Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''

1.5K 147 139
By dameadrasteia


20: "There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung."


Jungkook için gece yarısı, ıssız ve karanlık yol kenarında, arabanın içinde seks yapmaktan daha zevk veren bir şey varsa o da, kamusal alan olduğunu bildiği bu yolda, avukat olduğu ve yasaları koruduğu halde, şu an tüm yasakları ve yasaları çiğnemek için, yoğun bir istekle can atmasıydı.

Jungkook, ruhundan gelen kışkırtıcı arzulara meydan okuyamıyor, direnmeyi başaramıyordu. Bir tarafı bunu yapmasının yanlış olduğunu haykırıyordu. Yakalanmaları hem gülünç hem de korku veren bir durumdu, "Taehyung-" diyerek kesik bir nefes aldığı sırada, kucağında, dolgun kalçalarını kasıklarına sürten eşinin yüzüne bakmaya çalışıyordu fakat Taehyung'un hırçın hareketleri nefesini kesiyor ve kucağında sekmeye başlamasıyla birlikte derin derin soluyarak inlemesini bastırmayı deniyordu. 

Sesi titrerken, "Taehyung eğer yakalanırsak ve başımız belaya girerse..." diyerek tekrar konuşmaya başladı. Taehyung'un dudakları, eşinin boynunu buldu ve dudakları arasına aldığı et parçasını mırıltılar eşliğinde emmeye başladı, "Zavallı bebeklerimize ne olacak?"

Taehyung ilk anda bu cümleyi idrak edemedi. Jungkook'un boynundan soluduğu keskin ve azdırıcı etkiye sahip koku, olumlu ya da olumsuz her türlü şeyi düşünmesini engelliyordu. Dolasıyla arabanın içinde seks yaparken yakalanmalarının sonucunu da düşünmemişti. Fakat kocası konuştuğunda aniden durdu. Dişleri arasındaki et parçasını ısırmayı sürdürürken geri çekilmeye çalıştığında, Jungkook canı yandığı için sızlanıyordu:

"Ne yapıyorsun, Taehyung?" diye sordu. Taehyung tatlı tatlı gülüyor ve dişlerini, sanki kaşınıyormuş gibi birbirine bastırıyordu. Jungkook boynunu ovuştururken konuştu, "İstersen al kopar senin olsun..."

Taehyung dişlerini birbirine bastırdı ve başını ağır çekimle iki yana sallarken, Jungkook'un kalbine zarar verecek bir sevimlilikle "Brrr" sesi çıkardı.

Bu daha çok bir yavru kedinin mırlamasına benziyordu.

Jungkook, eşinin bu şirin halleri karşısında bir gün akıl sağlığını tümden kaybedebileceğini biliyordu. Taehyung istediği zaman tıpkı bir kaplan gibi kendisine pençelerini çıkarıp saldırabiliyor -ki Jungkook bir başka kadına numarasını verdiğinde bunu çok iyi anlamıştı, Taehyung adeta üzerine atlamış ve kendisine saldırmıştı, fakat bazen de tıpkı şimdi olduğuna benzer yavru kedi gibi mırlıyordu.

Jungkook başını geriye attı ve koltuğa yasladı. Jöle gibi, oturduğu yerde aşağı doğru süzüldü. Sanki bedeninin hakimiyetini kaybetmiş gibiydi, "Vücudum fazla tatlı, şeker ve şirinlik depoladığı için komaya girdi şu an..." diye sızlandı.

O anlarda, Taehyung kendisine bakarak gülümsüyordu ve bu, Jungkook'un gözünde o kadar güzel, o kadar kutsal ve o kadar çekiciydi ki, Jungkook eşinin bir Tanrı olduğuna emindi. Hiç kimse için olmasa bile Kim Taehyung, Jeon Jungkook'un tanrısıydı.

Taehyung omuzlarını kaldırıp indirdi. Ön dişlerini dudaklarına bastırdı ve çocuksu bir şımarıklıkla sağ elini sanki bir pençeymiş gibi havaya kaldırıp Jungkook'un suratına yaklaştırdı, "İstediğim zaman yavru kedi olsam da benim hırçın bir kaplan olduğumu unutmamalısın, Jeon Jungkook." Elinin tersiyle Jungkook'un yanaklarını okşadı. "Eğer bir daha, bir kadınla yakın ilişkiler içerisine girdiğini görürsem, senin henüz iyileşmemiş yüzünü bir kez de ben dağıtırım."

"Ama hayatım-"

Taehyung eşine dik dik baktı, "Ama ile başlayan hiçbir cümleyi kabul etmiyorum." 

Jungkook uysal bir şekilde başını salladı ve hiçbir koşulda, Taehyung'un baskınlığıyla mücadele edemeyeceğini bildiği için "Peki hayatım." dedi. 

"Söyleyeceklerin sadece bu kadar mı?"

"Sen haklısın. Sadece ama sadece... Sen haklısın hayatım. Ben bir dağ ayısıyım ve hiçbir şeyden anlamıyorum. "

Taehyung gözlerini kıstı. Dikkatle Jungkook'u süzüyordu, "O kadına neden numaranı verdin?" diye sordu. Aklı oldukça karışıktı. Çünkü kadın ve Jungkook'un ilk defa tanıştığına emindi. Fakat kadının tavırları o kadar laubali ve yüzsüz olarak değerlendirebileceği biçimde yakındı ki, Taehyung onların geçmişte tanıştığına dair düşünceler beslemeye de başlamış ve ikileme düşmüştü.

"Çünkü istedi."

"Bu iki oldu," derken Taehyung, yüzünü görmediği fakat Seokjin'in sekreteri olan kadını da ima etmeyi ve araya katmayı unutmadı. "Neden sürekli etrafında kadınlar var? Ve neden sürekli senden telefon numaranı istiyorlar?"

Jungkook verecek bir cevabı olmadığı için "Çünkü..." ile başlayan cevabını bir kez daha "Çünkü istiyorlar." Diyerek sürdürdü. Dudaklarını büzdü ve af dilemek ister gibi eşine baktı. "Gerçekten ben de anlayamıyorum..."

Genelde Jungkook, mesele kendisine yaklaşmaya çalışan kadın veya erkekler olduğunda, olaylardan hiçbir şey anlamıyor, saf saf bakıyor ve ona yaklaşmaya çalışan insanlara karşı komik bir tavır benimsiyordu... Çünkü zihni boş kaldığı anlarda yalnızca kocasını ve çocuklarını düşünmeye odaklıydı. 

Dolasıyla Soojin yanına yaklaştığı sırada bile Jungkook, Taehyung'u düşünüyor ve ne kadar güzel ve dikkat çekici olduğunu sorguluyordu. Soojin'de o anda yanına yaklaşmıştı ve Jungkook dakikalarca onun amacını anlamamıştı. Üstelik hâlâ da anlamış sayılmazdı...

"Jungkook anlamadığının farkındayım ve buna alıştım artık... Ama yine de biraz olsun düşünceli olmalısın, neden sanki evli değilmişsin gibi rastgele numaranı dağıtıyorsun? Bunun benim açımdan ne kadar rahatsız edici bir şey olduğunu anlayamıyor musun? Oradan bakınca kocamı paylaşmak isteyen bir adama mı benziyorum?"

Jungkook, Taehyung'un az önce üzerine atladığını hatırladığında, "Hayır, hayır, hayır. Kesinlikle... Buradan bakınca sadece avını paylaşmak istemeyen yırtıcılara benziyorsun."

"Öyleyse beni delirtmeye bir son vermelisin, hayatım. Yoksa bu yırtıcı ilk olarak senin suratını yırtacak."

Taehyung, uzun tırnaklarını eşinin suratında gezdirdi. Jungkook'un yüzündeki yaralar henüz iyileşmemişti. Bu yüzden, Taehyung tırnağını hafifçe tenine batırdığında canı yanıyor fakat eşinin canını yakması hoşuna gittiği için pis pis sırıtıyordu. Hiçbir utanması olmadan "Devam et." Dedi. "Bana zarar vermen beni azdırıyor."

Taehyung kıkırdadı ve eşinin dudaklarını öptü. Geri çekildiğinde eşinin yanaklarını okşuyor ve diktiği gözleriyle dikkatle, Jungkook'un karanlık gözlerinin içine bakıyordu. Hiçbir çekincesi olmadan "Kirli fantezilerin var öyle değil mi?" diye sordu.

Bu soruyu sorarken ciddiydi çünkü Jungkook'un yatakta bambaşka bir adam olduğunu henüz evlenmeden önce anlamıştı. Jungkook'un kendisinden sakladığı başka bir yüzü vardı; ve Jungkook güzel rol yapıyordu. Bu yüzünü Taehyung'a sıklıkla göstermiyordu.

Zaten genel olarak Taehyung, Jungkook'un gerçekliğe dönük karakterini görebildiğini düşünmüyordu. Jungkook, eşine görmesini istediği kadarını gösteriyor ve Taehyung'un görmesinden korktuğu ve sonuçlarının kötü olacağını bildiği karakterini göstermekten de kaçınıyordu.

Taehyung, kendisine hiçbir merhamet beslemeksizin sert ve acımasız davranan, onu yemek ve tüketmek ister gibi yoğun bir ihtirasla kendisiyle sevişen, dur durak bilmeden onun tenine dokunmak, içine girmek için heveslenen adamın, gerçek Jungkook olduğunu düşünüyordu. Çünkü Jungkook ancak kendisini kaybettiği anlarda, istese bile rol yapamıyordu. Ve yatak odaları, Taehyung'un bunu rahatlıkla görebileceği tek alandı.

Jungkook kısaca düşündü. Biçimli kaşlarını havaya kaldırdı ve çapkın bir şekilde, kalınlaştırdığı sesiyle "Eğer varsa ne olacak?" diye sordu. Bunu yapmasının tek bir sebebi vardı. Taehyung'u deniyor ve ne cevap vereceğini merak ediyordu.

Taehyung ikinci kez düşünmeden "İstediğin her neyse, bizde onu deneyeceğiz." Dedi. 

Kararlıydı ve kendisinden emindi. Konu eşi olduğunda birçok şeyi ikinci kez düşünme ihtiyacı duymuyordu. Eğer istiyorsa yapabilirdi. Ona göre evli olmak bunu gerektiriyordu. Birbirlerinin isteklerini uymalılardı ya da isteklerini ortak bir karar doğrultusunda birleştirmelilerdi. Jungkook'un isteklerini yok saymak, Taehyung'a göre sadece bencillikti.

Jungkook'un amacı ise kirli fantezilerden çok daha fazlasıydı. Eşini sorduğu sorularla deniyor ve verdiği cevaplara göre de düşüncelerini sorguluyordu. "Yani... Eğer ben, göründüğümden çok daha fazlasıysam bu senin için sorun değil... Öyle mi?" diye sordu ve asıl olanı, duymayı can attığı soruyu ansızın sordu:

"Beni her halimle kabul edebilecek misin?"

Taehyung duraksadı ve Jungkook'un gözlerinin içine bakmaktan vazgeçip, bakışlarını eşinin boynuna indirdi. Jungkook'un kucağında kıpırdanmaya başladı.

Jungkook cevabını almış sayılırdı. Bu durum kendisini inanılmaz derecede rahatsız etti. İstemeden de olsa dişlerini sıkmaya başladı. Çenesi kendisini sıkmasından ötürü kitlenecek seviyeye geldi. Artık Taehyung'un belini, sardığı elleriyle, rahatsız edici bir şekilde sertçe ve sanki kaçmasından korkar gibi sıkıca tutuyordu.

Eşinin sert tutuşundan ötürü Taehyung'un canı yandı. Rahatsızlık hissi ruhunda giderek katlanıyordu. Jungkook'un ellerinin üzerine kendi ellerini yerleştirdi ve kendisini serbest bırakmasını ister gibi sıktı. Bu esnada, "Gözüktüğünden çok daha fazlası olduğunu görebiliyorum." Diye fısıldadı, fakat sesi eskisi gibi değildi. Garip olan bir şeyler vardı ve Jungkook bunu sezebiliyordu. Ve bu da bazı anlarda Taehyung'u bu kadar iyi tanıdığı için, içinden lanetler etmesine sebep oldu.

Bazen bilmemek ve anlamamak, Jungkook'a daha az acı veriyordu.

Başını eğdi ve kısılan, git gide özgüvensizliğin getirisiyle pısırık bir erkek çocuğu gibi kalan güçsüz sesiyle "Ne görüyorsun?" diye sordu. "Bana baktığında ne görüyorsun?"

Taehyung, ona bazı anlarda senden korkuyorum diyemezdi. Fakat bunu da ima etmek istiyordu. O yüzden kararsız kaldı. Doğru cümleyi zihninde toparlamaya çalışıyordu. Hem Jungkook'u sinirlendirmekten korkuyor hem de söylediği cümleler sonucunda Jungkook'un kendisine olan güvenine daha da zarar vermekten çekiniyordu. Çünkü o da biliyordu. Ağzından çıkan her bir kelime, Jungkook için haddinden fazla ciddiye alınıyordu ve bu da eşine zarar veriyordu.

Taehyung ilk önce eşinin çenesini yavaşça tuttu ve başını kaldırmasını, Jungkook'un parlak fakat bir o kadar da karamsar ve yılmış gözlerle, gözlerinin içine bakmasını sağladı:

"Sana baktığımda, senin düşüncelerinin aksine, çok güçlü bir adam görüyorum." Diyerek, söylemek istediklerini değil de eşine iyi gelmesini umduğu cümleleri sarf etti. "Sen... Sana yapılan her şeye rağmen hâlâ gülmeyi başarabilecek kadar güçlü bir adamsın. Ve sana kızıyorum, evet, sana bazen o kadar kızıyorum ki... Tüm bunlara rağmen gücünün farkında değilsin ve kendini güçsüz buluyorsun."

Jungkook, "Beni güçsüz duruma düşüren zaaflarım var." Dedi ve dikkatle, sanki bir şeyleri anlatmak, açıklamak ister gibi Taehyung'un gözlerinin içine baktı. "Ve o zaaflarım, aslında bana güvenmeyecek kadar benden uzaklar." Dedi. Ses tonu öfkeliydi ve karşısındakini suçlayıcı biçimdeydi. Taehyung bu sözlerin direkt olarak kendisine söylendiğini fark ettiğinde, vücudunda, sol tarafında keskin bir sızı hissetti.

Jungkook ise sözlerine devam etti. Hâlâ söyleyeceği, daha doğrusu Taehyung'dan açıkça beklediği ve bunları bilmesini istediği şeyler vardı:

"Bu da beni güçsüz düşürüyor. Eğer her koşulda ve her şartta, benimle olabileceğine dair bana söz verip yemin edebilseydi, ben de hiçbir zaman sarsılmayacağıma ve ne olursa olsun gücümü koruyabileceğime dair, kendime güvenebilirdim."

Taehyung'un gözleri ansızın dolduğunda, küçük bir çocuk gibi Jungkook'un kucağında ağlamak istedi. "Güven..." diyerek, sessizce fısıldadı. Canını yakan ve evlilikleri boyunca, kendisini en çok yaralayan beş harfli bu kelimeyi söylemek, Taehyung'a o kadar zor geliyordu ki, sesi titredi. "Bu bize oldukça uzak bir kavram, Jungkook. Bunu sende biliyorsun. Birbirimize olan güvenimizi defalarca kez kaybettik. Artık hiçbir şey olmamış gibi davranabilir miyiz? Ben... Bilmiyorum."

"Ben de senden tek bir şeyin cevabını duymak istiyorum." Derken Jungkook, artık üstü kapalı cümlelerden vazgeçti ve direkt olarak Taehyung'un gözlerinin içine bakıp, ondan sorusunun cevabını duymayı bekledi:

"Her şeye rağmen, öğrendiğin ve öğreneceğin her şeye rağmen, bir kez daha, hiçbir şey olmamış gibi en baştan başlamamıza imkân sağlayacak kadar, kalbinde ve zihninde bana karşı bir güven duygusu besliyor musun?"

Taehyung tüm çaresizliğiyle fakat aynı zamanda dürüstlüğüyle başını iki yana salladı.

Eşler için hiç olmadığı kadar garip bir andı. İkisi de inanılmaz bir duygu karmaşası içine girdi. Taehyung açıkça Jungkook'a öğrendiklerinden sonra ondan ayrılacağının sinyallerini veriyordu ve böyle bir durumdayken Jungkook'un hiçbir şey olmamış gibi davranması çok zordu. Bir anda tüm hevesi kaçmış gibi hissetti. Planladığı ve yapmayı istediği her şey önemini yitirmiş gibi gözünde değersizleşti ve silik bir anıdan ibaret kaldı. İlk defa Taehyung ile aralarında uçsuz bucaksız, aşılmaz bir yol varmış gibi hissediyordu.

Jungkook, Taehyung'u belinden tuttu ve kucağından indirip yan koltuğa bıraktı. Taehyung hiçbir tepki vermeden eşinin gözlerinin içine baktı ve konuşmasını bekledi. Jungkook ilk önce düğmelerini ilikledi ve ardından soğuk bir ses tonuyla, "Çocuklar bizi bekliyor." Diyerek, Taehyung'a arabayı çalıştırması yönünde talimat verdi. O anlarda Taehyung'un gözlerinin içine bile bakmıyordu.

Taehyung kısa bir süreliğine donup kaldı ve hiçbir şey söyleyemedi. Ne arabayı çalıştırıyor ne de hareket ediyordu... Yalnızca diktiği gözleriyle Jungkook'a bakıyordu. Jungkook'un bu tavırları kendisini ürkütmüş ve üzülmüştü. Eşinin ansızın, kendisine karşı büyük bir öfkeyle dolduğunu hissedebiliyordu:

Kısık bir sesle, "Jungkook ben... Kötü bir şey söylemeye çalışmadım." Dedi.

"Bunu biliyorum, Taehyung." Derken Jungkook'un ses tonundaki hüzün tam tersini haykırıyordu. "Yine de bir önemi yok. Konuşmaya da gerek duymuyorum. Yalnızca eve dönelim. Saat çok geç oldu, çocuklar bizi bekliyorlar."

"Eğer şimdi susarsak aramızdaki sorunları halledemeyeceğiz."

"Senin gözünde biz hiçbir zaman sorunlarımızı halledemiyoruz zaten."

Taehyung, "Bunun için beni mi suçluyorsun?" diye sorduğunda istem dışı şekilde, ağlayacakmış gibi dudakları büzdü. Jungkook'un kendisine önyargıyla yaklaşmasına kırılmıştı.

"Seni suçlamıyorum." Diyerek Jungkook, kaçamak bir yanıt verdi. "Daha fazla konuşmak istemiyorum. Uzatma lütfen. Eve dönelim."

"Babam ve para konusunda haksız olduğumu biliyorum. Bunun için senden defalarca kez özür dilerim fakat bizim sorunlarımız sadece bunlar değil, çok daha fazlası. Mesela... Senin bana anlatmaktan kaçındığın diğer şeyler... Bunlar da mı benim suçum Jungkook?"

Jungkook başını iki yana salladı ve "Değil." Dedi. "Hiçbir şey senin suçun değil."

"Bak... Bugün ne kadar mutlu bir gün geçirdik... Sende biliyorsun, birbirimize karşı dürüst olmayı başardığımızda, aramızdaki mesafeyi de yıkıyor ve biz eskisi gibi mutlu bir aile olabiliyoruz. Bu yüzden şimdi konuşmamız ve sorunlarımızı halletmemiz gerekiyor. Yoksa bu sorunlar daha da büyüyecek ve biz baş edemez hale geleceğiz..."

Jungkook, eşinin sözleriyle birlikte köşeye sıkışmış gibi hissetti ve nefes alamayacak raddeye geldi. Böyle olduğu zaman ise sakinleşmek istediği için derin derin soluklanırdı ve göğsü hızla inip kalkarken de tedirgin olduğunu, paniklediğini Taehyung'a açıkça belli ederdi.

Bununla birlikte Taehyung, eşinin kendisine sandığından çok daha fazla yalanlar söylediğini anlamış oldu.

Fakat konuşacak cesareti kendisinde bir kez daha bulamadı ve arabayı çalıştırdı. Huzursuzluk bir karabulut gibiydi. Ansızın, bir fırtına kopacağının habercisi olarak geliyor ve üzerlerine çullanıyordu. Yine aynı şey oldu. Karabulut etraflarında dolaşmaya başlamıştı. Yakında, fırtına kopacağa benziyordu...

***

Taehyung ve Jungkook yol boyunca hiç konuşmadı. Aslında Taehyung birkaç defaya mahsus eşine laf atmış, aç olup olmadığını sormuş veya gece bir şeyler içebileceklerini söylemişti. Fakat Jungkook yalnızca basit cevaplar vererek kendisini geçiştirmiş ve susmuştu. Konuşmak istemiyordu çünkü kinliydi. Bu kin eşine değil safi kendisineydi. Yalanlar söylemiş, eşinin güvenini kaybetmişti. Ve şimdi de bu güven duygusunu tekrar kazanmak istiyor, kazanamayacağını anladığında ise hem sinirleniyor hem de inanılmaz derecede tedirgin oluyordu.

Artık her şeyi düzeltmesi gerektiğinin farkındaydı. İçinden, "Yalnızca dört güne daha ihtiyacım var..." diye geçirdi. Dört günün sonunda Taehyung'a her şeyi anlatacaktı; babasının bir mafya olduğunu, ağabeyinin bu geleneği sürdürdüğünü ve kendisini bir tehdit olarak gördüğü için Jungkook'tan kurtulmak istediğini ve çocuklarını alenen tehdit ettiğini...

Jungkook anlatmak için hazır hissediyor fakat Taehyung'un kendisini terk etme ihtimalinde, buna dayanamayacağını bildiği için sürekli olarak kaçıyordu. Şimdi ise susmasının ve içine kapanmasının tek sebebi buydu. Kaçacak yeri kalmamış ve kapana kısılmıştı. Hiçbir şeyi erteleyemezdi. 

Beşinci evlenme yıldönümlerini kutladıkları günün gecesinde, Jungkook, kocasıyla her şeyi paylaşacaktı.

Jungkook'un düşünmesiyle ve Taehyung'un da kocasına laf atmasıyla geçen yolculuk sonunda, eşler eve döndü. Çocuklar çoktan uyumuştu ve dadıları da gitmeye hazırlanıyordu. Dadıya taksi çağırıp evine yolladılar. Ardından birlikte, aynı sessizlikle yatak odasına çıktılar. Jungkook direkt olarak, üzerini bile değiştirmeden balkona çıktı.

Taehyung gözleriyle Jungkook'u takip ediyordu. Jungkook, balkondaki küçük masanın üzerinden sigara paketini ve çakmağını aldı. Nadiren de olsa yaptığı üzere sigara içecekti. Sigarayı, uzun parmakları arasına yerleştirdi ve yaktı. Derin bir nefesi ciğerlerine çekip dışarıya, dondurucu havaya karşı üflediğinde Taehyung pür dikkat eşini izliyordu. Onun damarlı ellerine, uzun parmakları arasında sanat eseri gibi duran ve aslında nefret ettiği sigaraya, dumanı üflerken büzülen ince, kırmızı dudaklarına ve hafif şiddetle esen rüzgâr altında uçuşan sarı saçlarına...

Taehyung, bir kez daha ne kadar şanslı bir adam olduğunu fark ettiğinde, Tanrı'ya teşekkür etti. Jungkook başlı başına bir sanat eseriydi ve Taehyung, daha çok Yunan tanrılarını andıran bu sanat eseri ile aynı evde yaşıyor ve hatta aynı yatağı paylaşıp, ona eşim diyordu.

Taehyung, Jungkook'un yanına gidip gitmemek arasında kararsız kaldı. Fakat en sonunda kararını verdi ve hemen balkona çıktı. Jungkook dirseklerini demirlere yaslamış, dışarıyı seyrediyordu. Eşinin yanına geldiğini fark ettiğinde başını hafifçe sola çevirdi ve eşine yan gözlerle baktı, fakat göz göze gelmemekte ısrarcıydı. Taehyung bu durumu o anlarda umursamadı. Hemen ters bir şekilde durdu. Kalçalarını demire yasladı ve eşiyle yüz yüze geldi:

"Sigara içiyorsun..."

"Evet," Jungkook eşine döndü. "Kokusundan rahatsız oluyorsan söndürebilirim."

"Hayır, rahatsız olmuyorum. Sadece nadiren sigara içtiğin için şaşırdım, o kadar. İçebilirsin."

"Yine de çok yanımda durmasan iyi olur. Rahatsız olabilirsin."

Taehyung başını sallamakla yetindi. Doğrusu pek de umurunda değildi. Eşini zehirleyen dumanların, onu da zehirlemesini yeğlerdi. Bu yüzden eşinin dibinde durmayı sürdürdü. Jungkook ve Taehyung kısaca göz göze geldi. Ardından Jungkook derin bir soluk daha aldı. Taehyung onun inip kalkan, giymiş olduğu gömlek ve açık düğmeleri yüzünden gözüken göğsüne, şöyle bir baktı. Eşinin bugün ayrı bir çekiciliğe sahip olduğunu düşünüyordu.

Ansızın, "Jungkook... Saçlarını neden boyattın?" diye sordu.

Jungkook, eşinin bir anda kendisine neden böyle bir soru yönelttiğini anlamadığı için şaşkın şaşkın baktı. "Nasıl yani? Söylemiştim sana... Jihyo öyle söylediği için boyattım."

"Tamam... Ama neden boyattın ki?"

Jungkook, Taehyung'un kendisini hiç dinlemediğini ve bir noktaya, daha doğrusu saçlarına dalıp gittiğini fark ettiğinde, yavaşça nefesini üfledi ve "İşte o yüzden diyorum ya, güzelim." Diyerek, bir kez daha Taehyung'un sorusunu yanıtladı.

Fakat Taehyung, Jungkook'u hiç mi hiç dinlemiyordu... Kitlenip kalmış, dalgın dalgın bakan gözleriyle Jungkook'u süzüyor, "Neden... Neden... Neden yaptın ki?" diye fısıldıyor, daha çok kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi sızlanıyor ve sürekli olarak "Neden boyattın ki?" diye soruyordu.

Jungkook, eşinin bu hallerine gülümsemeden edemedi. "İyi misin?" diye sordu ve eşinin kendisine bakmasını istediği için, kollarını ağır ağır okşamaya başladı. 

"Saçlarını sarıya boyatıp müthiş derecede seksi olmuş bir adamın kocası nasılsa, ben de öyleyim..."

Jungkook, Taehyung'un bu sevimli, hafif uyku sersemliğinin de etkisiyle uyuşuk hareketlerini gülerek izliyor ve ona bu kadar kısa süreliğine tepki gösterebildiği için zaman zaman kendisine kızıyordu. Oysa beceremiyordu işte... Taehyung arabada kendisine güvenemeyeceğini açık açık söylediğinde, kalbi çok fazla kırılmış ve Taehyung'la konuşmama kararı almıştı. Fakat bu kararı en fazla birkaç saatle sınırlı kalmıştı...

Jungkook içinden "Evli olmanın vermiş olduğu sorumluluklar..." diye geçirdi ve soğuktan hafif hafif titreyen eşini kucakladı. Taehyung'u kolları arasına aldığında sıkıca sarıldı ve "Hadi içeri geçelim." Dedi, fakat Taehyung hareket etmiyordu:

"Konuşmak istiyorum."

"Ne konuşmak istiyorsun?"

Taehyung, kocasının gözlerinin içine bakmak adına geri çekildi. Elleri hâlâ Jungkook'un belindeydi ve yumruk yaptığı elleri arasında gömleğini sıkıca tutuyordu. "Sana karşı dürüst olmak istedim, Jungkook. Çünkü sana eskisi gibi güveniyorum deseydim, bu en başta bizim aramızdaki ilişkiye zarar verirdi. Bu konuda seni bilmiyorum, zaten bizim de en büyük sorumuz bu... Fakat ben sana karşı her zaman dürüst davrandım. Bu yüzden de yalan söylemek, hissettiğimin aksine davranmak bana göre değil."

"Sana neden yalan söylediğimi açıkladıktan sonra, bir şeylerin değişeceğini sandım." Diyerek Jungkook'ta asıl kırgınlığını itiraf etmiş oldu. "Ev, para, baban ve iş meselelerim... Bunlar benim senden sakladığım şeylerdi ve sana bunları anlattım. Fakat sen buna rağmen bana hâlâ güvenmiyorsun. Kırılma sebebim bu..."

"Sana güvenmeme sebebim, hâlâ bana anlatmadığın şeyler olmasıydı. Ve kabul etmelisin ki, tam şu an, istesen bana her şeyi anlatabilecekken, sürekli olarak üzerlerini örtüyor ve anlatmaktan da kaçınıyorsun."

Jungkook bir kez daha "Anlatacağım." Diyerek, diretti. "Anlatacağım ama bekliyorum." Taehyung'un gözlerinin içine baktı. "Beklemek zorundayım, anla beni."

"Sanki hayatlarımız apayrıymış gibi hissediyorum ve üzgünüm, bu yüzden seni anlayamıyorum bile..." Taehyung bu cümleleri kızgın ya da eşini suçlayıcı bir şekilde sarf etmedi. Yalnızca kırgındı. Sahiden de eşini tanıyamıyor, yaşadığı hayatı tam olarak bilmiyor ve öyle ki artık onun evden çıkarken, "Şuraya gidiyorum ve birazdan döneceğim." İle başlayan cümlelerine bile inanamıyordu; Jungkook bu güveni aylardır kendisine sağlayamıyordu...

"Yalnızca üç gün." Diyerek Jungkook, Taehyung'un gözlerinin içine beklentiyle baktı. "Bana üç gün ver. Üç gün sonra, yani yıldönümümüzün ardından, sana tüm her şeyi, hiçbir yalan olmadan, eksiksiz şekilde anlatacağım."

Jungkook'un birçok sebepten ekstra günlere ihtiyacı vardı. İlk olarak Kim Namjoon ile konuşmalı ve bir plan yapmalılardı; çünkü Jungkook'un, Taehyung'a her şeyi anlatacağı gün, eşzamanlı olarak Seokjin'i etkisiz hale getirmesi şarttı. Aksi takdirde Taehyung, çocuklarının, Seokjin tarafından tehdit edildiğini öğrendiğinde asla sessizce oturmazdı ve çocuklarını korumak için gitmek isterdi.

Jungkook, Taehyung'un bir günlük yokluğuna bile dayanamıyordu; bu yüzden Taehyung'un gitmesine asla izin veremezdi. Bu aşamada, planının tümünü bencilliği üzerine kuruyor ve acele ediyordu. Taehyung'u yanında tutmak isterken, çok ani ve beklenmedik hamleler yapıyor, Seokjin'in karşı atağını hiçe sayıyordu...

Taehyung yorgun bir tebessüm sundu. Bu esnada elleri eşinin kollarına ulaştı ve boydan boya, yumuşak şekilde okşamaya başladı. "Artık o kadar yorgunum ki Jungkook... Senin üzerine gelebilirim. Anlatman için ısrar edebilirim ama yapamıyorum, hem bunu yapacak takatim yok. Hem de sana baskı yaptığım, üzerine geldiğim zaman hastalığını tetiklemekten çok korkuyorum..."

Jungkook, Taehyung'un dudaklarını öptü ve "Lütfen... Lütfen, bir hafta boyunca evde olduğum vakitleri çok iyi değerlendirelim ve huzursuzluk çıkarmayalım. Bunu yapmanın zor olduğunu biliyorum. Sırlarımı bir sandığın içerisine sakladım ve hayatının tam ortasına öylece bıraktım. O sandığı görüyor ve ulaşmak, her şeyi bilmek istiyorsun fakat tek anahtarı da bende ve ben... Sana henüz o sandığın içerisindekileri göstermeye hazır değilim." dedi. Tüm bunları sükunetle ve Taehyung'a bir şeyleri açıklamak ister gibi, büyük bir cesaretle anlatıyordu.

Taehyung başını olumlu anlamda salladı ve "Çocuklar için." Dedi. "Tüm bunlara sessiz kalmamın, her şeyi sineye çekmemin ve her seferinde, hiçbir şey olmamış gibi davranmamın en büyük sebebi de çocuklarımız Jungkook. Onları üzmek, aramızdaki sorunları yansıtmak, psikolojilerini kötü yönde etkilemek istemiyorum ve bundan çok korkuyorum."

Jungkook "Ben de öyle." Diyerek eşini onayladı. Taehyung'a hak veriyordu. Birçok konuda, ikisinin de en büyük korkusu çocuklarıydı. Jungkook, Seokjin'den kurtulmak istiyordu çünkü Seokjin, alenen çocuklarına zarar vereceğine dair kendisini tehdit ediyordu. Taehyung ise her seferinde, kocasıyla yaşadığı sorunları bir kenara atıyor ve aile yaşantılarına odaklanıyordu çünkü çocuklarının etkilenmesinden çok korkuyordu.

"Jihyo'nun bir hafta boyunca evde kalacağını duyduğunda ne kadar sevindiğini sende gördün. Aramızdaki sorunlar bir kenara, yarın sabah uyandığımızda, hiçbir şey olmamış gibi davranmamız konusunda sana yalvarıyorum, Jungkook. Sana güvenmediğimi söyleyerek seni üzmüş ve sarsmış olabilirim ama rol yapabileceğini umuyorum..."

Taehyung'un sözleriyle birlikte Jungkook kaşlarını çattı ve elleriyle eşinin yanaklarını sıkıca sarıp, yüzlerini birbirine yaklaştırdı. Taehyung'un böyle düşünmesine üzülmüştü ve eşini de üzdüğünü görebiliyordu. "Taehyung... Ben sana değil, kendime kızıyorum. Ve böyle anlarda, vicdanımla başa çıkamadığım için sessizleşiyorum ve içime kapanıyorum."

"Yine de kalbini kırdığımı kabul etmelisin..."

"Evet, zaman zaman sözlerinle beni yaralıyorsun fakat bunun sebebi ağır sözler sarf etmen ve duygularımı incitmenden ötürü değil, doğruları ve gerçekleri yüzüme vurmandan kaynaklanıyor. Bazen bilmemek, bana daha az acı verici geliyor." Diyerek Jungkook, bir kez daha Taehyung'un söylemek istediği şeyleri yutmasına sebep oldu.

Fakat Taehyung, yine de dürüst olacaktı. Bu ilişkide, hâlâ, bir tarafın aralarındaki kopmuş olan o bağı, güven duygusunu iyileştirmesi için çabalaması gerekiyordu ve Taehyung, bu kişi olmaya hazırdı:

"Bugün arabada söylemek istediğim asıl şey, bazı zamanlar seni tanıyamıyor ve senden ürküyor oluşumdu. Ruhunun derinliklerinde sakladığın çok farklı bir Jungkook olduğunu düşünüyorum. Aile ilişkilerimizde, o kadar sevimli ve neşeli bir babasın ki... Senin bu hallerine bayılıyorum fakat o anlarda, eksik olan bir şeyler hissediyorum. Sanki bu sen değilmişsin gibi... Senin bastırılmış, saklanmış, başka bir karakterin olduğunu düşünüyorum."

Jungkook dikkatle kocasına bakıyordu. Taehyung'un kendisini bu kadar iyi tanımasına şaşırmadı. Yalnızca tedirgin oldu; çünkü Jungkook asıl olan kişiliğini eşine gösterdiğinde, Taehyung'un korkup kaçmasından ve artık onu istememesinden çok korkuyordu:

"Belki öyle, belki de değil fakat... Unutmamalısın ki, ben her zaman senin evlendiğin o adam olarak kalacağım. İleride yaptığım iş," derken bir kez daha Taehyung'u deniyor ve kendisine vereceği cevapları duymak için heyecanlanıyordu. "Ya da insanlara karşı takınacağım tavır değişebilir, fakat tüm bunlar benim çocuklarıma ve sana karşı olan davranışlarımı değiştirmeyecek, Taehyung. Ben her zaman, senin âşık olduğun, sevdiğin ve evlendiğin o adam olarak kalacağım. Buna inanmalısın. Bana güvenmediğini biliyorum... Fakat hiç olmazsa bu konuda, bana güvenmeli ve inanmalısın."

Taehyung'un asla şüphe duymadığı bir şey varsa o da Jungkook'un çocuklarına olan saf sevgisiydi. Bu yüzden başını aşağı yukarı salladı ve Jungkook'a tekrar sarıldı. Yanağını, eşinin omzuna yasladı ve gözlerini kapattı. Jungkook'un kendisine açık açık bulunduğu imalar onu hem korkutuyor hem de sona yaklaştıklarının bilincinde, rahatlamış ve huzura kavuşmuş gibi hissediyordu...

***

Jeon ailesi, Taehyung ve Jungkook'un yıldönümüne kadar dingin günler geçirdi. Taehyung ve Jungkook'un arasında hafif bir soğukluk hissediliyordu fakat yine de ikisi de rol yapma konusundaki becerileri ve yaklaşmakta olan beşinci yıldönümleri sebebiyle, tüm her şeyi geride bırakmayı başarabilmişti.

Yıldönümlerinin olduğu günün sabahı ise Jeon ailesinin evinde sessizlik hakimdi. Taehyung ve Jungkook hâlâ uyuyordu. Jihyo ve Jihoon, dün akşam erken uyudukları için sabahta erken saatlerde uyanmış fakat babalarını rahatsız etmek yerine birlikte salona inmişlerdi. Jihoon, muzlu sütünü içerken çizgi film izliyor, Jihyo ise resim çiziyordu.

Jihoon'un izlediği çizgi filmde bir süper kahraman vardı. Jihoon muzlu sütünü içmeyi bıraktı. Kıstığı gözleriyle süper kahramana, sanki düellodalarmış gibi ters ters bakıyordu. Kendisini oldukça kaptırmış ve hayal dünyasında, süper kahramanla yan yana olduğunu düşünmeye başlamıştı. Kaşlarını çattı ve televizyon ekranına sert sandığı fakat oldukça sevimli olan bakışlar atmaya başladı:

"Bakma bana öyle..." diye sızlandı, Jihoon. "Artık sen benim en sevdiğim süper kahraman olamazsın... Babamın bile senden daha çok kasları var... Beni hayal kırıklığına uğrattın... Artık, benim tek süper kahramanım Jungkook babam..."

Jihyo, kardeşinin kendi kendisine konuştuğunu fark ettiğinde tatlı tatlı gülüyordu, "Hayal kırıklığının ne demek olduğunu nereden bildiğini düşünmek bile istemiyorum..." dedi. Oturduğu koltukta eğildi ve yerde oturan kardeşinin simsiyah saçlarını okşadı.

Jihoon, ablasının oturduğu koltuğun hemen önünde bağdaş kurup oturmuştu. Dirseklerini dizlerine yaslamış ve bitirdiği süt kutusunu da yere bıraktığında, yumruk yaptığı tombul ellerini çenesinin altına yerleştirmişti. Heyecanla bir zamanlar en sevdiği süper kahramanı izliyordu, "Abla çok üzgünüm ama ben şu an."

"Neden üzgünsün bakalım?"

"Çünkü artık o benim en sevdiğim süper kahraman değil." Derken işaret parmağıyla çizgi filmde, düşmanlarıyla dövüşen süper kahramanı gösterdi. "Bu yüzden kesin çok üzülecek."

Jihyo kıkırdadı, "Öyleyse onu sevmeye devam edebilirsin."

"Olmaz!" diyerek Jihoon, bu fikre şiddetle karşı çıktı. Bir taraftan da başını iki yana sallıyor ve bitirdiği halde eline aldığı süt kutusundan boş hava çekiyordu. "Devam edemem!"

"Nedenmiş o?"

"Çünkü benim tek ve en sevdiğim süper kahramanım Jungkook babam!" diyerek heyecanla bağırdı. "Ve o başkasını sevdiğimi öğrenirse çok üzülür ve süper kahramanım olmaktan vazgeçer!"

Bazen Jihyo, kardeşinin sevimliliği karşısında ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bu da o anlardan yalnızca bir tanesiydi. Sustu ve sadece heyecanla konuşan, babasının süper kahraman olduğunu haykıran kardeşini dinledi. Bu esnada Taehyung babası da merdivenlerden iniyordu. İki çocuğunda heyecanlı bakışları babasına döndü;

Taehyung her zamanki gibi, çocukların sabahına asıl doğan güneşti; yüzünde gülücükler, tomurcuklar halinde açıyor, esmer teni parıldıyor ve sabahın ilk saatlerinde uyanıp yapmış olduğu kıvır kıvır pembe saçlarıyla, çok tatlı gözüküyordu. (Jihoon, Jihyo ve Jungkook, Taehyung'u hep pamuk şekere benzetirlerdi.)

Aynı zamanda Taehyung'un yüzü istisnasız her an gülerdi, neşeliydi, çocuklarına karşı her zaman içten davranmış ve bir günde bir güne, asla çocuklardan bıkmak, yorulmak ya da sıkılmak gibi bir davranışta bulunmamıştı. Çocuklarda bunu hissedebiliyor ve sırf bu yüzden babalarına karşı salt ve yoğun bir sevgi barındırıyorlardı.

Taehyung, "Günaydın, küçük sevgililerim." Diyerek neşeyle şakıdı. Dışarıdan bakıldığında birkaç gün önce kocasıyla arasında geçen küçük çaplı tartışmanın etkisinden sıyrılabilmiş gibi gözüküyordu. Oysa berbat bir haldeydi. Buna rağmen, bir kez daha çocuklarına hiçbir şeyi belli etmedi ve düşünmekten uyuyamadığını ve kötü durumda olduğunu hissettirmedi...

"Günaydın, babacığım!" diyerek Taehyung'un kucağına atlayan ilk Jihoon oldu.

Jihyo'da ayağa kalktı ama yalnızca babasına günaydın öpücüğü verip dizlerine sarıldı. Ardından koltuğa geri döndü ve boyama yapmaya devam etti. Bu saatler Jihoon'un sevgi saatleriydi ve babasını asla rahat bırakmazdı. Muhakkak Taehyung tarafından öpücüklere boğulması ve evin prensi olarak övülmesi, biraz da olsa şımartılması gerekirdi...

Bu esnada kapı çaldı.

Jihoon, sevgi saatinin yarım kalmasına sızlanıyor ve "Baba..." diyerek mızmızlanıyordu. "Lütfen gitme, daha göbüşümü gıdıklayacaktın..."

Taehyung kıkırdadı ve Jihoon'un saçlarını sevgiyle okşayıp, öpücükler kondurdu. "Hemen geleceğim, ablanla birlikte salonda oturmalısın." Dedi. Böylelikle Jihoon'a peşinden gelmemesi yönünde ricada bulundu çünkü sabahın ilk saatlerinde, ansızın gelen kişinin kim olduğunu bilmiyor, dolayısıyla ürküyor ve çocuklarını koruma içgüdüsü besliyordu.

Taehyung kapıyı açtığında, karşısında görmeyi beklediği son kişi, telaş içerisinde olan Bay Kim'di.

Taehyung şaşkınca, "Baba?" diye sordu ve hemen ardından kaşlarını çattı. "Senin burada ne işin var? Neden geldin?"

Seongho direkt olarak Taehyung'un koluna yapıştı ve oğlunu kendisine doğru sertçe çekti. Taehyung bu ani temastan korktuğu için neredeyse çığlık atacaktı. Seongho ise buna izin vermedi. Avcunu, oğlunun dudaklarına bastırdı ve telaş içerisinde "Taehyung, neden telefonlarımı açmadın?!" diye sordu. "Dün geceden beri sana ulaşmaya çalışıyorum!"

Taehyung'un gözleri irice açılmış, şaşkın şaşkın babasına bakıyordu. Babasının bileğini tuttu ve ağzını kapatmasını önledi. "Baba sen iyi misin? Ne bu telaş? Sakin olur musun? Neler oluyor?" diyerek ardı ardına sorular yöneltti. Oldukça şaşırmış ve şok olmuştu. Babasını ilk defa bu kadar telaşlı görüyordu.

Seongho yine aynı acelecilikle oğlunu kolundan tutup dışarıya sürüklemeye çalıştı, "Hadi gel, dışarı çıkalım, konuşalım, sana söylemem gereken çok önemli bir şey var!"

Taehyung, babasına daha fazla direnemeyeceğini anlayınca dışarı çıktı, ardından da kapıyı kapattı. Bu esnada çocuklar oyun oynamaya dalmıştı ve Jungkook'ta hâlâ uyuyordu. Dün gece huzursuz bir uyku uyumuştu; oysa kocası kolları arasında uyuyor, hoş kokusu burnuna doluyor ve teninin sıcaklığını hissediyordu. Yine de bir gün, tüm bunların son bulacağını düşünen ve acı çeken tarafı devreye girdiğinde, uykuya hasret gitmiş, sabaha kadar yalnızca tavanı seyretmişti.

Ve Jungkook sabaha karşı ancak uyuyabilmişti. Bu sebepten şu an, uyanık olması gerektiği saatlerde hâlâ uyumayı sürdürüyordu; oysa Bay Kim ile Taehyung'un konuşmasını önlemesi gerekiyordu... Fakat geç kalmıştı. Yukarıda, yatak odasında, kesintisiz bir uyku çekerken, artık her şey için çok geçti...

"Baba, ne yapıyorsun?" diyerek Taehyung, bir kez daha kolunu babasından kurtardı. "Sakin ol lütfen ve anlat, seni bu kadar telaşlandıran şey nedir?"

Taehyung babasına baktığında onu ilk defa bu kadar ürkek gördüğünü fark etti. Seongho dehşet içerisindeydi. Apar topar buraya geldiği için, üzerini bile doğru dürüst giyinmemişti ve paspal görüntüsü, kesinlikle Kim Seongho'ya uymuyordu. Yine de öğrendiklerinden sonra hiçbir şeyi umursamamış, sadece aceleyle oğlunun yanına gelmeye çalışmıştı:

Seongho, "Taehyung, bana kızacağını biliyorum. Ama lütfen önyargılı yaklaşma ve beni düzgün bir şekilde dinle." Dediğinde, Taehyung, babasını başını sallayarak onayladı. "Sen bizi terk ettiğinden beri... Kabul etmeliyim ki bu durumu kabullenmekte zorluk çektim. Gözüme uyku girmedi. Hem vicdan azabı çektim ve hem de Jungkook bizi senden ayırdığı için ona öfkelendim-"

Seongho'nun sözlerini, Taehyung'un alaylı bakışları böldü. Taehyung, iğreniyormuş gibi yüzünü buruşturdu ve başını iki yana salladı, "Hâlâ mı baba? Sana söylediğim şeylerden sonra, ders çıkarman gerekirken, sen yine de kocamı araştırmaya ve onu kötülemek için yeni malzemeler aramaya devam mı ettin?" Birkaç adım geri çekildi ve eve girmeye hazırladı, "Ben de seni ciddiye alıp dinliyorum... Saçmalıklarından bıktım artık, evine dön."

Seongho tekrar oğlunun koluna yapıştı ve gitmesini önledi, "Hayır, hayır gitme. Bu defa hepsinden farklı... Taehyung... Jungkook ile ilgili bilmediğin o kadar çok şey var ki, oğlum... O sandığın gibi biri değil, sana söylediği her şey yalandan ibaret!"

Taehyung, bu defa babasının kolunu itecek gücü kendisinde bulamadı. Kekeleyerek, "Ne diyorsun baba?" diye sordu. Ses tonu güçsüz ve çelimsizdi. Sesini bile yükseltemedi. Bir anda tüm özgüvenini yitirmişti, kısık bir sesle "Yine ne saçmalıyorsun?" diyerek devam etti. "Kes şunu ve git buradan, lütfen."

Taehyung, Jungkook'un kendisine yalan söylediğini bildiği halde tüm bunları babasından duymak istemediği için, Seongho'nun buradan gitmesini istiyordu. Fakat Seongho öylesine kararlı ve öğrendiklerinden emindi ki gitmemekte ısrarcıydı. Jeon Jungkook'un ailesini araştırmakla doğru kararı aldığını biliyordu. Jungkook'u mahvedecek en net fırsatı yakaladığı için telaşlanmış ve heyecanlanmıştı. O anlarda bile, aslında Jungkook'un kim olduğunu öğrendiği için endişelenmemiş ve oğlunu koruma amacı gütmemişti; hâlâ, kendi hırslarını ve çıkarlarını gözetiyordu.

"Saçmalamıyorum, Taehyung. Ben her şeyi öğrendim. Jungkook'un aslında kim olduğunu biliyorum. O adamın sana ailesiyle ilgili söylediği her şey yalan! Babası ve annesinin memur olduğu, Jungkook henüz küçükken trafik kazasında öldükleri... Hepsi, hepsi birer yalandan ibaret!"

Taehyung bir anda tüm kanın vücudundan çekildiğini hissetti. Başı dönmeye başladı, düşecekmiş gibi sarsıldı ve elleriyle tutunacak yer aradı. O anda ona kucak açan tek kişi babasıydı, babasının kollarına tutundu. Gözleri kararıyordu ve babasının gözlerinin içine bakmak istese bile, bakışları bir türlü odağını bulamıyordu. Kekeleyerek "N-ne, ne diyorsun?" diye sordu, bir kez daha. Duyuyor fakat inanmak istemediği için tekrar tekrar soruyordu.

"Ailesinin yaşadıkları dönemde sözde(!) kaldıkları yere gittim. Güya Busan'da bir kasabada yaşıyorlarmış... Gidip baktım, kendi gözlerimle gördüm Taehyung." Derken Seongho'nun da heyecandan sesi titriyordu. Kabul etmeliydi ki tüm bunları öğrenmesinin ve bir gizemin tam ortasına düşmesinin ardından kendisi de Jeon ailesinden ürkmüş ve korka korka araştırmaya devam etmişti:

"Orada, gittiğim kasabada, Jeon ailesiyle ilgili en ufak bir iz yok. Kimse onları tanımıyor; ne babasını, ne annesini ne de Jungkook'u... Kimse kim olduklarını bilmiyor. Ayrıca anne ve babasının ölüm tarihlerine, mezarlarına, sözde otopsi kayıtlarına... Her şeye baktım. Ailesinin bir mezarı yok, ölüp ölmedikleri bile belli değil. Onlara dair hiçbir şey yok, oğlum." Dedi ve Taehyung'un gözlerinin içine baktı:

"Jungkook'un bize anlattığı Jeon ailesi, tümüyle bir yalandan ibaret!"

Taehyung yalnızca boş gözlerle babasını seyretti. Hiçbir tepki veremedi. Ne güldü, ne ağladı, ne dalga geçmek adına alaycı bir tavır benimsedi ne de babasına, eşini ondan izinsiz neden araştırdığı için kızdı... Sadece sustu. O anlarda yapabileceği başka hiçbir şey yokmuş gibi hissediyordu.

Eğer babasının samimi olduğuna ve öğrendiklerinden sonra sahiden oğlunu kurtarmak adına hareket ettiğine inansaydı, belki de babasına teşekkür edebilirdi. Fakat babasının gözlerinin içine baktığında, gördüğü tek şey, Jungkook'u sonunda tümüyle mağlup etmenin ve evliliklerini bozmuş olmanın verdiği sevinçti.

Taehyung hızla babasının kollarını bıraktı ve "Git buradan." Dedi. Söylediklerinin doğru olduğunu biliyordu. Buna rağmen Seongho'ya bu mutluluğu vermeyecek ve kocasını bu şekilde babasına ezdirmeyecekti:

"Senin yalanlarından bıktım! Git buradan!"

"Ama Taehyung-"

Taehyung bir kez daha babasının sözünü kesti ve "Senin suratını bile görmek istemiyorum, defol git!" diye bağırdı.

Seongho şok oldu çünkü amacına ulaşamamıştı. Bu durum kendisini çıldırttı. Hiddetle "Aptal!" diyerek oğluna bağırmaya başladı: "Jungkook aslında senin tanıdığın kişi değil diyorum! Buna rağmen nasıl bu kadar rahat davranıyor ve üstüne üstlük beni kovuyorsun?! Delirdin mi sen! Sözlerimi dinlemelisin!"

"Dinleyecek hiçbir şey yok." Diyerek Taehyung, bir kez daha gerçekleri reddetti. "Git baba, git buradan! Git artık!"

Seongho tükürürcesine "Kahretsin!" diye bağırdı. Taehyung'a dik dik baktı. Bakışlarıyla oğluna ne kadar aptal olduğunu haykırmak istiyor gibiydi. Taehyung bunu umursamadı. Babası bakış açısından çıkana kadar yüzünde mimik oynamadı, sırtı dimdikti. Sanki babasının sözlerinin kendisi için hiçbir değeri yokmuş gibiydi. 

Fakat babası hızla arabasına binip uzaklaştığında, Taehyung'un da sakladığı duyguları bir bir açığa çıktı. Gözleri ansızın doldu ve yaşlar boşalmaya başladı. Hıçkırığını bastırmak için yumruk yaptığı elini dudaklarına bastırıyordu. Sırtını kapıya yasladı fakat bacaklarındaki gücü yitirmişti. Bedeninin ağırlığını taşıyamadığı için aşağı doğru kaydı ve yere oturdu. Elleriyle yüzünü kapattı ve yaşadığı şoktan kurtulmaya çalıştı. Delirecek gibi hissediyordu.

Jungkook'un, kendisine para meselesi ve babası konusunda yalan söylemesine hak vermişti fakat neden Bay ve Bayan Jeon hakkında da yalan söylemişti? Taehyung bu defa bu yalanı hak edecek ne yapmıştı?

Taehyung anladı ki yalnızca evlilikleri değil, Jungkook'un hayatı da yalanlar üzerine kuruluydu...

Bu durum Taehyung'u mahvetti. Canı, daha önce hiç olmadığı kadar, çok acıyordu. "Ben ne yapacağım..." diyerek kendi kendisine fısıldadı. Bu esnada gözlerindeki yaşları silmeye çalışıyor fakat sürekli olarak sildiği yaşların yerine yenisi ekleniyordu. "Tanrım... Ben ne yapacağım?" Aklını kaybetmiş gibiydi. Sağına, soluna saf saf baktı. Tüm algıları kapanmıştı, başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Ne yapacağını bilemedi. Birkaç dakika öylece oturdu. Ardından, içeriden çocuklarının sesini duyduğunda, hemen ayağa kalktı ve kendisine çeki düzen verdi.

Şimdi bu öğrendiklerini bir kenara atacak ve hiçbir şey olmamış gibi eve girecekti...

Göğsünü şişirdi ve derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını son kez sildi ve yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. İçinden sürekli olarak, "Bugün yıldönümünüz, yanlış bir şey yaparsan çocuklar üzülecek..." diye geçiriyor ve sakinleşmeyi deniyordu.

Sonunda kapının şifresini girdi. Cesaretini topladığı anda kapıyı açtı. Jihyo'nun "Baba?" diyerek kendisine seslendiğini duyuyordu. Salona gitmeden önce oyalanmak üzere mutfağa yöneldi ve yarım dakika kadar bekledi. Salona döndüğünde Jihyo, "Ne oldu baba?" diye sordu. "Dakikalardır dışarıdaydın..." Kaşları hafifçe çatılmıştı ve babasının kızarık gözlerine dikkatle bakıyordu.

Taehyung yapmacık tebessümler saçtı: "Kapıcı günlük süt getirmiş ve bu soğukta, buraya kadar geldiği için kendisine teşekkür ettim. O yüzden geç kaldım." Diyerek, basit fakat etkili bir yalan söyledi.

Jihyo ikna olmasa bile başını salladı. Jihoon'la oynadığı oyuna geri döndü. Eş zamanlı olarak Taehyung, bedenine arkadan sarılan kaslı kolları hissetti. Jungkook ellerini, eşinin karnının üzerinde birleştirdiğinde, Taehyung baştan ayağı titredi. Jungkook'a dokunmak bile tüylerini ürpertiyordu. 

Eşine "Sen kimsin?" diye sormak istedi fakat yapamadı. Gözlerini sımsıkı yumdu ve boynuna bastırılan yumuşak dudaklardan kaçmamak için, üstün bir çaba sarf etti.

Jungkook biraz da şüpheci bir tavırla, "Kapıcının kışın geldiğini bilmiyordum." Dedi. Bu sırada eşinin esmer ve pürüzsüz boynuna, yumuşak öpücükler konduruyordu.

Taehyung rahatsızca kıpırdandı, "Ben de bilmiyordum ama gelmiş işte."

Babasının uyandığını fark eden Jihoon, hemen oyununu yarım bıraktı. Jungkook babasının bacağına yapıştı ve heyecanla bağırmaya başladı, "Baba! Baba! Günaydın öpücüğüm nerede benim? Hadi sarıl bana!" 

Jungkook istemeyerek de olsa Taehyung'u serbest bıraktığında, Taehyung direkt olarak "Duş almam gerekiyor." Dedi ve koşar adımlarla salondan çıktı. Jungkook dizleri üzerine çöktü ve ilk önce Jihoon'un yanaklarını öptü, ardından da saçlarını okşayıp, oğlunu kucağına aldı. Fakat aklı Taehyung'ta kalmıştı. Hareketlerinde bir gariplik seziyordu. Hem de kapıcı yalanına inanmamıştı. Bu yüzden Jihoon'a "Süt içmek ister misin, bebeğim?" diye sordu. Jihoon sade süt sevmese bile, sırf Jungkook babası için "İsterim!" diye bağırdı.

Son seferde alışverişi Jungkook yapmıştı ve evde ne olup olmadığını çok iyi biliyordu. Mutfağa gitti ve dolabı açtı. Taehyung'un iddia ettiğinin aksine dolapta günlük süt falan yoktu. 

Taehyung kendisine yalan söylemişti. 

Jungkook öfkeyle soludu ve içinden, "Kiminle görüştün sen Taehyung..." diye geçirdi. Şüphesiz ki, Bay Kim o anda aklına gelen son kişi bile değildi...

***

Taehyung yatak odasına çıktığında duş almadı. Yalnızca yatağın üzerine oturdu ve düşünmeye başladı. Fakat hiçbir şey bilmemenin getirisi, yeterince detaylı düşünememesini sağlıyordu. Jungkook'un ailesini ne kadar tanıyordu? Neredeyse hiç. Onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu... Neden ölümleri bile saklanmıştı? Bir ihtimal, hâlâ yaşıyor olabilirler miydi? Eğer yaşıyorlarsa, Jungkook evden çıkıp ailesi ile mi buluşmaya gidiyordu? Taehyung aniden aklına gelen fikre dayanamadığı için gözlerini sıkıca kapattı. Kendisini sıkmasından ötürü başı ağrıyor, göz kapaklarının ağırlığını taşıyamadığı için gözleri acıyordu; o anlarda Jungkook'un başka bir ailesi olduğunu bile düşünmeye başladı.

Kendisini sakinleştirmesi gerektiğini biliyordu. Akşamüstü Jungkook ile beşinci yıldönümlerini kutlamak için yemeğe çıkacaklardı ve kocasına herhangi bir şeyi belli etmeyecekti. Çünkü bu gece, Jungkook kendisine her şeyi anlatacaktı. Söz vermişti.

Taehyung, kendisinden saklanan onlarca yalana rağmen hâlâ Jungkook'a şans tanımak istiyor ve yapacağı açıklamaları merak ediyordu.

Banyoya gitti. Aynanın karşısına geçti ve kendisine baktı. Yüzünde dehşet verici bir ifade vardı; hayal kırıklığına uğramış, şaşırmış, kızmış, kırılmış ve üzülmüştü. Berbat gözüküyordu. Hemen yüzüne su çarptı, kıvırcık saçlarını dağıttı ve kabarmasını sağladı. Bal rengi gözlerinin karardığını ve göz çevresinin kızardığını görebiliyordu. Biraz makyaj yaptı. Kendisine baktığında hiçbir şeyin değişmediğini fark etti; dış görünüşünde belirgin değişiklik olsa bile, ruhundaki kalıtsal hasarlar hâlâ duruyordu. Bu da Taehyung'un yıkılmış, tükenmiş ve bitmiş bir halde olan görüntüsünü düzeltemiyordu.

Yine de yapabileceği bir şey yoktu. Salona indi. Jungkook ve çocuklar mutfaktaydı. Jungkook, kocasının merdivenlerden indiğini gördüğünde, "Hayatım!" diyerek neşeyle Taehyung'a seslendi. "Mutfaktayız! Kahvaltı hazırlıyoruz, hadi gel!"

Taehyung boş gözlerle etrafa baktı. O an gülmek istedi. Jungkook'un kendisine "Hayatım" demesini komik bulmuştu. Kendi kendisine, "Aslında hayatını bile bilmiyorum ama hayatınım..." diye fısıldadı. İlk önce sertçe yüzünü ovuşturdu. Ardından ellerini yüzünden çektiğinde, gülücükler saçıyordu. Tıpkı Jungkook gibiydi; yaklaşık beş ayda rol yapma yeteneği oldukça gelişmişti.

Taehyung mutfağa gitti ve yapmacık bir keyifle, "Ne yapıyorsunuz bakalım?" diye sordu.

Jihoon heyecanla atıldı ve bağırmaya başladı:

"Jungkook babamla omlet yapıyoruz!"

Jihyo ise sessizce masada oturuyordu. Bakışları Taehyung babasını buldu ve kısaca göz göze geldiler. Taehyung eğildi ve Jihyo'nun kıvırcık, uzun saçlarını öptü. "Sıkıldın mı meleğim?" diye sorduğunda, kızının sessizliğinin sebebini sıkılmasına bağlamıştı. Oysa Jihyo'nun derdi bambaşkaydı. Duş alacağım diyerek yukarı çıkan fakat duş almadan aşağı inen babasına dikkatle bakıyordu. Bir şeyler olduğunu sezmişti ama hiçbir şey söylemedi. Yalnızca başını iki yana salladı.

Bu esnada Taehyung, tekrar kocasına ve oğluna döndü. Kaşlarını hafifçe çattı, "Jihoon, neden Jungkook babanın sırtındasın? İn lütfen, düşeceksin." Dedi. Fakat Jihoon'un keyfi oldukça yerindeydi. İnmek istemiyordu; çenesini Jungkook babasının başının üzerine yerleştirmiş, ellerini de boynuna sarmıştı. Jungkook, kendisi için omlet yapıyor ve Jihoon'da gözlerini kırpmadan izliyordu. Arada sırada babasının saçlarını öpüyor ya da kulağına fısıldayıp, babasının gıdıklanmasına sebep oluyordu.

Bu manzara, dışarıdan bakıldığında mükemmeldi. Fakat o anlarda Taehyung'un yalnızca canını yakıyordu. Hemen kocasının ve oğlunun yanına yaklaştı. Jihoon'u tuttu ve kucağına çekti. Jungkook, bu anlık tepkinin sebebini anlayamadı. Arkasını döndü ve kocasıyla göz göze geldi, "Dikkat ediyordum, Taehyung..."

Taehyung, bakışlarını eşinden kaçırdı. "Yine de gerek yok." Dedi. Jihoon'u sandalyesine oturttu.

Jihoon, babasının neden böyle yaptığını anlayamadı. Dudaklarını büzdü ve üzgün üzgün Jungkook babasına baktı. Jungkook, günün ilk saatlerinde Taehyung'un bu sert çıkışı yüzünden şok olmuştu. "Dün gece ona bir şey mi yaptım?" Diye düşündü. Ardından aklına yaklaşık yarım saat önce yaşananlar geldi. Arkasını döndü ve sözde omletle ilgileniyormuş gibi yapmaya devam etti. Bu esnada dişlerini sıkıyor, göğsü hızla şişip iniyordu. Tedirginlik ve öfke etrafını sarmış, artık bazı şeylerden emin olmuştu:

Taehyung onun hakkında bir şeyler öğrenmişti.

***

Yer: Incheon

Saat: 18.00

Seokjin'in şirketinde tam anlamıyla bir kargaşa hakimdi. Son teslimatın ardından başının belada olduğunu bilen ve bu sebepten korkak bir sıçan gibi, kapana kısılan Seokjin, iki gündür şirketinde saklanıyordu. Teslimat meselesini halletmeye çalıştığı sırada ise, yeni bir haberle sarsıldı: Bir fotoğraf karesi kendisine bizzat gönderilmişti ve Seokjin, gözlerini kırpmadan saatlerdir fotoğrafı inceliyordu.

Aniden Sooyoung'a döndü ve "İhanet böyle mi hissettiriyor?" diye sordu.

"Nasıl hissediyorsunuz ki, efendim?" derken Sooyoung gülmek istedi. Oysa kendisi de eski sevgilisine ihanet etmişti... diye düşündü fakat bu düşüncesini dışarıya vurmadı. Seokjin ile uğraşmak istemiyordu.

Seokjin tükürürcesine ve nefretle "İkisini de gebertmek istiyorum." Dedi.

Sooyoung'un tüyleri ürperdi. Bu istediği son şey bile değildi. Patronunun gözlerinin içine baktı, "Bunu yapmamalısınız. Dikkatle hareket etmenizi öneriyorum." Dedi.

"Dikkatle mi?!" Seokjin aniden ayağa kalktı ve Sooyoung'un karşısına dikildi: "Artık her şey bitti, görmüyor musun? Başımı hiç olmadığı kadar büyük bir belaya soktum ve ne yapacağımı bilmiyorum! Kahretsin! Kahretsin! Beni bu siktiğimin belasına sokanlar ise kardeşim ve sevgilim!"

Sooyoung, patronunu kolundan tuttu ve "Sakin olun, efendim." Diyerek onu tekrar koltuğuna oturttu. "Mantıklı düşünün. Öfkeyle hareket ettiğinizde, zararlı çıkan siz oluyorsunuz. Bu hayatta tanıdığım en zeki adamsınız. Bu plandan daha iyisini yapabilirsiniz." Dedi. İstemeden de olsa Seokjin'e güç verdiğinin farkında değildi. Eğer bilseydi, yapmazdı. Çünkü o da herkes gibi Seokjin'in yerinde Jungkook'u görmek istiyordu.

"Namjoon'un ne kadar akıllı bir adam olduğunu bilmiyorsun, Sooyoung. Yapmış olduğu planı görmedin mi? Beni tek bir gecede mahvetti." Elleriyle yüzünü ovuşturdu, "Ne yapacağımı bilmiyorum, lanet olsun..."

Seokjin düşünmeye çalıştı. Fakat zihni düşüncelerle dolup taşmıştı. Bu yüzden mantıklı düşünmekten fazla uzaktı, sadece delirecek gibi hissediyordu. Bir haftada tüm itibarını ve gücünü kaybettiğini biliyordu. Jungkook'un kendisine böyle bir hamlede bulunacağını asla tahmin etmezdi. Jungkook onu gafil avlamıştı. Bunu düşündüğü anda aniden başını kaldırdı:

"Şimdi de Jungkook'u gafil avlama sırası ben de!" diye bağırdı.

Sooyoung neredeyse yerinden sıçrayacaktı, "Neden bahsediyorsunuz, efendim?"

Seokjin heyecanla "Çabuk, çabuk arabamı hazırlasınlar!" diye bağırdığında, bir taraftan da kravatını düzeltiyordu. "Gidiyoruz, Sooyoung."

Seokjin üzerine takım elbisesinin siyah ceketini giydi. Gözleri ışıldıyor, zaferi asıl şimdi kendisinin kazanacağını haykırıyordu. Sooyoung, Seokjin'in bu tavrından inanılmaz derecede tedirgin oldu. İçinde kötü bir his vardı. Seokjin'e defalarca kez planının ne olduğunu sordu fakat cevap alamadı. Yalnızca patronunun peşine takıldı. Onun şeytanın ta kendisi olduğunu biliyordu. Bu sebepten yol boyunca tedirgindi. Yolun sonunda kendisini neyin beklediğini çok merak ediyordu.

***

Yer: Seul

Saat: 19.45

Jungkook beyaz gömleğinin düğmelerini iliklerden merdivenlerden indi. Bu sırada Taehyung dizleri üzerine çökmüş, Jihoon ile konuşuyordu. "Çok geç kalmayacağız, tamam mı? Lütfen dadını üzme."

Jihoon "Gitmeni istemiyorum, baba." Dedi ve tekrar babasının boynuna sarıldı. Eğer o an kendisini tam anlamıyla ifade edebilseydi, huzursuz hissettiğini söylerdi. İçinde kötü bir his vardı ve Jihoon'u rahatsız ediyordu. Jihoon'da bu sebepten Taehyung babasından ayrılmak istemiyordu. Neredeyse ağlayacak gibiydi. Dudakları titrerken, minik kollarını babasının boynunda biraz daha sıklaştırdı.

Taehyung sakinleşmesi için oğlunun sırtını okşadı. "Söz veriyorum erken geleceğim, küçük sevgilim." Dedi ve Jihoon'un saçlarına öpücükler kondurdu. "Sen uyuyana kadar gelmiş oluruz."

Jihoon başını salladı. Babasını serbest bıraktı. Hemen ablasının yanına gitti ve ellerini tuttu. Jihyo, Jihoon'u kucakladı ve "Bu kadar üzülme." Dedi. "Ablan yanında. İstersen birlikte tüm gece muzlu süt içer ve oyun oynarız."

Jihyo, Jihoon'u sakinleştirmeyi denerken Jungkook'da ailesinin yanına ulaştı. Bu esnada bileğine sardığı siyah kravatını bağlamakla uğraşıyordu. Taehyung, Jungkook'un boşa çabaladığını fark ettiğinde, "Bana bırak." Dedi. Kravatı kendi eline aldı ve usta şekilde bağladı. Buna alışkındı. Eskiden beri Jungkook'un kravatını kendisini bağlar, sık sık kocasını işe giderken hazırlar ve o şekilde gönderirdi.

Taehyung, Jungkook'un kravatını bağladığı esnada, Jungkook'un bakışları direkt olarak eşindeydi. Taehyung ise Jungkook'un yüzüne bakmamakta ısrarcıydı. Kaçamak bakışlarını eşinin boynunda gezdirirken "İşte oldu." Dedi. Jungkook'un gömleğini düzeltti ve geri çekilmek istedi.

Fakat Jungkook, Taehyung'un bileklerini sıkıca tuttu ve "Kocanı öpmeyecek misin?" diye sordu.

Taehyung ilk defa Jungkook'un dokunuşlarından rahatsız olduğunu fark etti. Bileği acımıştı. Jungkook'a dik dik baktı ve "Çocuklar burada, olmaz" Dedi. Hemen ellerini çekti ve arkasını döndü. Vestiyerde asılı olan sahte kürkünü üzerine geçirdi. Topuklu, siyah botlarını giydi. Çocuklarına veda edip kendisini dışarı attı.

Jungkook hemen siyah, bilek hizasına gelen kabanını üzerine geçirdi. Çocuklarını alelacele öptü ve Taehyung'un peşinden gitti. "Sorun ne?" diye sordu. "Neden böyle davranıyorsun? Sana bir şey mi yaptım?"

Taehyung adımlarını durdurdu fakat arkasını dönüp eşine bakmadı. "Hiçbir sorunum yok. Arabayı açmayacak mısın? Üşüdüm."

Jungkook arabayı açmak yerine Taehyung'un yanına yaklaştı. Eşini kolundan tutup kendisine çekti. Göğüsleri birbirine çarptığında Taehyung geri çekilmek istedi fakat Jungkook izin vermedi. Kollarını eşinin beline doladı, yüzlerini birbirine yaklaştırdı. "Taehyung benden ne saklıyorsun?"

"Hiçbir şey saklamıyorum, Jungkook. Bırakır mısın?"

"Bu sabahtan itibaren çok tuhafsın. Bir sorun olmadığına emin misin? Çünkü ben anlayamıyorum... Sana dokunduğumda kaçmaya çalışıyorsun, bana dik dik bakıyorsun ve çok kötü davranıyorsun. Sanki ben senin kocan değilmişim de düşmanınmışım gibi... Sorun ne? Ben sana ne yaptım?"

Taehyung konuşmak yerine Jungkook'a ters ters bakmayı sürdürdü. Çok öfkeliydi. Evliliğin bir yalan üzerine kurulu olduğunu biliyor ve rol yapmaya çalışıyordu. Öte yandan Jungkook ile ilgili hiçbir şey bilmediğini fark ettiğinde, ona kocam bile demek istemiyordu. Çünkü kim bilir Jungkook ondan daha neler saklamıştı? Taehyung o an kahkahalar eşliğinde gülmek istedi. Artık beş senelik kocasının adından bile emin değildi.

Jungkook, kocasının bakışlarına daha fazla tahammül edemediği için "Taehyung bana şöyle bakmayı kes!" diye bağırdı.

Taehyung, Jungkook'un kendisine bağırmasına bile alınamadı. Sadece, "Beni rahat bırak." Dedi.

Jungkook, Taehyung'un "yersiz tavırlar" diye adlandırdığı davranışlarına çok sinirlendi. Eşini aniden serbest bıraktı ve arabanın kapılarını açtı. Taehyung hemen kendisini arabaya attı. Sanki Jungkook ile aynı ortamda kalmaya bile tahammülü yoktu.

Jungkook ne yapacağını bilemedi. Zihni, sürekli olarak kendisine "Taehyung her şeyi öğrendi ve senden nefret ediyor!" diye haykırıyordu. Jungkook'un solukları boğazına dizildi. Sakin olmaya çalışıyordu fakat aniden tedirginlik hissi, ruhunu ve bedenini ele geçirmişti. Her şeyin bittiğinin bilincindeydi. Nefes alamıyormuş gibi solumaya başladı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Elleri boğazını buldu ve eşinin bakış açısından çıkmak için arkasını döndü.

"Bu sabah kapıcı falan gelmedi." Dedi, kendi kendisine. "Biri geldi ve Taehyung'a her şeyi anlattı. Kimdi o? Seokjin mi? Eunwoo mu? Kim?" Jungkook birkaç dakika öylece bekledi. Hem sakinleşmeye çalıştı hem de o kişinin kim olduğunu düşündü. Ardından tüm bunlardan vazgeçti. Kim olduğunun hiçbir önemi kalmamıştı.

Artık, ikisi de beşinci yıldönümlerinin mahvolduğunu ve bu yemeğin hiçbir anlam ifade etmediğini biliyordu. Yine de birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, yalanlar söylemeye devam ediyorlardı.

Jungkook araba bindi. İkisi de hiç konuşmadı. Jungkook'un ayarlamış olduğu restorana gittiklerinde, sanki beşinci yıldönümlerini kutlamak için değil de ayrılık konuşmasını yapmak için toplanmış gibilerdi. Ki sahiden de öyle olacaktı.

Jungkook, içeri girdiği ve masaya oturduğu anda Taehyung'un gözlerinin içine baktı. Bir idam mahkumunun, celladı ile bakışması gibiydi. Bedeni korkuyla tir tir titredi. Fakat bir taraftan da ruhunda, kafesin içinde saklanan o kuş, sonunda özgürlüğüne kavuşmuştu:

"Konuşalım." Dedi. Ses tonu dümdüzdü. Taehyung'un nefret dolu bakışları yüzünden içten içe öldüğünü o anlarda belli etmiyordu. "İkimizde her şeyin farkındayız. Konuşalım ve bitsin artık."

***

Yer: Seul

Saat: 20.25

Seokjin'in arabası, Jeon ailesinin evinin önünde durdu. Sooyoung korku dolu gözlerle etrafına bakıyordu, "Buraya neden geldik, efendim?" diye sordu.

Seokjin sırıttı, "Hâlâ anlamadın değil mi?" dedi. "Senin gibi akıllı bir kadından bunu beklemezdim. Beni hayal kırıklığına uğrattın, Sooyoung."

Sooyoung, patronunun karanlık gözlerinin içine baktı. Tam o an Seokjin'in amacını anlamıştı. Gözleri irileşti. Seokjin arabadan inmeden önce patronuna doğru atıldı ama geç kalmıştı. Seokjin çoktan arabadan indi ve Jeon ailesinin evine doğru yürümeye başladı.

Sooyoung, Seokjin'in arkasından "Lütfen durun." Diye bağırdı. "Bunu yapmayın. Her şey çok daha kötü olacak. Jungkook'un öfkesinden hiç mi korkmuyorsunuz?"

Seokjin duraksadı. Jungkook'un öfkesinden korkuyor fakat onun ailesine olan düşkünlüğünü bildiği için de doğru hamleyi yaptığına inanıyordu. Jungkook onun canını sevdiği adamla yakmıştı. Şimdi de sıra Seokjin'deydi; o da kardeşinin canını ailesiyle yakacak ve arzuladığı intikamını sonunda alacaktı.

Seokjin arkasına döndü ve "Sen karışma, Sooyoung." Dedi. "Bizi arabada bekle. Birazdan geleceğiz."

Seokjin kapının önüne ulaştı. Hiçbir çekincesi olmadan zile bastı. Kapıyı çocukların dadısı açmıştı. Kadına gülerek, "Ah! Merhaba!" dedi. Kadın, Seokjin'i başıyla selamladı. Seokjin, Jungkook'un evde olmadığını bildiği halde, "Jungkook evde mi?" diye sordu.

"Hayır, siz kimsiniz?"

"Ben ağabeyiyim."

Kadın, Seokjin'e kısaca baktı ve direkt olarak inandı. Seokjin ve Jungkook'u çok benzetmişti, "Jungkook ve Taehyung yemeğe çıktı, çocuklar benimle evdeler."

Seokjin oyuncu bir tavırla, "Öyle mi? Küçük bebeklerim benim..." dedi. Yapmacık sevgisi öyle inandırıcıydı ki kadın gülümseye başladı. Seokjin'in sempatik yüzüne çok çabuk kanmıştı. "Acaba onları görme imkânım var mı?"

Kadın çocuklara bakmak amacıyla arkasını döndü ve o sırada "Şey, Jihyo şu an banyoda ama-" diyerek konuşmasına devam etti. Bu esnada cümlesi yarıda kesilmişti çünkü Seokjin, kadının arkasına dönmesini fırsat bildiği anda kollarını, zavallı kadının boynuna doladı. Boştaki eliyle silahını çıkardı. Önce emniyetini açtı. Ardında da kadının şakaklarına dayadı:

"Sakın bağırma." Dedi. Ses tonu o kadar stabildi ki, hiç kimse onun yeğenlerini kaçırmaya çalışan bir amca olduğunu düşünmezdi. "Şimdi git ve Jihoon'u bana getir. Eğer bir şey belli edersen, üçünüzü de öldürürüm."

Kadın korkudan tir tir titriyordu. Cevap verecek gücü kendisinde bulamadı. Metal bir parça şakağına dayanmışken, konuşması zaten imkansızdı. Yalnızca başını sallamakla yetindi.

Seokjin "Git." Diyerek kadını ileri doğru ittirdi. Fısıltıyla konuşuyordu, "Sakın belli etme. Ne söylediğimi de unutma. İlk önce sen ölürsün."

Kadın bacakları titrerken zorlukla yürüyebildi ve salona ulaştı. Jihoon, sessizce arabalarıyla oynuyordu. Dudakları ağlayacakmış gibi titriyor, sürekli iç çekiyordu. Babaları gittikten sonra bir anda sessizleşmişti. Sanki bir şeylerin olacağını önceden sezmiş gibiydi...

Jihoon'un dadısı, "Jihoon, buraya gel." Dedi. Sesi titriyor ve kendisini gülmeye zorluyordu. Jihoon ise dadısının yüzüne bile bakmadığı için onun ne durumda olduğunu anlayamıyordu. "Amcan gelmiş, hadi gel!"

Jihoon aniden başını kaldırdı ve "Amcam mı?!" diye bağırdı. Hemen ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Kapının önündeki amcasını gördüğünde yüzünde güller açıyordu. Amcasını ilk gördüğü andan itibaren çok sevmişti. Çünkü babasına benziyordu ve bir kere de ona araba almıştı... Tüm bunlar, saf, temiz ve melekten farksız olan bir çocuğun amcasını sevmesi için yeterli bir sebepti; amcasının, şeytandan bile daha kötü olduğunu bilemezdi.

Seokjin "Gel buraya, küçük tavşan." Dedi. İlk önce dizleri üzerine çöktü, ardından da kollarını iki yana açtı.

Jihoon koştu ve amcasına sarıldı, "Amca! Neden bize geldin? Beni mi görmek istedin!"

"Hem seni görmek istedim hem de beni baban gönderdi." Dedi Seokjin, gülümseyerek. "Seni yanına götürmemi istiyormuş."

Jihoon kaşlarını çattı, "Peki ya ablam?" diye sordu. Kafası karışmıştı. Bu esnada Seokjin, bu kadar kolay olacağını tahmin etmediği için keyifle gülüyordu. Şans eseri o anlarda Jihyo banyodaydı ve tüm bunlardan habersizdi. Seokjin, Jihoon'u kucağına aldı ve birlikte arabaya doğru yürümeye başladılar. Jihoon bir şeylerin garip olduğunu anlayabiliyor fakat kendisini ifade edemediği için susuyordu:

Ve böylelikle Seokjin'in amaçladığı şey gerçekleşti; Jungkook'a yıldönümleri için hediye vermek istiyordu; hediyesi ise... Jihoon'u kaçırmaktı. 

Continue Reading

You'll Also Like

12.5K 553 2
oneshot, domkook & subtae. "Zar havaya atılacak, gelen sayı ile mahvedeceksin beni Jeon Jungkook. "
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
505K 58K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.