Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

22| ''Taehyung wants to divorce me.''

1.2K 145 55
By dameadrasteia


22: "Taehyung wants to divorce me."


Taehyung gözlerini açtığında gecenin karanlığı ve ıssızlığı ile karşılaştı. Bununla birlikte vaktin henüz sabah olmadığını anladı. Sırt üstü vaziyette kendi yatağında yatıyordu. İlk olarak hissettiği şiddetli bir baş ağrısı oldu. O anlarda bayıldığını hatırlamıyordu. Yalnızca yorgun hissediyor, uyuya kaldığını sanıyordu.

Gözlerini hafifçe araladı ve karanlığa alışmasını bekledi. O esnada kalkmak ve saate bakmak istiyordu. Jihoon'un kaç saattir yapayalnız, ailesinden uzakta olduğunu hâlâ bilmiyordu. Alt dudağı titremeye başladı, gözlerinde yaşlar birikti. Yeni uyandığı için fazla hassastı; ağlamamak için büyük bir çaba gösteriyordu, fakat dört yaşındaki minik oğlundan uzaklaşmak zorunda kalmış bir baba olarak, kendisini tutması çok zordu.

Komodinin üzerinde bulunan küçük saate bakmak için kalkmayı denedi fakat başarılı olamadı. Bedeni o kadar yorgundu ki hareket edemiyordu. Elleri ve ayakları hâlâ uyuşuktu. Bunu algıladığında Taehyung, yardıma ihtiyacı olduğunu düşündü. Evlenirken söylenen, iyi günde ve kötü günde kavramı yeniden anlam kazandı.

Taehyung bitmek üzere olan bir evliliğe sahipken bile dudakları arasından kocasının ismini fısıldadı:

"Jungkook neredesin?"

Kısık sesini kendisi bile duymakta zorluk çekiyordu. Boğazını temizledi ve bir kez daha "Jungkook." Diyerek eşine seslendi. Zihnindeki şiddetli sarsıntılar nedeniyle kulakları uğulduyordu. Sesini duyuramadığını düşündüğü için Jungkook'un ismini birkaç defa daha tekrarladı. Yataktan kalkmak için eşine ihtiyaç duyuyordu.

"Sevgilim buradayım." O anlarda kendisinin duymakta zorlandığı ses Jungkook tarafından direkt algılandı. Jungkook yatağın sağ köşesinde bulunan koltukta oturuyor, saatlerdir Taehyung'un uyanmasını bekliyordu. Süratle ayağa kalktı ve "Bebeğim?" diyerek, bakışları boşlukta gezinen eşinin kendisine bakmasını sağladı. Sonra Taehyung'un yanına, yatağın bitişiğine geldi. Dikkatle eşinin yüzüne bakmaya başladı. İyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. "Buradayım bebeğim, buradayım tamam mı? Yanındayım."

Taehyung kuruyup çatlamış olan dudaklarını zorlukla araladı. Dilini dudaklarının üzerinde yavaşça gezdirdi. Zorlanarak "Jihoon." Diye fısıldadı. "Oğlum... oğlum nerede?"

Taehyung'un gözleri karanlığa alışmıştı. Artık Jungkook'un yüzünü karanlıkta ayırt edebiliyor fakat gözlerine bakmayı bir türlü beceremiyordu. Jungkook'un parlaklığını ve canlılığını yitirmiş irisleri simsiyahtı. Bu da Taehyung'un eşinin gözlerinin içine bakmasını imkânsız hale getiriyordu. Taehyung bir kez daha "Jungkook?" diye sordu ve ölüyü andıran gözlerin sahibine, karanlıkta, korku ve çekingenlikle bakmaya çalıştı. "Jungkook neden cevap vermiyorsun?"

Jungkook henüz Namjoon'dan haber almamıştı. Bu yüzden eşine "İyi misin bebeğim?" diye sordu ve kendisine yöneltilen soruyu duymazlıktan geldi. "Beni çok korkuttun, gerçekten çok fazla. Şimdi iyisin öyle değil mi?"

Taehyung gözlerini birkaç defa ağır ağır kırpıştırdı. "Tüm bu yaşananlardan sonra sahiden iyi olmamı bekliyor musun?"

Jungkook komodinin üzerinde bulunan gece lambasını yaktı. Eşinin gözleri ışığa karşı hassastı. Bu yüzden ışık açıldıktan sonra, Taehyung, yarım dakika kadar gözlerini kapalı tuttu. Jungkook için bu görüntü çok sevimliydi. Taehyung'u sıkıca kapattığı göz kapaklarının üzerinden yumuşak şekilde öptü. "Üzgünüm sevgilim. Her şey için çok ama çok üzgünüm."

Taehyung göz kapaklarının üzerinde hissettiği yumuşak baskılar ile gözlerini yavaşça araladı. Jungkook'un düzenli soluklarını yüzünde hissediyordu. Bu durum kendisini rahatsız etti. "Lütfen geri çekilir misin?"

"Taehyung yapma böyle." Derken Jungkook'un sesi hüzünlü bir hal aldı. "Sana dokunmama izin ver güzelim, lütfen. Ben senin kocanım."

"Artık istemiyorum Jungkook."

"Bana kızgın olduğunu biliyorum ama-"

Taehyung eşinin sözünü kesti. "Sana kızgın değilim. Ama biliyor musun? Keşke kızgın olsaydım. O zaman bizim için bir umut ışığı olabilirdi. Çünkü kendimi tanıyorum Jungkook. Öfkem saman alevinden farksız; çabucak yanar, sonra söner ve ben her şeyi unuturum. Yine eskisi gibi olurum. Keşke bunu başarabilseydim... keşke. Böylece kaybetmiş olduğumuz evliliğimizi geri kazanabilirdik."

"Hâlâ kazanabiliriz. Ben... buna inanıyorum. Benim ruhumda hâlâ yanmayı sürdüren bir umut ışığı var. Sen yeter ki söndürmeme izin verme. Bebeğim... sen sadece bana bir şans daha ver. O zaman göreceksin. Her şey düzelecek. Evliliğimizi toparlayacağız. Eskisi gibi olacağız."

Taehyung'un gözlerinde yaşlar birikti. Bal rengini andıran açık kahverengi irisleri, loş ışığın altında parıldıyordu. Yattığı yerden zorlukla kalktı ve sırtını yatak başlığına yasladı. "Sana neden kızgın değilim biliyor musun? Çünkü artık her şey bitti. Bu sanki bir mumun, günler boyunca yanıp ardından tamamen sönmesi ve aydınlattığı her yeri de karanlığa kavuşturması gibi. Her seferinde acılar içerisinde ruhumun yanıp kül olmasına izin verdim; çünkü ailemi ayakta tutmak, kendi ışığımla aydınlatmak istiyordum. Şimdi ise tamamen yandım ve geriye yalnızca küllerim kaldı Jungkook. Bu yüzden ışık tutmaya çalıştığım ailemde, benimle karanlığa mahkûm edildi."

Taehyung'un gözyaşları birbiri ardına dökülmeye başladı. Başını önüne eğdi ve sessizce iç çeke çeke ağladı. "Böyle olmasını istemezdim." Diye fısıldadı. Ufak bir çocuk gibi dizlerini kendisine çekti, ellerini de bacaklarının etrafına sardı. Yatakta küçücük kalmıştı. Sessizce ağlıyordu.

Ve Jungkook, Taehyung'un bu haldeyken bile kızını düşündüğünü, sesini ona duyurmaktan çekindiğini anlamıştı. Jungkook'un da gözleri doldu; fakat o Taehyung'un bu kadar güzel bir eş ve baba olmasına ağlamak istiyordu.

"Ama artık yapamam Jungkook. Ben bu gece yaşadıklarımı atlatamam. Dört yaşındaki oğlumun odasında mışıl mışıl uyuduğunu sandım. Ve daha sonra gittiğimde," derken hıçkırdı ve solukları boğazına dizildiği için kısa süreliğine konuşamadı. "Gittiğimde yatağının bomboş olduğunu gördüm. Oğlum orada değildi Jungkook."

Jungkook, Taehyung'un acısını kendi yüreğinde hissediyor ve oğlunun yokluğunda duyduğu hüznü dışarıya atmak ister gibi acıklı bir sesle konuşuyordu; "Daha önce söyleyemediğim için affet beni. Yapamadım. Sana oğlumuzu kaçırdılar diyemedim Taehyung. Çok korktum. Özür dilerim."

"Jungkook mesele bu değil. Mesela oğlumuz... bizim oğlumuz masumdu. Şu an kaçırıldığından habersiz bir şekilde amcasıyla vakit geçiriyor ve buna sevindiğine eminim. Seokjin son gelişinde ona araba almıştı. Bunu hatırlıyor... ve sözde amcası olan o adama sevgi gösteriyordur..."

Taehyung ellerinin tersiyle ıslanan yanaklarını sildiğinde yüzünde buruk bir tebessüm canlandı. Jihoon'un sevimli hallerini anımsadı; daha şiddetli ağlamak istiyordu. İç çekişlerini durduramıyor, sürekli olarak göğsü şişip iniyordu. "Amcası sanıp, babasına benziyor diye sevdiği o adam, aslında bizim oğlumuzu kaçırdı; senin ağabeyin bizim oğlumuzu kaçırdı Jungkook." Dedi.

İkisi de o anlarda bu gerçeği kabullenmekte zorluk çekiyordu. Çünkü bu evlilikleri boyunca başlarına gelen en büyük felaketti ve ikisinin de ileriye dönük atlatmayı beceremeyeceği bir kâbus olarak kalacaktı.

"Jihoon tertemizdi, masumdu, dünyanın gerçeklerinden habersiz, küçücük bir çocuktu." Derken Taehyung, kocasının gözlerinin içine baktı. "Seokjin'in merhametsiz, kalpsiz, çirkin bir adam olduğunu bildiğin halde, onun bizim evimize gelmesine nasıl göz yumdun? Oğlumuza zarar verme ihtimalini hiç mi düşünmedin?"

"Düşünemedim." Dedi Jungkook. "Ben öz ağabeyimin bana karşı bu kadar nefret dolu olabileceğini düşünemedim."

"Bunu anlayabiliyorum." Derken Taehyung'un sesi şefkat doluydu. Her ne olursa olsun Jungkook'un ağabeyi tarafından uğradığı acımasızlıklar onun da kalbini kırıyordu. Fakat o anlarda asıl üzüntüsü başkaydı:

"Fakat anlamak istemediğim şey şu, sen ağabeyinin benim çocuklarımı tehdit ettiğini biliyordun. Ve bunu bildiğin halde, benden sakladın. Eğer ben bilseydim; Seokjin'in Jihoon'u tehdit ettiğini bilseydim, oğlumu bir saniye olsun yalnız bırakmazdım anlıyor musun? Çocuklarımın evde kalmasına izin vermezdim. Jihoon'un kaçırılmasına göz yummazdım. Seninle yemeğe çıkmazdım. Oğlumuzu savunmasız bırakmazdım."

Zaman, şimdi Jungkook için ters çevrilen kum saatinde, kumun hızla aşağı dökülmesi gibi süratle değil, rüzgârın yavaşça üfleyip sürüklediklerini usulca götürmesi gibi yavaş akıyordu; eşiyle konuşma şansı olduğu bu kısa fakat yavaş ilerleyen zaman diliminde kendisini açıklamaya çalışıyordu. Fakat sonuç başarısızdı. Taehyung her konuda kendisine göre haklıydı ve Jungkook'un onu suçlaması, kendi suçlarını aklaması imkansızdı.

Bir idam mahkumunun son günüydü; Jungkook eşinin söylediği tüm sözleri kabulleniyor ve kendisinden adım adım uzaklaşmasına göz yumuyordu.

"Suçlu olduğumu biliyorum. Sana tüm bunları söylemeye cesaret edemedim. En başından Seokjin'in bizim için bir tehdit olduğunu anlatamadım. Bunun için çok üzgünüm bebeğim."

"Ama üzgün olman bana oğlumu geri getirmiyor Jungkook."

"Yakında Jihoon geri gelecek, söz veriyorum." Jungkook ellerini Taehyung'un ellerinin üzerine koydu ve sıktı. "Oğlumuzu bize geri getirecekler. Çok az kaldı. Sabaha karşı uyandığımızda oğlumuz yine bizimle olacak."

"Getirecek olan kişi kim? Sen oğlumuzu kimlere emanet ettin Jungkook?"

Jungkook, Namjoon'un kim olduğunu eşine nasıl açıklayacağını bilemedi. Namjoon için bir mafya diyebilir miydi? Buna emin değildi. Onun yalnızca saygıdeğer bir ailenin oğlu olduğunu biliyordu. Ve Namjoon ile ilgili aslında yeterli bilgiye sahip olmadığını söylerse, Taehyung, oğlumuzu tanımadığın bir adama nasıl emanet ettin diyerek, haklı olarak Jungkook'un üzerine gelecekti.

Jungkook bu yüzden Namjoon için "Arkadaşım." Dedi ve Taehyung'a alenen yalan söyleme ihtiyacı duydu. "Namjoon benim arkadaşım sevgilim. Ve bu süreçte bana sık sık o yardım edecek." Bu doğruydu. Namjoon ile aralarında bir ittifak vardı. Birlikte Seokjin ile mücadele edeceklerdi. "Ona güvenebiliriz. İnan bana kötü biri değil. Oğlumuz için en az benim kadar çabaladı."

Taehyung bambaşka bir detaya takıldı. "Bu süreç diyerek bahsettiğin şey ne?" diye sordu. Çünkü hiçbir şey anlamıyordu. Jungkook'un cümleleri, ona bir hazırlık içerisinde olduklarını hissettirdi. "Amacını anlayamıyorum. Neden hazırlanıyorsun? Neden yanına birilerini alıyorsun? Bu güç savaşının nedeni nedir? Seokjin'den kurtulmaya mı çalışıyorsun?"

Bu Jungkook için beklenmedik bir soruydu. Seokjin'den tam anlamıyla kurtulmak istediğinden beri, tek endişesi kocasıydı ve Taehyung şimdi bu soruyu ansızın kendisine sormuştu. "Neden böyle düşünüyorsun? Seokjin'den nasıl kurtulabilirim ki?" dedi ve masum rolüne büründü. Eşi o anlarda aklında, Seokjin'den kurtulmak için onlarca planı olduğundan habersizdi.

"Çünkü ben hiçbir şey anlayamıyorum. Namjoon Kim? Seokjin senden ne istiyor? Benim oğlumu senin ağabeyin neden kaçırdı? Ona ne yaptın? Hangi insan, daha doğrusu hangi yürek, vicdan ve merhamet sahibi bir insan... dört yaşındaki oğlumuzu hedef alacak kadar senden nefret edebilir? Eğer ortada böyle bir nefret söz konusuysa, nasıl anlaşacak ve sorunlarınızı çözeceksiniz? En önemlisi de o zamana kadar çocuklarımızın güvenliğinden nasıl emin olacağız?"

Jungkook bu soruların cevabını kendisine bile veremiyordu.

Bu yüzden Taehyung'a hiçbir şey söylemedi ve sustu. Suskunluğu ise o anlarda Taehyung'u öfkelendiriyordu. Çünkü Taehyung çocuklarının güvenliğinden endişe eden bir babaydı; Jungkook'un bir hamle yapmasını bekliyordu. Bu yüzden ona "Seokjin'den kurtulacak mısın?" diye sormuştu.

Aslında, üstü kapalı bir şekilde de olsa bitmiş evliliklerinin ardından Taehyung, Jungkook'a açık bir kapı bırakıyordu.

Yine de Jungkook'tan bir cevap alamadı. Jungkook, muhtemeldir ki eşinin ne söylemek istediğini bile anlamamıştı. Karmakarışık zihni doluydu ve düşünme yetisini kaybetmiş gibiydi. "Jungkook bana neden hâlâ net bir cevap vermiyorsun? Neden hâlâ susuyorsun? Ya da neden hâlâ... yalan söyleme ihtiyacı duyuyorsun?"

"Yalan söylemiyorum Taehyung."

"Emin misin? Çünkü Namjoon denilen adamın senin arkadaşın olmadığına eminim. Fakat sen buna rağmen gözlerimin içine baka baka bana yalan söylüyorsun."

Aslında Taehyung beş senelik kocasını neredeyse hiç tanımıyordu. Bu zamana kadar ise yalnızca tanıdığını sanmıştı; ancak Jungkook kendisine o kadar yalan söylemişti ki, artık kocası yalan söylerken yüzünün aldığı ifadeyi ezberleyen Taehyung, kendisine yalan söylendiğini rahatlıkla anlayabiliyordu; bu da Taehyung için hayatın acımasız gerçeklerinden yalnızca bir tanesiydi.

Eşini tanıdığı tek bir konu vardı, o da yalan söylerken ki hal ve tavırlarıydı.

Jungkook göğsünü şişirecek türden güçlü bir soluğu ciğerlerine çekti. Söylemek istememesine rağmen, "Namjoon aslında Seokjin'in sevgilisi." Diyerek, asıl olanı ortaya serdi.

Taehyung hiçbir anlam ifade etmeyen bakışlarıyla Jungkook'un suratını dikkatle inceledi. "Bir keresinde eve geç gelmiştin ve bana haber vermemiştin. Eve geldiğinde, sana nerede olduğunu sordum ve sen de ağabeyinin sevgilisinden ayrıldığını söyledin. Sevgilisi yurtdışına gittiği için ağabeyin üzgünmüş... sen de onu teselli etmişsin."

Jungkook için en büyük sorun, söylediği yalanların çokluğu sebebiyle, ileri dönük o yalanların hiçbirini hatırlamamasıydı. 

İrileştirdiği gözleriyle, korkak bir çocuk misali Taehyung'a kaçamak bakışlar attı. "Evet, söylediğimi hatırlıyorum." Dedi, fakat hiçbir şey hatırlamıyordu.

Taehyung bir kez daha Jungkook'un yalan söylediğini sezdi. "Bu da söylediğin yalanlardan yalnızca bir tanesiydi, değil mi?"

Jungkook birkaç dakikalığına susmak zorunda kaldı, çünkü düşünmesi gerekiyordu. Ve bu durum, Taehyung için öyle acınacak bir şeydi ki düşmüş olduğu duruma dokunaklı bir tebessümle karşılık verdi. 

"Söylemiş olduğun yalanların içerisinden, gerçek olanı mı bulmaya çalışıyorsun?"

Jungkook'un bakışları siyah çarşafın üzerinde geziniyordu. Konuşmaya cesareti yoktu fakat Taehyung ikinci kez kendisine laf attığında, mecburen bakışlarını kaldırdı ve eşinin suratına çevirdi. Taehyung'un gözlerine yalnızca birkaç saniyeliğine bakabilmişti. "Evet." Dedi ve hemen sustu.

Jungkook Tanrı'nın kendisine bağışlamış olduğu beyni bir yalan makinesine dönüştürmüştü. Bu yüzden sürekli olarak, her şeyi inkâr etme eğilimi vardı. Bazen dürüst olmak istese bile, kendisini bulunduğu durumdan kurtarmak için çalışan beyni, yalan söylemeye konumlanıyor ve Jungkook sırf bu yüzden, eşine dürüst olmak istediği anlarda bile yalan söylüyordu.

Bu da o anlardan yalnızca bir tanesiydi. Yine yalanlarını ardı ardına söylemiş, Taehyung'un kendisine olan güveninin yerlere serpilmiş parçalarını da un ufak etmişti. 

Şimdi ise hatırlamaya çalışıyor, söylemiş olduğu yalanları, dürüstlüğüyle örtbas etmeyi deniyordu fakat bu kendisi için çok zordu. Jungkook hiçbir zaman sağlıklı bir zihne sahip olmamıştı. Bu sebepten, zihninde yer edinen tüm bilgiler kesik kesik bulunuyordu.

Taehyung, Jungkook'un konuşmayacağını anlamıştı. Jungkook her zaman olduğu gibi boşluğa bakıyor ve sadece düşünüyordu. Bunun sonunun gelmeyeceğini anlayan Taehyung, "Ne düşündüğünü benimle paylaşman gerekiyor." Diyerek, üçüncü kez Jungkook'un suskunluğuna rağmen konuştu. "Düşünmeyi bırak artık. Söylediğin yalanların bir sonu olmadığı gibi, düşünmenin de bir sonu olmayacak."

Taehyung'un konuşma çabasına rağmen Jungkook, eşini dinlemiyor ve düşünmeye devam ediyordu. Bilincinin en dip noktalarına ulaştı ve kaşlarını hafifçe çattı. Aniden saklamakta olduğu bir gerçeği daha hatırladı: 

Park Jimin.

Jungkook bu zamana kadar Taehyung'a Jimin'den hiç bahsetmemişti. Eşi, Jungkook'un bir katilin avukatlığını yaptığını bilmiyordu. Muhtemeldir ki Taehyung'a ağabeyinin sevgilisiyle ilgili yalan söylediğinde de aslında Jimin'i cezaevine ziyarete gitmişti. 

Jungkook bir kez daha utanç içerisinde bakışlarını eşinden kaçırdı, "Ağabeyimi teselli ettiğim gerçeği de yalandı. O zamanlarda ağabeyimle kavgalıydık ve aramızdaki rekabet ortamı çoktan baş göstermişti. Kaldı ki ağabeyimin yurtdışına giden bir erkek arkadaşı da olmadı. O günde sana yalan söyledim."

Jungkook, Jimin'den bir kez daha bahsetmedi ve konuyu yalan söylediğini itiraf ederek kapattı; tekrar yalan mekanizmasının içinde dönüp dolaşmaya başladı. 

Çünkü Taehyung'un gözlerinin içine baktığında onun artık tüm bunları kaldıramayacağını fark etmişti. Sahiden de Taehyung artık gerçekleri duymak istemiyordu, hiçbir şeye karşı tahammülü kalmamıştı.

Bu yüzdendir ki Jungkook'un yalan söylediğini bile bile kocasına öfkelenmedi. Yalnızca, ona tek bir soru sordu. "Bana söylediğin hiçbir doğru yok mu?"

Taehyung, beklenti dolu bakışları eşine çevirdi. Aylar boyunca kendisine söylenmiş olan cümlelerin içinden tek bir tanesinin dürüstlük barındırması için, Taehyung eşine adeta yalvarıyordu; bu durum hiç olmadığı kadar ağrına gitti.

Huzurlu ve mutlu yuvalarının geldiği son nokta, yakıcı bir sıcaklıkta kavrulmaktan bile daha acı, daha dokunaklıydı.

Jungkook eşinin gözlerinin içine baktığında, ona, "Seni çok seviyorum dediğim her an dürüsttüm." Dedi. 

Yalnızca eksik olan bir şey vardı; artık ses tonu bile inandırıcılığını yitirmişti. Özgüvensiz, cansız, soluk ve güvensiz hissettiriyordu. Bu yüzden Taehyung, Jungkook'a boş gözlerle baktı.

Karşısında gördüğü adamı, kocasını, yabancı diye nitelendiren Taehyung, bu cümlenin samimiyetine inanmak istemedi. Dürüst bir şekilde, "Artık sana inanmak içimden gelmiyor." Dedi. "Eğer beni sevseydin, evliliğimizi, aramızdaki aşkı mahvedeceğini bile bile yalan söylemeye devam edebilir miydin? Yoksa tüm bu gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığımda ne kadar mahvolacağımı ve üzüleceğimi bilerek, bana acır ve dürüst mü olurdun?"

"Ben her ne yaptıysam mecbur bırakıldığım için yaptım."

"Yedi sene önce, henüz ilk defa tanıştığımızda, bana hayatınla alakalı yalan söylemek zorunda değildin." Diyerek Taehyung, Jungkook'a direnmeyi ve söylediklerine inanmayacağını belli etmeyi sürdürdü. "Fakat sen yalan söylemeyi tercih ettin. Şimdi ise sevgiden aşktan bahsediyorsun. Artık ne önemi kaldı ki? Söyle bana? Birbirimize hissettiğimiz sevginin ve aşkın ne önemi kaldı Jungkook?"

Jungkook'un tutunmakta olduğu son dalı, mahvolmuş evliliklerine rağmen sahip oldukları yoğun aşktı; fakat Taehyung bu aşkı önemsiz kabul etti ve Jungkook'un tutunmakta olduğu dalı, hiçbir acıması olmadan kopardı.

Jungkook göğüs kafesinin ardında keskin bir sızı hissetti. Bu acı öyle yoğun hissettiriyordu ki dayanamayacağını sandı. Sanki kalbi atmayı bırakmış gibiydi. 

Nefesinin tamamen kesildiğini fark etti. "Nasıl böyle düşünürsün?" diye sordu. Göğsü hızla şişip iniyordu. "Birbirimize olan aşkımızı ve sevgimizi nasıl değersizleştirirsin?"

"Bunu ben yapmadım Jungkook." Dedi Taehyung. Sesi yorgun ve bezmişti. Açıkça bu konuşmaya daha fazla devam etmek istemediğinin sinyallerini veriyordu. "Bunu bize sen yaptın."

"Senin açından her şeyin bittiğini biliyorum." Jungkook bu gerçeği artık kabul ediyordu. "Evliliğimizi çoktan bitirdin. Bana ilk defa boşanmayı söylediğin o gün... zihninde zaten bu fikir vardı. O günden itibaren ise sürekli bu düşünce aklında dönüp dolaştı. Asla vazgeçmedin. Yalnızca erteledin. Öyle değil mi?"

Jungkook öfkelendiğini hissediyordu. Bilinci bulundukları bu durumdan Taehyung'u suçlamaya oldukça meyilliydi; Taehyung'un son birkaç haftadır sürekli boşanma fikriyle yaşadığını sanıyordu. Şu an ise, boşanmayı istediği ve artık kendisini sevmediği için barışmaya yönelmediğini, direkt olarak boşanalım diyerek konuyu kestirip attığını düşündü.

Taehyung başını usulca iki yana salladı. "Hayır. Seninle konuştuğumuzda boşanmak fikrinden tamamen vazgeçmiştim. Hatırlamıyor musun? O gün seninle defalarca kez seviştim. İkimizde her şeyin eskisi gibi olduğunu hissettik. Bu kararı ertelemiş olsaydım eğer o gün yüzüne bile bakmazdım."

Jungkook'un gözleri karanlığa büründü. Artık irisleri ışıktan tamamen yoksundu. Taehyung onun bakışlarından ve şiddetle sarsılan bedeninden ürküyordu. "Şu an da yüzüme bakmıyorsun." Jungkook elleriyle yüzünü ovuşturdu. "Sana dokunmama bile tahammül edemiyorsun!"

Jungkook ansızın öfkeyle bağırdı. Taehyung eşinin bu beklenmedik tepkisi karşısında şok oldu. Gözleri irice açıldı. Ürkek bakışlarını Jungkook'un yüzünde gezdiriyordu. Yatakta geriye doğru çekilmek istedi ama yapmadı. Yalnızca sustu. 

Jungkook'un ruhunda yer edinen acı, keder, hüzün ve tükenmişlik hissini ancak bu şekilde, bağıra çağıra dışarı atabileceğini biliyordu. Can çekişen ruhun huzura kavuşmasını istediği için Taehyung, Jungkook'un kendisine bağırmasına izin verdi:

Jungkook öfkeli soluklarının arasında "Bana bir yabancıymışım gibi hissettiriyorsun ama ben yabancı değilim!" diye bağırdı. Bunu kabullenemiyordu. En çok da Taehyung'un kendisine "yoldan geçen sıradan bir adam" muamelesi yapmasına kızmıştı. "Ben seninle beş yıldır aynı yatağı paylaşıyorum! Beş yıldır sen her gün bana kocam diyorsun!"

"Beş yıldır aynı yatağı paylaştığımıza emin misin? Çünkü ben geceler boyunca yalnız yattığım bu yatağın oldukça aşinasıyım. O anlarda sen yoktun... ben yalnızdım. Çünkü sen muhtemelen bir yerlerde ağabeyinle silah kaçakçılığı yapıyordun."

Jungkook hırsla ayağa kalktı. "Kahretsin!" Odanın içerisinde sağa sola yürümeye başladı. Elleriyle yüzünü tokatlar gibi sertçe ovuşturdu. "Kahretsin. Taehyung... şimdi ne yapacağım?" derken o anlarda kendi kendisiyle konuşuyor gibiydi. Taehyung cevap vermedi. "Kahretsin!"

Jungkook eşiyle yapmaya çalıştığı konuşmanın hiçbir zaman kendi lehine dönmediğini fark etti. Bu durum kendisini o kadar boğuyordu ki, kışın ortasında, hava neredeyse eksi derecelerdeyken sırtından aşağıya inen ter damlalarını hissediyordu. Balkona ilerledi, kapıyı açtı. Yarım dakika boyunca derin derin soluklandı. Ciğerleri temiz havayı sevinçle karşıladı. Biraz olsun sakinleşebilmişti.

"Henüz her şey çok taze." Derken Jungkook arkasına döndü ve dalgın bir şekilde boşluğu izleyen kocasının yüzüne baktı. "Duymuş olduğun şeyleri hazmetmen ve tekrar düşünmen için... biraz daha süreye ihtiyacın var. Seni rahat bırakacağıma söz veriyorum. Fakat... Taehyung," Tekrar yatağın yanına döndü ve Taehyung'un ayak ucuna yaklaştı:

"Bu evi terk etmek düşüncelerin arasında asla yer almasın. Sen ve çocuklarım hiçbir yere gitmeyeceksiniz."

Taehyung başını önüne eğmişti. Boş gözlerle dizlerinin üzerine yerleştirdiği parmaklarını inceliyordu. Fakat Jungkook'un kendisine yönelttiği emri duyduğunda başını şiddetle havaya kaldırdı. Kendisiyle bu şekilde küstahça konuşmasına çok şaşırdı ve sinirlendi. Gözlerinin içine baktığı adamın, tamamen bir yabancı olduğunu anlamıştı; şu an gördüğü kişi tanışıp evlendiği adam değildi artık.

Ve böylelikle Taehyung, Jungkook'un asıl benliği ile sonunda karşı karşıya geldi.

Jungkook'un asıl benliği çok hiddetliydi. Taehyung'u kaybetmek üzere olduğunu biliyor, bu da çıldıracakmış gibi hissetmesini sağlıyordu; çünkü en başından beri Taehyung'a takıntılı olan taraf asıl benlikti.

Jungkook kendi benliğini saklamakla uğraşırken hem eşini kaybetmiş hem de yetmezmiş gibi boşanacaklarını direkt olarak kabullenmişti. Asıl benliğin ise bu ayrılığa asla tahammülü yoktu ve Jungkook'u öfkeliydi. Tüm bunların suçlusu oydu; ezilmeyi kabul eden, pısırık davranan, tüm haksızlıklara karşı susan, son ana kadar eşine yalan söyleyen... tüm bunların sebebi alt benlikti.

Kendi kişiliğini saklamaya çalışırken geri kalan her şeyi kaybedecek kadar aptalca hareket etmişti.

Şimdi asıl olan Jungkook tüm bu sorunları düzeltecekti. Taehyung'u geri kazanacaktı. Bunu yaparken ise yalan söylemeyi bir kenara bırakacak, her daim dürüst ve güvenilir bir adam olacaktı. Yavaş yavaş ilerleyecekti fakat Taehyung'a kaybettiği tüm duyguları geri kazandıracaktı. Taehyung'un tekrar âşık olabileceğine olan inancını tazeleyecekti. Her şeyi yoluna koyabileceğine inanıyordu çünkü Jungkook'un aksine o hiç olmadığı kadar kendisine güveniyordu.

Tek yapması gereken alt benliğini yok etmekti. Çünkü Taehyung ile baş başa olduğu her an duygularına yenik düşüyor ve duygusal kişilik ortaya çıkıyordu. Buna bir son vermeliydi. Taehyung'un gözlerinin içine saniyelik olarak baktı ve bakışlarını kaçırdı. Odadan hızlıca çıktığında Taehyung arkasından baka kaldı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sormasına bile fırsat kalmadı. Jungkook yatak odasını terk etti ve kapıyı da arkasından sertçe, Taehyung'un yüreğini hoplatacak şekilde kapattı.

Asıl benlik gitmeye ve konuşmayı sonlandırmaya karar vermişti. Çünkü bilinçli düşünüyor, stratejik hamlelerde bulunuyor ve duygusal hareket etmiyordu. Bu yüzden şimdi Taehyung'u rahat bırakması gerektiğinin bilincindeydi. Hem kendisi de Taehyung'un dinlendiği bu süre zarfından yararlanacak, Jungkook'un bedenini ele geçirme fırsatı yakalamışken yapması gereken tek şey için harekete geçecekti:

Seokjin ile hesaplaşması gerekiyordu.

***

Jungkook odadan çıkıp gittikten sonra Taehyung bir kez daha uyuyakaldı. Hem çok yorgundu ve vücudu uyku uyumak istiyordu hem de depresif hissettiği için, hüzün, keder ve acı, onu uykuya itiyordu. Bu şekilde devam ederse zaman geçtikçe içine kapanacaktı. Bunu o da biliyordu. Fakat o kadar berbat bir haldeydi ki artık kendisine yardımcı olacak gücü yoktu ve bu yardımı çevresinden bekliyordu.

Taehyung uyumayı sürdürürken, minik bir beden yatak odasının önüne ulaştı. Kapıyı yavaşça açtı. Küçük, çıplak ayaklarının ses çıkarmamasına dikkat ediyor ve parmak uçlarında yürüyordu. Oysa zaten ses çıkaracak kadar güçlü adımlar atamıyordu... Bunun için henüz çok minikti.

Jihoon sessiz olmaya çalışıyordu çünkü Jungkook babası ona Taehyung babasının uyuması gerektiğini söylemişti. Jihoon bunu tekrar hatırladı, ilk önce minik, dolgun dudaklarını büzdü. Ardından ise adım atmayı bıraktı. Olduğu yerde dikilmeye başladı. "Ama Taehyung babamı çok özledim... nasıl dayanacağım? Hem uyandırmayacağım ki... yalnızca öpeceğim ve ben geldim babacığım diyeceğim."

Jihoon bunu düşündüğünde babasına herhangi bir zarar vermeyeceğini fark etti. Yatağın yanına yaklaştı. Taehyung sağ tarafına dönmüş şekilde uyuyordu. Bacaklarını karnına doğru çekmiş, kollarını da bedenine dolamıştı. Pembe fakat boyası iyice aktığı için çilek sarısına dönen saçları yüzüne dökülüyordu. Sağ yanağını yastığa bastırdığı için dudakları ileri doğru büzülmüştü ve bu haliyle çok sevimli gözüküyordu.

Jihoon yumruk yaptığı elleri arasına yatak örtüsünü sıkıştırdı ve zorlukla yatağın üzerine tırmandı. Daha sonra yatağa oturdu ve babasını incelemeye devam etti. "Çok minik gözüküyor..."

Taehyung kulağına dolan pamuk kadar yumuşak, okşayıcı, hoş mırıltıları işitiyor fakat uyku halinde olduğu için kendisini rüyada sanıyordu. Bu esnada yanağına kondurulan tatlı öpücükleri hissetti. Jihoon'un minik ve yumuşak dudakları ilk önce babasının yanağını, sonra gözlerini ve en sonunda da saçlarını buldu. Jihoon babasını güzel güzel ve defalarca kez öptü. 

"Sevgi saati yapıyoruz baba." Derken ise kendi kendisine konuşuyor ve sevimli şekilde gülüyordu.

Jihoon babasını doya doya öptükten sonra başını, babasının boynuna sakladı ve kokusunu solumak ihtiyacı hissettiği için, burnunu hafifçe babasının boynuna sürttü. Taehyung bundan huylanmıştı. Kıpırdanmaya başladı ve uyku sersemi şekilde anlamsız mırıltılar çıkardı.

Jihoon hemen başını kaldırdı. Babasının yüzüne şaşkın bir şekilde baktı. Parlak gözleri irileşmişti. "Huh?"

Taehyung gözlerini yavaşça açtı. Gördüğü ilk görüntü Jihoon'un kendisine iri gözleriyle bakmasıydı. Şimdi ikisi de far görmüş minik tavşanlara benziyordu. 

Taehyung, uyandığı anda Jihoon'u gördüğü için sersemleşmişti. Jihoon ise babası kendisine garip olarak adlandırabileceği bakışlar attığı için şaşırmıştı.

Taehyung kekeleyerek "Jihoon?" diye sordu. "Sen... gelmişsin."

Jihoon o anlarda aslında kaçırılmış olduğunu ve Taehyung'un onu ne kadar çok merak ettiğini bilmiyordu. Bu yüzden saf saf babasının yüzüne bakmaya devam etti. "Ben bir yere gitmedim ki! Amcam beni gezmeye götürdü." Dudaklarını büzdü, "Ama yolda uyuyakalmışım... o yüzden de geri getirdiler sonra!"

Jihoon'un neşeyle konuşması babasının gözlerinde biriken yaşlarla birlikte son buldu. Jihoon "Neden ağlıyorsun baba?" diye sordu fakat sorusuna cevap alamadı. Taehyung kendisini ağlamamak için sıkıyor, alt dudağını sertçe ısırıyordu.

Hemen Jihoon'u kucakladı. Minik oğlunu kolları arasına aldığında sıkıca sarmıştı. Simsiyah saçlarını defalarca kez öptü. Sırtını usulca okşadı. Jihoon'un başını göğsüne yaslamasını sağladı. Oğlunun tekrar kolları arasında ve sağlıklı olmasına o kadar duygulandı ki gözlerinden yaşlar süzülüyor fakat sessizce ağlamaya hayret ediyordu. Jihoon babasının ağladığını anlayamadı. Yalnızca göğsünün nasıl inip kalktığını hissetti.

"Eğlendin mi peki?" Taehyung bu soruyu sorarken çok fazla zorlandı. "Amcan ve sen... eğlendiniz mi?"

"Pek değil." Jihoon dudaklarını büzdü, "Muzlu süt sevmediği için onunla eğlenemedim."

"Sadece bu yüzden mi?" Taehyung bu soruları Jihoon'un tam olarak ne yaşadığını merak ettiği için soruyordu. "Başka bir sebep var mı?"

Jihoon başını babasının boynundan kaldırdı. Ellerini babasının göğsünün üzerinde birleştirdi. Ardından çenesini de ellerinin üzerine koydu ve yüzleri arasında kısa bir mesafe varken babasının gözlerinin içine baktı. "Ben muzlu süt içerken o içmedi. Kokusu hoşuna gitmiyormuş... öyle dedi bana. Sen de sevmiyorsun ama benim için hep içiyorsun baba."

Taehyung kucağında yüz üstü yatan oğlunun siyah tutamlarını, kedi yavrusunu sever gibi okşadı. "Beni özledin mi peki?" Dudaklarını büzdü ve ağlamak isteğini bastırıp gülümsemeye çalıştı. "Çünkü ben seni çok ama çok özledim."

"Ben de çok özledim baba! Sensiz hiç mutlu değildim. Amcamı seviyorum evet ama seni herkesten ve her şeyden çok seviyorum! Bu yüzden hep seni düşündüm!" Jihoon neşeyle bağırdı. Daha sonra Taehyung'un ağladı ağlayacak bir ifadeyle kendisine baktığını fark ettiğinde, başını okşayan ellere başını sürttü ve gözlerini kapatıp gülümsedi.

Taehyung'un gözleri dolu doluydu fakat bir yandan da oğlunun sevimliliğine karşı gülümsüyordu. "Tıpkı bir kedi yavrusu gibisin."

"Baba... evin prensine kedi yavrusu dememelisin."

Taehyung dudaklarını büzdü. "Ama sen benim yavrumsun..."

"Tamam... ama sen kedi değilsin?"

Taehyung, Jihoon'un hazırcevaplığına karşı kahkaha attı. Bazen oğlunun bu kadar zeki olmasına şaşırıyordu. "Peki ya öyleysem?"

"Eğer öyleysen mırlaman gerekiyor."

"Ne?!"

"Hadi baba lütfen yap!"

"Bu... nereden çıktı ki? Ben mırlayamam bile."

Jihoon minik ellerini Taehyung babasının yanaklarına yerleştirdi. Parmakları arasında Taehyung'un yumuşak yanaklarını sıkıştırmaya başladı. "Yalan söyleme baba. Bir keresinde seni ve Jungkook babamı salonda görmüştüm. Sen Jungkook babamın kucağındaydın. Babam seni öpmeden önce mırlamıştın ve birlikte gülmüştünüz. Çok güzeldi. Tekrar yap! Lütfen! Hadi!"

Taehyung'un yanakları çabucak kızardı.

"Sen... bunları nasıl gördün?" Utandığı zamanlarda gözünü kaçırma ihtiyacı duyar, sesi kısılırdı. Yine aynı şey oldu. Dört yaşındaki oğlunun karşısında o kadar utanmıştı ki başını yastığın altına saklamak istiyordu.

"Kapının önünde bekleyip sizi izledim." Jihoon büyük bir sırrı açığa çıkarıyormuş gibi minik elleriyle ağzını kapattı. "O zaman gördüm..."

"Jihoon... bu yaptığın doğru değil bebeğim. Babalarını gizlice izlememelisin."

Taehyung bunu oldukça sakin bir şekilde söyledi. Jihoon'u azarlamamış ya da sözleriyle ürkütmemişti. Henüz dört yaşında olan oğlunu, şiddet ve baskıyla korkutamayacağını biliyordu. Bu yalnızca Jihoon'a ileri dönük büyük zararlar verirdi. Taehyung çocuklarını sevgisini eksik etmeyerek büyütmüştü. Yine aynı şeyi yaptı. Oldukça kibar, sevecen ve anaç bir tavırla oğlunu uyardı.

Jihoon ise babasını masum olduğuna inandırmak istiyordu. Dolgun dudaklarını büzerek konuşmaya başladı. "Ama baba... oturma odasında kapı yok. Bu benim suçum değil. Oturma odasının suçu! Aslında ben bir şey yapmadım!"

Taehyung'un, Jihoon'un sevimliliğine karşı zaafı vardı. Ciddi olma girişiminde bulundu, fakat sonuç başarısızdı. Jihoon'un gözlerinin içine bakarak gülücükler saçmaya başladı. Sabahın erken saatlerinde, henüz hava karanlıkken, Jungkook ile konuştuğu esnada kaybetmiş olduğu tüm neşesini, geri kazanmış gibi hissediyordu. Jihoon'un varlığı, Taehyung'u iyileştiriyordu.

"Çok haklısın bebeğim. Aslında sen koymuş olduğum kuralları çok iyi hatırlıyorsun. Mesela yatak odamıza," derken duraksadı. Jungkook ile kaldığı bu oda, artık ikisinin ortak alanı gibi hissettirmiyordu. Muhtemeldir ki uzun bir süre, belki de bir daha hiç bu odada baş başa kalamayacak, sarılıp uyumayacaklardı.

Taehyung bunu düşündüğünde dağıldı. Kendisini toparlaması uzun sürmüştü. O süre zarfında Jihoon'u saçlarından öptü ve dikkatini oğluna vermeye gayret etti. "Yani... benim odama kapıyı çalmadan girmemen gerektiğini çok iyi biliyorsun. Çünkü çok uslu bir çocuksun."

Jihoon, babasının "Benim odam" ile başlayan cümlesinden hiçbir şey anlayamadı. Henüz bu üstü kapalı imayı algılayabilecek yaşta değildi. Fakat buna rağmen bir şeyler sezebilirdi. Çocuklar bu aşamada ailevi meselelerde en çok zarar gören kişi olurlardı. Çünkü içgüdüleri kuvvetliydi. Jihoon bilmese bile Jungkook ve Taehyung'un arasında bir sorun olduğunu, minik yüreğinin sesini dinleyerek fark edebilirdi.

Fakat şu an da merak ettiği başka bir şey vardı, "Ben uslu muyum sahiden?"

"Tabii ki küçük sevgilim. Hem de çok."

Jihoon, babasının kendisine uslu demesini yadırgadı. Çünkü arabada seyahat ettikleri esnada Seokjin, Jihoon'a "Sen hiç susmaz mısın?" diye sormuştu. Küçük çocuk bu sözlere üzülmüş, yaramaz olduğunu düşünmüştü.

Taehyung ise tersini iddia ediyor oğlunu uslu buluyordu. Jihoon'un ruhunda tekrar çocuksu bir sevinç yeşerdi. İri gözleri, tatlı tebessümüyle birlikte kısıldı. "Öyleyse başka soru soracağım!"

"Sor bakalım."

"Ablam mı daha uslu? Yoksa ben mi?"

Taehyung hiçbir kuşku duymadan bu soruyu yanıtladı, "Ablan daha uslu."

Taehyung dikkatle Jihoon'un tepkisini inceliyordu. Aslında bu yanıtı vermesindeki asıl amaç Jihoon'un tepkisini merak etmesinden kaynaklanıyordu. Taehyung çocuklarını yetiştirirken bir hususa çok dikkat etmişti; kardeşlerin birbirlerini kıskanması...

Bunun önemini şimdi, Jungkook ve Seokjin'e baktığında çok daha iyi anlıyordu.

Küçüklükten tohumları atılıp büyüdükçe filizlenen kıskançlık duygusu ileride bir ailenin hayatını mahvedebilecek seviyeye geliyordu. Kardeşlerin birbiri ile olan rekabeti işte bu kadar etkiliydi. Taehyung o anlarda gülmek istedi. Bay ve Bayan Jeon'un kim olduğunu bilmiyordu, onları tanımıyordu. Fakat yetiştirmeye çalıştıkları evlatlarını tam şu an görmelerini ve bundan utanmalarını isterdi.

Jihoon ilk önce ablasını düşündü, sonra da kendi yaptıklarını hatırladı. "Bence de ablam daha uslu!"

Taehyung, Jihoon'a gururla baktı. "Böyle düşünmene çok sevindim. Babana uslu olduğunu bir kez daha göstermiş oldun."

"Madem usluyum... öyleyse benim istediğim bir şeyi yapmalısın." Jihoon kısa süreliğine düşündü, aklına çok güzel bir fikir gelmişti. Heyecanla bağırmaya başladı, "Hadi bana ablamın ve benim bebekliği anlat baba!"

Taehyung oğluna hüzünle baktı. "Bebekliğinizi göremedim bile..." demek istedi fakat yapamadı, yapamazdı. Bu kendisine müthiş bir üzüntü veriyordu.

"Bebekken de göbüşünü gıdıklamamdan çok hoşlanırdın." Dedi. Jihoon'un karnını, sanki geçmişte de aynısını yapmış gibi okşamaya başladı. "O zamanlarda tıpkı şimdi olduğu gibi sevgi saati yapardık. Sonra..." derken sesi titrediği için susmak zorunda kaldı.

Hafızasında olmayan bir anıyı anlatıyor olmak, yüreğindeki sızının şiddetini artıyordu.

Jihoon sabırsız bir şekilde sordu, "Sonra ne? Yoksa unuttun mu baba?"

Jihoon'un bozulduğunu fark eden Taehyung kendisini gülmeye zorladı. "Hayır bebeğim. Tabii ki unutmadım."

"Ama çok mutsuz gözüküyorsun..."

Taehyung bu durumu düzeltmenin yollarını ararken yatakta oturur pozisyona geçti. Sırtını yatak başlığına yasladığında, Jihoon'da kucağındaydı. Babasının karnının üzerinde sessizce oturuyor, surat asıyordu. Taehyung'un, olmayan geçmiş anılarını anlatırken mutsuz gözükmesine üzülmüştü.

"Sonra... diyecektim ki, o zamanlarda süt içmeyi çok severdin."

"Bebekken de muzlu süt mü içiyordum?!"

"Hayır bebeğim." Taehyung kıkırdadı. "Bu alışkanlığını daha sonra kazandın."

"Onu da anlat babacığım, lütfen! Bebekliğimi çok merak ediyorum."

"Sen hâlâ bir bebeksin..."

Jihoon şiddetle başını iki yana salladı ve bu fikri reddetti. "Hayır, ben artık bir prensim."

"Ah... öyle mi?"

"Öyle." Jihoon başını havaya kaldırdı. Küçük omuzlarını dikleştirmeye çalışıyordu. "Prens Jeon de bana baba..." dedi. Gururlu bir ses tonuyla konuşuyor olması Taehyung'un kahkaha atmasını sağladı. Dört yaşındaki oğlunun kucağında otururken, kendisini prens ilan etmesi çok sevimliydi.

"Prens Jeon, babanız sizi tam şu an ısırmak istiyor."

"Kral Jeon geldiğinde ona sorabilirsin." Derken Jihoon'da tatlı tatlı kıkırdıyor, babasına şımarıyordu. "İzin verirse olur."

"Kral Jeon kim? Ben miyim?"

"Tabii ki de sen değilsin!" Jihoon parlak gözleriyle ışıltılar saçmaya başladı. "Jungkook babamdan bahsediyorum."

Taehyung sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çattı. "Ben neden kral olamıyorum?"

"Sen küçüksün..."

Taehyung kendisini tutamadı ve tekrar yüksek sesli bir kahkaha patlattı. "Dört yaşındaki oğlum, yirmi dört yaşındaki babasına, sen küçüksün diyor... Tanrım. Gerçekten inanamıyorum!"

Jihoon hayran dolu bakışlarıyla Taehyung babasının gülümsemesini seyretti. Ruhunda içgüdüsel bir istek vardı. Babası her gülümsediğinde, Jihoon'un da mutluluğu katlanıyordu. Henüz dört yaşında, bir insanı mutlu etmenin vermiş olduğu huzuru bilmesi imkansızdı. Fakat eğer bilseydi, kendisiyle prens olduğunu ilan ettiği andan bile daha fazla gurur duyardı...

***

Güneşin ilk ışıkları aralık perdeden içeriye süzülürken, mutfakta Sooyoung ve Jungkook baş başaydı. Jungkook, Sooyoung için kahve hazırlıyordu. Sırtı Sooyoung'a dönük vaziyetteydi. "Seokjin'i en son gördüğünde ne konumdaydı?"

Sooyoung, masanın üzerinde birleştirmiş olduğu ellerini inceliyordu. Basit olaydan bahsediyormuş gibi, "Dayak yiyordu." Dedi. "Etrafını on-on iki kişi sardı ve bir anda saldırdı. Onu bakış açımdan çıkana dek izledim. Berbat bir haldeydi."

Jungkook'un dudakları alayla kıvrıldı. "Demek ki Namjoon'un adamları emirlerimi dinliyor." Hazırlamış olduğu kahve fincanına, ısıttığı sıcak suyu döktü. Üzerinden buharlar tüten bardağı alıp Sooyoung'un önüne bıraktı ve tam karşısına oturdu.

"Seokjin'in dayak yemesini sen mi istedin?"

Jungkook arkasına yaslandı, "Tabii ki de ben istedim."

"Onu sürekli kışkırtıyorsun." Diyerek Sooyoung, Jungkook'u uyarma ihtiyacı hissetti. "Namjoon'un adamlarının artık ona değil de sana itaat etmesi... büyük bir kalabalığın onu dövmesi... Tüm bunlar Seokjin'i fena halde kışkırtacak."

Jungkook, Sooyoung'un söylemiş olduğu cümleyi gereksiz bir kaygıdan ibaret buldu. "Bu saatten sonra, onu kışkırttığım için suçlu hissedeceğimi sahiden düşünüyor musun? Asıl o, beni bu hale getirdiği ve beni ailemle tehdit edip kışkırttığı için suçluluk hissetmeli." Dedi, tok bir sesle. "Artık korkulması gereken kişi Seokjin değil, benim."

"Biliyorum, Jungkook." Derken Sooyoung samimiydi. Jungkook'un karanlığa gömülmüş irislerinde, yer edinen tek parlaklık, karanlığın arasında harlanan ateşin saçtığı ışıktı. Ve bu ateş, intikam ateşiydi. Jungkook'un karanlığını aydınlatıyor, kaybetmiş olduğu her şeye rağmen ilerlemesine yardımcı oluyordu.

"Öyleyse bana güvenmen ve yardım etmen gerekiyor. Benden hiçbir beklentin yoksa da... hemen şimdi buradan gidebilirsin. Artık eski Jungkook yok. İnsanların benimle alakalı ne düşündüğünü umursamıyorum. Yüzüme karşı sen güçsüzsün ve başarılı olamayacaksın, diyebilirsin. Eski Jungkook olsa bu yüzden bunalıma girerdi. Ama ben sadece gülüp geçecek ve sana izle diyeceğim. Çünkü çok yakında, hepiniz için güzel gösterilerim olacak."

Sooyoung önüne bırakılan kahve fincanını elleri arasına yerleştirirken Jungkook'a kaçamak bakışlar attı. "Sen... sahiden farklı görünüyorsun. Yoksa sana tavsiye etmiş olduğum doktorla mı görüştün?"

Jungkook sırıttı, "Hayır, Sooyoung. Yalnızca fazlalık ruhlardan arındım diyelim."

"Pekâlâ." Sooyoung kahvesinden bir yudum aldı. Bu sırada düşünüyordu, kısa sürede kararını verdi. Bakışlarını Jungkook'a dikti. "Sonsuza kadar senin yanındayım. Sana güveniyorum ve Seokjin'den çok daha iyisi olacağını biliyorum. Seninle çalışacağım, ne istersen de yapacağım."

"O zaman konuşmaya başlayalım." Dedi, Jungkook. Oturduğu yerde dik bir konuma geldi. Dirseklerini masaya yasladı ve ellerini birleştirdi. "Ve işlerden bahsedelim."

Bu zamana kadar iki kardeş psikolojik bir savaş vermişti. Yenilen taraf şüphesiz Jungkook'tu. Bugünden sonra ise, artık kardeşler yeni bir mücadeleye girişecekti: Fiziksel güç gösterisi.

"Bana sorarsan yapacağımız ilk şey, babanın şirketlerinde sahip olduğun hakları, yani hisselerini kendi üzerine almaktan geçiyor."

"Bunu nasıl yapacağım?" diye sordu, Jungkook. "Seneler önce, yani on sekiz yaşındayken babamın bana miras bıraktığı tüm haklarımdan feragat ettim."

Sooyoung sinsi bir tebessümle bakışlarını Jungkook'a dikti. "Haklarından yalnızca sözlü biçimde feragat ettin. Seneler önce babanın aile avukatına bırakmış olduğu vasiyetname hâlâ duruyor."

"Ne?" Jungkook bu duruma oldukça şaşırdı, çünkü babasının herhangi bir vasiyetname yazmış olduğundan habersizdi. "Böyle bir şey olduğuna emin misin?"

"Sahiden hiçbir şeyden haberin yok değil mi? Seokjin seni senelerce ayakta uyutmuş olmalı." Sooyoung, elindeki bardağı masanın üzerine bıraktı. Dirseklerini masaya yasladı ve tam karşısında oturan Jungkook'a yaklaştı. "Babanın mirasından sözlü olarak feragat etsen bile, yazılı belgeler, yani babanın bırakmış olduğu vasiyetname, hâlâ mirasta senin hakkında olduğunu gösteriyor."

Jungkook, Sooyoung'un sözlerini mantıklı bulsa da aklına yatmayan bazı şeyler vardı. "Aradan seneler geçti. Hem vasiyetnamenin hem de babamın vasiyetnameyi bıraktığı avukatın yaşıyor olduğundan emin misin?"

"Yaşıyor," Sooyoung geri çekildi ve arkasına yasladı. "Fakat Seokjin tarafından tehdit altında. Herhangi bir dava açılmasını Seokjin engelliyor. Aslında şu an hiçbir şirket üstüne değil. Yalnızca şirketlerin yönetilmesi için vekil görevi görüyor."

Jungkook düşünceler alemine daldı. Seokjin'in kurmuş olduğu tüm plan detaylarıyla birlikte aklına doluştu. "Babam ve annem aynı gece öldü. Cansız bedenleri Seokjin tarafından saklandı. Aynı zamanda haklarında arama kararı da çıkarılmadı. Ölüm belgeleri yok. Onların ölü ya da canlı olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Belki de Seokjin onları hâlâ yaşıyor olarak gösteriyordur. Bu yüzden onları kendi elleriyle gömdü ve bana da vasiyetten bahsetmedi."

Sooyoung ne söyleyeceğini bilemedi. Seokjin'in düşünce yapısı ikisine de fazla uzaktı. Yalnızca tahminler üzerinden ilerliyorlardı, "Yine de bunların pek de bir önemi yok. Seokjin'in yönettiği üç şirkette tamamen yasadışı işler yapıyor. Vergi kaçırıyor, rüşvet veriyor, muhasebe kayıtları ile şirkette dönen paralar arasında belirgin farklar yaratılıyor... Anlayacağın Jungkook, bu işin hukuki kısmıydı."

Jungkook, Sooyoung'un lafını kesti ve kendisine göre tamamladı. "Artık hukuki kaynaklara göre hareket edeceğim devir bitti." Dedi. Mesleği gereği bu zamana kadar yapmış olduğu şeyler, şimdi gözüne anlamsız gözüktü. Babasının yolundan gitmek isteyen bir adam için artık hukukun üstünlüğünü savunmak saçmaydı. Kendi kurallarını kendisini yaratacaktı.

Jungkook'un dudakları yukarı doğru kıvrıldı, belirgin gamzelerini gözler önüne serdi. "Babama yakışır biçimde şirketleri devralmaya karar verdim."

Sooyoung, Jungkook'un özgüveninden çok hoşlanmıştı. Hayranlık dolu bakışları Jungkook'u buldu. "Ben de aynı fikirdeyim. Savaş ikiniz için çoktan başladı. Artık kaleye ilk ulaşan fethi gerçekleştirecek ve galip olacak. Hızlı hareket edersen, ilk giden sen olursun. Seokjin'in zayıflıklarından yararlan. Bu sıralar oldukça dağılmış durumda."

Jungkook, ruhunda canlanan güven duygusundan dolayı mutlu olduğunu hissediyordu. Çünkü ilk defa kendisine güveniyor, her şeye ulaşabilecek kadar güçlü hissediyordu. Omuzları dimdikti. Kendisine inanmayan, inançsız, kişiliği silik adam çoktan gitmişti. "Bana biraz şirketlerden bahset."

"Üç farklı şirket, üç farklı sektör; birincisi eğlence sektörü. İdoller, oyuncular, modeller... aklına gelebilecek her şey. Bu şirketin amacı, oldukça basit. Seokjin'in elinde sürekli ama sürekli para bulunuyor. O da bu parayla yeni gruplara, oyunculara yatırım yapıyor. Gün geçtikçe daha da zenginleşiyor çünkü hisse senedi fiyatı sürekli katlanıyor. Eğlence sektörü Kore'de çok yaygın. Bu şirketin kurulma amacı farklı olsa bile eğlence sektörüne yönelmek zekice bir hamle olmuş. Seokjin'i tebrik etmek gerekli."

Jungkook tepkisiz kaldı. Bu detaylarla önceden ilgilenmiyordu. Babasının seneler evvel kurmuş olduğu şirketlerden haberdardı. Fakat hiçbirinde hak sahibi olmak istemediği için, umursamaz davranmıştı. Şimdi ise rüzgar tersten esiyordu, dolasıyla Jungkook'un yönü de değişti. Bu şirketlerin artık bir parçası olacaktı, "İkinci şirketten bahset."

"Eğer tavsiyelerimi dikkate alıyorsan şu an da diğer şirketlerin bir önemi yok. Güçlenmek istiyorsan ilk olarak bu şirketin başına geçmelisin. Seokjin'in elindeki her şeyi adım adım alacaksın. Sabırlı olmaz ve tüm her şeyi aynı anda ele geçirme hırsına kapılırsan, sadece kaybedersin."

Sooyoung'un sözlerinde haklılık payı vardı. Jungkook çok hırslıydı. Bu yüzden hızlı hareket etmek istiyor, aceleci davranıyordu. Fakat yavaş ve dikkatli ilerlemesi onun için daha kolay ve güvenli olacaktı. Yine de Sooyoung'un fikrini sevmedi. "Bu benim yapabileceğim türden bir iş değil." Dedi. Memnuniyetsiz bir tavırla suratını buruşturdu. "Eğlence sektörü benim tamamen yabancı olduğum bir alan."

"Silah ve otomotiv sektörüne de oldukça uzaksın." 

"Yine de... oradan bakınca eğlence şirketinin başına geçebilecek bir adama mı benziyorum?"

Sooyoung dikkatle Jungkook'u inceledi. Jungkook'un çatık kaşlarına, boş bakışlarına ve ciddi yüz ifadesine baktığında sırıttı. "Bence çok yakışırdı. O kadar yakışıklı bir adamsın ki... baban Kore'nin en ünlü mafyalarından biri olmasaydı, idol olabilirdin."

Jungkook, kendisine yapılmış olan iltifatı es geçti ve dik dik karşısındaki kadına baktı. "Saçmalaman bittiyse..."

Sooyoung bir anlığına kendisini kaptırıp sarf ettiği cümle yüzünden utanmıştı. Yanakları kızarınca, bakışlarını Jungkook'tan kaçırdı. Boğazını temizledi, "Şirketler arasında sana en uygun olanı bu. Mantıklı düşün... babanın müthiş zenginliğini Taehyung'un normal karşılayacağını sanmıyorum. Ama eğlence sektörü kulağa fazla masum geliyor. Silah kaçakçılığı yapmandan iyidir..."

"Şirketin başına geçsem bile, inan bana hiçbir şey Taehyung tarafından normal karşılanmayacak. Kaldı ki, ben Seokjin'e ait olan her şeyi istiyorum. Yasadışı işler yapmayı, babamın soyadını taşımayı, asla bırakmayacağım. Bu da Taehyung için hiçbir şeyin normalleşmeyeceğinin simgesi olacaktır."

Sooyoung kaşlarını çattı. Jungkook'un ailesiyle ilgili merak ettiği çok fazla şey vardı. Bunların en başında gelen ise Jungkook'un neden her şeyi Taehyung'tan sakladığı sorusuydu.

"Zenginliğin ve gücün tam ortasındayken, neden tüm haklarından feragat edip avukat olmaya karar verdin? Ve neden milyonlara sahip olabilecekken, maddi sıkıntı çekebilecek kadar zor duruma düştün?"

Jungkook'un sert bakışları ansızın yumuşadı. Zihninde ailesinin portresi canlanmıştı. Dudaklarında belirli belirsiz, güzel bir tebessüm yeşerdi. "Çünkü bu hayatta tek istediğim, küçük ve huzur dolu bir aileye sahip olmaktı. Doğduğum andan itibaren paranın ve gücün tam ortasındaydım; fakat bu bana huzur vermedi. Tersine, bir gece anne ve babamın katledildiğini öğrendiğimde, paranın ve gücün hiçbir anlam ifade etmediğini anladım."

"Fakat bu hale düşmenin sebebi sahip olamadığın para ve güç değil mi?"

Jungkook ufak bir tebessümle Sooyoung'a baktı. "Benim bu hale düşmemin sebebi, yalnızca fani dünyada önemli olan para ve güce yeterince değer vermemiş olmaktı. Yarın ölmeyeceğimi bana garanti edebilir misin? Hayır. Öyleyse neden milyoner olmak isteyeyim ki? Ölürsem o para beni diriltecek mi? Hayır. Çok güçlü olursam ölüme direnebilecek miyim? Hayır. İşte bu yüzden değersiz gördüm."

Jungkook'un sözleri Sooyoung'un sessiz kalmasına sebep oldu. Hayata başka açılardan bakmaya öğrenen kadın için şaşırtıcı bir durumdu. Jungkook ise devam etti. "Babamın trilyonları vardı. Ama göğsüne saplanan tek bir kurşun onu öldürdü. İşte aslında güç ve para bu kadar değersiz."

"Buna rağmen, şimdi değersiz bulduğun her şey için savaşmak zorundasın."

Jungkook artık gülümsemiyordu, "Ben yalnızca ailem için savaşırım."

Sooyoung, Jungkook'un gözleri önünde nasıl ciddileştiğini seyretti; Jungkook'un masanın üzerinde duran elleri yumruk halini aldı, parmaklarından kollarına doğru uzanan, boynuna doğru ilerleyen damarlar belirginleşti. Sooyoung, Jungkook'un sağ gözünün seğirdiğine canlı şahitlik etti. Ansızın beliren şiddetli öfkenin dürtüsü, Sooyoung'u korkuttu. Sanki karşısında doğmakta olan bir canavar vardı. Bu görüntü dehşet vericiydi. 

"Seokjin'in elinden her şeyi alacağım. Neden biliyor musun? Çünkü o benim bu hayatta değer verdiğim tek şeyi, ailemi, benden aldı." Ses tonu nefreti yansıtıyordu; yıllar boyunca ruhunda birikmiş, bu nefretin doğmasına sebep olan herkesi ve her şeyi kapsamıştı. Şimdi ise bu nefret bir volkan gibi patlıyordu. Alevler Jungkook'un tüm düşmanlarını, onu bu hale getiren herkesi yakmaya hazırlanıyordu. 

"Kocam yukarıda uyuyor, ama ben onun yanına kıvrılıp saçlarını okşayamıyorum. Ona her şeyin güzel olacağını söyleyip teselli veremiyorum. Beni istemiyor, beni... bir yabancı olarak görüyor." Bu, Jungkook'un en sessiz haykırışıydı. Kaybettiği her şeyi gün yüzüne çıktı. Artık gözlerinde alevlenen ateş sönmeye yakındı. Ateşi söndüren, sevgisizlikle soğuyan kalbiydi. 

"Beni sevmiyor..." diye fısıldadı. Defalarca kez. "Beni sevmiyor, beni istemiyor, benden vazgeçiyor." Duygusal kişilik Jungkook'un bedenini terk etmemişti. Jungkook'un kalbindeki acının şiddeti arttığı her an, o da var olmaya devam edecekti. Bu yüzden asıl benliğin kabul edemediği gerçeklik, Jungkook tarafından ortaya serildi.

"Taehyung... benden boşanmak istiyor."

Continue Reading

You'll Also Like

3.4K 269 8
yazan: kolamonas prompt sahibi: headio
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
507K 58K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
56.4K 1.2K 22
B:BENİ ÖYLE YA DA BÖYLE SEVİCEKSİN! S:SEVMİYCEM İŞTE SEVMİYCEMMM PİSLİK HERİF BIRAK BENİİ!