Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

19| ''My dad said he likes blond men...''

1.7K 152 95
By dameadrasteia


19: "My dad said he likes blond men..."


Taehyung sabaha kadar yatakta sağa sola döndü. Bedeninde oluşan acı ve ağrılar yüzünden huzursuz bir uyku uyudu. Uyandığında ise kalçasında keskin bir sızı hissetti. Dün geceden kalma hatıralar aklına doldu. Zaten kalçasındaki şiddetli ağrı, anılarını adeta haykırıyor ve unutmasına izin vermiyordu. Sesli sesli ofladı ve yatakta oturur pozisyona geçti. Bugün için oldukça işi vardı ve tüm bunların arasında, kalçasındaki acıyla uğraşabileceğini sanmıyordu. Kasılan uyluklarını okşadığı sırada, başını sağa, eşinin uyuduğu tarafa çevirdi. Yüz üstü vaziyette keyifli bir uyku süren eşine itafen sızlanmaya başladı:

"Dağ ayısı... Nasıl da mışıl mışıl uyuyor... Sana girip çıkan bir şey yok tabii..."

Jungkook sahiden de Taehyung'u sinirlendirecek biçimde çok güzel bir uyku çekiyordu. Taehyung kendisini izlediği esnada, gördüğü rüyanın etkisinden midir bilinmez yarım ağız sırıtmaya başladı ve anlamsız şeyler mırıldandı. Sanki hoş bir şekilde, flört bir edayla konuşuyor gibi ağır ağır kıpırdanması eşini sinirlendi. Taehyung dik dik Jungkook'a bakmaya başladı.

Jungkook rüyada bile olsa, zihnindeki, düşüncelerindeki ve daha da önemlisi kalbindeki tek kişi olduğunun, Jungkook'un rüyalarını ancak ve ancak kendisinin süsleyebileceğinin, o anlarda farkında değildi.

Uyuyan eşinin kendisine cevap vermeyeceğini bile bile "Neden gülüyorsun?" diye sordu. Ses tonu kızgın çıkıyordu. Jungkook sanki inadına yapıyormuş gibi kıkırdamaya benzer bir ses çıkardığında Taehyung, "Gülme, neden gülüyorsun?" diye çıkıştı. "Gülme... Gülmesene Jungkook."

Jungkook hâlâ sırıtmayı sürdürüyordu. Dudaklarını öne doğru büzdü, sanki birini öpmeye hazırlanıyordu. Taehyung'un gözleri yuvalarından fırlayacak kadar, irice açıldı.

"Gülme, kalk, uyan!"

Taehyung, Jungkook'u dürtmeye başladı. Jungkook inatla uyanmıyordu. Taehyung, eşinden hıncını alamayıp sırtını çimdikledi. Adeta sinir küpüne dönmüştü. "Benim yatağımda uyurken başkalarını hayal ediyor-hayır! Hayal etmekten de öte öpüyor! Hem de dudağını!"

Jungkook ilk önce gözlerini açtı. Ardından neşeli bir kahkaha patlattı ve neşeyle şakıyarak "Tabii hayal etmeden duramıyorum ben güzel kocamın dudaklarını!" dedi.

Taehyung, Jungkook'un aniden uyanmasını ve gözlerini açmasını beklemediği için yerinden sıçradı ve "Ay!" diye bağırdı. Hem Jungkook'u kendisini uyandırmaya çalışmış, hem de aniden uyanınca ürkmüştü.

Bu masum ve şirin halleri Jungkook'un, günün ilk saatlerinde tüm neşesini yerine getirdi. "Ay mı? Çok tatlısın... Isıracağım şimdi seni, küçük bebeğim benim."

Taehyung şımarık, küçük bir çocuk gibi kollarını göğsünde birleştirdi ve dudaklarını büzdü, "Jungkook... Az kalsın bir başkasının hayalini kurduğunu düşündüğüm için bir tanecik kocamı boğacaktım..." dedi.

Jungkook başını sallayarak eşini onayladı. Bir taraftan da gülüyordu. Taehyung'un bunu yapma potansiyeli çok yüksekti. Taehyung, çok kıskanç bir adamdı. Yine de hâlâ, içinde bir yerlerde sakladığı, çekingen bir tarafı da vardı. Bu yüzden çok sık bu durumu belli etmez, kıskandığını dile getirmezdi. Jungkook bunun için biraz rahat davranıyordu. Kendisi değiştiği gibi Taehyung'un da değiştiğinden bir haberdi...

Jungkook hemen yattığı yerden doğruldu. Taehyung'un bu hallerini Jihoon'a benzetti ve iki küçük bebeğine de zaafı olan bir adam için, bu görüntü kalbini hoplatacak kadar güzel ve sevimliydi. Jungkook yatakta oturur pozisyona geçti ve bağdaş kurdu. Bir taraftan da gülmeye devam ediyordu. Cıvıl cıvıl bir sesle, "Öncelikle günaydın hayatım!" diye bağırdı. Bunun üzerine Taehyung'un tüm öfkesi toz olup uçtu.

Taehyung, Jungkook'un ilk defa bu kadar neşeli bir sabaha uyandığını fark ettiğinde, "Öncelikle sana da günaydın kocacığım..." dedi. Dizleri üzerinde yatakta durdu ve Jungkook'un simsiyah, birbirine girmiş, kuş yuvasını andıran saçlarını elleriyle taramaya başladı. Jungkook ellerini dizlerinin üzerine yerleştirdi. Parlak gözleriyle eşini izlemeye başladı. Uslu bir çocuk gibi, eşi saçlarını özenle düzeltirken sessiz sakin şekilde oturdu. Taehyung sanki okula başlayacak olan oğlunu hazırlıyor gibiydi. Bu esnada konuşmayı sürdürdü:

"Bugün oldukça neşelisin hayatım, bu durumu gördüğün rüyanın etkisine mi borçluyuz?"

Jungkook çırılçıplak bir şekilde yatakta oturduğu için bakışlarını kasıklarına indirdi ve dalga geçercesine, "Gördüğüm rüya... Düşündüğün gibi erotik olsaydı... Küçük Jeon uyumaya devam etmezdi, hayatım." Dedi.

Taehyung'un gözleri irileşti. Utanmıştı. Göz temaslarını kesmek adına başını eğdi. Bu sırada yalandan, eşinin canını acıtmayacak şekilde omzuna vurdu, "İki çocuk babası adamsın... Ayıp değil mi? Söyleme şöyle şeyler..."

"Dün gece 'becer beni' diye çığlık atarken öyle demiyordun ama..."

Taehyung'un yanakları kızardı.

Jungkook, eşinin utandığı için kızardığını fark ettiğinde, neredeyse fanboy çığlıkları atacaktı. Hemen eşini kucakladı. Gücünün farkında değildi. Sıkı sıkı sarılırken Taehyung'un kemiklerini sızlatıyordu. "Çok sevimlisin, yiyeceğim seni!" diye bağırdı.

Taehyung ise mırıltıyla "Git..." dedi. Ellerini eşinin çıplak göğsüne yerleştirdi ve itmeye çalıştı, "Utandım ben. Git."

"Gitmeyeceğim ki... Asla bırakmam seni, biliyorsun. Sarıl kocana, kaçma. "

Jungkook, Taehyung'u kucaklamayı sürdürdü. Eşinden ayrılmak istemiyordu. Elinde olsa tüm gün, bu konumda durabilir, eşini, kolları arasından bir saniye olsun ayırmazdı. Taehyung'a sarılmayı çok fazla seviyordu. Ve Taehyung'ta bunu bildiği için, Jungkook'un kendisine sıkı sıkı sarılmasına, hatta kemiklerini sızlatmasına bile izin veriyordu. Taehyung, Jungkook'un küçüklüğüne dair pek bir şey bilmese de sevgisiz bir çocuk olarak yetiştirildiğini, birçok duygudan mahrum kaldığını tahmin edebiliyor, bu yüzden de Jungkook'un elinden geldiği kadar istediği her şeyi yapmasına izin veriyordu.

Jungkook, Taehyung'un saçlarına öpücükler kondurdu. Eşini kucağına çekti, sırtını okşadı ve kulağına sevgi sözcükleri fısıldadı. Daha sonra üzerine uzanmasını sağladığında, Jungkook sırt üstü uzanıyor, Taehyung'ta kucağında uyukluyordu. 

Neredeyse bir kez daha uykuya dalacaklardı ki ikisi de koridorda "Abla! Abla!" diye bağırmaya başlayan Jihoon'un sesini duyduğunda, gözlerini hızla açtı.

Taehyung kendini yataktan attı ve "Gözlerin..." dedi. Telaşlanmıştı çünkü çocuklarının bu kadar erken uyanmasını hesaba katmamıştı. "Jihoon her an kapıyı çalmaya başlayabilir. Banyoya gidip ilk yardım çantasını getireceğim. Sen de masanın karşısına geç."

Taehyung apar topar yataktan kalktı. İlk önce string tanga denilen ve Jungkook'un adının ne olduğunu katiyen bilmediği, fakat Taehyung'un kalçalarını müthiş ve ağız sulandırıcı gözüktürdüğüne emin olduğu, kırmızı bir iç çamaşırı giydi. Yatağın sağ tarafında, koltuğun üzerinde, iç çamaşırıyla aynı renkte kırmızı, saten bir gecelik duruyordu; geceliğin derin bir sırt dekoltesi ve bacak yırtmaçları vardı. 

Taehyung üzerini giyindiğinde, her zaman olduğu gibi inanılmaz etkileyici ve Jungkook'un gözlerine inanamamasını sağlayacak biçimde, gerçek dışı, bir hayal ürünü gibi gözüküyordu. 

Özellikle de dar, kırmızı geceliğin, kalçalarından zar zor geçmesi Jungkook'u hem güldürdü hem de bu durum hoşuna gitti. Eşinin gerçekten de dolgun kalçaları vardı.

Jungkook, Taehyung'un feminen giysiler içinde ne kadar da harika olduğunu düşünürken, bakışları eşinin düzgün bacaklarında, dolgun kalçalarında geziniyor, Taehyung'un ne dediğini bile hatırlamıyordu. Put gibi yatakta dikilmesi üzerine Taehyung eşine baktı ve "Jungkook!" diyerek kocasını azarladı. "Kalk yataktan!"

Jungkook "Nasıl istersen kocacığım..." dediğinde, Taehyung'un otoritesine karşı gelemeyeceği için hızla yataktan kalktı.

Kendisi de seri şekilde, iç çamaşırını, siyah şortunu ve siyah tişörtünü giydiğinde, eşinin makyaj masası olarak kullandığı masanın önündeki ahşap ayaklı pufa oturdu ve uslu uslu beklemeye başladı.

Bu sırada Jihoon'un, "Kardan adamım... Abla kardan adamımı benden alıp götürmemiş rüzgarlar!" diye bağırdığını duyabiliyor, koridorda koştuğunu işitiyordu. Kıkırdamaya başladı, "Taehyung babam onlara kızdığı için korktular kesin! Benim güzel babam!"

Taehyung, banyodan döndü. O da Jihoon'un sözlerini işitiyordu. Gülümsedi ve ilk yardım çantasından eşinin gözlerini kapatabileceği sargı bezi tarzı malzemeler aramaya koyuldu. Bu esnada Jungkook, sitemkâr bir tavırla, "Ah Jihoon... Baban kızdığında ben de böyle korkuyorum işte. Rüzgarlar ne yapsın..." diye sızlandı.

Taehyung gözlerini devirdi ve Jungkook'un omzuna vurdu, "Ben sana ne zaman kızıyorum? Yalancı."

"Her zaman." Jungkook dudaklarını büzdü, "Beni hep azarlıyorsun. Küçük bir çocuk gibi."

Taehyung, sargı bezini yuvarlak şekilde kesti. Bu esnada bakışları aynadan Jungkook'u buldu, "Ağabeyiyle kavga edip, eve dayak yemiş bir şekilde gelen, yirmi sekiz yaşında bir kocaya sahibim... Sahiden de bazen küçük bir çocuk gibi davrandığını kabul etmelisin."

"Ama o başlattı!"

Taehyung sargı bezinin etrafına bantlar yapıştırmakla meşgulken, "Sende o başlattı diye dayak yiyebilirim madem diye mi düşündün?" dedi.

"Dayak yemedim, Taehyung... Ben dövdüm diyorum... Neden bana inanmıyorsun?"

Taehyung, Jungkook'a karşı yalancı bir sinirle kaşlarını çatsa da daha sonra kendisini tutamayıp kıkırdadı. Jihoon ve Jihyo'nun çocuk olmasına rağmen yapmayacağı hareketi yapan kocası, o anlarda gözüne yalnızca sevimli geliyordu, "Sahiden de koca bir bebeksin." Dedi ilk önce. Ardından, "Bana dön bakalım." Diyerek Jungkook'un ters dönmesini ve böylelikle kendisiyle yüz yüze gelmesini sağladı. "Gözlerinin şişliği inmeye başlıyor, yine de en azından bugün böyle dolaşman gerekecek." Sargı bezini sağ gözünün üzerine yerleştirdi ve küçük bantlar yardımıyla yapıştırdı. Ardından geri çekildi ve kocasının yüzünü dikkatle inceledi, "Birkaç gün tek gözlü olarak dolaşmaya alışsan iyi edersin..."

Taehyung, kocasının bulunduğu duruma üzüldü. Jungkook'un bu şekilde ağabeyinden şiddet görmesi ya da karşılıklı bir kavga ortamına girmesi, Taehyung'u dünden beri düşündürüyordu. Seokjin ve Jungkook'un arasında ne vardı? Neden iki yetişkin kavga edecek hale gelmişlerdi? Bu iki kardeşin ya da olgun insanların yapabileceği bir davranış değildi. Seokjin ve Jungkook'un arasında bir şey vardı. Taehyung bunu fazlasıyla merak ediyordu.

Taehyung, kapatıcı yardımıyla Jungkook'un yaralarını kapattığı esnada, Jungkook aynada kendisine baktı ve kıkırdadı. O anda bile kötülük namına hiçbir şey düşünmeyen adamın, tek isteği ailesini biraz daha mutlu etmekten geçiyordu:

"Aslında... Çok havalı olmadım mı? Jihoon korsanları çok sever. Oğluma korsanım diyecek ve onu mutlu edeceğim!"

***

Jihoon, Taehyung babasını uyandırmak için yatak odasının önüne gitti fakat kapıyı açmadı. Bunun doğru olmadığını biliyordu. Babalarının odalarına öylece giremezdi. Hem Jihyo hem de Taehyung babası kendisini sürekli uyarıyordu. Bu yüzden minik elleri yumruk şeklini aldı ve yalnızca kapalı kapıya vurmaya başladı.

"Baba! Ben uyandım! Evin prensi uyandı! Hadi kalk!"

Taehyung, Jungkook'un yanaklarını elleri arasına almış yüzünü inceliyordu. Jihoon'un sesini duyduklarında ikisinin de bakışları kapıya döndü. Taehyung, "Hadi git." Diyerek eşinin dudaklarına ıslak bir öpücük kondurdu. "Jihoon uzun zamandır bu anı bekliyor, ben de duş alıp geleceğim."

Güneşin ilk ışıkları ufuktan süzülürken saçtığı ışıltı, o anlarda Jungkook'un parıltılı gülümsemesiyle boy ölçüşemezdi. Taehyung eşini uzun zamandır bu kadar neşeli ve huzurlu görüyor ve bu durumdan inanılmaz bir mutluluk duyuyordu. Eşinin dudaklarını son kez öptü ve banyoya gitti. O esnada Jungkook'da kapıya ulaştı. Jihoon'un sızlanmalarını duyabiliyordu.

Jungkook kapıyı açtı ve dizleri üzerine çökerek, "Günaydın, oğlum." Dediği esnada Jihoon'u kucakladı.

Jihoon, o an yatak odasından Jungkook babasının çıkmasını ve onu görmeyi hiç beklemiyordu. Babasının dün gece evde olmadığına emindi. Sabah ise bir anda yatak odasından çıkmasına son derece şaşırmıştı. Ağzı açık kaldı. Gözleri irileşti. Sanki uzaylı görmüş gibi kitlenip kalmıştı.

Jungkook bunun üzerine gülmeye başladı, "Beni görmeyi beklemiyordun değil mi?" derken geri çekildi ve şaşkın şaşkın kendisine bakan oğlunun tombul yanaklarını öptü. "Dün gece, sen uyuduktan sonra kardan adamını rüzgarlardan korumak için geri geldim."

Jihoon kollarını babasının boynuna sardı ve sıkıca sarıldı. Dudaklarını büzdü, neredeyse ağlayacaktı. Dudakları titremeye başladı ve yüzünü buruşturdu. Jungkook neden böyle olduğunu anlayamadı. 

Jihoon korkuyla ve titreyen sesiyle "Baba... Sağ gözün neden y-yok?" diye sordu. Babasının sağ gözünü göremeyince dehşete düşmüştü.

Jungkook telaşla "Hayır, hayır bebeğim. Sağ gözüm var!" dedi. Jihoon'un bu detaya takılacağı aklının ucundan bile geçmemişti. Masum oğlu sağ gözünü göremeyince, artık olmadığını düşünmeye başlamıştı. "Yalnızca... Büroda çok fazla çalıştım ve o esnada gözümde küçük bir yara oluştu. Baban da iltihap kapmasın diye üzerini kapattı. Hepsi bu. Yoksa gözüm var tabii ki."

"Yani... Gözün çıkmadı mı?"

Jihoon korkuyla babasına bakıyordu. Bir keresinde Taehyung babasıyla markete gittikleri esnada, marketin önünde tek gözü olmayan bir kedi görmüş ve bunun üzerine sağ gözünü eliyle kapatıp, bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu düşünmüştü. Şimdi ise babasının tek gözünü göremediği için, minik kedinin başına gelen şey babasının başına da geldi sanmış ve korkuya kapılmıştı.

"Hayır, ben çok iyiyim bebeğim." Jungkook bir kez daha oğluna sarıldı, "Hadi şimdi beni boş ver. Kardan adamını görmeye gidelim, ne dersin?"

"Olmaz!" Jihoon şiddetle başını iki yana sallamaya başladı, "Sen hastasın." Bu sırada Jungkook'u yatak odasına doğru ittirmeye çalıştı. "Hastayken dışarı çıkamazsın, yatıp dinlenmen gerekiyor, baba."

Jungkook oğlunun bu sevimli davranışına karşı yalnızca kıkırdamakla yetindi, "Yoksa benim minik oğlum büyüdü ve şimdi, hasta babasıyla mı ilgilenecek?"

Jihoon'un gözleri olabilirmiş gibi daha da irileşti. Bir anlığına babasının sözleri kendisine mantıklı geldi. Taehyung ve Jungkook babası kendisiyle hasta olduğunda sürekli ilgileniyordu. Öyleyse şimdi de sıra Jihoon'daydı. Jihoon çocuk-ebeveyn ilişkisini hâlâ tam olarak algılayamıyordu. Ona göre, Jungkook ve Taehyung babası kendisine yardım ediyorsa, Jihoon'da bunun karşılığını vermeliydi.

"Evet, oğlun seninle ilgilenecek baba! Şimdi sen... Sen gidip yatmaya devam et. Ablamdan gidip muzlu süt isteyecek ve sana getireceğim. Muzlu sütünü içtikten sonra çabucak iyileşeceksin."

Jihoon'un heyecanlı şekilde konuşması ve babasının hasta olduğunu sandığı için sahiden de çok fazla telaşlanması, Jungkook'un Jihoon'u ısırma isteğini arttırıyordu. Jihoon arkasını döndü ve koşarak merdivenlere yöneldi. Babasına muzlu süt getirirse, onun güçleneceğine ve iyileşeceğine inandığı için acele etmeye ve sütlere ulaşmaya çalışıyordu.

Jungkook oğlunun peşinden ilerledi, "Buraya gel küçük tavşanım ve koşma lütfen. Koşarsan ve düşersen hasta baban çok fazla üzülecek..."

Jihoon uzun ve geniş koridorda, minik ve tombul ayaklarıyla koşarken babasının sözlerini duyduğunda aniden duraksadı. Arkasını döndü ve babasına baktı. Babası dudaklarını büzüyor ve oğluna yavru kedi bakışları atıyordu. Jihoon'un gözleri doldu. Babasının hem tek gözü yoktu... Hem de kendisi düşerse, babası çok fazla üzülecekti. Zaten yeterince üzgündü çünkü sağ gözü yoktu(?).

Jihoon bunu düşünmeye başladığında, neredeyse hıçkırarak ağlayacaktı.

"Tamam, tamam, tamam. Düşmeyeceğim, çok dikkatli olacağım. Seni asla üzmem babacığım... Canım babacığım..."

Jihoon bu defa gereğinden fazla, hatta neredeyse, aya ayak basmış astronotlar gibi yavaş yavaş yürümeye başladı. Jungkook kıkır kıkır gülüyor ve oğlunun sevimliliğini dudaklarını ısırarak, keyifle izliyordu.

"Canın babacığın seni ve o tombul, kısa bacaklarını ham yapacak!"

Jihoon o anlarda Jungkook babasının sözlerine önem veremeyecek kadar telaşlıydı. Babasının bakış açısından çıktığında, bir kez daha koşmaya başladı. Alt kata indiğinde sağa sola, evin her köşesine yöneliyor ve ablasını arıyordu. O esnada nefes nefese konuşarak, bağırmayı da ihmal etmiyordu:

"Abla! Abla! Jungkook babamın sağ gözü yok! Babamızı iyileştirmeliyiz! Dolabın üzerindeki muzlu sütleri almalısın! Abla! Benim canım babam, süt içtiğinde iyileşecek!" 

***

Jihoon'u, babasının sağ gözünün olduğuna fakat yalnızca iltihap kaptığına inandırmak saatler sürdü. Taehyung bu konuda o kadar dil döktü ki Jihoon yine de inanmıyor, babasının gözünü görmek istiyor ve "Babamın gözü yok!" diye bağırıyor, ağlıyordu. En sonunda bununla mücadele edemeyecekleri anladıklarında, Jungkook'un gözündeki bandajı çıkarmak zorunda kaldılar.

Jihoon, babasının artık tamamen açılan fakat çevresi mosmor olmuş gözüne baktığında, babasının, Seokjin amcasıyla kavga ettiğini tabii ki de anlayamayacaktı. Konuyu çok çabuk kapattı. Babasının elini tuttu ve bahçeye sürükledi. Birlikte yeni bir kardan adam yaptılar. Jihoon'un babasına yaptığı kardan adamla fotoğraf çektiler ve Jihoon karşılığında, Jungkook babası tarafından öpücük yağmuruna tutulduğunda, bahçede yalnızca neşeli kahkahaları duyuluyor, adeta mutluluk saçıyorlardı.

Jihyo ise babasının kavga ettiğini anlamış sayılırdı. Zaten temelde, hem Taehyung'un hem de Jungkook'un korkusu, dokuz yaşında olmasına rağmen olgun bir tarafı olan ve zaman zaman oldukça mantıklı fikirler ortaya atan kızlarından çekinmelerinden kaynaklanıyordu. Yine de hesaba katmadıkları bir şey vardı. 

O da Jihoon'un babamın gözü yok diyerek saatlerce ağlamasıydı...

Vakit öğlene geliyordu. Sabahın ilk saatlerinde, bulutların arkasına utangaç bir çocuk edasıyla saklanan güneş, kendisini açığa çıkarmış, karların erimeye başlamasına sebep olmuştu. Dün ve bugün ise hiç kar yağmamıştı. Jihoon bu durumun üzüntüsüyle -çünkü kardan adamı eriyecekti- babasına surat asıyor, karlar eriyene kadar, kar topu oynamaları konusunda ısrarcı oluyordu.

"Jihoon, biraz daha bahçede durursak, Taehyung baban bize çok kızacak." Diye sızlandı, Jungkook. "Hem baksana, pantolonun ıslanmış... Hasta olabilirsin, hadi içeri geçelim, bebeğim."

Jihoon, Jungkook babasını dinlemiyordu. Çömeldi ve dili dışardayken, büyük bir çabayla, küçük bir kar yığınını top haline getirmeye uğraştı. Minik ellerine, Jungkook babası tarafından zorla mavi eldivenler giydirilmiş ve elleri üşümekten kurtarılmıştı. Jihoon ise bu durumdan rahatsızdı ve sürekli olarak mızmızlanıyordu çünkü eldivenler yüzünden, karlara tam olarak dokunduğunu hissedemiyordu. Elinde küçük bir kar topu oluşturdu, çöktüğü yerden kalktığında karların üzerinde zorlukla koşuyordu:

"Hayır, hayır baba! Eve dönmek istemiyorum! Oynamaya devam edelim!"

Jungkook'un bakışları eve döndü, çaresizce bakmaya başladı. Taehyung eve girdiklerinde kendisini fena halde azarlayacaktı.

Fakat içindeki çocuksu neşe, küçükken babasıyla yapamadığı her şeyi şimdi oğluyla yapması yönünde kendisine talimat verdiğinde, kendisini asla tutamıyordu. O da Jihoon gibi çömeldi ve yaptığı kar topunu bilerek, Jihoon'un fazla uzağına fırlatarak, "Tüh!" dedi, sahte bir üzüntüyle. "Iskaladım yine..."

Jihoon ise koştu, koştu ve en sonunda attığı kar topunu babasının karnına fırlatabildi. Jungkook, "Vuruldum!" diye bağırdığında, sahiden de vurulmuş gibi ellerini karnında birleştirdi ve kendisini sırt üstü karların üzerine bıraktı.

Jihoon keyifle çığlık atıyor ve babasına koşuyordu, "Baba! Hayır vurulma, kalk! Babacığım!"

Jihoon hemen Jungkook'un üzerine atıldı ve karnının üzerine oturdu. Minik elleriyle Jungkook'un yanaklarını sarmış, babasının gözleri kapalı olduğu ve açmasını istediği için başını sarsmaya başlamıştı. Dudaklarını büzdü, "Hayır... Kalk babacığım..." dediğinde, sahiden de Jungkook'un vurulduğuna inanmış gibi bir yüz ifadesi vardı, ağladı ağlayacaktı.

Jungkook, kollarını oğlunun küçük bedenine doladığında, "Şu an yaralıyım..." diye sızlandı ve dudaklarını büzerek ileri doğru uzattı. "Ama babanı öper ve onu ne kadar çok sevdiğini söylersen, hemen iyileşeceğim."

Jihoon ilk önce babasının yara olan, çevresi mosmor bir hal almış sağ gözüne yumuşak bir öpücük kondurdu. "Öperim ki..." diye mırıldandığında, minik elleriyle babasının yanaklarını sevdi. Babasının yaralı yüzünde oluşan morluklara ister istemez baskı uyguladığında, Jungkook yüzünü buruşturdu. Jihoon'un gözleri irice açıldı, "Canını mı acıttım?" diye sordu.

"Hayır, hayır bebeğim." Derken Jungkook, oğlunu dikkatle izliyordu. Jihoon'un kendisine olan şefkatini, saf ve yoğun sevgisini, kendisini, sahiden Jungkook ve Taehyung'un öz çocuğu sanmasını, hatırladığında birden kötü hissetti. Gözleri yaşla doldu ve gözlerini sıkıca kapatmak zorunda kaldı.

Jihoon'u kucağına çekti ve yanağını, göğsüne yaslamasını sağladı. Jihoon'u sıkı sıkı kucakladı. Seokjin'in oğlunu tehdit ettiğini hatırladığında, vicdan azabı ve öfkesi zirveye ulaşıyor, onu boğacak seviyeye geliyordu. Jihoon küçüktü, bir melekten farksızdı ve saf, tertemiz bir kalbe sahipti. Seokjin ise onun biricik oğluna, değerli hazinesine, canından bir parçaya zarar vermek istiyordu.

Seokjin'in bir insan olamayacak kadar şeytan, kötü kalpli, iğrenç bir mahluk olduğuna karar vermişti. Hiç kimse, kucağında sessizce uzanan meleğe kıyacak kadar kötü olamazdı. Asıl sorun ise ağabeyi ile olan acı gerçeği kabullenmesi değildi; ailesini nasıl koruyacaktı ve Seokjin'den nasıl kurtulacaktı?

Ona göre tek bir çıkış noktası vardı. Fakat bu tek çıkış noktası, bir yolu açacak; öte yandan ise diğer yolu, Taehyung'un Jungkook'a olan sevgisini, aşkını, güvenini ve sonsuz saygısını, tamamen yok edecekti.

***

Dışarıda Jihoon ve Jungkook keyifle karların üzerinde uzanıp sohbet ederken, içeride, salonda da Jihyo ve Taehyung birlikte dizi izliyordu. Taehyung, L şeklindeki koltuğa uzanmış, Jihyo ise başını babasının karnına koymuş bir vaziyetteydi. Taehyung, Jihyo'nun kıvır kıvır vaziyette koltuğa dökülen saçlarını okşuyor, bir taraftan ise konu açmak adına karakterlerle ilgili konuşuyordu:

"Sarışın adam gerçekten de çok yakışıklı..."

Jihyo ilk önce dikkatli adamı inceledi. Ardından başını kaldırdı ve babasıyla yüz yüze geldi. Sorduğu ilk soru, "Sarışın erkeklerden mi hoşlanıyorsun baba?" oldu.

Taehyung ise omuz silkti, "Yani... Hoşlandığım bir erkek tipi yok." Derken hem şaşırmış hem de utanmıştı. Jihyo'nun kendisine böyle bir soru sormasını beklemiyordu, "Ama sarışın erkekleri yakışıklı bulduğumu kabul etmeliyim sanırım."

Jihyo babasının verdiği yanıtı, çocuksu bir gereklilikle mantığına uygun hale getirmeye çalıştı fakat kafası karışmıştı çünkü... Jungkook babası sarışın bile değildi.

O da bu durumu bir eksiklik olarak değerlendirdi. Başını bir kez daha babasının karnına yasladı ve sarışın adamı dikkatle inceledi. Fısıltıyla, "Benim babam... Çok daha yakışıklı." Dediğinde, televizyonun gürültüsü, Jihyo'nun sesini bastırıyordu. Jihyo çatık kaşlarıyla televizyonu izlemeye devam etti.

Jihyo'nun, Jungkook'u sahiplenme içgüdüsü çok yoğundu. O anlarda zihni, kendisine Jungkook babasının sarışın olması gerektiği yönünde talimatlar veriyor, o da babasını o şekilde hayal ediyor ve sahiden de çok yakışıklı olacağını fark ettiğinde, çatık kaşları düz bir çizgi halini alıp yüzünde gülücükler eksik olmuyordu.

Eğer Taehyung sarışın erkekleri yakışıklı buluyorsa, Jungkook'da sarışın olabilirdi...

Bu fikir Jihyo'nun aklına yattı. Taehyung ise yalnızca sustu. Sarışın erkekleri yakışıklı bulduğu doğruydu fakat bunu belirli bir sebeple söylememişti. Taehyung'un sahiden hoşlandığı bir erkek tipi yoktu çünkü hayatındaki ilk ve tek erkek Jungkook'tu. Bu da, hoşlandığı erkek tipinin tümüyle eşi olması anlamına geliyordu.

Jihyo ve Taehyung, sessizce açtıkları diziyi izlemeye devam etti. Bu esnada, salonun, bahçeye çıkan sürgülü kapısı gürültüyle açıldı. Hem Jihyo'nun hem de Taehyung'un bakışları kapıya döndü. Jihoon, Jungkook'un kucağındaydı. Yanağını babasının yanağına yaslamış ve kollarını da boynuna sarmış vaziyette, uyukluyordu. Jungkook fısıltıyla, "Çok yoruldu." Dediğinde eşinin gözlerinin içine, hafif bir korku ve endişeyle bakıyordu.

Taehyung hemen ayağa kalktı. Kollarını uzattı ve "O kadar saat dışarıda durursa yorulur da hasta da olur." Diyerek sitem etti. Yine de konuyu daha fazla uzatmadı ve burada kesti. Jihoon ve Jungkook uzun zaman sonra birlikte doya doya vakit geçirmişti ve Taehyung, geçirdikleri bu vaktin ardından huzursuzluk çıkarmayacak, aile saadetlerini bozacak en ufak bir harekette bulunmayacaktı.

Jungkook mahcup bir şekilde "Özür dilerim bebeğim, benim hatam." Dedi. Taehyung'un sözlerine çok çabuk alınıyor ve aklına takıyordu; çünkü içten içe, eşine karşı bir savunma mekanizması oluşturmuştu. Taehyung'un, kendisini yaptığı her hareketin sonucunda başarısız bulacağını ve eleştireceğini sanıyor, genel olarak Taehyung tarafından yadırgandığını, küçümsendiğini ve tiye alındığını düşünüyor, bu da eşine karşı yersiz bir önyargı beslemesini sağlıyordu.

Oysa Taehyung, Jungkook'a gerçek anlamda kızmamış, yalnızca takılmıştı. Jihoon'u kucağına aldığı sırada eşinin dudaklarına ufak, Jihyo'nun onları izlediğini bildiğinden çekingen bir öpücük kondurdu. "Sorun değil, hayatım. Biliyorsun. Sadece sana takılıyorum."

Jungkook'un buruk bakışları yavaş yavaş düzeliyordu, "Jihoon'un üzerini değiştirmemi ister misin? İstersen ben yatağına yatırır, onu uyuturum."

Taehyung olumsuz anlamda başını salladı, "Son zamanlarda yeterince yoruldun. Siz Jihyo ile dizi izlemeye devam edin. Ben Jihoon'la ilgileneceğim."

Bu esnada Jihyo, Taehyung ve Jungkook'un konuşmasına dahil olarak "Baba! Öyleyse akşam yemeğini hep birlikte hazırlayalım!" Dedi.

Taehyung merdivenlere yöneldiği esnada, "Bebeğim... Sanmıyorum. Biliyorsun ki akşam toplantın için baban ile okula gitmemiz gerekiyor. Yemek hazırlarsak oldukça vakit kaybederiz."

Jihyo hüzünle dudaklarını büzdü, "Öyleyse sabah kahvaltısını birlikte yapalım. Dördümüz birlikte hiçbir şey yapamıyoruz..."

Jungkook hemen atıldı ve keyifle, aile huzurunun nasıl hissettirdiğini yansıtarak, "Ben on gün boyunca evdeyim, güzelim. Bundan sonra hep dördümüz olacağız." Dedi.

Taehyung'un gözleri irileşti. Jungkook on gün boyunca evde kalacağını kendisine söylememişti. Bu durum sebebiyle oldukça şaşırdı fakat Jihoon kucağında mızmızlanıyor ve üşüdüğünü söylüyordu. Kocasıyla daha sonra konuşacağını aklının bir köşesine not etti ve merdivenlerden çıkmaya başladı.

Jungkook üzerinde montu ve altındaki eşofmanı çıkardığında, iki kat giyindiği için altındaki siyah şort ve üzerindeki siyah kazakla kaldı. Montu ve eşofmanı, kapının girişindeki vestiyere şimdilik astı. Geri döndü ve Jihyo'nun yanına oturdu. Kollarıyla kızını sardı ve saçlarına yumuşak öpücükler kondurdu.

Jihyo, "Sahiden on gün boyunca evde mi olacaksın baba?" diye sordu. Hem şaşkın hem de sevinçliydi.

"Evet, bebeğim. Hem... Sana bir sır vermemi ister misin?"

Jihyo heyecanla başını salladı, "Nedir? Söyle lütfen!"

Jungkook'un gözleri adeta ışıl ışıl parlıyordu, "Dört gün sonra baban ve benim evlilik yıldönümümüz... Babana güzel bir sürpriz hazırlamak istiyorum. Bu yüzden evde kalacak ve güzel bir şeyler düşüneceğim. Tabii, akıllı kızım bana yardımcı olursa..."

"Ben sürprizi senin adına çoktan buldum." Jihyo başını kaldırdı ve babasının gözlerinin içine, parlayan gözleriyle bakmaya başladı. Oldukça heyecanlanmıştı, "Saçlarını boyatalım!"

Jungkook, Jihyo'nun kendisine böyle bir teklifle geleceğini aklının ucundan bile geçirmediği için kaşlarını havaya kaldırdı ve şaşkınca "Ne?" diye sordu. "Nasıl yani?"

"Baba... Benim de sana bir sır vermemi ister misin?"

"Evet, nedir?"

Jihyo sanki önemli bir sırrı açığa çıkarıyormuş gibi fısıldayarak ve babasının kulağına eğilerek konuştu:

"Babam sarışın erkeklerden hoşlandığını söyledi."

Jungkook aptal aptal kızına bakakaldı, "Hangi baban?"

Jihyo gözlerini devirdiğinde "Baba..." diyerek sızlanıyordu. "Benim kaç tane babam var? Sen olmadığına göre..."

Jungkook'un gözleri boşluğu buldu ve öylece seyretmeye başladı. Kızının söylediği şeyleri aklında tartmaya çalışıyordu, "Taehyung olan baban mı?"

"Evet baba... Evet..."

"Ama..." derken Jungkook'un dudakları kendiliğinden büzüldü. Hâlâ boşluğu seyrediyordu, ellerini bacakları arasına yerleştirmişti ve oldukça hüzünlü bakıyordu. Sanki şeker bayramında, elinden tüm şekerleri alınmış ve yalnız bırakılmıştı:

"Ama... Ben sarışın değilim ki... Yani... Kocam beni sevmiyor mu?"

Jihyo, babasının sevimliliği karşısında kıkır kıkır gülmeye başladı. Hemen dizleri üzerinde koltukta durdu ve kollarını babasının boynuna dolarken, yüzlerini karşı karşıya getirdi. "Baba, bu yüzden söylemedim. Beni yanlış anlıyorsun. Sadece diyorum ki... Eğer babam sarışın erkeklerden hoşlanıyorsa, sen neden sarışın olmuyorsun ki?"

Jungkook sinirlenmekle kırılmak arasındaki ince çizgide sıkışıp kaldı. O anlarda kızını dinlemiyor ve içinden "Neden sarışın erkeklerden hoşlanıyor ki? Benim simsiyah saçlarımı çok sevdiğini söylerdi hep. Yalancı... Beni kandırıyor muydu? Benim saçlarım çirkin mi?" diye geçirip, kendi kendisine üzülüyordu...

Kızına döndü, artık sesli konuşuyordu:

"Benim saçlarım çirkin mi?"

"Hayır baba, gayet güzel."

"Öyleyse baban neden sarışın erkeklerden hoşlandığını söyledi?"

"Baba! Kötü bir şey söylemek istemedi ki... Yanlış anladın."

Jungkook şiddetle başını iki yana sallamaya başladı. Mızmız çocuklar gibiydi. O kadar bozulmuştu ki neredeyse ağlayacaktı. Jihyo o anlarda babasının bu tavırlarının, Jihoon'dan hiçbir farkı olmadığına kanaat getirdi:

"Kesin benim saçlarım çok çirkin..."

Jihyo artık sesli sesli gülüyordu, "Baba! Hayır! Sadece belki de babam sarı rengini çok seviyordur, olamaz mı? Ben sadece sana demek istiyorum ki madem babam sarışın erkekleri yakışıklı buluyor, öyleyse sende istediği gibi ol! Böylece babam mutlu olur!"

Jungkook hâlâ sitem etmeye devam ediyordu, "Ben de onun hoşlanacağı erkek tipine bürünürüm yani... Haklısın, kızım. Haklısın... Bu yaştan sonra bir bu eksikti... Palyaçoya döneyim..."

Jihyo dakikalar boyunca neşeyle güldü ve babasının yanaklarını öptü. Jungkook o kadar tatlı, sevimli ve masum davranıyordu ki, Jihyo bazen babasının yirmi sekiz yaşında olduğuna ve yakında yirmi dokuz yaşına gireceğine inanmak istemiyordu. En sonunda ayağa kalktı ve babasının ellerinden tuttu, "Hadi kalk baba!" dedi. "Dışarı çıkıyoruz."

"Nereye gidiyoruz?"

"Saçlarını boyatmaya gidiyoruz!"

Jungkook ikilime düştü, "Ya yakışmazsa ve çok daha çirkin olursam?" Dudaklarını büzdü, "Baban beni kesin boşar..."

Jihyo gülerek "Saçmalama baba! Hiç denemedik ama bence çok ama çok yakışıklı olacaksın!" dedi. Ve zar zor da olsa babasını ikna etmeyi başardı.

Jungkook bu yaşına kadar bir kere bile saçlarını boyatmamıştı. Bu yüzden endişeliydi. Öte yandan o da sahiden merak ediyordu. Taehyung, kendisini beğenecek miydi? Bazen ilişkilerinde ufak tefek heyecanlar aradıkları doğruydu ve Jungkook saçlarını boyattığında ve herkesin ilgisini üstüne toplayacak biçimde, fevkalade yakışıklı olduğunda, Taehyung'un kıskançlığı zirveye ulaşacak, gerçekten de hayatlarında ufak tefek(!) heyecanlar yaşanacaktı...

***

Jihyo ve Jungkook birlikte şehir merkezine gitti. Bu sırada Taehyung, Jihoon ile ilgileniyordu. Jungkook, kısa bir işi olduğunu söyleyerek evden çıkmış, eşinden izin almayı da ihmal etmemişti. Sahiden de saçlarını boyatması dışında, kendisine yeni bir telefon alması gerekiyordu. Ve ardından, akşam birlikte Jihyo'nun okul toplantısına gidecekleri için, çocukları eskiden Taehyung'un da dadılığı yapmış olan Seohyun'a teslim edeceklerdi. Seohyun birkaç kez çocuklara bakmıştı. Hem Jihyo hem de Jihoon, babalarını da büyütmüş olduğu için Seohyun'a fazlasıyla saygı duyuyor, onunla kaldıklarında herhangi bir sorun çıkarmıyordu. Bu sebepten Jungkook'un dönüş yolunda Seohyun'u da alması gerekiyordu. Bugünlük çocukları dadılarına emanet edeceklerdi.

İlk önce telefon işini halletmiş, ardından ise alışkanlık haline getirdikleri üzere, her zaman gittikleri alışveriş merkezine doğru yola çıkmışlardı. Jungkook, arka koltuğa zorlukla oturttuğu kızına aynadan kaçamak bir bakış attı ve "Bebeğim, nereye gitmemiz gerekiyor?" diye sordu.

Dokuz yaşındaki kızına bunu sorması biraz abesti fakat Jungkook daha önce saçını hiç boyatmamıştı ve dolasıyla gidebilecekleri bir kuaför bilmiyordu. Öte yandan saçlarını kestirmek için bile kuaförü tercih etmezdi. Taehyung istediği şekilde, güzel ve özenli biçimde saçlarını kesiyor, yalnızca bazen -kıskançlığı zirveye ulaştığında- Jungkook'un istediği biçimden biraz uzaklaşıyor ve saçlarını olması gerektiğinden daha kısa kesiyordu...

Jihyo bilmiş bir tavırla ve çocuksu bir ukalalıkla, "Taehyung babamın her zaman gittiği yere götüreceğim seni!" dedi. "O da alışveriş merkezinde. Yalnızca gidelim. Sen her şeyi bana bırak baba!"

Jungkook sessiz kaldı ve sahiden de her şeyi Jihyo'ya bıraktı. Birlikte alışveriş merkezine gittiklerinde, Jihyo, Jungkook'un ellerini sıkıca tuttu ve babasını peşinden sürükledi. Jungkook son derece spor giyinmişti. Altında beyaz spor ayakkabıları, üzerinde siyah eşofmanı ve siyah şişme montu vardı. Uzayan siyah tutamlarını, tepeden toplamıştı.

Fakat bu sade ve abartısız haliyle bile oldukça dikkat çekiyordu. Jihyo temkinli bir çocuktu ve içgüdüleri fazla kuvvetliydi. Yanından geçen bazı insanların babasına dikkatle baktığını gördüğünde, babasını sahiplenmek ister gibi daha sıkı tutuyor ve çattığı kaşlarıyla, kadın erkek fark etmeksizin babasına bakan insanlara, "O evli ve iki çocuk babası!" diye haykırmamak için kendisini zor tutuyordu.

Jungkook kendisine bakan insanları umursamıyordu. Eğer hayatını bir şekilde özetlemesi gerekirse, bu da "Taehyung ve Taehyung'a dair her şey." Şeklinde açıklanabilirdi.

Diğer hiç kimseyi, hiçbir kadın ve erkeği umursamazdı. Yine de Jihyo'nun sinirlendiğini ve alındığını fark ettiğinde bu durumu sevimli bulmuş ve gülmüştü. Adeta evin tüm fertleri birbirine benziyordu; şimdi de Jihyo, Taehyung kadar kıskanç olmaya başlamıştı.

"İşte burası!" derken Jihyo, alışveriş merkezinin en alt katında bulunan kuaförü işaret etti. "İnsanlar seni çiğ çiğ yemeden içeri girelim baba, hadi!"

Jungkook, Jihyo'nun kendisini sürüklemesine izin verdi ve içeri girdi. Hiç konuşmadı. Utangaç bir çocuk gibiydi. Jihyo, babası yerine konuşmaya başladı. İlk önce saç renkleri kataloğuna baktı. Çok açık bir sarı rengi istemediğini söylediğinde, bu tavrı hem kuaförün hem de Jungkook'un kahkaha atmasına sebep oldu. Jihyo bir anne edasıyla, kuaför yardımıyla babasına küllü sarı dedikleri, çok açık ve parlak olmayan bir sarı rengi seçti. Bu rengin babasına çok yakışacağını düşünüyordu.

Daha sonra babasının saçları boyanana kadar, yanında oturdu. Dikkatle Jungkook'u izliyordu ve tüm bunlar yaşanırken gururlu ve bilmiş bir edayla gülümsüyordu. Babasının saatler süren işlemi tamamladığında ise yüzündeki gülümseme silindi. Gözleri canavar görmüş gibi, korku dolu bir ifadeyle açıldı. Şaşkın şaşkın babasına bakmaya başladı.

Jungkook kendisini beğendi. Yakışıklı gözüküyordu. Birkaç saniye aynaya baktı. Yüzünde mimik oynamadı. Kendisiyle ilgilenen adama teşekkür etti ve hemen ardından parayı ödemek üzere ayağa kalktı. Yalnızca bu kadardı. Kendisini beğense ve hoşnut olsa bile, bu çok kısa sürüyordu. Çünkü hemen ardından dış görünüşünün onun için hiçbir anlam ifade etmediğini hatırlıyordu. Jungkook'un kalbi karanlığa karışmış, çamurlara batırılmış, pislenmiş ve leke sürülmüştü. Kendi öz benliğini sevemiyor ve bu da kendisini yanlış düşüncelere sevk ediyordu.

Yine de... Yakışıklı gözüktüğünü kabul edebilirdi. Beklentiyle Jihyo'ya döndü. Kızı bu konuda çok hevesliydi. Sırf bu yüzden dudaklarına samimi bir tebessüm kondurdu ve bir cevap almak üzere bekledi. Fakat Jihyo konuşmadı. Kızının korku dolu ifadesi Jungkook'u biraz olsun korkuttuğunda "Ne? Ne oldu? Çirkin miyim?" diye sordu, ardı ardına.

Jihyo şiddetle başını iki yana sallamaya başladı:

"Hayır baba... Tersine o kadar yakışıklı ve karizmatik bir adam oldun ki... Taehyung babamın artık bu durumu sevebileceğine olan inancım kalmadı... Sanırım... O yalnızca kıskançlıktan delirecek..."

*** 

Jungkook eve korka korka geri döndü.

Jihyo'nun sözleri kendisini ürkütmüş ve neredeyse aldığı karardan pişman olmuştu. Fakat daha sonra Taehyung'un sarf ettiği söz aklına geldiğinde, "Bunu sen istedin kocacığım..." diye düşünüyor ve bir şekilde, içini rahatlamayı başarıyordu. Yine de cesurluğu yalnızca kısa bir an için geçerliydi:

Eve geldiğinde başındaki kapüşonu çıkarmaya cesaret edemediği için evin içerisinde başındaki kapüşonla dolaşmaya başladı.

Kapıyı Taehyung açmıştı. İlk önce Seohyun'a selam vermiş ve kısa sohbetlerinin ardından ona salona geçmesini, Jungkook'un fazlasıyla geç kaldığını ve bu yüzden hemen hazırlanıp çıkmaları gerektiğini söylemişti. Hem Seohyun hem de Jihyo birlikte salona gittiler. Taehyung ve Jungkook karşı karşıya kaldığında, Jungkook fark etmeden nefesini tutuyordu:

"Çok mü üşüdün hayatım?"

Jungkook kekeleyerek "H-hayır," diyebildi. "Neden ki?"

"Çünkü başında hâlâ kapüşon var, çıkarsana onu."

"Teşekkür ederim, ama ben böyle iyiyim."

Taehyung'un kaşları çatıldı. Bir şeylerden şüphe etmeye başladı; artık rica etmiyor direkt olarak emir veriyordu, "Çıkarsana hayatım."

"Üşüyorum..."

"Jungkook, sinirlenmeye başlıyorum." Taehyung birkaç adım attı ve eşine yaklaştı. Bununla birlikte Jungkook geriye çekildi. "Jungkook!" Taehyung bir adım daha attı ve Jungkook tekrar geri çekildi. Taehyung "Ne yapıyorsun?!" diye bağırdı ve ileri adımlayacakmış gibi hareket yaptı. Jungkook'un sırtı kapıya çarptığında gidecek yeri kalmamıştı.

"Taehyung dövecek misin beni? Neden üzerime üzerime geliyorsun? Ben senin çocuklarının babasıyım... Merhameti hak ediyorum!"

Taehyung kocasına dik dik baktı, "Ne yaptın da merhamet dileniyorsun?"

"Hiç, hiçbir şey yapmadım! Bakma bana öyle... Kocanım ben senin, güvenmiyor musun bana?"

Taehyung gözlerini devirdi. "On kelime ediyorsun fakat dokuzu yalan! Nasıl güvenebilirim?"

Jungkook duraksadı. Şakalaştıkları anda bile olsa kocasının sarf ettiği cümle içine oturmuştu. Dudaklarını büzdü. Mahcup çocuklar gibi ellerini arkasında birleştirdi ve bakışlarını yere eğdi. Bununla birlikte Taehyung'un öfkesi de toz olup uçtu. Merhametli gözlerle eşine baktı, "Şaka yapmıştım..." dedi. Oysa doğru söylüyordu ve haklıydı.

Jungkook'un kendisine çok fazla yalan söylediğini biliyordu. Ve kocasının anlattıkları yalnızca dağın görünen tarafıydı. Taehyung öte tarafta kendisini nelerin beklediği bile bilemiyordu. Tüm bunları düşündüğünde, bir anda dudakları arasından ansızın kaçan cümlenin eşini bu kadar üzeceğini tahmin edemedi. Jungkook'u bazen anlamakta zorluk çekiyordu. Jungkook hem yalan söylüyor hem de yalanları yüzüne vurulunca da alınıyordu.

Jungkook omuz silkti, "Tamam... Hadi git. Kırıldım ben. Kalbim kırık benim."

Taehyung'un yüzünde geniş bir tebessüm oluştu, "Jihoon'u kendinden klonlamışsın resmen."

"Oğlumun da kalbi kırılıyor demek ki... Hassas insanlarız biz..."

Taehyung aniden "Konuyu değiştirme!" diye çığırdığında Jungkook'un yüreği hopladı.

"Neden bağırıyorsun kocacığım?"

Taehyung sanki bir şeyleri sezmiş gibi, "Saatlerdir evde yoksun. Şimdi ise saçlarını saklıyorsun benden." Dedi öfkeyle. "Kesinlikle kendine bir şey yaptın. Elbet göreceğim, aç, aç çabuk!"

Taehyung, Jungkook'un üzerine atlamak için hareketlendiği anda Jungkook eşinin sağına kaçtı ve ardından koşmaya başladı.

Taehyung arkasından "Jungkook!" diye çığlık attığında, Jungkook çoktan merdivenlere yönelmiş, üst kata kaçıyordu. "Gelme Taehyung! Henüz çok gencim, ölmek istemiyorum! Henüz üçüncü çocuğumuzu kucağıma almadım bile!"

Taehyung'da Jungkook'un peşinden koşmaya başladığında, ikisi de gülüyor ve küçük çocuklar gibi eğleniyordu. "Buraya gel! Kaçma! Dağ ayısı!" diye bağıran Taehyung'da yukarı çıktığında, Jihoon bu görüntüyü ağzı açık bir şekilde izliyor, Jihyo ve dadısı ise kahkahalar eşliğinde gülüyordu.

Jihoon'un gözleri irice açılmıştı. Direkt olarak ablasına döndü, "Taehyung babam hamile mi?"

"Babam hiçbir zaman hamile kalamaz, Jihoon."

Jihoon dudaklarını büzdü, ağladı ağlayacak bir ifadeyle "Ama ben..." diye sordu.

Jihyo çok yanlış bir cümle sarf ettiğini anladığında bakakaldı. Jihoon'a bu durumu nasıl anlatacağını bilemiyordu, "Jungkook babam sarışın oldu biliyor musun?" diyerek bambaşka bir konu açtı. Fakat Jihoon'un aklı hâlâ aynı yerde takılı kalmıştı:

"Üçüncü bir kardeşimiz mi olacak?"

"İstemez misin?" diye sordu, Jihyo. Böyle bir şeyden haberi yoktu fakat olacaksa bile, Jihoon'u sevdiği gibi gelecek olan kardeşini de fazlasıyla sever ve benimserdi. Bu yüzden, bu fikri Jihoon'un da benimsemesini istedi. İleride sorun yaşamasından endişe ediyordu. "Bebekler çok tatlı ve sevimli olmuyorlar mı?"

Jihoon kısa bir an düşündü, "Oluyorlar ama... Ya babamlar bebeği daha çok severse?"

Jihyo bunun üzerine kardeşine "Babamlar seni daha çok sevdi mi?" diye sordu ve Jihoon'un aklını tamamen karıştırdı. Jihoon'un çatık kaşları düz bir çizgi halini aldı. Düşündü ve ablasını yanıtladı:

"Hayır, seni de çok seviyorlar ablacığım."

Jihyo kardeşini kolları arasına aldı ve sıkıca sarıldı, "Öyleyse sorun yok." Derken kardeşinin saçlarına öpücük kondurdu. "Bir daha sakın böyle düşünme. Hadi, gel. Oyunumuza devam edelim."

***

Taehyung, sonunda Jungkook'u yatak odalarında yakalamayı başardı. İlk önce üzerine yürüdü ve ardından Jungkook'u, Jungkook'un da oldukça şaşıracağı biçimde göğsünden ittirerek sertçe yatağa fırlattı. Jungkook bundan memnun kaldı. Fısıldayarak "Çok haşinsin." Dedi. Sesindeki erotik tını Taehyung tarafından hemen anlaşıldı. "En son on gün boyunca seks yapamadığımız için, işten geldiğim anda beni bu şekilde yatağa fırlatmış ve soyunup kucağıma çıkmıştın. Yoksa..." Sırıttı ve dudaklarını ısırdı. "Yoksa... Yine aynısını mı yapacaksın?"

Jungkook elleri üzerinde geri geri yatağın ortasına yerleşirken, Taehyung'da eşinin kucağına tırmandı fakat soyunmamıştı. Öte yandan bakışları bir kaya kadar sertti ve Jungkook, Taehyung'un kesinlikle onunla seks yapma amacı gütmediğini anladı. Korka korka geri çekildi fakat artık kaçacak bir yeri kalmadığını biliyordu, Taehyung ansızın kapüşona saldırdı ve kocasının başından çekti.

İlk birkaç saniye tepkisiz kaldı. Ellerini bile hareket ettirmedi. Hâlâ kapüşonu tutuyordu. Fakat sonra, saniye saniye yüz ifadesi değişti. Bu halleri, tıpkı Jihyo'nun ilk gördüğünde verdiği tepkiye benziyordu. Korku filmi izliyormuş gibi gözleri irice açıldı, ağzı beş karış açık kaldı. Yüzünde dehşet veren bir hal vardı. Ardından Jungkook'un beklediğini yaptı:

"Jungkook, bu ne!" diye çığlık attı. Sesi tüm evde yankılanmış, Jungkook'un kulağını çınlatmıştı. Jungkook korkuyla yerinden zıpladı, "Tanrım! Ne! Ne bu!"

Taehyung daha önce hiç bu kadar şaşırmamıştı. Jungkook'un saçlarını boyatmayı sevmediğini ve kendisine bu zamana kadar böyle bir teklifle gelmediğini biliyordu. Şimdi ise şaşırmış ve kocasına, sarı saçları fevkalade yakıştığı için kıskanmış, bu durumdan rahatsız olmuştu. Kısa bir an düşündü ve kızına söylediği şeyler aklına geldi. Zihnindeki tüm her şey bir yapboz parçası gibi birleşti. Jihyo ile konuştuktan birkaç saat sonra Jungkook'un saçlarını sarıya boyatmasının başka bir açıklaması olamazdı...

Taehyung biraz olsun sakinleşti fakat hâlâ gözlerine inanamıyordu, kekeleyerek "Sen... Bu... Nereden çıktı?" diye sordu.

Jungkook omuz silkti, "Kocam sarışın erkeklerden hoşlanıyormuş..." dedi, imali bir şekilde. "Öyleyse ben de sarışın bir erkek olurum diye düşündüm ve yaptım işte. Yakışmamış mı?"

Taehyung çığlık atar gibi "Seri katil olacağım biçimde çok yakışmış!" diye çığırdığında, Jungkook kıkırdadı fakat biraz da korkuyordu. Taehyung hem Jungkook'a hayran hayran, biraz da sarhoş gibi bakıyor hem de çattığı kaşlarıyla her an saçlarını yolabilecekmiş gibi duruyordu.

"Sahiden beğendin mi?"

"Çok beğendim... Jungkook," Taehyung ellerini kocasının yanaklarına sardı ve gözlerinin içine bakmasını sağladı, "Çok beğendim ama bu durumdan o kadar rahatsız oldum ki... Çok yakışıklı, etkileyici, karizmatik, çekici... Ve en önemlisi ve beni rahatsız edecek biçimde dikkat çekici olmuşsun." Diyerek mızmızlanmaya başladı.

"Bunu diyen kocamın saçları pembe ve pamuk şekere benzediği için herkesin gözleri genelde kocamda oluyor..."

Taehyung, kocasını dinlemiyordu. Jungkook'un sarı saçları arasına parmaklarını daldırdı ve tutamları sevdi. Saç diplerini okşadı. Jungkook bundan çok hoşlanırdı. Başını hafifçe eğdi ve daha fazlasını istediğini belli etti. Taehyung, eşinin alnına yumuşak bir öpücük kondurdu ve "Bir hafta boyunca evdeydin değil mi?" diye sordu. Bu esnada aklına çoktan bir plan gelmişti. Sinsi sinsi gülüyordu.

"Evet evdeyim, neden sordun ki?"

"Seni bir hafta evin içerisinde, fanusta saklayacağım ve bir haftanın sonunda da saçlarını eski haline getireceğiz! Nasıl fikir? Kocamı asla insanlara yem edemem. Şu haline bir bak... Bir de beni delirtmek ister gibi saçlarını üstten toplamışsın..."

"Yaptığın plan ilk saniyeden devre dışı kaldı hayatım çünkü yaklaşık bir saat sonra kızımızın okul toplantısı var ve babası olarak ben de oraya gelmeliyim."

Taehyung duraksadı. Toplantıyı çoktan unutmuştu. Şimdi sinsi bir sızıyla kıskançlık tüm bedenindeydi ve başka bir şey düşünmekten çok uzaktı. Fakat Jungkook'un sözleriyle birlikte silkelendi. Geri çekildi ve eşinin gözlerinin içine baktı. O anlarda eşinin kucağında oturuyordu, "Hayır, hayır, hayır!" diye mızmızlanmaya başladı. Bir yandan da eşinin yanaklarını seviyor, kucağında kıpırdanıyor ve sevimli halleriyle Jungkook'un kalbine zarar veriyordu:

"Sen gelemezsin! Gelme lütfen. Kocacığım... Çocuklarımın babası... Hayatım... Lütfen sen gelme." Dedi. Lütfen derken harfleri uzatıyor ve şirin bir ses tonuyla konuşuyordu, "Lütfen, lütfen, lütfen."

Jungkook "Olmaz, Taehyung." Diyerek bu fikre karşı çıktı ve bunu yaparken belirli belirsiz kurnaz bir tebessümle kocasına bakıyordu. Taehyung'un kendisini bu kadar kıskanması hoşuna gidiyordu. Taehyung'un sevgisini hissedebileceği her şeye razıydı.

Taehyung dudaklarını büzdü. Oyuncu kişiliği sayesinde yalandan da olsa gözlerini yaşlarla doldurmayı başarmıştı, kocasının gözlerinin içine bakıyor ve dudaklarını titretiyordu. Olabilecek en sevimli ses tonuyla "Ama... Ama ben üzülüyorum." Dedi. Kocasının kendisine olan zaafını kullanmaya çalışıyordu ve Jungkook'un aklını karıştırmayı çoktan başarmıştı. Jungkook'un bakışları eşinin dolu gözlerinde ve titreyen dudaklarında geziniyordu, "Kocanı, biricik kocanı, çocuklarının babasını, hayatının anlamını, eşini, hayat arkadaşını..." Dolu gözleriyle kocasına süt bekleyen yavru kedi gibi bakmaya başladı, "Üzecek misin yani? Üzecek misin beni Jungkook?"

Jungkook, kocasına kanmamak için gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı ve hemen ardından, "Kalk güzelim kucağımdan." Dedi. Taehyung'u belinden tutarak, yatağın sağ tarafına, sanki bir hafif bir nesneyi bırakıyormuş gibi öylece koydu ve yataktan kalktı. Taehyung, Jungkook'un kucağından resmen kovulduğu şokunu atlatamadan, "Hazırlanmam gerekiyor, hadi, sende hazırlan ve gidelim." Diyen ve ardında da kendisini banyoya kilitleyen eşine bakakaldı.

Taehyung sinirle dudaklarını kemirmeye başladı, "Resmen dışarı çıkmak için can atıyor..." diyerek kendi kendisini, henüz hiçbir olay yaşanmadan doldurmaya başladı. Dikkatle banyo kapısını inceliyordu. Duş kabininin açılma sesinden, Jungkook'un duşa girdiğini anladı. Siniri git gide katlanıyordu, "Kesin... Kesin birine gözükmek istiyor... Yoksa neden bu kadar ısrar etsin ki? Biri olduğunu biliyordum..." dedi ve kısa sürede bu fikirden vazgeçip kendi alnına vurdu. "Saçmalama! Biri yok! Bunu defalarca kez düşündüm ve yok işte! Bir başkası olsa anlardım. Daha da önemlisi hissederdim! Öyle hissedemiyorum... Bu çok daha farklı bir şey..." derken bir anda sustu ve ikinci kez çürüttüğü fikre, tekrar kandı. "Ama... Yoksa... Jihyo'yu okula bıraktığı ve aldığı esnada mı tanıştılar..."

Taehyung korkuyla çığlık attı ve koşarak banyoya gitti.

***

Taehyung ve Jungkook birlikte okula geldiklerinde, toplantıya geç kalmışlardı. Çünkü Taehyung, Jungkook'u duş esnasında sıkıştırmış, ona oldukça garip ve Jungkook'un kahkaha atmasına sebep olacak türden komik ve saçma sorular sormuş, bu soruların yanıtını aldığında ise "Beni aldatmıyorsun." Demiş, bir kez daha çığlık atarak kocasının kucağına atlamış ve duş esnasında biraz oynaşmışlardı.

Şimdi ise Jungkook arabayı park edecek bir yer bulamıyordu. Taehyung, "Ben önden gideceğim. Yeterince vakit kaybettik." Dedi ve arabadan indi. Toplantıya sonradan katıldığı için, salona girdiği anda biraz çekinmişti fakat Jihyo'nun sınıf öğretmenine selam verdikten sonra geçip, boş bulduğu ilk yere oturdu ve dikkatle dinlemeye başladı.

Bu esnada Jungkook'ta arka bahçeye arabayı park etmişti. Her zaman olduğu gibi ilk önce etrafını kontrol etti. Çevresinde hiç kimseyi göremedi, arabadan indi ve bu esnada çocuklarının dadısını aramayı da ihmal etmedi. Çocuklarının güvende olduğundan emin olmalıydı. Şu anlık tehdit altında olmadığını biliyordu fakat yine de her an tedirgindi. Hiç tanımadığı bir adamla anlaşmış ve ona güvenmişti. Üstelik bu adam Jimin'in de söylediği gibi ailesini çok yakından tanıyor, evin adresini bildiği için kendisini almaya bile geliyordu. Bu durum Jungkook'u tedirgin ediyordu. Ailesinin bu işe hiçbir şekilde bulaşmasını istemiyordu.

Jungkook, aşinası olduğu okulda toplantı salonuna ulaştı. Kapıyı açtı ve nazikçe içeri girdi. O an Taehyung sanki ilk defa kocasını görüyormuş gibi dikkatle süzdü. Bakışlarını etrafta gezdirdi. Yalnızca kendisi değil, herkes kocasını dikkatle inceliyordu. Neredeyse kıskançlıktan ağlayacaktı:

Jungkook'un altında siyah bir kumaş pantolon vardı. Kalın ve kaslı baldırlarına ve uyluklarına yapışan kumaş parçası, Jungkook'un bacaklarını ağız sulandırıcı bir çekicilikte gösteriyordu. Jungkook üzerine sadece siyah bir gömlek giymişti. Oldukça fit bir bedeni vardı; göğüs kasları sebebiyle göğsü çıkık duruyor, ince beli, kemer yardımıyla tutturulan pantolonla birlikte muhteşem gözüküyordu; pazuları sayesinde gömlek neredeyse yırtılacak gibi daracık kalmıştı; ayrıca gömleği birkaç defaya mahsus olmak üzere kıvırmıştı ve belirgin damarları, parmaklarından kollarına doğru bir ağacın köklerini andıracak biçimde uzanıyor, açık açık, tahrik edici bir manzara sunuyordu. Taehyung buna bayılıyordu. Jungkook'un elleri bedeninde gezindiğinde bile sadece azıyordu. Jungkook'un damarlı elleri çok güzeldi.

Taehyung, Jungkook yanına gelip oturuncaya dek kocasını dikkatle, didik didik inceledi. Jungkook'un yukarıdan topladığı sarı saçlarından ve alnına ve ensesine dökülen tutamlardan bahsetmek bile istemiyordu... Jungkook'un çekiciliği yüzünden aklını kaybedecekti.

Jungkook, eşinin yanına oturduğu esnada Taehyung'un üzerine eğildi ve "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordu. Kısık bir sesle, "Gözlerinle soydun beni resmen." Diyerek ekledi. Göz kırptı ve kocasının alnına yumuşak bir öpücük kondurdu. Ardından yanına yerleşti. Aralarında mesafe bırakabilirdi ama eşinin dibine girdi ve kollarını, eşinin oturduğu sandalyeye atıp kolunu da Taehyung'a sardı.

Taehyung sızlanarak ve fısıltıyla, "Ben senin böyle giyinmene, yetmezmiş gibi evden çıkmana nasıl izin verdim..." dedi.

Jungkook kıkırdadı. Birkaç kişi dönüp kendisine baktı fakat bu rahatsız oldukları için değildi. Yalnızca çok güzel gülüyordu ve bu da dikkat çekmişti, "Aslında bakarsan izin vermedin, ben arka kapıdan kaçmaya çalıştım ve sonucunda da kafama topuklu botlarından birini fırlattın..."

Taehyung üzerlerindeki bakışları hissediyor ve bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. İnsanlar, iki erkeğin birlikte olmasını kabullenemediği gibi, genelde bu tarz durumlarda, "Bu yakışıklı adam nasıl olur da hayatını bir başka erkekle heba eder..." tarzında düşünceler besliyordu.

Taehyung bunun üzerine kocasının omzuna attığı ellerini sıkıca tuttu ve sırtını da Jungkook'un göğsüne yasladı. Böylelikle o da kocasına sırnaşmış, çevresinde, onlara yadırgayarak ve Taehyung'a hasetle bakan herkese cevabını vermişti.

Bir yandan Taehyung hâlâ Jungkook'a laf yetiştirmeyi de ihmal etmiyordu, "Sen onu hak ettin Jungkook. İnanamıyorum sana, resmen evlendiğimizde giydiğin takımı giymişsin. Biraz da abartsaydın keşke."

"Hayatım ben zaten hep takım elbise giyiyorum." Diye sızlandı, Jungkook.

"Geri laf verme bana..."

"Özür dilerim hayatım, ağzımdan kaçtı."

"Aferin kocacığım." Taehyung, yavru kedi seviyormuş gibi Jungkook'un çenesinin altını okşadı. "Bir şeyler öğreniyorsun, yavaş yavaş."

"Sayende hayatım."

"Tamam şimdi sus ve öğretmeni dinleyelim."

"Nasıl istersen hayatım..."

***

Toplantı bitiminde Taehyung, Jihyo'nun sınıf öğretmeniyle birkaç önemli mesele hakkında konuşurken, Jungkook kapının kenarında duvara yaslanmış şekilde, sessizce kocasını bekliyordu. Bu esnada yanına, yirmili yaşların sonlarında, hemen hemen aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiği, kırmızı uzun saçlı, güzel ve bakımlı yüzlü, siyah kalem etek ve şık beyaz gömlek giymiş olan bir kadın yaklaştı.

Jungkook başta bir başkasının yanına yaklaştığını anlayamadı. Kocasını seyrediyor, konuşurken ellerini hareket ettirişine, duruşunun güzelliğine ve gülümsemesine hayran hayran bakıyordu. Kadın, Jungkook'un kendisine bakması için boğazını temizlemek zorunda kaldı. İnce ve güzel sesiyle, "Merhaba." Dedi. Ellerini önünde birleştirdi ve tatlı tatlı gülümsedi. "Ben Soojin."

Jungkook daha ilk anda ezilip büzüldü. Taehyung'tan çekinmesinin yanı sıra, insanlarla tanışmak konusunda çok utangaçtı. Bu yüzden her kim kendisiyle tanışmak isterse gereksiz bir önyargı besliyor, utanıyor ve geri çekiliyordu. Kısık bir sesle, "Merhaba." Dedi. Ses tonu sıcak değildi, dümdüzdü. Herhangi bir duygu hissettirmiyordu. "Jeon Jungkook."

"Jihyo'nun babası sizsiniz, öyle değil mi? Sizi her gün, Jihyo'yu okula bırakırken görüyorum."

"Evet, benim. Siz kimsiniz?"

"Ben de Kang Eui-geon'un annesiyim. Jihyo muhakkak bahsetmiştir." Derken Jungkook kaşlarını çatmamak için zor duruyordu çünkü Jihyo kendisine bu konudan bahsetmemişti. Öte yandan Jungkook o kadar yoğundu ki, Jihyo ile okul meselelerini konuşacak vakti de bulamıyordu. "Eui-geon ve Jihyo çok yakın arkadaşlar."

Jungkook kaşlarını havaya kaldırdı, "Öyle mi? Doğrusu... Ben bunu bilmiyordum."

"Jihyo'yu çok kez bize davet ettim fakat gelmek istemedi."

"Bana, bunun hakkında hiçbir şey söylemedi."

"Size söyleyecek fırsatı bulamadı sanırım... Ben de hazır sizi görmüşken, sizinle konuşmak ve sizden izin almak istedim."

Soojin, Jungkook'la konuşmayı ilerlettikçe aralarındaki mesafeyi kısalttı ve Jungkook'a doğru birkaç adım attı. Samimi tavırları Jungkook'u tedirgin ediyordu. Jungkook insanlarla yakınlaşmaktan hiç haz etmezdi. Nefesini tuttu ve kaçamak bakışları kocasını buldu.

Taehyung metrelerce öteden kendisine diktiği bakışlarıyla o kadar kötü ve korkunç bakıyordu ki Jungkook neredeyse titreyecekti.

Kekeleyerek, "Eşime sormam gerekiyor." Dedi. "Eğer eşim izin verirse, tabii ki Jihyo size gelebilir."

Jungkook konuşmanın bitmesi için çaba sarf ederken, Soojin, konuşmayı alenen ilerletmeye çalışıyordu. "Eui-geon ve Jihyo sahiden çok yakınlar." Dedi, imali bir bakış attı ve bununla beraber yepyeni bir konu açtı.

Jungkook kaşlarını çattı, "Nasıl çok yakınlar?"

"Anlarsınız ya..." derken Soojin, keyifle gülmeye başladı. "Bu yaşlarda olur böyle şeyler."

Taehyung, Jihyo'nun sınıf öğretmeni Bayan Kim ile konuşurken ikide bir Soojin'e dönüp bakıyordu. Güzel ve çekici gülümsemesini işittiğinde, dişlerini gıcırdattı.

Jungkook, kızını dokuz yaşındaki bir çocuktan kıskandığını belli ederek "Olmasa daha iyi böyle şeyler." Diyerek ağzının içinden mırıldandı. İçinden "Şimdi benim dokuz yaşındaki güzeller güzeli prensesim, Jihyo'm, bir yerden bitmeden mi hoşlanıyor..." diye geçiriyordu.

"Ah, bir şey mi dediniz? Duyamadım."

"Hayır, hayır, yalnızca sesli düşündüm."

"Pekâlâ, öyleyse eşinizle konuştuğunuzda bana haber verebilirsiniz." Siyah deri çantasından telefonunu çıkardı ve Jungkook'a uzattı.

Jungkook ne yapacağını anlayamadığı için saf saf Soojin'e baktı, "Bir sorun mu var? Neden bana telefonunuzu uzatıyorsunuz?"

"Bana numaranızı verin. Böylelikle haberleşebiliriz. Çok yakında Eui-geon'un doğum günü var. Doğum günü partisine Jihyo'da gelirse çok sevinirim. Eui-geon en çok Jihyo'yu görmek isteyecektir."

Jungkook köşeye sıkıştı. Soojin'e numarasını verirse -ki anladığı kadarıyla Soojin bekar bir anneydi çünkü parmağında alyansı yoktu ve Taehyung böyle bir durumda, Jungkook'un canını okurdu. Öte yandan Soojin açık açık, dokuz yaşındaki bacak kadar çocukların birbirlerinden hoşlandığını ima etmişti ve Jungkook'un anladığı kadarıyla da okulda oldukça yakınlardı. Bu durumda bir ebeveyn olarak, kızının arkadaşlarının aileleriyle iletişim içinde olması kadar olağan bir durum yoktu.

Soojin'in elindeki telefona uzandı ve ikinci defa düşünmeden telefon numarasını yazdı.

Soojin veda etmek maksatlı Jungkook'un kaslı kollarında parmaklarını gezdirdi ve "Teşekkür ederim, Jungkook. Yakında görüşürüz!" dedi. El salladı ve gitti. Tüm bunları uzaktan izleyen Taehyung'un ağzı açık kaldı.

Taehyung, Jungkook'un saçına yapışıp onu yerlerde sürüklememek için kendisini zor zapt ediyordu.

Bayan Kim, "İyi misiniz?" diye sordu. Taehyung saçma sapan, aklını kurcalayan başka şeylerin olduğunu belli edecek türden cevaplar verdi ve gitmesi gerektiğini söyleyerek, Jihyo'nun öğretmenine veda etti. Jungkook'a doğru koşar adımlarla yürüdü ve kocasını kolundan tuttuğu gibi dışarıya sürükledi. Jungkook ağzını açtığı anda Taehyung bunu hissetti ve ağzının içinden, öfkeyle "Sus." Dedi. "Sus, seninle görüşeceğiz Jungkook."

Daha sonra eşini arabaya kadar sürükledi. Anahtarı Jungkook'un cebinden aldı ve sürücü koltuğuna yerleşti. Burnundan soluyordu. Her yere sinirle bastığında, topuklu botlarının çıkardığı ses Jungkook'un kulağında çınlıyordu. Jungkook ilk defa eşini bu kadar sinirli gördüğü için suspus oldu.

Jungkook sessizce arabaya bindi. Taehyung, arabanın lastiklerinden rahatsız edici, çığlığı andıran bir sesin çıkmasına sebep olacak biçimde, hızla otoparktan ayrıldı ve okuldan uzaklaştı. Yaklaşık yarım saat kadar yol boyunca dümdüz ilerlemişlerdi. En sonunda Taehyung, evlerine ulaşacakları yola saptı. Bu yol ıssız, sessiz ve sakindi. Öyle ki yol boyunca ışıklar bile sık değildi. Tek şeritli tenha yolda, Taehyung arabayı sola çekti ve frenlere aniden basarak, Jungkook'u korkutacak biçimde arabayı hızla durdurdu. İlk önce emniyet kemerini çıkardı ve ardından, ani bir hareketle Jungkook'u gömleğinin yakalarından sertçe tutarak kendisine çekti.

Yüzlerini birbirine yaklaştırdı. Dudakları birbirine değiyordu, fısıltıyla "Sana bunların hesabını ödeteceğim, Jeon Jungkook." Dedi. Sağ eli hâlâ eşinin gömleğini sıkı sıkıya tutuyordu, sol eliyle saçlarına asıldı ve kocasının başını geriye doğru sertçe çekti.

Taehyung'un vahşi hareketleri Jungkook'un hoşuna gitti. Dudaklarından derin bir inleme döküldü. Saçlarının acısıyla zevki adeta birbirine karıştı. Tüm arsızlığıyla, "Tam şu an burada, arabada, hesabımı kesmek ister misin?" diye sordu.

Taehyung kıkır kıkır güldü. Sağ elini kocasının gömleğinin içine soktu ve göğüs ucunu işaret parmağı ve baş parmağı arasına alıp sıkıştırdı. Jungkook bir kez daha inledi. Tüm bunlar, Taehyung'un öfkesi ve canını yakması hoşuna gidiyordu. "Bu evet demek mi oluyor?" diye sordu. Taehyung cevap vermedi.

Bunun yerine kocasının üzerine, bir avcının, kana susamış bir vaziyette avına aniden saldırması gibi vahşice atıldı.

Continue Reading

You'll Also Like

32.3K 3.9K 18
alfa kim taehyung ve onun leylak çiçeği omegası jeon jungkook.
3.4K 269 8
yazan: kolamonas prompt sahibi: headio
11.7K 1.1K 30
so baby packed up all she had promised to never come back taehyung, oasis krallığı sınırlarında yaşayan bir omegadır. büyük amcası tae won'dan sonra...
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...