin adı yadından çıxmazdı." dedi buruk bir tebessümle. Yüzünde acı çeker bir ifade vardı. (Öz babası da böyleydi...Herkesin ismini unuturdu. Bu yüzden lakap takardı. Gerçi bir benim bir de kendi komutanının ismini unutmazdı.)

"İnci çok şanslı.." dedim ona merhamet edercesine bakarken.

"Niyə?" (Neden?)

"Senin gibi bir babaya sahip. Senin gibi bir insana rahatça baba diyebilecek diye çok şanslı."

"Şanslı olan sadəcə o deyil ki...Mən də şanslıyam. Belə bir qızım olduğu üçün," Yüzüme düşen saçı kulağımın arkasına tıkarak sözlerine devam etti. "Sən eşim olduğun üçün." (Şanslı olan sadece o değil ki...Ben de şanslıyım. Böyle bir kızım olduğu için, sen eşim olduğun için.)

"Senin gibi afilli cümleler kuramam ama ben de sizin gibi bir aileye sahip olduğum için şanslıyım."

Burnumu iki parmağı arasına alarak kıstırdı. "Afilliymiş. Sən ədəbiyyat da bilmirsən həkim qız. Ohoo, səninlə çox işimiz var!" (Afilliymiş. Sen edebiyatda bilmiyorsun hekim kız. Ohoo, seninle çok işimiz var!)

"Ohoo!"

Bakışım İnci'ye dönerken, "Babası kılıklı şey! Azıcık bana çeksene kızım. A-ah!" dedim yalandan ciddiyetle.

Bu kez, "A-ah!" dedi gülerek.

"Atasının tutuquşu olmuş qızı." (Babasının papağan olmuş kızı.)

"Tut."

"Həri qızım tut."

İnci'yi Turan'a verirken göz devirdim. "Sen İnci'yle ilgilen, ben de yemek yapayım."

"Mən çoxdan pişirmişəm. Ancaq servis etmək qalıb." (Ben çoktan pişirdim. Sadece servis etmek kaldı.)

"Tamam. Ben masaları hazırlayayım sen de İnci'nin üzerini değiştir."

Kısa bir süre sonra masayı hazırlamış yemeğe geçmiştik. Turan, 3 bacı dolması yapmıştı. Karnıyarık gibiydi ama 2 tane fazla kardeşi vardı. Yaptığı yemek gerçekten çok iyiydi.

Yemekler bittikten sonra Turan namaz kılarken biz çıkan bulaşıkları halletmiş pijamalarımızı giymiştik. Yatakta İnci'yi ortamıza yatırırken, ben soluna geçtim. Çok geçmeden Turan gelirken bu kez üzerinde siyah eşofman takımı vardı. Sağ tarafa geçmeden önce ha uyudu uyuyacak olan İnci'yi kucağına alarak, göğsüne yatırdı. İnci başı bana dönükken, Turan bu kez beni kendine çekerek başımı göğsüne yaslamama sebeb oldu.

"Bu sinədə ikinizə də yer var." (Bu göğüsde ikinizede yer var.)

"İyi geceler Turan." dedim gözlerimi huzur kokan kokusuyla yumarken.

Kokun diyorum. Huzurum.

"Gecən xeyrə qalsın həkim qızım." (İyi geceler hekim kızım.)

&&&

Bu kısımdan sonra şarkıyı açabilirsiniz.

Kucağımda İnci, karşımda askeri üniformasıyla duran Turan vardı.

Gözlerimden yaşlar akıyor, titreyerek karşımdaki adamın konuşmasını bitirmesini bekliyordum. Buraya gelmeden önce ağlamamak için kendimi tembihlemiştim ama fayda etmemişti.

"Eşittiz məni Şahin komandosu!" (Duydunuz mu beni Şahin timi!)

"Bəli komandir!" (Evet komutanım.)

"Gözəl. İndi sağollaşın hamınız." (Güzel. Şimdi vedalaşın hepiniz.)

Turan buraya gelirken, gelmeden önce hemen göz yaşlarımı sildim. Fayda etmeyeceğini bile bile.

"Sənə ağlama demiştim Aysu." (Sana ağlama demiştim Aysu.)

Omuz silkerek gülümsedim. Dudaklarım titriyordu ama bu gülümsememe engel değildi. İnci'yi kucağımdan alıp öpücüklere boğarken, veda edeceğimizi anlayan kızımız fazlasıyla durgun ve sessizdi.

"Ananı incitmə qızım tamam?" Bir öpücük daha. Bir iç çekiş daha. (Anneyi incitme kızım tamam mı?)

İnci babasına bakarar gülümserken, Turan da ona aynı şekilde gülümsemişti. Bu görüntü karşısında da bana ağlamak ve şükretmek düşmüştü.

Turan İnci'den zar zor ayrıldıktan sonra kızımızı Firengiz'e verdi. Bakışları ve dikkati tamamen bende olduktan sonra tutamadığım göz yaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Dudaklarım aşağıya büzülmüş, gözlerim tamamen kısılmışken beni kolları arasına aldı.

"Turan, olmuyor durduramıyorum kendimi."

Bir kolu boynumdan sarılıyken, bir eliyle başımı okşadı.

"Tamam ağla. Nə qədər buradayam mənim çiynimdə ağla." (Tamam ağla. Burada olduğum müddetçe omzumda ağla.)

Kollarının altından kollarımı geçirerek ona sıkıca sarıldım. Bu kez göz yaşlarım kamuflajına bulaşıyordu. Sanki gitmeden onda izlerini bırakmak istercesine.

Kaç dakika geçti sayamadım ama etraftan insanların dağıldığını, tüm timin helikoptere bindiği gördüm. Koskoca bahçede ikimiz kalırken, sonunda geriye çekildik.

Azda olsa dinmiş göz yaşlarımla ona bakarken, "Allah'a emanet ol Turan...Ve bize sapasağlam gel olur mu?" dedim.

"İnşAllah...Siz də Allaha əmanətsiz. Mən gələndə ikinizdə ağıllı olun tamam?" (Ben gelene kadar akıllı olun tamam mı?)

"Şakacı komutan seni!"

Dudaklarını alnıma bastırırken, avuç içimi kalbine yasladım. Yüreği fazlasıyla çarpıyordu. Geri çekilirken, kalbindeki elimi tutarak avuç içimi öptü. Sadece onu değil diğerinide.

Ardından cebinden çıkarttığı mine çiçeği işlemeli yüzüğü sol elimin yüzük parmağıma taktı. Parmağımı süsleyen zarif mor renkli çiçeğe bakarken, bu kez tebessüm ediyordum.

"Nə solacağ, nə də ki, solmaması üçün çalışacağsan." (Ne solacak, ne de solmaması için uğraşacaksın.)

Kollarım boynuna dolanırken, teşekkür namına boynuna dudaklarımı bastırdım. Konuşamıyordum. Çünkü konuşamayacak kadar yoğun duygular içerisindeydim.

Geri çekilden sonra alnıma bir kez daha dudaklarını bastırarak gözleriyle bana veda etti. Yerdeki çantası alıp, arkasını dönerek giderken en çok yapmak istediğim şeyi yaparak ona seslendim.

"Turan!"

Aramızda yaklaşık 20 adımlık mesafe vardı. Ve ben bu mesafeleri sevdiğim adama koşarak bitiriyordun. Arkasını dönmüş bana merakla bakarken, son adımda ellerimi yanaklarına, dudaklarım dudaklarına hapsederek ilk adımı atmış bulundum.

İlk önce duraksama yaşayan adam çok geçmeden karşılık vermeye başlamıştı. Dudakları dudaklarıma karşılık veriyor, nefesimde, nefesinde can bulmamıza sebeb oluyorduk. İlk kez birleşen tenimiz fazlaca acemiyken, kalplerimizin ritmi sanki senelerdir bir atıyor gibiydi.

Hiçkimse yoktu. Sadece o ve ben vardık. Hayır. Biz vardık.

Dudağına son kez öpücük kondurarak geriye çekildim. Alnım alnına yaslıyken, "Bunu unutma tamam mı? Eğer unutursan kafanı kırarım." dedim ciddiyetle.

"Unudanın ağlı yoxdu gözəlim." (Unutanın aklı yok güzelim.)

Gülerken, aniden ciddileştim. "Ben sende  tutuklu kalmak değil seninle olmak istiyorum." Yutkunarak cümleme devam ettim. "Ben sende var olmak seninle yok istiyorum Turan. Ben..." gözlerim gözlerinde mekik dokurken son cümleyi söyleyemedim. "Anlıyorsun değil mi? Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi Turan?" Cümlemi korkarak sorarken sanki o zaten bunu biliyormuş gibi gülümsüyordu.

"Mən də səni Aysu...Mən də səni."

Bunu dedikten sonra geriye çekilip giderken ben sevinçle gülümsüyordum.

Oysa Turan'ın gidişinin bana acı çektireceğini bilmeden...

Gözlerim karşımda bana sırıtarak bakan adama çevrilirken dudaklarımdan bir hitap döküldü. "Baba?"

&&&

Bölüm sonu.

Geç oldu ama bence güzel oldu.

Nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor? Dersleriniz nasıl?

Ben elhamdulillah iyiyim. Ve sizden bir ricam var.

Kuran okuyabilen varsa bolca Fetih suresi okuyabilir mi? Çünkü Kudüsümüz zor bir durumda ve bu birilerinin değil müslümanların savaşı. O bunu yaptı o şunu yaptı diye düşünmeyin. Çünkü bu İslam savaşı. Orada acı çeken binlerce çocuk var. Bakın insan demiyorum, çocuk diyorum.

Vicdana sahip bir insan varsa elbet dediklerimi anlar. Sizden çok bir şey istemiyorum tıpkı acı çeken o çocuklar gibi. Sadece bir sure. Allahın izniyle hem kalplerimiz huzur bulur hem de onlara yardımcı oluruz.

Sizleri seviyorum. Allah'a emanetsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

14.7M 719K 71
Tamamlandı. Bu kitapta kaos, mafya, üzüntü yok. Bol bol mizah var. Tamamlandı. Yetişkin içerik vardır, rahatsız olacaksanız okumayın. Kurgusu tam...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

120K 5.6K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
357K 27.9K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...