Paradise | Taekook

Від dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... Більше

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''

1.4K 145 152
Від dameadrasteia


24: "You don't know how wild I am when I envy Taehyung."


Vakit gece yarısına ulaştığı sırada Jungkook'un arabasının beyaz ve parlak farları, hiçbir ışığı yanmayan evin, camla kaplı salonuna vuruyor ve içeriyi aydınlatıyordu. Kısa süre sonra, Jungkook farları söndürdü ve evin önüne yaklaşmakta olan arabasını park etti. Arabasının anahtarını, yan koltukta duran telefonunu ve cüzdanını eline aldı, ardından da arabadan indi. Telefonu eline aldığı sırada aydınlanan ekrandan gözüne çarpan saat ile birlikte, yüzünü memnuniyetsiz bir ifadeyle buruşturdu ve içinden küfürler savurdu. Saat neredeyse ikiye geliyordu ve Jungkook, her zaman olduğu gibi eve çok geç saatlerde gelmişti...

Kapının şifresini yazıp eve girdiği esnada, gürültüyle açılan kapıyla eş zamanlı olarak başka seslerde duyuluyordu. Jungkook ilk önce bu sesleri algılayamadı, neredeyse bir gün boyunca uyumamıştı ve çok yorgundu. Beyni bu sesleri ayırt edemeyecek kadar yavaş çalışıyordu. Yine de salona doğru ilerledikçe sesin açık televizyonda oynamakta olan diziden geldiğini anlamıştı.

Gözleri henüz karanlığa alışamadığı için ışıkları açmak istedi, sonra, televizyon ekranının üstünkörü aydınlattığı salona bakındı ve Taehyung'un, televizyonun tam karşısında duran koltukta uyuyakaldığını fark ettiğinde ışıkları yakmaktan vazgeçti.

Ses çıkarmamaya özen göstererek koltuğun önüne kadar kadar yürüdü. Elindeki eşyaları ve üzerindeki, takım elbisesinin kumaş siyah ceketini yan koltuğa bıraktı ve Taehyung'un uyuyakaldığı koltuğun önünde dizleri üzerine çöktü.

Taehyung sağ omzunun üzerinde yatıyordu, dizlerini kendisine çekmiş ve ellerini de yanağının altında birleştirmişti. Üzerinde, Jungkook'a ait olan siyah, bol bir kazak ve altında da siyah, kalçalarını ancak kapatabilen saten bir şort vardı. Jungkook biraz çekinerek de olsa Taehyung'un yanaklarını, elinin tersiyle yavaşça, narin bir nesneye dokunuyormuş gibi okşadı. Taehyung'un yanakları çok soğuktu, Jungkook, eşinin üşüdüğü için iki büklüm olduğunu fark ettiğinde hemen ceketini koltuğun üzerinden aldı ve Taehyung'un üzerine yerleştirdi.

"Neden burada uyudun bebeğim?" diye sorduğunda, Taehyung'un kendisine herhangi bir yanıt vermeyeceğini biliyordu. Taehyung'un uyuyor taklidi yapmadığı, düzenli nefes alışverişleri ve yüzünde nadiren de olsa görülen huzurlu ifade sayesinde anlaşılıyordu, "Yoksa... yine beni mi bekledin?"

Jungkook, çenesini koltuğun yumuşak yüzeyine yerleştirdi ve eşiyle yüzlerini aynı hizaya getirdiğinde, "Hiç değişmeyeceksin öyle değil mi?" diye sordu, alçak bir ses tonuyla. "Her ne yaparsam yapayım, aslında beni sevmekten vazgeçmeyeceksin..."

Jungkook, bu defa eşinin pamuk kadar yumuşak saçlarını okşadı. Taehyung'un uzayan kakülleri çenesine kadar ulaşıyor, güzel yüzünü kapatıyordu. Jungkook, eşinin saçlarını geriye taradı ve melekleri kıskandıracak türden güzellikle donatılmış yüzü, karanlığa rağmen, suretinin parlaklığı sayesinde inceleyebildi.

"Evliliğimizin bittiğini söylüyorsun, ama sonra... tekrar ve tekrar aynı şeyleri yapmaktan kendini alıkoyamıyorsun. Yine eve gelmemi bekliyorsun," dedi. Bunu söylerken ses tonundan mahcup ve üzgün olduğu anlaşılıyordu, "ve ben, yine sana karşı benzer hataları tekrarlıyorum... Bugün de eve geç geldim, bugün de beni çaresizce beklemene sebep oldum."

Jungkook kısa süreliğine sessiz kaldı ve Taehyung'un uyku halindeyken huzurla ışıldayan yüzünü incelemeye devam etti. Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştuğunda, bu tebessümün tek sebebi, kendisini Taehyung'un yerine koymasından kaynaklanan hayal kırıklığıydı: "Bu gece, her zaman olduğu gibi eve geç geleceğimi anladığında ve bana karşı tüm umutların solduğunda, nasıl hissettin?" diye sordu, sessiz bir fısıltıyla ve cevabını bildiği halde. "Hayal kırıklığına uğramaktan... çok sıkıldın öyle değil mi?"

Sonra, Jungkook sustu. Yalnızca Taehyung'u izlemeye devam etti ve düşündü. Düzensizliğin içerisinde düzen kurmaya çalışırken, nasıl perişan ve sefil duruma düştüğünü anımsadı.

Evliliğini toparlaması gerektiğinin bilincindeydi ve temelde, yaptığı her şey "evlilik" kavramının tekrar anlam kazanması için, çabalamasından geçiyordu. İlk önce ailesini koruma altına almalı ve artık işlerini düzene sokmalıydı. Bu yüzden, tüm gününü şirkette geçirmiş ve tehditlerine boyun eğen Kim Jisoo ile makul bir anlaşma yaparak, şirketin başına sorunsuzca ve çok kolay bir biçimde geçmişti.

Ardından, Seokjin'in ne işler karıştırdığını öğrenmek için, ağabeyini takip etmeleri için adam tutmuş ve Namjoon ile buluşarak, bir sonraki teslimat hakkında konuşmuşlardı... Tüm bunların, tam bir gününü alacağını bilemezdi. Bu zamana kadar bir şirkette genel müdür olmamıştı ya da silah teslimatı için mekân belirlemek zorunda kalmamıştı. Şimdi ise tüm işler üzerine yığılıyor ve Jungkook, o yığınların arasından çıkıp huzurun kollarına, ailesinin yanına bir türlü ulaşamıyordu.

Yirmi saatten uzun bir süredir uyanık olduğunu fark ettiğinde, artık uyuması gerektiğinin bilincinde ilk önce televizyonu kapattı, ardından Taehyung'u, hâlâ üzerinde ceketi varken, ceketle, küçük bedenini kundaklar gibi kucağına aldı. Taehyung uyanmadı fakat kıpırdandı ve sarkan kollarını, istem dışı şekilde Jungkook'un boynuna sardı. Jungkook gülümsedi ve kucağındaki eşine ithafen, "Hiç olmazsa uyurken bedenin beni kabul ediyor." diye mırıldandı.

Taehyung anlamsız mırıltılar çıkardı, Jungkook ne dediğini anlamadı fakat o kadar merak ediyordu ki eşini uyandırmak istedi. Daha sonra bu fikirden vazgeçti. Çünkü Taehyung eğer uyanık olsaydı, muhtemeldir ki onun kucağında olmayı asla kabul etmez ve Jungkook'u yatak odalarına almak istemezdi...

Jungkook, Taehyung kucağındayken merdivenlerden çıktı ve açık duran, pembe ve mavi kapıların ardında mışıl mışıl uyuyan çocuklarını da, odalarının önünden geçerken inceledi. Bugün için neler yaptıklarını merak ediyordu. Taehyung'u bir kere bile arayamadığı gibi, çocuklardan da herhangi bir haber almamıştı ve bu yüzden huzursuzdu, ilgisiz bir baba olmak... onun için bir kâbus gibiydi; kendi ebeveynleri gibi olmaktan her zaman çok korkmuştu.

Jungkook, yatak odalarına ulaştıkları esnada Taehyung'u yavaşça yatağın üzerine bıraktı ve siyah çarşafların arasına yerleştirdi. Taehyung, sırtı yumuşak zeminle buluşunca birkaç kez bacaklarını kıpırdattı ve eşinin, onu kendi tarafına yatırmasına rağmen yatakta dönerek Jungkook'un tarafına yattı. Jungkook'un yastığını elleri arasına alarak sıkıca tuttu ve burnunu da yastığa bastırdı. Sanki yatağın içerisinde Jungkook'a ulaşmıştı ve şimdi huzurla uyumaya hazırlanıyor gibiydi.

Fakat, yumuşak nesnenin(yastığın) eşi olmadığını fark etmesi Taehyung'un saniyelerini aldı. Sanki korkunç bir rüyadan uyanır gibi, sıçrayarak yattığı yerden doğrulduğunda kısa süre içerisinde, tedirginlik haliyle nefes alıp verişleri sıklaştı. Gözlerini karanlığın arasında aralayıp ürkekçe etrafa baktığı esnada, dudakları arasından dökülen boğuk fısıltı, istem dışı şekilde eşinin ismi oldu:

"Jungkook..."

Taehyung'un bu anlık tepkisi Jungkook'u hem korkuttu ve hem de şaşırttı. Telaşlanmıştı. Dizlerini yatağa bastırarak hemen eşinin üzerine doğru eğildi ve onun, kendisini görebileceği konuma geldi. "Buradayım." Ses tonu, Taehyung'a huzurda ve güvende olduğunu hissettiriyordu. "Neden korktun bebeğim? Ben buradayım, korkmana gerek yok."

Taehyung yaşlarla dolan gözlerini Jungkook'a çevirdiğinde hızlı soluklarının arasında hıçkırır gibi nefesini dışarıya üfledi. Eşi sahiden buradaydı, yanındaydı... Ellerini gümbür gümbür atan kalbinin üzerine yerleştirdi ve soluklarının düzene girmesini beklerken, yavaşça nefes alıp vermeye çalıştı. Rüya görüp görmediğini hatırlamıyor ve az önce tam olarak ne yaşadığını, kendisi de bilmiyordu.

Sadece, bilinçaltında sürekli olarak yalnız kalmaktan ölesiye korktuğunu ve çekindiğini kendisine tekrarladığı için, uyku halinde bile yatakta yalnız olduğunu fark edebilmiş ve bu da en büyük korkusunu gözler önüne getirmiş, dehşet içerisinde uyanmasına sebep olmuştu.

Hâlâ korku halindeyken ve ağlamamak için dişlerini sıkarken, zorlukla, "Kâbus gördüm." dedi ve Jungkook'a basit bir yalan söyledi.

O anlarda Jungkook'a "Yalnız kalmaktan çok korkuyorum." diyebilirdi fakat eşinin kendisini anlamayacağını düşünüyordu. Öyle olsaydı Jungkook eve gecenin geç bir vakti dönmezdi... Tüm gün kendisini habersiz bırakmaz ve endişe içerisinde, yapayalnız bir şekilde onu beklemesini sağlamazdı... Taehyung bu yüzden konuşmadı, yalnızca Jungkook'un gözlerinin içine, hüzün ve defalarca kez olduğu gibi hayal kırıklığıyla baktı.

Jungkook, Taehyung'un nemlenmiş pembe tutamlarını eliyle geriye doğru tararken, "Ne gördün?" diye sordu, yumuşak bir ses tonuyla. "Bana anlatmak ister misin bebeğim?"

Taehyung "Hayır..." diye mırıldandı. "O kadar da önemli değil. Şimdi, tekrar uyuyacağım ve geçecek." derken, aslında geçmeyeceğini çok iyi biliyordu. O anlarda, dalgınca kocasına bakarken düşündüğü tek şey, bilindik bu yalnızlık hissinden asla kurtulamayacağı gerçeğiydi...

"Uyuyabilecek misin?"

Taehyung kararsız bir şekilde "Evet, uyuyabilirim." dedi.

"Eğer uyuyamazsan..." derken Jungkook sıkıntıyla ensesini kaşıdı ve bakışlarını Taehyung'tan uzaklaştırıp, yatağın siyah örtüsüne dikti. "Seninle uyuyabilirim."

Taehyung alt dudağını dişleri arasına alıp işkence uygulamaya başladı, "Tek başıma uyursam benim için daha iyi olacaktır."

Jungkook'un içinde fırtınalar kopuyordu. Sessiz kalmak, sorun çıkarmadan yatak odasından çıkıp gitmek istiyordu. Buna rağmen dilinin ucuna kadar gelen şeyleri, geri çeviremedi ve eşinin gözlerinin içine bakarken ona "Artık, hep böyle mi olacak?" diye sordu.

Taehyung'un boğazında görünmez bir yumru oluştu. Kısık bir sesle, "Benden hiçbir şey olmamış gibi davranmamı mı istiyorsun?" diye sordu. Gözlerinde biriken yaşlar yüzünden Jungkook'un yüzünü bulanık görüyor ve ağlamamak için dişlerini sıkıyordu.

"Hayır sadece," derken Jungkook, sanki aklından geçen fikirleri kabullenemiyormuş gibi başını yavaşça iki yana salladı. "her şeyi bir anda unutamayacağını biliyor ve bunu anlayışla karşılıyorum fakat kabullenemediğim şey... odamızı ayıracak kadar birbirimizden koptuk mu sahiden?"

"Birbirimizden koptuğumuz çok açık bir şekilde belli değil mi?" Taehyung'un gözünden bir damla yaş firar etti ve yanaklarından boynuna doğru usulca süzüldü, "Her şeyi öğreneli henüz bir gün olmuşken, hiç olmazsa kısa bir süreliğine senden bana karşı anlayışlı olmanı bekliyorum. Fakat sen böyle bir zamanda bile eve geç geliyorsun, beni habersiz bırakıyorsun... seni aradım, ama sen tenezzül edip açmadın bile..."

Jungkook ciğerlerine derin bir soluk çekti, "Sana her şeyi anlatacağım fakat bugün için uyumama izin verir misin?" derken Taehyung'un yanına sokuldu ve ellerini eşinin yanaklarına sarıp usulca gözyaşlarıyla ıslanan nemli yanaklarını sildi, "Neredeyse bir gündür hiç uyumadım ve çok yorgunum. Konuşacak güce bile sahip değilim."

Taehyung, Jungkook'u başını yavaşça aşağı yukarı sallayarak onayladı ve kısık, boğuk sesiyle "Pekâlâ, nasıl istersen öyle olsun." diye fısıldadı, "İyi geceler Jungkook."

İki eş arasındaki konuşma tamamlandığında Jungkook gitmesi gerektiğinin bilincindeydi fakat Taehyung'u bu şekilde, ağlarken bırakmak istemiyordu. Bu yüzden oturduğu yerden kalkmadı, Taehyung'un yanaklarını saran elleri boynuna doğru inerken, "Gitmem konusunda hâlâ ısrarcı mısın?" diye sordu.

Taehyung'un kalbi ve mantığı birbirine tamamen zıttı. Mantığı, Jungkook'un bu odaya girmesini bile doğru bulmuyordu. Evlilikler bitmişti, dolasıyla aynı yatakta uyumaları mümkün değildi. Jungkook'un artık misafir odasında uyuması, ikisi içinde daha uygun olurdu.

Kalbi ise, Jungkook'u yanında istiyordu. Eşine, çocuklarının babasına ve her ne olursa olsun yedi senesini birlikte geçirdiği adama ihtiyaç duyuyordu; kalp, kırılıp incinse bile içerisinde saklamış olduğu aşkı dışarı atmamış ve onu sıkıca kucaklayarak saklamıştı.

Bu sebepten kalbi, Jungkook'suz bir hayat geçiremeyeceğini çok iyi biliyor ve Taehyung'a, Jungkook'u yanından ayırmaması yönünde baskı uyguluyordu. Taehyung yumruk yaptığı elleri arasında çarşafı sıkı sıkıya tutarken, tüm dürüstlüğüyle "Bilmiyorum." diye fısıldadı.

Jungkook, parmaklarıyla eşinin çenesini kavradı ve eğdiği başını kendisine çevirdi, "Öyleyse bu gece için son kez birlikte uyumamıza izin ver sevgilim. Buna ihtiyacım var."

Taehyung'un gözyaşları tekrar dökülmeye başladı, fakat o, her gözyaşı döktüğünde dudaklarını ısırıyor ve kendisini tutmaya çalışıyor, Sooyoung'un söylemiş olduğu "mızmız çocuk" benzetmesini hatırladığında, ağladığı için utanç ve pişmanlık duyuyordu.

Eşinden bakışlarını kaçırdı ve artık ağlamayacağına dair içten içe kendisini teselli etmeye çalışırken, başını sallayarak "Pekâlâ," diye mırıldandı. "son kez... uyuyalım."

Jungkook, Taehyung'un gözyaşlarıyla ıslanan yanaklarını bir kez daha kuruladı ve eğilip, eşinin ıslak dudaklarını öptü. Taehyung'un vereceği tepkiden çekinse bile kendisini ittirmeyeceğini biliyordu, buna güvenerek dudaklarını yavaşça hareket ettirdi ve eşinin incinmesinden çekinir gibi, dudakları arasındaki et parçasını yumuşak şekilde öptü. Geri çekildiğinde, "Teşekkür ederim." diye fısıldadı. "Sensiz nasıl uyuyabileceğimi bilmiyorum bile... çok teşekkür ederim."

Taehyung, yüzleri arasında kısa bir mesafe varken Jungkook'un gözlerinin içine baktığında, gözyaşları birer inci tanesi gibi teker teker dökülmeye devam ediyordu. "Jungkook..." diye fısıldadı, sessizce. Elleriyle Jungkook'un kollarına sarıldı, siyah kumaş parçasını yumruk yaptığı elleri arasında sıkıca tuttu ve titreyen sesiyle "Ben de," diyebildi. "ben de bilmiyorum. Tüm bunlara nasıl dayanacağım?"

Bu, Taehyung'un, Jungkook'a kalbini açtığı ve acılarını görmesini sağladığı sayılı anlardan bir tanesiydi. 

Taehyung dizleri üzerinde yatakta otururken yanağını Jungkook'un omzuna yasladı ve kollarıyla da eşine sıkı sıkıya tutunurken, gözyaşlarını serbest bıraktı. Jungkook şaşkınlık içerisinde Taehyung'a kollarını sardı ve onu kucakladı. "Jungkook... ben sensiz ne yapacağım?"

Jungkook o an, Taehyung ile ilgili daha önce farkına varamadığı bir gerçeği kendi gözleriyle gördü; aslında Taehyung onu en başından beri kendisinden itmiyordu. Yalnızca içten içe, kelimelerle ifade edemese bile eşinden yardım bekliyordu

Jungkook'a boşanmak istediğini söylüyor, Jungkook'tan karşılık olarak harekete geçmesini bekliyordu. Bu yüzden "Seokjin'den kurtulacak mısın?" diye sormuştu. Bu soru bir beklenti ve talep içeriyordu; Taehyung, aslında Jungkook'a "Seokjin'den kurtulacak ve evliliğimizi eski haline getirecek misin?" demek istemişti çünkü, eğer Seokjin ile arasında ilişkiyi tekrar keserse ve sahip olduğu mirası reddederse, Taehyung, evliliklerinin düzeleceğini farkındaydı.

Fakat Jungkook bunu yapmamıştı. Mirasını reddetmemiş, tersine Seokjin'in elinden sahip olduğu her şeyi almaya da yeminler etmişti. Bu yüzden kolları arasında sarıp sarmaladığı eşi ağladığı sırada onu teselli edecek tek kelime bulamadı. Ona, "Söylediğini yapacağım." diyemedi... Yalnızca Taehyung'un alnına yumuşak bir öpücük kondururken "Özür dilerim." diye fısıldadı, "Bebeğim her şey için özür dilerim."

Uzun zamandır yapmış olduğu gibi... bir tek özür dileyebiliyordu.

Taehyung bunu fark ettiğinde daha şiddetli ağlamaya başladı. "Neden... neden hiçbir şey yapmıyorsun?" diye sordu, cılız bir sesle. Jungkook'un aslında evlilikleri için çabalamadığını görüyor ve bu da kalbini parçalıyordu. "Bir tek beni teselli etmek adına özür diliyorsun... Özür dilemek dışında yapabileceğin başka bir şey yok mu? Benim için Jungkook... yalnızca ben... daha fazlasını hak etmiyor muyum?"

Jungkook, Taehyung hâlâ kucağındayken sırt üstü yattı. Bununla birlikte Taehyung'u belinden sıkıca tuttu ve üzerine uzanmasını sağladı. Taehyung'un sırtını yavaşça okşamaya başladığında bir süre hiç konuşmadı çünkü Taehyung'a ne söyleyeceğini bilmiyordu. Yalnızca, geçen yarım dakikanın ardından "Uyu bebeğim." diye mırıldandı. "Ben buradayım, yalnız değilsin, seni asla bırakmayacağım. Yalnızca uyu."

Taehyung'un titreyen elleri Jungkook'un gömleğinin yakalarını sıkıca tutuyor ve başı eşinin omzuna yaslı biçimde, gözyaşlarıyla siyah gömleğin ince kumaşını ıslatıyordu. O anlarda Jungkook'u bırakmak istemiyordu çünkü yalnızlığıyla baş başa kalmaktan ölesiye çekiniyordu. Bu sebepten hıçkırıkları arasında, titreyen sesiyle eşine "Bana eskiye dair herhangi bir şey anlatır mısın?" diye sordu ve bir kez daha zor durumda kaldığı vakit, boşanmak üzere olduğu kocasından yardım istedi. "Uyumam için..."

Jungkook ilk önce üzerlerine siyah çarşafı çekti. Taehyung'un kucağında uyumasına alışkın olduğu için bu pozisyon kendisini rahatsız etmiyordu. "Anlatırım tabii ki." derken, geçmişin anıları ile yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Seni gördüğüm ilk anı anlatmamı ister misin? Ama her seferinde bana kızıyorsun..." dedi ve kıkırdadı, "belki bu sefer kızmazsın."

Taehyung'un göğsü iç çekişleri yüzünden inip kalkmaya devam ederken, güler gibi bir ses çıkardı. "Kızıyorum çünkü sanki sen bir sapıkmışsın gibi anlatıyorsun."

"Ama sahiden öyleydim..."

Hangi koşullarda olursa olsun kocasına toz konduramayan Taehyung, kızgınlıkla "Hayır, değildin." Dedi.

"Seni bir ay boyunca her gün takip ettim."

"Belki... biraz öyle olabilirmişsin."

Bu defa iki eş birlikte gülmeye başladı. Geçmiş, yalanlarla ve saklanan gerçeklerle dolu olsa da anımsadıkları her an ikisine de saf bir mutluluk veriyor ve günümüzün keder ve üzüntüsünden uzaklaştırıyordu.

Taehyung bunun bilincinde "Anlatmaya devam et." diye fısıldadı. Kendi sağlığından endişe edecek biçimde hem gözyaşları dökülmeye devam ediyor, hem de geçmişini anımsadığında gülümsüyordu... İçinden "Sanırım bu defa deliriyorum." diye geçirmekten kendisini alıkoyamadı fakat o an bunu umursamadı; beyaz bulutların gökyüzünü kaplaması gibi, geçmişin anıları da Taehyung'un aklına doluştuğunda, zihninin berraklaşmasını sağlamıştı. 

Jungkook ise Taehyung'u neşelendirme fırsatı yakaladığını fark ettiğinde, heyecanla, "Gerçekten öyleydim Taehyung!" dedi kıkırdayarak. "Hatırlıyor musun? Henüz yeni sevgili olmuşken sana güzel sanatlar kursuna gidiyorum demiş ve ödevimin "nü çalışması" olduğunu söylemiştim. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi... o gece ödevimi teslim etmem için son bir günüm kaldığından da bahsetmiştim. Sen, hemen o kadar tatlı bir telaş içerisine girdin ki... "Beni çizebilirsin!" diyerek heyecanla bağırmıştın."

Taehyung başını kaldırdı ve çenesini Jungkook'un göğsünün üzerine yerleştirdi. Şimdi iki eş birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu, "Beni çıplak görmek için güzel sanatlar kursuna gidiyorum diyerek beni kandırdığına inanamıyorum."

"Seni bir kez olsun çıplak görebilmek için, sonra sahiden kursa yazıldım... ve bir ay boyunca da devam ettim."

Taehyung kısa bir kahkaha attı, "Bunu gerçekten yaptın mı?"

"Hatırlamıyor musun?" Jungkook, Taehyung'un pembe tutamlarını okşamayı sürdürürken konuştu, "Ertesi sabah, çalışmayı ne zaman teslim edeceksin diye sormuştun. Ben de çok korktum ve okuldan sonra kursa gideceğim demek zorunda kaldım. O gün sen de benimle gelecektin. Sen dersteyken, koşa koşa güzel sanatlar kursuna yazıldığımı hatırlıyorum da... sahiden rezil olmuştum."

Taehyung tıpkı geçmişte olduğu gibi masum ve utangaç bir tavırla dudaklarını büzdü, "Beni çıplak görmek bu kadar önemli miydi?"

"Seni her halinle görebilmek benim için her şeyden ve herkesten daha önemliydi." dedi Jungkook, tüm içtenliğiyle. "Bu yüzden fakülteye kendi ders programıma göre değil, senin ders programına göre geliyor ve sanırım... tam da bu noktada sapık gibi seni izliyordum."

"Peki, benim de seni izlediğimi fark ettiğinde ne düşündün?" diye sordu Taehyung, heyecanla. "Yanına gelmemi ve seninle tanışmamı hiç beklemiyordun öyle değil mi? Beni aniden karşında gördüğünde, tıpkı Jihoon'a benziyordun." Taehyung, eşini oğluna benzetmenin verdiği keyifle kıkırdadı, "Gözlerin irice açılmıştı ve güneş gibi parıldıyordu."

Geçmişin tatlı hatıraları Jungkook'un zihninde canlandığında, Jungkook'un kalbi tıpkı yedi sene önce olduğu gibi heyecanla çarpmaya başladı; seneler geçmiş olsa bile, anıları hâlâ taze ve capcanlıydı. "Hayatımda, çocuklarımı gördüğüm ilk anlar dışında, hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Uzaktan uzağa âşık olduğun kişiyle tanışmak, yakınlaşmak ve kısa süre sonra onu çıplak görmek..."

Taehyung gülerek Jungkook'un yanağına yumuşak şekilde vurdu. "Romantik bir şey söyleyeceğini sanmıştım."

Jungkook kıkırdadı, "Seni çıplak da olsa çizmek aslında oldukça romantik değil miydi?" Bu esnada Taehyung'un, yanağına yerleştirmiş olduğu elinin üzerine kendi elini koydu ve yanağında sabitleyip, dudaklarını avuç içine bastırdı.

"O resimleri hâlâ saklıyor musun?" diye sordu Taehyung, merakla.

"Tabii ki saklıyorum, bebeğim." Jungkook, Taehyung'un gözlerinin içine baktığında, onun, geçmişte görmüş olduğu resimlere karşı gereğinden fazla, sanki ilk defa görecekmiş gibi heyecanlandığını fark etti. Taehyung'un kalbi çocuksu bir sevinçle dolmuştu, "Görmek ister misin?"

Taehyung başını hızla aşağı yukarı salladı ve alt dudağını sabırsızca kemirirken  "Çok istiyorum!" diye bağırdı. Jungkook, Taehyung'un bu çocuksu tavrını, neşesini ve sabırsızlığını tıpkı Jihoon'a benzettiği için tatlı tatlı güldü.

"Sana göstereceğim, bebeğim." Jungkook, eşinin zayıf bedenini yatağın boş kısmına, siyah çarşafların üzerine bıraktı ve Taehyung'un coşkuyla parıldayan gözlerine bakarken dayanamayıp dudaklarını tekrar öptü.

Taehyung onu şaşırtacak bir tepki verdi; Jungkook'un kollarına tutundu ve yataktan kalkmasına izin vermeyip öpücüğüne karşılık verdi. Jungkook, Taehyung'un üzerine yığılmaktan kendisini son anda kurtarırken, ellerini yatak başlığına koydu. Taehyung'un üzerine eğildi ve uzun zamandır öpülmemiş dudakları, yoğun bir arzu ve istekle, yavaşça, Taehyung'un kalbinden bir parçayı söküp almak ister gibi öptü.

Taehyung'un duyguları kıyıya vurup ardından geri çekilen dalgalar gibi, gelgit içerisindeydi. Bazen, Jungkook'a karşı yoğun bir aşk besliyor ve ne olursa olsun ondan vazgeçemeyeceğini aklına kazıdığı için, yaşadığı onca şeye rağmen Jungkook'a direnemiyor, bazen ise yedi senedir kandırılıyor ve yalanlara maruz kalıyor olmanın verdiği hınçla, Jungkook'u tamamen hayatından atmak istiyordu.

Jungkook bunun farkında olduğu için, Taehyung'a ateşli bir öpücük sunmadı. Eşini tutku ve ihtirastan uzak, masum bir şekilde öpmüş ve kısa süre içerisinde de geri çekilmişti. Hâlâ ıslak dudakları arasında kısa bir mesafe varken ve hızlanan nefeslerini birbirlerinin yüzüne üflerken "Seni seviyorum." dedi Jungkook, fısıltıyla. "Seni çok seviyorum."

Taehyung yumruk halini alan ellerini Jungkook'un karnına bastırdı ve geri çekilmesini ister gibi ittirdi. Gözleri saniyeler içerisinde tekrar dolmuştu, "Özür dilerim," dedi titreyen sesiyle. "bunu yapmamalıydım-"

"Özür dileme sevgilim, karmakarışık hissettiğini biliyorum. İnan bana... seni anlıyorum. Bu yüzden sabır göstereceğim ve duygularından emin olduğun güne kadar bekleyeceğim."

"Yalnızca... delirmiş gibi davranıyorum." Taehyung'un gözyaşları yanaklarından süzülüyor ve yastığı ıslatıyordu. "Sanki bedenimde bana ait olan iki farklı kişi varmış gibi hissediyorum. Bir yanım senden nefret ediyor, diğer yanım ise sensiz yaşayamayacağını bildiği için acı çekiyor ve bu acı o kadar yoğun ki... ben buna dayanamıyorum, ölecekmiş gibi hissediyorum."

Jungkook, Taehyung'un neler hissettiğini çok iyi anlıyordu çünkü ruhunda "iki farklı" kişi ile mücadele etmenin ne demek olduğunu, belki de en iyi kendisi biliyordu. Bu yüzden Taehyung'u serbest bıraktı ve ağlamasına, içinde biriktirdiği duyguları dışarıya atmasına izin verdi çünkü Jungkook bunu asla yapmamıştı; hislerini dışarıya vurmamış, bu yüzden sakladığı tüm duygular birleşip kendisini boğacak seviyeye gelmiş ve Jungkook'un panik ataklar geçirmesiyle sonuçlanmıştı.

Jungkook kısa süre sonra Taehyung'un üzerinden kalkmak için hamle yaptı; tekrar yalnız kalacağını düşünen Taehyung ise korkuyla Jungkook'un beline tutunarak "Gitme..." diye fısıldadı, sesi titreyerek. "B-bu defa seni itmeyeceğim, sadece gitme, lütfen Jungkook."

Taehyung bu hali Jungkook'u endişelendiriyordu ve Jungkook istese bile eşini bırakıp gidemezdi; Taehyung'un göz çevresi dakikalardır ağladığı için kıpkırmızı olmuştu, sesi, burnu tıkandığından boğuk çıkıyor, boğazı tahriş olduğu için de her yutkunmaya çalıştığında canı acıyormuş gibi yüzünü buruşturuyordu.

Jungkook, Taehyung'a bu kadar büyük bir zarar verdiği için, yoğun bir vicdan azabıyla mücadele ederken, zorlukla gülümseye çalıştı ve "Hayır korkma, gitmiyorum bebeğim." diyebildi. "Sadece yanına uzanmak için kalkmak istedim."

Taehyung korkak bir tavırla Jungkook'un sıkıca tuttuğu belini serbest bıraktığında, gözlerini kırpmadan eşini seyrediyordu. Sanki Jungkook her an gidecekmiş ve o da yalnız kalacakmış gibi hissettiği için, ağlama güdüsünü bastıramıyor ve sürekli olarak iç çekiyordu.

Jungkook, eşinin yanına uzandığında hemen kollarıyla zayıf bedenini sarıp sarmaladı. Eşinin saçları üzerine yumuşak öpücükler kondururken, "İyi uykular sevgilim." dedi. Jungkook'un ses tonu ince ve tatlıydı. Taehyung'a huzurun anlamını yeniden kazandırıyordu ve Jungkook'ta bunu hissediyormuş gibi, dakikalar boyu Taehyung'un kulağına onu ne kadar çok sevdiğini fısıldadı ve uykuya dalmasına yardımcı oldu.

Kısa süre içerisinde Taehyung kendisini uykunun kollarına bıraktığında, yüzü Jungkook'un boynuna saklıydı ve elleriyle de eşinin gömleğini sıkıca, gitmesinden korkuyormuş gibi tutuyordu.

***

Kış aylarında nadiren de olsa görülen parlak güneş, tüm ışıltısıyla yüksek dağların arasından sıyrılıp, beyaz bulutlarla dolup taşan mavi gökyüzüne ulaştığı esnada, Jungkook'u huzurlu uykusundan, Taehyung'un gürültüyle ve rahatsız edici biçimde çalan telefonu uyandırdı. Jungkook'un uyumak isteği öyle ağır basıyordu ki gözlerini zorlukla araladı. Kapanmaya direnen göz kapaklarını hızlı hızlı kırpıştırarak, yatakta oturur pozisyona geçti ve sırtını yatak başlığına yasladı.

Hareketleri kısıtlıydı çünkü Taehyung sol koluna sıkıca, sanki bir koalanın ağaca yapışması gibi, sarılmıştı. Jungkook başını eşinin uyuduğu tarafa çevirdi ve Taehyung'un bu şirin sahiplenme duygusu karşısında kıkırdadı.

Daha sonra, uyku halinden yavaşça sıyrılırken sol elini ters biçimde komodinin üzerine attı ve telefonu buldu. Ansızın ruhunu öfke dumanı kaplamıştı çünkü eline aldığı telefonun sahibinin Taehyung olması, aydınlanan ekrana baktığı sırada saatin sabahın altısı olduğunu fark etmesi ve her şeyden de önemlisi, eşini, bilinmeyen bir numaranın araması Jungkook'u o kadar sinirlendirdi ki, aniden tam uykusu kaçmıştı.

Telefonu hemen açtı ve yeni uyandığı için kalınlaşan sesiyle, "Sen kimsin?" diye sordu.

"Taehyung olmadığın o kadar belli ki..." dedi, telefonun diğer ucundaki kişi kıkır kıkır gülerken, "Gerçekten hiç değişmemişsin, Jeon Jungkook. Hâlâ kabasın."

Jungkook yeni uyanmış olmanın verdiği sersemlikle, aslında geçmişte yakından tanıyor olduğu kişiyi anımsamakta zorluk geçti. "Kocamın numarasını nereden buldun? Sen kimsin?" diye sordu, tekrardan.

"Ben kocanın ilk aşkıyım..." Adamın, sabahın ilk saatlerinde uyanık olmasına rağmen neşesi öyle yerindeydi ki Jungkook ile şakalaşmaktan zevk alıyordu, "Sahiden beni hatırlamıyorsun, inanılmaz birisin Jungkook! Kocanın ilk aşkını unutmamalıydın!"

Her ne kadar telefonun diğer ucundaki kişi şakalaşmaktan zevk alıp gülmeyi amaçlasa da, yapmış olduğu şaka aslında Jungkook'un öfkeden gözlerinin seğirmesine sebep olmuştu. "Telefon şakası yapıyorsan," dedi Jungkook, sıktığı dişlerinin arasından. "o telefonu senin-"

"Hey!" dedi adam, sahte bir kızgınlıkla. Bir taraftan da gülmeye devam ediyordu çünkü komikti... Geçmişten beri Jungkook'la uğraşmak kendisine keyif vermişti, "Cidden Jungkook, hiç değişmemişsin. Hâlâ Taehyung'u deli gibi kıskanıyorsun."

"Emin ol," dedi Jungkook, pis pis sırıtırken. "geçmişten bile daha fazlasıyım artık."

"Ben de bunu bildiğim ve en yakın arkadaşımı senin elinden kurtarmak istediğim için Kore'ye geri döndüm!"

Jungkook'un öfkeden kan beynine sıçradığında, tüm algıları da açılmıştı. Şaşkınca, "Hoseok?" diye sordu, telefonun diğer ucundaki kişiye ithafen. "Sen misin?"

"Ta kendisi."

"Sikeyim böyle işi..."

"Beni özlemedin mi?"

Jungkook oturduğu yerden aşağı doğru kayarken, somurtarak, "Senden nefret ediyorum." dedi ve sızlanmaya başladı.

"Açık sözlü olmak bazen kalp kırar, Jeon Jungkook kişisi!"

Jungkook, geçmişin hatıralarını tekrar tekrar anımsarken, "Kocamın en yakını olamazsın artık." dedi, ağladı ağlayacak bir ses tonuyla. "Unut bunu. Biz evlendik. Beş sene oldu. Artık en sevdiği kişi benim. Sen değilsin. Benim. Sadece... sadece ben."

"Sen cidden hâlâ çocuk gibisin! Kıskanç köpek!"

Jungkook ayaklarını yatağa vurdu. "Taehyung benim!"

"Bittin sen..." dedi Hoseok ve keyifli bir kahkaha attı. Jungkook'un çocuksu bir içgüdüyle Taehyung'u sahiplenmesini hep çok eğlenceli bulurdu, "Seninle uğraşıp seni çıldırttığım günleri hatırlıyorsun, öyle değil mi?"

"Çocuklarımın yanında sana şiddet uygulayamam, neredesin? Oraya geleceğim."

"Beni dövemezsin artık!" diye bağırdı, Hoseok. "Eskisi gibi yalnızca sen kas yığını değilsin, ben de öyleyim! Üç senedir spor yapıyorum..."

Jungkook bir kez daha aynı soruyu, büyük bir ciddiyetle yeniledi. "Neredesin?"

"Ne yapacaksın? Korkutma beni..."

Jungkook pis pis sırıttı, "Seni öldürmeye geliyorum."

Bu esnada uykusundan Jungkook'un yatakta hareket edip durması ve bağırmasıyla uyanan Taehyung, Jungkook'un telefon konuşmasına şahit olduğu için, "Ne?" diye sordu, korkuyla. "Sabah sabah ne diyorsun Jungkook? Kiminle konuşuyorsun?"

Taehyung esneyerek ve gerinerek, yatakta dizleri üzerine oturdu. Yeni uyandığı için şişmiş, kırmızı dudaklarını büzdü ve boğuk sesiyle "Ne oldu?" diye sordu, tekrardan. "Beni korkuttun. Neden bağırıyorsun?"

Taehyung, yumruk yaptığı elleriyle göz çevresini kaşırken gözleri yarım yamalak açılıyor, pembe kakülleri yüzüne değdiği için ellerinin tersiyle tutamlarını geriye ittirip duruyordu ve bu görüntü o kadar şirindi ki Jungkook bir anda her şeyi unuttu ve telefonu hâlâ kulağında tutuyorken şaşkın şaşkın kocasına baktı.

Taehyung, kocası kendisine garip bakışlar attığı için elleriyle yanaklarına dokundu ve "Ne?" dedi. "Ne oldu? Yüzümde bir şey mi var?"

"H-hayır." dedi, Jungkook. O an kocasına tekrar ve tekrar âşık oluyormuş gibi hissettiği için, güçlü bir büyünün tesirinde kalmış gibiydi. "Yalnızca... çok güzelsin. Gözümü senden alamadım."

Jungkook'un Taehyung'a günün ilk saatlerinde sevgisini itiraf ederek yaptığı romantiklik, hâlâ telefonun diğer ucunda bekleyen Hoseok'un öğürme sesi çıkarmasıyla son buldu. Hoseok, Jungkook'un taklidini yaparak ve kıkır kıkır gülerek "Çok güzelsin." dedi.

Jungkook kaşlarını çattı, "Sen hâlâ yok olmadın mı? Telefonu kapatıyorum."

"O kim?" diye sordu Taehyung, şaşkınca.

"Kimse, hayatım."

"Kendi kendinle mi konuşuyorsun Jungkook?"

"Hayır."

"Öyleyse o kim?"

Jungkook oldukça kısık ve sanki Taehyung'un kendisini duymaması için çabaladığı sesiyle, "Hoseok..." dedi.

"Ne?!" Taehyung direkt olarak Jungkook'un elinde olan telefonu tuttu ve kendi kulağına yaslarken "Hoseok!" diye bağırdı, heyecanla. "Kore'ye mi döndün? Burada mısın? Seni çok özledim! Tanrım! Tamamen mi geri geldin? Lütfen öyle olduğunu söyle!"

Taehyung, ceylan gibi sekerek kendisini balkona attı ve dakikalar boyunca, hararetli bir şekilde Hoseok ile konuşmaya devam etti. O anlarda Jungkook somurtuyor, dudaklarını büzüyor, Taehyung'un yastığına sıkıca sarılırken, balkonda olduğu için ne konuştuğunu duyamadığı kocasını seyrediyor ve "Taehyung benim..." diyerek, ağlar gibi sızlanıyordu...

***

Jeon ailesinin en büyük üyesi, şirketine gitmek üzere odasında hazırlanıyordu. Geniş, uzun, siyah, kapakları camlı gardolabın önünde durdu ve ne giyeceğini kısa süreliğine düşündü. Ardından kendisine, uzun bacaklarını, kaslı uyluklarını ve baldırlarını saran siyah, kumaş bir pantolon; kol kasları yüzünden yırtılmaması için zorlukla giyebildiği ve geniş göğsünü belirginleştirip, gövdesini saran beyaz bir gömlek; son olarak ise, sade, siyah bir kravat seçti.

Daha sonra, üzerine takım elbisenin ceketini almayacağı için, kravat takmanın uygun olmayacağına karar verdi ve iliklediği gömleğinin düğmelerini tekrar açarak, sert ve çıkık göğsünü gözler önüne sunacak biçimde, açıkta bıraktı. Elinde duran kravatı ise, takım elbiseleri için ayrılmış olan dolabın çekmece bölümüne geri koydu.

Bu sırada mutfakta çocuklarıyla ilgilenen Taehyung, kocasını kahvaltıya çağırmak için tekrar yatak odasına geldi. Jungkook kemer yardımıyla kumaş pantolonu belinde sabitlemekle uğraşıyordu. Taehyung keyifsiz bir şekilde Jungkook'u süzdü ve içinden "Uzun zamandır spor yapmaya vakit bulamasa bile, hâlâ aynı beden yapısına sahip olması benim için haksızlık değil mi?.." diye geçirdi.

Yatak odasının sessizliği sayesinde Jungkook, eşinin varlığını, kendisini gördükten sonra hızlanan solukları sebebiyle hissetti ve çapkın bir edayla gülümserken, "Bir şey mi oldu, bebeğim?" diye sordu. Eş zamanlı olarak bileğindeki Taehyung'a ait olan siyah toka yardımıyla, sarı, yeni duştan çıktığı için hafif kabarık saçlarını üstten çabucak, biraz da özensiz biçimde topladı.

Jungkook'un alnı açıldığında ve saçını toplaması sebebiyle gerindiğinde, erkeksi, oturmuş yüzü gözler önündeydi. Taehyung bu durumdan o kadar rahatsız oldu ki biçimli kaşlarını çattı ve rahatsızca yerinde kıpırdandı, "Hemen gidiyor musun Jungkook?"

Jungkook komodinin üzerinde duran gümüş alyansı yüzük parmağına takarken, "Eğer Jihyo uyandıysa birazdan çıkacağım." dedi.

"Çocuklar çoktan uyandı." dedi Taehyung, dalgın bir sesle. "Kahvaltıya başlamak için seni bekliyoruz."

"Hemen geliyorum, hayatım."

Taehyung gözlerini Jungkook'tan ayırmadan başını aşağı yukarı salladı. O anlarda, hâlâ, eşinin özensiz biçimde toplamış olduğu saçlarıyla inanılmaz derecede seksi gözüktüğünü düşünüyor ve moralinin bozulmasına engel olamıyordu.

Sanki Jungkook her evden çıktığında Taehyung, kocasını, sahipsiz oluşu ve ağız sulandırıcı görüntüsüyle aç kurtların sofrasına atıyormuş gibi hissediyordu...

Taehyung'un kendisine attığı "tuhaf" bakışların farkında olmayan Jungkook ise odanın etrafında dönüp duruyor ve kaybettiği arabasının anahtarını arıyordu. Yatak odasının her köşesine bakmış fakat bulamamıştı. Arkasını döndü ve bakmadığı tek yerin çalışma masası olduğunu fark etti.

O esnada Taehyung'ta ellerini arkasında birleştirmiş, kalçasını çalışma masasına yaslamış vaziyetteydi. Jungkook'un dudaklarında, bilindik, çapkın gülüşü tekrar belirdi. Taehyung'u baştan ayağa süzdü ve bir avcının avına yaklaşması gibi, yavaş adımlarla Taehyung'a doğru yürüdü.

Taehyung saf saf Jungkook'a bakıyordu, "Bugün neler yapacaksın?"

"Şirketime gideceğim."

Taehyung, kocasının "şirketim" derken ne kastettiğini anlamadığı için Jungkook'un suratına bakmak istedi fakat Jungkook ansızın, beklemediği bir anda dibine girdiğinde şaşırdığı için sustu. Jungkook, sözde, çalışma masasının üst raflarından bir şey arıyormuş gibi ellerini Taehyung'un bedeninin etrafından, çalışma masasına yerleştirdi. Ardından, Taehyung'un üzerine eğildi ve yüzleri arasında kısa bir mesafe varken sırıtmaya başladı.

Böylelikle, Taehyung'un bedeni, Jungkook'un iri gövdesi ve masa arasında sıkışıp kaldı ve Jungkook'ta amacına ulaşmış oldu.

Taehyung rahatsızca kıpırdandı ve irileştirdiği gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. "Ne yapıyorsun Jungkook?"

Jungkook, Taehyung'un dudaklarının üzerine, oyuncu bir tavırla "Arabamın anahtarını arıyorum, hayatım." diye fısıldadı. Arsız bakışları Taehyung'un dolgun, kırmızı dudaklarındaydı ve sıcak nefesini bilerek Taehyung'un suratına üflüyordu. "Sen ne yapıyorsun?"

Jungkook her an kendisini öpecekmiş gibi durduğu için Taehyung, başını eğmek zorunda kaldı. Böylelikle yüzünü Jungkook'un boynuna gömmüş oldu ve içinden bu duruma lanetler etti. Jungkook'un boynu öyle hoş ve erkeksi bir kokuyla kutsanmıştı ki Taehyung'un başı döndü. Gözleri kapanır gibi olurken elleriyle Jungkook'un beline tutundu ve "Boğuluyorum..." diye fısıldadı.

"Hayır boğulmuyorsun, düzenli soluklarından anladığım kadarıyla kokumu soluyorsun bebeğim."

Jungkook kendisini sıkıştırdıktan sonra, adım adım Jungkook'a yaklaşan ve en sonunda da başını boynuna gömen kişi olarak Taehyung, bu durumu inkâr edemediği için kulaklarına kadar kızardı...

"Yok öyle bir şey..."

"Kokumu seviyorsun öyle değil mi?"

"Sadece," dedi Taehyung, fısıltıyla. "ihtiyaç duyuyorum."

Jungkook, Taehyung'un ne söylemek istediğini başta algılayamadı çünkü kokuların insan üzerinde herhangi bir etkisi olduğunu bilmiyordu. Daha sonra, yokluğunda Taehyung'un sürekli olarak kendi kazak ve tişörtlerini giydiğini ve yastığına sarıldığını anımsadı.

Kokuların insan üzerindeki etkisi oldukça fazladır. Rüyaları, duyguları ve diğer pek çok şeyi etkiler. Bu yüzden Jungkook'un yaydığı erkeksi, güçlü, tutkulu ve yoğun koku Taehyung'a her zaman güvende olduğunu hissettirmiş, huzurla dolmasını sağlamış ve çoğu tedirginlik halinden, Jungkook'un kokusunu soluyarak sıyrılabilmişti.

Jungkook bu duruma şaşırdığı için yalnızca "Ah, anlıyorum." dedi.

Taehyung'un ise yanakları hâlâ kıpkırmızıydı ve utangaçlığı sürüyordu. Ellerini arkasında birleştirdi ve geri geri yürürken "Çocuklar..." diye mırıldandı, "Gidip çocuklara bakacağım."

Jungkook konuşmak için dudaklarını araladı fakat gürültüyle çalan kapı dikkatini dağıttı. Taehyung'un ansızın gözleri ışıldadı ve "Hoseok geldi!" diye bağırıp, koşar adımlarla yatak odasından çıktı.

Jungkook gözlerini devirdi, "Umarım en kısa zamanda geldiği gibi gider..."

***

Hoseok'un gelişi herkes için fazlasıyla beklenmedikti. En çok da Hoseok'u daha önce hiç görmemiş olan Jihoon hem şaşırdı hem de çok utandı. Mutfak kapısının arkasında saklanıyor ve yalnızca çıkardığı başıyla birlikte, neşe saçan, güler yüzlü ve oldukça yakışıklı adama uzaktan bakıyordu.

O anlarda kendi kendisiyle konuşuyordu: "Taehyung babam, onun, benim amcam olduğunu söyledi." dedi. Dudakları şirince büzdü ve minik parmaklarını incelemeye başladı, "Ama... hani benim bir tane amcam vardı..."

Kapıdan içeri giren Hoseok ilk önce ellerini Taehyung'un ince beline sardı ve en yakın arkadaşını havada birkaç tur döndürüp, yumuşak ve kızarık yanaklarını öpücüklere boğdu. "Seni o kadar özledim ki minik bebeğim!"

Taehyung tatlı tatlı güldü ve kollarını Hoseok'un boynuna doladı, "Ben de! İyi ki geldin..."

İki arkadaşın sevgi gösterisi Jungkook'un merdivenlerden inerken, sanki akciğer hastalığına yakalanmış gibi, herkesin yüreğini hoplatacak biçimde, gürültüyle öksürmesi ile son buldu.

Hoseok istemeyerek de olsa Taehyung'u serbest bıraktı ve oyuncu bir tavırla, Jungkook'un gözlerinin içine bakarak, "Evde dağ ayısı yetiştirmeye mi başladın? Çok sevindim, canım!" diye bağırdı.

Taehyung gülmesini engellemek için dudaklarını ısırdı ve yüzündeki ciddi ifadeyi bozmadan, bakışlarıyla tam yanında duran Jihyo'yu işaret etti. Bu, konuşmasa bile "Çocukların yanında Jungkook'a böyle davranma." demekti. Hoseok, Taehyung'un ne söylemek istediğini hemen anladı ve elleriyle ağzını kapattı.

Senelerin alışkanlığı Hoseok'u, Jungkook ile uğraşmaya itse bile artık her şey değişmişti. Meraklı bakışlarıyla Jihyo, Hoseok'un "dağ ayısı" yakıştırmasını kime söylediğini anlamış gibiydi. Kaşlarını hafifçe çattı ve babasına "dağ ayısı" diyen adamı, Hoseok'u dikkatle inceledi.

Hoseok, en son beş yaşındayken gördüğü Jihyo'ya ithafen "Ne kadar büyümüşsün!" diyerek heyecanla bağırdı. Minik kızın önünde dizleri üzerine çöktü ve Jihyo ile aynı boya geldi, "Beni hatırladın mı? Ben senin Hoseok amcanım."

Jihyo dudaklarını büzdü ve başını iki yana salladı, "Üzgünüm... hatırlayamadım."

"Henüz çok küçüktü." dedi Taehyung, gülerek. "Hatırlamaması normal."

"Küçük demişken..." Hoseok irileştirdiği gözleriyle evin içerisine bakınmaya başladı, "Jihoon nerede? Onu hiç göremedim bile."

"Sanırım senden utandı." Taehyung mutfak kapısının arkasında saklanan, iri ve parlak gözleriyle kendisine bakan oğlunu gördüğünde kıkır kıkır güldü ve kollarını iki yana açtı. "Buraya gel küçük tavşan."

Jihoon ürkek bir tavırla saklandığı yerde çıktı. Hoseok ile göz göze geldiğinde tekrar utandı ve ağlayacakmış gibi dudaklarını büzdü. Herkes bu sevimli tavrına gülümseyerek bakarken Jihoon, Jungkook babasına doğru koştu ve sıkıca bacağına sarıldı, "U-utandım..." diye sızlanmaya başladı. "Utandım ben baba."

Jungkook dizlerinin üzerine çöktü ve Jihoon'u kucağına aldı. Oğlunun, siyah ve yumuşak tutamlarını okşarken "Neden utandın bebeğim?" diye sordu, Jihoon'a huzur veren tatlı ve ince ses tonuyla. "O senin amcan, tıpkı Seokjin gibi."

Yüzünü babasının boynuna saklayan Jihoon, boğuk bir sesle konuşuyordu. "Bilmiyorum, utandım işte baba. Kurtar beni..."

Hoseok, ilk defa görmüş olduğu küçük erkek çocuğunu o kadar sevimli ve tatlı buldu ki, Jungkook çöktüğü yerden kalktığı sırada, Jihoon'un sarkan tombul ve minik bacaklarını ısırmamak için kendisini zor tutuyordu. "Taehyung, Jihoon ne kadar da sevimli!"

Jihoon kendisine edilen iltifat sonucunda başını, babasının boynundan kaldırdı ve kısa süreliğine bakışlarını Hoseok'a çevirdi. Hoseok hayret ettiğini belli eden bir nida bıraktı; Jihoon ve Jungkook'un yüzleri yan yana duruyorken birbirlerine o kadar benziyorlardı ki...

Hoseok'un dudakları şaşkınlığın getirisiyle aralık kaldı, "Taehyung, Jihoon nasıl Jungkook'a bu kadar benzeyebilir..."

Jungkook yanağını Jihoon'un yanağına sürttü ve şımarık bir ses tonuyla "Çünkü benim oğlum." dedi. "Bana benzemesi çok normal değil mi?"

Hoseok'un bakışları boşluğa takılı kaldı ve kendi kendisiyle konuşurken, fısıltıyla "Sanki Taehyung doğurmuş gibi..." dedi.

O anlarda Hoseok'un söylediğini tek duyan kişi Jihyo'ydu. Amcasının elini tuttu ve "Sesli söyle." dedi, sanki büyük bir sır veriyormuş gibi.

"Neden ki?"

"Söyle işte."

Hoseok, dokuz yaşındaki yeğeninin tavsiyesine uydu ve tüm oyunculuğunu kullanarak, gururla ve abartı bir ses tonuyla "Jihoon'u tıpkı Taehyung doğurmuş gibi!" diye bağırdı.

Jihoon, amcasının söylemiş olduğu cümleye karşılık ansızın çığlık attı. Taehyung babasının aksine, amcası onun doğumunu hatırlamıştı! Jihoon bu duruma hem sevindi hem de çok heyecanlandı. "Ne dedi? Bana mı dedi?" diyerek, ardı ardına yönelttiği sorulardan sonra, Jungkook babasının kucağında kıpırdanmaya başladı ve kollarını Hoseok'a doğru uzattı. Bu konuşmasa bile "Beni kucağına alabilirsin." demekti.

Böylelikle Jihyo, küçük kardeşi ile nasıl yakınlaşacağının sırrını Hoseok'a vermiş oldu. İlk önce babasının kucağında tombul bacaklarını hızlı hızlı sallayan ve "Anlat bana amca hadi!" diye bağıran kardeşine baktı ve güldü. Ardından amcasına döndü ve göz kırparak "Ben demiştim..." dedi. "Bu evde Jihoon'u en iyi ben tanırım."

Ardından Jihyo kahvaltı yapmak üzere mutfağa gitti. Hoseok ise Jihoon'u kucağına aldığı esnada şaşkınca yeğeninin arkasından bakıyor ve içinden "Jungkook'tan daha akıllı..." diye geçiriyordu.

***

Jungkook ve Jihyo evden birlikte çıktı. Jungkook ilk önce kızını okula bırakacak ardından da şirkete gidecekti. Taehyung ile hâlâ şirket hakkında konuşmamışlardı, bu yüzden kocasına "Kendi şirketime gidiyorum." Diyemedi. Zaten, o anlarda Taehyung'un da bunu pek umursadığı söylenemezdi... Tüm sabah, kendisi için yurtdışından gelen arkadaşıyla ilgilenmiş ve Jungkook'un ruhunun kıskançlık duygusuyla acımasızca kemirilmesini sağlamıştı.

Öğleden sonra Hoseok, evde bunaldığını söyleyerek dışarı çıkmayı teklif etti. Taehyung'un son zamanlarda aklı çok fazla doluydu ve hâlâ arabasını servisten almamıştı. Kasabada onları şehre götürecek herhangi bir taşıma aracı da yoktu. Bu yüzden şehre gidemediler. Taehyung ancak kısa bir kasaba turu yapabileceklerini söylediğinde, Hoseok direkt olarak kabul etti. Hiç olmazsa alkol ve sigara ihtiyacını karşılamak için markete uğrama fırsatı yakalayabilmişti...

Kış ayının soğuk ve kasvetli günlerinde, Jihoon'u, yürüyüş yaptıkları esnada hasta olmasın diye kundaktaki bebek gibi sıkıca sarıp sarmadılar. Uzaydaki astronotlar gibi zorlukla adım atan Jihoon ise "Boğuluyorum..." diye sızlanıp duruyordu. "Baba... bacaklarımı hissetmiyorum."

"Bebeğim hasta olmanı istemiyorum." Dedi Taehyung, dudaklarını büzerken ve Jihoon'u kucağına alırken. "Hem senin bu havada dışarı çıkmaman gerekiyordu ama amcan markete gitmek istiyor, mecburen seni de götürüyorum."

"Keşke Jungkook babamla gitseydim."

Taehyung kısa bir anlığına düşündü. Aslında Jihoon'u Jungkook ile gönderebilirdi. Bunun en büyük sebebi oğlunu koruma içgüdüsünden kaynaklanıyordu. Jihoon daha iki gün önce kaçırılmıştı. Aynı olayın tekrarlanmasından endişe eden Taehyung, Jihoon'un Jungkook'un yanında daha güvende olacağını düşünüyordu, "Bunu babanla konuşurum, eğer kabul ederse yarın gidebilirsin."

Jihoon minik elleriyle Taehyung babasının yanaklarını tuttu ve "Sahiden mi?" diye sordu, babasının gözlerinin içine bakarak ve tatlı tatlı gülümseyerek. "Ama beni özlemez misin?"

"Çok özlerim." Dedi, Taehyung. Bu esnada Jihoon ile evden çıktılar ve kapının önünde sigara içen Hoseok'un yanına ulaştılar. Hoseok, Jihoon'u görünce direkt olarak sigarasını söndürdü. Taehyung minnettar bakışlarını arkadaşının üzerinde gezdirirken, "Ama ablanı da her gün özlüyorum." Dedi. "Vakti geldiğinde bu şekilde ayrı kaldığımız günler gelecek."

Jihoon başını iki yana salladı ve yüzünü babasının boynuna saklarken, "Senden asla ayrılmam baba." Diye fısıldadı.

Taehyung'un aklından geçen onlarca düşünce onu karamsarlığa itti. Gözlerinde yaşlar birikti ve dudaklarını büzdü. "Biliyorum bebeğim." Derken, sesi titriyordu.

Hoseok, Taehyung'un ruh halinin "tuhaf" olduğunu ilk andan fark etmişti fakat oğlunun tek bir cümlesiyle ağlayacak duruma gelmesini asla beklemezdi. Çok şaşırdı. Taehyung'un eski neşesini tamamen kaybettiğini görebiliyordu. Bunun yanı sıra Taehyung artık daha çekingen, karamsar, içine kapanık ve büsbütün mutsuzdu.

Yol boyunca pek konuşmadılar. Jihoon, Taehyung'un boynuna saklanmış vaziyette duruyorken kısa süre içerisinde babasının kokusu yardımıyla tatlı düşlere daldı. Hoseok bunun üzerine arkadaşına "İyi misin?" diye sordu. "Seninle hiç konuşamadık ama bu hallerin beni çok fazla endişelendiriyor."

Taaehyung kollarını sıkıca Jihoon'a sarmış, onu hafif esintiden koruyordu. Bakışlarını Hoseok'a çevirdi ve gözlerini onaylar biçimde kapatıp tekrar açtı. "İyiyim." Dedi, aslında iyi olmadığını haykıran ses tonuyla. "Neden soruyorsun? Kötü mü gözüküyorum?"

"Hayatının hiçbir döneminde seni bu kadar berbat bir halde görmedim."

Taehyung bakışlarını arkadaşından kaçırdı ve yere sabitledi, "Her evlilikte bazen sorunlar yaşanabiliyor."

"Bu basit bir sorundan daha fazlası gibi." Dedi Hoseok, sıkıntıyla nefesini üflerken. "Sana karışmayı asla istemem. Kaldı ki haddimde değil ama dürüst olacağım... Buraya geldim çünkü annen beni aradı ve senin çok kötü olduğunu söyledi. Yaralarını deşmek istemiyorum ama her şeyden haberim var ve bebeğim, ben sana yardım etmek için geldim. Bu yüzden bana anlat ki sana yardımcı olabileyim."

Taehyung bunaldığını hissediyordu. Kesik kesik nefesler almaya başladı. Karamsarlık bulutları etrafını tekrar sarmış ve aydınlığı ondan uzaklaştırmıştı. Taehyung ise güneşi görmeyi istiyordu. Artık karanlıktan çok sıkılmıştı... "Hangi birini anlatayım bilmiyorum Hoseok. O kadar çok şey oldu ki..."

"Jungkook sana bir şey mi yaptı?"

Taehyung şaşkınca arkadaşına baktı, "Neden böyle söyledin?"

"Bu sabah seni gözlemledim. Konuşurken, yemek yerken ya da herhangi bir iş yaparken... sürekli Jungkook'a kaçamak bakışlar atıyorsun. Bana tedirgin olduğunu hissettirdin, çok ürkek davranıyorsun. Jungkook'tan neden çekiniyorsun?" dedi Hoseok adımlarını yavaşlatıp, Taehyung'un gözlerinin içine bakarken. "Jungkook sana ne yaptı?"

"Jungkook'u en az benim kadar iyi tanıyorsun." Dedi Taehyung, ciddiyetle. "Aklından geçen düşünceleri biliyorum ama unut bunu. Jungkook asla böyle bir şey yapmaz..."

"Bunun farkındayım, sana geçmişten bile daha fazla âşık olduğunu görebiliyorum ama yine de sorunlarınız var değil mi?"

Taehyung, kucağındaki, düzenli nefeslerini boynuna üfleyen oğlunun uyuyup uyumadığına bir kez daha emin oldu. Kış aylarında neredeyse hiç kimsenin yaşamadığı kasaba fazla sessiz ve ıssızdı. Yalnızca dalından dökülen solmuş yaprakların hışırtıları duyuluyor, hafif bir rüzgâr eşliğinde burgaçlar halinde dönüp duruyorlardı. Hava kasvetliydi. Lacivert bulutlar sanki her an fırtına çıkabileceğinin habercisi olarak, güneşin önünü kapatıyordu ve bu hava, Taehyung'u karamsarlığa sürüklerken aksine Jihoon'a huzurlu hissettirmiş olmalıydı, çünkü babasının kucağında mışıl mışıl uyuyordu.

"Boşanmayı düşünüyorum." Dedi Taehyung, yine de fısıltıyla ve oğlunun duymasından korkar gibi. "Çok fazla şey yaşadık, artık toparlanacağımıza inanmıyorum."

Hoseok "boşanmak" kelimesini duyduğu anda dehşete düştü, gözleri yuvalarından fırlayacak biçimde irice açılmıştı. "Taehyung sen ciddi misin? Saçmalama lütfen. Boşanmayı düşünüyorum deyip beş senelik bir evliliği basitçe bitiremezsin."

"Basitçe bitirmiyorum Hoseok..." Taehyung'un ses tonu bile yorulduğunu ve ruh halinin tükenmiş olduğunu hissettiriyordu, "Jungkook tanıdığın gibi birisi değil. Geçmişte bana söylediği her şey yalanmış."

Bu esnada Hoseok ve Taehyung markete ulaştı. Hoseok şaşkınca arkadaşına bakıyordu ve o anlarda markete girip girmemek umurunda bile değildi. "Nasıl?" diye sordu telaşla. "Neler oluyor Taehyung?"

Taehyung konuşmak için dudaklarını araladığı esnada bir anlığına rahatsız edici bir hisse kapıldı. Ürkek bakışlarını arkasına çevirdi. Hiç kimseyi görememişti fakat evden çıktığından beri sanki görünmez biri tarafından takip edildiğini sanıyordu. 

Tedirgin bir şekilde "Arkamda biri mi vardı?" diye sordu. 

"Hayır, hiç kimse yok. Nereden çıktı bu?"

Taehyung, Jungkook'un kendisini takip ettirdiğini düşünüyordu fakat o anlarda bunu Hoseok ile paylaşmak istemedi, "Önemli bir şey değildi. Hadi markete girelim."

Hoseok somurttu, "Gerçekten tuhaf davranıyorsun..."

Taehyung konuşmadı. Bir kez daha arkasına dönüp baktı fakat tekrar kimseyi göremedi. Bunun üzerine arkadaşıyla birlikte markete doğru yürümeye başladılar. Taehyung yalnızca içinden "Jungkook güvende olmamızı istiyor olabilir..." diye geçiriyor ve kendisini rahatlamaya çalışıyordu.

Jungkook'un kötü bir amaç gütmediğini düşünüyordu. Daha iki gün önce oğulları kaçırılmıştı ve bu sebepten Jungkook'un çocuklarını korumak istemesi çok doğaldı. Taehyung bu ihtimalde takip edildiği için Jungkook'a kızmazdı. Sadece kendisine haber verilmesini beklerdi. Eğer gizlice izleniyorsa... bu hiç hoş değildi. Taehyung'a yalnızca korku veriyor, endişe halinde olmasını sağlıyor ve takip edilmesinin sebebini "kendisine" bağladığında, kocasıyla ilgili yanlış fikirlere kapılıyordu...

***

Taehyung'un tahminleri doğruydu. Jungkook çocuklarını ve eşini takip ettiriyordu. Bunu yapmak için birden çok sebebi vardı. Tehlikenin pençeleri boynuna geçirilmişti ve kendisini boğuyordu. Tek düşündüğü şey ailesini korumak zorunda olduğu gerçeğiydi. Bunu tek başına yapması imkansızdı. Aynı anda hem şirkette hem Jihyo'nun okulunda ve hem de evlerinde olamazdı. Bu sebepten özel koruma fikri kendisine fazlasıyla mantıklı göründü.

Jungkook genel müdür odasındaydı. Siyah deri koltuğun üzerinde uzanıyor ve hâlâ atamadığı yorgunluğu sebebiyle dinleniyordu. Bu esnada kapı çaldı. Jungkook yattığı yerden kalkmaya tenezzül etmeden "Gel!" diye bağırdı.

Korumaların şefi olan adam kapının girişinde eğilerek Jungkook'a selam verdi ve "Eşiniz ve oğlunuz dışarı çıktı." Dedi. "Bana herhangi bir şey olursa haber vermemi istemiştiniz."

Jungkook kapalı gözlerini hızla araladı ve bakışları beyaz, süslü tavandayken "Nereye gittiler?" diye sordu, ciddiyetle.

Adam elindeki tabletle birlikte Jungkook'un yanına ulaştı. Konuşmak yerine tableti Jungkook'a uzattı ve ona bulundukları yerin konumu gösterdi. Konum, Min Yoongi'nin çalıştığı markete aitti ve Jungkook'un bunu anlaması saniyelerini aldı.

Jungkook'un vücudu öfkeyle titredi. Yattığı yerden hızla doğruldu ve başının dönmesine sebep olacak biçimde süratle ayağa kalktı, "Sooyoung nerede Yugyeom?" diye sordu karşısındaki adama ithafen. "Arabamı şirketin önüne getirmelerini söylesin."

Yugyeom, yani Jungkook'un korumalarının şefi patronunu başıyla onayladı ve hemen dışarıya çıktı. Şirkette Jungkook'a karşı sorgulanamaz, kudretli ve güçlü bir sadakat vardı. Jungkook'un babasına çok benziyor oluşu ve otoriter tavırları bu durumu tetikliyordu. Jungkook, Seokjin gibi kendini beğenmiş ve küstah değildi. Yalnızca kişiliği baskındı ve herkes, Jungkook'un söylemesine gerek kalmadan, ona itaat etmek zorundaymış gibi hissediyordu.

Jungkook bir anda tüm işlerini geri plana attı, daha birkaç saat önce geldiği şirketten ayrılmaya karar verdi. Arabası hazırlandığı esnada, geniş odada sağa sola yürüyor ve öfkeyle soluyordu. Sinirliydi çünkü Min Yoongi onun hakkında bilmemesi gereken şeyler biliyordu ve şimdi bunu Taehyung'a söyleyebilirdi. Taehyung bu defa "sözde kocasının kaçırıldığını" öğrenirse tam anlamıyla Jungkook'tan ve yaptığı tüm işlerinden soğur, önlenemez bir nefrete kapılırdı.

Aynı zamanda Jungkook'un tedirginliğinin başka bir sebebi daha vardı; Min Yoongi'de gariplik seziyordu. Sanki o adamda tehlikeli olan bir şeyler vardı ve bunun bir tek Jungkook farkındaydı. Taehyung ise tüm kayıtsızlığıyla ve Yoongi'ye duyguyu merak ve sevecenlikle, onunla yakınlaşmak istiyor gibiydi; ya da aksine, tüm bunlar yalnızca, Jungkook'un Taehyung'a karşı beslediği önyargının birer meyvesi olmaktan öteye gitmiyordu... 

***

Market kapısının üzerine yerleştirilmiş olan rüzgâr çanı, kapının açılmasıyla birlikte gürültü çıkardı. Bu ses, hem kasanın yanında duran televizyon ekranını izleyen Yoongi'nin hem de babasının kucağında mışıl mışıl uyuyan Jihoon'un dikkatini çekti.

Jihoon uykusundan uyandı, yumruk yaptığı minik elleriyle gözlerini kaşırken nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Yoongi ise hiçbir beklentisi olmadan, yorgun bakışlarını kapıya çevirdi. Tanıdık simanın, Taehyung'un, marketten içeri girdiğini gördüğünde ise ruhunda neşenin canlandığını hissetti. Diş etleri gözükecek biçimde sevimli şekilde gülümserken "Merhaba Taehyung." dedi, içtenlikle. Bakışları yalnızca Taehyung'a sabitlenmişti.

Taehyung, Yoongi'nin kendisine alıcı gözle bakmasına utandığı için başını eğdi, "Merhaba Yoongi."

Jihoon'un nerede olduğunu sonunda algılaması ve eş zamanlı olarak uyku halinden sıyrılması saniyelerini aldı, "Muzlu süt! Muzlu süt!" diye bağırmaya başladı ve Taehyung'un kucağından zorlukla indi. Boş marketin içerisinde elleri havadayken koşuşturması tüm yetişkinler için sevimli bir görüntüydü.

Taehyung, Jihoon'un arkasından "Düşersin bebeğim..." diye sızlandı ve peşinden gitmek istedi fakat Yoongi, kasanın bulunduğu bölmeden çıkıp Taehyung'un karşısına dikilince, Taehyung'ta mecburen durmak zorunda kaldı.

Yoongi "Biraz oturabilir miyiz?" diye sordu, direkt olarak. "Acelen var mı? Seninle konuşmak istiyorum."

Taehyung bakışlarını Hoseok'a çevirdi. Hoseok dik dik Yoongi'ye bakıyor ve onda bir gariplik olduğunu seziyordu. Ellerini siyah deri ceketinin cebinden çıkardı ve siyah saçlarını geriye doğru tararken, kıstığı gözleriyle Yoongi'ye rahatsız edici bakışlar attı. "Sen... evli bir adamdan mı hoşlanıyorsun?"

Hoseok'un hiçbir çekincesi olmadan sarf ettiği cümle Yoongi'yi şok etti. Yoongi kekeleyerek "Ne?" diye sordu. "Bunu nereden çıkardın?"

Hoseok her zaman dobracı biri olmuştu, lafını hiç esirgemezdi. Omuz silkti ve umursamaz bir tavırla "Bilmiyorum, sen de bir sorun varmış gibi hissediyorum." dedi. "Jungkook seni hâlâ nasıl fark etmedi... şaşırdım doğrusu."

Şüphesiz ki ortamda ne döndüğünü anlamayan tek kişi Taehyung'tu. Taehyung basit bir anlatımla, saftı. Dünyanın gerçeklerinden fazla uzak olması yüzünden, herkesi kendisi gibi iyi niyetli sanıyordu. Taehyung Yoongi'yi arkadaşı olarak görmüştü ve aynısını da Yoongi'den beklemişti. El değmemiş bir çiçek bahçesi gibi saf, temiz, hoş ve güzel oluşuyla Yoongi'yi nasıl kendisine çektiğinden habersizdi.

"Neden böyle söylüyorsun Hoseok?" dedi Taehyung. Hiçbir şey anlamadığı için boş gözlerle arkadaşına bakıyordu.

Hoseok, Yoongi'ye son defa ters bir bakış attı. "Neyse," diyerek konuyu yarıda kesti. "gidip kendime bir şeyler alacağım. Jihoon ile ben ilgilenirim, ama konuşmanız kısa sürsün." dedi ve marketin geniş ve uzun rafları arasında kayboldu.

"Oturalım mı?" diye sordu Yoongi, tekrardan. "Uzun sürmeyecek, yalnızca seninle biraz konuşmak istiyorum."

Taehyung, Yoongi'yi başını sallayarak onayladı. İlk seferde karşılaştıkları yere, marketin, yemek için ayrılan bölümündeki masalardan birine oturdular. Taehyung meraklı bakışlarını Yoongi'ye çevirdi, "Ne konuşacağız?"

Yoongi kısa süreliğine sustu. Gördüğü şeyleri Taehyung'a anlatmak isteği fazlasıyla ağır basıyor ve bu his, içten içe kendisini kemiriyordu. Jungkook ne olduğu belirsiz, korkunç bir adamdı. Belinde silah taşıyordu, iri yarı, mafya görünümlü adamlar tarafından kaçırılıyordu ve Taehyung'un hiçbir şeyden haberi yoktu.

"Beni arkadaşın olarak görüyorsun öyle değil mi?" derken Yoongi Taehyung'un duygusallığını kullanmayı hedeflemişti ve Taehyung'un yumuşak bakışlarını gördüğünde, amacına ulaştığını anladığı için gülümsedi. "İki arkadaş olarak sohbet etmek istiyorum yalnızca."

Taehyung buruk şekilde gülümsedi, "Son yaşadıklarımızdan sonra benimle bir daha arkadaş olmak istemezsin sanmıştım."

"O gün senin bir suçun yoktu, sanırım," derken Yoongi imayla konuştu ve kaşlarını havaya kaldırdı. "kocan benden hiç haz etmedi..."

Taehyung konuşmak için dudaklarını araladı fakat daha sonra kaşlarını çatıp sustu. Hiç tanımadığı bir adamla, senelerdir aynı yatağı paylaştığı kocası hakkında konuşmak(dedikodu yapmak) kendisini rahatsız etmişti. Yoongi'nin Jungkook'u eleştirme hakkı olmadığını düşündü.

Bu yüzden "Bu kocamla benim aramda olan bir mesele." diyerek, Yoongi'yi tersledi.

"Kötü bir şey söylemek istememiştim..."

"Bunu biliyorum." dedi Taehyung, soğuk bir tavırla. "Yalnızca, kocamın arkasından henüz yeni tanıdığım biriyle konuşmak bana göre değil. Bu durum beni rahatsız etti."

Yoongi, Taehyung'un kocasını sahiplenme duygusu karşısında afalladı. İkisinin arasında ciddi sorunlar olduğunu sanmıştı, "Her zaman kocanı koruma içgüdüsüyle yaklaşmanı anlayabiliyorum. Haklısın, konuşmamamız gerekirdi."

"Her neyse," derken Taehyung oturduğu sandalyeyi geriye çekti ve ayaklandı. "Marketten almam gereken bir şeyler var, konuşacaksak bile yürüyelim."

Yoongi, Taehyung'a yaklaşmaya çalışırken aslında onu kendisinden metrelerce öteye itti. Taehyung'un saflığını kullanmak istemiş ve bu yolla, onu kocasından uzaklaştırmaya çalışmıştı fakat hiçbir şey beklediği gibi olmadı. 

Taehyung, bir başkasının Jungkook'u kötülemeye çalışmasından o kadar bıkmıştı ki Yoongi'den soğudu ve ona kin besledi.

Yoongi, Taehyung'un peşinden ayaklandı ve korkuyla "Sana bir şey mi yaptım?" diye sordu.

Taehyung bakım ürünlerinin olduğu reyona geldiği sırada adımlarını durdurdu ve Yoongi'nin yüzüne baktı. "Jungkook'a karşı hassasım."

"Bunun farkındayım..."

"O zaman bir dahaki sefere konuyu kocama getirmeye çalışma. Benimle arkadaşsan, sadece benimle ilgili konuş. Jungkook ile ilgili değil..."

Taehyung tekrar reyona döndü. Saç bakım ürünlerini incelemeye başladı. Kırmızı saç boyasını gördüğünde ise dikkati dağıldı, elleri istemsizce karton kutuya gitti. Bu esnada rüzgâr çanının sesi bir kez daha marketi doldurdu ve kapının açıldığını belli etti. Fakat o an Taehyung'u izleyen Yoongi, bu durumu umursamamak gibi bir hataya düştü:

"Saçlarını mı boyayacaksın?"

"Sanırım."

"Kırmızı sana çok yakışacaktır."

Taehyung bakışlarını Yoongi'ye çevirdi, "Sahiden yakışacağını düşünüyor musun? Daha önce hiç kırmızıya boyamadım..."

"Her halinle çok güzel gözükeceğine eminim."

O anlarda ikisi de karanlığa bürünmüş, bir çift göz tarafından dikkatle izlendiğini bilmiyordu.

Taehyung utanç bir edayla gülümsedi. Saç boyasını eline aldığı esnada, "Deneyeceğim." dedi. Başını önünde eğdiği için tam karşısında, kendisine korkunç bir öfkeyle bakan kocasını göremiyordu. "Umarım güzel olur."

"Güzel olacağına eminim ve görmek istiyorum." Yoongi telefonunu eline aldı ve "Sosyal medya hesabın var mı?" diye sordu, Taehyung'a. "Geçen gün bir hesaba takip attım ama sanırım o sen değildin..."

"Aslında var." dedi Taehyung, gülümseyerek. "Ama neredeyse hiç kullanmıyorum."

"Yine de seni ekleyeceğim." Yoongi telefonu Taehyung'a uzattı. "Bana hesabını göstermelisin, fotoğraflarını merak ediyorum."

Taehyung, Yoongi'nin telefonuna uzanmak için hareketlendi fakat o sırada, sanki bir kedinin ensesinden yakalanması gibi, Yoongi'nin arkasından sinsice yaklaşan Jungkook, Yoongi'yi tişörtünün ense kısmından yakaladı ve geriye çekti.

Jungkook'un bu beklenmedik, hırçın ve saldırgan davranışı Taehyung'un yüreğini hoplattı. "Jungkook ne yapıyorsun?!"

Jungkook o an kendisine korkuyla bakan kocasını ve markette olan oğlunu umursamayacak kadar öfkelendi. Bir ağacın köklerini toprağa salması gibi, parmaklarından kollarına doğru uzanan ve vücudunu sarıp boynuna ulaşan damarları patlayacakmış gibi kabardı. Kanı, adeta damarlarında fokur fokur kaynıyordu. Bedeninin alevler içerisinde yandığını hissetti; nefret hissi kendisini boğacak ve nefesini kesecek kadar güçlüydü.

Yoongi, Jungkook'tan boy olarak kısa ve cüsse olarak da küçüktü. Jungkook bu durumdan yararlanarak Yoongi'yi kendisine çevirdi ve yakalarından tutarak arkasındaki rafa sertçe çarptı. "Seninle gayet açık bir dille konuştum." dedi, boğazından hırıltı gibi dökülen kalın sesiyle. "Neden söz dinlemiyorsun? İstediğin şey sana zarar vermem mi? Ancak böyle mi benden korkman ve bana itaat etmen gerektiğini anlayacaksın?"

Yoongi, Taehyung'un yanlarında olmasının verdiği aptalca bir özgüvenle "Söz dinlemezsem ne olacak?" diye sordu. Jungkook'u alaya alarak, onu daha çok öfkelendirdiğinden habersizdi. "Adamların bu sefer de beni mi kaçırır?"

Jungkook bakışlarını sola, market kapısının olduğu kısma çevirdi ve gülmeye başladı. Bir taraftan çenesinin titremesini sağlayacak biçimde dişlerini sıkıyordu. Yoongi'yi fırlatır gibi bıraktı. Alev alev yanan bedeninin aksine buz kesen elleriyle yüzünü ovuşturdu ve "Benim kim olduğumu anlamak için, sınırlarımda geziniyorsun..." dedi, boğuk bir sesle. "Taehyung'u kıskandığımda ne kadar vahşi olduğumu bilmiyorsun... Beni yalnızca delirtmeye çalışıyorsun..."

Yoongi o anlarda Jungkook'a hiçbir anlam ifade etmeyecek biçimde, "Senden korkmuyorum." diyebilirdi fakat korktuğunu belli edecek kadar zeki bir adamdı.

Belinde metal bir parçayla dolaşan adam, Jungkook, bir anlık öfkeyle kendisine zarar verebilirdi. Yoongi böyle bir tehlikeyi göze alamadı. Kaldı ki amacına ulaşmıştı. Taehyung yanlarındayken "kaçırılma" meselesinden bahsetmişti. Bu yüzden geri çekildi ve Jungkook'a itaat ettiği gösterdi.

Jungkook, Yoongi'ye son defa baktı ve "Buradan ayrılma." dedi. "Seninle işim bitmedi, geri geleceğim."

Taehyung, Jungkook'a doğru birkaç adım attı. Kocasının boynunda seğiren damarları fark ettiğinde bu durum kendisini ürküttüğü için duraksadı. Jungkook'u daha önce hiç bu sinirli görmemişti. "Jungkook..." diyerek, incelttiği sesiyle kocasına seslendi. "Jihoon burada, lütfen gidelim artık."

Nadiren de olsa Taehyung, Jungkook'a ılımlı davranır ve sergilediği davranışları alttan alırdı. Çünkü Taehyung, Jungkook'un öfkesinin, yalnızca Yoongi'ye has olmadığını ve aslında Jungkook'un ruhunda, kilitli kapılar ardında sakladığı tüm nefreti dışarıya püskürttüğü için saldırganlaştığını fark etmişti.

Bu durum, yanmakta olan bir kibritin gür ve sık ağaçlarla dolu ormanın tam ortasına atılmasıyla birlikte oluşturduğu dehşet verici yangınla eşdeğerdi. Tek başına kibritin hiçbir değeri yoktu. Tıpkı Yoongi gibi. Fakat Jungkook'un ruhundaki öfke bir orman kadar büyüktü ve bazen, kızıl ve coşkulu bir ateş yakmak için yalnızca küçük bir alev yeterliydi; Jungkook'un alevi ise Yoongi oldu.

Продовжити читання

Вам також сподобається

12.5K 553 2
oneshot, domkook & subtae. "Zar havaya atılacak, gelen sayı ile mahvedeceksin beni Jeon Jungkook. "
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
229K 22.5K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
3K 197 12
"Ben bilmiyorum." "Neyi?" "Sevmeyi. Ben seni nasıl seveceğimi bilmiyorum." Bir süreliğine askıda Omegaverse Alfa kook Omega tae #topjk-1🍾 #jeontaeh...