ZAMAN SARNICI

By as_nighthawk

16.6K 1.3K 261

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... More

1: Bir Gece Ansızın
2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
4: Altın Kafes
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
11: Boomerang
12: İlkler Ve Şimdiler
13: Bir Bakışta Bin Anlam
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
18: Kırk Birinci Tilki
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

10: Sorular Ve Sorgular

733 66 2
By as_nighthawk

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

"Hoş geldin Gonca, ben de seni bekliyordum."

"Asıl sen hoş geldin. Kendi evinmiş gibi lütfen..." deyip elimle kalktığı koltuğu işaret ettim. Alayımı anlayıp, gülerek karşılık verdi ve koltuğa oturdu. Ben de yine aynı kanepeye oturup yüzüne baktım. Sanırım küçük bir dejavu olmuştu. İçerinin sıcaklığıyla bunalınca ceketimi çıkardım ve yanıma bıraktım.

"Bir şey içer misin?" her ne kadar ev sahibi gibi davransa da, yine de sormam gerektiğini düşündüm.

"Hayır, teşekkürler. Çok kalmayacağım zaten." deyip dirseklerini koltuğun kolçaklarına yasladı ve ellerini önünde birleştirdi. Üzerimde üstünlük kurmak istiyordu. Sanırım bir süre buna izin verecektim.

"Her ne kadar cevabını bilsem de, yine de senden duymam gerekiyor Gonca." ben de kanepenin kolçağına tek kolumu yaslayıp başımı salladım.

"Benden yapmamı istediğiniz görevi kabul ediyorum." deyip kararlı bakışlarımı yüzüne diktim. Ayağa kalkıp karşıma geçti ve elini uzattı.

"Aramıza hoş geldin Gonca Kandemir." uzattığı eline kısa bir bakış atıp bende ayaklandım ve elini sıktım.

"Umarım hoş bulurum Müfit Öztürk." adını bizzat ona sormasam da evime ilk geldiği gece gösterdiği kimlikte görmüştüm. Gülümseyerek uzaklaştı ve tekrar yerine oturdu. O koltuğu çok sevmişti galiba, acaba giderken hediye etse miydim? Aklımdaki saçmalıklara içimden göz devirip ana odaklandım.

"Sanırım hâlâ tereddütlerin var Gonca." ben de kanepeye oturdum.

"Evet var." deyip tüm ciddiyetimi takındım. "Mesela günümüzde Türkiye'nin sırf Ortadoğu'ya, yani petrol rezervlerine yakınlığı yüzünden atlatmadığı tehlike kalmamışken bir de bu rezervlerin bizim topraklarımızda var olması bizi nasıl tehlikelere sokar farkında mısınız? Belki bugün bu tehlikelerle mücadele edebiliriz ama bundan yüz, iki yüz yıl öncesinde çıkacak olan olaylara nasıl müdahale edebiliriz? Osmanlı'nın dağılma dönemleri, Kurtuluş Savaşı gibi bir sürü halkı yıpratıcı etken mevcutken sahip olduğumuz - daha doğrusu çaldığımız - rezervler aç kurtların üzerimize daha sağlam ve daha tehlikeli bir şekilde gelmesine neden olmaz mı? Ya bu kez Kurtuluş mücadelesinde başarısız olursak, o zaman ne olacak? Bugünü kalkındırmaya çalışırken, ya bağımsızlığımızdan olursak?" endişelerimin sadece bir kısmını sıralayabilmiştim. o ise beni bölmeden ve herhangi bir mimik bile oynatmadan beni dinlemişti. 

"Endişelerinde haklısın Gonca ama biz bunun için seni götürüyoruz. Sağlam bir birlik kurup her koşulda ülkesini savunacak, Türklerden oluşan bir ordu oluşturmak istiyoruz. Bu ordunun en büyük özelliklerinden biri de Fransız İhtilali'nden önce milliyetçiliği tanıması ve bunu yaşam felsefesi edinmesidir. Bu doğrultuda eğitilecek ve her koşulda bağımsızlık savaşı verecekler. " ya bu adam beni anlamıyordu ya da ben kendimi anlatamıyordum.

"İyi de bu ordu 16.yüzyılda kurulacak, Sanayi Devrimine kadar bozulmadan ilerleyeceğini nereden biliyoruz? 16.yüzyıl, Yeniçeri askerlerinin başarılarına başarı ekledikleri bir dönemken sonrasında ne hale geldiklerini tarih çok güzel anlatıyor, ya bu askerler de aynı olursa?" bu adamın ben ciddiyetle bir şeyi anlatmaya çalışırken sırıtması sinirimi bozuyordu, tıpkı şu an da olduğu gibi.

"Ne sanıyorsun, sen bir birlik yetiştireceksin ve bitecek mi? Gonca bu işlem düzenli olarak devam edecek; sen gideceksin, başkası gelecek, sonra bir başkası... Sistem hep böyle devam edecek." başımı sallamakla yetindim.

"Peki her seferinde size hizmet edecek bir veliaht şehzade de bulabilecek misiniz?" bombayı kucağına bıraktığımda, suratından yavaş yavaş silinen sırıtma benim keyfimi yerine getirmişti. Sanırım düşündüğüm gibi şehzade de bu işin içindeydi.

"Nasıl anladın?" itiraz etmesinin bir işe yaramayacağını düşünmüş olacak ki, hiç o yollara girmeden kabul etmişti. Bu durum hoşuma gitmişti, en azından kelimelerden tasarruf etmiş sayılırdık.

"Kısa yolculuğum sırasında kendisiyle tanışma şerefine nail oldum. Oradakiler konuşmam yüzünden nereli olduğumu sorarken onlara, Mora'dan gelmiş, ailesini vebadan ötürü kaybetmiş, Türkçeyi de Mora'da komşusu olan bir Türk'ten öğrenmiş biri olduğumu söylediğimde herkesin yüzünde anlayan bir ifade belirirken şehzadenin yüzünde alaylı bir bakış yakaladım. Bana sanki, 'yalanını biliyorum' der gibi bakmıştı. Ama o zaman çok şüphelenmemiştim ta ki bugün abim - ki eminim biliyorsundur kendisi bir tarihçi - şehzadeden bahsederken aşırı yenilikçi olduğunu, bir sürü önemli sancak dururken Halep sancağına gitmeyi istediğini ve Afrika'da bulunan halklara su yardımı yapmak için boru hatları kurdurduğunu söyleyince kafamda şekillendi bir şeyler, yine de emin olamamıştım ama  artık sayende eminim." tek kaşımı kaldırıp kendinden emin bir bakış attığımda onun yüzünde beliren ciddiyet gittikçe artıyordu.

"Gonca bundan kimseye bahsedemezsin, seninle aynı sırları paylaşanlara hatta şehzadenin kendisine bile bildiğini belli edemezsin. Bu çok riskli bir durum. Bunu ilk ve son kez burada konuştuk ve bitti. Anladın mı?" sesi de yüzü kadar ciddiydi. Onun bu aşırı ciddiyeti beni gerse de belli etmedim.

"Anladım." deyip bir süre duraksadım. "Peki şehzadeyle tekrar karşılaşırsak Helen mi olacağım, yoksa Gonca mı? Kimliğimi bilecek mi?"

"Artık Helen olmak zorunda değilsin, seni Helen olarak tanıyanlara Müslüman olduğunu ve adını değiştirdiğini söylersin olur biter." dediğinde sahte kimlik kullanmak zorunda olmadığım için mutlu oluştum.

"Peki eğitilecek kızlar hazır mı, nasıl bir yerde eğiteceğim? Güvenliği, koordinasyonu falan sağlamak için bana yardımcı olacak kimse var mı? Bu gibi detayları konuşabilir miyiz?" her ne kadar yöntemlerini falan tasvip etmesem de açıkçası bu görev için heyecanlıydım. Çünkü bunun Dünya'da, şu anda bir tek benim başıma geldiğine emindim.

"Öncelikle yarın gece benimle birlikte gideceksin geçmişe, orada senin için bir ev hazırlattım." dediğinde kaşlarım çatıldı. Evin hazırlatılması demek, görevi zaten kabul edeceğimi biliyordu demekti ki tahmin edilebilir biri olmaktan hiç hoşlanmazdım.

"Bir süre o evde kalacaksın. Kızları da bu hafta içinde tespit etmeye başladık. Özellikle kimsesiz olanları seçmeye çalışıyoruz ki, ailelerle uğraşmak zorunda kalmayalım.  Kızlar 16 - 20 yaş aralığında olacak. Yaklaşık otuz kızla ilk birliği oluşturmayı düşünüyoruz ama sana daha çok kız getireceğiz eleye eleye otuz kişiye düşürmeni bekliyoruz. Her konuda tam askeri yetkinliğe sahip olmalarını istiyoruz. " deyip bir süre sustuğunda düşünür gibi bir tavır takındığı için müdahale etmedim.

"Sana yardımcı olacak kişilere gelince... Seninle benim aramdaki irtibatı sağlaması için yanına bir askerimi vereceğim. Ama sadece seninle iletişim kurması konusunda dikkatli ol. Evine yarım saatlik bir mesafede olan bir karargah kuruyoruz. Bir iki haftaya her şeyi hallolmuş olur. O zaman haftada beş gün orada düzenli eğitim verirsin. Buraya aileni görmeye falan ancak hafta sonları gelebilirsin ki, o da her hafta olmaz. Sürekli ortadan kaybolmaların dikkat çeker. Ayda bir kez falan gelirsin bu zamana. Başka bir sorun var mı?" fırsatını yakalamışken aklımdaki soruyu sormak istedim.

"Sarayda tanıştığım iki kız var, hem evde hem de eğitimlerde benimle birlikte olmalarını istiyorum mümkün mü?" tedirginlikle yüzüne baktım.

"Sarayda dediğine göre Türk değiller.  O zaman kesinlikle karargahta bulunamazlar ama istersen evinde seninle birlikte kalabilirler." dediğinde şaşırmıştım.

"Ne yani, biz kızları isteyeceğiz ve onlarda öylece verecekler mi?" sarayda bu kadar aktif olmalarına şaşırmıştım.

"Elbette. Orada oldukça sözü geçen biriyim." 

"Bari sadrazamım falan deyin de tam olsun." diye alayla konuşmam karşısında yüzünde beliren mağrur gülümseme bana, 'tam üstüne bastın' diyordu.  

"Ne? Gerçekten sadrazam mısın?" sesimdeki şaşkınlık elle tutulur biçimdeydi. Gerçi niye şaşırıyorsam... Ben ki zamanda yolculuk bile yapmıştım. 

"Merak ettiğin başka bir konu var mı?" 

"Eğitimler ne üzerine olacak? Özellikle silah eğitimleri... Benim eğitimim Günümüzdeki silahlar üzerine; kılıçla başarılı olabilir miyim, bilmiyorum. İmalı bir gülüş belirdi yüzünde.

"O evden kaçarken ne kadar başarılı olduğunu ikimiz de biliyoruz." hatırlattığı mevzuyla içime yine aynı sıkıntı çöreklenmişti.

"İki kişiyi öldürdüm." sesim hesap sorar gibi çıkmıştı. Sanki ben değil de o öldürmüştü.

"Nefsi müdafaaydı. Sen onları öldürmeseydin, onlar seni öldürecekti." sanki ben bilmiyordum kanunları. Kendince gösterdiği mazerete gözlerimi devirdim.

"İçimi rahatlatmaya çalıştığın için teşekkürler ama kanunları biliyorum. Mesele kendimi haklı çıkarmak değil, asıl mesele bizim birbirimize bunları yapmak zorunda olmamız. Senin adamların beni yakaladığında, anlattıklarımdan sonra halktan biri olduğuma inanmıştın, buna rağmen ölüm emrimi verdin. Benim yaşamam gereken son kaç sivilin başına geldi?" yakarışımı anlaması gerekiyordu.

"Gonca kendi ağzınla söyledin bir sivil değildin ama öyleymiş gibi davrandın, senin yerine kötü niyetli biri gelmiş olsa neler olabileceğini düşündün mü hiç? Kaldı ki, gelen kişi sivil bile olsa böyle bir sırrın yayılması durumunda oluşabilecek tehlikeyi hiç düşündün mü? Hani o çok korktuğun petrol rezervleri var ya, bu geçidin yanında devede kulak kalır. Bu geçidin varlığı öğrenilirse bundan yüz yıl öncesinin değil bugünün bile garantisi olmaz. Sen bana zalim gözüyle bakabilirsin Gonca ama beni bir doktor olarak düşün; vücudun tamamını kurtarmak için kangren olan parçayı kesmek zorunda olan bir doktor." sessiz kalarak başımla onayladım. Aslında olaylara duygusal yaklaştığımın farkındaydım ki bunun en büyük nedeni de hiç şüphesiz oraya gittiğim an yaşamış olduğum afallamaydı. Her ne kadar o anın içinde duygularımdan ziyade mantığımla hareket etmiş olsam da, yaşadığım durum 'oldu ve bitti' diyebileceğim kadar basit değildi. Sanırım bundan mütevellit orada yaşamış olduğum duygu karmaşasının hesabını burada suçlayabileceğim tek kişiden soruyordum.

"Peki bu durum madem bu kadar hassastı, o iki hırsız nasıl dahil oldu bu duruma?" bu konuyu üstün körü konuştuğumuz için hâlâ karanlıkta kalan noktalar vardı.

"Öldürülen değil de, ortağı olan sarnıçtaki güvenliklerden birinin yakınıymış. Güvenlikçi birkaç kez geçmişe gidip geliyor, her geldiğinde de akrabalarına o dönemden hediyeler getiriyormuş. Bu Mithat denen adamda kurnaz tabi, bakıyor bunlar bugünün işi değil, bu güvenlikteki çocuğu takip ediyor. Sürekli sarnıçta durduğunu, hiçbir yere gitmediğini ama ne hikmetse hep eski zamanlara ait hediyeler getirdiğini görünce sarnıcı ziyaret bahanesiyle ziyaret saatleri içerisinde içeriye girip farklı noktalara kameralar yerleştiriyor ve olanı biteni öğreniyor. Öğrenince de güvenlikteki çocuğu tehdit ederek birkaç kez ortağıyla birlikte gidip geliyorlar. En sonunda yaşadıkları bir anlaşmazlık yüzünden ortağını orada öldürüp buraya gönderiyor ve sonrasını zaten sen de biliyorsun." başımı salladım tekrar. Her şey yavaş yavaş anlam kazanıyordu.

"Peki ya yeniçeriler? Onları nasıl atlattılar. Anladığım kadarıyla her gece kontrol ediyorlar." bu da merak ettiklerimden birisiydi.

"Parola sayesinde." ne parolası? Adamlar beni yakaladığında parola falan sormamışlardı.

"Ne parolası?" 

"Geçitten geçen kişi yeniçerileri gördüğü an hiçbir şey söylemeden önce parolayı söyler, böylece yeniçeriler ona geçiş izni verir. Sen bundan haberdar olmadığın için seni yakalayıp, bana haber verdiler ama güvenlikçi çocuk onlara bu durumu anlattığı için onlar hazırlıklı davrandılar ve benim durumdan çok geç haberim oldu. Senin söylediğin cinayet olayını önce oradaki yeniçerilere sordum, onlar anlattıktan sonra gelip burada da güvenlikçileri sorguladım ve gerçeği böyle öğrendim. Güvenliğin cezasını burada kestim, e adamlardan biri de zaten ölmüştü. Geriye bir tek Mithat kalmıştı, o da-" dediğinde dalgın bir şekilde sözünü kestim.

"O da geçmişte hırsızlıktan yargılanıyordu." deyip zemini izleyen bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, yüzüne yerleşen şaşkınlığı gördüm.

"Sen nereden biliyorsun?" sesindeki hayret nidalarını duyduğumda omuz silkmekle yetinmişim. Anlaşılan paşamızın hakkımda bilmediği bir şeyler varmış.

"Onu ihbar eden bendim." sesimdeki umursamazlık onun şaşkınlık dolu duvarlarına çarpıyordu.

"Nasıl?" 

"Sizden kaçtığımda sabaha kadar ormanda saklandım. Sabah olunca geceleyin bir bahçeden aşırdığım kıyafetlerle halkın içine inmek adına bir pazara girdim. Orada hırsızlık yapmaya çalışan birini gördüm ama engel oldum, meğer çeteymişler. Çetenin diğer üyeleri peşime düşünce bunları kenara bir yere çektim. Amacım kimseye fark ettirmeden dövmekti ama birileri gelince bir şey yapamadım hatta tokat bile yedim, korkmuş imajım çizilmesin diye. Adamlar sorduklarında ben de olanları anlattım, meğer saraylı bir ağaymış adam, onları tutuklatıp beni de zorla saraya götürdü."  sözlerim bittiğinde yüzündeki şaşkınlık yerini yavaşça hayranlığa bırakıyordu.

"İki cihanda da adaleti sağlarım diyorsun yani?" gülerek sorduğu soruyla hafifçe tebessüm ettim.

"İşim bu." başını sallayıp yüzüme dikkatle bakmaya başladı.

"Her seferinde senin bizim için en doğru seçim olduğuna bir kez daha emin oluyorum Gonca. Birlikte çok güzel işler başarıp, bu ülkeye layıkıyla hizmet edeceğiz." 

"Umarım öyle olur Müfit Öztürk." gülerek kaşlarını kaldırdı.

"Bana her karşılaştığımızda soyadımla hitap etmeyeceksin değil mi?" aslında bu hitap meselesi de benim kafamı karıştıran mevzulardan birisiydi. Bu zamanda ilk karşılaştığımızda ona, düşmanım olduğunu düşündüğüm için 'siz' diye hitap etmemiştim ve bu durumu değiştirmekte zorlanıyordum. Aşırı samimi bir durumda olmadığımız için adıyla veya abi gibi ek getirerek de konuşamıyordum. Nasıl hitap etmem gerektiği konusunda emin olamasam da aklımda şekillenen isimle sırıtarak yüzüne baktım.

"Doktor nasıl?" ukala sorum karşısında kahkaha attı.

"Daha iyisi aklıma gelmezdi."  sırıtışım gülümsemeye dönmüştü.

Olacaklar karşısında endişeli olsam da en nihayetinde yaşayıp görecektim. Zaman her şeyin ilacı olmasa da geleceğin tek sırdaşıydı. Beklemekten, beklerken kendi çizgimden ödün vermeden yaşamaktan başka şansım yoktu.

"Yarın bir araç göndereceğim. Önce karargaha geleceksin. Karargahtan birlikte ayrılıp, sarnıca da birlikte geçeceğiz. Yanına herhangi bir eşya almana gerek yok, seni biz alıp biz bırakacağız." dediğinde rahatlamıştım. Çünkü eşyalar benim için gerçek bir sorundu. Onlar bırakmasaydı bile ben taksiyle gidip gelmeyi düşündüğüm için araba anahtarımı bile almama niyetindeydim. Eşyaların kaybolması önemli değildi ama o dönemdeki birinin eline geçmesi durumunda nasıl açıklayacağımı düşünmek istemiyordum.

"Saat kaçta?" 

"Sabah 9 - 10 gibi burada olur. Bu arada kıyafeti falan düşünme. Karargahta her birimiz için bir oda var, senin için de hazırlattım. Hem gidiş - dönüşlerde kıyafetlerini orada değiştirirsin hem de eşyalarını orada bırakabilirsin."  bu adamın zihnimi okuduğundan şüphelendiğim anlardan birindeydim.

"Ben gideyim artık." deyip ayaklandığında ben de ayaklanıp peşinden kapıya kadar geldim. Tam kapıyı açıp çıkacakken, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle bana baktı.

"Sen sormadın ama ben söyleyeyim; her ay düzenli olarak maaş alacaksın." duyduklarımla kaşlarımı çattım. 

"Ben para ist-"

"Gonca insanlar iş görüşmesi yaparken sordukları ilk şeylerden biridir maaşı. Ama senin bana sorduğun sorular sadece ülken için olan endişelerindi. Çünkü bu vatana gerçekten hizmet edenler, yaptıkları işin ticaret değil kefaret olduğunu; bu vatanın ona verdikleri karşısında ödemek zorunda olduğu borcu olduğunu bilirler. Ve işte bu gerçek hizmetkarlarına karşı vatan dediğimiz ana çok cömerttir." deyip kafası üzerinden bir selam çakıp, kapıyı araladı.

"İyi geceler Gonca." gülümsedim.

"İyi geceler Doktor." 

******** 

Sabah uyanır uyanmaz evimde son kahvaltımı yapmış, ardından da zaten çok doldurmaya fırsat bulmadığım buz dolabını boşaltmıştım. Ne zaman geleceğim belli değilken, geldiğimde dolapta küflenen yiyeceklerin oluşturduğu organizmaları falan görmek istemiyordum.

Faturalarım, apartman aidatım gibi ödemelerim zaten internet bankacılığı sayesinde otomatik ödeme talimatıyla hallettiğim için bu gibi durumları düşünmeme gerek yoktu. Herhangi bir gaz kaçağı, elektrik kaçağı ve su baskını gibi kazalara sebebiyet vermemek adına vanaları, şalteri falan kapatmıştım. Yine de evi arada sırada kontrol etmesi için Cemre'ye kapı şifresini ve detayları mesaj atmıştım. Bazen o kadar ayrıntılı düşünüyordum ki, zihnimin bu kadar çalışması beni yoruyordu.

Etrafı toparladığımda hızla yatak odama girip yastığımın altında ve çekmecede beklettiğim silahlarımı, kimliğimi falan alıp çalışma odama gittim. Çalışma masamda bulunan kasaya elimdekileri yerleştirip tekrar kilitledim. Yatak odama geri döndüğümde askıda bulunan Gülcan'ın elbisesini bir poşete koyup çıkış kapısının yanına bıraktım. Yapacak bir işim kalmadığında salona geçip kanepeye uzandım ve beni aramalarını beklemeye başladım. O sırada da telefonumdan banka hesabımdaki parayı kontrol ediyordum. Her ne kadar kullanmadığım için faturalarım gelmeyecek olsa da apartman aidatını düzenli olarak ödemek zorundaydım.  Neyse ki neredeyse bir yıl boyunca beni idare edebilecek kadar birikmiş param vardı. 

Çok çalıştığım için maaşımı harcamaya pek vaktim kalmıyordu, o yüzden her ay aldığımın en az yarısı bankada öylece bekliyordu. Aileme göndermek istesem de ihtiyaçları olmaması yüzünden onlar da kabul etmiyordu. Açıkçası ben de pek yatırım işiyle falan uğraşacak biri değildim. 

Elimde titreyen telefonun mesaj panosunu açtığımda gelen mesajı gördüm.

Gönderen: Özel Numara

" İn. 34 GTP 526" 

Telefonumu kapatıp sehpanın üzerine bıraktım ayağa kalkıp, çıkışa ilerledim. Askıdaki montu ve botları üzerime geçirip,  kapının yanındaki poşeti elime aldım ve dışarıya çıktım. Arkamdan kapıyı kapattığımda kilitlendiğine dair çıkan sesi umursamadan ve kapının önüne yığdığım bir dünya çöpe çarpmamaya çalışarak merdivenlere yönelip aşağıya indim.

Otoparka geldiğimde mesajdaki plakanın olduğu siyah minibüse doğru ilerledim. Benim gelmemle kapı otomatik olarak açıldı. İçeriye başımı uzatıp baktığımda Doktor 'un elindeki bastona tutunmuş bir şekilde koltuğu ortalayarak oturduğunu gördüm. Hızla araca binip karşısına oturdum. Elimdeki poşeti de yanıma bırakmıştım. 

"Hoş geldin Gonca." sadece başımı sallayarak cevap verdim. Çok konuşmayı sevmesem de bu adamı görünce çenemin bağları gevşiyordu sanırım.

"Hayırdır Doktor, baston ne iş?" başımla elindeki bastonu işaret etmiştim. Onu gördüğüm diğer zamanlarda elinde bir baston olmadığına emindim.

"Stilistim önerdi. Havalı duruyormuş." dediğiyle kendimi tutamayıp, küçük bir kahkaha attım. Bastonu incelediğimde kartal başlıklı tutacağı gerçekten havalı duruyordu.

"Devlet baba olayım derken mafya babası olmuşsun Doktor." bu defa o güldü. 

Arada esprili arada ciddi geçen konuşmamamızla geçen yolculuktan keyif almıştım. Araba yolculuğu ne ki, ben bu adamla bu gece zaman yolculuğu yapacaktım.

Yavaşlayan arabayla bakışlarımı cama çevirdiğimde gördüğüm görüntü kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Karargaha gideceğimizi sanıyordum, Ayasofya da ne işimiz vardı?

"Ne işimiz var burada?" açılan kapıyla önümde iyice belirginleşen camiye bakakaldım.

"Karargah burada." anlamamış bakışlarımı yanımdaki açılan kapıdan uzaklaştırıp karşımdaki yaşlı kurda diktim. Karargah derken neyi kastediyordu bilmiyordum ama bu tarz tarihi ve ziyaret çeken bir yerde dikkatimi çekecek türden bir yapı yoktu. Ankara'da bulunan 'kale' olarak da anılan Milli İstihbarat Teşkilatının resmi binasını göz önünde bulunduruyordum ama buralarda o tarz bir yapının olmadığına emindim.

"Nerede?" oturduğu yerden ayaklandı ve yanımdaki kapıya doğru yürümeye başladı. Ben de kalkıp peşinden araçtan indim ve etraftaki insan grubunu görmezden gelerek tüm dikkatimi yanımdaki adama verdim.

"Beni takip et." deyip ilerlemeye başladığında tam peşinden ilerleyecektim ki arabada unuttuğum poşet aklıma geldi ve geri dönüp uzanarak poşeti aldım. Tekrar arkamı döndüğümde Doktor' un Ayasofya'nın girişine değil de arka tarafına doğru yürüdüğünü gördüm. Onu gözden kaçırmamaya dikkat ederek peşinden ilerlerken bir yandan da etraftaki insanlara çarpmamaya çalışıyordum. 

Bu şehri çok seviyordum ama kalabalığı beni inanılmaz bunaltıyordu.

Yavaşlayan adama yetiştiğimde merakla ne yapacağını bekledim. Ayasofya'nın arkasında bulunan tahtadan yapılmış küçük bir kapının önünde durdu. Başını çevirip bana baktığında meraklı ve heyecanlı bakan gözlerim hoşuna gitmiş olacak ki, gülerek elini tahta kapıya koydu ve ittirerek açtı. Kapının gıcırdayan sesi kulak tırmalarken, içeriden yükselen toz bulutu boğazımı sızlatmıştı.

"İstersen bir süre nefesini tut." dediğinde soru sormadan başımı salladım ve nefesimi tuttum. Eğilerek tahta kapıdan geçtiğinde ben de ona göre daha temkinli adımlarla arkasından ilerledim. Bir oda genişliğinde olan alana girdiğimizde etrafı incelemeye başladım. 

Taş duvarların önünde sıra sıra uzanan raflar odanın üç tarafını kuşatmış durumdaydı. Sanırım burası Ayasofya'nın kilise olduğu zamanlardan kalma bir şarap mahzeniydi. Fakat şu an burada olan tek şey çürümüş tahtadan oluşan raflar ve yoğun tozdan ibaretti. 

Alamadığım nefesler ciğerimi tırmalarken, yaşlı adamın karşı duvarda bulunan rafların bittiği noktadaki kapıya doğru ilerlediğini gördüm. Peşinden ilerlediğimde kapıyı açıp içeriye girdi ve benim de girmem için kenara çekildi. İçeriye girdiğimde ardımızdan kapıyı kapattı ve meşaleler aracılığıyla aydınlanan, önümüzde bir yılan gibi uzanan tünele baktım. Burası diğer alana göre bir hayli temiz olduğu için nefesimi tutmaya son vermiştim.

"Ayasofya'nın tünelleri hakkında bir bilgin var mı?" sorusuyla etrafı incelemeyi bırakıp ona döndüm.

"Şu girenin, elinde harita olmadan asla çıkmayacağı tünellerden mi bahsediyorsun?" bunu bir kitapta mı, yoksa bir dizide mi izlemiştim pek emin değildim ama böyle bir şey duyduğumu hatırlıyordum.

"Tam olarak o tüneller." diyerek önden ilerlemeye başladı. Tüm yolculuğumuz boyunca yaptığım gibi yine arkasından ilerlerken bir yandan da etrafı inceliyordum.

"Nasıl yani, gerçek miymiş onlar?" 

"Şu an o tünellerden birindesin." dediğinde ufak bir duraksama yaşadım.

"Umarım elinde harita vardır." inanamayarak sorduğum soruyla gülüşünü duydum.

"O harita ta burada." diyerek işaret parmağını başına yasladı.

"O zaman inşallah Alzheimer falan olmazsın Doktor." bu kez daha yüksek sesli bir kahkaha attı. 

"Bu yüzden buradasın." önümüze çıkan iki tünelden sağdakine yöneldi.

"Anlamadım." Boş alanda adım seslerimiz ve onun bastonunun tıkırtıları yankı yapıyordu.

"Ben yaşlanıyorum, yerime birini bırakmam gerek." gözlerimi devirdim.

"Öyle bir talebim olduğunu hiç sanmıyorum. " dedim alayla. Derin bir nefes aldı. 

"Sence diğer elemanlar bu yollardan geçerken senin gibi etrafı izleyebiliyorlar mıdır?" konudan konuya atlıyor ve her zaman yaptığı gibi canımı sıkıyordu.

"Buraya gelenlerin gözleri bağlı olur Gonca. Sadece ben ve birkaç üst mevkili yetkililer dışında. Bir de refakatçi birliği var; onlar tüm tünelleri ezbere bilirler fakat içeriden hiç çıkmazlar. Sadece girişe kadar gelebilirler ve girip çıkacak olan kişilere refakat ederler. Bu yolları bilen herkesin öylece girip çıkmasına izin veremezdik." kaşlarım çatılmıştı yeniden.

"Benim niye gözlerim açık peki?" nedense yine hiç hoşuma gitmeyecek bir şeyler söyleyeceğini düşünüyordum.

Durdu ve yüzünü bana döndü.

"Sana dediğim gibi Gonca, benden sonra sen varsın." tam ağzımı açıp itiraz edeceğim sırada durdurdu. "Ve inan bana tıpkı bu görevi kabul ettiğin gibi, benim yerimi de kabul edeceksin." ukala sözleri karşısında sinirden dişlerimi o kadar sıkmıştım ki, çenemin sızladığını hissettim. Bu mesele bir bataklıktı ve ben bu bataklıkta çırpındıkça batıyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

25.3K 1.5K 19
Mucizevi bir şekilde geçmişe giden bir kadın, ardı sıra getireceği hadiseler ile tarihi değiştirmeye başlar. Osmanlı'nın kurucusu olan Osman Bey'in a...
801K 51.2K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
2.7K 236 20
Zuhal, hayattan beklentisi olmayan yalnız bir kızdı. Hayatında her zaman bir farklılık olsun isterdi ama dışarıdaki dünyaya adım atamazdı. O güne kad...
211K 12.3K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭