Parmak Uçlarındaki Yabancı

By imPnar__

53.7K 3K 4.5K

Ayıldıktan sonra bir şey hatırlamayan milyonlarca sarhoş insan vardır. Ama ben onların aksine sarhoş olunca h... More

1.Bölüm-"Bir Kadeh Daha Azap"
2.Bölüm-"Elim Sende"
3.Bölüm-"Mum Işığı"
4.Bölüm-"Ruhtaki Kırıklar"
5.Bölüm-"Üç, iki, bir... Karanlık!"
6. Bölüm-"İhtimallerin Işığında Sönen Yıldız"
7.Bölüm-"İçimizdeki Yabancı"
8.Bölüm-"Gerçek Renkli Yalanlar"
9.Bölüm-"Saklambaç"
10. Bölüm-"Cehennem Çiçeği"
11.Bölüm-"Oyunbaz"
12.Bölüm-"Kalpkıran"
13.Bölüm-"Yalnız Değilsin"
14.Bölüm-"Kimsin Sen?"
15.Bölüm-"Gölgen Bile Yalan"
16.Bölüm-"Korkak"
17.Bölüm-"Unutulanlar"
18. Bölüm-"Yaralı Serçe"
19.Bölüm-"Bedel Ödeyenler"
20.Bölüm-"Kendi Yolundan Gidenler"
21.Bölüm-"Adım Adım"
22.Bölüm-"Şüphe"
23. Bölüm-"Geçmişten Gelen"
25.Bölüm-"Şah"
26.Bölüm-"Yalancılar"
27.Bölüm-"Maskelerin Ardında"

24.Bölüm-"Namlunun Ucunda"

636 59 47
By imPnar__

İçeriye girdiğimde yuvarlak bir salon karşıladı beni. Ortadaki pistin etrafına masalar kurulmuş, salaş bir ortam oluşturulmuştu. Ortamın enerjisi ve uyumu çok güzeldi. Yavaşça yürürken içeriyi incelemeye devam ettim. İlk olarak kendime içecek bir şeyler alarak başlayabilirdim sanırım.

Tam karşıma doğru yürüyerek barmenin olduğu yere gittim. Sipariş vermek için hazırlanıyordum ki gözlerim ilerideki arkadaş grubuna kaydı. Oldukça gürültülü bir şekilde eğlenen insanların arasında Asi, İnci ve Uzay da vardı. Birisi Asi'yi kucağına almış döndürürken Asi buna kahkahalarla gülüyordu. Yere oturmuş  olanlarsa onları izleyip gülüyorlardı.

O gülen kişilerin arasında gördüğüm Ayaz'la birlikte kendimi hiç olmadığım kadar değersiz hissettim. Ben onun için deliye dönmüşken onun burada, arkadaşlarıyla eğleniyor olması adil değildi.

Hiç mi umrunda değildim?

"Ne alacaksın kanka, hadi!" Benden bile küçük duran barmen konuşunca dolu gözlerimi Ayaz'dan ayırmadan, "Almayacağım." dedim. Çocuk bana ters bir bakış atarak yanımdan uzaklaşırken Asi'yi kucağına alan kişinin de Baran olduğunu görmüştüm.

O da mı biliyordu Ayaz'ın burada olduğunu? Biliyordu tabii... Ama bana söylememişti.

Kendimi yine bir köşeye itilmiş, sevmiş ama sevilmemiş, değer vermiş ama aynı değeri görmemiş olan o çocuk gibi; Kız gibi hissetmeye başlamıştım. Yine aynı oraya ait olmama hissiyle dolup taşıyordum. Bu arkadaş grubuna ait değildim ben, Ayaz'ın hayatında kendime yer bulamamıştım.

Ne yapmam gerekiyordu? Gidip ona kızmam, bağırıp çağırarak hesap mı sormam lâzımdı, yoksa sessizce çekip gitmeli miydim? Burada ne kadar düşünürsem düşüneyim birisine kendimi yabancı hissettiğim zaman ona adım atamayacak kadar korkak oluyordum. Bu yüzden anlamsız sorunun cevabı daha soru sorulmadan önce verilmişti. Gidecektim.

Eve dönerken yeniden Tuna aramıştı. Bana Asaf'ı gördüğünü, onun bir adamla gizlice konuştuğunu ve akşama mutlaka Asaf'ın yanına gidip bu konuda bir şeyler öğrenmeye çalışmam gerektiğini söylemişti. Kendisi de beni korumak için orada olacaktı.

Plan falan yoktu ortada. Sadece dediği gibi Asaf'la buluşacak ve akışına ilerleyecektim. Bir şeyleri çözmem gerekiyordu artık.

Üzerime rahat ama şık bir elbise giymiş, güzelce hazırlanmış Asaf'ın beni almasını bekliyordum. Çok bekletmeyeceğini söylemişti, beş dakikadır bekliyor oluşumu da hesaba katarsam gelmesine az kalmıştı.

Sosyal medya hesabımda gezinirken Sibel'in paylaştığı postu beğendim. Yanında bir adam vardı ve samimi görünüyorlardı. Gülümsedim... Onu sürekli özlüyordum, eve döndüğümde kesinlikle arayıp hasret gidermeliydim.

Dışarıdan gelen korna sesiyle telefonu kapatarak ayağa kalktım. Son kez aynadan yansımama bakarak dışarı çıktım. Kapımın önündeki beyaz BMW'ye binerken şoför koltuğunda oturan Asaf bana bir buket papatya uzattı. Gülümseyerek papatyaları aldım.

"Merhaba, Yağmur."

"Ne kadar güzeller, teşekkür ederim." dedim selam vermek yerine. Asaf bunu zaten biliyormuş gibi gülümserken kaşlarıyla kemeri işaret etti.

"Tak kemerini de gidelim güzelim." Kemerimi taktım. Araba hızla kapımın önünden uzaklaşırken "Nereye gideceğiz?" diye sordum.

"Harika bir plan yaptım. Önce yemek yiyelim, daha sonra yeni açılan lunaparka gideriz."

Yüzümdeki gülümseme rahatsızca silindi. Gözlerimin önünde sahnelenen şeylerle kalbim hızlanmıştı.

Yatağımın üzerine uzanmış, Tolga'dan gizlice aldığım kalemlerle bir kâğıda çizip sonra elimle yırttığım bebek şekilleriyle oynuyordum. Siyah kurşun kalemle çizilmişler, annemden gizlemek için sakladığım yerlerde buruşmuşlardı belki ama onlarla oynamaktan mutluydum. Sarışın olan bebeğin, ben sarışın olduğunu hayal ediyordum, ismi Esril'di. Diğerininkiyse Reya.

Kendi kendime kelimeler uydururarak onlara anlamlar vermeye bayılırdım. Reya bendim. İsmimi kendim uydurmuştum ve kendi ismime herhangi bir anlam vermemiştim. Esril kitapta gördüğüm sarışın kızı temsil ediyordu. Onu sevmemiştim ama onun gibi bir arkadaşım olmasını çok isterdim. Bu yüzden Esril'in o olmasını istemiştim. Esril ismineyse güzel şeytan anlamını vermiştim. Çünkü o kız çok güzel ama bir o kadar da kötüydü.

Bir anda odamın kapısı açılınca hızlıca kağıttan bebekleri yorganımın altına tıkıştırarak korkuyla yerimde doğruldum. Abim elindeki oyuncak kılıcı ve atıyla birlikte odama dalmış, içeride koşturup duruyordu. Onu görünce mutlulukla gülümsedim ama onun yüzünde tehditkar bir ifade oluşmuştu.

"Gördüm seni bizanslı Kız. Bir şey gizledin yatağın içine."

Korkuyordum. Oysa bir suç işlememiştim, sadece birkaç kağıt parçasıydı gizlediğim.

"Yoo!" dedim hemen. "Bir şey gizlemedim."

"Gizledin! Hemen bana göstermezsen seni anneme söylerim."

Oflayarak elimi yatağın altına daldırdım. Ve o an bir seçim yaparak Reya'yı seçtim. Çünkü diğer bebek daha güzeldi onu kaybetmek istemiyordum.

"Bu ne?" dedi abim kılıcını ve atını yere atıp yanıma gelirken. Elimden aldığı bebeğe bakıp gülümsedi.

"Bebek." dedim.

"Bu senin oyuncağın mı?" diye sorduktan sonra bana bakıp yeniden güldü. "Sana benziyor. Adı ne?"

"Reya."

"O ne be? İlk defa duydum."

"Ben uydurdum ismini." dediğimde abim bana inanamaz bir bakış attı.

"Peki, anlamı ne?" Böyle kelimeler uydurup anlam verdiğimi biliyordu.

"Anlam bulamadım daha."

"Aptal Kız," dedi birden. "Yalan söylerken yüzün bile kızarmıyor."

Öylece donakalırken yalan söylemediğim konusunda onu inandırmak için ne yapacağımı düşündüm hemen. Oysa buna gerek yoktu.

"Reya kelimesinin bir anlamı var zaten. Güzellik tanrıçası demek. Ve sen bunu kendine isim yapmışsın."

"Bilmiyordum abi, vallahi! Ben uydurdum onu."

"Anneme söylemeyeceğim merak etme, ama sende isminin anlamından kimseye bahsetme, Reya."  O bana Reya dediğinde içimde oluşan mutlulukla birlikte gülümsedim. Bir ismim vardı, daha da ötesi, harika anlamı olan bir ismim vardı ve abim bana bu isimle hitap etmişti.

"Tamam." dedim hızlıca. "Hiç söylemem kimseye."

"Aferin! Sana bir şey demeye gelmiştim ben. Evden kaçalım mı birlikte?"

Gözlerim irice açıldı. Annem bunu duyarsa beni mahvederdi. Kesinlikle kaçamazdım ama abim benden öyle nadiren bir şey isterdi ki hayır demeye bir türlü dilim varmazdı. Üstelik az önce beni çok mutlu etmişti. Hem artık aramızda bir sır bile vardı. Artık beni seviyordu, yeniden onu kendimden nefret ettirmek istemezdim.

"Nereye?" diye sordum korka korka.

"Lunaparka."

Bunun ne olduğunu biliyordum! Evimizin balkonundan bakınca kocaman bir dönme dolabın üst kısmını görebiliyordum. Onların isimlerini evdeki hizmetliden öğrenmiştim. Bazen de abim benimle iyi geçinmek isterse ona soruyordum ve yeni şeyler öğreniyordum. Oraya gitmeyi çok isterdim.

"Ama ya annem fark ederse? O zaman bana çok kızar. Seni hemen affeder."

"Merak etme," dedi abim. "Annemin haberi olmaz. Olursa da ben sana kızmasına engel olurum."

"Neden benimle gitmek istiyorsun?" diye sordum. Sonuçta benimle görünmekten rahatsız oluyordu.

"Gidecek başka arkadaşım yok da o yüzden, akıllım. Hadi, çabuk hazırlan!"

"Hazırım, hazırım!" Üzerime garip bir bakış attıktan sonra oflayarak arkasını döndü ve elindeki bebeği bana uzattı.

"Al bunu da yürü artık! Seninle gittiğime inanamıyorum..." Kendi kendine söylenirken kağıttan bebeğimi alarak diğerinin yanına bıraktım ve koşarak abimin peşinden gittim.

Evden kaçıp gizlice lunaparka kadar yürümüştük. Bunların hepsini abim yapmış, ben sadece onu takip etmiştim. Evden uzaklaştıkça içimdeki korku, lunaparka yaklaştıkça heyecanım artıyordu.

Ne olabilirdi ki en fazla? Hem abim beni koruyacaktı.

Kocaman oyuncakların önüne geldiğimizde abim sevinçle gülümsedi. Ben başımı kaldırıp dönme dolaba bakarken birden elimi tutuverdi. Hayretle ona bakakaldım. Daha önce benimle böyle bir temasta hiç bulunmamıştı. Sessiz kalarak yürümeye başlayan abimi takip ettim. Gözlerim ikimizin ellerindeydi. Nasıl  da mutluydum!

"Abi,"  dediğimde hızlıca bana döndü ve çatık kaşlarla, "Hşşştt!" diye azarladı. "Öyle demesene bana dışarıda."

"Özür dilerim." dedim ve hemen devam ettim. "Tolga, biz bu oyuncaklara nasıl bineceğiz? Parayla çalışıyormuş. Benim hiç param yok."

"Bende var." 

Kocaman gülümsedim. "O zaman dönme dolaba binelim mi? Hem belki çok yükseğe çıkınca bir martı yakalarız."  Abim dediklerime gülerek dalga geçercesine bana baktı.

"Hiç martı yakalanır mı?" dedi azarlamaktan uzak bir sesle. "Ama tamam, ilk ona binelim."

"Sonra da eşekli karıncaya bineriz."

"Eşekli karınca mı? Atlı karınca olmasın o?"

"Her neyse, sonuçta benziyorlar. Hem zaten karınca ne alakaysa! At onlar, at!"

Abim bu dediklerime de gülünce birdenbire kendimi harika birisiymiş gibi hissettim. "Aslında seninleyken eğleniyorum." dedi abim itiraf ederek. "Keşke bir erkek olsan."

"Ne fark ederdi ki?" diye sordum. Abim bu soruyla afallayarak durdu ve öylece yüzüme baktı. Sonra bir cevap vermek yerine elimi bıraktı. Çünkü verecek cevabı yoktu, benden kız olduğum için değil annemden öyle gördüğü için nefret ediyordu.

"Burada bekle, ben de bilet alıp geleyim. Sakın bir yere gitme."

"Tamam." dedim ve orada beklemeye başladım. Dakikalar geçti, canım hiç sıkılmamıştı. Etrafımı izleyip mutlu oluyordum. Sonra onlarca dakika daha geçti. Artık abim gelsin istiyordum.

Saatler geçti. İçimdeki mutluluk korkuya ve endişeye dönüştü çünkü abim geri gelmiyordu. Gözlerim kalabalığın arasında onu ararken bir adım bile haraket etmiyordum. Çok yorulmuştum.

Birkaç saat daha geçti. Ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Olduğum yere oturarak ağlamaya başlamıştım.

Gece yarısına kadar orada ağlaya ağlaya beklemiştim. Ne kadar korktuğumu anlatamazdım bile. Beni annemin korumaları bulmuş, eve götürmüşlerdi. O sert yüzlü adamları görünce bile çok mutlu olmuştum. Eve gittiğimde annem bana evden kaçtığım için dakikalarca bağırmış, azarlamıştı. Bu gece bodrum kattaki soğuk odada kalacaktım.

Tüm bunlar olurken abim de oradaydı ama nasıl oldu bilmem, annem sadece benim kaçtığımı düşünmüştü. Ve söylediğinin aksine, Tolga benim azar yememe engel olamamıştı... Ama ben bu fikrin ondan çıktığını ve birlikte kaçtığımızı söylememiştim kimseye. Yine de evde olduğum için mutluydum.

Bu korku bana bir ömür yeterdi.

"Bir sorun mu var canım?" Asaf'ın sözleriyle donuk bakışlarımı ona çevirdim ve kendime gelerek yutkundum.

"Lunapark," dedim ve dudak büzdüm. "Pek iyi bir fikir değil gibi. Çocuk muyuz biz?"

"Neden öyle diyorsun? Birlikte eğleniriz, gerekirse çocuk oluruz. Başka planın varsa yapalım ama..." 

"Gitmeyelim." dedim sözünü keserek.

"Canım, bir sorun mu var?" Asaf ilgiyle yüzüme bakarken bu kadar ısrarın niye olduğunu bir türlü anlayamamıştım. Bir şeyler çakabilirdi. Hem Tuna da orada olacaktı. Korkmamı gerektiren bir durum yoktu ortada, gidebilirdik.

"Yok bir sorun, madem bu kadar çok istiyorsun, gidelim." dedim ve başımı diğer tarafa çevirdim. Yol boyunca bir daha onunla konuşmamıştım.

Lunaparka geldiğimizde yeniden dev oyuncaklarda gezinmedi gözlerim. Asaf buradan sonra yemek yemeyi teklif etmişti ve aç olmadığım için kabul etmiştim. O heyecanlı heyecanlı bir şeylerden bahsediyor, oradan oraya gitmek istiyordu ama ben yalnızca onu gözden kaçırmamak için uğraşıyor ve Ayaz'ı düşünmemeye çalışıyordum. Tuna'ya burada olduğumuzun haberini verdikten sonra konuşmamıştık, o da buralarda bir yerde olmalıydı.

"Ee, sen ne yaptın bugün?" diye sordum. Sonuçta onu konuşturmak için buradaydım.

"Bir arkadaşımla karşılaştım sabah, onunla oturduk biraz. Sonrası bugünü planlamakla geçti. Sen ne yaptın?"

"Hiç. Hangi arkadaşın?" Kendim hakkımdaki kısımları geçmek istiyordum. Asaf kaşlarını kaldırarak bana baktı.

"Sanki tanıyacaksın?"

Bozuntuya vermeden güldüm. "Belki tanırım." Bana doğru eğilerek yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi.

"Acaba kıskandın mı beni? Hmm... Kız değildi." Yüzümde yalancı bir gülümsemeye yer verirken göz devirme isteğimi zorla geri gönderdim. Aynen kıskandım, öldüm geberdim kıskançlıktan!

"Şuradan tatlı alalım." dedi Asaf eliyle ilerideki bir tatlıcıyı göstererek. Onu başımla onaylayınca o tarafa giderek birer tane tatlı aldık. Tatlının şerbeti üzerime damladığı için adamdan peçete almak üzere arkamı döndüm.

Yaşlı adam bana bir peçete uzattı. Onunla üzerimi temizleyerek yeniden Asaf'a doğru baktım. "Gidebiliriz!" Yoktu. Etrafıma iyice göz gezdirdikten sonra, "Asaf!" diye seslendim. Bir yanıt alamayınca hızlanan nazımla birlikte derin nefesler aldım. Burada yalnız kalacağım veya kaybolacağım için korkmuyordum, sadece bana aynı şeyleri hatırlatıyordu ve istemsizce telaşa kapılıyordum.

Gözlerim dolarken titreyen ellerimle sıkıca tuttuğum tatlıyı bırakmadan birkaç adım ilerleyerek yeniden, "Asaf!" dedim ama bu sefer sesim çok daha güçlü ve tedirgin çıkmıştı.

"Güzelim!" Hemen arkama döndüğümde gördüğüm Asaf'la derin bir nefes vererek yanına gittim ve koluna tutundum. "Bir arkadaşı gördüm de selam verdim, hadi gidelim."

Gözleri hafifçe kolunu tutan ellerime kaydı ama bunu umursayacak durumda değildim. "Ben gitmek istiyorum." dedim hızlıca.

"Bir şey mi ol-"

"Sadece bu lanet yerden defolup gitmek istiyorum!" diye sözünü kestiğimde garipseyen bakışlar eşliğinde kafa salladı.

"Tamam, gideriz."

&

Asaf beni eve bırakıp uzaklaşırken anahtarımı bulmak için çantamı açtım. Aslında çok fazla eşya yoktu ama bir türlü bulamıyordum. Sinirlerim bozulmuş bir şekilde çantadaki birkaç eşyayı çıkartarak en altta duran anahtarı elime aldım. Kapıya geçirecekken arkamdan gelen, "Reya!" sesiyle birlikte Ayaz dibimde bitti. Şaşkın bakışlarım onun gözlerinde gezinirken yine kalp ritmim değişmeye başlamıştı. Ona karşı ne kadar öfkeli olursam olayım gözlerine bakınca öfkemin sebebini unutuyordum. "O adamla neden buluştun?"

Sorduğu soru iki gündür ortalıkta olmayıp aramalarıma cevap vermeyen ama arkadaşlarıyla eğlenmeye çıkan bir adam için fazla cüretkardı. Ayrıca benim yeniden sinirlenmeme sebep olacak kadar da saçma.

"Ne diyorsun ya?" dedim kaşlarımı çatarak.

"O adamla niye buluştuğunu soruyorum?" Sözüm biter bitmez aynı şeyi tekrarlamasıyla birlikte ona yüzünü görmek istemeyeceğim kadar sinirlendim.

"Defol git, Ayaz." Kapıyı açarak içeriye girdiğimde o da peşimden geldi.

"Reya, bana cevap vermelisin!"

"Cevap falan yok, git!"

"Ne demek cevap yok ya? O adamla neden buluştun? Söylesene!"

"Bir cevabı hak etmiyorsun!" dedim öfkeyle. "Şimdi günlerdir neredeysen oraya git ve yine günlerdir yaptığın gibi ne telefonuma cevap ver ne de karşıma çık!"

Suçunu biliyormuş gibi sustuğunda derin derin nefesler aldım. O yokken de acıtıyordu bu yaptığı ama şimdi onun yüzüne sesli bir şekilde söylemek daha fazla kalbimi kırmıştı sanki.

"Gördüm!" dedi Ayaz kendine yediremez bir tavırla. "O herife güldün, koluna girdin! Hepsini gördüm!"

"Ve ne düşündün?" diye sordum dolu gözlerle gülerek. Konuşacakken engel oldum. "Umrumda değil! Ben her yerde deli gibi seni ararken barda arkadaşlarınla içiyordun, onlara gülüyordun. Ben senden hesap sormuyorsam sende benden soramazsın. Bana bir açıklama yapana kadar hiçbir açıklamayı hak etmiyorsun. Git evimden!"

"Reya," dedi Ayaz derin bir nefes alarak. "Neden?" diye sordu tekrardan. "Neden buluştun? Bu sefer bir sebebi yoktu."

"Keyfim öyle istedi. Kim bilir, senin yokluğunda kendimi avutacak birisine ihtiyaç duymuşumdur belkide. Onunla olmak istemişimdir, bana bir şeyleri unuttursun istemişimdir!"

"Yeter!" Öyle güçlü bir öfkeyle bağırdı ki irkilerek sustum. "İleri gitme, yeter."

Sertçe yutkundum. "Bence de yeter. Aramızdaki şey, adı her neyse... Bitsin. Bir daha birbirimizin sınırlarını aşmayalım." Bir farkındalıkla durduğumda kalbim titredi. "Gerçi sınırları aşılan sadece bendim, ben senin çizgilerini bile göremeyecek kadar uzağındayım. Ama bitsin Ayaz, uzaklaş benden."

Ayaz'ın gözleri dizlerimin önüne çöküp bacaklarıma sarılırken bedeni dimdik durmaya devam etti. Hızlıca inip kalkan göğsünün altındaki kalp acıyla kıvranırken o yüzü hâlâ inatla beton gibi duruyordu. Neden saklamak zorundaydı kendini? Adım atmaktan, duygularını paylaşmaktan çekinmeyen birisi şimdi neden ölesiye korkuyordu gizlediği şeyi anlamamdan?

Benden ne gizliyordu?

Usulca başını salladı ve tek kelime etmeden arkasını dönerek evden çıktı. İtiraz etmesini, hiç değilse bir şeyler söylemesini beklerdim. Öylece vazgeçip gittiğinde üzerime çullanan hayal kırıklığıyla hıçkırdım. Hızlıca akan göz yaşlarımı silerek öfkeyle kanepeye birkaç tekme attıktan sonra yere oturarak kısa bir süre ağladım. Gerisi bol düşünmeli bir çıkmazdı...

&

Bir rüyadaymış gibi gelen kapı sesini duymama rağmen gözlerimi açamıyordum. Uykunun kollarından kurtulamamıştım bir türlü. Yeniden kapıya vurulduğunda kaşlarımı çatarak homurdandım. Birden evin her yerinde yükselen zil sesiyle gözlerim açıldı. Aynı anda kapıya da vurulunca anlayabilmiştim. Uyku sersemi sarsak adımlarla kapıya gittiğimde Baran neşeyle içeriye girdi ve beni de kucağına aldı. Beni döndürürken, "Günaydın bücüriks!" diye bağırmıştı. Serra ve Tuna da gülüşerek içeriye girdiğinde Ayaz'ı görmeyi bekledim ama göremedim. O gelmemişti.

Baran beni bırakınca başım döndüğü için koluna tutundum. Sonra başımı koluna yasladım. Çok uykum vardı.

"Açım ya!" Baran söylenerek kanepeye doğru giderken bende onunla birlikte gittim.

"Şuan aç olmandan daha önemli şeyler var." dedi Tuna konuyu dağıtmaması için Baran'ı uyarırken.

"Ne oldu?" diye sordum. Artık uyuyamazdım, bu belliydi.

"Baran harika bir fikir sundu. Aslında herkesin aklına gelebilecek bir şey ama işer yarar."

"Herkesin aklına gelebilecek bir şey mi?" dedi Baran kaşlarını kaldırarak. "Kıskançlığın da bu kadarı! O zaman neden senin aklına gelmedi?"

"Baran, uzatma."

"O zaman benim zekamı kabullen ve soytarılık yapma."

"Hadi ama artık!" dedi Tuna. Baran o konuşmasın diye heyecanla söze girdi.

"Asaf'ın telefonu gerekiyor bize. Eğer telefonuna bir takip uygulaması yerleştirirsek onu çok rahat takip ederiz. Ayrıca bunlar polise de kanıt olur. Yani katili bulmakla kalmaz, adalete teslim ederiz. Ve telefonu alma rolü sana, uygulamayı yükleme işi bana düşüyor."

Biraz düşündükten sonra başımı salladım. "Olur, tamam."

"Senin neyin var?" diye soran Serra'ya çevirdim bakışlarımı. Kahverengi saçlarını balıksırtı örmüş, pembe bir kazak giymişti. Tatlı görünüyordu ama öyle değildi.

Ona cevap vermeyince ikinci defa sorma gereksinimi duymadı. Ama az önce gülen yüzü şuan solgundu. Bunun sebebinin ben olmadığıma emindim. Bence plandan hoşlanmamıştı.

"O hâlde bu akşam boğazda yemeğe gidiyorsunuz. Her şeyi ben ayarlayacağım, sen Asaf'ı ikna et." dedi Tuna heyecanla.

Ben ağız tadıyla depresyona giremeyecek miydim arkadaş!

&

Yemek yerken ilgimi ve alakamı ondan tamamen uzaklaştırmıştım. Ama biraz daha çaba gösterip telefonu almam gerektiğinin bilincindeydim.

"Senin sosyal medya hesabın var mı?" diye sordu Asaf.

"Var." dedim umursamazca.

"Takipleşsek güzel olurdu aslında." dediği an ağzımdaki lokmayla öylece kalakaldım. Bu hataya düşmüş olamazdım! Aptal Reya! Şuan salaklık yapmanın, acı çekmenin sırası falan değildi.

"Şey, olur. Sen ver bana hesabının ismini, ben sana istek atarım." dedim telefonumu elime alarak. Asaf kullanıcı ismini söylerken telefonuma yazıyormuş gibi yaptım. "İstek attım."
Yalandı.

"Bakayım." diyerek hızlıca telefonunu eline alınca hiç bozuntuya vermeden hemen ağzıma bir şeyler tıkıştırdım. "Gelmedi?"

"Belki internetin çekmiyordur, ya da teknik bir düzenleme falan vardır."

"Belki de..." dedi Asaf.

Hazır telefonlar ortaya çıkmışken fırsatı değerlendirmek için, "Bir bakayım istersen?" diyerek elimi uzattım. Asaf telefonunu avucuma bıraktı.

"Benden istek at kendine." dediğinde başımı salladım. İstek falan atamazdım. Telefonu aldığımda aramalar ve mesajlar kısmına girdim sırasıyla. Annesi ve işle alakalı kaydedilen adamlardan başka kimse yoktu. Ayrıca mesajlar da temiz görünüyordu.

Tam karşımda oturan Asaf ilgiyle beni izlerken daha fazla dikkat çekmemek adına girdiğim uygulamaları temizleyerek telefonu kendi telefonumun yanına bıraktım. İkimizin telefonları da aynı renkte ve neredeyse aynı boyuttaydı.

"Güncellememişsin, birazdan güncelleme tamamlanır. O zaman istek atarım."

Asaf bir süre masanın üzerinde duran telefonları inceledikten sonra başını salladı.

"Tamam güzelim." Etrafına baktıktan sonra, "Burası çok hoşmuş." dedi.

"Evet, öyle. Aslında bende ilk defa geliyorum." dedim. Ne kadar çok yalan söylersem o kadar zora sürerdim işi, bu yüzden ufak ayrıntılar hakkında ona yalan söylemeyecektim.

Asaf gülümseyerek gözlerini kapatınca bende güldüm. "Ne oldu?"

"Garip..." dedi yeniden bana bakarak. "Harika bir yerdeyim," Elini masanın üzerinde duran elime uzattığında etrafıma kaçamak bir bakış attım. Ayaz ve Baran garson kılığında buradalardı. Tuna kapıda görevli olarak duruyordu. Serra'ysa diğer masadaydı, onun neden burada olduğunu hâlâ anlamış değildim.

"Ve yanımda göz kamaştıran bir kadın var. Mutluyum. Biz insanlar mutlu olmaya alışık değiliz, garipsiyoruz."

Bende onun gibi samimi olmaya çalışarak gözlerimi irice açtım.

"Aslında bende senin yanında garip bir şekilde mutlu ve huzurlu hissediyorum." dedim. Bunu duyduğundan memnunmuş gibi baktı gözlerime. "Birkaç gündür tanıyoruz birbirimizi ama bana hiç tatmadığım bir duyguyu yaşatıyorsun: aşk..."

Gözleri parlayarak beni baştan aşağıya süzdü. "Yaa... Demek aşk. Bende bundan bahsedecektim. Hislerimiz ortadayken vakit kaybetmenin bir anlamı yok, benim sevgilim ol istiyorum."

Kaşlarımı çatmak istesemde yapamadım. Ayaz bunu söyleyemeyecek kadar korkak, ama bana olan hislerini anlatacak kadar cesurdu. Düşündükçe onun kendi içinde çok çelişen haraketleri olduğunu fark ediyordum. Beni sevmiyor desem ona haksızlık edecektim, seviyor dersem de aptal olacaktım.

"Haklısın," dedim gözlerine bakmaya devam ederek. "Uzatmaya gerek yok."

Araf dudaklarını elime bastırdığında Ayaz elindeki iki tabakla birlikte bize doğru gelmeye başlamıştı. Gece karası gözleri birleşen ellerimize, tenime dokunan dudaklara sonra da gülen yüzüme çevrilirken bir kez olsun gözlerime bakmadı. Elindeki tatlı tabaklarını önümüze sertçe bıraktı.

Bir olay çıkarmaması için dua ediyordum. Elimi Asaf'tan çekerken öylece başımızda dikilen Ayaz'ın gözlerini gözlerimde hissettim ama ona bakamadım. Yüzümdeki gülümseme silinmişti. Ayaz küfür eder gibi arkasını dönüp giderken ayağa kalktım.

"Ben bir tuvalete gidip geleyim."

Onun telefonunu elime alarak siyah mini elbisemin eteğini düzelttim ve hızlıca arka terasa doğru ilerledim. Yanından geçtiğim Baran'a gözlerimle işaret verirken hızlıca sipariş kağıdını diğer garsonun eline tutuşturarak peşimden gelmeye başladı.

Terasa çıktığımızda arkamı kontrol ederek telefonu ona verdim.

"Çabuk ol!"

"Tamam." dedi Baran hızlıca tuşlara basarken. "Adamla ne konuşuyorsunuz? Ayaz delirmek üzere."

"Bana sevgilisi olmamı teklif etti."

"Yuh! Yarın istemeye de gelir."

"Bende kabul ettim." dediğimde şaşkınca yüzüme baktı.

"Harbi mi?"

"Harbi." dedim. "Hadi işine bak. Kabul ettim ama bugünden sonra onunla görüşmeyeceğim. Umarım hemen buluruz katili."

"Bir dakika kaldı." dedi Baran. Dönüp tekrar arkama baktım. Masaların arasından buraya doğru gelen Asaf'ı gördüğümde korkuyla Baran'ın koluna vurdum.

"Geliyor!"

"Otuz saniye!"

"Baran adam geliyor! Hadi!"

Baran telaşla cebinden bir sigara çıkartarak dudaklarımın arasına soktu ve çakmağı uzattı.

"Yak şunu." Sigarayı yaktığımda telefondan son kez bir şeyler yaparak elime tutuşturdu. "Tamamdır, hızlıca uzaklaş artık adamdan. Bitti, gidiyoruz." Baran yanımdan ayrılırken terasın demirlerine yaslanarak boğazı izliyormuş gibi yaptım. Demirlerdeki yansımadan gördüğüm kadarıyla Baran giderken Asaf terasa çıkmıştı. Tam zamanında halletmiştik.

Dalgınmış gibi davranarak arkamdan gelen adama hiçbir tepki vermedim ama o beklemediğim bir şekilde bana arkadan sarıldı. Gözlerim irice açılırken ona baktım.

"Tuvalete gittin sanıyordum."

"Sigara içmek için çıktım ama tuvalete de gittim." dediğimde Asaf uzun süre sessiz kaldı. Geri çekilmek istedim ama buna izin vermemişti. Kulağıma doğru eğildiğinde durumdan oldukça rahatsızdım.

"Hiç gözlerini kaçırmıyorsun," diye fısıldadı. "Kendin hakkında bahsederken heyecan duymuyorsun, utanmıyorsun, adım atmaktan çekinmiyorsun. Çünkü sahtesin, Reya." Duyduğum şeyle bedenim kaskatı kesildi. O bana Reya mı demişti?..

Hızlıca uzaklaşmak istedim ama bana sarılan kolları yine buna engel olmuştu.

"Şştt! Sakin ol!" dedi sakince. "Hiçbir şey çaktırma sevgili arkadaşına. Az önce içeriye geçen kişi arkadaşındı dimi? İki kişilik dev kadro... Harika bir senaryo kurmuşsunuz."

"Asaf..."

"Tek kelime etme." dedi. "İki kişi olmadığınızı biliyorum hemen rahatlama. O yakışıklı oğlan da var. Hatta dışarıdaki de. Ve şu kız... Biliyor musun, oldukça ustaca gizlenmişler. Ama ben biraz fazla dikkatliyim."

Arkamdan çekilerek ona bakmamı sağladığında ne yapacağımı bilemez bir hâlde bir adım geri çıktım.

"Şimdi içeriye gireceğiz. Hiçbir şey çaktırmayacaksın içeridekilere. Yanlış bir haraket yapmayacaksın ya da haber vermeye çalışmayacaksın. Eğer bunu denersen bile anlarım ve anladığım an," diyerek belindeki tabancasını gösterdi gizlice. Korkuyla kasılıp kalmıştım.

"Ah, hayır!" dedi yüzünü buruşturarak. "O yüzündeki dehşet ifadesini sil hemen! Az önce bana yaptığın kadar ustaca bir rol yap. Hadi Reya, arkadaşların yaşasın istiyorsan dediğimi yap."

"Ne istiyorsun benden?" diye sordum yüz ifademi normal tutmaya çalışarak.

"Biraz eğlenmek benimde hakkım." Gözleri eğlenircesine yüzümde oyalandıktan sonra, "Koluma gir," diyerek arkasını döndü ve yürümeye başladı. O giderken gözlerim hızlıca etrafta tanıdık birisini aramıştı ama Asaf, "Tekrarlamayacağım!" deyince mecburen yanına gitmiş, koluna girmiştim.

"Aferin," diye mırıldandı masadaki yerini alırken. "Hep böyle söz dinlersen ben seni severim."

"Sevmesen ne yaparım?!" dedim kinayeyle. Asaf gülümsedi arsızca.

"Seni hep böyle tatlı dilli ve gülümserken görmek çok hoşuma gidiyor."

Ona aldırış etmeden etrafıma bakmaya devam edince daha sert bir şekilde, "Gözlerin benden başkasına kayarsa, o kişi artık ölü olur haberin olsun. Şimdi gülümse."

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedim sinirle.

"Gülümse."

Birkaç  saniye sinir bozukluğuyla ona baktıktan sonra gülümsedim. "Katil sensin." dediğimde Asaf dalga geçercesine kaşlarını kaldırarak bana doğru eğildi.

"Öyle mi?" Sonra yüzünü buruşturarak gözlerini kapattı. "Tüh be, yakalandım!"

Bana doğru biraz daha yaklaşırken Ayaz ortalıkta mı diye etrafıma bakındım. "Acaba bunu aramızda halledemez miyiz?" diye sordu Asaf.

"Geri çekil!" dedim bir yudum su içerek. Asaf geri çekilmedi, üstelik sandalyemi kendisine doğru çekerek aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi.

"Neden?"

Dudaklarıma doğru yaklaşınca, "Ne yapıyorsun? Çekil!" dedim sessizce.

"Yoksa o çocuğun bizi böyle görmesinden mi korkuyorsun?" derken bakışları dudaklarıma kaydı. O sırada ileride duran Ayaz'la göz göze geldim. "Bana bak." Asaf söyler söylemez ona baktım. "Gülümse yoksa ilk o ölür."

Gülümserken, "Yakalanacaksın," dedim. Asaf inanmayarak başını salladı.

"Öyle mi?"

"Öyle," dedim gülümsemeye devam ederek. "Hapse girip yaptığın her şeyin cezasını teker teker çekeceksin ve yakalanmanı ben sağlayacağım."

"Muhtemelen," dedi Asaf oldukça samimi bir şekilde. "Ama önce kendini bu durumdan kurtarman gerekiyor, di mi?"

"Hiç şüphen olmasın." dedim başımı çok hafif sallayarak. Neredeyse öpüşmek üzere olduğum Asaf da benimle aynı haraketi yaptı.

"Hiç şüphem yok." Gözleri yüzümün her zerresinde gezinirken bunu yalnızca beni rahatsız etmek için yaptığını görebiliyordum. "Ama seninde hiç şüphen olmasın, ben cinayetten yargılanmayacağım. Çünkü abin katil yerine bunu yapıyor zaten, sağolsun."

"Tolga'yı neyle tehdit ettin?" diye sordum sertçe.

"Abin," dedi bastırarak. "Öyle değil mi? Tolga, abin oluyor?" Sonra ufak bir gülümsedi. "Seni çok mu üzmüş sanki abiciğin?"

"Onu neyle tehdit ettin diye sordum!"

"Hiç... Hiçbir şeyle."

"O zaman neden suçu üstlendi?"

"Bilmem. İyi insanlar hâlâ var, şükürler olsun." dediğinde kaşlarımı çattım. "Hayır, hayır, hayır..." dedi Asaf hızlıca. "Düzelt o ifadeni hemen, gülümse yine tatlı tatlı."

"Künefeniz..." Ayaz'ın sesi ve masadan yükselen gürültüyle birlikte ikimiz de ona baktığımızda Asaf benden uzaklaştı. Ayaz yüzünde korkunç bir öfkeyle bize bakarken ona anlatmak istedim ama gözleri hemen Asaf'a yönlendi.

"Biz künefe istemedik ki."

Ayaz adama onu yiyecekmiş gibi bakmaya devam ettikten sonra yapmacık bir tavırla tabağı geri aldı. "Yanlış olmuş."

Geri gidecekken, "Bakmam." diyen Asaf yüzünden durdu ve başını ona doğru çevirdi.

"Ne?"

"Yaptığın yanlışlık için kusura bakmam." dedi Asaf onun damarına bastığının farkındalığıyla.

"O Kız istemiştir," dediğimde ikisininde gözleri bana çevrildi. Ayaz bir şeyleri anlasın diye çabalıyorum. "Yan masadaki. Karıştırmış olmalı ama şimdi gerçeği anladı, kendini de bizi de kurtarır bu durumdan."

Ayaz bana ifadesizce baktıktan sonra, "Kusura bakmayın," dedi. Ne? Ne anlamıştı ki? Özür dilemesi değil bir şeyler yapması gerekiyordu. "Siz keyfinize bakın, ben hatamı düzeltirim." Hızlıca yanımdan giderken dişlerimi sıktım.

Oyunu açığa çıkaracağını düşündüğüm için öyle dediğimi sanmıştı ama oyun zaten en başından beri açıktaydı. Beni kurtarması gerekiyordu!

"Bu çocuk seni amma kıskanıyor ya!" dedi Asaf keyifle bana bakarak. "Yazık olacak. Senin yüzünden yarını belirsiz." Kaşlarını çatarak, "Farkında mısın Reya?" diye sordu. "Hayatına parmağını dokundurduğun kim varsa zehrini yayıyorsun, o adam bir daha iflah olmuyor. Sevilmiyorsun, sevemiyorsun, hep bir kaos yaratıyorsun olduğun ortamda. Onları da mutsuz ediyorsun ve bir süre sonra senden sıkılıyorlar."

Karşımda oturmuş alay ederek konuşan adamın sözleriyle Ayaz'ın haraketlerini birleştirince içimde bir şeyler kuyruğuna basılmış kedi gibi çığlık çığlığa kalmıştı. Dedikleri aşaması aşamasına doğruydu. Ayaz'da da bu olmuştu işte...

İyi ama bu adam bunca şeyi nereden biliyordu ki?

Dolu gözlerim yenişme köşede dikilen Ayaz'la kesişince gözlerimi fark ederek kaşlarını çattı. Asaf konuşmaya devam edecekti, belliydi. Ve buna o kadar çok dalmıştı ki benim Ayaz'a baktığımı değil de düşündüğümü sanıyordu.

"Sen yalnızlaşıyorsun. Tıpkı küçükken olduğun gibi, yapayalnız kalıyorsun."

Sözleri canımı acıtırken gözlerimi kırptım. İkinciyi de kırpınca Ayaz bir sorun olduğunu anlamış gibi başını hafifçe iki yana haraket ettirerek ne oluyor demek istedi.

Yeniden göz kırptım. Ve o anda aklıma bir fikir geldi. Küçükken annesiyle gizlice konuştuğu yoldan ona her şeyi anlatabilirdim, bunu hemen tanırdı.

Gözlerimi bana öğrettiği kelimelere denk gelecek şekilde birkaç kez arka arkaya kırparken Ayaz anlamayan gözlerle yüzüme bakmaya devam etti.

"Sevilmediğin için hırçınlaşıyorsun, hırçınlaştıkça daha da katlanılmaz bir insan oluyorsun falan..."

Durmadan aynı şeyleri tekrarladım. O anlayana kadar pes etmedim.

Her şeyi biliyor. Her şeyi biliyor. Her şeyi biliyor.

Ayaz gözlerini kısarak anlamaya çalışırken sağ elimi kalbimin üzerine götürdüm ve bastırdım. Ayaz bunu görmüştü. Son kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonra sol elimle sandalyeye sıkı sıkıya tutunarak gözlerimi kapattım. Benim için saatler süren bu eylem belkide bir saniyemi bile doldurmamıştı. Yeniden Ayaz'a baktığımda çatık kaşları her şeyi anladığı için düzeldi ve hışımla gözden kayboldu.

Sonunda derin bir nefes alabilmiştim.

Ayaz bu durumu düzeltecekti, bundan emindim.

Gülümseyerek Asaf'a çevirdim öfkeli gözlerimi. "Başkalarının kuklası olan bir adamdan değilde değer verdiğim birisinden duysaydım yıkılacağim türden cümleler kuruyorsun ama maalesef..." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. "Seni ciddiye alamıyorum."

"Kukla?"

"Katil olduğuna inandığımı mı sandın aptal! Bunca bilgiyi sana ancak beni çok iyi tanıyan birisi verebilir, yani oyunun asıl sahibi. Sen maşasın."

Asaf bunu kavramış olmama sinirlenerek gülmeyi kesti.

"Senin gibi insanlar kendilerini para uğruna satar, sonra hiçbir kalıba sığmayacak şerefsizlikler yapar ve bundan da hiç rahatsız olmazlar. Onların sevgileri de onlara karşı duyulan sevgi de bu değerde ucuzdur. Sen biraz kendine üzül bence."

Asaf kaşlarını çattığında memuniyetle gülmeye devam ettim. "Kaç para teklif etti?" diye sordum göz kırparak. "Söyle, vallahi gülmem. Hem belki daha fazla verir seni ben satın alırım, sende bana kendini kime pazarladığını anlatırsın. Kârlı bir teklif, değerlendir istersen."

"Kes o sesini."

"Sana iş teklif ediyorum işte. Neden kızıyorsun ki? Yanlış mı anladım, senin işin kendini pazarlamak değil mi?"

"Kalk." dedi Asaf öfkeyle. Sessiz kalıp sebebini öğrenmek istedim. "Eve gideceğiz birlikte, benimle geleceksin. Kalk hadi!"

"Hiçbir  yere gelmiyorum."

"Gelmezsen öldüreceğim onları." dediğinde bende sinirlendim.

"Götürsene! Hadi, dikkat çekmeden götür beni. Şimdi şurada çığlığı bassam bütün restorand başına üşüşür. Öldür. Kaç kişiyi öldüreceksin? Üç, beş, on? Alayına sık. Tabancanda mermin kalmayacak. O sırada kaçarım." Ben konuştukça o öfkelenmeye devam ediyordu. "Bana sıkabilirsin. Ölmekten korkuyor olsaydım yurt dışına kaçardım, hazır ayağıma kadar teklif gelmişken. Sen bunu da biliyorsundur belki, sahibin anlatmıştır detaylıca. Hadi Asaf, götür beni."

"Sana sıkmam." dedi Asaf şantaj yapmaya çalışarak. "Ama o değer verdiğin insanlar... İşte bak bu konuda söz veremem. Göze alabiliyor musun? Herhangi birisinin ölmesi senin için hiçbir şey ifade etmeyecek mi?"

"Neden etsin?" dedim rahatça, onlara zarar gelme ihtimaliyle yanıp kül olurken. "Tanımıyorum bile." diyerek pislikçe kıkırdadım. "Onlarla takılıyorum, aralarından birisiyle canım istedikçe yakınlaşıyorum diye mi bunu düşündün?"

Asaf bu dediklerime gerçek anlamda şaşırmış görünüyordu. "Benim hakkımda eksik bilgi almışsın, yalnız bir insan olduğum için ilk önce kendimi düşünmeyi öğrendim. Ben kendimi kurtarırım, gerisi ikinci plana düşüyor."

Asaf hafifçe gülerek, "Yalan söylüyorsun," dedi. Ama böyle olduğunu bildiği için değil, böyle olmasını istediği için söylemişti.

"Öyleyse dene." Sessiz kaldığında yüzüme acıma ifadesi ekledim. "Aslında sana da üzülmedim değil. Sonuçta birisini öldürsen eğer, para için katil olmuş dolayısıyla para için hapse girmiş ve hayatını ziyan etmiş olacaksın. Bir amacın yok, düşüncen yok. Artık içeride bankadaki paranın değerini hesaplar hesaplar durursun."

Aklıma bir şey gelmiş gibi yaparak yüzümü buruşturdum. "Ayy, şimdi seni lüks bir hayata eriştirecek  o para sen çıkana kadar pazara gitmeye bile yetmez tabii."

Asaf dediklerimi düşünmeye başlamıştı sanki. Umarım aptallık yapmayı bırakır düzgünce her şeyi anlatırdı.

"O zaman seni öldürürüm Reya, tüm bunlar olacak olsa bile sen hiçbirini göremezsin."

"Neden? Ben buna değer miyim ki? Benimle ne derdin var da hayatın mahvolduktan sonra, en azından o öldü, diyerekğ kendini rahatlatacaksın?"

Koskocaman bir sessizlik.

"Dur bi' dakika," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen de bağımlısın değil mi? Parayla değil maddeyle çalışıyorsun. Şimdi anlaşıldı derdin." Asaf sözlerimi yalanlamazken Ayaz'ın nerede kaldığını düşündüm. "İçeriye girdiğinde de artık duvarları kemirirsin. Çünkü kimse sana yardım falan etmeyecek, kullanıp atacak."

Bu açıdan bakınca yine tüm yollar Tolga'nın bataklığına çıkmaya başlamıştı. Bütün bu adamların ortak noktası bağımlı olmalarıydı ve Tolga bir torbacıydı. Ayrıca benim hakkımda bu kadar detaylı bilgiye sahip olması da yine bir o kadar imkansızdı. Bunu ancak beni Tolga gibi çok iyi tanıyan insanlardan öğrenmesi gerekirdi ki öyle de yapmış olmalıydı. Yine o boktan hisle doluvermiştim.

"Asaf, her şeyi anlat bana. O adamın kim olduğunu söyle ve git, seni unuturum, söz! Kimseye bahsetmem, sadece bana katili ver."

"Sana neden güveneyim?"

"Çünkü benim derdim sen değilsin!" dedim heyecanla. Tava gelecek gibiydi. "Hayatımla oynayan kişi her kimse onu bulmak istiyorum. Bana yardım edersen sana minnettar bile kalırım."

"Beni şikayet edeceksin."

"Etmeyeceğim!" dediğimde Asaf tedirgin gözlerle etrafına bakındı. Sonra bir kalem ve kağıt çıkartarak hızlıca yazdı.

"Bizi dinliyor, beni öldürür."

Okurken titreyen bedenimle birlikte korkuyla etrafıma bakındım. Sonra aynı korkuya ev sahipliği yapan Asaf'ın gözlerine çevirdim gözlerimi.

"Gidiyoruz Reya," dedi Asaf göstermelik.

Kalemi alarak bende yazdım. "Kim?"

"Bilmiyorum ama tarif ederim. Gözlerini gördüm, sesini duydum."

"Et o zaman."

Asaf kontrol  edemediği tedirgin bakışlarıyla yazmak için kalemi eline alacakken yükselen siren sesleri ve içeriye giren polislerle hızlıca ayağa kalktı. Bende onunla birlikte ayağa kalktığımda Damla ve Ayaz içeriye girmişti.

Tam rahatlayacakken, "Ben bittim!" diyen Asaf'ın belinden çıkartıp bana yönelttiği silahla karşı karşıya kaldım.

İşte şimdi gerçekten kontrolünü kaybetmiş gibi duruyordu, çünkü korkuyordu.

Bitttiii... Selaaamm!! Nasılsınız bakalım?

Bölüm nasıldı aşklarım? Hemen fikir fikir fikirrr!

Katil kimdir sizceee?

Oy verip yorum yapmayı ihmal etmeyin. Görüşmek üzeree...

Instagram: hissizyazarrr000

Continue Reading

You'll Also Like

57.7K 5.4K 64
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
679K 45.4K 35
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
ALACAKAN By Yazal

Teen Fiction

382K 26K 9
Kalbini savaş meydanında bırakmış bir asker, o intikamı elbet bir gün alır. ... Alakurt lakâbıyla bilinen Kurter Alacakan, ülkesinin en başarılı aske...
738K 39.4K 52
En candan gördüğün insanlar en çok canını yakanlardır...🥀🍂 -Mübrem ●●●Ferman Miroğlu ve Jiyan Miroğlu'nun hikayesine hoş geldiniz:)●●● Çoğu sahne...